Şampiy10
Magazin
Gündem

'Evet de çıksa hayır da çıksa...'

‘Evet’ de çıksa ‘hayır’ da çıksa 13 Eylül’de ‘Yeni Anayasa’ya ihtiyacımız var’ diyeceğiz

TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, 12 Eylül’de yapılacak referandumu değerlendirdi ve “Referandumda ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin yeni, sivil bir ruhta dediğimiz Anayasa ihtiyacı giderilemeyecek. Bu paket referandumda kabul edildikten sonra da hâlâ Anayasa’da temel eksiklikler olacak. Biz 13 Eylül’den itibaren ‘Yeni Anayasa’nın nasıl yapılması gerektiğine yönelik ülke örneklerinden ve evrensel akademik kapasiteden yararlanarak çeşitli çalışmalar gerçekleştireceğiz” dedi.



Ümit Boyner TÜSİAD Başkanı olarak 6 ayı geride bıraktı. Biz de ilk 6 ayı değerlendirmek amacıyla buluştuk. Anayasa değişikliği ve referandumla ilgili açıklamaları ‘çok tartışıldığı’ için röportaja Anayasa değişikliğini konuşarak başladık.

TÜSİAD Başkanı olarak 6 ayı geride bıraktınız. Çok yoğun bir dönem oldu. Ekonomik kriz sonrasında toparlanma, işsizlik, Anayasa değişikliğini konuştuk, konuşuyoruz. Dış ilişkiler, İran ve İsrail ilişkileri gündemde oldu. Demokratik Açılım tartışılırken terör olayları arttı. Bu yoğunlukta tüm bu konularda görüş verdiniz. Geçtiğimiz 6 ayı nasıl geçirdiniz? Performansınızı nasıl buluyorsunuz?

Göreve geldiğimizde aslında çok idealist olarak kendi programımızı ortaya koyduk. Program çerçevesinde 10 ana başlık altında ekonomik alanda çalışmalar vardı. Verimlilik tabanlı büyümeye geçiş, yeni bir sanayi modeli yapısı, Türkiye’de büyümenin yarattığı cari açığın karşılanması, rekabet yapısının güçlendirilmesine ilişkin konular vardı gündemimizde. Bu konularla ilgili çalışmalarımız sürüyor. Bununla birlikte ‘Demokrasi Açığı’nın giderilmesi programın temel amaçlarından biriydi. Anayasa değişikliğiyle birlikte gündem de hızlı bir şekilde bizi içine aldı. İlk 6 ay içinde yaptıklarımız bundan sonraki 6 ay için yeni yol haritası çıkarmamızı sağladı. Farklı alanlarda yeni yol haritaları oluşturduk.

Ekonomi, siyaset gibi alanlarda yeni yol haritaları mı hazırlandı?

Evet. Bizim en önemsediğimiz noktalardan hareketle çalışmalar yaptık, yapıyoruz.

Seçim barajı düşürülmeliydi

Şu günlerde Anayasa değişikliğiyle ilgili referandum konusunda TÜSİAD’ın duruşu çok konuşuluyor. Sizden ‘evet’ mi ‘hayır’ mı diye bir açıklama mı bekleniyor?

Anayasa paketinin tek tek tüm maddeleri konusunda TÜSİAD’ın pozisyonu son derece netti ve hükümet ve kamuoyu ile paylaşıldı. Esasen ruh olarak Türkiye’nin uzlaşıya ihtiyacı var. Göreve geldiğim gün demokrasi açığından bahsettim, siyasi reformların altını çizdim. Türkiye’nin anayasal değişiklikten önce ‘Seçim ve Siyasi Partiler’ yasalarını değiştirmesi gerektiğini savunduk; tam 13 yıldır aynı şeyi tekrarlıyoruz. Muhalefetteyken uygun bulunan bu temel öneriler iktidardayken unutuluyor. Yüzde 9, 7, 5, 3 gibi oranlarla parlamento dışında kalan oy kapasitelerini kim nasıl açıklayabilir?

Farklı yöntemlerle de baraj aşılmaya çalışılıyor... Bağımsız adaylar çıkıyor...

İnsanlar parlamentoya girebilmek için garip dolambaçlı yollara sevk ediliyor. Temsil adaletini sağlamalıyız. Oranın ne olacağı konusunda farklı görüşler olabilir. Ben özellikle ‘Koalisyon hükümetleri olsun’ demiyorum. Her fikrin demokratik ortamda temsili Türkiye’nin huzuru için önemli. Bu, bölünmüşlüğün giderilmesi için çok önemli.

Seçmen davranışları da çok etkileniyor...

Baraj yüksek olduğu için isteklerimizle değil kaygılarımızla oy veriyoruz. İnsanlar baraj nedeniyle oy tercihlerini değiştirebiliyor. Söylemi demokrasi olan partiler yüzde 10’luk barajı ‘Kim gelmesin’ diye savunuyorlar. Merak ediyorum. Bu sürdürülebilir bir sistem değil. Bugün Türkiye’de Anayasa paketini savunan, bunun Türkiye’nin demokratikleşmesi için önemli olduğunu söyleyen bir kitle var, bu kitle içinde önemli aydınlarımız olduğunu düşünüyorum. Bu entelektüellerin bu siyasi reformlara da aynı düzeyde sahip çıkmaları beklenir. Ben şaşırıyorum bu bir şekilde rafa kaldırılıyor. Aynı şekilde ‘Siyasi Partiler Yasası’. Niçin partilerdeki lider sultasından eskisi kadar şikayet etmiyor aydınlarımız? Parti içi demokrasinin olmadığı rejim nasıl demokratikleşme sağlar? Demokratikleşmede bilmediğimiz bir sıralama mantığı mı var acaba?

‘Genlerimizde hâlâ kurtarıcı beklentisi var galiba’ gibi geliyor mu?

Biri gelecek herkese demokrasi mi dağıtacak? Meclis’teki milletvekillerinin aidiyeti ve hesap verme sorumluluğu liderlerine değil seçmenlerine karşı olmalı. Bizim gibi STK’lara ve entelektüellere bu bilinci artırma görevi düşüyor. Demokrasinin 2 ana önemli kuralı var; biri hesap verme, diğeri şeffaflık. Hesap verme konusunda yalnızca lidere bağlıysa vekiller, bu kabul edilebilir değil.

Suskun olduğunuz için eleştirildiniz referandumla ilgili, sonra açıklama yaptınız. Sizin Anayasa değişikliğiyle ilgili açıklamalarınızdan sonra aldığınız yorumlar mı bunu doğurdu?

Biz bu tartışmalar yokken “12 Eylül Anayasası’nı kaldırmak lazım” diyorduk. Ben göreve geldiğimde “Yeni Anayasa’ya ihtiyaç var” dedim. 2007’de umutla başlayan bir süreç vardı. Bir taraftan, yeni anayasayı oluşturma süreci o atmosferde iyi yönetilerek geliştirilebilirdi ve şimdi daha farklı bir noktada olabilirdik diye düşünüyorum. Diğer taraftan son derece rahatsızlık verici, Türkiye’yi geri götürebilecek bazı antidemokratik girişimler yaşandı ve sağlıklı bir demokratikleşme süreci yitirildi. Sonrasındaki parti kapatma davaları da çok uzun süre Türkiye’yi gerdi. Mevcut durumda ise hükümet Anayasa ile ilgili olarak parçalı bir paket getirdi. Demokratikleşme konusunda önemli bir müktesebatı ve yeni Anayasa konusunda tercihi açık olan bir STK olarak bize iletilen Anayasa paketine yönelik görüşlerimizi oluşturduk. Biz seçim dönemlerinde de kavramlar ve politikalar üzerinden tartışıyoruz. Bize en yakın şu parti demiyorsak, referandum da ‘Evet ya da hayır diyoruz’ dememeliyiz. Bu propaganda görevi partilerin işi ve gereğini yapıyorlar gibi gözüküyor.

Paket değil de maddeler üzerinde oylama mümkün olsa her şey farklı olurdu diyebilir miyiz? Siz de bunu önermiştiniz...

Paketin hap olarak önümüze gelmesi seçmen tercihini güçleştiriyor inancındayız.. Birbiriyle tematik olarak çok farklı olguları biraraya toplamış bir paketten bahsediyoruz. Gelen pakette kesinlikle hayır diyemeceğimiz değişiklikler var. Ancak yürütmenin yargı üzerinde bu kadar etkili olduğu bir sistem bizim için çoğulculuğun önünde engel. Cumhurbaşkanı’nın zaten çok geniş olan yüksek yargı atamalarındaki etkisinin artırılmasını ve Adalet Bakanı’nın bugünküne benzer yetkileri HSYK içinde kullanacak olmasını doğru bulmuyoruz. Vasat bir sistemi farklı bir vasat sistemle değiştirmek yerine, niye ileri bir demokrasi yapısını öngörmüyoruz? Neyi bekliyoruz? Paket için ‘Doğruları var ama hayır’, ‘Yanlışları var ama evet’ dememiz beklenemez. Biz ilkesel durup tek tek maddeler üzerinde görüş veririz. Belediye seçimlerinde de genel seçimlerde de ‘Şuna oy verin, buna oy vermeyin’ diyemeyiz.
Anayasa’nın ruhunu değiştirmeliyiz

Referandumda sonuç ne çıkarsa çıksın bu yeni bir Anayasa ihtiyacını ortadan kaldırmayacak. TÜSİAD’ın da bu anlamda çıkışı oldu. 12 Eylül sonrası A ve B planlarınız var mı?

Referandumda ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin yeni, sivil bir ruhta dediğimiz anayasa ihtiyacı giderilemeyecek. Geçenlerde bir yorum yapıldı, “TÜSİAD’ın Üçüncü Yolu” dendi, bu doğru değil. Referanduma alternatif bir yol önermiyoruz biz. Türkiye yeni bir ruhla yeni bir anayasayı gündemine almalı. İkinci 6 aylık dönemimizde bunu nasıl yapacağımız, içeriğini nasıl oluşturacağımız, Anayasa’nın nasıl yapılması gerektiği konusunda geçmiş çalışmalarımızın bir uzantısı olarak yeni bir çalışma başlatacağız. Paket referandumda kabul edildikten sonra da hâlâ Anayasa’da temel eksiklikler var olacak. Madde bazında değil gerçekten ruhunu değiştirdiğimiz bir anayasa önemli. Bir Sivil Anayasa ve merkezde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının olduğu bir toplumsal sözleşme yapmak asıl önemlisi.

Bu konu TÜSİAD’ın gündemine geldiğinde farklı görüşler de ortaya çıktı. 4’üncü madde ve özerklik bile konuşulmalı dedi bazı üyeleriniz...

Tartışarak çözeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ilkesi bile tartışılıyor. Başbakan’ın kadın sivil toplum örgütü temsilcileriyle yaptığı toplantıda duyduğum birçok şeyi söylediğinizde cezaevine girerdiniz. Biz bir çağrıda bulunduk, 2011 seçim yılı, ‘Ey siyasi partiler yeni Anayasa olarak ne düşünüyorsunuz?’ dedik. 13 Eylül’den itibaren yeni Anayasa’nın nasıl yapılması gerektiğine yönelik ülke örneklerinden ve evrensel akademik kapasiteden yararlanarak çeşitli çalışmalar gerçekleştireceğiz.

İŞİMİ CİDDİYE ALIYORUM

Tam gün TÜSİAD’ta mısınız?

Holdingteki sorumluluklarım bu dönemde epey azaldı. Ben TÜSİAD’ta aldığım bu görevi önemsiyorum. Bu noktada kendimi önemsiyorum gibi algılanmasın, yaptığım işi ciddiye alıyorum. Ben görev yaptığım sürede sadece Ümit Boyner değilim artık, TÜSİAD’ın başkanı Ümit Boyner’im. Kurum için çalışıyorum.

Siz düzenli spor yapardınız, hâlâ yapıyor musunuz?

Hiç spor yapmıyorum artık. Zaman yok. Adrenalin yetiyor şimdilik. Eskiden düzenli yapardım.

18 yıllık evlilikte insanlar birbirine benziyor

Son 6 ayda uykusuz geçirdiğiniz geceler oldu mu?

Kaygıya kapıldığım, üzüldüğüm günler oldu. En çok üzen de terör olayları. Zaten bazen bu konuşmalarıma da yansıdı.

En gergin olduğunuz tartışma hangisiydi?

Anayasa değişikliği tartışmaları. Herkesin kamplaştığı ortamda ‘Ben ilkesel davranıyorum diye beni bir tarafa itmeyin’ demek sanırım en zor nokta oldu.

YDH’nın, eşiniz Cem Bey’in söylemine benzediğini düşünenler var söyleminizin. Ben şunu hatırlıyorum. Siz karnınız burnunuzda hamileydiniz, seçim gezilerine gelirdiniz. Cem Bey’in konuşmalarının üzerinden geçerdiniz. Yani bir zamanlar siz de Cem Bey’in konuşmalarına yardımcı olurdunuz. Şimdi aynı destek Cem Bey’den mi geliyor? Ve bu sizce niye eleştiriliyor?

Cem eski başkan, 18 senelik evlilikte insanlar birbirine de benziyor. Biraz önce anlattım 12 Eylül Anayasası’na ‘Hayır’ diyen bir aileden geliyorum. Cem’le karşılaşıp evlenmem de herhalde tesadüf değil. Birbirimizden çok farklı insanlar olsaydık 18 yıldır evli olamazdık. Ben de onun siyasi hayatının parçasıydım. Benim için zenginleştirici bir süreçti. Mutlaka Cem’in benim duruşumda katkısı oluyordur, benim de onun duruşunda katkımın olduğu gibi.

Cem beni besliyor

Sanırım model olarak eşine destek veren geride kalmış kadına alışığız... Tersini görünce şaşırıyoruz. Hep kariyer sahibi kadınlara sorulur ya, çocuklarınıza nasıl baktınız diye, nedense başarılı işadamlarına bu soru asla sorulmaz...


Biz hep paylaşımcı bir karı-kocayız. Her konuda bu böyle. Ayrıca da beni Cem besliyor. Çok dikkat çeken, tartışma ortamı içinde olan biriyim, evimde beni besleyen, huzur bulduğum bir eşim var. Zamanında ben de ona bu ortamı sağladım.

Babam 12 Eylül döneminde defalarca sorgulandı

Size apolet yakıştıranlar oldu...

Benim 12 Eylül yanlısı olduğum yazıldı. Askeri darbelerden çok ciddi yaralanan insanlar, dağılan aileler oldu. 80 öncesi ailemden çok yakınım yaptığı bir tercüme yüzünden yurtdışına kaçmak zorunda kaldı, babam da ona yardım etmekten defalarca sorgulandı. Ben çocukluğumda baskı dönemini hatırlıyorum. Türkiye’deki rejimi askeri vesayetten çıkarmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu kişisel olarak da yaşadım. Ama bu beni önüme gelen pakette yanlışlar varsa bunları söylemekten alıkoymuyor.

Bunları TÜSİAD’ın dile getirmesine mi tepki var?

Bazı gerçekleri duyma ve tartışma konusunda sorun var. Siyasilerin zaman zaman oportunist olmaları yaptıkları işin gereğinden doğaldır. Aydınlar, akademik kapasite daha ilkesel yaklaşmalı.

Kutuplaşmadaki tavırlar beni hayrete düşürdü

Kamplaşma ve kutuplaşmayı konuşuyoruz. Referandum bunu artırdı mı? Ve vatandaş neyin değiştiğini biliyor mu sizce?

Bu kutuplaşmada beni hayrete düşüren, bir takım doğrulara rağmen hayır cephesinin bunu empoze etmeye çalışması, birtakım yanlışlara rağmen de evet cephesinin, entelektüellerden bahsediyorum, farklı şeyleri empoze etmeye çalışması, hayırcıların doğruların altını çizenlere ‘İstemeyiz’ demesi, evetçilerin de ‘Şurada da yanlışlar var’ diyenlere tahammül edememesi oldu. Bu tartışmada akademik tutarlılığın zarar görmekte olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur..

YARIN: ÜMİT BOYNER TÜSİAD BAŞKANLIĞI’NIN İKİNCİ 6 AYLIK DÖNEMİNDE EKONOMİ ALANINDA YAPACAKLARINI DA ANLATTI

Yazının devamı...

Koç Üniversitesi'nin teklifini 'google'layarak kabul ettim

Koç Üniversitesi’nin 9 ay önce göreve başlayan rektörü Prof. Ümran İnan’la önceki gün bir sohbet toplantısında tanıştık.

36 yıl Amerika’da yaşayan, Stanford Üniversitesi’nden Koç Üniversitesi’ne gelen İnan’la buluşmadan önce kendisiyle ilgili duyduğum her şey çok farklıydı ve Ümran İnan’ı çok merak ediyordum. Bundan bir hafta kadar önce Ali Koç’la sohbet ederken söz dönüp dolaşıp Koç Üniversitesi Rektörüne’ne geldiğinde, ‘Çok önemli bir bilimadamı. Antartika ve Güney Kutbu’nda çok çalışma yapmış. Antartika’da 2 bin 400 metrelik bir tepeye İnan adı verilmiş’ dedi.

Ümran İnan’la sohbetimizden önce en merak ettiğim konu, bu kadar başarılı bir ismin özellikle de uzay alanında yaptığı çalışmalarla dünya çapında önemli bir yere gelen bir profesörün Türkiye’ye dönmeye nasıl ikna olduğuydu... İnan’ın imzasını taşıyan, İnan ve öğrencileri tarafından üretilmiş 7 kıtada 45 yerde elektromanyetik dalgaları ölçen aletler çalışıyor. 42 doktora tezi olan İnan, 65 milyon dolarlık proje üretimi gerçekleştirmiş bir isim.
‘Uzay fiziği kağıt kalem değildir’ diyor sohbetimizin başında ve verdiği örneklerle bizlere hayata geçirdiği projelerin bir kısmını anlatıyor.

Örneğin yukarı doğru çakan şimşeklerden bahsediyor. Yerden yukarı doğru çakan şimşekleri keşfeden ekibin başındaymış. 40 bin metrede etkili olan bu şimşekleri anlatırken, “Bazen öğrencilerimiz her şey keşfedilmiş biz daha ne yapacağız diye düşünebiliyor oysa çok yakınımızda henüz keşfetmediğimiz çok şey var” diyor.

İşte bu şimşeklerle ilgili çalışmaları nedeniyle de Colombia Mekiği uzayda parçalandığında mekiğin neden parçalandığını ortaya çıkarmak için kısa sürede basından gizli biçimde toplanan, generallerin ve uzmanların katıldığı 12 saatlik toplantıya çağrılan bir bilimadamı İnan. Türkiye’ye nasıl geldiğinden önce Stanford’a gidişini de anlatmak isterim.

ODTÜ Elektrik Mühendisliği’ni bitirdikten sonra 80 kişi arasından Stanford’a seçilmiş. O dönemde uzay fiziğini seçerken de ikilemde kalmış ama yıl 1973... Henüz Ay’a yeni gidilmiş, astronatlarla çalışmalar yapmak çok cazip gelmiş İnan’a ama bir yandan da aklında hep ‘Türkiye’ye dönersem ne yaparım?’ sorusu varmış. Üstlendiği projeler birbirini takip edince Türkiye’ye dönme fikrinden uzaklaşmış. Türkiye ziyaretleri iş yoğunluğunda yılda 3 haftayla sınırlı olmuş hep. Bu arada akademik kariyerinde önemli adımlar atmış. Uzayla ilgili çalışmalarıyla birçok ödüle layık görülmüş. Peki, nasıl oldu da Ümran İnan 36 yıl aradan sonra

Türkiye’ye döndü?

“Paraşütle indim” diyor kendisi. “Beni Koç Grubu buldu. Üniversiteye rektör arayışı içinde bir birim kurmuşlar, onlar beni buldu” diyor. Görevi kabul etmeden önce Koç Üniversitesi’ni görmemiş İnan. Görev teklif edildiğinde üniversiteyi ‘google’lamış, öğretim kadrosuna bakmış ve kabul etmiş. Eşi ve kızıyla birlikte Türkiye’ye dönmüş. Oğlu ise Amerika’da kalmış.

“Sanki 36 yıldır buradaymışım gibi geliyor, paraşütle gelmiş gibiyim” diye anlatıyor hiç yabancılık çekmediğini. Bir kişiyi bile tanımadan geldiği Koç Üniversitesi’ndeki hedeflerini anlatırken, ‘sanayi üniversite işbirliği, Ar-Ge çalışmalarına ağırlık vermekten’ söz ediyor.

Koç Üniversitesi’nde Stanford Üniversitesi’nde ne varsa yapabileceğine inanıyor. Üniversitenin kurumsallaşmış yapısından çok etkilenmiş. “Kısa zamanda Türkiye’nin akademik yelpazesine katkılarımız olacak. Kaldıraç oluşturacağız” diyor. Stanford’un Slikon Vadisi’yle işbirliği içinde olduğunu anlatırken de, “Bizim Slikon Vadisi’ne de ihtiyacımız yok, çünkü endüstri yanıbaşımızda” diyor. Yalnızca Koç Grubu şirketlerinden bahsetmediğinin de altını çiziyor.

Koç Üniversitesi’nin 4 bin öğrencisi var, bunun yüzde 60’ı burslu. İnan’ın amacı üniversitenin içinde olduğu her alanda ‘mükemmellik merkezi’ olması. İnan, Türkiye Bilimler Akademisi’nin 86 üyesinden 11’inin Koç Üniversitesi’nde olduğunu da hatırlatarak, “Seçkin bir kadromuz var, aramıza yeni katılanlar da aynı seçkinlikte olacak” diyor.
Koç Üniversitesi’nin 2013 yılında Topkapı’da Tıp Fakültesi ve Hastanesi açılacak. Aynı kampüs içinde Hemşirelik Yüksek Okulu da olacak. İnan bir üniversitenin Tıp Fakültesi’nin olmasını çok önemsediklerini anlatırken, “Gelecekte tıp ve mühendislik birarada anılacak. Yeni ürünlerin çoğu bu alanda çıkacak” diye anlatıyor.

Koç Üniversitesi’nden mezun olanların işe yerleşme oranlarını merak ediyoruz, “Ben işsiz kalan duymadım, ama yanlış bir algılama da var. Bizim üniversitemizden mezun olanların hepsi Koç şirketlerinde çalışmıyor. Bu oran yüzde 4.5. Bu da normal çünkü Koç Grubu’nun büyüklüğü ortada. Sanırım iyi üniversitelerin çoğundan bu oranda öğrenci Koç şirketlerine giriyordur” diyor.

ANTARTİKA’YI ÖZLÜYORUM

Ümran İnan’ın adının bir tepeye verildiği Antartika’ya uçak ve gemiyle tam 13 kez gittiğini öğreniyoruz. İnan Antartika çalışmalarını anlatırken, ‘Orayı zaman zaman özlüyorum, müthiş bir sessizlik. Canlı yok. Altınızda 3 kilometre kar var. 24 saat güneş var’ diyor. İnan, adının verildiği tepeyi ise hiç görmemiş.

Yazının devamı...

İç mimarla müşterisinin ilişkisi evlilik ilişkisine benzer

A Mimarlık’ın kurucusu Abdullah Burnaz ile son yaptığı mekanlardan Sortie’de buluştuk.
39 yaşındaki iç mimar Abdullah Burnaz 25 metrekarelik mekanlarda seramik döşeyerek işe başlamış bir isim. Şimdilerde yurt dışında başarılı işlere imza atıyor. Bittiğinde Avrupa’nın en büyük göz hastanesi olacak Romanya’daki hastane ona emanet edilmiş. Tiran’da yüzen bir gece kulübü yapıyor... Kiev’de üstü açılan bir kulüpte de onun imzası var. Son aylarda Selin Denizli’yle yaşadığı ilişkiyle adını magazin sayfalarında gördüğümüz Abdullah Burnaz, “İşimle anılmak isterim özel hayatımla değil” diyor. Röportaj sırasında yanımızda Selin de vardı. Mayıs ayında başlayan ilişkileri dolu dizgin devam ediyor. Bize de onlara mutluluklar dilemek düşer...

* KA Mimarlık’ı 1998 yılında kurmuşsunuz... Önceleri mağazalar yapıyormuşsunuz... Şimdilerde farklı mekanlarda imzanız var. Nereden nereye geldiniz?

1998 yılında bir ortağımla birlikte kurduk şirketi ama daha sonra ayrıldık. K harfi onun adından geliyor. İlk dönemlerde küçücük mağazaların iç mimari tasarımlarını üstlendim.

* Mimarlık hayaliniz miydi?

Çocukluğumdan beri hayalim mimar olmaktı. Lisedeyken sehpa yapardım.

* Eğitimini aldınız mı?

Girit kökenliyim. İstanbul’da doğup büyüdüm. Üniversite sınavına hazırlanırken tüm tercihlerim mimarlıktı ama kazanamadım. Bilkent Üniversitesi yeni kurulmuştu, üç ay ders aldım. Daha sonra yetenek sınavıyla Bilkent İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’ne girdim.

* Hayalinizin peşini bırakmamışsınız...

Mimarlık bir hayat duruşu, yaşam biçimi. Ben bunu çok istedim ve hayatımı mimarlık üzerine kurdum. Mimarlığı da hayatınıza göre yaşamanız gerekiyor sonuçta...

İlk yaptığım iş 25 metrekarelik bir mağazaydı

* Yaptığınız ilk iş neydi?

Kendi adıma yaptığım ilk iş Kadıköy’de 25 metrekare mağazaydı. Ellerimle döşedim her şeyi. Şansa inanıyorum. İlk etapta mağaza işleri yaptım. Kulaktan kulağa yani insanlar yaptığım yerleri beğendikçe işim de gelişti.

* Mağazalardan sonra evler, restoranlar mı girdi hayatınıza?

2001 krizinden sonra evlere, villlara döndük. 5 senedir de restoran ve mekan işleri geliyor. Son dönemde Black, Biber, Sortie arka arkaya geldi. Kriz döneminde özellikle 2001 krizinde ticari yatırımlar kesilmişti. Kimse ne olacağını bilmiyordu. Sonrasında evlerindeki hayatları güzelleştirmek istediler.

* Son zamanlarda insanlar daha çok evde zaman geçiriyor diyenler var, buna katılıyor musunuz?

Belli bir gelir grubu evindeki güzellikleri, konforu artırdı. İnsanlar son zamanlarda daha çok evde zaman geçiriyorlar. Ayrıca home ofise dönenler de oldu.

* İşinizin bir yanı sanat, yaratıcılık... Bir yanında da müşteri talepleri var... Başarılı olmak için ne yapmak gerekiyor?

Psikolog olmanız lazım. İç mimarlar aynı zamanda iyi birer psikolog olmalı. İnsan psikolojisinden mutlaka anlamalı. Ben size baktığımda evinizin nasıl olduğunu hayal etmem lazım.

* Bunu ne kadar zamanda yapabilirsiniz?

Bir iki görüşmede... Bu bizim işimiz.

* Nasıl talepler geliyor size?

Son 5-6 yıldır teknolojinin inanılmaz gelişimiyle burada otururken Tayland’taki otelin iç mimarisinin nasıl yapıldığını görebiliyorsunuz. Bu bizim işimizi zorlaştırdı. Daha fazla görmek, bilgilenmek zorundayız. Çünkü herkes farklı şeyleri artık daha kolay görüyor. Geri dönüp baktığınızda her müşterinin talebi farklıdır ve hepsinin kendine ait bir tarzı vardır. Ben 39 yaşındayım, karşıma gelenlerin hemen hemen hepsi hayatlarında bir yere gelmiş insanlar.

Sizinle iki toplantı yapsam, ne istediğinizi çözerim

* İç mimari lüks mü sizce?

Evet, sonuçta iç mimari bir lükstür. Karşınızdaki müşterinizin hem zevki vardır hem de ticari kafası. Her müşterinin memnuniyeti farklı olur. Müşteriyi tanıyıp onun isteklerine yanıt vermelisiniz. Bu yanıtı vermek de sizin hayat tarzınızla, iç mimarınızın gustosu ve hayat tarzıyla paraleldir. Bana çok klasik seven de gelir, modernizmin dibinden etkilenmiş insan da gelir. Gelen insanı kendinize benzetmelisiniz.

* Bu nasıl olacak. İmzanızı siz atıyorsunuz ama müşterinin talebi, beğenileri de yok mu?

Orada en önemli nokta karşınızdaki müşterinizin kendi isteği yapılıyormuş gibi hissetmesi ve aslında kendi isteğinizi yapmanızdır. Bu hayat tarzı olunca zor değil. Bir insan gelip size her şeyiyle beklentilerini anlattıktan ve bazı şeyleri size bıraktıktan sonra onun istedikleriyle sizin istediklerinizi paralelleştirmelisiniz. Yani karşınızdakinin beklentileri mutlaka vardır ve siz bu beklentiler karşızında nerede durduğunuzu göstereceksiniz. Onu anlayacaksınız, işin içine kendinizi katacaksınız.

* İkili ilişkiler gibi anlattınız...

Bu evlilikte de öyle, sevgililikte de öyle. İç mimarla müşterisinin ilişkisi evlilik ilişkisine benzer... Her müşterinizde tatlı tatlı tartışmalar olur. Mesela, sizinle tek başıma çalışsam, iki üç toplantıdan sonra sizinle bir daha konuşmama gerek kalmaz. Ama genelde yaptığımız mekanlarda ortaklar oluyor, eşler, çocuklar oluyor. Bunların tümünü idare etmek gerekiyor.

* İşin başında balayı yaşayan ama bu dönemin çok kısa sürdüğü mimar müşteri ilişkileri vardır...

Benim bugüne kadar işimi yarım bırakıp gittiğim olmadı. Başladığım her işi bitirdim. Bu konuda alçakgönüllü davranamayacağım. Benimle ilgili bir arkadaşınıza bir şey sorduğunuzda her zaman iyi şeyler söyleyecektir.
Burayı Abdullah yapmış diyemezsiniz, çünkü tekrara düşmem.

* İmza attığınız tasarımların belirgin özellikleri neler? Ben bu işin uzmanı değilim ama bazı mimarların yaptığı evleri “Burayı bilmem kim yapmış” diyebiliyorum... Ya da şu isme benziyor yorumunu yapabiliyorum...
Benim için der misiniz?

Diyemem. Diyemeyeceksiniz de. O zaman klasikleşmiş olurum. Biz her zaman kendimizi geliştirmeliyiz. Her yerde tekrara düşmemeliyiz. Bu iş cesaret işi. Karşınızdakileri de cesaretlendirip yürümelisiniz. “Burayı Abdullah yaptırdı” demeniz zor ama benim kendimle ilgili alt yapıda olmazsa olmazlarım var. Örneğin aydınlatmada ya da fonksiyonlarda kullandığım şeyler vardır, bunu da meslekten insanlar anlar.

* Çoğu mimarın takıntıları oluyor. Sizin?

Ben sizinle röportaj yaparken kafam şuradaki perdenin kenarına takık. Orada bir şeyi yanlış yapmışlar. Bizim işimiz bu. En fenası da bizim yaptığımız mekanlara bazen daha sonradan eklentiler yapmak zorunda kalıyorlar. Perdedeki kayış bile rahatsız edici olabiliyor. Bir mekana girdiğinizde orası size bütünlüğüyle güzel gelir. Bizim işimiz de evet, ayrıntılarda gizli.

* Yazlık mekanlar mı yapıyorsunuz son zamanlarda?

Kemer’de 3500 metrekarelik bir gece kulübü yaptım ve Bodrum’da Bianca’nın konseptini verdim. Ayrıca Gardens Of Babylon’u yaptım. Yazlık mekan çok var ama kışlıklar da var...

* Sanırım Kiev’de bir projeniz var...
Kiev’de yüzen gece kulübü yaptım. Kar yağarken üstü açılıyor.

Avrupa’nın en büyük göz hastanesini yapıyorum

* Farklı mekanlar var mı şu anda yaptığınız?

Bir göz hastanesi yapıyoruz. Hastane aslında eski bir rehabilitasyon merkezi. Romanya’da. Yeni sahipleri orayı göz hastanesi yapıyor. Ben de onlara konsept projeyi verdim. Şimdi komple yıkıldı. Gecelik kalmalı odaları da var. 6 bin metrekare. Şu anda Avrupa’da tek. Bir ay kadar sonra açılacak inşallah.

* Tiran’da yeni bir yer yapıyormuşsunuz...

Tiran’da da kulüp yapıyoruz, 5 bin metrekare. Sortie’ye geldi oranın sahipleri ve “Biz de Tiran’da bunun gibi bir yer istiyoruz” dediler. Şimdi orada da çok güzel bir mekan yapıyoruz.

* İş yaşamınızda “Tamam büyük virajı aldım” dediğiniz oldu mu?

Ben seramik döşerdim. Seramik mağazasında çalışıyordum. Elle çizim yaparım hâlâ. Orada çizer, gider döşerdim. Ama sizin söylediğiniz manada bir şey yaşamadım.

* İlham aldığınız yerler var mı?

Tarihi şehirleri severim ama onlardan etkilenmedim. Bizler bu dünyadaki görevlerimizi bitirdiğimizde arkamızdan gelenler, bizimle ilgili bu adamlar bunları yapmış derlerse, ne büyük mutluluk. Ülke olarak etkilendiğim İspanya, şehir Barcelona. New York bana köksüz geliyor ruhsuz geliyor. Eskiyle yeni karışmış... Türkiye’de biz iç mimarlar olarak sayabileceğim çok iyi meslektaşlarım var, çok iyi işler yapılıyor. İstanbul’u beğenmeyecek insan bana göre yok. Çok fazla şey söylenebilir, eleştiriler olabilir. Ama yine de İstanbul muhteşem bir şehir. Çok da iyi meslektaşlarım var. Genç jenerasyonuz biz. Bizden sonra gelenler nasıl olur, bilemiyorum. Biraz korkuyorum alt jenerasyondan.

* Neden?

Elle çizim yapmayı hiç bilmiyorlar. Ben sizinle burada toplantı yaparken sizin evinizi çizip size hayal ettirebilirim. Bu şekilde bizim arkamızdan gelemiyorlar. Çok fazla teknoloji.. Ama bu doğru mu değil mi, tam bilmiyorum. Onların yaptıkları bunun yanıtını verecek.

Hiçbir işimde mimarlık yapmam, arada dünyalar kadar fark var

* Bazen iç mimarla mimarların yaptıkları da çok karıştırılmıyor mu?

Bir mimarla iç mimar arasında dünyalar kadar fark var. Bir mimarla gazeteci arasındaki fark kadar büyük. Ben hiçbir işimde mimarlık yapmam. Mimarlar da iç mimarlık yapmamalı. Bakın genelde mimarlar bir mekanı içine koydukları objelerle anlatıyor. Ayrırmak lazım, işini çok iyi yapanlar da var. Perdeyle, Fransa’dan aldıkları antikaları satarak iç mimari yapanlar var. Bu bizim işimiz değil.

* Ne demeli onu yapanlara?

Mimari dekaratörlük. Mekan organizasyonu bilmeli iç mimar.

* Terzi söküğünü dikemez derler, siz kendi evinizde sürekli değişiklik yapar mısınız?
Bu çok zor ve uzun sürüyor. (Selin Denizli lafa giriyor, ‘Çivi çakmıyor’) Hayal ediyorum ama gözümü kapatıp akşam yattığımda hayal ettiklerimi gerçekleştiremiyorum. En büyük hayalim bir zeytinyağı fabrikasının içini eve çevirmek...

Selin’le ilişkimizi göz önünde yaşamak istemiyoruz

* Siz bunca yaptığınız işle değil de son zamanlara hayatınıza giren arkadaşınızla tanıyoruz. Selin Denizli’yle bir beraberliğiniz var...

Çıkan haberler rahatsız etti bizi. Ben ilişkimi göz önünde yaşamak istemiyorum. Aile terbiyemde bu yok. Ön planda olmak istemiyorum. Benim bir işim var. Mesleki olarak bir yerlere gelmek istiyorum. Selin’in de işi var. Ben öyle fotoğraflar görünce garip bir duyguya kapılıyorum. İlişkimi özelimde yaşamak isterim. Zaman ne olacağını gösterecek... Şimdi mutluyum, her şeyin daha da iyi olmasını isterim...

Yazının devamı...

İranlılar’a ‘tankini’ giydiren Sunset, mayodan sonra çocuk giyiminde markalaşacak

Turizm, tekstil, gıda sektörlerinde faaliyet gösteren Günkar Grubu, Türkiye’nin önde gelen mayo markalarından Sunset’in sahibi. Günkar Şirketler Grubu’nun Başkanı Kemal Güneş’in verdiği bilgiye göre, Türkiye’de yılda 6 milyon adet mayo satılıyor. Sunset pazarın yüzde 30’una sahip. Güneş, “Sunset Türkiye’de 750, Avrupa’da 250 noktada satılıyor. İran ve Irak’ta da satılıyor. Irak’ta mağaza da açacağız. İran’da tankinilerimiz çok tutuyor” derken grup, bu yıl çocuk giyiminde Fionco ismiyle markalaşma yolunda


Sunset, Türkiye’nin en önde gelen mayo markalarından. Bu yıl meme kanseri geçiren kadınlar için özel mayo, bikini, sütyen üretimine de başlayan Adıyamanlı Günkar Şirketler Grubu’nun en bilinen markası. Günkar Şirketler Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Güneş’le Kıraç’taki fabrikalarında buluştuk. Turizm, tekstil, gıda sektörlerinde faaliyet gösteren Günkar Grubu 2009 yılını atılımlarla geçirdi. Bu yıl iç giyimde hızla büyüyen grup, çocuk giyiminde de markalaşma yolunda ilerlemeye başladı. Güneş’in verdiği bilgilere göre, Türkiye’de her yıl ortalama 6 milyon kadar mayo satılıyor. Hemen hemen tüm zincir mağazalarda satılan Sunset, mayo pazarında yüzde 30’luk paya sahip. Çocuk mayosunda ise bu oran yüzde 50’ye çıkıyor. Bir aile şirketi olan Günkar Grubu’nu 5 kardeş yönetiyor. 2009 cirosu 95 milyon dolar olan Sunset, grubun amiral gemisi. İhracat rakamı ise 35 milyon dolar.
Ciklet satardım

* Adıyamanlı, 10 çocuklu bir ailede büyümüşsünüz... Çocukluğunuz zor geçmiş olmalı..
Babam memurdu. Elbistan’dan İstanbul’a 1974 yılında göç ettik. Babam icra memuruydu. 10 çocuk var, çocukların da çalışması gerekiyordu. Bir maaşla geçinmek mümkün değildi.

* Kaç kız kaç erkek?
6 erkek, 4 kız. Bir kardeşimiz vefat etti. Biz tüm kardeşler simit sattık, trenlerde ciklet sattık. 10 kardeşin 5’incisiyim. Ben hep çalıştım. Lisede geçim derdinde olduğumuz için okulu bırakıp tamamen çalışmaya başladım. Daha sonra okulu bitirdim.

* Nasıl büyüdünüz?
1979 yılında şansımız döndü. Babamın bir arkadaşının makineleri vardı. Kardeşlerim de o dönemde konfeksiyonda çalışmaya başlamıştı. İşi biliyorlardı. Biz o makineleri alıp fason üretim yapan ihracatçı firmalara imalat yapıyorduk. Uzun yıllar bu sürdü. Çok çalıştık. 1983’ten sonra hızla ihracat gelişti. 1993’e kadar böyle sürdü. 1997’de Kıraç’ta bulunduğumuz fabrikayı kurduk.

* Kardeşler ortak değil mi?
Evet, biz hiç ayrılmadık. O dönemde güçbirliği içinde çalıştık. Birikimlerimizi iyi değerlendirdik. Fason üretimde çok büyüdük.

* Ne kadar büyüdünüz?
Amerika ve Avrupa’ya ayda bir milyona yakın ihracat yapıyorduk. Çok gelişti işler. İlk ihracatımızı da 1990 yılında Almanya’ya yapmıştık. Hep ihracatla büyüdük.

* Hep örme işi yapıyorsunuz o yıllarda, mayo üretimine girmeye nasıl karar verdiniz?
Yol haritası çizdik kendimize. 4 kardeş olarak başlamıştık. Daha sonra kız kardeşimiz Ayşegül de aramıza katıldı. 2000 yılında yol haritamız netleşti. Bir marka yaratmaya ve Adıyaman’da bir fabrika kurmaya karar verdik. Ve mayoda karar kıldık. Çünkü çok eksik vardı Türkiye’de. Günbatımı anlamına gelen Sunset’i markamıza isim olarak seçtik. İtalyan bir tasarımcıyla çalışmaya başladık. Sonra da Hakan Yıldırım’la çalıştık. Bunlar bize yön verdi. Hızla yayıldı Sunset. Kardeşim Ayşegül Güneş özellikle tasarımlarla ilgilendi.

* Siz markayı kurduktan sonra 2001 krizi oldu...
Biz tüm krizlerde büyüdük. Son krizde de gerilemedik. Duraklama dönemine girdik ama hiç geri düşmedik. Her krizde yatırım yaptık. Krizlerin arkasından refah gelir, biz buna inanıyoruz. Son yaşanan kriz bizde sıkıntı yaratmadı. Özsermayesiyle büyüyen bir firmayız. Yorganın dışına ayağımızı uzatmıyoruz.

* Sunset kaç noktada satılıyor?
Türkiye’de 750, Avrupa’da 250 noktada satılıyor. İran, Irak’ta da satılıyor. Irak Erbil’de yakında mağaza açacağız.

* Kaç mağazanız oldu?
Türkiye’de 18 Sunset mağazamız var. Caddelerde mağaza açmaya devam edeceğiz.

* Daha çok zincir mağazalarda satılıyor mayolarınız... Hep böyle mi devam edecek?
Zincir mağazalarda biz lideriz. Çok iyi gidiyor oralardaki satışlarımız. Zincir mağazalarda yüzde 30 pazar payına sahibiz.

20 milyon dolarlık yatırım

* İç giyime girdiniz... Mağazalarınızda da artık iç giyim var. Nasıl gidiyor satışlarınız? Bir mayo markası, üreticisi için olmazsa olmaz mıdır iç giyim üretmek?
Biraz öyle. Mayo ve iç giyim birbirini tamamlıyor. Eğer iç giyim yapmazsak belli zamanlarda boşluk olacak. Tamamlayan unsur iç giyim. Hem mağazalardan tüketicinin kopmaması için hem de zincir mağazalarla kurduğumuz ilişki gereği bunu yapmalıydık. Hem günlük hem de fantazi iç giyim üretiyoruz.

* İhracat yapıyor musunuz iç giyimde de?
Dış pazar için koleksiyonumuz farklı. İhracatımız çok iyi gidiyor.

* Kaç kişi çalışıyor şirketinizde?
Grup olarak 1.500 kişiyiz. Adıyaman dışında bu rakam. boyahaneleri filan da saymıyorum.

* En çok hangi ülkelere ihracat yapıyorsunuz?
En çok İngiltere ve İtalya’ya satıyoruz. Yurtdışında çok da reklam yapıyoruz.

* Çocuk giyimine girdiniz. Neden çocuk giyimi?
Fionco mağazaları açıyoruz. Fionco Girls ve FC Boys... Kız çocuk erkek çocuk ayrı mağazalar açacağız. Çocukların giyimleri son zamanlarda çok ön plana çıktı. Türkiye’de bu alanda da boşluk var. Erkek ve kız çocuk mağazalarını ayrı ayrı yapacağız. İlk hedefimiz caddelerde mağaza açmak. Sunset için de mağazalaşmaya devam edeceğiz. Sunset için prestijli yerler arıyoruz. 2010 yılında yeni markalarımıza 20 milyon dolarlık yatırım yapacağız.

Çocuklarım başka şİrketlerde çalışıyor

* Bir aile şirketisiniz. İkinci kuşak henüz bayrağı almadı. ‘Aile Anayasa’nız var mı?
Benim 3 çocuğum var. Oğlum ve kızım şu anda tatilde olmalarına rağmen başka işlerde çalışıyorlar. Başka şirketlerde çalışıyorlar. Emir almayı, kurallara uymayı öğrenmeleri lazım. Burada da işe başlama yetkinliğine ulaştıklarında bizim verdiğimiz işleri yapacaklar. Biz kardeşler arasında uyumlu çalışıyoruz. Kurallara uymak gerekiyor. Büyük kızım üniversite okuyor, oğlum henüz lisede, diğer kızım 7’nci sınıfta, henüz küçük. Hepsi kurallara uymalı... Biz baktık Türkiye’de ömrü 100 yılı geçen şirket sayısı bir elin parmakları kadar. İkinci ve üçüncü jenerasyonda şirketlerin yapısı bozulabiliyor. Biz de Aile Anayasa’sı hazırladık. Disiplinli olmak ve kurallar çok önemli.

Ruslar bedenlerİnİ ortaya çıkaran, Türkler kusur örten ürünlerİ alıyor

* Türkiye’de kadınların giydikleriyle yurtdışındakiler farklı mı?
Farklı biraz. Amerika, Avrupa ve Rusya’nın kalıpları farklı, Türkiye’nin çok farklı. Mesela bizim insanımız sofistike, klasik renkleri istiyor. Geometrik desenler, hayvan desenleri az gidiyor. Puantiyeler, çiçekler biz de tutuyor. Türkiye’de kadınlar biraz tutucu iç giyimde. Rusya’da pırıltılı, işli, bedeni daha çok ortaya çıkaran ürünler isteniyor. Türk kadınları kusurlarını ortaya çıkarmayan ürünleri istiyor. Avrupa’da herkes bikini istiyor. Biz de kilolu hanımlar ve yaşı ilerlemiş kadınlar bikini giymiyor. İran’da ise tankini satıyoruz. Orada havuzların sayısı arttı, üstü tişört olan bikinileri alıyorlar. Tankinilerimiz de çok tutuyor orada.

Yazının devamı...

‘Kadınlar kredide risk almıyor borçlarına daha sadık oluyor’

GARANTİ Bankası 4 yılda 10 bin kadına 290 milyon liralık kredi kullandırdı. Madencilikten tarıma uzanan geniş yelpazede çalışan kadınlar bu kredilerden yararlandı. Bankanın 808 şubesi de en az bir kadın girişimciye kredi verdi. Kadınların ucuz ve uzun vadeli kredi aldığını söyleyen Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, “Kadınlar risk almıyorlar ve borçlarına çok daha sadık” dedi

Garanti Bankası ve KAGİDER 4 yıldır kadın girişimci sayısını artırmak için işbirliği yapıyor. Malum Türkiye’de kadın girişimci sayısı düşük. Kadınların girişimci olmasının önünde ‘engel yok’ demek ise mümkün değil. Bu alanda çalışmalar yapanların sık sık dile getirdikleri gerçek, kadınların girişimci olmalarının başta aileleri ve eşleri tarafından engellendiği. Garanti Bankası’nın kadın girişimcilerle ilgili çalışmalarının başındaki isim Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere. Nafiz Karadere ile Garanti Bankası Genel Müdürlüğü’nde buluştuk. Bir bankacıyla ‘kadın girişimciler’ konusunu masaya yatırdık.
Bir konuşmayla başladı

* Kadın girişimcileri 2006’dan beri destekliyorsunuz. Garanti Bankası bu işe nasıl başladı? Bir banka olarak beklentisi nedir?

2006 yılında Amerika’da bankacılıkla ilgili bir seminere katıldım. O toplantıda sivil toplum örgütünün temsilcisi bir kadın konuşma yaptı. Çok etkilendim. ABD’de kadınların sahip olduğu işletmelerin saysını artırmak ve büyümelerini sağlamak için devlet, bankalar, sivil toplum örgütlerinin çalışmalar yaptıklarını öğrendim.

* Orada kadın girişimci sayısı Türkiye’deki kadar az değil oysa...

Evet ama tek sorun bu değil. Oradaki istatistiklerde de erkeklerin sahip olduğu işletmeler büyürken kadınların sahip olduğu işletmeler bir yere kadar büyüyor, kadınlar çok risk almak istemedikleri için bir noktadan sonra tıkanıyorlar. ABD’de orta ölçekli kalıyor kadın girişimcilerin işletmeleri.

* Oran nedir?

Yüzde 48. Neredeyse yarı yarıya. Banka kredilerine ulaşmada da kadınların sıkıntıları yok.

* Türkiye’de hem girişimci kadın az hem banka kredilerine ulaşan kadın oranı çok düşük...

Aynen. ABD’de bu durum varsa, Türkiye’de nasıl diye baktık. Biz 2002’den beri Anadolu sohbetleri yapıyorduk. Toplantılara katılanların yüzde 95’i erkekti. Bazı veriler de vardı elimizde.

* Ne gibi veriler bunlar?

Dünya Ekonomik Forumu raporuna göre 134 ülke içinde Türkiye kadın konusunda 129., ekonomiye katkıda 130. sırada. ‘Kadınlar için yapmamız gereken çok şey var’ dedik. Kadınların üretime katkıda bulunmadığı ekonomilerin bir ayağının eksik olacağını düşünüyoruz.

* Türkiye’deki kadın girişimci oranı nedir?

Kadın girişimcilerin genele oranı yüzde 12.5 gibi görünüyor. Bu gerçekçi değil. Çoğunluk hissesi kadınlara ait olan işletmeleri kapsamıyor. Ortakları arasında kadınların olduğu işletmeleri gösteriyor.

* Siz neler yaptınız?

Kadınların banka kredilerine ulaşmada sıkıntıları vardı. Eğitime ihtiyaçları vardı. Şirket kurma konusunda acemilikleri vardı. Kadınların evden çıkmaları için özendirilmeleri, cesaretlendirilmeleri gerekiyordu. Stratejik ortak aradık, yolumuz KAGİDER’le kesişti. Kadın girişimci destek paketi çıkardık. Genel müdürlükten başlayarak kadınlara fokus olduk. Türkiye genelinde bu çalışmaya başladık. Kadın girişimcileri saptadık. 36 ay vadeye uzanan, pozitif ayrımcılık uygulanan, Garanti Bankası’nda en ucuz krediyi kadınlar alıyor. Ayrıca uzun vadeye ihtiyaçları olduğunu gördük. Kredi Garanti Fonu’nun kapısını çaldık. ‘7 yıl vadeli kredi imkanı sunarız’ dediler. Onların aldıkları bir komisyon vardı, o da düşürüldü, erkeklerin işletmelerine uygulanan komisyondan daha düşük bir komisyon uygulandı.
10 bin kadın kullandı

* Toplam 4 yılda kaç kadın yararlandı bu kredilerden?

10 bin kadına 290 milyon liralık kredi kullandırdık. Kadınlar ağırlıklı olarak hizmet sektöründe yer alıyorlar. Madencilikten tarıma kadar uzanan geniş yelpazede çalışan kadınlar bu kredilerden yararlandı. Adetsel olarak Marmara Bölgesi ağırlıklı ama biz her şubeye kadın girişimci destek paketi kullandırma hedefi koyduk. 808 şubemiz var. Hepsi en az bir kadın girişimciye kredi kullandırdı.

* Sizce bir kadın girişimciyle erkek girişimci arasındaki en temel fark nedir?

Kadınlar risk almıyorlar. Kadınlar temkinli. Eve haciz gelecek bir duruma düşmek bir kadın için düşünülemez bir durum. Kadınlar borçlarına çok daha sadıklar. Bu bizim Bonus Card verilerinde de var. Her 100 erkekten 8-9’u sorunlu olma eğiliminde, kadınlar da bu rakam 4-5. Kadın dişinden tırnağından artırıp bankaya geliyor.


Kadın girişimci yarışmasında hedef 5 bin başvuru

* Siz ayrıca bir de yarışma yapıyorsunuz, yılın kadın girişimcisini seçiyorsunuz...

Her yıl seçiyoruz. Ekonomist Dergisi ve KAGİDER’le birlikte düzenliyoruz yarışmayı. Bu yıl 3 bin 600 başvuru aldık. Biz 2011 yılı için çıtayı 5 bin başvuru koyduk. Bir kadın girşimcimizin hayat hikayesi film oldu. Trabzon’da babasının ağlarını tamir ederek işe başlayıp, sonra üniversite eğitimi alıp, ihracat yapmak için İzmir’de fabrika kuran, balıkçılığın en önde gelen ülkesi Norveç’e balık ağı ihraç eden bir kadın. Yarışmalar özendirme konusunda etkili. Bir portal da oluşturduk. Bunu daha etkin kılmak için de çalışma yapıyoruz.

* Romanya’da büyüyorsunuz. Orada da var mı kadın girişimcilere destekleriniz?

Romanya’da 50 şubeye ulaştık. Yakın gelecekte orada da bu farkımızı ortaya koyacağız.


Yazının devamı...

Ali Koç: Türkiye’de yetkin işgücü az

Geçtiğimiz hafta tatildeydim. Bodrum’da Divan Palmira’da çalışan genç personelle sohbet ederken, onların stajyer olduklarını ve Koç Holding’in 2006’dan bu yana yürüttüğü ‘Meslek Lisesi Memleket Meselesi’ projesi kapsamında burs aldıklarını öğrendim. Projeyi gazeteci olarak takip ettiğim için böyle bir karşılaşma hoşuma gitti. Türkiye’nin farklı coğrafyalarından gelen gençler, turizm sektörüne gönül vermişler, gelecekte bu sektörde kariyer yapmak istiyorlar ve henüz yolun başında böyle bir projeyle tanıştıkları ve projenin parçası oldukları için kendilerini şanslı görüyorlardı.

8 bin öğrenci burs aldı

Tatilden döner dönmez de bu projenin hamisi Koç Holding Kurumsal İletişim ve Bilgi Grubu Başkanı Ali Koç ve Kurumsal İletişim Müdürü Oya Ünlü Kızıl’dan bir davet geldi. Hatırlatmakta yarar var, Meslek Lisesi Memleket Meselesi projesi 81 ilde 262 okulu kapsıyor. 8 bin başarılı öğrenciye burs veriyor Koç Holding. Vehbi Koç Vakfı bu proje için yalnızca burslara 15 milyon dolar ayırmış. Projenin asıl amacı işletmelerle okullar arasında bir köprü kurmak. Malum meslek liseleri ülkemizin gözde okullarından değil. Meslek liselerinde okuyan öğrencilerin üniversite sınavını kazanmaları zor. Avrupa ülkelerindeki örneklere baktığımızda meslek lisesi öğrencileri okulu bitir bitirmez kalifiye personel olarak iş buluyor. Ne yazık ki Türkiye’de meslek liseleri yıllarca ihmal edildi.

Koç Holding’in 4 yıldır sürdürdüğü Meslek Lisesi Memleket Meselesi projesi öncelikle meslek liselerine dikkat çekti. Meslek liselerinde okuyan öğrenciler için de umut oldu. Dün Koç Holding’te yapılan toplantıda gençlerin heyecanına ortak olduk. Meslek Lisesi Memleket Meselesi projesi kapsamında her yıl yapılan proje yarışmasında derece alan ekipler İstanbul’daydı. Projelerin sahipleri ve o öğrencilere koçluk yapan gönüllüler, okul müdürleri dereceye giren projelerini anlattılar.

Hedef % 60’a çıkarmak

Milli Eğitim Bakanlığı Ticaret ve Turizm Öğretimi Genel Müdürü Murat Bey Balta da toplantıdaydı. Balta’nın verdiği rakamlar da dikkat çekiciydi. 2002-2003 öğretim yılında meslek lisesi öğrencisi sayısı 985 bin 575 iken, bu sayı geçen yıl 1 milyar 819 bin 448’e yükselmiş. Orta öğretimde okuyan öğrencilerin yüzde 46’sı meslek lisesi öğrencisiymiş. Peki ideali ne?

Ali Koç, AB ülkelrinde bu oranın daha yüksek olduğunu söylerken, Balta da hedefin 2023 yılında meslek lisesi öğrenci sayısını yüzde 60’a çıkarmak olduğunu dile getirdi. Sonuçta istihdam yaratılacağına dair inanç kuvvetlendikçe meslek liselerindeki öğrenci sayısı artıyor. 2002-2003 yılında 3 bin 660 meslek lisesi varken, şu anda 4 bin 846 meslek lisesi var. Balta, “Koç Holding’in bu projesi meslek liselerini cazip hale getirdi” görüşünü de dile getirdi.

Balta’nın verdiği bilgilerden biri de öğrencilerin seçimiyle ilgiliydi. Türkiye’de meslek lisesi öğrencilerinin daha çok elektrik, elektronik, bilişim alanlarında eğitim almak istiyormuş, Balta, “Oysa Türkiye’de hizmet sektöründe açık var. Hastanecilik, otelcilik, gastronomi ve bankacılık alanlarında personel açığı var ama ne yazık ki gençler yanlış yönlendirildikleri için tercihlerini farklı kullanıyor” diyor.

Staj talebi arttı

Ali Koç, şöyle devam ediyor: “Meslek Lisesi Memleket Meselesi projesi işeltmelerle okul arasında köprü kurmak için oluşturuldu. Bu okullarda burs verdiğimiz öğrencilerin rol model olmasını istedik. Zaman içinde bu projeye destek veren 20 şirketimizin bizim önümüze geçtiğini de gördük. FIAT, TÜPRAŞ, FORD bu alanda önemli adımlar attılar... Geçen yılki yarışmada dereceye giren proje ‘Okulum Yetkili Serviste’ projesiydi. Otokoç bu projeyi yaygınlaştırdı. Türkiye’de yetkin işgücü az. Bu projenin en önemli amaçlarında biri bu. Yetkin işgücü oluşturmak. Bu arada eskiden bana da Koç Üniversitesi’nin yatakhanesinde yatak talebiyle gelinirdi, son zamanlarda bana en çok staj talebiyle geliniyor. Bu da bir gelişme.”

Bu arada bu tip projelerin etkisi farklı boyutlarda oluyor. Bir insan değişir her şey değişir sözüne inanıyorum bu projeleri dinlerken. Örneğin projelerden birinin sunumunda öğrendik, bir projeye destek olmak için 70 yan sanayi kuruluşu sıraya girmiş. Sunumu yapılırken, “Aynı evlilik listesi gibi, yapılacak olanlar sıralandı, yan sanayi firmaları sıraya girdi” ifadesini kullandı. Okullar bu proje sayesinde yenileniyor. Yine verilen bilgiler arasında ilginç bir veri vardı. Normal liselere göre meslek liselerine 3 kat daha fazla para harcıyormuş devlet. Yani meslek liselerinin maliyeti daha fazla.

Toplantının sonunda müjdeli bir haberi de MEB Projeler, Koordinasyon ve AB Şube Müdürü Ayşe Aycan verdi. AB’nin IPA kapsamındaki mali yardımlarından meslek liseleri ve sektör eşleştirilmelrinin yapılması için kaynak talebinde bulunulmuş. Bu kaynak geldiğinde meslek liseleri ve işletmeler arasında kalıcı köprüler kurulmuş olacak.

‘Mesleki Eğitimin Geleceği Senin Geleceğin’

Meslek Lisesi Memleket Meselesi Projesi kapsamında 3 yıldır düzenlenen proje yarışmasının konusu bu yıl ‘Mesleki Eğitimin Geleceği Senin Geleceğin!’ olarak belirlendi. 81 ilden 70 proje başvurusu arasından seçimi MEB, Microsoft, Koç Holding yetkilileri yaptı. Birinciliği Kocaeli Gebze Meslek Lisesi’nden ‘e-stajyer’ projesi, ikinciliği Kocalei Karamürsel 100. Yıl Meslek Lisesi’nden ‘3 Boyutlu Koordinat Ölçüm 3D-CMM ve metalurjik Muayene Teknisyenleri Yetiştirme’ projesi, üçüncülüğü de Mersin Tarsus İMKB Endüstri Meslek Lisesi ‘Network Sistemleri Ar-Ge Laboratuarı’ projesiyle aldı. Birinci seçilen projeye Koç Holding 20 bin dolarlık uygulama desteği de sağladı.

Yazının devamı...

Günde en az dört ölüm tehdidi almazsam...

Mustafa Mutlu,“Rica Etsem Saçımı Okşar mısınız?” adlı bir kitap yazdı. Bir buçuk ay önce çıkan kitabı bir solukta okudum.

Gazeteye her gün gelir Mustafa Mutlu ve sık sık karşılaşırız. Kitabı okuduğumu söylediğimde, “Gel kahve içelim” dedi ama bir türlü buluşmayı başaramadık. Geçen hafta iş çıkışı evime doğru giderken Boğaz’da balık tutanlar arasında Mustafa Bey’i gördüm.

“Rastgele” demek için hemen aradım ve stresten uzaklaşmak için iş çıkışında balık tuttuğunu öğrendim. İşte bu sohbeti de bir iş çıkışında Tarabya’da Hayrola Cafe’nin önünde gerçekleştirdik. Foto muhabiri arkadaşım Barış’la birlikte Mustafa Mutlu ve arkadaşları Galip ve Umut Bey’lere eşlik ettik. Bereketli bir gündü, yağmurdan sonra oltamıza gümüş balıkları takıldı.

* Kaç yıldır balık tutuyorsunuz?

10 yıl oldu. Umut, Star’da çalıştığım dönemde kuaförümüzdü. O yıllarda sohbetimiz arttı. Umut iş çıkışında balık tutuyordu, ben de Umut’un yanına uğrardım. Galip Amca’yla beni Umut tanıştırdı. O da kuaför. Onlar benim de elime kamışı verdi. Ben başta yalnızca sohbete geliyordum. Sonraları başladım balık tutmaya.

* Malum gündem çok yoğun, iş çıkışında buralarda mı stresinizi atıyorsunuz?

Evet. Tutku mu tam bilemiyorum. Balık tutmanın rahatlamak için çok iyi bir yöntem olduğunu biliyorum. Ayrıca burada dostlar var hem balık tutuyoruz hem sohbet ediyoruz.

* Siz nerelisiniz?

Ben Kırşehirli’yim. 5 yaşındayken Paşabahçe’ye gelmişiz. Balıkçıların, kalkancıların arasında büyüdüm. Balık kokusunu oradan aldım.

GAZETECİ KİMLİĞİMİN ALTINDA KALMAMAYI ÖĞRENDİM

* Sizi yıllardır tanıyorum. Yazılarınızı okuyorum. Yazılarınızda eleştiriyor, sorguluyorsunuz. Sizi hiç kızgın, sinirli, öfkeli görmedim... Duygularınızı bastırır mısınız?

28 yıldır gazeteciyim. İnsan bunca yılda kendi ruh sağlığını korumak için ister istemez mekanizmalar geliştiriyor. Bu mekanizmalardan biri o gazeteci kimliğinin etkisi altında kalmamayı öğrenmek... Çünkü o gazeteci kimliğine zaman zaman davalar açılıyor, kimi zaman alnından öpülüyor. Bu gazeteci kimliğini ayakta tutan ise bir omurga insan kimliği. Ben insan kimliğinin gazeteci kimliği altında ezilmesine izin vermedim.

* Önce insanım sonra gazeteci mi diyorsunuz?

Tam onu demek istemiyorum ama evet her şeyden önce kendi ilkelerim ve yaşam dengem önemli. Alkıştan da ölüm tehdidinden de etkilenmemeyi öğrendim.

SELAHATTİN DUMAN BİLE ARA VERMEK ZORUNDA KALIYOR

* Gündem yazarı olmak Türkiye gibi bir ülkede çok ağır bir yük değil mi?

Gündem Türkiye’de hep sert. Ülkede hep şimşekler çakıyor. Biz de o şimşeklerin neden çaktığını sorguluyoruz. Özellikle Başbakan ülkedeki tüm sorunların nedeni olarak köşe yazarlarını gösteriyor. Her Allah’ın günü bir felaket haberi gelince, analar ağlayınca yazılar da sert oluyor. Güldüren, güzel yazılar yazan Selahattin Duman Abimiz bile yazılarına ara vermek zorunda kalıyor.

* Siz gazeteci olarak birinden etkilendiniz mi?

Uğur Mumcu’nun etkisi var. Onu çok beğeniyordum. Üniversite sınavlarında da basın yayın tercihi yaptım. Okulu kazanır kazanmaz da bildiğim bir şey vardı, okulu bitirince hemen gazeteci olunmuyordu, o yüzden çalışmaya başladım. Sonra ekonomi gazeteciliğine yöneldim. Nezih Demirkent’le 16 yıl çalıştım. Sonra Tayfun Devecioğlu’yla birlikte Liberal Bakış’ı çıkardık.

* Gündem yazarı nasıl oldunuz?

Düzce depreminde gazetecilik kaderim değişti. Ben Düzce’ye depremin ikinci günü çok geç saatlerde gittim. Gazetecilerin hemen hemen hepsi gündüz çalıştıkları için yorgun düşüp gece Bolu’ya gidiyor, sabaha karşı Düzce’ye geliyorlardı. İlk gittiğim gün çok feci olaylara tanık oldum. Ve orada karar verdim, orası 24 saat anlatılmalıydı. Ben kendim çadır kurdum, 24 saat orada yaşadım tam 20 gün. Yazılarımda insanları anlattım. O dönemde Star bu haberleri çok iyi verdi. Ben o günden sonra ekonomiyi de içine alan daha geniş bir gazetecilik yapmaya karar verdim.

* Gözünüzü açar açmaz gazeteleri mi okursunuz?

Sabah evden çıkıp arabama biniyorum, işe gelene kadar radyodan gündemi öğreniyorum. 12-13 gazete okuyorum. Önce manşetlere, birinci sayfalara sonra gündem sayfalarına bakıyorum. Olmazsa olmazım köşe yazarlarını okuyorum.

* Kimler onlar?

Başyazarlar ve gündem yazarları. Star’dan Ahmet Kekeç’i de okuyorum. Görüşlerine hiç katılmadığım insanları da okurum.

* Vakit ve Yeni Şafak da okuyor musunuz?

Normal hayatta asla okumayacağım gazeteler ama gazeteci olduğum için okuyorum. Biliyorsun bir de yazarlar kavgaya meraklı. Bir gün adamın biri, “Hangi köşe yazarları şarkı olsaydı hangi şarkı olurdu” diye yazmış. Benim için Orhan Gencebay’ın bir şarkısı yazılmış. Ben de çıkıp “Seni ninniye benzetiyorum” diye yanıt verecek değilim. Türkiye böyle bir ülke değil. Maden ocağında insanlar can vermiş, Yeni Şafak’tan Salih bilmem ne yazmış, çok da beni ilgilendirmiyor.

Gündemden bunaldığımda bu kitap ortaya çıktı

* Bu kitabı niye yazdınız?

Her gün gazete yazılarıyla okurların karşısına çıkıyorum. Tehdit aldığım oluyor, övüldüğüm oluyor...

* Çok tehdit alıyor musunuz?

Bir günde 4 tehdit almadıysam bu benim için o günkü yazının kötü olduğu anlamına gelir. İmza günümde 86 yaşında biri, 10 senedir evinden çıkmıyormuş, benim için gelmiş. Çok duygulandım. Her zaman balık tutarak rahatlayamıyorum. Ülke gündeminden bunaldığım kendim için yazdığım bir dönemde çıktı bu kitap. Hiçbir şeyi kurgulamadım. En son cümle kağıda döküldüğünde ben de kitabı öğrendim. Karekterleri planlamadım, hepsi içimden çıktı.

Kısa sürede yazdım. Çok doğal ve içten, hayatın hep o her gün tanık olduğum inişlerini çıkışlarını değil de, o iniş çıkış içinde dümdüz yaşamak isteyen insanları anlatmaya çalıştım. Toplumsal dönüşüm ve dalgalanma var ve insanlar her şekilde hayat sürüyor. Eşim bile kitaptaki bir kahramanla ilgili olarak, “Sen bu kadını nereden tanıyorsun?” diye sordu, ben de “Tanımıyorum” dedim.

* Bu kitabı ilk kim okudu?

Eşim ve kızım okudu.

* Çekindiniz mi bu kitabı çıkarırken? Köşe yazarlığından çok farklı roman yazarı olmak...

Tepkileri çok merak ettim. Çok sığ da görülebilirdi, bu sana yakıştı mı da denilebilirdi, beğenilebilirdi. Üçüncüsü oldu, her gün kitapla ilgili mailler alıyorum.

* Bu kitapla sizi tanıyanlar var mı?

Var.Gelen maillerden anlıyorum, gazeteden beni yeni okuyanlar var.

Hediye almam, basın gezilerine gitmem, objektif olmaya çalışırım

* Bu dönem basın-iktidar ilişkileri de çok gerildi. Siz de iktidar karşıtı cephede yer alıyorsunuz. Sık sık eleştiriyorsunuz iktidarı...

Başbakan kameraların karşısına her çıktığında ilk önce muhalefete sonra da medyaya yükleniyor. Ben gazeteciyim, doğru bulduğumu yazıyorum, sen de iktidarın başısın ciddiye alıyorsan doğru dürüst yanıt ver, ciddiye almıyorsan da alma. Benim bunu yazıp yazmamaya hakkımın olup olmadığını sorgulamak senin hakkın değil. Biz durmadan siyasetçilerden ve bürokratlardan gazetecilik dersi alıyoruz. Ben 28 yıldır bu işi yapıyorum. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Gazeteciler Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin 100 küsur maddesini hayatımın her alanına işlemişim. İş dünyasından, haber kaynağından hediye almam, gezilerine gitmem, objektif olmaya çalışırım.

Şunu mu bekliyorlar, “Ben şunu yazdım siz bir bakın, onaylayın mı?” diyeceğiz? AKP hükümetinden önce bu kadrolar başka çatı altındaydı, ben de televizyon programı yapıyorum. Daha sonra AKP iktidarında bakan olan Ali Çoşkun o dönemde bana, “Mustafa seninle gurur duyuyoruz, çok iyi gazetecilik yapıyorsun, gazeteciliğin ruhu olan muhalifliği çok iyi yansıtıyorsun, biz senin yazılarından beslenerek hükümeti eleştiriyoruz” dedi. Ben “Siz de iktidara gelseniz yanlış görürüsem sizi de eleştiririm” dedim, iktidar oldular, biz bir daha görüşemedik, bırakın ilişkiyi. İktidarda kim varsa yanlışı göstermek gazetecinin işidir.

* Bu söylemin nedeni ne sizce? Yalnızca Başbakan’ın üslubuyla anlatılabilir mi?

Özellikle iktidardakiler güç kaybetmeye başladıklarında daha sertleşiyor. Bu sertleşme onların yalnızlaşmalarını getiriyor. Bizim gazeteci büyüklerimiz doğruları yazdıkları için sürgünlere gönderildi, cezaevlerinde yattı. Onların hepsi kahraman, onları içeri atanların tarihte yeri yok.

Yazdığım 7’nci kitap ama ilk 6’sını evde kendime sakladım

* Roman yazmaya devam edecek misiniz?

Bu benim ilk kitabım değil. Benim yazdığım 7’nci kitap.6 kitap evde rafta. Onlar ortaya çıkmayacak. Ben kendimi bildim bileli yazıyorum. Okurun karşısına çıkmak için bir aşama kaydetmek istedim. Bundan sonra cesaret edeceğim, çünkü çok güzel eleştiriler aldım.

* Gündelik hayatı anlatmışsınız, gündelik hayat da politiktir, siz bunu da göstermişsiniz...

Son zamanlarda moda oldu, tarihi kişilikleri alıp biraz geçmişi anlatarak sunmak. Ben günümüzü anlatmayı çok seviyorum. Günümüzde olup bitenleri anlattım, kahramanlarım bu yüzden hepimize çok yakın.

* Kitapta ağır basan duygu yalnızlık... Gittikçe yalnızlaşıyor muyuz diye düşünüyorsunuz?

Ben yalnızlığın çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Sıradan vatandaşların gününe tanıklık etmek istedim. O tanıklık içinde de bulduğum ortak nokta aslında yalnız olduğumuz...

* Pırlanta diye bir öykü var... Kanser hastasının yalnızlığını anlatıyor... Çok etkileyici buldum.

Kanser görünmeyen en büyük dertlerden biri. Her evde, herkesin bir yakını var kanser olan. Günümüz insanını yalnızlaştıran, içine kapatan bir hastalık. Yoksulluk da böyle. Anlatmak lazım. Kanser bir gün tarih olacak ama kanser hastalarının duyguları hep bir kenarda kalacak. Bence günümüzün en büyük hastalığı yalnızlık. Evimize gidiyor, evlerimize kapanıyoruz. En yakınlarımızı hiç görmeyerek, aylarca telefonlaşarak idare ediyoruz. Sonuçta hayattan aldığınız haz paylaştıkça artar, bu azalıyor. Başarılarımızı bile paylaşacak yakınlarımız kalmadı...

Yazının devamı...

Digital yayıncılık kitap reklamlarını artıracak

MEHMET İnhan, Türkiye’yi e-kitap ile buluşturan Idefix’in Genel Müdürü... 2 aylık sürede e-kitap sayısının 300’ü bulduğunu, 20 olan yayınevi sayısının da bu ay 50’ye yükseleceğini söyleyen Mehmet İnhan, “Dijital yayıncılık kitap reklamlarını artıracak. Bu işin yayılması lazım. Bol kitap olmalı. Hızla da büyüyecek. Yeni bir okuyucu kitlesi ortaya çıkacak. Eylül ayında büyük yayınevleri girmeye hazırlanıyor ‘e-kitap’a. Sektör şu anda küvözde” diye konuştu.

Türkiye’yi e-kitapla buluşturan İdefix’in Genel Müdürü Mehmet İnhan’la yayıncılık sektöründe yaşanmaya başlanan dönüşümü konuşmak için buluştuk. Mehmet İnhan, Elektronik Bilgi İşlemleri A.Ş.’nin (EBİ) başında. Şirketin çatısı altında İdefix, Siberalem, itiraf.com ve son zamanlarda adını sık sık duyduğumuz evlilikmerkezi.com var. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nde dersler de veren İnhan, Türkiye’de yayınevlerini e-kitap konusunda ikna etti ve hızla yol aldı. Eylül ayında Türkiye’nin önde gelen yayınevleri de bu alanda ‘devrim’ yapacak gibi görünüyor.

Siz hâlâ “Ben kitap kokusunu seviyorum, kitabımı kitaplığımda saklamak istiyorum” diyebilirsiniz... Doğrusu ben de bu düşüncelerdeyim ama aması var... Çantamın içinde taşıyabildiğim, içinde çok sayıda kitap olan bir elektronik okuma cihazı müthiş bir kolaylık sağlıyor. Bundan 2 ay öncesine kadar yalnızca Amazon’un Kindle’ı sayesinde yabancı kitapları elektronik ortamda okuyabiliyorduk. Artık Türkçe yayınlanan kitapları da okuyabiliyoruz ve her geçen gün Türkçe kitapların sayısı artıyor. Ayrıca yakında iPad de Türkiye’ye gelecek... Mehmet İnhan önüme iPad’i açıp, kitapları tıklayıp, sayfa çevirerek kitap okudu. “Yeni jenerasyon bizim gibi değil. Bizim çocuklarımız kitaplarını böyle okuyacaklar” dedi.

İnhan’la sohbet sırasında yalnızca e-kitabı da konuşmadık. Evlilikmerkezi.com TV ekranlarındaki evlilik programlarının internet ortamına taşınmış hali. Üstelik üyeleri de beyaz yakalılar..

1.5 ay önce e-kitap uygulamalarına başladınız. Şu anda kaç kitap oldu?

2 ay olacak yakında. Kitap sayısı 300 oldu.

Hedefiniz?

Hedef koymadık. Çünkü hedef bize bağlı değil. Yayınevlerinin bu işe adapte olup hazırlanmalarına, yazarlardan izin almalarına bağlı elektronik kitabın gelişmesi. İlk başladığımızda 20 yayınevi vardı, sayı hızla arttı.

Türkiye’de kaç yayınevi var?

400 tane yayınevi var. Ama düzenli 100 yayınevi var. Bu ay sonu 50 yayınevini buluruz. Türkiye’deki tüm yayınevlerinin e-kitaba geçmesini beklemiyoruz. Bu çok zor ama çoğu gececek.

Çok uzun zamandır internet ortamında kitap satıyorsunuz. Türkiye’deki okuma alışkanlıkları ortada. Çok az okuyoruz. Çok az kitap basılıyor Türkiye’de. AB ülkeleriyle karşılaştırılamayacak durumdayız. E-kitap uygulamalarını kimler benimseyecek?

Biz 11 yıldır internet üzerinden basılı kitap satıyoruz. Evet, Türkiye’de okuma alışkanlığı çok zayıf. Karşılaştıramıyoruz diğer ülkelerle.

Yarım kitap düşüyor

Rakam var mı sizde?

Türkiye’de kişi başına yarım kitap düşüyor. Yılda 35 milyon kitap satılıyor. 30 bin yeni kitap çıkıyor. 400 yayınevi var. Rakamlar ortada. Avrupa ve Amerika’da en az 10 katı. Japonya’da kişi başına 22 kitap düşüyor. Bizde rakam kötü ama kötümser olmak için de neden yok. Ne yazık ki Türkiye’de yayıncılık sektör diyemeyeceğimiz bir iş kolu. Organizasyon, kurumsallaşma ve sermaye açısından iş kolu diyebiliriz.

Hâlâ sektör olamadı diyorsunuz, nedenleri nedir?

35 milyon kitap basılıyor ama Anadolu’ya dağıtılmıyor. Dağıtımcıdan kitapların yüzde 80’i geri gelebiliyor. Yayınevleri para kazanamıyor. İyi yayınevleri de genelde 7-8 aylık çeklerle dönüyor. Durum bu.

Ama siz her şeye rağmen yayınevleri dönüşecek diyorsunuz ve buna güvenerek de Türkiye’ye e-kitap’ı getirdiniz?

Şu anda yeni bir nesil geliyor. E-kitap tam onların dünyası. Size şimdi iPad’i açacağım. Resmi olarak Türkiye’de dağıtımı yapılmadı henüz. Biz şu anda bunun üzerine okuma denemeleri yapıyoruz. Çok rahat iPad’ten kitap okumak. İstediğiniz kitabı seçip okumayı sağlayabilecek bir olanağa kavuşacaksınız yakında.

Yalnızca iPad’le de okunmuyor...

Biz daha öncesinde tablet bilgisayarlarla başladık. Yakında tablet bilgisayarların sayısı hızla artacak. Dergiler, kitaplar alınacak, aradaki bariyerler kalkacak. Fiziksel olarak kitaba ulaşmak kolaylaşacak. İnternet’in bütün avantajları da bununla birlikte gelecek.

Ne gibi?

Bir kitabı almaya niyetiniz yoksa bile size o kitabı aldıracak yöntemlerle tanışacağız. Yeni bir okuyucu kitlesi ortaya çıkacak.

E-kitap daha ucuz da oluyor değil mi?

Şu anda kitaptan yüzde 40 daha ucuz.

Türkiye’de kitaplar da çok pahalı. E- kitap uygulamaları kitapların fiyatlarını düşürür mü uzun vadede?

Haklısınız. E-kitapta çoğaltma ve dağıtma maliyeti yok. Matbaa, mürekkep de yok. Bu yüzden ucuz olacak.

Telif nasıl oluyor? Yazar e-kitaptan nasıl telif alıyor? Müzik eseri gibi mi oluyor?

Müzik eserinde hak sahibi tarafı çok kalabalık. Oysa kitapta hak sahibi yazar ya da Türkçe’ye kazandıran kişi yani çevirmen. Bir de alıcı var. Müzisyenler konser verebilir, otelde asansörde çalsa para alabilir. Yazarın yapabileceği çok bir şey yok. Yazar ilk baskı sayısına göre bir telif alıyor. E-kitapta dağıtım ve baskı maliyetleri olmadığı için kitabın fiyatı azalıyor.

Türkiye’de siz bu işi nasıl başlattınız?

Biz ilk başta yayınevlerine “Fiyata karışmayacağız. Bir cihaza bağlı kalmayacağız. Teknolojiyi izleyip her tarafta dağıtabileceğimiz şeklinde davranacağız” dedik. Çin’den bir cihaz mı geldi “Ona da yükleyeceğiz” dedik. “Biz dağıtımcı iskontosu alacağız” dedik. Ayrıca teknoloji konusunda dönüştürme desteği vereceğimizi de söyledik. Şu anda yayınevleri e-kitap’a bastıkları kitapları dönüştüremiyor. Yalnızca biz yapıyoruz.

Zaman içinde bu durum değişir...

Eylül ayında büyük yayınevleri girmeye hazırlanıyor e-kitap’a. Sektör şu an küvözde.

Yazarların tavrı nasıl?

Yazarlar tabiki daha çok okunmak istiyor. Ayrıca yayıncının görevi e-kitapta kristalleşiyor. Editörlük işi hâlâ yayınevinde, bunu yapacak, elektronik formata geçirecek, ama biz dönüştüreceğiz. İnsanların internetten bağlı bu cihazlarla internetten o kitaba erişmeleri kolaylaşacak. Google’den kelime aradığınızda o kitaptaki sayfalar çıkacak. Okuyucu kitap sayfasına gelince orada alacak. O kitabın sayfasına geleni ikna edecek bir pazarlama faaliyeti devreye girecek. O sayfadan o kitapla ilgili video da izleyebileceksiniz.

Beyaz yakalılar teknolojik görücü usulüyle evleniyor

Siberalem hâlâ ilgi görüyor mu?

Siberalem’in geçmişi 10 yıl. Şu anda üye sayısı 13 milyonu geçti. Günde 200 bin kişi giriyor. Siberalem’in trafiği ilginçtir. Sabah insanların işlerine vardıkları saatlerde yükselir orada trafik, daha sonra da akşam saatleri hızla yükselir. Gece çok artar. Aynı anda 13-14 bin kişi iletişim halinde oluyor.

Bir dönem itiraf.com çok popülerdi, şu anda nasıl?

Hâlâ 30 bin aktif üyesi var. Günah çıkarma camiası orası.

Evlilikmerkezi.com yeni, televizyondaki evlilik programlarının internet versiyonu mu?

Evlilik merkezi.com bizim için de çok yeni. Abonelikle işliyor. Bir uzman psikanalist bir metodoloji geliştirdi. Üye olup 80-90 soruyu yanıtlıyorsunuz, kişilik profilinizi çıkarıyor. Test doldurup üye oluyorsunuz. Profiliniz belirleniyor. Bazı özelliklerin birlikte olması, bazı özelliklerin birbirini tamamlaması iyi oluyor. Bu test neyi yakalıyor diye baktık. Sistemde ‘siberalem’deki gibi sayfa sayfa bakmanıza gerek kalmıyor. Daha mahrem. Sistem her gün yeni gelenleri tarıyor. 10 bin kişi arasından 3 kişi size yakın çıktı diyebiliyor. Teknolojik görücü usülü. Görücü olan sistem.

Evlenenlerin oranı nedir?

Bir sürü insan evlendi. Bu şekilde evlendiğini söylemek istemeyenler de oluyor. Ayrıca üyelerimiz kariyer sahibi kişiler genelde.

Nasıl yani?

Finans ve sağlık sektörlerinden gelenler çok. Üyelerimiz beyaz yakalı.

Şaşırtıcı...

Bize de ilk başlarda öyle geldi ama incelediğinizde şaşırtıcı değil. Bu insanlar zaman bulamıyor. Zaman bulsalar kısa zamanda yol alamıyorlar.

Hiç mi olumsuzluğu yok?

Tercih meselesi... İlk vakalardan biriydi. Bir adam şikayet etti, “Boşandığım eşime sizi tavsiye ettim, bunca insan arasından onlar eşleştirilmişim, pes” dedi. Biz de adama “Bardağın yarısı dolu” dedik. Gözyaşları içinde tekrar birleşmişler sonra. 150 bin üye var. Her ay gelen giden oluyor.

En çok Osmanlı tarihi satıyor

Neredeyse 2 aydır e-kitap uygulamaları yapıyorsunuz. En çok Best Seller’lar mı satıyor?

Hayır. Küçük yayıncılar daha avangard işler yapıp dağıtımcıların filtrelerinden geçemeyenler daha çok satıyor. Kişisel gelişim kitapları çok satıyor. Alfa, Everest, Doğan gibi büyük yayınevlerinin bazıları ve banka yayınevlerinin de hiçbiri henüz girmedi. Büyüklerden Can, Kabalcı, Epsilon e-kitap’a girdi, çok da iyi gidiyor. Son zamanlarda tarihi kitaplara da ilgi arttı. Yeditepe Yayınları çok sattı. Osmanlı Tarihi kitapları e-kitap’ta çok iyi gidiyor.

Kimler şu anda e-kitap’a ilgi duyanlar?

Öyle bir kuşak var ki internet kuşağı onlar. Onların davranışları farklı. Sanırım şu anda da daha çok yenilikleri takip edenler kitaplara ulaşıyor. Ama yakında internetin doğasındaki çok yönlü trafikten akıp gelecekler.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.