Şampiy10
Magazin
Gündem

İllet oluyorum, oluyorsun, oluyor...

Bugün ayrım yok.

Kadın - erkek eşit.

Ama hangi konuda? Birbirini illet etme konusunda...

Bu illet, öyle illet bir şeydir ki, kimin başlattığı asla belli olmaz.

Hayatta başlayıp da bitmeyen ender durumlardan biridir.

Birine nefretin, intikam hissin bile geçer ama illet olduysan...

Geçmiş olsun. O geçmez, bitmez.

Üstelik zamanla öyle bir hal alır ki, niye ve ne zaman illet olmaya başladığını bile unutursun.

Eğer hemen müdahale etmezsen, bir süre sonra gelişir; artık bir hareketine değil, direkt ona illet olmaya başlamışsındır.

Habere göre, bir kadının bir erkeği illet eden, bir erkeğin ise bir kadını çileden çıkaran alışkanlıkları veya huyları devir değişse de değişmiyor.

Ya da çok az farklılıklar gösteriyor.

Hem de tüm dünyada bu böyle...

İşte o alışkanlıkların listesini yapmışlar.

Önce kadınlar...

- “TV izleme alışkanlığıyla ilgili dalga geçmeleri.”

(Dalga geçip bizden daha merakla aynı diziyi izlemeleri...)

- “Bulaşıkları eviyenin içine bırakıp gitmeleri.”

(Hem de yağlı bir tabağın içine mesela... Ayrıca neden makinenin içine koymuyorsun? Seninki can da, benimki patlıcan mı?)

- “Her yere bozuk para bırakmaları.”

(Kâğıt para bırakmazlar ama! )

- “Banyoda ıslak havluları yere bırakmaları.”

(Sonra da, ‘Ne var bunda?’ der. ‘Alıver!..’ Alacaz alacaz da senden başka bir tane alacaz!)

- “Bir yere ayakkabı, kitap gibi eşyalarını yığıp günlerce kaldırmamaları.”

(Üstüne bir de, ‘Sen de dokunma!’ demeleri... İlk gün alıp atmazsan, bir daha asla toplamaz!)

- “Çocuk bakmayı parka, havuza gitmekten ibaret sanmaları...”

(Onu da yapmayacaklar da! Sırf göstermelik olsun diye...)



Sıra erkeklerde...

(Söz veriyorum, tarafsız olacağım.)

- “Asla tatlı ısmarlamayıp sonra erkeğinkinden yemeleri.”

(Evet. Haklı olabilirsiniz. Ama bunu asmadığınız perdelerden düşebilirsiniz!)

- “Tatilde okumak için yanlarına kitap almayıp sonra erkeğinkini okumaları.”

(Bu yabancılar için geçerli herhalde! Ne kitabı:::)

- “Bir konuda fikir sorulduğunda öneride bulunmayıp daha sonra da ‘Benim istediğim olmadı’ diye surat asmaları.”

(Kesin fikrini söylemiştir, o dinlememiştir!)

- “Sürekli olarak ‘Bir kadının bir erkekte en çekici bulduğu şey espri anlayışıdır’ demeleri.”

(E, ama öyle! Sen de danalık yapma!)

- “Hangi oyun olursa olsun yarısında pes etmeleri.”

(Kusura bakmayın ama kim bilir o ne manasız bir oyundur. Ya da kesin hile yapıyorsunuzdur!)

- “Hiçbir otelin odasını beğenmeyip mutlaka bir kusur bulmaları.”

(Ucuz olsun diye en dandik odayı tutarsan! Seni pohpohlayacak halimiz yok!)

- “Küvetin gideri tıkandığında erkekleri çağırıp tıkanmaya kendi saçlarının yol açtığını asla kabul etmemeleri.”

(Tamam. Burada haklısınız. Ama bu size göğüs kıllarınızı istediğiniz gibi yere döküp orada bırakma hakkını vermez!)

Yazının devamı...

Öpüşmeden olmaz!

Öpüşme var, öpüşme var!

Ama mutlaka var!

Olmalı yani...

Kaç gündür ayrılık mayrılık havaları, içimiz daraldı. Yok unutmak, unutamamak falan...

Bırakalım o ağır halleri, bugün biraz kafa bulalım...

Konu mu yok!

Çoook...

Ben buldum bile...

Burçlara göre öpüşme şekilleri...



Koç

Koç burçlarının öpüşmeleri hızlı ve tutkulu başlar, giderek şehvetli hale gelir.

(O şehvetli hale gelene kadar, bizim 40 yaş üstü danalar çoktaaan sigaralarını yakmış olurlar ya, neyse! Bu arada ben hâlâ sigarayı bırakanlar o’ndan sonra ne yapıyorlar, bulamadım!)

Boğa

Ayrılamazsınız. Hayal ederek, içten öpüşürler. Uzun süre öpüşür, öpüşür, öpüşürsünüz.

(Eee? O kadar mı? Bu Koç’la Boğa’yı birlikte düşünebiliyor musunuz? Ben düşünmek istemiyorum!!! Üç saat sonra başlarlar herhalde!!))

İkizler

Öpüşmeleri gıdıklanma, kıkırdama spazmı ile kesilir, gülümseten ve eğlenceli deneyimler yaşatırlar.

(O sırada nasıl oluyor da oluyor acaba? Onun gülmesini hayal edemiyorum da, karşı tarafı nasıl güldürüyor ki? Şaşı mı bakıyor, ne?)

Yengeç

Onların öpücüğü sıcak ve yumuşaktır. Asla bırakmak istemezsin.

(Ayyy... Yengeç olsa da, öpsek!)

Aslan

Vahşi, cüretkâr, ısırma ve tırmalamalarla doludur. Bu performanslarının övülmesini beklerler.

(Çok beklerler! Bu ne be! Öpüşüyor muyuz, dövüşüyor muyuz?)

Başak

Çok nazik, düzenli öpüşürler. Sevgilileri sadece bitirdiklerinde öpüştüklerini hisseder.

(Aaa! Devamı da öyleyse yandık! Heh hee...)

Terazi

Çoğunlukla nefeslerinin nasıl olduğu endişesiyle öpüşürler.

(‘Hoh de bakiim...’ diyeceksin, iyice bunalıma girecek! Zaten daha orada endişe duyuyorsa... İşimiz var yani!)

Akrep

Öpüşmeyi atlayarak hemen sonuca ulaşmak isterler. Her zaman sonrasını arzularlar.

(Türkiye’nin burcu Akrep miydi?)

Yay

Şaşırtıcı, spontane öpüşmeleri severler. Ayrılırken daha fazlasını isterler.

(Bir öpüşme ne kadar şaşırtıcı olabilir ki? Ayrıca şaşır şaşır nereye kadar?)

Oğlak

Günün stresinden uzaklaştıran yoğun öpüşmelerden hoşlanırlar.

(Türkiye’de en çok oğlak burcu insanı varmış. Herkesin stresinden belli zaten! Bi öpüşseler, hayatımız değişecek.))

Kova

Öpüşmeleri ıslak ve dağınıktır ve her zaman gözlerinin açık kalmasını isterler.

(Dağınık derken?? Seni öperken birden ötekini öpmeye başlıyormuş!! Dağınık ya! Gözler de açık, üçüncüyü arıyor!)

Balık

Işık saçan gözlerle, aşk dolu ve uzun soluklu öpüşmeleri severler.

(Ha, buldu da, ışık saçan gözlüsünü arıyor! Gel sen, aşk dolu olanına fit ol.)



Amaaan...

Öyle ya da böyle, öpüşelim arkadaşlar...

Yazının devamı...

Yazması kolay tabii...

“Yazması kolay, söylemesi de... İnsanların karakterleri farklı. Duygu yoğunluğu farklı... Bu kadar kolay değil sanırım...” demiş biri...

Ne yani?

Ben hissiz miyim?

Ben bilmiyor muyum?

Sana güzel bir reçete yazmışım; “Ayrılık acısını giderme” konusunda... Sen kalkmışsın, “Öyle deme...” diyorsun.

Dediklerimi yapmıyorsun, yapmak istemiyorsun da ondan!

Tadını çıkarmak, acı çekmek istiyorsun da ondan!

Birini bulamadın da ondan!

Ayrılığın bütün evrelerini yaşamak istiyorsun.

Hangi evrelerini?

Onu da Ali yazmış.

- “Yazdıkların ‘sen bitirdiğinde’ değil de ‘bitirildiğinde’ veya ‘bitirmek zorunda’ bırakıldığında yapman gerekenler... Yoksa bırakmışsın adamı ne gam ne keder, devamı gönlünün istikameti...

Bir de, safhalara ayırmamışsın.

Ayrılıktan sonra yaşadığın dönem;

Kabullenememe yahut isyan

Kabullenme

Sindirme

Silme ve

Normalleşme diye 5 safhaya ayrılır:

İsyan Veya Kabullenememe: Uzun yürüyüşlerde dolu gözlerle acına gaz verme, Türkçe müzik dinlerken ağlama nöbetleri, içip içip kusma yahut sızma vukuatları ve bastıramadığın ona telefon açma isteği hep bu safhaya aittir. ‘Neden?’ sorusunun cevabını aradığın ama bulamadığın, sonuçsuz sorgulama safhasıdır.

Kabullenme: Artık terk edildiğinin ve bir daha asla sana dönmeyeceğinin idrak edildiği, bütün kusurları kendinde bulduğun safhadır. “O artık yok” tümcesi kafanın içinde ekolaşarak dönüp durmaktadır. Dalgınlık, çevreye ilgisizlik ve sessizliğinin zirve yaptığı safhadır.

Sindirme: Arkadaşlarınla konuyu konuşma ve gerekçelendirme safhası. Hâlâ onu unutamamışsındır, bu yüzden arkadaş olarak kalma istediğinin doğduğu safhadır ki aslında niyetin onu yeniden kazanmaktır. Herkesin ağzını ararsın, haberini sorarsın, akıl danışırsın sonunda alışırsın.

Silme: Telefon numarasını, mesajlarını sildiğin, eşyalarını, hediyelerini attığın, fotoğrafları yaktığın ve bütün bunları yaparak onu yaşamından, kalbinden ve aklından silebileceğini düşündüğün safhadır. Bütün izler silinmelidir. Bu safhada sevgi ve umudun yerini öfke ve nefret alır.

Normalleşme: Arkadaşlarınla sinemaya gitmeye başladığın, üstüne başına tekrardan özen gösterdiğin, gazeteden akşamki dizinin saatine baktığın, başka bir masada oturan bir erkeğin bakışlarını fark ettiğin ve arsız karşılıklar verdiğin safhadır. Artık geçmiştir ve yaşam devam etmektedir.”

Yazının devamı...

Dil ısırığı kadar...

Madem ayrılık bir dil ısırığı kadar acı veriyormuş... Ya da sıcak bir kahve yudumu yanığı kadar...

“Ayy!“ dersin geçer...

“Bu tantana ne?“ diye sormuştum ya...

Hadi tantananı yaptın; ağladın, içtin, bunalıma girdin falan...

Tadını çıkardın yani... Ama uzatmayacaksın.

Nasıl ki, dil ısırığını uzatmıyorsun, aynen öyle...

Bir ayrılık acısı ne kadar sürer ki?

Bir teze göre, ilişki süresinin yarısı kadardı...

Bana göre ise...

Onu sonra yazacağım...

Önce ayrılık dönemini nasıl kolay atlatırsınız, onu yazacağım. Bence o da aynı da...

Uzmanlar, bu zor dönemi en iyi şekilde atlatmanız için önerilerde bulunmuşlar. Sanki salak bir arkadaşının sana söyleyecekleri türden...

Ailenize vakit ayırın, sosyalleşin, sizi hak etmediğini düşünün falan filan...

Saçma!

Bu yüzden ben bir liste çıkardım...

- Türkçe şarkı dinleme.

- Nostaljikleri de dinleme.

- Fazla içme.

- Kitap okumaya kalkışma...

- Sinemaya git.

- Yürüyüş yapma.

- Diyete başlama.

- Ama yemeğin b.kunu da çıkarma...

- Spor yap.

- Alışverişe çıkma.

- Eski sevgilini arama. Onunla yatma.

- Başkasıyla yatabilirsin.

- Ama hoşlandığın biri olsun.

- Akşamları kız kıza çıkma.

- İntikam planları yapma.

- Bol bol flört edebileceğin yerlere git.

- Onunla karşılaşabileceğin yerlere gitme.

- Onu arama.

- Onu sorma.

- Ona kendinle ilgili bilgiler yollama. İyi ya da kötü fark etmez...

- Ona ait her şeyi at.

- Çok değerliyse atma ama bir süre gözden uzak tut.

- Resimlerinize bakma.

- Ama yırtıp atma da! Sonradan anı olur.

- Hatayı kendinde bulmaya başlama.

- Hatalı olsan da!

- Arkadaş kalmaya kalkışma.

- Telefon numarasını cepten sil.

- Mesajlarını da...

- Ayrılığınızı tekrar tekrar sorgulama.

- Gün sayma.

- “Ben daha iyisine layığım” diye düşünme.

- Değerin kadar değil, ederin kadarsın!

- “Bütün olanları hak ettin mi?” diye kendini acındırma.

- Evet, hak ettiğin yerdesin.

- Ama yerlerde de değilsin.

- Hissettiğin gibi değil, göründüğün gibisin!

- Onun için iyi görün.

- İyi görünenlerle birlikte ol.

- Laf taşıyanlarla küs ol.

- Kimseden akıl alma.

- Yalnız kalma.

- Biyografi programlarını seyret.

- Onlardan ders çıkar.

- E, biraz da aklını çalıştır, yeter.

Göreceksin ki:

Ayrılıklarda çare tükenmez!

Yazının devamı...

Ayrılık dediğin nedir ki?

Nedir ki?

Elinin kiri midir?

Yüreğinin isi mi?

Vay, vay, vaaay...

Kim tutar kızım seni, yürü...

Yıkayınca çıkar mı? Üzerine bir de krem sürersin, pamuk gibi...

Yoksa dünyanın akan hiçbir suyu yüreğindeki o ise ulaşamaz mı?

Çeken bilir de, çekmeyen emperyalist midir?

Heh heh hee...

Bırakın bu romantik, arabesk halleri...

Bırakın.

Ben şimdi size her zamanki gibi işin gerçeğini yazacağım.

Bilimsel verilere dayanarak tabii...

Columbia Üniversitesi’nden Psikolog Edward Smith terk edilmenin, duygusal acının yoğunluğuna göre beyindeki fiziksel acı kanallarını tetiklediğinin anlaşıldığını açıklamış.

Nasıl mı anlaşılmış?

Yakın zaman önce beklemedikleri bir anda terk edilen 40 gönüllü üzerinde yapılan araştırmada, eski sevgililerinin fotoğraflarını gören katılımcıların beyinleri MR cihazıyla takip edilmiş.

Denekleri de nasıl buldularsa?

Arkadaşlarından falan herhalde...

Gelmiş içini açıyor kadın, ağlıyor falan;

“Pardon ya, bi MR’ını çekebilir miyim?”

“Nasıl?”

“MR, MR...”

“Kapalı mı açık mı? Ben giremem de! Fena oluyorum.”

Bir de tabii, “Beklenmedik anda terk edilme” konusu var.

Nasıl oluyorsa? Nasıl anlamıyorsa?

Ona salaklık MR’ı çekilmeli...

Neyse devam edelim.

Şimdi sıra asıl meselemizde...

Ayrılık acısında...

Araştırmacılar, katılımcıların fotoğraflara bakarken duydukları acının, sıcak bir kahve fincanı tutarken veya dillerini ısırdıklarında duydukları fiziksel acıyla aynı şiddette olduğunu açıklamış.

Buyrun...

Bu kadarmış işte!

O kadar tantana yaptığınız olay buymuş.

Tabii, kiminin ağrı eşiği yüksek, kiminin düşüktür. Ama sonuç olarak bir dil ısırığı, sıcak kahve yanığı
kadar!

Demek ki sorunumuz ne arkadaşlar?

Aramızda panik ataklar var.

Ama konu yine de enteresan.

Her duygusal acının fiziksel bir karşılığı varsa...

Mesela...

Aldatılmanın acısı neye denk geliyor acaba?

“Başından aşağı kaynar su dökülmesine!!!” O laf da buradan geliyor herhalde...

Bir de, “Şimdi yangın var diye bağıracam” lafı vardır ya...

Bağır.

Sanki bana bağırıyon?

Saçma!

Başka ne olabilir?

Mesela, aptal yerine konulmaca...

Karşında salak salak konuşur ya, zekâna hakaret eder.

Bu da az buz bir hal değil ha!

O neye denk gelir?

Tuzlu kahve içmeye...

Tüküresin gelir!

Pekiii...

Kötü sevişmelerin acısı...

Gıda zehirlenmesine...

Uyar mı?

Ayrılıktan beter mi yani?

Beter, beter. Ayrıl daha iyi!

Pekiii...

Acıların fiziksel karşılığı varsa, zevklerin de var mı?

Nefis bir profiterol mesela...

Üzerinden çikolata akıyor, içinde 1 tane taze badem var.

Hımmm...

Neye denk gelir?

Yazının devamı...

Bıraksam, sanki öleceğim...

Bıraksam kendimi, karamsarlıktan öleceğim...

Tutuyorum kendimi...

Tutuyorum.

Nereye kadar gidecek, onu da bilmiyorum.

Her an tetikte bir hal, bir evham...

Sanki tek başıma kalmışım.

Kalmışım da, hayat haksızca devam ediyormuş;

Tıpkı bağırırken sesimin çıkmadığı kâbuslar gibi...

Başkalarına uzanamayan ellerime, ihtiyacım olduğunda kimse ulaşamayacakmış gibi...

Ulaşamayacak...

Kim, kime ulaşabiliyor ki?

Ateş hep düştüğü yeri yakıyor!

Böyle belirsiz, güvensiz günler...

Bildiğim, gördüğüm, yaşadığım en kötü Türkiye.

Şeriat korkusuyla mı başladı her şey? Ergenekon‘la mı?

Yoksa daha evvel miydi?

“Darbe yapacaklardı” dediler, önce kızdık, çok kızdık.

Darbeci denenlere kızdık.

Sağımızdan, solumuzdan, yanıbaşımızdan tanıdıklarımızı, tanımadıklarımızı, arkadaşlarımızı alıp götürdüler.

İnanamadık.

İnancımızı yitirdik.

Adil yargılanacaklarını sanıyorduk.

Haksızlıkla karşılaştık.

Güvenimiz kayboldu.

En alakasız olanlar bile dinlendiğini düşünmeye başladı.
Karı-kocalar bile video görüntülerinin çıkacağı endişesine düştü.

Tedirgin olduk.

Kadınlar tacize,

Tecavüze,

Dayağa,

Kadınlar öldürülmeye devam ediyor.

Suçlular elini kolun sallaya sallaya geziniyor.

Kitap yazanlar hapiste, tecavüzcüler, katiller dışarıda...

İsyanlardayız.

Çocuklar parçalanıyor.

Önce tecavüz ediliyor, sonra parçalanıyor.

İki bina ötede oturan suçlu 1,5 sene sonra yakalanınca bayram ediyoruz!

Tebrik ediyoruz.

Öteki anneler yalvarıyor; “Benim çocuğumu da bulun” diye...

Biz de ağlıyoruz.

Gelmiş geçmiş en düşük enflasyonu yaşıyoruz(!) ama benzine iki ayda 8 kere zam yapılıyor.

Hiçbir şeye para yetiştiremiyoruz.

Bankalardan, telefon faturasından, satın alacağımız herhangi bir üründen kazık yememe savaşı veriyoruz.

Yasak, ceza, kazık üçgeninden çıkamıyoruz.

Bir of çekip sigara yakacağız, o da yasak!

Vergimizi, cezamızı yatırıyoruz.

Ama yatırmayan kazanıyor.

Çukursuz bir yolda 100 metre bile gidemiyoruz.

Daha yazayım mı?

Dedim ya:

Bıraksam kendimi karamsarlıktan öleceğim...

Tutuyorum kendimi...

Tutuyorum.

Yazının devamı...

Tecavüz

Önce erkek arkadaşı M. K.

Ardından;

M. K’nın arkadaşları iki emekli öğretmen, V. K. ve V. K.

Pansiyon sahibi G. K.

Milli eğitim müfettişi A. N. O.

Pansiyon bekçisi S. K.

G. K’nın 18 yaşından küçük iki oğlu, M. K. K. ve M. E. K. Toplam 8 kişi...

Kadın, bu adamların sırasıyla kendisine tecavüz ettiğini söylüyor.

Hatta erkek arkadaşının bunları videoya kaydettiğini de...

Dava açmak istiyor.

Büyük bir cesaretle buna kalkışıyor.

Önünde daha da yıpratıcı ne olayların kendisini beklediğini bilmeden.

Bu kadarını da tahmin bile edemeden.

Nasıl etsin ki!

Kim eder ki!

Olay Fethiye’de geçiyor.

Önce Fethiye Başsavcılığı takipsizlik kararı veriyor.

Neden?

Ama o vazgeçmiyor. İtiraz ediyor.

Muğla Ağır Ceza Mahkemesi itirazı reddediyor.

Neden?

Genç kadın bu kez Adalet Bakanlığı’na başvuruyor. Neyse ki, Bakanlık dosyayı Yargıtay’a gönderiyor.

Ve nihayet dava açılıyor.

Daha doğrusu savcılık dava açmak zorunda kalıyor.

Yoksa açmayacak ve olay kapanacak.

Bir kadın, “Bana 8 kişi tecavüz etti” diyor ve dava açması bile engellenmeye çalışılıyor!

Neden?

Bu kadın insan değil mi?

O 8 kişiyi bilemem ama...

Sahi, kim onlar?

Durun daha bitmedi...

Dün bizim gazetede Kemal Göktaş’ın haberini okumuşsunuzdur; açılan davada olanlar, akıl sınırlarını zorlamaya başlıyor.

Duruşmaya katılan sanıklar, yani genç kadının “Bana sırayla tecavüz ettiler” dediği 6 adam ve iki çocuğun savunmasını üstlenen avukatlar, ki içlerinde Muğla Barosu Başkanı ve bir kadın avukat da var,

“Mağdurun kadın örgütlerinde çalıştığını, bu yüzden davanın kadın örgütlerinin komplosu olduğunu” iddia ediyorlar.

Yani kadın örgütü toplanıyor ve bu 6 adamla iki çocuktan intikam için aralarından birini kurban ediyorlar, öyle mi?

O kurban da çıkıp, “Bana 8 kişi tecavüz etti” diyor!!!

Duruuun...

Yine bitmedi.

Bir de:

“Mağdur kadının parçalanmış bir ailenin çocuğu olduğunu ve psikolojik durumunun iyi olmadığını” iddia ediyorlar.

Genç kadının anne-babasının 25 yıl önce açılmış boşanma ve velayet davalarının incelenmesini istiyorlar.

Hâkim de bunu kabul ediyor.

Tabii!!!

Annesi babası boşanmış her genç kadın böyle bir yalan uydurabilir çünkü!

Boşanmış ailelerin çocuklarından her şey beklenir çünkü!!!

Ne diyecekler acaba?

“Bunun ailesi 25 yıl önce boşanmış, kadın da kafayı yemiş, uyduruyor” mu diyecekler?

Bunu diyebilecekler mi?

Bu davaya engel olmaya çalışanlar...

O ucube gerekçeleri hazırlayanlar...

Ve tabii o 8 kişi...

Bu mudur savunmanız?

Yazının devamı...

Yıkanmayanlar kulübü...

Prensip olarak az yıkanırım. Prensip olarak çok az duş alırım. Kıyafetlerimi de pek değiştirmem” dedi, herkes ona takıldı...

“Kaybedenler Kulübü” filminin promosyonu dolayısıyla röportaj veren Nejat İşler’den bahsediyorum...

Kimi kınadı, kimi “o, öyle de güzel” dedi. Hatta aramızdan “onun bu hali çekici” diyenler bile çıktı.

Ben...

Ben hiç şaşırmadım.

Zaten Türk erkeklerinin yüzde 90’ı böyle...

Yıkanmazlar, tırnaklarını pençeden farksız olana kadar kesmezler.

Hele, “sadece pazar günleri yıkanan” kuşaktan gelenler arasında yırtanların sayısı epey az, onu biliyorum.

Yani burada tuhaf olan, yıkanmaması değil, bununla övünmesi...

Çünkü genelde insanlar her gün yıkanıyormuş numarası yaparlar.

Her gün duş alanların da, “üf, bugün duş alamadan çıktım, kendimi çok pis hissediyorum” jargonu vardır ya, o da gıcık.

Eskiden bir de sadece saçları yıkamak vardı...

Ne demekse!

Nedir yani? Vücuduna su değse, eriyecek misin? Kezzap mı bu, su...

Neyse yaa.. Bize ne?

Onunla birlikte olan kadınlar düşünsün!

Dedim ya, herkes buna kafayı taktı ama aynı röportajdan ben başka bir lafa takıldım.

- “Ayrıldığım sevgilimi ertesi gün başkasıyla öpüşürken görsem, işim olmaz. Benim için bitmiştir. Ayrılmışız sonuçta. Ama bir kadınla öpüştüğünü görsem, ikisini birden alırım! Biri yeni, biri eski olur.”

Burada da, sevgilisinin başka bir kadınla öpüşmesi fantezisine şaşırmadım.

Bu da, erkeklerinin yüzde 99’unun fantezisidir.

Kalan yüzde 1 de, aseksüeldir.

O halde biz konuyu Nejat Bey’den alıp genelde inceleyelim.

Niye böyleler acaba?

Neden aynı duygu kadınlarda yok?

Hatta tam tersi:

Sevgilisini ya da kocasını bir başka kadınla yakalarsa affedebiliyor da, başka erkekle yakalarsa etmiyor.

Neden?

Erkeklere göre lezbiyen ilişki çok nefis de, geysel ilişki neden iğrenç?

Ha, demek ki, bunlarınki cinsel tercihlere saygı falan değil!

Tamamen korkusal!

Çözüme yavaş yavaş yaklaşıyoruz galiba...

Pekiii...

“İşin içine rekabet giriyor da bu yüzden” desem...

“Korkmasalar ötekini de affederler” desem...

“Bu yüzden erkekle aldatışı kabullenemiyorlar” desem...

“İçgüdüsel poligamilerini böyle yaşatıyorlar” desem...

Ben derim...

Derim de...

Takıldığım yer yine burası değil.

Hani, “ikisini birden alırım, biri yeni biri eski olur” diyor ya, oraya takıldım.

Kadınlara böyle davranmasına...

Kadınların bu hale gelmesine...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.