Bıraksam, sanki öleceğim...
.
Bıraksam kendimi, karamsarlıktan öleceğim...
Tutuyorum kendimi...
Tutuyorum.
Nereye kadar gidecek, onu da bilmiyorum.
Her an tetikte bir hal, bir evham...
Sanki tek başıma kalmışım.
Kalmışım da, hayat haksızca devam ediyormuş;
Tıpkı bağırırken sesimin çıkmadığı kâbuslar gibi...
Başkalarına uzanamayan ellerime, ihtiyacım olduğunda kimse ulaşamayacakmış gibi...
Ulaşamayacak...
Kim, kime ulaşabiliyor ki?
Ateş hep düştüğü yeri yakıyor!
Böyle belirsiz, güvensiz günler...
Bildiğim, gördüğüm, yaşadığım en kötü Türkiye.
Şeriat korkusuyla mı başladı her şey? Ergenekon‘la mı?
Yoksa daha evvel miydi?
“Darbe yapacaklardı” dediler, önce kızdık, çok kızdık.
Darbeci denenlere kızdık.
Sağımızdan, solumuzdan, yanıbaşımızdan tanıdıklarımızı, tanımadıklarımızı, arkadaşlarımızı alıp götürdüler.
İnanamadık.
İnancımızı yitirdik.
Adil yargılanacaklarını sanıyorduk.
Haksızlıkla karşılaştık.
Güvenimiz kayboldu.
En alakasız olanlar bile dinlendiğini düşünmeye başladı.
Karı-kocalar bile video görüntülerinin çıkacağı endişesine düştü.
Tedirgin olduk.
Kadınlar tacize,
Tecavüze,
Dayağa,
Kadınlar öldürülmeye devam ediyor.
Suçlular elini kolun sallaya sallaya geziniyor.
Kitap yazanlar hapiste, tecavüzcüler, katiller dışarıda...
İsyanlardayız.
Çocuklar parçalanıyor.
Önce tecavüz ediliyor, sonra parçalanıyor.
İki bina ötede oturan suçlu 1,5 sene sonra yakalanınca bayram ediyoruz!
Tebrik ediyoruz.
Öteki anneler yalvarıyor; “Benim çocuğumu da bulun” diye...
Biz de ağlıyoruz.
Gelmiş geçmiş en düşük enflasyonu yaşıyoruz(!) ama benzine iki ayda 8 kere zam yapılıyor.
Hiçbir şeye para yetiştiremiyoruz.
Bankalardan, telefon faturasından, satın alacağımız herhangi bir üründen kazık yememe savaşı veriyoruz.
Yasak, ceza, kazık üçgeninden çıkamıyoruz.
Bir of çekip sigara yakacağız, o da yasak!
Vergimizi, cezamızı yatırıyoruz.
Ama yatırmayan kazanıyor.
Çukursuz bir yolda 100 metre bile gidemiyoruz.
Daha yazayım mı?
Dedim ya:
Bıraksam kendimi karamsarlıktan öleceğim...
Tutuyorum kendimi...
Tutuyorum.