Şampiy10
Magazin
Gündem

Eylül ödemeler dengesi

İrlanda’nın AB ve IMF ile anlaştığı yönünde haberler var. Paket için 100 milyar euro konuşuluyor. Mali piyasaları bir süre rahatlatabilir. Ama İngiliz medyası “euronun sonu geldi” plağını yeniden çalıyor. Birkaç aydır susmuştu.

Türkiye’ye etkisi merak ediliyordu. Borsa beklendiği gibi düştü. Döviz kuru bayram öncesine kıyasla yukarıda açıldı. Ama parite etkisi dışında ciddi bir hareket olmayacağı hemen ortaya çıktı.

Ekim bütçe gerçekleşmesi Maliye Bakanlığı tarafından açıklandı. Ocak-Ekim döneminde faiz dışı fazla 18 milyar TL, bütçe açığı ise 23 milyar TL çıktı. Hükümetin yıl sonu hedeflerini tutturmakta zorlanmayacağı anlaşılıyor.

OECD’nin yeni büyüme tahminleri medyaya yansıdı. Türkiye için 2011 ve 2012’de yüzde 5’in üstünde büyüme öngörüyor. Bana biraz iyimser geliyor. Raporu daha okumadım. Varsayımlarını gördükten sonra değerlendireceğim.

Dış açıkta rekorlar

Eylül ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından açıklandı.

Dış açık ve finansmanı Türkiye ekonomisinin kısa ve uzun dönemde zayıf halkalarından birini oluşturuyor. O nedenle daha yakından izlemeye aldık.

Eylül cari işlemler açığı 4.1 milyar dolar çıktı. Eylül ayı için tarihi bir rekordur. Son iki yıl 1 milyar dolar civarında kalmıştı. 2007’de bile 2.3 milyar dolardı. Böylece ilk dokuz ayda cari işlemler açığı 33 milyar dolara, yıllık açık ise 37 milyar dolara tırmandı.

Ocak-Eylül sayılarında belirginleşen önemli bir gelişmeye dikkat çekelim. Bu yıl sadece dış ticaret açığı büyümüyor. Aynı zamanda hizmetler dengesindeki fazla da hızla eriyor.

2009’un ilk dokuz ayında hizmet gelirlerinde 0.5 milyar dolar azalma, hizmet giderlerinde 2.5 milyar dolar artış var. Toplamı 3 milyar dolardır. Yani aşırı değerli TL hizmetleri de hırpalıyor. İhracatı azalıyor, ithalatı patlıyor.

Dış açıktaki bozulma çeyrek bazında daha netleşiyor. Üçüncü çeyrekte cari işlemler açığı 11.1 milyar dolar çıkıyor. Tarihin en yüksek üçüncü çeyrek dış açığıdır. Bundan sonra her çıkan veride yeni dış açık rekoruna alışmak gerekiyor.

Finansman kalitesi

Hızla büyüyen dış açığın finansmanında bir sorun olmadığını TL’nin değer kazanmasından biliyoruz. Fakat dış finansmanın kalitesindeki bozulma sürüyor. Kısa vadeli borçlanmanın payı giderek artıyor.

Ocak-Eylül döneminde doğrudan yatırımlara ve borsaya 6.5 milyar dolar giriş var. 2.5 milyar dolar net hata noksan kalemini ekliyoruz. Borç-dışı kaynak 9 milyar dolar ediyor. Dolayısı ile alınan dış borç toplamı 24.5 milyar dolara ulaşıyor.

TL cinsinden devlet tahvillerine yabancılar 8.5 milyar dolar yatırıyor. Döviz borçlanması ile birlikte kamu kesimi dış açığın finansmanına 12.8 milyar dolar katkı yapıyor.

Geri kalan 10.6 milyar doları özel kesim borçlanıyor. Yakın gelecekte bu durumun değişeceğini sanmıyorum.

Yazının devamı...

Beşeri gelişme endeksi

(DEVAM)

Uzun bir bayram tatili daha bitti. Bu fırsatı oturdukları yerin dışında değerlendirenler için dönüş çilesi başladı.

İstanbul’da trafik dünden sıkışmıştı. Anayollar bugün iyice kilitlenir. Havaalanları da ana baba günüdür.

Mali piyasalar yarın açılıyor. Geçen hafta dünyada hareketli geçti. İrlanda’nın beklenen borç sorunları küçük çapta bir mali çalkantıyı tetikledi. Euro-dolar paritesi 1.35’e kadar indi. Borsalar sert dalgalar yaşadı.

Tatil olmasa Türkiye mali piyasaları da mutlaka etkilenirdi. Ne kadar? Sınırlı kalacağını düşünüyorum.

Yarın durum ortaya çıkar. Özellikle döviz kurunun tepkisini merakla bekliyorum.

O arada iki günlüğüne Varşova’ya gittim. Konferans, televizyon, radyo, gazete, vs. yoğun bir program yüzünden kenti bile gezemedim. Zaten gri, yağmurlu ve soğuktu.

Türkiye’ye büyük ilgi var. Doğrusu hoşuma gitti.

26 ülke fark var

Geçen yazıda Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından hesaplanan 2010 yılı Beşeri Gelişme Endeksi’ne (BGE) göz attık. Endeks 169 ülke için iktisadi ve sosyal gelişmişlik düzeylerini karşılaştırıyor.

İktisadi gelişmişliği satın alma gücü paritesi ile kişi başına gelir ölçüyor. Türkiye 57’nci sırada çıkıyor. Beşeri gelişmişlik için üç sosyal gösterge kullanılıyor: Doğumda yaşam beklentisi, ortalama eğitim yılı ve doğumda beklenen eğitim yılı. Türkiye 83’üncülüğe iniyor.

Ekonomik ve beşeri gelişmişlik sırası birbirine yakın olsa fazla ilgimizi çekmezdi. Toplumsal bilimlerde kesinkes ölçü olanağı yoktur. Olağan ölçme hataları içinde kabul eder, üstünde durmazdık.

Ama 26 ülke fark var. Yani Türkiye’den fakir 26 ülkede beşeri gelişmişlik göstergeleri Türkiye’den iyi çıkıyor. Bu garip durum haklı olarak kamuoyunun da ilgisi çekti. Başka yazarlar da olayın ayrıntılarına girdiler.

Olayı kavramak için ters yönde sapmaya bakalım. Yeni Zelanda beşeri gelişmişlikte 3’üncü, iktisadi gelişmişlikte ise 33’üncü sırada yer alıyor. Yani Yeni Zelanda’dan ekonomik açıdan daha zengin 30 ülkenin sosyal göstergeleri daha kötü çıkıyor.

Refahın dağılımı

Nasıl tefsir edeceğiz? Kişi başına milli gelir ülkenin ortalama üretkenliğini yansıtıyor. Daha yüksek gelir daha fazla üretim, dolayısı ile daha fazla tüketim anlamına geliyor. Tüketim düzeyi ile birlikte refah göstergelerinin de iyileşmesini bekliyoruz.

Ancak, üretim düzeyinden refah göstergelerine giden ilişki mekanik değildir. Araya başka mekanizmalar girer. Fiili durumu toplumsal tercihler ve siyasi kararlar belirler.

Aynı gelir ve üretim düzeyinde farklı refah dağılımları oluşabilir.

Hangi tercihler? BGE iki alana bakıyor: Sağlık ve eğitim.

Dolayısı ile ülkelerin bu alanlardaki çabalarını karşılaştırıyor. Yeni Zelanda vatandaşının sağlığına ve eğitimine daha çok önem veriyor. Üst sıraya tırmanıyor.

Türkiye daha az önem veriyor. Alt sırada kalıyor.

Demek ki, önemli olan mutlak sıra değil, aradaki farktır.

İktisatçı dili ile söylersek, toplumun özel tüketimle sosyal refah harcamaları arasındaki tercihini yansıtır.

Türkiye’nin nisbi yerini çok iyi özetleyen bir örnekle bitirelim. BGE sıralamasında Ürdün bir üstümüzde (82’nci) yer alıyor. Halbuki kişi başına geliri Türkiye’nin yarısına ulaşmıyor (6 bin dolar). Olay bundan ibarettir.

Yazının devamı...

Beşeri gelişme endeksi

Bilimsel düşüncenin belirgin özelliklerinden biri ölçme konusunda hassasiyettir. Ölçme işlevinin doğru yapılması yaşamın tüm alanlarında hayatidir. Önemsiz gibi duran küçük hataların vahim sonuçlar verebildiğini kendi deneyimlerimizden biliriz.

Ekonomik konularda bizzat ölçü biriminin tanımlanması başlı başına bir sorun niteliği kazanır. Enflasyon örneğini yakında gördük. Tüketici fiyatları aslında ortalama vatandaşın geçim maliyetine bakıyor. Ama daha genel anlamlar da yükleniyor.

Diğer örnek milli gelirdir. Konjonktür dalgalarını izlemek amacı ile geliştirilmişti. O nedenle ekonomik faaliyetlere üretim ve harcama açısından bakar. Bir dönemden diğerine değişimi saptamaya çalışır. Yöntemi değişmediği halde zamanla başka işlevler atfedildi.

En önemlisi ülkeler arasında refah karşılaştırmasıdır. Önce cari döviz kurunda kişi başına gelir kullanıldı. Şimdi satın alma gücü paritesine göre hesaplanıyor.

Sosyal göstergeler

Kişi başına milli gelir ile yapılan refah karşılaştırmasının yetersizliği uzun süredir biliniyor.

Arada sırada komisyonlar kuruluyor, raporlar hazırlanıyor.

Stiglitz’in sözcülüğünü yaptığı bir çalışmaya geçen yıl değinmiştim (9 Eylül 2009).

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 20 yıldır farklı bir yöntem uyguluyor. Bir dizi sosyal gösterge ile Beşeri Gelişme Endeksi BGE oluşturuyor. Sıralamayı kişi başına gelir ile karşılaştırıyor.

“Beşeri Gelişme Raporu 2010” yeni yayınlandı. Cengiz Aktar kısa süre önce Vatan’daki köşesinde raporu tanıttı.

İlgilenenler tam metni ve ayrıntılı tablolarını www.undp.org sitesinden indirebilir.

Eklenecek beşeri göstergeler büyük önem taşıyor. Bir: Kişi başına gelir düzeyinin yeterli ölçemediği sosyal boyutu yani gelir dağılımını yansıtmalı. İki: Buna karşılık kolay ölçülmeli ve öznel değerlendirmelerden bağımsız olmalı.

BGE biri sağlık diğeri eğitimle ilgili üç göstergenin ortalamasından oluşuyor. Sağlık sisteminin etkinliğini ve yaygınlığını doğumda yaşam beklentisi ile ölçüyor. Örneğin yüksek çocuk ölümleri bu sayıyı olumsuz etkiliyor.

Eğitim için stok-akım ayrımı yapıyor. İlki için yetişkin nüfusun ortalama eğitim yılına bakıyor. Diğerini bu yıl doğan çocukların ortalama beklenen eğitim yılı temsil ediyor. Bu iki, sayı toplumun insana yatırıma verdiği önemi özetliyor.

Türkiye’nin yeri

Beşeri gelişmede dört grup ülke var: Çok yüksek, yüksek, orta ve düşük. Türkiye 2010’da ilk kez yüksek grubuna geçti. 169 ülke arasında 83’üncü oldu. Üç gösterge için değerleri şöyle: Yaşam beklentisi 72.2, eğitim yılı 7.2, beklenen eğitim yılı 11.8.

Şimdi beşeri gelişme sırasını iktisadi gelişme sırası ile karşılaştıralım. Rapor iktisadi gelişmeyi kişi başına gelir düzeyi ile ölçüyor. Türkiye 13.400 dolar ile 57’inci sırada yer alıyor. Yani beşeri gelişmişlik düzeyi iktisadi gelişmişlik düzeyinin 26 sıra altında kalıyor.

Ne demek? 26 ülkede kişi başına gelir Türkiye’nin altında olmasına rağmen sağlık ve eğitim göstergeleri Türkiye’den iyi çıkıyor. Yani bu ülkeler daha fakir; daha az televizyon, otomobil vs. tüketiyor. Ama vatandaşı daha kapsamlı sağlık ve eğitim hizmeti alıyor.

Çok önemli bir konudur. Diğer ülkelere bakmaya yerim kalmadı. Devam edeceğim.

Yazının devamı...

Bayramın ilk günü

İki-üç yılda bir Kurban Bayramı’nın ilk günü yazıma denk geliyor. Bu yıl da öyle oldu. THY’nin Paris-İstanbul uçağındayım. Herkes gider Mersin’e, ben giderim tersine... Tatilciler yurtdışına uçarken ben dönüyorum.

Son bir saattir bilgisayar denen mucizenin keyfini sürüyorum. 17 yılda yazdığım 2000 yazıyı tek bir dosyada görüyorum. Bayrama denk gelenleri ayrıca işaretlemiştim. Geçmiş bayramlarda neler yazdığımı okuyorum.

Bayram yazılarının kendine göre bir kalıbı oluşmuş. İçinde mutlaka geçmiş özlemi oluyor. Yaşlandıkça insan nostaljik takılmaya başlıyor. “Ah üstadım, bizim zamanımızda enginarlar şöyle kocaman olurdu” muhabbeti artıyor.

Doğrusu arife günü canım ekonomi yazmak istemiyor. Sıradaki konu listesini gözden geçirdim. Hiçbirinin aciliyeti yok. Bayramın ilk günü sizlerin de dış açık ya da para politikası veya istihdamla uğraşmak istediğinizi sanmıyorum.

Arife günü geleneği

Bana annem öğretti. Her yıl arife günü anne ve babasının ruhlarına kurban keserdi. Âdet öyle imiş. Sonra babamı ekledi. Annemi kaybedince görev bana kaldı. Arife günü aile büyüklerini ben anıyorum.

Hayatımda önemsediğim anlardan biridir. O nedenle arife gününü bir şekilde İstanbul’da geçirmeye çalışırım. Çoğunlukla beceririm.

Aile evi Levent’te idi. Ben Levent İlkokulu’nu bitirdim. O bina sonra Köy Çocuklarını Yükseltme Vakfı (0212-264 00 15) oldu. Annem kurbanını orada keserdi. Devam ettim. Vakfın yöneticisi Sevim Hanım tüm aileyi tanır. Eski günleri yâd ederiz.

Sonra bahçeye inerim. Vakıfta yaşayan çocuklarla selamlaşırız. Kasapla öpüşürüz. Koçların seçimine nezaret ederim. Vekaletimi veririm. Duayı dinlerim. Kurbanın başında dururum. Kendi payımı alırım.

Her yıl tekrarlardım. Ama iki yıl önce yeni bir yönetmelik yayınlandı. Amaç iyi niyetli de olabilir; fakat sonuç değişmiyor. Artık vakıfta kurban kesilmiyor. Tahmin edeceğiniz gibi, iki yıldır bütün düzenim bozuldu. Öyle kaldım.

Dindar değilim. Vakfa iki kurban yerine bedelini vermenin aslında beni rahatsız etmemesi gerekiyor. Gene de mutsuzum. Hayatıma anlam katan bir geleneğin daha böylece mazide kalmasına üzülüyorum.

Bayramınızı kutluyorum

İşte böyle, sevgili dostlarım. Bugün Bayram; bugün ekonomi yok, siyaset yok, futbol yok; yok oğlu yok... Onların yerine hayatın anlamı üzerine düşünmek var, yaşamak ne güzel şey kardeşim demek var, yaşlandığını kabul etmek var...

Tüm okuyucularımın mübarek Kurban Bayramı’nı kutluyorum.

Yazının devamı...

G-20 sonuçları

Uzun bayram tatili öncesi son iki iş günü heyecanlı geçti. Ödemeler dengesi ve istihdam verileri yayınlandı. Para Politikası Kurulu’nun kararları ciddi bir sürpriz yarattı. En önemlisi G-20 ülkelerinin Kore’de yaptığı toplantının sonuç bildirgesi açıklandı.

Eylül’de cari işlemler açığı 4.1 milyar dolar çıktı. Piyasa 3.5 milyar dolar civarında bekliyordu. Dış dengedeki bozulmanın giderek hızlandığına işaret ediyor. Yıl sonunda dış açığın karamsar tahminleri bile aşması ihtimali artıyor. Ayrıntısına bakarız.

TÜİK’in yayınladığı Ağustos istihdam ve işsizlik verileri de beklenenden kötü geldi. Takvim ve mevsim etkisini temizlenince Temmuz’a kıyasla istihdamda düşüş, işsiz sayısında artış var. Hayra alamet değildir. Eylül verisi önem kazanıyor.

Merkez Bankası gecelik borçlanma faizini 4 puan indirerek yüzde 1.75’e çekti. Tarihin en düşük faizidir. Piyasa çok şaşırdı.

Aynı anda bankaların TL mevduatı karşılık oranını 0.5 puan yükseltti. Para politikası gevşedi mi yoksa sıkıldı mı? Para politikası üstüne bir yazı dizisi zamanı geldi.

G-20 yararlıdır

G-20’lerin Seul’deki toplantısı günlerdir dünya medyasını meşgul ediyor. Bir yanda Fed’in dünyaya saldığı dolar likiditesi var. Öte yanda kur savaşları muhabbeti sürüyor. Dünya rezerv parası tartışmasını ben de yakından izliyorum.

Toplantılar Cuma günü sona erdi. Müzakereler hakkında zaten epey bilgi sızmıştı. Hangi ülkenin neyi savunduğu ve kimin neye karşı çıktığı az çok biliniyordu. Gene de sonuç metinlerini internetten indirip okudum.

Bu tür toplantıları değerlendirirken özen gerekiyor. Medya siyah-beyaz kontrastını sever. Halbuki hakikat grinin tonları arasında bir yerlerde gizlenir.

G-20’yi genelde yararlı buluyorum. Küresel dengesizliğin çözümü ancak küresel düzeyde politika eşgüdümü ile gerçekleşebilir. Bunu sağlamak için büyük ülkelerin öncülüğü şarttır. Başka türlü olamaz.

Ama her ülke önceliği kendi tanımladığı milli çıkarlarına verir. Bunlar sık sık çelişir. Orta yolu bulmayı sağlayacak mekanizmalar ise halen mevcut değildir. Dolayısı ile kısa dönemde somut sonuçlar almak adeta imkansızdır.

Bilek güreşi sürüyor

Kore’deki G-20 toplantısı bir fiyasko mu? Eskiler “Dağ fare doğurdu” derler. Anglosakson medyadaki hava biraz oydu. Yuan’ın değer kazanmasına odaklanan ABD bakışını yansıtıyor. Ama Çin direnmeye devam ediyor.

ABD ile Çin arasındaki ‘bilek güreşi’ni epeydir vurguluyoruz. Fed’in parasal genişleme kararı için “ABD resti çekti” dedik. Aynı anda taraflar müzakereleri de doğal olarak sürdürüyor. Güç savaşlarının toplantı masasında bitmediğini lütfen unutmayın.

Bence toplantı fiyasko değildir. Küresel ekonomiyi yakından ilgilendiren diğer pek çok konuda önemli işbirliği adımları atıldı. IMF reformu bunlardan biridir. Finansal sistemden çevre kirliliğine, başkaları da vardır. Toplamda bilanço olumludur.

Yazının devamı...

Dünya rezerv parası

Geçen haftayı hareketli geçirdim. Üç ayrı ilde farklı kesimler önünde konuşma fırsatını buldum. Toplantılar benim için de yararlı oluyor. İzleyicilerden gelen sorular vatandaşın özellikle hangi konulara ilgi duyduğunu gösteriyor.

Kriz sonrasında ekonomiye bakış da değişti. Örneğin eskisi kadar döviz kuru sorusu gelmiyor. Dış açığın büyümesi korkutuyor. Ama aşırı vatandaş değerli TL konusunda kadere boyun eğmiş. “Ne yapalım, böyle...” noktasına gelmiş.
Buna karşılık küresel ekonomi ile ilgili tedirginlikte çok belirgin bir artış var. ABD Merkez Bankası 600 milyar dolar ek tahvil alacağını yeni açıklamıştı. Haklı olarak doların rezerv para statüsünü nasıl etkileyeceği merak ediliyor.

Uzun süredir anlatıyoruz. Küresel ekonominin temel zafiyeti son yirmi yılda oluşan reel dengesizliklerdir. Bu süreçte dünya rezerv para sisteminin büyük sorumluluğu vardır.

Bugün de yeni dengesizlikleri beslemeye devam etmektedir.

Fed’in bilançosu

Mali krize ve tetiklediği resesyona ABD yönetiminin iktisat politikası tepkisi sert (saldırgan) oldu. Mali kesimi kurtarmak için likiditeyi, yükselen işsizliğe karşı bütçe açığını rekor düzeylere taşıdı. 1929 benzeri bir felakete izin vermedi.

Likidite artışına günlük dilde para basma deniyor. Teknik anlamda tam da öyle değil. En azından dolaşımdaki banknot miktarında anlamlı bir artış görülmüyor. Büyük ölçüde kaydi para şeklini alıyor.

Fed’in ortaya saçtığı likiditeyi en kolay bilançosundan izliyoruz. 2008 yazında, krizden az önce, Fed’in bilanço toplamı 900 milyar doların altında seyrediyordu. 1913’te kurulduğunu hatırlatalım.

Sonraki birkaç ay içinde bilanço aniden patladı. 2008 sonbaharında 2 trilyon doları aştı. Kasım başı sayılarına baktım. Fed’in aktif (ve pasif) büyüklüğü 2.34 trilyon dolar. Bunan 1 trilyon doları dolaşımdaki banknotlar, gerisi kaydi (rezerv) paradır.

Bilançonun kalitesi de de değişti. Eskiden aktifte sadece Hazine tahvilleri olurdu. Şimdi 1.1 trilyon dolar özel kesimin sorunlu “mortgage” kağıtları var.

Doların gücü

Bu noktada gündeme çok haklı bir soru geliyor. Bu bilançoya ramen dolar neden hala dünya rezerv parası özelliğini koruyor? Yerine euro ya da yen ya da başka bir para birimi geçemiyor?

Akla hemen ABD’nin askeri gücü gelebilir. Halbuki rezerv para için kritik olan devlet tahvili piyasasının hacmi ve derinliğidir. Çünkü ülkeler uluslararası rezervlerini devlet tahvillerinde tutar. Bu konuda ABD rakipsizdir. 8 trilyon dolar dünya döviz rezervinin 4 trilyon doları doğrudan, 1 trilyon doları dolaylı yollardan ABD devlet tahvillerinde yatıyor. Bu paranın gidebileceği hacimde bir başka tahvil piyasası yoktur.

Örneğin Euro Bölgesi’nin temel göstergeleri ABD ile eşdeğerdir. Ama devlet tahvili piyasaları millidir. Bu bölünme dünya rezervi için gerekli hacim ve derinliğin oluşmasını engelliyor. Aynı sorun yen, yuan, vs . diğer aday para birimleri için de geçerlidir.

Velhasıl doları tahtından indirecek bir para birimi gözükmüyor. Dolayısı ile çözüm uluslararası (uluslarüstü) rezerv para sistemini gerektiriyor. ABD onaylarsa...

Yazının devamı...

Karınca ile Ağustos böceği

Sanayi üretimi Eylül verileri dün TÜİK tarafından yayınlandı. Artış piyasa beklentisinin biraz altında çıktı.

Takvim ve mevsim etkisi temizlendikten sonra Ağustos’a kıyasla toplam üretimde yüzde 0.4 azalış ama imalat sanayinde yüzde 0.2 artış var.

Üçüncü çeyrekte artış toplam sanayide yüzde 10, imalat sanayinde yüzde 10.3 oluyor. Bu durumda üçüncü çeyrekte büyüme hızı yüksek çıkacaktır. Revizyon yapmaya zamanım olmadı ama yıl sonu büyümesi de yukarı yönde etkilenir.

IMF’de yapısal değişim için nihayet düğmeye basıldı.

Reformu küresel ekonominin gerçekleri zorluyor. Gelişen ülkelerin yönetimde daha güçlü temsil edilmesi kaçınılmazdı. Türkiye’nin de payı yükseldi. Neyse ki IMF’le anlaşma yapılmadı; garip kaçardı.

Bugün dünya rezerv para sistemini yazmaya niyetlenmiştim. Ama e-postama komik bir mesaj düştü. Karınca ile ağustos böceği hikayesi iyi bilinir. Seveceğinizi umuyorum.

Çin yazımı

Karınca bütün yaz çalışır, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği de yan gelir yatar ve karıncayla alay eder. Yazı vur patlasın çal oynasın geçirir. Ve kış gelir...

Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken, Ağustos böceği açlık ve soğuktan iki gün sonra ölür.

Fransa yazımı

Karınca bütün yaz çalışır, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği de yan gelir yatar ve karıncayla alay eder. Yazı vur patlasın çal oynasın geçirir.. Ve kış gelir...

Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı sıcacık geçirmeye hazırlanırken kapı çalar. Bakınca karşısında elinde bavulu ile Ağustos böceğini görür.

“N’aber aptal komşum? Ben kışı geçirmek için Karaib Adaları’na gidiyorum da, bir isteğin var mı sorayım dedim. Hadi bana eyvallah.”

Türkiye yazımı

Karınca bütün yaz çalışır, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği de yan gelir yatar ve karıncayla alay eder. Yazı vur patlasın, çal oynasın geçirir. Ve kış gelir...

Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken, Ağustos böceği bir basın toplantısı düzenleyerek, “Etrafta onca aç ve üşüyen varken, karıncalar nasıl bir vurdum duymazlıkla sıcacık yuvalarında yaşayabiliyorlar” diye olayı kamuoyunun vicdanına sunar.

TV kanalları ve gazeteler zavallı aç ve açıktaki Ağustos böceği ile karnı tok sırtı pek karıncanın resimlerini yan yana yayınlayarak tarafları tartışmaya davet eder. Ülke olayın şokunu yaşamaktadır. “Devlet nerede?” diye sorulur.

Konu hükümete yansır. Başbakan “Daha önceki hükümetler tarafından bunca yıldır sorunları göz ardı edilen değerli Ağustos böceği kardeşlerimizin bundan böyle huzur ve refah içerisinde yaşamaları için gerekenler yapılacaktır” der.

Muhalefet ise “hükümetin uyguladığı yanlış politikaların vatandaşı perişan ettiğinin bu son örneği karşısında tepkisi” açıklar. Olay siyasi gündemin tepesine oturur.

Magazin programlarında bile karınca ve Ağustos böceği tartışılır.

En sonunda karınca gözaltına alınır ve yargılanmasını beklemek üzere hapse girer. Ağustos böceği ise onun evine yerleşir, yiyeceklerine konar, eşyalarının üzerine yatar.

Refah içerisinde gül gibi bir kış geçirir...

Yazının devamı...

Enflasyon muhabbeti

Geçen yazıda Ekim sayılarından hareketle tüketici enflasyonunu değerlendirdim. Sevgili Ege Cansen hemen topa girdi. Olaya bakışını dün Hürriyet’te açıkladı. Doğrusu bekliyordum, yazarken Ege’yi düşünmüştüm.

Fiyatların günden güne gözle görülür şekilde yükseldiği hallerde enflasyonun ölçülmesi ile ilgili sorunlar önemini kaybediyor. Türkiye 1970 sonrasında bu süreci yaşadı. Yüzde 60’larda seyreden enflasyonda nüansları tartışmanın anlamı kalmıyor.

Örneğin yıllık enflasyonun yüzde 60’dan 63’e çıktığını düşünelim. 3 puanlık artış söz konusudur. Geçmiş deneyimlerden olağan hata sınırları içinde kabul edileceğini, piyasaların yada para otoritesinin tepki vermeyeceğini biliyoruz.

Düşük enflasyon halinde durum çok farklıdır. Yıllık enflasyon yüzde 3’ten 6’ya tırmanınca artış gene 3 puandır. Ama enflasyon iki katına çıkmıştır. Kamuoyunu tedirgin eder. Haklı olarak sorgulanır.

“Geçim maliyeti”

Tüketici fiyat endekslerinin kökeninde fiyat hareketlerinin, özellikle ücretli kesimin reel gelirine etkisini saptama arayışı yatar. Amaç nominal gelir değişiminin yaratabileceği optik yanılgıları engellemektir.
Ege’nin bu noktada önemli bir eleştirisi var. Yeni bir kavram yerine Türkçe’de zaten sık kullanılan “hayat pahalılığı” kavramından yararlanmak istedim. Bana derdimi anlatmaya yeter gibi geldi.

İngilizce “cost of living” deniyor. Türkçe tam karşılığı “geçim maliyeti” olur. Ege haklıdır. Hayat pahalılığı gelir ve fiyatların mutlak düzeyine aittir. Örneğin düşük gelirliler için sıfır enflasyonda bile hayat pahalıdır.

Hazır ayrıntıya girdik, nisbi fiyat değişimlerinin yarattığı bir başka sistematik ölçüm hatasına işaret edelim. Güncel bir örnek: Domates fiyatı zıplıyor. TÜFE’ye göre geçim maliyeti domatesin tüketici bütçesindeki payı oranında artıyor.

Gerçekçi değildir. Çünkü domates tüketimi kısılır. Bütçedeki payı azalır, sıfıra inebilir. Yani endeks hesaplanırken domates tüketiminin sabit tutulması bizi yanıltıyor. Nisbi fiyat değişiminin geçim maliyetine etkisini abartıyor. Literatürde “ikame etkisi” denir.

Faiz kararı

Gelelim para politikasına. Domatesi vuran hastalık fiyatı zıplatıyor. TÜFE yani enflasyon yükseliyor. Merkez Bankası taraf oluyor. Enflasyonla mücadele için para politikasının sıkılması gündeme geliyor.

Ne yapacak? Sıkacak mı? Toplam arz-talep dengesini sadece TÜFE’ye bakarak değerlendiriyorsa toplam talebi düşürecek tedbirleri devreye sokması gerekiyor. Gerisini biliyoruz. Faizi arttıracak.

Ancak yüksek faiz büyümeyi yavaşlatacak, TL’ye daha da fazla değer kazandıracak vs. Bu zor kararı almadan önce domates fiyatının diğer fiyatları nasıl etkilediğine bakıyor. “Çekirdek enflasyon” düşük çıkınca fiyatlama davranışlarının değişmediği sonucuna varıyor ve faize dokunmuyor. Bence de doğru olanı yapıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.