Şampiy10
Magazin
Gündem

İrlanda omleti

Gelişen piyasalar haftanın ikinci yarısını tedirgin geçirdi. Sermaye girişinin aniden teklemesi borsaları ve kurları vurdu. Türkiye de payını aldı. İMKB düştü. Kısa süre için de olsa dolar 1.50 TL’yi geçti. Sepet kur (0.5 dolar+0,5 euro) 1.75 TL’ye yükseldi.

Cuma günü üçüncü çeyrek milli gelir verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Üçüncü çeyrekte piyasa yüzde 6 ve üstünde büyüme öngörüyordu. Ama büyüme yüzde 5.5 geldi. Ben yüzde 5.3 tahmin etmiştim. Şanslı günüm olmalı, tutturdum sayılır.

Ayrıntıların bir bölümü gazetelerde yayınlandı. Ekonomi gazeteciliği geliştikçe iktisatçı köşe yazarının işi de zorlaşıyor. Tekrardan kaçınmak için ortalığın durulmasını bekleyeceğim. Elbette söyleyeceklerim var.

Karakış nihayet İstanbul’a geldi. Yağmur, fırtına, soğuk, kimsenin canı evden dışarı çıkmak istemiyor. Ben de Pazar yazısını hafiflettim. Bir: Bilinen bir fıkrayı İrlanda’ya uyarlamışlar. İki: Siyaset yumurtaya odaklanınca yumurta fiyatlarını ilginç oldu.

İrlandalı genç finansçı

Genç Paddy bir özel bankada çalışmaktadır. Kırda dolaşırken rastladığı çiftçiden 100 euroya bir eşek alır. Parayı peşin verir ve eşeği ertesi gün teslim alacağını söyler. Ama ertesi gün gittiğinde çiftçi üzgündür: “Evlat, mahçubum, dün gece eşek öldü...”

Paddy 100 euroyu ister. Çiftçi ellerini havaya kaldırır: “Maalesef ödeyemem, eşeğin öleceğini ne bileyim, parayı dün harcadım”. Paddy çiftçiden ölü eşeği ister. Şaşıran çiftçi ölü eşeği ne yapacağını sorar. Paddy, piyangoya koyacağını söyler.

Çiftçi şaşkındır: “Yahu ölü eşeği nasıl piyangoya koyabilirsin?” Paddy, “Sen onu bana bırak ama ağzını sıkı tut, kimseye eşeğin öldüğünü söyleme” der ve eşeği arabasına yükler.

Bir ay sonra gene karşılaşırlar. Çiftçi: “Benim ölü eşeğe ne oldu?” Paddy, “Sana söylemiştim, piyangoya koydum. 2 eurodan 500 kişiye bilet sattım. 898 euro kar ettim.”

Çiftçinin aklı almaz, “Kimse şikayet etmedi mi?” Paddy, “Piyangoyu kazanan huysuzlandı ama ona da 2 eurosunu geri verdim, biraz söylenip gitti”.

Paddy şimdi İrlanda Merkez Bankası’nın yükselen yıldızıdır.

Yumurta fiyatları

Salı günü domates fiyatlarını bir grafik üstünde gösterdim. TÜİK sitesinden verileri indirirken gözüm başka maddelere de takıldı. Nasıl olsa bir sebep çıkar, şunlara da bakmalıyım diye kendime not düştüm. Fazla beklemem gerekmedi. Türkiye’nin gündemine yumurta atılıverdi.

Kuruş/Adet olarak yumurta fiyatlarının 2005’den bu yana seyri grafikte yer alıyor. Daha az dalgalanan çizgi fiyatların eğilimini gösteriyor. En düşük fiyat Ocak 2006’da: 10 kuruş. Zirveye Aralık 2008’da tırmanıyor: 25 kuruş. Son dönemde 20-25 krş. arasında gidip geliyor.

Neden yumurta fiyatı domates kadar çok dalgalanmıyor? Domates üretiminde küçük çiftçilerin payı yüksek. Geleneksel tarım ürünlerine benziyor. Yumurtada ise büyük tavuk çiftlikleri hakim. Yani aslında sanayi teknolojisi ile üretiliyor.

Şimdi protesto siyasetinden ek yumurta talebi geliyor. Medya hiç durmadan omlet, rafadan, sahanda, menemen, vs. bedava yumurta reklamı yapıyor. Vatandaşın da canı yumurta çekmiştir. Bu durum yumurta talebini ve fiyatını etkiyecek mi? Aralık sonunda bakarız.

Not: Kahvaltıda kendime güzel bir kaşar peynirli omlet yaptım. Yaşasın!

Yazının devamı...

Finansal İstikrar Raporu

Euro üstündeki kara bulutların dağılacağı yok. IMF’e göre 750 milyar euroluk destek yetersiz kalıyor. Almanya ise “Benden başka para beklemeyin” demeye getiriyor. İlginç olan, mali piyasaların tedirginliğine rağmen paritenin 1.30’da direnmesidir.

Küresel spekülatörlerin yeni gözdesi hammaddeler mi? Altın zirveden döndü ama hâlâ 1.400 doların üstünde. Ucuz ve bol likidite serseri mayın gibi ortalıkta dolaşıyor. Bir yerlerde balonlar oluşması kaçınılmaz duruyor.

Ekim sanayi üretimi TÜİK tarafından açıklandı. Yıllık artış toplam sanayide yüzde 9.8 , imalat sanayiinde yüzde 11.3 oldu. Beklenenden yüksektir. Takvim ve mevsim etkisi temizlenince eylüle kıyasla toplamda yüzde 3.1 , imalat sanayiinde yüzde 3.7 artış var.

Son çeyrek büyüme hızı açısından çok olumlu haberdir. Cuma günü üçüncü çeyrek milli geliri yayınlanıyor. Tahminlerde revizyona gitmeden onu bekliyorum. 2010’da büyüme rekoru kırılması ihtimali güçleniyor.

Yeni duyarlılık

Merkez Bankası’nın hazırladığı Finansal İstikrar Raporu çıktı. Rapor yılda iki kez yayınlanıyor. Merkez Bankası’nın, başta bankacılık, mali kesime bakışını özetliyor. Sektörün güçlü ve zayıf yönlerini değerlendiriyor.

Şimdiye kadar bu rapora bir göz atmakla yetinirdim. Çünkü enflasyon hedeflemesi rejiminin iki esas metni var. Enflasyon Raporu üç ayda bir yayınlanıyor. Yıllık Para ve Kur Politikası yıl sonunda çıkıyor. Her an bekliyoruz.

Bu yıl için değişiklik işaretleri geliyordu. Merkez Bankası bir süredir dış açıkta ve kredi hacminde hızlı artıştan mutsuzluğunu özellikle belirtmeye özen gösteriyor. “Finansal istikrar” kavramı özellikle vurgulanıyor.

Yeni duyarlılık para politikasına da yansıdı. Banka kredilerindeki hızlı artışı sınırlamaya yönelik tedbirler devreye sokuldu. Özellikle bankaların Merkez Bankası’nda tuttukları zorunlu karşılıkların oranı yükseltildi.

Bu tavrın bir şekilde Finansal İstikrar Raporuna da yansıyacağını düşünüyordum. Yanılmamışım. Benim bildiğim kadar ilk kez rapora para politikasının muhtemel seyri hakkındaki görüşler de eklenmiş.

İki hedef-iki araç

Yenilik bizzat hedefleri değiştiriyor Geçmişte para politikasının temel hedefi fiyat istikrarı yani enflasyondu. Merkez Bankası bunu her fırsatta hatırlatırdı. Şimdi hedef ikiye çıktı. Sanırım tahmin ettiniz; diğer hedef olarak finansal istikrar seçiliyor.

İktisat politikasının temel kuralıdır. Hedef kadar araç gerekir. Rapor net şekilde enflasyonun hızlanması halinde faizin yükseleceğini tekrarlıyor. Fiyat istikrarının temel aracı faiz oluyor. Ya finansal istikrar? Rapor “faiz-dışı araçlar” diyor.

Yeni tavır, geliştirilen politika senaryolarına yansıyor. Bunlardan biri çok ilginç. Olasılığı yüksek senaryo hem faiz indirimi, hem kredilerin kısılması ile çalışıyor. Daha açık söyleyelim. Faiz düşerken para politikası sıkılıyor.

Fevkalade önemli bir gelişmedir. Para politikası anlayışında ciddi bir değişim anlamına geliyor. Doğal olarak, ayrıntılarda gizlenebilecek şeytanları aramak gerekiyor. Diğer metinler çıktıktan sonra geri döneceğim.

Yazının devamı...

Domates fiyatları

Dünya borsaları yatay seyrediyor. Batı ülkelerinde Noel tatili ve yılbaşı yaklaştı. Çalışanların primleri yıl sonu kapanış değerlerinden çok etkilenir. Son bir yükseliş olabilir mi? Bu gergin ortamda pek ihtimal vermiyorum.

Euro bölgesinde çıkar çatışmaları şiddetlendi. Borçlanmakta zorlanan üyeler herkesin birbirine kefil olacağı euro tahvilleri istedi. Bekleneceği gibi Almanya sert tepki gösterdi. Müşterek euro tahvili projesini veto etti.

Öte yandan euro dolar karşısında değer kazanıyor. Parite tekrar 1.34’e geldi. Altın ise 1.400 dolar sınırını da aştı. Mali piyasaları anlamak gerçekten çok zor. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” denir.

Bu hafta iki önemli gösterge yayınlanıyor. Yarın ekim sanayi üretimi çıkıyor. Son çeyreğin ilk üretim verisidir. Cuma günü ise üçüncü çeyrek milli geliri açıklanıyor. Büyüme hızını ve ayrıntılarını merakla bekliyoruz.

TÜİK yayınlıyor

Enflasyon muhabbeti bitmiyor. Pazar günü enflasyonun üç alt göstergesine baktık. Gıda fiyatlarında büyük dalgalanma olduğunu, buna karşılık kirada ve talep koşullarına duyarlı kalemlerde enflasyonun çok düşük kaldığını gösterdik.

Yazının soyut kaldığı akşam bir sohbette ortaya çıktı. En yakından eleştirildim. Laf döndü dolaştı domates fiyatlarına takıldı. Kendi kendime “tamam, bir domates yazısı şart oldu” dedim.

Neyse ki tüketici sepetinde yer alan tüm maddelerin fiyatları TÜİK veritabanında var: www.tuik.gov.tr/tufeapp/Madde_Fiyat_Rapor.do . Ocak 2005’te başlıyor ve günümüze geliyor. Domates fiyatı TL/Kg veriliyor. Farklı kent ve bölgelerde fiyat değişiyor.

TÜİK sayılarını düşük bulanlar hemen itiraz edecektir. Acele etmeyin. Bir: Bunlar Türkiye’nin tümünde domates fiyatını yansıtıyor. İki: Her ayın fiyatı ay içi fiyatların ortalamasıdır. Üç: Lüks marketler kadar mahalle pazarlarını kapsıyor.

Domatesin serüveni

Grafikte çubuklar aylık domates fiyatı, kalın çizgi dönemin ortalama fiyatıdır. Ortalama hesabına domates fiyatının çıldırdığı Ekim-Kasım 2010’u bilerek katmadım. Altı yılın ortalama domates fiyatı 1.20 TL çıktı.

Son iki ay hariç, fiyatın 1.20 TL etrafında dalgalandığı çok açıktır. Yaz aylarında fiyat düşüyor. Kış aylarında fiyat yükseliyor. Böyle devam ediyor. Uzun dönemde ise domates fiyatı az çok sabit kalıyor. Fakat 2010 sonbaharında domates fiyatı aniden uçuşa geçiyor.

Son üç ayın beş yıllık fiyat ortalamasına bakıyoruz. Eylül: 0.79 TL; ekim: 1.07 TL; kasım 1.30 TL. Bu yıl ise eylülde iki katına (1.66 TL), ekimde üç buçuk katına (3.53 TL), kasımda iki buçuk katına (2.75 TL) zıplıyor.

Geri planda arz kökenli bir sorun olduğunu biliyoruz. Tarla domatesini bir hastalık vurdu. Üretimde büyük düşüş yaşandı. Fiyatlar zıpladı. Olay bundan ibarettir.

Not: TÜİK’in Türkiye fiyatını düşük bulanlar İstanbul fiyatlarına göz atabilir.

Yazının devamı...

Kasım enflasyonu

Kasım enflasyonu Cuma sabahı yayınlandı. Para Politikası Kurulu’nun son toplantı raporu uyarmıştı. Başta taze sebze ve meyve, gıda fiyatlarında yakın geçmişte yaşanan tırmanışın yerini düşüşe bıraktığını belirtmişti.

Halbuki piyasa tüketici fiyatlarında yüksek artış bekliyordu. Merkez Bankası Beklenti Anketinde Kasım beklentisi ortalama yüzde 0.9 olmuştu. Yüzde 0.4’an altında tahmin yoktu. Ben de yüzde 0.5 gibi nisbeten yüksek bir artış öngördüm.

Sonuçlar Merkez Bankası gerçekçi, piyasanın ise karamsar olduğunu gösterdi. Kasım’da TÜFE değişmedi. Daha doğrusu artış onbinde 3 düzeyinde kaldı. Dolayısı ile gazete manşetlerine “sıfır enflasyon ” şeklinde yansıdı.

Kasım 2009’de TÜFE yüzde 1.3 artmıştı. Dolayısı ile yıllık enflasyon yüzde 7.3’e geriledi. 2010’un en düşük yıllık enflasyonudur. Nisan’da yüzde 10.2’ü ve Eylül’de yüzde 9.3’ü gördüğünü hatırlatalım.

Neden tartışıyoruz?

İlginç şekilde, bu yıl sık sık enflasyonun ayrıntılarına inmek gereğini hissettik. İki neden öne çıkıyor. Gıda fiyatlarında yaşanan artışın etkisi ile yılbaşında enflasyon hızla tırmandı. Çift haneye ulaştı. Haklı olarak enflasyon korkuları depreşti.

Üstelik, aynı tarihlerde iç talepteki canlanma iyice belirginlik kazanmıştı. Özel tüketim kökenli hızlı büyümenin oluşturduğu talep baskısının enflasyonda kalıcı bir artışa yol açacağı düşünüldü. Para politikasının sıkılması gündeme geldi.

Böylece yükselen enflasyonun iki farklı tefsiri ortaya çıktı. Bir yanda fiyat artışının geçici ve arz kökenli olduğunu savunan Merkez Bankası vardı. Ben de bu görüşü paylaşıyordum. Nedenlerini bu köşede anlatmaya çalıştım.

Diğer tarafta mali piyasalar yer alıyordu. Kriz döneminde faizde yaşanan sert düşüş zaten çok şaşırtmıştı. Enflasyon verileri yaz aylarından itibaren faiz arttırının kaçınılmaz olduğu beklintisini güçlendirdi.

Bu süreçte nisbi fiyatların değişmesi, geçinme maliyeti, hayat pahalılığı vs. önemli bir dizi konuyu açma fırsatını bulduk. O açıdan enflasyon tartışmalarının yararlı olduğunu bile söyleyebiliriz.

Üç farklı enflasyon

Karar vericileri kolaylık sağlamak için TÜİK dokuz ayrı Özel Kapsamlı Tüketim Göstergesi hesaplanıyor. Merkez Bankası bunlardan birine (ÖKTG-I) özel önem veriyor. Talep etkisini ölçmek için ben kira kalemini yeterli buluyorum.

Aşağıdaki grafik dikkatli okuyucularıma tanıdık gelecektir. Eylül enflasyonuna bakarken yayınlamıştım (5 Ekim 2010). 2009 başından bugüne üç alt enflasyon endeksinde yıllık değişimi gösteriyor. Dikey eşiği hedefe yakın olması için yüzde 6’da kestim.

Yıllık kira artışı (çubuklar) sürekli geriliyor. Ekim 2009’da yüzde 6’nın altına iniyor. Dört aydır yüzde 4 düzeyinde istikrar kazandı. Aynı şekilde, yıllık ÖKTG-I (alttaki çizgi) 2009 ilkbaharından bu yana yüzde 6’nın altında. İki aydır yüzde 2.5 çıkıyor.

Gıda enflasyonu (üst çizgi) hem daha yüksek, hem büyük dalgaları var. Yıl başında celalleniyor. Yaz aylarını sakin geçiriyor. Sonbaharda tekrar patlıyor. Kasım’da inişe geçiyor. Bundan sonrası? Yeni sürpriz ihtimali yüksektir.


Yazının devamı...

Ekim dış ticareti

Küresel mali piyasalar İrlanda ve Kore şoklarından sonra moral depolamaya çalışıyor. Ortalığa bu kadar çok likidite saçılınca kötümserlik de kısa sürüyor. Nitekim borsalar yatay seyre geçti. Döviz piyasaları da sakinledi. Euro dolar paritesi 1.31’de kaldı.

Euro bölgesinde İrlanda ve Yunanistan’ı kimlerin izleyeceği üzerine polemik sürüyor. Portekiz küçük bir ülke; sorunları artsa bile bölgeye fazla hasar vermez. Dolayısı ile gözler İspanya’ya çevrildi. Abartıldığını düşünüyorum.

Euro bölgesinde çok kritik bir tartışmaya dikkat çekelim. Mali krizde oluşan faturaya borç verenler de katılmalı mı?

Almanya “evet” diye bastırıyor. Mali kesimin bu yönde bir düzenlemeye sıcak bakmadığı çok açık. Bana makul geliyor. Yarın Kasım enflasyonu açıklanıyor. Beklenenden düşük gelmesi ihtimali belirdi. İTO‘nun İstanbul Geçinme Endeksi Kasım’da yüzde 0.3 arttı. Gıda fiyatlarındaki düşüş belirleyici olmuş. Merkez Bankası uyarmıştı.

Veriler

Ekim dış ticareti Salı günü TÜİK tarafından yayınlandı. Dış ticaret açığının yüksek gelmesi bekleniyordu. Beklenenin de üstünde çıktı. Mevcut tehlikeli eğilimin giderek güçlendiği iyice ortaya çıktı.

Kısaca sayıları görelim. Ekim’de ihracat yüzde 9 artışla 11 milyar dolara, ithalat ise yüzde 36 artışla 17 milyar dolara yükseldi. Dolayısı ile geçen yıl 2.7 milyar dolar olan dış ticaret açığı 6.3 milyar dolara tırmandı.

Ekim için tarihin en yüksek ithalatı ve dış ticaret açığıdır. Şaşırtıcı değildir. Geçen yazıda uyarmıştım.

İthalatın ve dış ticaret açığının her ay yeni rekorlar kırmasına alışmak gerekiyor.

İlk on ayda ihracat yüzde 11,4 artışla 93 milyar dolara, ithalat yüzde 31 artışla 148 milyar dolara yükseldi.

Dolayısı ile dış ticaret açığı 25 milyar dolar artarak 55 milyar dolara tırmandı.

Son olarak yıllık toplamlara bakalım. İhracat 112 milyar dolar, ithalat 176 milyar dolar, dış ticaret açığı 66 milyar dolar oldu. Dış ticaret açığı yıl sonunda 70 milyar dolara ulaşacaktır.

Eğilimler

Kısa dönemli eğilimleri saptamak için çıplak verilerde üç işlem gerekiyor. Önce dolar yerine “yarım dolar + yarım euro” döviz sepeti kullanılıyor. Sonra takvim ve mevsim etkileri temizleniyor.

Ekim’de ihracattan nispeten iyi bir haber geldi. Haziran-Eylül arasında ihracat azalmıştı. Ekim’de (Eylül’e kıyasla) yüzde 6.8 arttı. Önceki dört ayın düşüşünü ancak telafi ediyor. Mayıstan ekime ihracat artışı sadece yüzde 1’dir.

İthalat artışı ise giderek hızlanıyor. Ekimde yüzde 8.2 ile ihracatın 1.4 puan üstünde gerçekleşti. Böylece Mayıs-Ekim dönemi ithalat artışı yüzde 18’e ulaştı. Yakın gelecekte bu eğilimin değişmesi için bir neden gözükmüyor.

Yazının devamı...

Büyük sızıntı

İletişim teknolojisindeki tarihi dönüşümün insanoğlunun yaşamını altüst edeceği baştan belli olmuştu. Ancak bu sürecin hangi somut bağlamda gerçekleşeceği bilinmiyordu.

Hep böyle olur. Genel eğilimler doğru saptanır. Ayrıntılar ise şaşırtır.

Akla önce bireyin refahına etkileri geldi: bilgisayarlı cep telefonları, akıllı evler, sosyal paylaşım siteleri, internet alışverişi vs. Vizyon sahibi müteşebbisler hızla yeni ürünleri güncel yaşama taşıdı. Bugün Amazon’suz, iPhone’suz bir dünyayı tahayyül etmek bile zor.

Siyasetin de bu dönüşümün kapsama alanına gireceği çok açıktı. On beş yıl öncesini, internetin ilk günlerini, ortalıkta dolaşan ütopyaları hatırlayın. Özellikle modern toplumun tanımlayıcı kurumlarından temsili demokrasiyi tasfiye etmesi öngörülüyordu.

Mantık basitti. Yeni teknolojiler vatandaşa toplumsal kararlara doğrudan katılma olanağını veriyordu. Artık siyaseti temsilcileri aracılığı ile götürmesine gerek kalmamıştı. Doğrudan demokrasi çağı gelmişti.

Şeffaflık devrimi

Ama öyle olmadı. Şimdi olayı daha iyi görebiliyoruz. ABD gibi siyasi yapısı bu yönde evrime müsait ülkelerde bile doğrudan demokrasi vatandaşı cezbetmedi. Toplumsal yönetimi birilerine devretmenin rahatlığı tercih edildi.

Dolayısı ile siyasi devrim beklenmedik bir köşeden vurdu.

Karar alma tekelini elinde tutanların en büyük gücüne saldırdı. İktidar sahibi olmayı tanımlayan unsurların belki de en önemlisini, gizlilik duvarını tuzla buz etti.

Lafı uzatmayalım. İleşitim teknolojisindeki gelişmelerin siyasette yarattığı kalıcı devrimi “şeffaflık” sözcüğü özetliyor. Devletin içinin sıradan vatandaşların seyrine açılmasının önemini ne kadar vurgulasak azdır.

Türkiye’nin yakın geçmişi iyi örnektir. Dinlenen telefonların, internete düşen belge, ses bandı ve videoların, ele geçen CD ve sabit disk arşivlerinin vs.

Türkiye siyasetini kökten değiştirdiği çok açıktır.

Daha yolun başında olduğumuzu unutmayalım. İktidar sahipleri ellerindeki bütün olanaklarla şeffaflığa karşı mücadele edecektir. Beyhudedir. Toplumun dişine bir kere kan değdi. Kamuda gizlilik olgusu bitmiştir.

WikiLeaks

İnternette biraz dolaştım. Wiki: Hawai dilinde “hızlı”.

İnternet ansiklopedisi wikipedia’nın (hızlı ansiklopedi) kurucusu Larry Sanger tarafından tanıştırıldık. Leaks: İngilizce sızıntı, kaçak vs. demek. Birleştirince “hızlı sızıntı” oluyor.

WikiLeaks tarafından açıklanan son ABD belgeleri bence insanlık tarihinde önemli bir anı simgeliyor. Geçmişte devletin iç yazışması savaşta mağlubiyet ya da köklü rejim değişikliği dışında gizli kalırdı. İktidarı kullananlar bunu bilmenin güveni ile davranırdı.

WikiLeaks bu geleneği bitirdi. İktidar sahiplerinin toplumla aralarına inşa ettikleri gizlilik duvarını yıktı.

Siyasi devletçiliğe uzun tarihinin en büyük darbesini vurdu. Doğrusu bu gelişmeden fevkalade mutluyum. Devamını heyecanla bekliyorum.

Yazının devamı...

Milli gelir arttı mı?

Küresel mali piyasalarda İrlanda ve Kore’nin tetiklediği gerginlik sürüyor. Euro 1.32 dolara geriledi. Borsalar yönünü aşağı çevirdi. İMKB endeksi 66 bin sınırına, dolar 1.50 TL sınırına dayandı. Önümüzdeki hafta da parlak durmuyor.

Ayın sonunda öncü göstergeler yayınlanıyor. Ekim’de tüketici güven endeksi yüzde 1.5 düştü. Hızlı büyümenin devam etmesi için tüketimde tutukluk yaşanmaması kritiktir. Tek gözlemden sonuca gitmek yanlış olur.

Kasım kapasite kullanımı yüzde 75.9 çıktı. Ekim’e kıyasla küçük bir artış var (0.6 puan). Kriz öncesinde kapasite kullanımı yüzde 80’lerde seyrediyordu. 5 puan aşağıda istikrar kazanmışa benziyor.

Kasım reel kesim güven endeksi 107.6 oldu. Ekim’e kıyasla 0.4 puan artış görülüyor. Ancak yaz aylarında daha yüksek düzeylerde çıkıyordu. Yatay bir döneme girildiği işaretleri artıyor.

Bir kalem darbesi...

Cuma günü bütün gazetelerde ilginç bir haber yer alıyordu. Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen 2011 Yılı Programı Resmi Gazete’de yayınlanmış. Bu çerçevede 2010 yılı kişi başına milli geliri yeniden hesaplanmış. 2.354 dolar artmış.

En güzel manşeti Milliyet’te gördüm: “Bir kalem darbesi ile nasıl zengin olduk”. Önce “Hayrola, ne oluyor!” dedim. Haberin ayrıntısını okuyunca durumu kavradım. Kendi kendime Pazar’a yazı konusu çıktı diye sevindim.

Türkiye’de devletin hesapladığı tüm verilere şüphe ile yaklaşılır. Eğitimli kesimler arasında bile hükümetin sayılarla oynadığı görüşü yaygındır. Vatandaş enflasyonun açıklanandan daha yüksek, büyümenin daha düşük, vs. olduğuna kesinlikle emindir. Ekonomik faaliyetleri doğru ölçmekte karşılaşılan sorunlara fırsat buldukça değiniyoruz. En çok enflasyon ve milli gelir hesapları gündeme geliyor. İkisinin de teknik ve kavramsal zorlukları vardır. Ölçme hatalarına açıktır.

Ancak, ölçme hatası başkadır, sayıların bilerek tahrifi başkadır. Açıkça söylemek istiyorum. TÜİK, DPT, Merkez Bankası, vs. veri üreten kurumlara bu açıdan güveniyorum. Aksine bir işarete şimdiye kadar raslamadım.

Hesap tutuyor

Ev ödevimi yaptım. Satınalma gücü paritesine (SAG) göre kişi başına milli geliri Dünya Bankası hesaplıyor. Veri tabanına giriş serbest (http://daha.worldbank.org ). 2009 sayıları da eklendi.

Satınalma gücü paritesi ile iki ayrı seri var. Cari fiyatlarla olan ABD enflasyonundan etkileniyor. O nedenle ayrıca 2005 yılını baz alan sabit fiyatlı bir seri yayınlanıyor. Karşılaştırma için cari kurdan kişi başına gelire de baktım.

Tabloda 2002 ve 2009 Dünya Bankasından, 2010’un SAG Cari Fiyat ve Cari Kuru 2011 yılı programından alındı; SAG Sabit Fiyat verisini ben hesapladım. Son iki sütun 2010’da ve 2002-10 arasında % değişimi gösteriyor.

2010’da cari fiyatla artış yüzde 11’dir . Ekonomi yüzde 8 büyüyor; nüfus artışı yüzde 1 civarında; TL dolara karşı yüzde 3.6 değer kazandı. Yani gerçekleşme 15.400 doların üstüne çıkabilir.

Tablo cari fiyatlarla (ve cari kurla) hesapların gerçeği nasıl saptırdığını da gösteriyor. 2002-10 arasında sabit fiyatla kişi başına milli gelir artışı yüzde 30’dur. Yüzde 194 (cari kur) ya da yüzde 84 (cari fiyat) diye iddia etmek saçmalıktır. Bilginize...

Yazının devamı...

Üçüncü çeyrekte kamu borcu

Mali piyasalar İrlanda şokunu nispeten hafif atlatmışa benziyor. Doğal olarak borsalarda bir miktar hasar bıraktı. Kore gerginliği ile birleştiği için tam ayırt edemiyoruz.

Neticede döviz piyasalarında dolar değer kazandı. Parite 1.33’ü gördü.

İrlanda krizi iktisatçıların ilgisini çekiyor. İrlanda otuz yıldır Avrupa’nın en başarılı ekonomisi idi. Kısa sürede, kişi başına gelir ve refah liginin tepesine tırmandı. “Kelt mucizesi” diğer ülkelere örnek gösteriliyordu. Bu hallere nasıl düştü? Hoş bir bilmece.

Kredi değerlendirme kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu gıdım gıdım yükseltiyor.

Bu iş iyice komediye dönüştü. Türkiye’nin temel göstergelerini başka ülkelerle (İrlanda?) karşılaştırmak yeterlidir. Adama ‘günaydın’ derler.

Medyada sürekli Türkiye’nin yaşadığı tüketim çılgınlığına örnekler yayınlanıyor. Türkiye’den gelen yüksek talep lüks otomobilde Noel tatilini kısaltmış... Monaco’dan İstanbul’a her sabah uçakla şekerleme yollanıyormuş... Hayra alamet değildir.

Sıkı maliye politikası

İrlanda tartışmaları bütçe açığına ve kamu borcuna odaklanıyor. Hükümet bir yandan vergileri artırırken aynı anda harcamalarda radikal kısıntılara gidiyor. Böylece kamu borcundaki hızlı artışı en azından durdurmaya çalışıyor.

Yazı arşivime baktım. Aylardır bütçeyi ve kamu borcunu ihmal etmişim. Daha doğrusu gerek görmemişim. Çünkü bugün itibariyle Türkiye’nin kamu maliyesinde bir sorun yok. Yakın gelecekte de görülmüyor.

Ayrıntılarına daha önce bakmıştık. 2008 sonu ve 2009 ilk yarısındaki sert küçülme döneminde maliye politikası gevşetilmedi. Hatta 2009 sonunda ufak çapta bir sıkılaştırmaya gidildi. Dünyada örneği çok azdır.

Maliye politikasının ne ölçüde sıkı ne ölçüde gevşek olduğunu izlemenin bir yolu kamu borcunun seyrine bakmaktır. Hatırlatalım. Tanım gereği, bütçe açığı borç artışına eşittir. Başka türlü olması mümkün değildir.

Eylül sonu itibariyle merkezi yönetim brüt borç stoğunu Hazine yayınladı. Bütün kamu kesimini kapsamıyor. Onun için gecikme ile açıklanan net borç stoğunu bekliyoruz. Ama sık kullanılan “AB tanımlı borç stoğu ” ile az çok aynıdır.

Reel borç sabit

Arşive bakarken uzun süredir tablo ve grafik kullanmadığımı da fark ettim. Özleyen okuyucularım olabileceğini düşündüm. 2001, 2009 ve Eylül 2010 verilerini bir tablo halinde aşağıda veriyorum.

İlk üç sütun cari borç tutarlarıdır. Dördüncü sütun Eylül’de brüt kamu borcunun TL ve döviz arasında dağılımıdır. Dörtte üçü TL, dörtte biri döviz cinsinden çıkıyor. Son iki sütunda borcun reel değişimi yer alıyor. Enflasyondan TÜFE ile arındırıyorum.

2010’un ilk çeyreğinde reel borç stoğunun sabit kaldığı görülüyor. Aynı dönemde bütçenin reel açık vermediği anlamına gelir. 2001’e kıyasla daha da çarpıcı bir sonuç ortaya çıkıyor. Reel borç yüzde 2 azalıyor. Dokuz yılın toplamında bütçe fazlası demektir.

Mevcut faiz düzeyinde yabancıların TL tahvillerini neden çok sevdiklerini tablo çok iyi özetliyor.

2001 Yıl 2009 Yıl Sep-14 Dağılım 2010 reel 2010-2001

milyar TL Sonu Sonu değişim (%) reel değişim (%)

Toplam TL Borcu 79 313 339 74 3 63

Toplam Döviz Borcu 99 129 122 26 -10 -54

Dış Borç 56 112 113 25 -3 -24

Dövizle İç Borç 44 17 9 2 -50 -92

Toplam Borç 178 442 461 100 0 -2

Dolar kuru (YTL) 1.44 1.51 1.45 -4 1

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.