Şampiy10
Magazin
Gündem

Mayısta enflasyon

Geçen haftanın büyük düşüşlerinden sonra dünya borsalarının nasıl açılacağını merak ediyordum. Son baktığımda dalgalı seyrediyordu. Paritede küçük bir kıpırdama var; 2.24’e çıktı. Öte yandan petrol 95 doları gördü.

Türkiye’nin son dönemde olumlu ayrışması dikkat çekiyor. Küresel çalkantıya rağmen tahvil faizleri son baktığımda yüzde 9.2’ye inmişti. Döviz sepeti de 2.08 TL’nin altını sevdi.

Dün İstanbul’da önemli bir konferans başladı. Merkez Bankası düzenliyor. Konusu: Mali ve Makroekonomik İstikrar: Önümüzdeki Zorluklar”. İngilizcesi “challenge” meydan okumayı ima ediyor. Gözlemlerimi yazmayı umut ediyorum.

Beklenmedik düşüş

Mayıs enflasyon verileri TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa tüketici fiyatlarının yüzde 0.3 artacağını öngörüyordu. Benim ilk tahminim daha yüksekti. Ama son hafta düşük çıkacağını hissettim. Gene de, hiç beklenmedik bir sayı geldi.

Tüketici fiyatları mayısta yüzde 0.2 geriledi. Halbuki geçen yıl yüzde 2.4 artmıştı. Dolayısı ile yıllık tüketici enflasyonu 2.8 puan birden düştü. Nisanda yüzde 11,1’den mayısta yüzde 8.3’e indi.

Merkez Bankası bir süredir yıllık enflasyonun mayısta tek haneye döneceğini her fırsatta söylüyordu. Başkan Başçı’nın konuşmalarından mayıs verisine büyük önem verdiklerini de anlıyorduk.

Önemli bir neden gıda fiyatlarında düşüştür. Örneğin işlenmemiş gıda fiyatları yüzde 4.2 azaldı. Mayıs için rekor olabilir. Taze sebze ve meyvede yıldan yıla büyük farklılıklar gösteren doğa koşullarının etkisini yansıtıyor.

Mayısta çekirdek enflasyon göstergeleri de iyi geldi. Merkez Bankası’nın izlediği ÖKTG-I endeksi yüzde 1.4 arttı. Yıllık çekirdek enflasyonu ise geçen aya yarım puan düşüşle yüzde 7.7’ye geriledi.

Sürpriz değildir

İktisat politikası açısından enflasyonu doğru ölçmenin zorluklarını epeydir hatırlatıyorum. Özellikle nispi fiyat dalgaları ile talep baskısını ayırabilmek çok önemlidir. Kiraları ve berber fiyatlarını o nedenle vurguluyorum.

Geçen ay “enflasyon patladı” tezlerini şöyle eleştirdim (6 Mayıs yazısı). “Dünya ekonomisi yavaşlıyor; AB resesyonda; ABD tekliyor; hammadde fiyatları geriliyor. Türkiye’de iç talep gevşedi, kredi musluğu kapandı, likidite sıkıldı, bütçe disiplini sürüyor. Hangi enflasyon sarmalı? Nerede?”

Mayıs sonuçları 2012 tahminlerimi etkiler mi? Yılbaşında yüzde 6.5 dedim. Sayıların ayrıntısına girmeye vaktim olmadı. Ama ilk bakışta hâlâ makul duruyor. Haziranı bekleyeceğim. Belki biraz aşağıya çekerim.

Yazının devamı...

Yunanistan’a bakıyoruz

Elimde olmayan nedenler bu hafta programımı aksattı. Perşembe yazısı bir gün gecikti; pazar yazısı bir gün erken çıkıyor. Maalesef bazen böyle oluyor. Titiz okuyucularımdan özür diliyorum.

Son dönemde Yunanistan krizini ihmal ettim. Daha doğrusu topa dolaylı girdim. Örneğin Yunanistan seçimlerini siyasi dinamikler açısından inceledim. Euro krizinin AB projesinin siyasi geleceği ile ilişkilerini gösterdim.

Bu aşamada kriz özellikle mali piyasaları hırpalıyor. Dünya borsalarında sert düşüşler yaşanıyor. Yüzde 5’e ulaşan kayıplar var. Doğal olarak dünyada dolar talebi yükseldi. Nitekim euro dolar paritesi 1.23’ü gördü.

Döviz sepeti 2.09 TL’den döndü. Nisan dış ticaretine bakarken vurguladım. Kriz Türkiye’de reel ekonomi kanalı üzerinden sıkıntı yaratıyor. Ancak iyi bir gelişme de var. Petrol fiyatı dün 100 doların altına indi.

Ekonomi kolay

Yunanistan krizi teknik bir sorun değildir. Ne olup bittiğini anlamak için iktisatçı olmak bile gerekmiyor. Yunan toplumu uzun süre olanaklarının üzerinde yaşadı. Yani ürettiğinden fazlasını harcadı. Aradaki farkı kamu dış borçlanması finanse etti.

Yunanistan’ın euro’ya katılması sayesinde bu mekanizma yıllarca çalıştı. Ama sonsuza kadar süremezdi. Küresel kriz borç verenleri korkuttu. Yeni borç gelmeyince saadet zinciri koptu. Düzeltme zorunluluğu gündeme geldi.

“Borç yiyen kesesinden” denir. İktisat mantığı denkleme iki yönden müdahale gerektirir. Borçlu devlet borçlanmadan yaşamayı öğrenir. Yani kemerini sıkar. Aynı anda ekonomide üretimi artıracak tedbirler alınır. Böylece sürdürülebilir yeni denge kurulur.

İktisatçıların tümü bu teşhisi kabul eder. Ancak, bu tedavide anlaştıkları anlamına gelmez. Geri planda iki temel soru yatar. Biri düzeltmenin süresidir. Ani mi yoksa tedrici mi? Diğeri düzeltme bedelinin dağılımıdır. Alacaklıların katkısı ne olacak?

Bu iki karar alındıktan sonra iktisatçı kolayca gerekli düzenlemeleri tasarlar. Türkiye dâhil, dünya deneyimi zengindir. Seçilen yola göre kamu harcaması düşer. Vergi artar. Nispi fiyat değişimi yapısal reform üretimi teşvik eder. Bunlar ders kitaplarında bile yer alır.

Siyaset zor

Siyaset olaya yukarıdaki iki soru aracılığı ile girer. Çünkü düzeltmenin süresine ve bedelinin dağılımına teknik cevap aslında yoktur. Yani her süre ve her bedel dağılımına başka bir iktisadi çözüm tekabül eder. Her çözümde ödenen bedel ve dağılımı değişir.

Tercihleri çıkar çatışmaları belirler. Borçlu taraf yavaş düzeltme ve eski borcun silinmesini ister. Alacaklı taraf hızlı düzeltme ve eski borçların tam ödenmesini talep eder. İki taraf da diğerini hırpalayacak kozlara sahiptir. Çözüm bir güç oyununa dönüşür.

Bu nedenle krizin başından itibaren “siyasi bilek güreşi” ifadesini kullandım. Belki poker benzetmesi daha gerçekçi olurdu. Çünkü karşılıklı “blöf” çekilebiliyor. Şu anda o aşamadayız. Yunanistan “euro’dan çıkarım”, Almanya ise “çık git o zaman” diyor.

Sözlerini tutabilirler mi? Yunanistan’ın euro’yu bırakmasını göze alabilirler mi? Kimin eli daha güçlü? Hangisi daha önce pes eder? Cevapları kendilerinin bile bildiğini sanmıyorum. Bu heyecanlı konuya devam edeceğim.




Yazının devamı...

Nisanda dış ticaret


İlginç şekilde Türkiye’nin gündemi çok kaygandır. Hiç beklenmedik bir konu aniden gündemin tepesine oturur. Sonra aynı hızla kaybolur. Nedenlerini tam anladığımı söyleyemem. Medyanın yapısı da etkili olabilir.

ABD’yi yakından izleyenler kürtajın yarattığı kutuplaşmaya alışıktır. Bir neden, nesnel cevabı olmayan zor sorular içermesidir. Bir: Hayat ne zaman başlar? İki: Bireyin kendi vücudu üzerindeki hakları nelerdir? İkisi de polemiğe çok açıktır.

Diğeri toplumsal etkileridir. Soyut ilke tartışmasının yerini somut vakalar alır. Soru değişir. Kısıtlanmasının kime nasıl zarar vereceği öne çıkar. Ben bu cephedeyim. Kürtajın yasaklanmasına, hatta zorlaştırılmasına sosyal adaletle çeliştiği için karşıyım.

Çünkü yasağın etkisi eşitsiz dağılır. Geliri ve eğitim düzeyi yüksek kadını hiç etkilenmez. Herhalde komşu ülkelerde kürtaj sektörü patlar. Ama maddi gücü ve eğitim düzeyi düşük kadın ağır hasar görür. Ayrıntısına girmiyorum.

Açık daralıyor

Ekonomiye dönelim. Merkez Bankası sürpriz yapmadı. Çarşamba günü Insight Turkey panelinde Başkan Başçı’yı dinledim (www.setav.org). Özetle esnek para politikası ile yumuşak inişin “ince ayarı” sürecek dedi.

Nisan dış ticaret verileri dün TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa 11.6 milyar dolar ihracat, 19 milyar dolar ithalat ve 7.4 milyar dolar açık bekliyordu. Daha iyi çıktı: Aynı sıra ile 12.7 milyar dolar, 19.3 milyar dolar ve 6.6 milyar dolar. Geçen yıla göre değişim ise, aynı sıra ile, yüzde 7 artış, yüzde 8 ve yüzde 28 düşüş oldu.

İlk dört aylık (ocak-nisan) verilerle devam edelim: İhracat 48 milyar dolar, ithalat 75 milyar dolar, dış açık 27 milyar dolar. Geçen yıla göre değişim, aynı sıra ile, yüzde 11 artış, yüzde 3 ve yüzde 20 düşüş oldu.

Yıllık verilere gelelim. İhracat 140 milyar dolarla tarihi rekorunu kırdı.İthalat 239 milyar dolara inerek ekim düzeyine, ticaret açığı ise 99 milyar dolarla haziran düzeyine döndü.

Olumlu gidişat mevsim ve takvim etkisi arındırılmış seriye yansıyor. Mart’tan Nisan’a ihracat yüzde 6 artarken ithalat yüzde 1 azaldı. Mevcut eğilim dış ticaret açığında zirveye kıyasla 20 milyar doların üzerinde bir daralmaya tekabül ediyor. İyi haberdir.

Euro krizinin etkisi

Euro Bölgesi’ni kasıp kavuran krizin ihracata olumsuz etkileri giderek belirginleşiyor. Nisanda AB’ye 4.8 milyar dolar ihracat yapıldı. Geçen yıl 5.8 milyar dolardı. 1 milyar dolar (yüzde 17) düşüş demek. AB’ye ihracat sabit bile kalsa açık 5.5 milyar dolara inerdi.

Dolayısı ile AB’nin ihracattaki payı üç puan düşüşle yüzde 38’in altına geriledi. Kısa dönemde bu eğilimin değişeceği yönünde işaret yoktur. Tersine kötüleşme ihtimali yüksektir.

Dikkatinizi çekerim. Mali piyasalar krizin kur ve faizi vuracağını savundu. Korkulan olmadı. Buna karşılık ihracat kanalı reel ekonomiye ciddi hasar veriyor.

Yazının devamı...

Maliye politikası ve borç dinamiği

Küresel mali piyasalar Yunanistan şokunu asgari zararla atlatmaya çalışıyor. Analistler bu haftanın daha sakin geçeceğini düşünüyor. Gene de kırılganlığın yüksek olduğunu unutmayalım. Her an yeni bir kötü sürpriz gelebilir.

Yunanistan’ı IMF de gözden çıkardı mı? Başkan Lagarde’ın sert ifadelerine bakarsanız evet. Baş iktisatçı Blanchard daha yumuşaktı. Ama içerik değişmiyor. Kemer sıkmaktan başka çare yok; eurodan çıkmak sadece ödenecek faturayı arttırır deniyor.

Para Politikası Kurulu bugün toplanıyor. Faiz koridorunda bir değişiklik beklenmiyor. Ancak Başkan Başçı TL karşılıklarında döviz payının arttırılabileceği işareti vermişti. Bu arada döviz kurunda istikrar sürüyor. Döviz sepeti 2.07 TL geriledi.

Mayıs kapasite kullanımı açıklandı. Küçük bir düşüş var. Reel kesim, sektörel ve tüketici güven endeksleri Mayıs sonuçları da aynı yönde geldi. Ekonomide yavaşlama ikinci çeyrekte de sürüyor.

Mali istikrarın nedeni

Yunanistan krizi ile derinleşen çalkantı Türkiye’de mali istikrara dokunmadı. Devlet tahvili faizleri ve döviz kuru yeterli göstergedir. İkisi de fazla oynamadı. Böylece reel ekonomiye olumsuz etkisi ihracat ve güven kanalları ile sınırlandı.

Temel nedeni kamu maliyesinde son on yılda gerçekleşen büyük dönüşümdür. Dönem boyunca sıkı maliye politikaları uygulandı. Böylece borç oranı büyük AB ülkeleri arasında en düşük düzeye indirildi.

Bu koşullarda kamuoyunun maliye politikasına odaklanması doğaldır. Bütçe disiplininin gevşemesi olumlu tabloyu bozacak, mali çalkantı riskini arttıracaktır. Bu yönde uyarıların çoğu iyi niyetlidir. Ama bilinçli dezenformasyona da rastlanıyor.

2012’de maliye politikası hala sıkı mı? İktisadın bitmez tükenmez ölçme sorunları tekrar karşımıza çıkıyor. Hangi göstergeye bakacağız? Sıkı yada gevşek olmasını nasıl saptayacağız? Nesnel bir ölçü üzerinde anlaşmak kolay olmuyor.

Neyse ki, imdada borç dinamiği denklemleri yetişiyor. Olay basitleşiyor. Borç oranı yükseliyorsa maliye politikası gevşektir. Düşüyorsa sıkıdır. Sabit kalıyorsa ne sıkı ne gevşek yani tarafsızdır. Üstelik hesaplaması da kolaydır.

Maliye politikası sıkıdır

2012’ye uygulayalım. Hazine borçlanma faizini yüzde 10, ortalama enflasyonu (deflatörü) yüzde 8, brüt (AB tanımlı) kamu borç oranını yüzde 40 aldım. Mevcut durumun gerçekçi yansımasıdır. Büyüme için iyimser, orta yolcu ve kötümser senaryoya baktım.

Borç oranını sabit tutan faiz-dışı denge şöyle çıkıyor: yüzde 5 büyüme 14 milyar TL açık; yüzde 3 büyüme 4 milyar TL açık; sıfır büyüme 13 milyar TL fazla. Dikkat: bütçe 29 milyar TL faiz-dışı fazla öngörüyor. Nisan sonu yıllık fazla ise 28 milyar TL’dir.

Ne demek? Büyüme dursa ve faiz-dışı fazla 13 milyar TL’ye düşse bile 2012’de kamu borç oranı sabit kalıyor. Eğer bütçe faiz-dışı hedefi tutarsa üç senaryoda da borç oranı yüzde 38’in altına iniyor.

Bu sayıların çizdiği resim çok nettir. Bir: normal büyüme halinde maliye politikası hiç tereddütsüz sıkıdır. İki: büyümenin durması halinde borç oranını yükseltmeden talebi destekleyecek kaynak bütçede vardır. Bilginize...

Yazının devamı...

Şairin isyanı

Yunanistan’ı hızla ekonomik ve siyasi kaosa taşıyan krize Almanya’dan çok önemli bir protesto şiir biçiminde geldi. Günter Grass ülkenin en ünlü yazarıdır. 1999’da Nobel edebiyat ödülünü aldı.

“Teneke Trampet” Nazi dönemi üzerine olağanüstü bir romandı. Büyük keyifle okumuştum. Daha sonra filmi de yapıldı. İnterneti taradım; maalesef Türkçe tercümesinin baskısı bitmiş.

Hayat hikayesini anlattığı “Soğanı Soyarken” (çev. İ. Özdemir, Türkuaz yay. İstanbul 2008) çok ses getirdi. Özellikle savaş sırasında Nazi gençlik örgütü üyeliği bayağı polemik konusu oldu.

Şiiri dün Taraf gazetesi yayınladı. Kültür sanat servisi tercüme etmiş. Almanya’nın Yunanistan krizi karşısındaki tutumunu sert bir dille eleştiriyor. Almanları açıkça ikiyüzlülükle suçluyor.

Bu köşeye ilk kez bir şairi misafir ediyorum. Çünkü benim için Günter Grass Avrupayı farklı kılan değerlerin en safkan temsilcilerinden biridir. Ortalığı kasıp kavuran küçük hesaplara rağmen hâlâ onları seslendirenlerin varlığını duyurmak istedim.

Avrupa’nın önündeki daha fazla bütünleşme yada dağılma açmazına Perşembe değinmiştim. Şair olayın özüne iniyor. “Sen de ruhsuz bir hiçe dönüşeceksin, Avrupa” diye bitiriyor.

“Avrupanın Ayıbı”

Piyasada itibarın yok, kargaşanın eşiğindesin

Uzağındasın sana doğduğun beşiği sunan ülkenin.

Ruhunla aradığın bulduğun sanılan değerler

Artık hurda bile sayılmıyor, etmiyor beş para.

Borçlu diye boyunduruğa vurulmuş bir ülke azap içinde

Varlığını ona borçlu olduğun dilinden düşmezdi oysa.

Bu memleket mahkum edildi yoksulluğa; onun zenginlikleri

Artık müzelerinde özenle sakladığın ganimetin senin.

Adaları bol bu ülkeyi silah zoruyla zapteden üniformalılar

Hölderlin’den şiirler taşırdı ceplerinde.

Sabrın kalmadı artık bu ülkeye; ama albayları

Senin bir zamanlar tahammül ettiğin müttefiklerindi.

Halkın hakları elinden alınmış bir ülke burası

Güç sahiplerinin kemerlerini gittikçe daha fazla daralttıkları.

Sana inat, siyahlar giymiş Antigone;

Ve geçmişte hep konuğu olduğun halk boydan boya bürünmüş yasa

Krezus’un akrabası ise değerli herşeyi çoktan kaçırmış dışarı

Altın gibi parlayan akçeleri senin kasanda yatmakta

Denetici kılığındaki soytarılar “İç hepsini, iç artık” diye bağırmakta

Ama Sokrates taşını dopdolu geri veriyor öfkeyle sana

Ellerinden Olimpus’u almak istediğin tanrılar

Sana ait olan her şeyi lanetleyecek bir gün, koro halinde.

Düşünce dünyası seni yaratan bu ülke olmadan

Sen de ruhsuz bir hiçe dönüşeceksin, Avrupa.

Yazının devamı...

AB’nin siyasi krizi

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen “AB’de Kriz: Zorluklar ve Fırsatlar” toplantısından Salı söz ettim. Gözlemlerimi paylaşacağımı da söyledim.

Yabancı konuşmacıları kısaca tanıyalım. İki AB’li önemli hukukçu var demiştim. Düzeltiyorum. Joseph Weiler Güney Afrika kökenli, halen New York Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi. Mukayeseli anayasa hukuku, Avrupa bütünleşmesi, Dünya Ticaret Örgütü ve uluslararası ekonomi hukuku üzerine çalışıyor.

Portekiz vatandaşı Miguel Maduro Avrupa Birliği Adalet Divanı eski savcısı; halen Floransa’da Avrupa Üniversitesi Enstitüsü öğretim üyesi. AB hukukuna ek olarak o da mukayeseli anayasa hukuku uzmanı. Ayrıca 2006’da Portekizce bir roman da yayınlamış.

Milli egemenlik ve siyasi birlik

İkisi de AB’nin hukuki sorunlarına adeta hiç girmedi. Avrupa Birliğinin siyasi sorunlarına odaklandı. Şaşırtıcı değildir. Türkiye’de de öyledir. Son anayasa tartışmalarında izliyoruz. Anayasa uzmanları sadece siyaset konuşuyor.

AB’nin temel siyasi açmazına teşhiste anlaştılar. Bekleneceği gibi çözümde ayrıştılar. Teşhisle başlayalım. İkisi de euro krizi ile sonuçlanan sürecin kökeninde AB’nin kuruluşuna giden bir siyasi muğlaklığın yattığını kabul ediyorlar.

Avrupa Birliği iki çelişkili ilkeyi beraberce götürmeye çalışıyor. Bir yandan üye ülkeler milli egemenliklerini koruyor. Siyaset hala milli devletler bazında yapılıyor. Halbuki amaçlanan birlik üye ülkelerde milli egemenliğin kısıtlanmasını gerektiriyor. Ama buna tekabül eden siyasi mekanizmalar kurulmuyor.

En kolayı ABD ile karşılaştırmaktır. ABD’de milli egemenlik birlik düzeyindedir. Seçimle gelen Başkan ve Kongre tarafından temsil edilir. Birliği kuran devletler ancak federal anayasada kendilerine tanınan (sınırlı) egemenliği kullanabilir.

Avrupa Para Birliği öncesinde milli egemenlikle siyasi birlik arasındaki gerginlik zorlamıyordu. Ancak siyasi birliği güçlendirmeden para birliğine gitmek işleri karıştırdı. Bu anlama euro krizinin bu tarihi sürecin sonucu olduğu söylenebilir.

İki farklı çözüm

Gelelim tedaviye. İlginç şekilde çözümler zıtlaştı. ABD’li Wieler birliğin zayıflamasını, AB’li Maduro ise güçlendirilmesini önerdi. İlki Anglosakson dünyasının bakışını, ikincisi ise Avrupa federalizmini yansıtıyor.

Wieler çözümü “iki vitesli Avrupa” modelinde görüyor. Bir ara çok konuşuluyordu. İsteyen üyeler siyasi bütünleşmeye devam eder. Başkaları ise dışında kalır. Modelin Türkiye’nin AB’ye üyeliğini de kolaylaştıracağını düşünüyor.

Maduro ise Avrupanın bölünmesinde birliğin dağılması riskini görüyor. Birlik içinde çözümü tercih ediyor. Bu amaçla Avrupa düzeyinde siyasetin önünün açılmasını savunuyor. Yöntem olarak AB Komisyonu başkanının seçimle gelmesini öneriyor.

Sonuçta, euro krizinin AB’nin siyasi evrimini hızlandırdığı açıktır. Krizler daima değişimin motorudur. Hangisi olur? Birden fazla Avrupa mı? Yoksa tek ve federal Avrupa mı? Cevap büyük ölçüde euro krizinin çözüm biçimine bağlıdır. Çabuk öğreniriz.

Yazının devamı...

Büyüme ve bütçe disiplini

Küresel piyasalar haftaya nispeten sakin başladı. Geçen hafta yaşanan gerginlik ve düşüşlerden sonra biraz durup nefes almaları bekleniyordu. Bir süre devam edebilir. İçeride sepet kur 2.08 TL civarında dalgalanıyor.

Cumartesi gecesi Şampiyonlar Ligi finali tam bir futbol şölenine dönüştü. Ne maçtı ama! Münih kendi stadında kupaya bir şekilde uzanır diye düşünmüştüm. Üç kez dokundu ama tutamadı. Kupa törenini hüzün ve ibretle seyrettim.

Yazımı yollayıp İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde AB krizi tartışmasına gidiyorum. Alt başlığı “Zorluklar ve Fırsatlar”; konuşmacıları AB’li iki önemli hukukçu, ben ve büyükelçi V. Vural. Gözlemlerimi paylaşmayı umut ediyorum.

G-8 lider zirvesi

G-8 liderlerinin Camp David’de kupa maçını seyrederken çekilmiş fotoğrafları dün medyada çıktı. Britanya Başbakanı Cameron havalarda; Merkel ise belki üzülmüş ama göstermiyor. Zaten Almanya Başbakanı duygusallığı ile ünlü sayılmaz.

Zirve sonunda yayınlanan bildiriyi okudum. Bekleneceği gibi, ekonomi ile başlıyor. İlk madde giriş. Sonraki iki madde öz ve net:

“2. Büyümeyi ve istihdam yaratılmasını desteklemek zorundayız.

3. Küresel ekonomik toparlanma umut işaretleri veriyor ancak güçlü karşı eğilimler hâlâ varlığını sürdürüyor.”

Dördüncü madde ilk yumuşatmayı getiriyor:

“4. Bu geri plan ışığında, ekonomilerimizi yeniden canlandırmak ve mali gerginliklerle mücadele etmek için gerekli tüm adımları atmayı taahhüt ve doğru tedbirlerin her ülke için farklı olduğunu kabul ediyoruz.”

Tahmin edeceğiniz gibi, derhal Avrupa’ya geçiliyor:

“5. Avrupa’da büyümenin nasıl sağlanacağı konusunda yürütülen tartışmayı memnuniyetle kaydediyor ve yapısal bazda değerlendirilecek mali disiplin uygulamasına kesin desteğimizi sürdürüyoruz.” Maddenin devamı konuyu açıyor. Sonraki maddede tekrar mali disipline güçlü vurgu yer alıyor.

Ne anlıyoruz? Bildiri Obama ve Hollande’ın talep ettiği büyüme önceliğini mi yansıtıyor? Yoksa Merkel ve Cameron’un savunduğu bütçe disiplinine mi arka çıkıyor? Bence maç berabere bitmiş. Yani iki taraf da pozisyonlarını koruyor.

Koşullara bağlıdır

Sorun biliniyor. Özel kesimin şu ya da bu şekilde harcamasını kısması halinde iktisat politikası ne yapmalı? Kamu dengesini bozma pahasına büyümeyi mi teşvik etmeli? Yoksa büyümeden vazgeçmek pahasına kamu dengesini mi korumalı?

Bence anahtar “doğru tedbirlerin her ülke için farklı olduğunu kabul” etmekte yatıyor. İktisatta tüm koşullarda geçerli genel kural arayışları daima hüsranla sonuçlanmıştır. Doğrusu her vakayı kendi içinde değerlendirmektir.

Büyüme ile kemer sıkma arasındaki zor tercihin bir kritik tahdidi kamu borç düzeyidir. Yükseldikçe bütçe disiplinine ihtiyaç artar. Keza, mali piyasa derinliği, yapısal rekabet gücü vs. başka faktörler de hesaba katılmalıdır.

Zor tercih artık Türkiye’nin de gündemindedir. İç talebi frenleme hedefine AB resesyonu ve küresel belirsizlik eklendi. Ekonomide öngörülenden sert bir yavaşlama ihtimali belirdi. İktisat politikası tepki vermeli mi? Nasıl? Hayati önemdedir; devam edeceğim.

Yazının devamı...

İstanbul Seminerleri 2012

Yunanistan seçimlerinin “artçı” etkileri sürüyor. Yunanistan eurodan çıkması ihtimali her geçen gün güçleniyor. Kendi mi bırakır yoksa mecbur mu kalır, halen bilinmiyor. Yeni seçime bir ay var. Bu tür kaygan zeminlerde siyaset çok hızlı değişir.

Yunanistan’ı İspanya ve İtalya’nın izlemesi korkusu mali piyasaları iyice gerdi. Borsalar haftayı kötü kapattı. Petrol 106 dolara kadar geriledi. İlginç şekilde altın biraz toparlandı. Ama TL’yi fazla etkilemedi. Sepet kur 2.08 TL’den döndü.

İçeride medyanın ilgisini Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı’nın Türkiye İhracatçılar Birliğinde yaptığı konuşma çekti. Başçı yıl sonu için yüzde 6.5’u tahminini yineledi. Mayıs’da tek haneye döneceğini belirtti. Katılıyorum.

Ek olarak TL’ye güvenenlerin geçmişte kazançlı çıktığını hatırlattı. Gelecekte de böyle olur demeye getirdi. Hesap ortada; kurdaki değişimin TL faizlerinin en az beş puan altında kalması gerekir. Doğrusu Merkez Bankasının kur hedefi saptamasını sevmiyorum.

Zor zamanlarda demokrasi

Türkiye ekonomisinin son on yıldaki başarılı performansı yaşamın tüm alanlarına yansıyor. Örneğin İstanbul ünlüleri uğrak yeri oldu. Gökten yıldız yağıyor desek yeridir. Konser programlarında çok iyi görülüyor.

Bizim meslek de İstanbul’un cazibesinden yararlanıyor. Birbiri ardına fevkalade önemli uluslararası akademik toplantılar yapılıyor. Usta düşünürleri evimizde ağırlama, birinci elden dinleme fırsatı doğuyor.

İstanbul Seminerlerini İstanbul Bilgi Üniversitesi ve İtalyan vakfı ResetDoc (www.resetdoc.org) düzenliyor. Vakfın bir internet dergisi var. Kültürlerarası diyologun zenginleşmesini amaçlıyor.

Beşinci İstanbul Semineri dün Santralistanbul’da başladı. Seminerin genel teması “Zor Zamanlarda Demokrasinin Vaatleri.” Hemen altında şu ifade yer alıyor:

“Batı demokrasileri ciddi ekonomik ve mali bunalım ve yaşlanan nüfus karşısında yeni çözümler bulmak zorundalar. Arap ülkeleri ise yoksulluk ve eşitsizliğe karşı olduğu kadar görülmemiş genç nüfus artışının getirdiği sorunlar için bütün ümitlerini demokrasiye bağladılar”.

Önemli tartışmalar

Seminer Çarşamba akşamı bitiyor. Konuşmacılara ek olarak 11 ülkeden 60 sosyal bilim doktora öğrencisi katılıyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi sitesinden (www.bilgi.edu.tr) seminer programına ulaşalıyor. İlgilenenlere izlemelerini öneririm.

Çerçeveyi tanımlama görevi bana verilmişti. Dün ilk panel doğrudan Yunanistan ve İtalya’nın sorunlarına yöneldi. Teknokrasi ve popülizm zıt kardeşlerin yarattığı açmazlar tartışıldı. Bugün (Pazar) Arap ülkeleri ve İran’la başlanıyor. Sonra İran eski Cumhurbaşkanı Hatemi’nin yolladığı video izlenecek: “Post-koloniyalizmi aşmak: Medeniyetler çatışmasından diyalogun yenilenmesine”.

Katılanlar listesi uzun; hepsini tanıtamam. Ama LSE’nin bu ay göreve başlayan yeni rektörü Craig Calhoun’un Çarşamba sabahı “kozmopolitlik ve aidiyet” başlıklı bir tebliğig sunduğunu söylemek istiyorum. Ayrıca Salı paneline de katılıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.