Şampiy10
Magazin
Gündem

Enflasyon raporu

Yılın ikinci Enflasyon Raporu açıklandı. Üç ayda bir çıkar. Merkez Bankası Başkanı tarafından basına tanıtılır. Geçmişte toplantılar Ankara’da yapılırdı. Bu yıl iki toplantıdan biri İstanbul’a taşındı.

Para politikasının temel metnidir. 2006’da, enflasyon hedeflemesine geçilince başladı. İçeriği giderek zenginleşti. Merkez Bankası araştırma bölümü güçlendikçe konjonktürün en kapsamlı analizine dönüştü.

Nisan raporunu merakla bekliyordum. Geri planını bu sütunda çok işledik. Kısaca hatırlatalım. 2010 sonunda para politikasında köklü bir değişikliğe gidildi. Mali piyasalarla ilişki yeniden tanımlandı. Düşük faiz dönemine geçildi. “Normalleşme” dedik.

Ancak mali kesim yeni politikaya uyum sağlayamadı. Eskiye geri dönüşü zorlamak için Merkez Bankası ile bilek güreşi denedi. Ama Merkez Bankası yeni politikasında direndi. Sonunda bilek güreşini kazandı.

Özgüveni yüksek

Rapor Merkez Bankası’nın artan özgüvenini yansıtıyor. Bir: Türkiye ekonomisinin gidişatını “yumuşak iniş” hedefi ile tutarlı buluyor. İki: bunda mevcut politikanın başarısını görüyor. Üç: politikayı aynen sürdüreceğini teyid ediyor.

Şaşırtıcı değildir. Başkan Başçı bu yönde işaretleri konuşmalarında vermişti. Çoğu medyanın da dikkatini çekti. Merkez Bankası’nın analiz ve tahminlerinin piyasadan daha gerçekçi olduğu azçok anlaşıldı.

Konjonktürün kritik göstergelerine bakalım. Sıkı maliye politikası sürüyor. Kredi artış hızı makul düzeye geriledi. Ekonomi durgunluğa girmeden yavaşlıyor. Net dış talebin büyümeye katkısı artıya döndü. Enerji-dışı dış açık kapanıyor. Döviz kurunda istikrar sürüyor.

Bu gelişmeler muhalefet cephesinde çatlakları derinleştirdi. Mali piyasada yeni politikaya destek arttı. Örnek: bugün Londra’da TL’nin cazibesi konuşuluyor. Hatta TL için “güvenli liman” ifadesi bile kullanılıyor.

Özgüvenin somut simgesi yıl sonu enflasyon tahminidir. Ocak’ta Merkez Bankası yüzde 6.5 dedi. Piyasa yüzde 7.3 bekliyordu. Nisan’da piyasa yüzde 7.6’ya tırmandı. Ama Merkez Bankası yüzde 6.5’da kaldı. Bence mesaj çok nettir.

Önemli “kutular”

Ayrıntılı enflasyon analizi için Perşembe yayınlanacak Nisan verilerini bekliyorum.

Raporda çok sayıda yeni ve yararlı bilgi var. Ekonomi ile yakından ilgilenenlere mutlaka internetten indirip okumalarını öneririm.

Anlamlı görülen araştırma sonuçlarını “kutu” şeklinde eklemek yeni moda oldu. IMF, Dünya Bankası, OECD, vs. yapıyor. Raporda hepsi önemli konulara değinen on “kutu” var: İhracatın bölgesel dağılımı, mevsimlik etkinin arındırılması, ithalat fiyatlarının seyri, büyüme ve istihdam, yeni teşvik sistemi, çıktı açığının hesabı, vs.

Özellikle sonuncusu para politikasının kritik girdisidir. Çıktı açığı fiyatlar üzerinde talep baskısını saptar. Yıllardır yanlış ölçüldüğünü savundum. Yeni hesabı beğendim. Doğru ölçü geçmişin yanlış politikalarını da görünür kılıyor. Ayrı bir yazı konusudur.

Yazının devamı...

Büyümenin iki bin yılı

Kapitalizm sohbetine devam ediyorum. Kopuşun temel kriteri olarak verimlilik artışını kullandım.18’inci yüzyılın ikinci yarısında başlayan sanayi devrimine baktım. İngiltere bilmecesine değindim.

Üretim, tüketim, verimlilik vs. iktisadi faaliyetler ölçülebilme avantajına sahiptir. Dolayısı ile farklı dönemler daha kolay karşılaştırılır. Ancak ekonomik verilerin sistematik toplanması son yüzyılın icadıdır. Öncesi dağınık tekil veriler vardır.

Geçmiş bilgileri bugünün veri formatına dönüştürmeyi iki yıl önce vefat eden İngiliz iktisatçı Angus Maddison’a borçluyuz. Son iki bin yıl için ülke ve bölge bazında ürettiği veriler internete kondu (www.ggdc.net/maddison).

Maddison önce büyük aralıklarla başlıyor: İsa’dan sonra 1, 1000 ve 1500 yılları. Bunlara 1600 ve 1700’ü ekliyor. 1820’den itibaren yıllık verilere dönüyor. İki gösterge hesaplıyor: Nüfus ve milli gelir (üretim). Bölünce kişi başına milli gelir bulunuyor.

Kişi başına gelir

Maddison milli geliri satın alma gücü paritesine göre 1990 yılı sabit dolar fiyatları ile hesaplıyor. İki bin yıl öncesine (yıl 1) bakalım: Dünya nüfusu 225 milyon, üretim 105 milyar dolar, kişi başına üretim 467 dolar. En zengin ülke İtalya (800 dolar).

Anlaşılması için 1990’dan 2010’a yüzde 25 dolar enflasyonunu ekleyelim. 2010 fiyatları ile İS. 1 yılı kişi başına ortalama dünya geliri 584 dolar ediyor. 2010’da ABD’nin kişi başına geliri cari fiyatlarla 47.150 dolar; iki bin yılda verimlilik 81 katı artıyor.

1000 yılında kişi başına gelir 453 dolara düşüyor. İlk bin yılda verimlilik sabit kalıyor. En zengin üç ülke bu bölgede: Türkiye, Irak, İran (600 dolar). Onları 500 dolarla Mısır ve 450 dolarla Çin, Hindistan ve İtalya izliyor.

1500’de kişi başına gelir 560 dolara yükseliyor. Ortalama büyüme hızı on binde 4 (% 0.04). En zengin İtalya: 1.100 dolar. Batı Avrupa öne geçmeye başlamış: 797 dolar. Türkiye’de büyüme yok: 600 dolar.

1500 sonrası için dünya, ülke grupları ve Türkiye için büyüme hızları aşağıdaki tablodadır. Sadece en zengin ülkeleri sayalım. 1600 ve 1700’de Hollanda önde. İngiltere 1848’de lider oluyor. 1903’te ABD zirveyi kapıyor...

Türkiye’nin performansı

Tabloyu Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi ve LSE Çağdaş Türkiye Araştırmaları Kürsü Başkanı Şevket Pamuk’tan aldım. “Dünyada ve Türkiye’de İktisadi Büyüme: 1820-2005” makalesini öneririm (tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eevket_Pamuk).

Tabloya son sütunu ben ekledim. Özetleyelim. Bir: Kırılma kapitalizmle başlıyor (19’uncu yüzyıl başı). İki: Büyüme giderek hızlanıyor. Üç: Geciken (gelişen) ülkeler şimdi arayı kapatıyor. Dört: Türkiye’nin nispi performansı ancak 1950 sonrasında toparlanıyor.

Yazının devamı...

AVM gözlemleri

Hafta sonunu Anadolu yakasının eski sayfiye köyü Pendik’te geçirdim. Bölge son dönemde inanılmaz bir değişim yaşadı. Sanayileşti. Yeşilliğin ve tarlaların yerine beton yapılar dikildi. İlçe nüfusunun 800 bine tırmandığını hayretle öğrendim.

İnsanları alışverişte izlemeyi eskiden beri severim. Çok öğreticidir. Örneğin yabancı bir kenti tanımanın yolu marketlerinden geçer. Neler satılıyor, kimler dolaşıyor, nasıl alışveriş yapılıyor vs. hemen yöre ekonomisini tanıtır.

Her medeniyete damgasını vuran yapılar vardır. Örneğin Orta Çağ’ı mabedler simgeler. Yeni Türkiye’de bu işlevi AVM’ler yükleniyor. Söylemesi zor, anlamı belirsiz isimleri var. Sık sık yan yana ya da karşı karşıya kuruluyor. Hele tatil günlerinde dolup taşıyor.

Sanırım tahmin ettiniz. Kaç zamandır yapmak istiyordum. Fırsattan yararlanıp Pendik civarındaki AVM’leri dolaştım. Hipermarketlere, outlet’lere, yapı marketlere vs. girdim çıktım. Doğrusu keyifli bir gün oldu.

Tüketim medeniyeti

Kapitalizmin verimlilik ve teknolojide yol açtığı büyük kopuşa son yazımda değindim. Üretimde gerçekleşen inanılmaz artış güncel yaşamda bir başka kopuşu getirdi. Tüketimin toplumsal anlamı ve yaşamdaki statüsü altüst oldu.

Ne değişti? Bir: Her an gelebilecek kıtlık, salgın vs. tehlikeleri ortadan kalktı. İki: Biyolojik anlamda zorunlu tüketimin toplamda payı ihmal edilebilir düzeye geriledi. Üç: Teknolojik değişim ve zenginleşme yeni toplumsal ihtiyaçlar yarattı.

Gençlerin bugünkünden farklı bir dünyaya hayal etmekte bile zorlandığını biliyorum. İçinde çocuk parkları bile olan AVM’ler, her hafta silme dolan hipermarket arabaları, yeni modeli çıkınca hemen atılan sapasağlam eşyalar vs. onlara çok doğal geliyor.

Benim çocukluğum ise hiçbir şeyin israf edilmediği, konserve kutularının saklandığı, fizik ömrü bitmeden hiçbir eşyanın atılmadığı bir ortamda geçti. İki zıt medeniyeti tanıma lüksüne (?) sahip son nesil herhalde biziz.

Kapitalizmin getirdiği ve anlamı hâlâ tam kestirilemeyen büyük toplumsal dönüşüm, doğal ihtiyaçlara tekabül etmeyen tüketimin başlıbaşına amaç halini almasıdır. “Tüketim medeniyeti” çok yenidir; geçmişi yüzyıla bile gitmez.

Geçmişten bir anı

Süpermarketi, AVM’yi, büyük mağazayı vs. ancak 1960’ta AFS bursu ile ABD’ye gittiğimde gördüm. İki şey dikkatimi çekti. Çoğunu ilk kez gördüğüm çok sayıda farklı mal vardı. Üstelik her malın çok çeşidi bulunuyordu.

Halbuki İstanbul’da tek tek dükkânlar, bakkal, manifaturacı, tuhafiyeci, nalbur vs. vardı. Bakkalda örneğin pirinç (ya da şeker) çuvalla olurdu. Alıcı miktarı söylerdi. Markette ise paketlenmiş onlarca marka farklı pirinç raflarda duruyordu. Bu kadar çeşit arasında nasıl tercih yaptıklarını merak etmiştim.

Mal bolluğu ve çeşitliliği anlamına tüketim medeniyeti Türkiye’ye gecikerek geldi. Ama Pendik AVM’lerinde vatandaşın tüm gücü ile aradaki farkı kapatmaya çalıştığını gördüm. Kendi kendime “yaşamın anlamı bu mu?” dedim. Devam edeceğim.

Yazının devamı...

Kapitalizmin doğuşu

Kapitalizm sohbetine geri dönüyorum. İç ve dış konjonktürde kayda değer bir gelişme görmüyorum. Perşembe günü Merkez Bankası yılın ikinci enflasyon raporunu açıklıyor. Teşhisleri merakla bekleniyor.

“Gelecek Zirvesi” fırsat yarattı. Kapitalizmin geleceği sorusu ile başladım. Raghuram Rajan’la paradan para kazanma sorununa girdim. John Kay’in kaleminden kapitalizme güç veren temel özellikleri özetledim.

Kapitalizmin gerçekçi analizi mutlaka ortaya çıkışını doğru anlamaya gerektirir. Toplumu ancak evrimi ile birlikte açıklayabiliriz. Kalıcı-yapısal özünü raslantısal-geçici biçimlerden ayırmanın tek yoludur.

Kapitalizmin başlangıcı sanayi devrimidir. Kapitalizmi sanayisiz (dolayısı ile işçisiz) düşünmek olanaksızdır. Dolayısı ile tarihin temel kopuşu sanayi devrimidir. İçinde yaşadığımız toplumun kuruluşuna tekabül eder.

İngiltere bilmecesi

“Sanayi devrimi” ne demek? İktisat tarihçileri verimlilik kavramını kullanarak tanımlıyor. Verimlilik insanların bilgi ve beceri düzeyini yansıtıyor. Bugün teknolojik gelişme kavramı ile özetleniyor.

Tarihin büyük bölümünde verimlilik adeta hiç artmıyor. Üretimde kullanılan araç ve teknikler değişmiyor. Binlerce yıl böyle süregeliyor. Sonra sanayi devrimi geliyor. Teknolojik değişim ani bir kopuşla hızlanıyor. Bizi bugünlere taşıyan süreç başlıyor.

İktisat tarihçileri yeri ve tarihi konusunda da anlaşıyor. Kritik kopuş 18.inci yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de gerçekleşiyor. Genellikle kritik tarih 1760 alınıyor. Buhar makinası, demiryolu, vs. bir dizi kritik yenilik tarafından simgeleniyor.

Ancak beraberinde önemli bilmeceler getiriyor. Sanayi devrimi neden İngiltere gibi Avrupa’nın kenarındaki küçük bir ülkede gerçekleşiyor? 1760’da İngiltere’nin nüfusu 6 milyon; Çin’in 270 milyon, Japonya’nın 31 milyon, Hindistan’ın 100 milyon.

Ayrıca neden 18.inci yüzyılı bekliyor? Örneğin 2 bin yıl önce antik Yunan ve Roma medeniyetleri, üçyüz yıl önce İtalyan rönesansı bu geçişi yapamıyor. 13.üncü yüzyılda dünyanın en gelişmiş ülkesi Çin bu dönüşümü beceremiyor.

Kurumsal iktisat

İktisatçılar uzun süredir bu sorulara tatminkar cevaplar arıyor. Bilhassa son elli yılda bilmecenin çözümü için ciddi uğraşıldı. 18.inci yüzyıl İngiltere’sini diğerlerinden farklı kılan temel toplumsal özelliklere ışık tutuldu. Böylece daha genel bir toplum (ve tarih) teorisi için önemli adımlar atıldı.

Alanın öncülerinden biri ABD’li iktisatçı Douglass North’dur. Katkıları Nobel ödülüne layık görüldü. “Kurumsal iktisat” okulunu kurdu. Analizi sermaye birikimini ve yeniliği teşvik eden kurumlara ve bunları çerçeveleyen diğer koşullara odaklanıyor.

Kurumsal iktisadın temel kitaplarından biri 10 yıl önce Türkçe yayınlandı. D.North: Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans (çev.G.Güven, Sabancı Üniversitesi yay. İstanbul 2002). Bu konulara kafa yoranlara tavsiye ederim.

Yazının devamı...

IMF’nin son tahminleri


Bugün kapitalizm sohbetine ara veriyorum. Ama lafım bitmedi. Okuyucu desteği de aldım. İzleyici istekleri bile geliyor. Yani devam edeceğim. Arada çok haber birikti. Bazılarına göz atalım.

Mali piyasalarda yüksek oynaklık sürüyor. Tipik “manik-depresif” vakasıdır. Bir olumsuz rivayet, piyasalar çöküyor. Gerçek çıkmayınca ertesi gün zıplıyor. Neyse ki Merkez Bankası döviz kurunda oynaklığı engelledi. Dün sepet 2.07 TL’nin altına indi.

Ocak istihdam ve işsizlik sonuçları TÜİK tarafından yayınlandı. Aralık-şubat dönemini kapsıyor. Geçen yıla göre istihdam 1 milyon artarken işsiz sayısı 400 bin azaldı. Takvim ve mevsim etkisi arındırılmış işsizlik oranı yüzde 8,9’la yeni bir rekor kırdı.

Hükümet bireysel emeklilik sistemine bütçeden destek başlattı. İlk kez anlamlı bir teşvik görüyoruz. Hanehalkı tasarruflarının artmasına mutlaka ciddi katkı yapar. Çok olumlu bir gelişmedir. Destekliyorum.

İlk çeyrek bütçe sonuçları açıklandı. Faiz-dışı denge 11 milyar TL fazla, bütçe 6 milyar TL açık verdi. Gelir ve faiz-dışı harcama artışı birbirine çok yakın; yani bütçe disiplini gevşemiyor.

Merkez Bankası’nın vergi öncesi kârı 2011’de tarihi rekor kırdı: 10 milyar TL. Çoğu vergi ve temettü olarak Hazine’ye gidiyor. Nisan bütçesine yansır. Dün toplanan Para Politikası Kurulu faizleri değiştirmedi. Makul duruyor.

IMF daha az karamsar

2012’nin ilk Dünya Ekonomisine Bakış raporu IMF tarafından yayınlandı. Büyüme, enflasyon vs. temel makro tahminleri kapsıyor. Kriz altı ayı uzun döneme çevirdi. Arada bir tahmin seti daha yayınlıyor. Ocak 2012’yi değerlendirmiştim.

250 sayfalık raporun tümünü henüz okuyamadım. İçinde ayrıntılı analizler yer alıyor. Bir bölüm özellikle ABD’yi hırpalayan hanehalkı borçlarını ele alıyor. Diğeri hammadde fiyatlarına ve hammadde ihracatçısı ekonomilere bakıyor.

Raporun bir “kutusu” dikkatimi çekti: “Küresel Toparlanmanın Neresindeyiz?” Son elli yılda resesyondan çıkışları karşılaştırıyor. Yazarlar arasında iki Türk iktisatçı var: Ayhan Köse ve Ezgi Öztürk. Hoşuma gitti.

Raporun alt başlığı tonunu özetliyor: “Büyüme geri dönüyor, tehlikeler sürüyor.” Tahminler iyimser sayılmaz ama en azından üç ay öncesi kadar karamsar değil. Büyüme az da olsa yukarı çekiliyor. Ayrıntılar medyada yer aldı.

Türkiye tahminleri

IMF’nin bir önceki Türkiye tahminlerini gerçekçi bulmadığımı yazmıştım. “IMF-tarzı ‘sert iniş’ senaryosudur” dedim. 2012’nin iki kritik göstergesini hatırlatalım: Büyüme yüzde 2, dış açığın milli gelire oranı yüzde 7,8.

Bu kez 2012 büyümesi yüzde 2,3’e yükseliyor. Ancak aynı anda dış açığın milli gelire oranı yüzde 8,8’e çıkıyor (70 milyar dolar). TL’nin bayağı değer kazanması gerekir. 2014 ise küçük bir iyileşme var: Büyüme yüzde 3,2; dış açık yüzde 8,2.

IMF tüketici enflasyonunu yıllık ortalama şeklinde hesaplıyor. 2012’de yüzde 10,6 öngörüyor. Yıl sonunda takriben yüzde 7,5’a tekabül ediyor. Büyüme düşük; TL değer kazanıyor ama enflasyon yüksek! Anlayan beri gelsin...

Velhasıl bu tahminlere “IMF iskontosu” uygulamanızı tavsiye ederim.

Yazının devamı...

Kapitalizmin gücü

Kapitalizm sohbetine hazır girişmişken devam ediyorum. Osman Ulagay’ın yönettiği “Gelecek Zirvesinde” konuşan Raghuram Rajan’ın “Fay Hatları” kitabı fırsat oldu. Bazı dostların “fazla konjonktür yazıyorsun” eleştirileri de galiba etkiledi.

Küresel kriz kaçınılmaz olarak kapitalizmle yeni bir hesaplaşma dönemi başlattı. Bozuk gelir dağılımı, yüksek işsizlik, açgözlülüğün teşviki, tüketim çılgınlığı, doğanın tahribi vs. bilinen zafiyetleri tekrar hatırlandı.

Ancak, son iki yüzyılda köprülerin altında çok sular aktı. Geçmişte kapitalizme karşı adaylar, güçlü ideolojiler ve siyasi hareketlerden kaynaklanıyordu. Şimdi onlar tarih sahnesinden çekildi. Yenileri ise bir türlü ortaya çıkmıyor.

Aklıma gayri ihtiyari Winston Churchill’in ünlü demokrasi tanımı geliyor. Hiç zorlanmadan kapitalizme uygulanabilir. Kapitalizm fevkalade kötü bir ekonomik sistemdir; ne var ki diğerleri daha da kötüdür.

Neden kazandı?

Neden böyle oldu? Krizin hemen ardından Capital and Society dergisinde (Haziran 2009) İngiliz iktisatçı John Kay’in (Oxford ve LSE) çok beğendiğim bir makalesi yayınlandı: “Piyasa Ekonomisinin Mantığı: Avrupalı Bakış” (www.johnkay.com). Makalenin ana temalarını önce kendim özetlemek istedim. Uzadı. Sözü doğrudan yazara bırakıyorum. Tercüme zorluklarına rağmen derdini en iyi kendisi anlatıyor. Makaleden alıntı yapıyorum (vurgular benim).

“Piyasa ekonomisinin gerçek güçleri nedir? Üç unsuru var. Bir: Fiyatlar haberleşme sinyalleri olarak davranıyor; fiyat mekanizmasının işleyişi kaynak dağılımına merkezi planlamaya kıyasla daha iyi bir rehber oluşturuyor.

İki: Piyasalar bir keşif süreci olarak çalışıyor - piyasa ekonomisi kaotik bir deneme-bozma (experimentation) aracılığı ile değişime uyum sağlıyor.

Üç: Piyasalar siyasi ve ekonomik iktidarın dağılmasından (diffusion) yararlanıyor. Refah ve büyüme, müteşebbisin enerjisini başkalarının ürettiklerine el koyma yerine zenginlik yaratmaya yöneltmesini gerektiriyor. Ademimerkeziyetçi otorite ve faaliyet dağınıklığı (deconcentration) rant peşinde koşmayı sınırlıyor”

Resmin tümünü görmek

Analiz mevcut iktisat teorisinin temel sorunlarına ışık tutuyor. Önce kapitalizm üçlünün en önemsizi olan fiyat sinyallerine indirgeniyor. Sonra fiyatların tüm piyasalarda etkin işleyişine iman ediliyor. Örneğin mali kesimin sorunlarına yeni değindim.

Halbuki kapitalizmin dinamik gücü, Schumpeter’in “yapıcı yıkım” dediği keşif (deneme-bozma) kaosudur. Teknolojik gelişmeyi ve bugünkü refah düzeyini ona borçluyuz. Ama fiyat teorisinin statik evreninde sessizce geçiştirilir.

Ya iktidar? Toplum her yerde ve daima muktedirler üretir. Hükmedenlerin kendi aralarında ve hükmedilenlerle çatışması tarihin motorudur. Ama iktisat teorisinin fantezi dünyasında mübadele eşitler arasında gerçekleşir.

Son olarak, yukarıdaki analiz kapitalizm-demokrasi ilişkisini de kapsıyor. Şöyle özetleyelim: Liberal kapitalizm esas gücünü ekonomik, siyasi, ideolojik vs. farklı odakların iktidarlarını dengeleyen kurumların varlığından alıyor.

Yazının devamı...

Pecunia non olet

Rivayete göre 1’inci yüzyılda hüküm süren Roma İmparatoru Vespasian, umumi tuvaletlere vergi koyar. Oğlu paranın kaynağını pis bularak itiraz eder. İmparator elindeki madeni parayı burnuna dayar. “Paranın kokusu olmaz” der.

Son yazımda Raghuram Rajan’a ve son kitabına (Fay Hatları) değindim. Reel ekonomi ile finans kesimini ayırıyor. Küresel krizin finansal kapitalizmi bitirdiğini savunuyor.

Rajan, finans kesiminin yapısal zafiyetlerini kitabın iki bölümünde inceliyor. İlki doğrudan paradan para kazanmanın yarattığı sorunlara giriyor: “Para tüm değerlerin tek ölçüsü olunca.” Yukarıdaki özdeyişi orada kullanıyor.

Para insan yaşamında çok önemlidir. Ama asla tek amaç değildir. İnsanların büyük bölümü sadece para kazanmak için çalışmaz. Elle tutulur gözle görülür bir ürün ortaya çıkartmanın getirdiği tatmini de arar. Belirgin istisnası mali piyasalardır.

Bir deney

İki ünlü ABD üniversitesi (MIT ve Chicago) çalışma motivasyonunu anlamak istiyor. Harvard’lı öğrencilere montaj için Lego kutuları veriliyor. Ücret karşılığı kurmaları isteniyor. Her kutuda ücret azalıyor. Verilen para ek işe değmeyince öğrenci duruyor.

Deney iki aşamalı yapılıyor. İlkinde kurduğu Lego’lar öğrencinin önünde birikiyor. Her sefer yeni bir kutu veriliyor. Diğerinde ise kurulan Lego’yu başkası hemen söküp kutuya koyuyor. Öğrenci sadece kurmakta olduğu Lego’yu görüyor. Ücret skalası değişmiyor.

Araştırmanın sonuçlarına bakalım. Lego’ları sökülen öğrenciler ortalama 7.2 kutu montajından sonra bırakıyor. Halbuki, Lego’ları önünde kalan öğrenciler ortalama 10.6 kutuya kadar devam ediyor.

Tefsir etmekte zorlanmıyoruz. Emek verdikleri ürünü önlerinde görmek öğrencilerin motivasyonunu olumlu etkiliyor. Daha düşük ücretle daha uzun süre çalışmayı kabul ediyorlar. Tek motivasyon para olunca çabuk bırakıyorlar.

Araştırmayı yöneten Dan Ariely son dönemde ilgi çeken bir iktisatçı. “Davranışsal iktisat” ekolünün ustalarından. 2008’de yayınlanan makalenin başlığı da ilginç: “İnsanoğlunun anlam arayışı” (Man’s search for meaning).

Açgözlülük üzerine

Bu araştırma neden önemli? Kriz sonrasında mali kesim çalışanlarının açgözlülüğü çok eleştirildi. İngilizcesi “greedy”; “tamahkar” mükemmel uyuyor. Kural tanımayan para kazanma hırsı ile dünyayı krize taşıdıkları söylendi.

Rajan, geride finansla uğraşanların kişilik zafiyetlerini gören bu görüşe karşı çıkıyor. Reel sektörün de daima kar amaçladığını hatırlatıyor. Farkı sistemde, yani paranın sadece mali piyasaların hem amacı hem nesnesi olmasında buluyor.

Bu vargının kritik bir iktisat politikası çıkarsaması var. Mali kesimin sorunları yapılan işin özünden kaynaklanıyor. Dolayısı ile piyasa güçleri sektörü reel ekonomide olduğu gibi etkin denetleyemiyor. Mutlaka kamu denetimi gerekiyor.

“Yaşamın anlamı” ve kapitalizmle karmaşık ilişkisi yeterince işlenmemiş ama fevkalade önemli bir konudur. Geri döneceğim.

Yazının devamı...

Kapitalizmin geleceği

Varlık fiyatları ekonomik temellerden koptu mu? Mali piyasalarda oynaklığın yükseldiği kesin. Paskalya tatili sonrası borsalar düştü. ABD tahvilleri ve dolar güvenli liman oldu. İçeride döviz sepeti bir ara 2.10 TL’ye kadar çıktı. Merkez Bankası tepki verince gevşedi.

Şubat dış ticaret endeksleri TÜİK tarafından açıklandı. Geçen yıla göre ihracat miktar endeksi yüzde 18 artarken ithalat yüzde 1 azaldı. Takvim ve mevsim etkisi arındırılınca eğilim değişmiyor. Önceki aya göre ihracat yüzde 5 artarken ithalat yüzde 0.2 azaldı.

Şubat ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Piyasa cari işlemler açığını 4.6 milyar dolar bekliyordu. 4.2 milyar dolar çıktı. Yıllık açık 75.2 milyar dolara geriledi. Dış dengede toparlanma ilkbaharda iyice belirginleşecektir.

Fay hatları

Geçen hafta İstanbul’da ilginç bir toplantı yapıldı. Gelecek Zirvesi Garanti Bankası tarafından düzenlendi. Osman Ulagay yönetti. Oxford’dan Timothy Ash siyaseti, Chicago’dan Raghuram Rajan ekonomiyi anlattı.

Rajan’ın parlak bir özgeçmişi var. Hindistan’da eğitim görmüş ama ABD’de çalışıyor. Genç yaşında IMF’e baş iktisatçı seçildi. Küresel krizi 2005’de öngördü. 2010’da yayınladığı “Fay Hatları Gizli Kırıklar Dünya Ekonomisini Hala Nasıl Tehdit Ediyor” başlıklı kitabı ödül aldı.

Kitabı yeni bitirdim. Çok beğendim. Küresel krizin nedenlerinin en kapsamlı analizi diyebilirim. Özellikle olayın siyasi boyutlarını çok iyi anlatıyor. Görüşlerinin büyük bölümüne katılıyorum.

Kriz sırasında “konjonktür” kavramını tanımlamıştım. Birbirinden bağımsız olabilen süreçlerin üst üste çakışması anlamına gelir. Fay hatları bunları temsil ediyor. Dolayısı ile krizden çıkmak için her birine ayrı çözüm getirmek gerekiyor.

Rajan’dan birkaç fay örneği verelim. ABD’de yetersiz eğitimin gelir dağılımını bozmasına siyasetin tepkisi kredi sistemini zayıflatıyor. Başta Çin, bazı ülkelerin ihracatla büyüme çabası sürdürülemez küresel dengesizlikler yaratıyor. Sermaye akımlarına bağımlılık dış açık veren ülkelerde mali kırılganlığı arttırıyor.

Hepsini saymaya yerim yetmiyor. Kitabın Türkçeye tercüme edilmesini umut ve temenni ediyorum.

Sonu geldi mi?

Toplantının esas temasını tahmin ediyorsunuz. Kapitalizmin sonu geldi mi? Devlet kapitalizmi kavramı seslendiriliyor. Çin devlet mülkiyeti ile büyüyor. Petrol zengini ülkelerde devlet fonları özel şirketlere yatırım yapıyor. Bankacılık adeta devletleştiriliyor.

Ash’ın cevabı geneldi. 1930’larda kapitalizmin (ve liberalizmin) bittiği iddialarını hatırlattı. Yaşanan sorunlara rağmen liberal-kapitalist düzenin hala gücünü koruduğunu söyledi.

Rajan reel ekonomi ile mali kesimi ayırdı. İlkinde sorun görmüyor. Özel mülkiyetin ve piyasaların dünyada yayıldığını savunuyor. Buna karşılık finansal kapitalizmin bittiğini düşünüyor. Mali kesimde yoğun kamu denetimini kaçınılmaz görüyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.