Şampiy10
Magazin
Gündem

İç tasarruflar

Likidite bolluğu tek başına mali piyasaları ayakta tutabilir mi? Hayır. Varlık fiyatları uzun dönemde daima ve her yerde reel ekonominin gerçeklerini yansıtır. İkisi arasında uyumsuzluk mali piyasanın “manik-depresif” kişiliğini görünür kılar..

Bir süre bol likidite pembe gözlükler taktırır. Onu korku günleri izler. Petrol fiyatındaki artış zaten moral bozuyordu. Çin ekonomisinin yavaşlaması üstüne tuz biber ekti. Yemeğin tadı kaçınca risk iştahı düşüverdi.

Küresel ekonomiyi krizi taşıyan reel dengesizlikler çok yavaş (ve sancılı) düzeliyor. Çin’in ihracatla büyümeyi sürdürme çabaları eninde sonunda tıkanacaktı. O gün geldi. Yeni sürprizlere hazır olmak gerekiyor.

Ocak dış ticaret endeksleri TÜİK tarafından açıklandı. Miktar endeksleri geçen yıla kıyasla ihracatta yüzde 8,8 artarken ithalatta yüzde 0.2 azalıyor. İyi haberdir. Ancak petrol fiyatı dış ticaret hadlerini (fiyat endekslerini) olumsuz etkiliyor.

Harcama-üretim dengesi

Geçen hafta İstanbul’da çok önemli bir toplantı yapıldı. Konu: “Yüksek Büyümenin Sürdürülebilirliği - Yurt içi Tasarrufların Rolü”. Dünya Bankası ve Kalkınma Bakanlığı (eski DPT) tarafından hazırlanan rapor tanıtıldı.

Maalesef toplantı bir konuşmamla çakıştı. Katılamadım. Ama toplantıda sunulan raporu internetten indirdim (www.worldbank.org.tr). Altını çizerek okudum. Kapsamlı ve doyurucu bir çalışma olmuş. Tavsiye ederim.

Geri planda ekonominin üretim-harcama dengesi yatıyor. Milli gelir muhasebesi tasarruf-yatırım dengesi şeklinde hesaplanıyor.

Buradan tasarruf fazlası ya da açığı tanımlarına ulaşılıyor.

Terminolojiye aldanmayalım. Örneğin toplam harcamanın üretimden fazla olduğunu kabul edelim. Fark dış açıkta somutlaşır.

Doğrusu “tüketim fazlası” olurdu. Ama iktisat literatüründe “tasarruf açığı” deniyor. Özellikle vurgulamak istedim. Genel dengenin hesaplanmasında ciddi ölçme sorunları vardır. Dış açıkla sağlama yapılır. Ancak iç tasarrufun dağılımı (kamu-özel; hanehalkı-kurumsal) ya yoktur ya da hatalıdır. Tabloda DPT’nin yeni hazırladığı “kamu-özel” verilerini kullandım.

Özel tasarruf bilmecesi

Bugün sadece genel resmi çekiyorum. Cari fiyatla milli gelire oranlarda uzun dönem eğilimlerine bakıyorum. İlk sıra 1998-2001 dönemi ortalamalarını, ikincisi 2011 tahminlerini, alt sıra ise on yılda değişimi gösteriyor.

Milli gelir denklemini hatırlayalım. İç tasarruf ikiye ayrılıyor: kamu ve özel. Yatırım ise iç tasarruf ya da dış kaynaktan karşılanıyor.

Tablo çok çarpıcıdır. Kamuda son on yılda büyük bir tasarruf hamlesi var. Yüzde 4,2 açıktan yüzde 2.9 fazlaya geçiyor. Özel kesimde ise tersi oluyor: tasarruf oranı yüzde 24.5’tan yüzde 10,4’e geriliyor. Neticede iç tasarruf oranı da 7 puan düşüyor. Aynı anda yatırımlar 2.8 puan artınca küçük (yüzde 0,6) dış fazla devasa (yüzde 9.8) açığa dönüşüyor.

Özel kesim tasarruflarındaki bu büyük düşüş son on yılın tereddütsüz en ilginç bilmecesidir. Dış açığın nedenidir. Ekonominin temel kırılganlığıdır. Üstelik çözüm önerileri polemiğe açıktır. İpucu: Döviz kuru kritiktir. Devam edeceğim.

Yazının devamı...

Petrol fiyatları

Yunanistan borç silme operasyonunu başarı ile tamamladı. Euro bölgesi biraz rahatladı. ABD’de işsizlik düşüyor ve canlanma işaretleri artıyor. Küresel likidite bolluğu sürüyor. Dünya borsaları yükseliyor.

Bu umut veren resmi petrol fiyatları bozuyor. Geçen hafta Brent petrolün varil fiyatı 2008 ortasından bu yana ilk kez 128 doları gördü. Son baktığımda 125 dolar civarında dolaşıyordu. Yıllık artış yüzde 14, iki yıllık ise yüzde 66’dır.

Yakın geçmişi hatırlatmak için petrol fiyatının 2007 sonrasındaki seyrini grafikle gösterdim. Aylık ortalamalardır. Zirve Temmuz 2008’de: 144 dolar. Taban ise Aralık 2009’da: 34 dolar.

Petrol fiyatı nereye kadar yükselir? Dünya ekonomisini nasıl etkiler? Türkiye için hangi riskleri beraberinde getiriyor? Galiba herkes bu sorulara cevap arıyor. Ben de topa giriyorum.

Arz ve talep

Fiyat hareketlerinde arz ve talep etkilerini ayırmak önem kazanır. Talep tarafı artık iyi biliniyor. Fakir ülkeler zenginleştikçe daha çok enerji kullanıyor. Ekonomik gelişme petrol talebinde hızlı artışa yol açıyor. Ucuz petrol dönemini sona erdiriyor.

Mevcut tüketim anlayışının içerdiği çelişkiyi küresel krizi tartışırken vurguladım. Başta enerji, doğal kaynak israfı üzerine inşa edilen bir ekonomik sistem ilelebet sürdürülemez. Uzun dönemde bir “medeniyet kırılması” kaçınılmazdır. Ancak uzun dönem çok sayıda kısa dönemden oluşur. Yani fiyat kademe kademe yükselir. Arada dalgalanır. Bazen küresel konjonktür, bazen arz yanlı gelişmeler fiyatın belirlenmesinde etkili olur.

Uzun dönemin dengesini yansıtan (temeller - fundamentals- deniyor) fiyat nedir? Araştırmalar 100 dolar civarı diyor. Dolayısı ile son artış büyük ölçüde arz kökenli riskleri yansıtıyor. Başı İran’la ilgili sorunlar çekiyor.

Türkiye’ye kötü haber

Yükselen petrol fiyatı Türkiye açından sorunludur. Özellikle iki kanaldan etkiler. Bir: Maliyet artışı enflasyonu tırmandırır. Para politikasını sıkmak, yani ekonomiyi yavaşlatmak gerekir.

İki: Dış açık artar. Ocakta başladı. Yıllık enerji açığı 70 milyar dolara gidiyor. Bu ise döviz piyasasında gerginlik yaratır. TL değer kaybeder. Olumlu küresel havaya rağmen dün döviz sepeti 2.10 TL’ye yaklaştı.

İkisi birleşince geçmişin “enflasyon-devalüasyon kısır döngüsü” hortlar. Tek çözüm daha sıkı para ve maliye politikasıdır. Büyüme düşer, işsizlik artar vs. Yani “yumuşak iniş” nispeten sert bir düzeltmeye dönüşür. Velhasıl kötü olur.

Yazının devamı...

Yeni veriler

Dünya borsaları mutlu bir haftayı geride bıraktı. Yükseliş eğilimi Cuma biraz gevşedi. Euro Bölgesi’nde moraller düzeliyor. Nitekim parite tekrar 1.32’ye yaklaştı. IMKB’nin de keyfi yerinde ama döviz sepeti 2.08 TL’nin üzerine çıktı.

Merkez Bankası ve TÜİK’in müşterek hesapladıkları tüketici güven endeksi Şubat sonuçları açıklandı. Ekim’deki sert düşüşten sonra tüketici güveni dört aydır yükseliyor. Vatandaşın harcama kararlılığı sürüyor. Büyüme için iyi haberdir.

Aralık istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Sürpiz beklemediğimi yazmıştım. Geçen yıla kıyasla istihdamda 1 milyon artış var. Tümü tarım dışı sektörlerde; sanayi istihdamı da artıyor.

Bu da işsizlik oranını düşürüyor. Geçen yılın 1.6 puan altına, yüzde 9.8’e geriledi. Mevsim etkisi arındırılmış işsizlik oranı da dört aydır yüzde 9.3 düzeyinde yatay seyrediyor. İstihdam sayıları tüketicinin artan güvenini de açıklıyor.

Şubat bütçesi

Maliye bakanlığı Şubat bütçe gerçekleşmesini açıkladı. Hazine nakit dengesi beni tedirgin etmişti. Bizim neslin ezeli ve ebedi korkusu hemen depreşti: acaba mali disiplin bozuluyor mu?

Manşet büyüklüklerle başlayalım. İki aylık bütçe açığı 0.9 milyar TL; geçen yıl 2 milyar TL fazla vermişti. Yani bütçe dengesi 3 milyar TL bozulmuş. Halbuki faiz-dışı fazlada 1 milyar TL artış var. Ne olmuş? Geri planda 4 milyar TL artan faizler yatıyor. Sorun değil çünkü geçici bir durum.

Ayrıntılara dönelim. Bütçe disiplininin gösterge iki önemli göstergesi vardır: vergi gelirinde ve faiz-dışı harcamada geçen yıla göre artış oranları. İki ayda ilki yüzde 13.1, ikincisi yüzde 17.8 artıyor. Hayra alamet değildir.

Faiz-dışı harcamanın içine giriyoruz. En büyük iki kalem, personel giderleri ve cari transferler yüzde 15’in üzerinde, yani gelirden hızlı artıyor (sırası ile yüzde 15.4 ve 15.2). Sanırım tedirginliğimin nedenini anladınız.

Tek gözlemden genellemek yanlıştır. Veriler aydan aya kayabilir. Ancak maliye politikası Türkiye ekonomisinin temel istikrar çapasıdır. Bütçeyi pertavsız altına alıyorum.

Yoksulluk çalışması

Yoksulluk araştırması 2010 sonuçları TÜİK tarafından açıklandı. 2002’den bu yana fert yoksulluk oranlarını kapsıyor.

Günlük harcamanın dolarla iki tabanı var: 2.15 ve 4.30. Satınalma gücü paritesine göre $=TL alınıyor. 2010 fiyatları ile yıllık kişi başına yoksulluk sınırı, sırası ile, 777 TL ve 1554 TL oluyor. Dört kişilik aile için, aynı sıra ile, 3108 TL ve 6215 TL ediyor.

2010’da nüfusun yüzde 0.2’si ilk sınırın altında kalıyor: 157 bin kişi eder. Yüzde 3.7 ise ikinci sınıra takılıyor: 2.7 milyon kişi anlamına geliyor. 2002’de bu oranlar yüzde 3 ve yüzde 30’du. Yani bu dönemde yoksul sayısı çok ciddi düşüyor.

Ancak, kır-kent farkı derinleşiyor. 2010 için kentde oranlar yüzde 0.04 (onbinde 4) ve yüzde 1 çıkıyor. Halbuki kırsal bölgede yüzde 0.6 ve yüzde 9.6 hesaplanıyor. Bir: yoksullar kırsal kesimde yaşıyor. İki: kırsal kesimde yoksulluk çok yavaş geriliyor.

Yazının devamı...

Döviz mevduatı

Dünya borsaları gene coştu. Dow Jones son beş yılın en yüksek değerine tırmandı. Avrupa borsaları rekor yenilemeye hazırlanıyor. Parite 1.30’a yaklaştı. İMKB bile olumlu etkilendi. Ama döviz sepeti tekrar 2.08 TL’yi aştı.

Bugün şubat bütçesi ve aralık istihdam verileri açıklanıyor. Bütçe ilgimi çekiyor. Hazine nakit gerçekleşmesinden hoşlanmadığımı söylemiştim. İstihdamın sürpriz yapacağını sanmıyorum.

Ocak sanayi ciro ve sipariş endeksleri TÜİK tarafından yayınlandı. Geçen yıla kıyasla hem ciro hem sipariş iki-haneli (yüzde 16 ve 17) artmış. İnsan merak ediyor: Ocakta sanayi üretimi artışı neden yüzde 1.5’ta kaldı? Şubat verisi önem kazandı.

Dövizin cazibesi

Yatırım aracı olarak dövizin son yıllarda eski cazibesini çok kaybettiği biliniyor. En önemli neden enflasyonun tek haneye gerilemesidir. Fiyat istikrarı TL’ye güven duyulmasını sağladı. “Dandik para” statüsünü bitirdi.

Diğer neden, döviz yatırımcısının 2001 sonrasında çok zarar etmesidir. TL’nin değerlenmesi tasarruflarını dövizde tutanlara pahalıya patladı. Dövizcilerden TL’cilere büyük bir servet transferine yol açtı.

Bu koşullarda döviz cinsinden mevduatın düşmesi, en azından artmaması beklenir. Ama öyle olmadı. Yavaş da olsa döviz mevduatı yükselmeye devam etti. Ancak TL mevduatı çok daha hızlı arttığı için toplam mevduatta dövizin payı azaldı.

“Şeytan ayrıntıda gizlenir”. Geçenlerde döviz mevduatının farklı açılardan dağılımına bakma fırsatını buldum. Sonuçlar ilgimi çekti. Sizlerle paylaşıyorum.

Bileşimi değişiyor

Şubat 2012 verileri yeni açıklandı. Karşılaştırmayı 2008 ve 2010’la yapıyorum. En alt sırada dolara dönüştürülmüş toplam döviz mevduatı var (İnterbank hariç). Dört yılda yüzde 12 arttığı görülüyor. Toplamı oluşturan dört ana kaleme dönelim.

Merkez Bankası’na yatan işçi dövizleri: 11 milyar euro’dan 7 milyar euro’ya geriliyor. Türkiye’de yerleşik gerçek kişilerin dolar ve euro mevduatını ayrı ayrı izliyoruz. Dolar mevduatı 38 milyardan 35 milyara düşüyor. Euro mevduatı 18 milyardan 20 milyara yükseliyor. Yani gerçek kişilerin döviz mevduatı değişmiyor.

yöntemi yerleşik kurumların (şirket, dernek, vakıf vs.) mevduatına uyguluyoruz. Dolar mevduatı 15 milyardan 29 milyara, euro mevduatı 8 milyardan 11 milyara yükseliyor. Kurumların döviz mevduatında net ve ciddi artış görülüyor.

Dördüncüsü yerleşik olmayanların mevduatı: Dört yılda 4 milyar dolardan 12 milyar dolara (üç katına) çıkıyor.

Özetleyelim: Merkez Bankası’ndaki işçi hesapları yavaş yavaş eriyor. Bireysel yatırımcı dövizini satmıyor ama yeni döviz almıyor. Dolayısı ile döviz mevduatında artış yabancılardan ve yerli kurumsal mevduattan kaynaklanıyor.

Yazının devamı...

Konut fiyatları endeksi

Yunanistan’ın sildiği 105 milyar euro borç kimin üzerinde kalacak? Özel kesim içindeki kavganın ayrıntısını köşe komşum Ali Ağaoğlu dün anlattı. Zararın farklı oyuncular arasında dağılımı tartışılıyor. Yani sıfır toplamlıdır. Ocak ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Piyasa 5.5 milyar dolar cari işlemler açığı öngörüyordu. 6 milyar dolar çıktı. Geçen yıla eşittir. Dolayısı ile yıllık açık 77 milyar dolar düzeyinde sabit kaldı.

Döviz talebi arzın üzerinde mi? İşaretler bu yöndedir. Son baktığımda döviz sepeti 2.08 TL’ye, dolar 1.80 TL’ye gelmişti. Şubat ortasında döviz sepetinin 2.01 TL’ye ve doların 1.73 TL’ye düştüğünü hatırlatalım.

Kısa dönemde döviz kuru ile dış açık arasında doğrudan bağ yoktur. Ancak yüksek petrol fiyatı Türkiye’nin “yumuşak iniş” çabasını zorlaştırıyor. İktisat politikasında revizyon ihtimali gündeme geliyor. Konu çok önemli; bir yazı dizisi gerektiriyor.

Çok ihtiyaç vardı

Dün Merkez Bankası internet sitesine ödemeler dengesi verilerini indirmek için girdim. Ne göreyim? Cuma günü yeni hesaplanan Konut Fiyatları Endeksi kamuoyuna açıklanmış. Hoş bir sürpriz oldu.

Konut fiyatlarının konjonktür analizindeki önemi küresel kriz sonrasında iyice belirginleşti. Örneğin ABD için hazırlanan Case-Shiller endeksi artık istihdam, enflasyon, büyüme gibi temel makro göstergeler arasında yer alıyor. Kısa süre önce özel kesim devreye girdi. Birini biliyorum. Reidin adlı uluslararası kuruluş (reidin.com) büyük iller için konut fiyatını ve kiraları hesaplıyor. Ama hem abonelik gerektiriyor hem kapsamına hâkim değiliz.

Bireysel konut kredileri Merkez Bankası’nın işini kolaylaştırıyor. Gayrimenkul değerlendirme şirketleri tarafından düzenlenen değerlendirme raporlarını bankalardan topluyor. Kredinin kullanılması bile gerekmiyor. Veri tabanını bunlar oluşturuyor. Yöntemle ilgilenenler için ayrı bir açıklama eklenmiş. Kapsanan (ve kapsanmayan) iller, kullanılan formüller, tanımlar vs. ayrıntılı bilgi veriliyor. Neyse, çok önemli bir boşluğu dolduran bu endeks için yönetimi kutluyorum.

Konut enflasyonu

İki endeks var. Biri yeni (ilk kez satılan) ya da eski tüm konutları kapsıyor. 26 bölgede 73 ilin verilerini kullanıyor. Sekiz il yeterli veri olmadığı için kapsam dışında kalıyor. Diğeri sadece yeni konutların fiyatlarına bakıyor. Yeterli veri bulunan 26 ili kapsıyor. Ancak yeni konut endeksi il bazında yayınlanmıyor. Veriler Ocak 2010’dan başlıyor. Yani yıllık fiyat artışı Ocak 2011’den itibaren hesaplanıyor.

Endeksten bol görsel malzeme çıkar. Hangisinden başlamalı? Bölgeleri karşılaştırmayı düşündüm. Toplam ve yeni konut fiyatlarına baktım. Sonunda Türkiye için konut fiyat artışını tüketici enflasyonu ile karşılaştırdım. Diğerleri sonraya kaldı.

Grafik kendisini iyi anlatıyor. Bir: Konut fiyatı TÜFE’den hızlı artıyor. İki: Zirveyi 2011 ortasında görüyor. Üç: Yıl sonunda tüketici enflasyonu ile makas kapanıyor. Bilginize...

Yazının devamı...

Yaşam memnuniyeti araştırması

Almanya bir hedefine daha ulaştı. 105 milyar euroluk “saç tıraşı” başarı ile tamamlandı. Nihai katılım oranı yüzde 95’e ulaştı. Yunanistan tahvili tutan özel kesim askere giden gençlere benzedi.

IMF Türkiye’nin 2012 büyüme tahminini yükseltince “lobisi” hemen hareketlendi. Üç ay önce sıfır yada eksi büyüme öngörenler şimdi büyümenin zorlanmadan yüzde 3-4 düzeyini tutturacağını kabul ediyor.

Ocak sanayi üretimi tahminimin altında geldi. Yıllık artış toplam sanayide yüzde 1.5’a, imalat sanayinde yüzde 0.4‘e indi. Takvim-mevsim etkisi çıkınca Aralık’a göre, aynı sıra ile, yüzde 3.4 ve yüzde 3.1 geriledi. Şubat’ı görmeden bir şey diyemiyorum.

Hazine Şubat nakit dengesini açıkladı. Bütçenin öncü göstergesidir. İki gelişme tereddüt uyandırıyor. Faiz-dışı harcama hala gelirden yavaş artıyor ama makas daralıyor. İki: faiz harcamasında düşüş duruyor. Analiz için bütçe sonuçları gerekiyor.

Mutlu musun?

TÜİK 2003’den bu yana Yaşam Memnuniyeti Araştırması yapıyor. 2011 sonuçları Cuma yayınlandı. Arşivimi taradım. Sadece geçen yıl sözünü etmişim. Yazmaya niyetlendiğimi hatırlıyorum. Araya başka konular girmiş.

Mutluluk öznel ve genel bir kavramdır. Büyük ölçme sorunları içerir. TÜİK’in tanımı: “acı, keder ve ızdırabın yokluğu ve bunların yerine sevinç, neşe ve tatmin duygularının varlığı ile karakterize edilen durum; hayattan genel olarak memnun olma halidir.”

Dolayısı ile ampirik araştırmaları ciddiye almam. TÜİK vatandaşa soruyor: mutlu musun? Erkeklerin yüzde 59.5’u, kadınların yüzde 64.6’sı evet diyor. Toplam yüzde 62.1 ediyor. Bu oran zaman içinde çok az oynuyor. Sadece kriz yılında (2009) biraz düşüyor.

Ayrıntılara bakıyoruz. Mutluluğun nedeni olabilecek kişiler soruluyor. Yüzde 74 ailemin tümü diyor. Mutluluk nedeni olabilecek değerler soruluyor. Yüzde 73 sağlık diyor. Ne olmuş yani? Doğrusu bu bilgilerin ne işe yarayacağını kestiremiyorum.

Hizmetten memnun musun?

Vatandaşın somut bir kamu hizmeti karşısındaki tavrını ölçmek daha anlamlıdır. Sanırım o nedenle TÜİK “memnuniyet” sözcüğünü tercih etmiş. Şöyle tanımlıyor: ihtiyaçların ve isteklerin karşılanmasından doğan tatmin duygusudur”.

Bazı hizmetlere bakalım. En belirgin değişim sağlık hizmetlerinde görülüyor. 2003’de memnuniyet oranı yüzde 40 iken 2011’de yüzde 76’ye yükseliyor. Neredeyse iki katı eder. AKP’nin seçim başarısında temel etkenlerden biridir.

Memnuniyet oranı artış gösteren diğer üç hizmetler şunlar: asayiş, eğitim ve bilgi edinme. Sosyal güvenlik kurumu hizmetlerinde 2009’da yöntem değişiyor. Yani dokuz yıllık karşılaştırma yapılamıyor. Ona rağmen memnuniyette artış görülüyor.

Farkılık göstere adli hizmetler: memnun oranı 2004’de yüzde 45 iken 2011’de yüzde 39’a geriliyor. Ama aynı anda memnun olmayan oranı yüzde 18’den 10’a düşüyor. Nasıl olur? “Fikrim yok” grubu yüzde 27’den 43’e tırmanıyor.

Anket sonuçları 5 tablodan oluşuyor; ayrıntılar ilginizi çekebilir (www.tuik.gov.tr).

Yazının devamı...

Şubat’ta enflasyon

Yurt dışı seyahatim gene ilginç günlere denk geldi. En çok gürültüyü TL sembolü çıkardı. Türkiye’de kamuoyu çabuk kutuplaşır. Anında beğenenler-beğenmeyenler bölündü. Destekleyen tarafta kaldım.

Ülke paralarının bir sembolle gösterilmesi eski gelenektir. Tam anlamadım ama galiba tutucular “TL“ ile devam edilmesini tercih ediyor. Bir süre yadırgansa bile çabuk alışılacağına eminim.

Esas bombayı IMF patlattı. G-20’nin ocak toplantısı için hazırladığı raporda Türkiye’nin 2012 büyümesini yüzde 0,4 tahmin etmişti. Yeni G-20 raporunda yüzde 2,3’e yükseltti. Arada sadece bir ay var. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

Ocak sonunda “IMF’in 2012 tahminlerini gerçekçi bulmuyorum” demiştim. Görüşümü değiştirmedim. Ayrıca bu tür tahmin virajları IMF’in Türkiye ekonomisini okumakta çok zorlandığına kanıttır. Başka (komplocu) tefsirler de olabilir.

Makul bir enflasyon

Şubat enflasyonuna yetişirim demişim. Maalesef bir gün geciktim. 2011’in sonunda tüketici fiyat artışının tekrar iki haneye tırmanması enflasyon korkularını canlandırdı. Enflasyon tehdidinin azalması “yumuşak inişi” kolaylaştırır.

Şubatta makul bir enflasyon öngörülüyordu. Piyasa tüketici ve üretici fiyatlarında - TÜFE ve ÜFE - yüzde 0,6 civarında artış bekliyordu. TÜFE tam tuttu: yüzde 0,6 arttı. ÜFE tam şaştı: yüzde 0,1 düştü.

Dolayısı ile yıllık bazda iki enflasyon da geçen aya göre geriledi: TÜFE yüzde 10,4; ÜFE yüzde 9,2. Bu arada üretici fiyat artışının sekiz aydır ilk kez tek-haneye döndüğünü ve bir yıl öncesinin (Şubat 2011) altına indiğini belirtelim.

İki kritik sorumuz var. Bir: Tüketici enflasyonu önümüzdeki aylarda tekrar tırmanır ve ocaktaki yüzde 10,6’yi aşar mı? Çok muhtemeldir. İlkbaharda yüzde 11’e yaklaşmasını bekliyorum.

İki: Yıl sonu enflasyonu ne olur? Yılbaşında yayınladığım tahmin yüzde 6,5’tu. İlk iki ay sonuçları bu tahminle uyumlu geldi. Yani şimdilik aşağı ya da yukarı yönlü revizyon ihtiyacı duymuyorum.

“Çekirdek” eğilimi

Âdetimizi bozmadan yıllık kira artışına bakalım. Üç aydır yüzde 4,7 düzeyinde sabitlendi. Merkez Bankası’nın hesapladığı temel hizmetler enflasyonu ise geçen aya göre sınırlı oranda azalarak yüzde 6,3’e geriledi.

Piyasa “çekirdek enflasyona” odaklanmıştı. TÜİK dokuz farklı Özel Kapsamlı Tüketim Göstergesi yayınlıyor. Bunlardan ÖKTG-I özellikle izleniyor. Ocakta yıllık artış yüzde 8,4’e yükselmişti. Şubatta yüzde 8,1’e geriledi.

Grafiğin yöntemini açıklayalım. Mevsim etkisi arındırılmış üç aylık ortalama yıllandırılıyor. Yani üç ayın temposunun bir yıl devam etmesinin yol açacağı enflasyon hesaplanıyor. Resim bence nettir; “çekirdek enflasyonun” eğilimi aşağı yönlüdür.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.