Şampiy10
Magazin
Gündem

Mayıs ödemeler dengesi

Bazen haftada üç yazı yetmiyor. İlgimi çeken gelişmeleri ayrı yazı yapmayı planlıyorum. Güncel konular araya giriyor. Ancak tek paragrafla değinmek fırsatını bulabiliyorum.

Biri “libor” skandalıdır (Londra bankalararası borçlanma faizi). Küresel sistemin merkezinde yer alır. Bankalar suçüstü yakalandı. Eskiler “cürmü meşhut” der. Küresel kriz mali kesimi zaten hırpalamıştı. Son güvenilirlik kırıntılarını bu olay götürdü.

Diğeri İngiliz fizikçi Peter Higgs’in (ve başkalarının) 1964’te öngördüğü bir parçacığın sonunda gözlenmesidir. Çok etkileyicidir. Teorik düşüncenin müthiş gücüne nihai kanıttır. Hayranlık duymamak mümkün değildir.

Türkiye dünyadan olumlu ayrışmaya devam ediyor. Altı ay öncesinde felaket senaryoları yazanlar şimdi TL’ye methiyeler düzüyor. Neticede döviz sepeti 2 TL’nin altına yerleşti. İktisat politikasının manevra alanı genişledi.

Dış açık daralıyor

Mayıs ödemeler dengesi sonuçları Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Piyasa cari işlemler açığını 6.2 milyar dolar öngörüyordu. 5.8 milyar dolar çıktı. Son dönemde sistematik kazandı. Piyasa hep karamsar kalıyor.

Geçen mayısta açık 7.8 milyar dolardı. Aylık 2 milyar dolar düzelme anlamına geliyor. Nitekim ilk beş ayda dış açık geçen yıla göre 10 milyar dolar düştü. 37 milyar dolardan 27 milyar dolara geriledi.

Yıllık veriler de aynı eğilimi yansıtıyor. Dış açık ekimde 78 milyar dolarla zirveyi görmüştü. Mayısta 67 milyar dolara indi. 2012’yi 60 milyar doların altında bitirmesi ihtimali belirdi. Hatırlatma: Piyasanın yıl sonu için son dış açık tahmini 63 milyar dolar.

Petrol fiyatlarının gevşemesi enerji ithalatına hemen yansımıyor. Örneğin doğal gaz fiyatları aylar sonra uyum sağlıyor. İlk beş ayda enerji açığı yüzde 18 arttı. Yıllık 51 milyar dolara tırmandı. Enerji-dışı açık ise yüzde 70 azaldı. Yıllık 16 milyar dolara indi.

Net hata noksan (NHN) kaleminde yeni bilgi var. Son iki ayda 2.4 milyar dolar çıkış oldu. Böylece ocak-mayıs dönemi fazlası 1.3 milyar dolara geriledi. Geçen yıl 6.3 milyar dolardı. Birikimli NHN yavaş da olsa azalmaya başladı.

İran’a altın ihracatı

İran’a altın ihracatı çok konuşuluyor. Mali ambargo sertleştikçe hükümetin altın stoklaması normaldir. Mali istikrarsızlık, yükselen enflasyon, düşen kur vs. vatandaştan gelen altın talebini de yükseltir. Normaldir.

İran’a altın ihracatı Türkiye’nin dış açığını etkilemez. Nedeni basittir. Türkiye’nin altında üretim fazlası yoktur. İhraç edilen altının mutlaka ithal edilmesi gerekir. İthalat ihracatı götürür; alınan ticari komisyon dış dengeye küçük bir katkı yapar.

Dış ticaret sayılarına baktım. 2011 sonbaharında altının yer aldığı altbaşlıkta ithalat aniden zıplıyor: Üç ayda 3.5 milyar dolar. Mayısta tekrar 1 milyar dolar oluyor. Öte yandan son üç ayda 4 milyar dolar ihracat yapılıyor.

Dolayısı ile net etkisi olmuyor. Ancak dış açığın seyri etkileniyor. 2011 sonu açığını şişiriyor. Sonra normale dönüyor. Biraz bizim hesapları zorlaştırıyor. Olay bundan ibarettir.

Yazının devamı...

Özel harcamaların seyri

Kriz kâhini diye ün kazanan Nouriel Roubini gene manşetlere çıktı. “Bir mükemmel fırtına” Haziran ortasında yayınlandı. Fortune dergisinin son (Temmuz) sayısında özetledim (www.fortuneturkey.com/haberdetay.asp?news_id=1305).

Dünya bozuldukça Türkiye’nin cazibesi artıyor. Sanırım alışıyoruz. Özellikle faizler geriliyor. Gösterge faiz yüzde 7.9’u gördü. Döviz girişi TL’ye değer kazandırıyor. Döviz sepeti 2.03 TL’nin altına indi.

Sanayi üretimi Mayıs sonuçları TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa yüzde 3.2 artış bekliyordu. Çok karamsar kaldı. Geçen yıla göre toplam sanayi üretiminde yüzde 5.9, imalat sanayinde yüzde 5.8 artış gerçekleşti.

Takvim ve mevsim etkisi arındırılınca Aralık’ta sert düşüş yaşanmıştı. Ocak’ta başlayan artış eğilimi mayısta sürdü. Nisan’a göre toplam sanayi yüzde 1.1, imalat sanayii yüzde 0.8 yükseldi. İyi haberdir. Yumuşak iniş senaryosunu destekliyor.

TÜİK’ten düzeltme

İlk çeyrek büyümesinin genel hatlarına geçen hafta baktım. Temel harcama kalemlerinde yıllık değişime odaklandım. Belki dikkatinizi çekmiştir. Normalde takvim ve mevsim etkisi arındırılmış verilere değinirim. Bu kez yapmadım.

Çünkü benim hesabımla tutarsızlık gördüm. TÜİK milli gelirde bir önceki çeyreğe göre yüzde 0.2 artış bulmuştu. Bende düşüş çıkıyordu. Fark tedirgin etti. Yeniden hesaplayıp nedenini anladıktan sonra yazmaya karar verdim.

Ertesi gün TÜİK’den maddi hata açıklaması geldi. Yeni sayılar şöyle: 2011’in son çeyreği yüzde 0.4 artış, 2012’n ilk çeyreği yüzde 0.4 düşüş. Böylece 2009’de başlayıp neredeyse üç yıl (on bir çeyrek) süren kesintisiz büyüme dönemi bitmiş oldu.

Bu sayılar diğer göstergelerle daha uyumludur. Üretim 2011 sonbaharında zirveye çıkıyor. 2012 kışında az da olsa azalıyor. Mayıs sanayi üretimi sonuçları ikinci çeyrekte yeniden canlanması ihtimalini yükseltiyor.

Özel tüketim ve yatırım

Konjonktürü daha iyi izlemek için özel harcamaları ayrıntılı izlemekte yarar vardır. Takvim ve mevsim etkisi arındırılmış sayılar kullanılır. Grafik ikisine odaklanıyor. Küresel kriz öncesi ile (2008’in ilk çeyreği) karşılaştırılıyor.

Özel tüketim ekonominin uzak ara en büyük harcama kalemidir (çubuk). 2009 kışında dibe vuruyor. 2010 ilkbaharında kriz öncesine ulaşıyor. 2011 sonbaharında 110’a tırmanıyor. Son iki çeyrek birer puan geriliyor. Hâlâ kriz öncesinin yüzde 8 üzerindedir.

Özel kesim makine-teçhizat yatırımları uzun dönemde büyümenin anahtarıdır (çizgi). Krizde daha sert düşüyor. 2010 yazında kriz öncesini aşıyor. 2011 ilkbaharında 130’a tırmanıyor. Sonrasında kriz öncesinin yüzde 20 üzerinde istikrar kazanıyor.

Özetleyelim. Özel tüketimde tedrici gerileme var. Üretken yatırımlar ise nispeten güçlü seyrediyor. Enflasyon ve dış açık açısından olumlu haberdir.

Yazının devamı...

Almanya’nın seçeneği

Geçen pazar çıkan “Yunanistan mağdur mu?” yazıma beklemediğim bir tepki geldi. Maalesef araya büyüme ve enflasyon verileri girdi. Ama fevkalade önemli bir konuya işaret ediyor. Geri dönme ihtiyacını duydum. Krugman’ın çözüm reçetesi şöyle idi:

“Almanların ve Avrupa Merkez Bankası’nın bir an önce esas kendi davranışlarının değişmesi gerektiğini anlamaları, yani daha çok harcamaları ve daha yüksek enflasyonu kabul etmeleridir. Yoksa Yunanistan tarihe başkasının kibrinin mağduru şeklinde geçer”

Gelen “Victim Yunanistan” başlıklı mesajı harfiyen aktarıyorum (paragrafları birleştirdim).

“Yunanistan ve başka güney memleketleri çok borç yemiş. Akdeniz’den çözüm önerisi yapıyorsunuz: Almanya enflasyon yapsın. Enflasyon Yunan’ın borcunu ve Alman’ın birikmiş parasını değersizlendirsin. Alman Rum’un borcunu ödemiş olsun. Yiyici milletler dayanışması. Siz o kafada olduğunuzdan Almanlar da Türkiye’yi birliğe istemiyor. Sükan (ben de Almanya’da yaşıyorum ve Yunan’ın borcunun benim paramla ödenmesini istemiyorum)”

Neden önemsediğim sanırım çok açık. Okuyucum Türkiye kökenli ama Alman toplumunun bakışını içselleştirmiş. Bütün tezleri kullanıyor. Akdeniz, yiyici millet, Türkiye karşıtlığı, Alman vergi mükellefi... Merkel’de somutlaşan zihin haritasını iyi yansıtıyor.

Alacaklının açmazı

Alacaklı-borçlu ilişkisi daima çok boyutludur. Nasreddin Hoca hikâyesi tam oturur. İki taraf da haklıdır. Alacaklı geri almak üzere para vermiştir. Kontratın yerine getirilmesini ister. Borçlu ödeme gücünü kaybetmiştir. Sözünü tutması olanaksızdır.

Ahlaki açıdan alacaklı haklıdır. Özdeyişler bunu yansıtır. “Borç yiyen kesesinden”, “ayağını yorganına göre uzat” vs. Borçlu ödeme gününün geleceğini hesaplamalıydı. Borcun üstüne yatmak ahlaken tasvip edilemez.

Siyasi boyut daha sorunludur. Özellikle ırkçı söylemden kaçınmak gerekir. Sık duyulan güneyin kuzeyden daha az çalıştığı iddiası yanlıştır. Tersine, yıllık çalışılan saat Yunanistan’da (Türkiye’de vs.) Almanya’dan (Hollanda’dan vs.) yüksektir.

Ekonomi ise alacaklıyı zor bir açmazla karşı karşıya bırakır. Bankacılar iyi bilir. Borçluyu suyun üzerinde tutmak hayati önem kazanır. Çünkü borç gelirden ödenir. Gelir üretimle elde edilir. Borçluyu üretemez hâle getiren alacaklı hiçbir şey alamaz.

Borçlu bir şirket üzerinden gidelim. İflasta sabit varlıklar hurda fiyatına satılır. Markalar kaybolur. Yetişmiş insan gücü ve bilgi dağılır. Borcun cüzi kısmı karşılanır. Ya da şirketin üretimi sürdürmesi sağlanır. Borcun daha büyük bölümü ödenir.

Üzüm ve bağcı

AB’de bölge-içi borçların nihai alacaklısı Almanya’dır. Yani fatura sonunda Alman vergi mükellefine çıkacaktır. Bu konuda hiç tereddüt olmaması gerekir. Kendisine fiili maliyetini iki yaklaşımdan hangisini seçtiği belirleyecektir.

Bağcıyı dövebilir. Güney ülkelerini batırır. Alacakların üzerine bir bardak su içer. Herkes kaybeder. Ya da üzüm yemeyi dener. Güney ülkelerini kurtarır. Alacağının bir kısmını siler. Gerisini tahsil eder. Asgari zararla atlatır. Herkes kazanır.

Okuyucumun mesajı Almanya’da ilk seçeneğe desteğin gücünü gösteriyor. Bence hatalıdır. Ama alacak da, karar da onların; bir şey diyemem.

Yazının devamı...

İlk yarıda enflasyon

Yaşasın! Euro kurtarıldı... 43’üncü kez”. Başlığa CNN’in internet sitesinde rastladım. Euro krizi üstüne yararlı analizler çıkıyor. Akademik iktisatçılar arasında fikir birliği var. Uzun dönem için genelde karamsarlık ağır basıyor.

Türkçe euro krizi literatürü genişliyor. Koç Üniversitesi’nden Profesör Ziya Öniş’in (öğrencisi M. Kutlay ile) yeni çalışması çok yararlı. “Ekonomik Bütünleşme/Siyasal Parçalanmışlık Paradoksu: Avro Krizi ve Avrupa Birliği’nin Geleceği”, Uluslararası İlişkiler, Bahar 2012.

Son gelen veriler Türkiye’nin mali piyasalarda cazibesini güçlendirdi. Döviz girişleri gene hızlandı. Nitekim hazine tahvili gösterge faizi yüzde 8,2’ye geriledi. Döviz sepeti de 2.03 TL’nin altını gördü.

Enflasyon düşüşte

Haziran enflasyon verileri TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa tüketici fiyatlarının (TÜFE) yüzde 0,6 düşmesini buna karşılık üretici fiyatlarının (ÜFE) biraz artmasını bekliyordu. İkisi de düştü: TÜFE yüzde 0,9; ÜFE yüzde 1,4.

Gene de yıllık TÜFE yüzde 8,9’a yükseldi. Haziran 2011’in sert düşüşünden (yüzde 1,4) kaynaklanıyor. Yıllık ÜFE yüzde 6,4’e indi. İki buçuk yılın en düşük değeridir.

Olumlu eğilim çekirdek enflasyona da yansıyor. Merkez Bankası’nın da izlediği ÖKTG-I endeksi haziranda yüzde 0,4 arttı. Yıllık artış yüzde 7,4’e geriledi. Halbuki kasımdan bu yana yüzde 8 civarında dolaşıyordu.

Daha önemlisi, gıda fiyatlarında normalleşme işaretleri geliyor. Son yıllarda enflasyonu tırmandıran temel etkendir. Birkaç kez ayrıntısına bakmıştım. Birkaç çiçekle bahar olmaz. Devamını görmek gerekiyor.

Sürekli okuyucularıma not: Kira kalemi ılımlı seyrini sürdürüyor. Yıllık artış yüzde 4,8’e çıktı. Aralıkta yüzde 4,7 idi. Asayiş berkemal duruyor. Ya berber fiyatları? Doğrusu yaz sıcağında elim gitmedi. Sonbaharın serin günlerine bırakıyorum.

Revizyon zamanı

Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuştu. Önce mayısta sürpriz düşüş yaşandı. Ardından TL değer kazandı ve petrol fiyatları geriledi. O arada Merkez Bankası Başkanı Başçı yılsonu enflasyon tahmini aşağı çekilebilir dedi.

Yılbaşında 2012 enflasyonunu yüzde 6,5 tahmin ettim. Uzak ara en iyimser bendim. Merkez Bankası anketinde yüzde 7,5 bekleniyordu (hâlâ orada). Çift hane diyen vardı. Daha sonra tahminimi değiştirmedim.

Yazıya oturmadan excel’de çalıştım. Farklı ikinci yarı senaryoları ile oynadım. Korkarım karamsar tahmin yapmışım. Yılsonu enflasyonu yüzde 6’ya bile taşımakta çok zorlandım.

2012’de enflasyonun yüzde 5 hedefine yaklaşmasını ne engelleyebilir? TL’ye yeni saldırı gelir. Şu anda TL’nin değer kazanması riski daha yüksektir. Petrol fiyatı patlar. Siyasi-askeri kriz gerektirir. Gıda kötü sürprizini tekrarlar. Ama tersi de mümkündür.

Enflasyonun ılımlı seyri ekonomi yönetimin manevra alanını genişletiyor. Dışsal şoklarla mücadele kolaylaşıyor. Reel ekonomi için olumlu haberdir.

Yazının devamı...

İlk çeyrekte büyüme

En büyük İspanya! Çok ilginç bir maç oldu. Maç öncesinde İtalya’yı tutuyordum. Ama İspanya’nın oyunu çabuk ikna etti. İkisi de yabancı takım olunca kolay dönülüyor. Hoş, genelde görüş değiştirmekte zorlanmadığım biliniyor.

Finali Euro Bölgesi’nin en sorunlu iki büyük ülkesi oynadı. Anlamlıdır. Düşük kamu borcu, büyük dış fazla, sağlam bankalar vs. Almanya’ya yetmedi. Kötü makro dengelere rağmen mikro düzeyde müthiş başarı hikâyesi çoktur. İspanyol futbolu kanıttır.

Haziran enflasyonu bu sabah açıklanıyor. İTO’nun İstanbul Ücretliler Geçim Endeksi yüzde 0.6 geriledi. Piyasa TÜFE’de yüzde 0.4 düşüş bekliyor (yıl sonu yüzde 7,3). Geçen yılın sert düşüşü (yüzde 1.4) yıllık enflasyonu yükseltir. Ayrıntılar perşembeye.

İç talebin dağılımı

İlk çeyrek milli gelir verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Ekonominin geçen yıla göre yüzde 3.2 büyüdüğü ortaya çıktı. Piyasa yüzde 2.8 öngördü. Ben yüzde 4’ü aşar dedim.

Üretim cephesi ilginç değil. Tüm sektörlerde düşük oranlı büyüme var. Zaten yavaşlamanın gerisinde talep yetersizliği yatıyor. Harcama kalemleri öne çıkıyor.

İki buçuk yıldır özel tüketim patlaması ekonominin motoru olmuştu. İlk çeyrekte özel tüketim adeta kazık fren yapıyor. Geçen yıla göre sabit kalıyor. Diğer göstergelerden böyle çıkacağı anlaşılmıştı.

Özel yatırımları yatay bekliyordum. Geçen yıla göre yüzde 1.6 artıyor. Dağılımı şöyle: Makine-teçhizat yüzde 0.9; inşaat yüzde 3.1. Özel yatırımların nispi canlılığı iyi haberdir.

Toplam özel harcama artışı yüzde 0.4 oluyor. Bir yıl önce yüzde 17.6 idi. Kamu harcama artışı normal eğilimini sürdürüyor: Tüketim yüzde 5.5; yatırım yüzde 2.1; toplam yüzde 4.7. Özel ve kamu harcama toplamı iç talebi veriyor. Yüzde 0.9 artıyor.

Dış talep ve stoklar

Dış talebe dönelim. Ödemeler dengesi mal-hizmet ihracatının güçlü, ithalatının ise zayıf seyrettiği göstermişti. Milli gelire aynen yansıyor. İhracat yüzde 13.2 artarken ithalat yüzde 5 geriliyor.

Dış talepte değişim hızı anlamsız çıkar. Yerine büyümeye katkısı izlenir. İhracatın katkısı yüzde 3, ithalatın yüzde 1.6; toplam dış talebin yüzde 4.5 çıkıyor. İç taleple toplayınca nihai talep artışı yüzde 5.5 oluyor.

Ne demek? İç talep artmıyor. Ama yapısı değişiyor. İthalata giden iç talep düşüyor. Dolayısı ile yerli üretime iç talep artıyor. İhracat eklenince nihai talep güçlü seyrediyor.

En zoru stok değişimini tahmin etmektir. İlk çeyrekte firmalar toplam talebin bir bölümünü üretim yerine stoktan karşılıyor. Azalan stoklar büyümeden 2.3 puan götürüyor. Böylece yüzde 3.2’ye ulaşılıyor.

2012 için büyümeyi yüzde 4.5 tahmin ettim. İlk çeyrek sonuçları bu sayı ile uyumludur. Değiştirmiyorum.

Yazının devamı...

Yunanistan mağdur mu?

Mayıs dış ticareti TÜİK tarafından açıklandı. Sayılar dün medyaya yansıdı. İlk beş ayda geçen yıla göre ihracat yüzde 13 artarken ithalat yüzde 1 azaldı. Dolayısı ile dış ticaret açığı yüzde 19 düştü. 8.3 milyar dolar ediyor. Yıllık açık da 97 milyar dolara geriledi.

Bu sayılar yumuşak iniş senaryosu ile uyumludur. Ayrıntılara girmek istiyorum. Örneğin İran’a altın ihracatındaki patlamanın etkisi çok konuşuluyor. Belki ödemeler dengesi çıkınca bakarım.

Yarın ilk çeyrek milli gelir verileri yayınlanıyor. Piyasa büyümeyi yüzde 2.8 bekliyor. Bu arada 2012 büyümesi de yüzde 3.3’e geldi. BETAM ise ilk çeyrek büyümesini (takvim etkisi arındırılmış) yüzde 3.5 hesaplıyor.

Ben daha iyimserim. Özel iç talep yatay seyreder. İhracat küçük bir artış getirir. Büyümeyi esas ithalattaki düşüş besler. Yüzde 4’ü aşar. Stok değişimine bağlı olarak yüzde 4.5 olabilir. Yarın öğreneceğiz.

Euro zirvesinde ara çözüm

Euro Bölgesi zirvesi yeni bir uzlaşma ile sonuçlandı. Yani tarafları (ve piyasaları) şimdilik tatmin eden bir ara çözüm bulundu. AB’nin siyasi mekanizması böyle çalışır. Kararlar yavaş ve bölük pörçük alınır. Zamana yayılır.

En azından mali piyasaların çok sevindiğini izledik. Borsalar kelimenin tam anlamı ile uçtu. Frankfurt (DAX) bir günde yüzde 4.3 arttı. Parite Euro dolar karşısında yüzde 2 değer kazandı.

Ne oldu? Üye ülkeler bütçe egemenliğinin sınırlanması yolunda bir adım attı. Almanya istiyordu. Aynı anda İtalya ve İspanya’da bankacılık kesimine kriz desteği verilmesi kabul edildi. Diğer üyeler talep ediyordu.

Olumlu bir gelişmedir. Küçük de olsa kalıcı çözüm umudunu yeşertmiştir. Ancak euro bölgesinin önünde hala zor ve sancılı bir dönem vardır. Her an kötü bir sürpriz olması ihtimali yüksektir.

Sol-keynesci bakış

Nobel ödüllü Paul Krugman’ı daima dikkatle okurum. Arada köşemde misafir ederim. Geçen hafta New York Times’da yayınlanan yazısının başlığı ilgimi çekti: “Bir mağdur olarak Yunanistan”. Sol-keynesci yaklaşımın olaya bakışını iyi özetliyor.

Tercüme üzerine bir not: Krugman “victim” sözcüğünü kullanıyor. “Kurban” da karşılar. Gelişmeler iki tercümeyi de anlamlı kılıyor.

Krugman ABD ile paralellik kuruyor. Verimlilik, bütçe açığı, zayıf bankalar, konut balonu, vs. sorunlu eyaletleri örnek veriyor. Benzer bir krizin ABD içinde yaşanmadığına dikkat çekiyor. Krizin euronun mimarisinden kaynaklandığını vurguluyor.

Neden mağdur? Nasreddin hocanın hırsız hikayesindeki gibi, “Yunanistan’a borç verenlerin hiç mi suçu yok?” diyor. Almanya’nın muhafazakar iktisat anlayışının krizi nasıl bugünkü çözümsüzlüğe getirdiğini anlatıyor.

Euro nasıl kurtulur? “Almanlar’ın ve Avrupa Merkez Bankası’nın bir an önce esas kendi davranışlarının değiştmesi gerektiğini anlamaları, yani daha çok harcamaları ve daha yüksek enflasyonu kabul etmeleridir. Yoksa Yunanistan tarihe başkasının kibirinin mağduru şeklinde geçer” (Altını ben çizdim). Güzel söylemiş.

Yazının devamı...

Tahvil faizleri

Küresel piyasalar da heyecanla euro bölgesi maliye bakanları zirvesini bekliyor. Dananın kuyruğu kopar mı? Papatya falları açılıyor. Dağın bir kez daha fare doğurması ihtimali yüksektir. Piyasaların buna tahammülü var mı? Göreceğiz.

Almanya’dan net mesajlar gelmiyor. Maliye Bakanı Schaeuble bankalar için merkezi denetimi destekledi. Ama Merkel’in parlamentoda “benim sağlığımda müşterek tahvil olmaz” dediği manşetlere çıktı.

İçeride üç öncü gösterge haziran sonuçları açıklandı. Sektörel güven endeksleri perakende ticaret ve inşaatta azaldı. Hizmetlerde küçük bir artış var ama gelecek beklentisi gene düşüş gösteriyor.

Reel kesim güven endeksi ve kapasite kullanımı da haziranda geriledi. Mevsim etkisi arındırılmış kapasite kullanımı ocaktan bu yana 3.7 puan düşüşle 73’e indi. Yavaşlama derinleşiyor ve yayılıyor. Büyüme için kötü haberdir.

Gösterge faiz

Bugün devlet tahvili faizlerine bakmak istiyorum. Farklı vadede ve koşullarda oldukları için biri tercih ediliyor. Gösterge faiz deniyor. Tam adı şöyle: İskontolu devlet İç borçlanma senetlerinin ikincil piyasa yıllık bileşik faiz oranı.

Mali kesim haklı olarak bankalar arası piyasanın gecelik faizlerine odaklanıyor. Kendi kısa vadeli fonlama maliyetini yansıtıyor. Reel kesimi ilgilendiren ise mevduat ve kredi faizleridir. Vadeleri daha uzundur. Gösterge faizle paralel seyreder.

Vurgulayalım. Yeni ihalede oluşan faizler değildir. İç ve dış mali kurumların mevcut tahvil stoğuna talebini yansıtır. Talep artınca tahvil fiyatları yükselir yani faizi düşer. Talep azalınca tersi olur.

Yabancıların da devlet tahvili piyasasında aktif oldukları biliniyor. Bazen stok biriktiriyorlar. Bazen boşaltıyorlar. Tercihlerini özellikle döviz kuru ve faizle ilgili beklentileri etkiliyor. Yerlilerin karar süreci de çok benzerdir.

Dolayısı ile ikincil piyasa faizleri bir yerde Türkiye ekonomisine bakışın temel göstergesi oluyor. Karamsar senaryolar kurda ve/veya faizde yükseliş beklentisine yol açıyor. Faiz tırmanıyor. Olumlu beklenti halinde ise faiz geriliyor.

Faiz hızla düşüyor

Gösterge faizin son iki yılda seyri aşağıdadır. Ay sonu itibariyle gösterge faizleri Turkey Data Monitor veri bankasından aldım. Haziran için dünün değerini (yüzde 8,65) kullandım.

2011 sonbaharında gösterge faiz aniden artıyor. Euro krizi bahanesi ile felaket senaryoları yazıldığı dönemdir. TL’ye saldırıyı Merkez Bankası müdahalesi durdurdu. Aralık’ta yüzde 11’i gördü. Ama altı ayda 2.4 puan düştü. Son günlerde düşüş hızlandı.

Faiz beklentilerine de bakalım. Beklenti Anketinde üç ay sonrası soruluyor. Martta haziran için yüzde 9,2 öngörülmüştü. Haziranda ise eylül faiz beklentisi yüzde 9,5’a yükseldi. Ne diyebilirim!

Yazının devamı...

AB ile gelir karşılaştırması

Avrupa’da piyasalar haftaya kötü başladı. Borsalar kırmızı açıldı. Parite 1.25’e geriledi. Buna karşılık Suriye krizine rağmen Türkiye etkilenmedi. Borsa daha az düştü. Sepet kur 2.05 TL’nin, gösterge faiz yüzde 8,9’un altında seyretti.

Türkiye’nin çevresinden olumlu ayrışması özellikle İMKB’de belirginleşiyor. The Economist arka sayfasında 44 borsayı karşılaştırıyor. İMKB yılbaşından bu yana dolar bazında yüzde 22 arttı. Listenin en yüksek getirisidir.

Daha ilginç bir ayrışmaya dikkat çekelim. Piyasa analistleri karamsar raporlar yazıyor. Derecelendirme kuruluşları kredi notunu düşük tutuyor. Ama piyasa oyuncuları aldırmıyor. TL varlıklar satın almayı sürdürüyor. Yani Türkiye’ye güveniyor.

Daron Acemoğlu’nun Ankara’da yaptığı konuşmaya internetten ulaşılıyor (www.tepav.org). James Robinson’la birlikte yazdığı “Bazı Milletler Neden Başarısız Olur?” kitabından söz etmiştim. Aynı başlığı taşıyor.

Satınalma gücü paritesi

Üretkenlik ve refah düzeyini başka ülkelerle karşılaştırmanın zorluklarına arada sırada değiniyorum. Örneğin cari döviz kuru ile kişi başına gelir anlamlı değildir. Döviz kurunu bir sepet üzerinden hesaplayan satınalma gücü paritesi (SGP) daha gerçekçidir.

Genellikle Dünya Bankası‘nı tercih ediyorum. Tüm ülkeleri kapsıyor. Ama 2011 daha yayınlanmadı. Yakın geçmişte TÜİK de devreye girdi. Eurostat’la birlikte 37 Avrupa ülkesi için SGP endekslerini hesaplıyor. 2011 yeni açıklandı.

Üretim (GSYH) ve gerçek tüketim için “kişi başına hacim endeksi” ayrı ayrı veriliyor. Üretim endeksi 1995’e kadar gidiyor. AB ortalaması (şimdi 27 üye) 100 alınıyor. Her ülkenin ortalamanın neresinde olduğu hesaplanıyor.

Son dönemde euro ortalaması da (17 ülke) eklendi. 2011’i kriz öncesi ile (2008) karşılaştırıyorum. Türkiye’nin AB-27, euro bölgesi ve Yunanistan’a kıyasla üretim düzeyini gösteriyorum. Dikkat: Nispi üretkenlik ölçülüyor.

AB’nin neresindeyiz?

Tabloyu okuyalım. Türkiye’de kişi başına üretim 2008’de AB’nin yüzde 47’si iken 2008’de yüzde 52’ye çıktı. Üç yılda 5 puan artış demektir. Türkiye AB’den hızlı büyüdüğü için kişi başına üretimi AB’ye yaklaştı. Yunanistan ise irtifa kaybetti.

Euro bölgesi 100 alınınca Türkiye’nin kriz sonrası başarısı daha belirgin hale geliyor. Üretim artışı 6 puana (43’ten 49) yükseliyor. Ancak, hâlâ Türkiye’nin kişi başına üretimin euro bölgesinin yarısına ulaşamadığı görülüyor.

Ya Yunanistan? Komşunun sıkıntısı tabloya yansıyor. Türkiye büyürken Yunanistan küçülünce artış 13 puana (51’den 64’e) çıkıyor. Üç yılda Yunanistan’la üretkenlik farkı yüzde 95’ten yüzde 57’ye iniyor.

TÜİK kişi başına milli gelir dışında gerçek tüketim hacmi ve çeşitli fiyat endekslerini yayınlıyor. İlginç bilgiler var. Belki bir başka yazıda bakarız.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.