Şampiy10
Magazin
Gündem

Para basmanın dayanılmaz cazibesi

Yarın TÜİK ikinci çeyrek milli gelirini açıklıyor. Piyasa büyümeyi ikinci çeyrekte yüzde 3.3, 2012’de yüzde 3.1 öngörüyor. Ben ikinci çeyreğin yüzde 4’ü aşmasını bekliyorum. 2012 için yılbaşında yüzde 4.5 dedim. Revizyon gerekebilir.

Temmuz ödemeler dengesi sonuçları da yarın çıkıyor. Piyasa cari işlemler açığını 4.1 milyar dolar hesaplıyor. Katılıyorum. Yıl sonu tahmini de 61 milyar dolara geriledi. Bana 60 milyar doların altı daha makul geliyor.

Davos toplantılarını düzenleyen Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Rekabet Raporu 2012-13 yayınlandı. Türkiye geçen yıla göre sıralamada 16 sıra atlayıp 43’e yükseldi. İtalya’ya (42) ve Polonya’ya (41) yetişti.

Rapor başarılı performansı hızlı büyümeye, mali istikrara ve kurumsal çerçevedeki gelişmelere atfediyor. Rekabetçi ve büyük iç piyasayı vurguluyor. Ama eğitimde ve emek piyasasında yetersizliğin rekabet gücünü azalttığını hatırlatıyor.

Bas parayı, kurtul...

Köroğlu’na nazire, “kağıt para icat oldu, mertlik bozuldu!” diyebiliriz. Hoş, artık para basmak için banknot matbaasına da ihtiyaç kalmadı. Parmakları bilgisayar klavyesinin üzerinde dolaştırmak yetiyor.

Olacak, oluyor, olmak üzere derken, Süper Mario nihayet bombayı patlattı. Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) tahvil alım programını tavan koymaksızın başlattığını açıkladı. Mali piyasaların sevinci anında borsalara ve faizlere yansıdı. Euro değer kazandı.

Olayın buraya geleceği baştan itibaren biliniyordu. Daha önce çok yazıldı. Olayın iki boyutu var. Biri siyasidir. Euronun dağılması Avrupayı siyasi birliğe taşıyan sürecin de sonu olabilir. Dolayısı bıçak kemiğe dayandığında bir şekilde uzlaşma sağlanır.

Diğeri tekniktir. Mali krizin kısa dönemde tek ilacı para basmaktır. Böylece karşılığı olmadığı korkusu ile piyasanın istemediği mali varlıklar Merkez Bankasının aktifine taşınır. Yani karşılık riski kamuya aktarılır.

Dikkat: para basmak zorunludur ama çözüm değildir. Esas tedaviye zaman kazandırmak için hastanın ateşinin düşürülmesi muadilidir. Gene de euro krizinin çözümü yolunda atılmış önemli bir adımdır.

Bu para basma işini vatandaş anlamakta çok zorlanıyor. Para nedir? Karşılığı var mıdır? Kim basar? Neden basılır? Basılınca ne olur? Sakin bir zamanda bu ilginç konunun ayrıntılarına girmek istiyorum.

Türkiye’ye etkileri

AMB’nın ortalığı yeniden likiditeye boğması Türkiye’yi iki kanaldan ama zıt yönde etkiliyor. Reel ekonomi kanalı olumludur. AB’nin resesyonu Türkiye’nin ihracatını düşürüyor. Resesyondan çıkması dış açıkta düzeltme sürecini kolaylaştırıyor.

Mali kanal olumsuzdur. Bol likidite ve düşen risk algısı sermaye girişini arttırıyor. TL değer kazanıyor. Dolayısı ile dış açıkla mücadelenin kritik aracı döviz kuru üzerinde hakimiyet kaybediliyor. Yani düzeltme sürecini zorlaştırıyor.

Hangisi ağır basar? Şu anda bir şey söyleyemem. AMB’nin fiili uygulamasını ve TCMB’nin politika tepkisini görmek gerekiyor.

Yazının devamı...

Altın ve dış açık

Salı akşamı Trabzon havaalanında uçak beklerken yıllardır görmediğim bir sınıf arkadaşıma rastladım. Altın aramaya gittiği Artvin’den dönüyordu. Doğal olarak kulaklarım dikildi. Biraz eşeleyince Türkiye’nin teşebbüs gücünün ilginç bir örneği ile karşılaştım.

Ayrıntılara girmiyorum. Oğlunun kurduğu madencilik şirketi Londra borsasında halka açılmış. Türkiye şubesine kendisi bakıyor.

İki altın alanı bulunmuş. Şimdi Artvin’e odaklanmış. Çok potansiyel görüyor. Sektörün sorunlarını da anlattı.

Türkiye’nin altın üretimini sordum. Bu yıl 30 tona ulaştığını söyledi. Hemen bir hesap yaptık. Onsu (31.1 gramı) 1.700 dolardan 1.6 milyar dolar ediyor. Milli gelirin binde 2’si eder; hiçten iyidir. Ama yerli üretim altın talebini karşılamıyor.

Altında net ithalatçıyız

İlgimin nedenini tahmin ediyorsunuz.

Son dönemde İran’a altın ihracatı patladı. Türkiye zaten komplo teorilerine düşkündür. Dış ticaret dengesindeki düzelmeye gölge düşüren tefsirlere kapı açıldı. Daha önce şöyle yazmıştım (15/7/2012).

“İran’a altın ihracatı Türkiye’nin dış açığını etkilemez. Nedeni basittir. Türkiye’nin altında üretim fazlası yoktur. İhraç edilen altının mutlaka ithal edilmesi gerekir. İthalat ihracatı götürür; alınan ticari komisyon dış dengeye küçük bir katkı yapar.”

Bugün sayılara bakmak istiyorum.

TÜİK altın ticareti hakkında ayrıntı yayınlıyor. TurkeyDataMonitor’dan Derya Karakaya bunlarla bir tablo hazırlamış. Onun verilerini kullanıyorum.

Türkiye yılda ortalama 2-3 milyar dolar net altın ithalatçısıdır. 2009’da küresel kriz net ihracatçı yaptı. Sonra ana eğilime geri dönüldü. Yıllık net altın ithalatı 2011 sonunda 5.2 milyar dolara tırmandı. Temmuz’da 1.2 milyar dolara geriledi.

Altın-dışı dış ticaret

Dış ticaret verilerinden altın ticaretini düşünce altın-dışı dış ticareti buluyoruz. Konjonktürü daha iyi izlemeyi mümkün kılıyor. Aynı düzeltme enerji ticareti için yapılıyor.

Bir başka yazıda bakarım.

Ocak-temmuz döneminde geçen yıla göre ihracat yüzde 12,6 artarken ithalat yüzde 2 azaldı. Altın hariç tutulunca ihracat artışı yüzde 4,1’e geriliyor. Ama ithalat düşüşü yüzde 4,2’ye yükseliyor.

Ne demek? İran’la altın ticareti ihracat artışını abartıyor. Altın-dışı ihracat artışı artı ama daha küçük çıkıyor. Fakat aynı anda ithalattaki gerilemeyi de gizliyor. Yani altın-dışı ithalatta düşüş daha güçlü çıkıyor.

Yıllık, üç aylık vs. diğer veriler de bu eğilimle uyumludur. Başka türlü olamazdı. Tekrar edelim. İran’a altın ihracatı Türkiye’nin dış ticaret dengesini etkilemez. Profesyonel iktisatçılara ek iş çıkartır. Komploculara uçma olanağı sağlar. O kadar.

Yazının devamı...

Ağustos enflasyonu

Aylaklıktan çalışmaya dönmek kolay olmuyor. Kitap okuma bitti. Piyasanın günlük hareketlerine odaklanmak ise zor geliyor. Form tutmaya çalışıyorum. Arada yayınlanmış verilerle uğraşıyorum.

Avrupa borsaları haftaya yükselişle başladı. Euro/dolar paritesi 1.26 düzeyinde yatay seyrediyor. İçeride döviz sepeti 2.05 TL civarında dolaşıyor. 2 TL’nin altında fazla kalamayacağını söylemiştim.

Bernanke’nin piyasaları çok heyecanlandıran Jackson Hole konuşmasını okudum. Kriz sonrası para politikasını savunuyor. Başarısını anlatıyor. Ama krize götüren süreçteki sorumluluğuna hiç değinmiyor. Ayrı bir yazı konusu yapmak isterim.

İngiltere’de Bank of England’a başkan aranıyor. Dünyanın ikinci en eski merkez bankasıdır. The Economist yabancı başkan istiyor. Kanada’nın mevcut, Brezilya ve Polonya’nın eski merkez bankası başkanlarını aday gösteriyor. Nereden nereye...

Enflasyon rayında

Ağustos enflasyon verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Piyasa tüketici fiyatlarının yüzde 0,4 artmasını bekliyordu. 0,2 puan üzerinde, yüzde 0,6 geldi. Geçen yıl yüzde 0,7 olmuştu. Dolayısı ile yıllık tüketici enflasyonu yüzde 8,9’a geriledi.

Üretici fiyatlarında ise tersi gerçekleşti. Piyasa yüzde 0,6 artış öngörüyordu. Yüzde 0,3 çıktı. Geçen yıl yüzde 1,8’di. Dolayısı ile yıllık artış 1,5 puan düşüşle yüzde 4,6’ya indi. Kasım 2009’dan bu yana en düşük yıllık artıştır.

Mevcut eğilimler açısından tüketici fiyat artışı ağustos için yüksekçe sayılabilir. Geri planda gıda ve enerji fiyatlarında yükseliş yatıyor. Sadece bu iki kalemin aylık enflasyona katkısı 0.8 puan oldu.

Nitekim çekirdek enflasyonda olumlu eğilim sürüyor. Merkez Bankası’nın önemsediği ÖKTG-I artışı iki aydır eksi çıkıyor (yüzde 0,3). Dolayısı ile yıllık artış yüzde 7,2’ye indi.

Geçen ay Merkez Bankası yıl sonu tahminini yüzde 6,2’ye çekti. Ben yüzde 6 dedim. Ağustos verileri bu sayılarla uyumludur.

Yılbaşında piyasaların “enflasyon patlıyor” gürültüsünü ciddiye almadığım biliniyor. Haklı çıktım. Tekrar vurgulamak istiyorum. 2012’de Türkiye ekonomisinin öncelikli sorunu enflasyon değildir. Değerlenen TL ve yavaşlayan büyümedir.

VATAN 10 yaşında

VATAN’ın ilk sayısı 4 Eylül 2002’de yayınlandı. İlk yazıma “Merhaba” başlığını atmıştım. Sıfırdan kurulan yeni bir gazetenin ilk gününde yer almanın heyecanını yaşıyordum. Doğal olarak tedirgindim. Acaba başarabilecek miyiz korkusu taşıyordum.

Göz açıp kapayıncaya kadar on yıl geçti. Ben de on yıl yaşlandım. Arşive baktım. On yılda VATAN’da 1350 köşe yazım yayınlanmış. Ben severek yazdım. Umarım sizler de keyifle okudunuz.

İyi ki varsın VATAN! Nice on yıllara...

Yazının devamı...

Sezonu açıyoruz

Ege’nin kuru sıcağını bırakıp İstanbul’un rutubetine döndük. Romatizmalarım hemen aradaki farkı hissetti. Neyse ki serin havaya rastladık. Ağustos sonu yada Eylül başı her yıl yapar. “Yazlıkçı kaçıran fırtınası” denir.

Yazı tatilimi genellikle Eylül sonunda kullanırım. Derslere hazırlanma zamanıdır. Bu yıl erkene aldım. Biriken kitaplara odaklanmak istedim. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Kelimenin tam anlamı ile aylaklık yaptım.

Neyse ki ekonomide bir sürpriz olmadı. Son yazımda sonbaharın çalkantılı geçmesini beklediğimi belirtmiştim. Bu ihtimal hala güçlü duruyor. Önümüzde hareketli günler olduğu kesindir.

İki konu dikkatimi çekti. Birini Orhan Pamuk tetikledi. Burjuvazi üzerine ben de birkaç söz etmek istiyorum. Diğeri Türkiye’nin “orta gelir tuzağına” düşme riski. Gündeme gelmesi yararladır. Tartışmaya katılmayı planlıyorum.

Lağım kokusu

Geçen hafta Gündoğan yalısında dolaşırken bir vatandaş yanıma geldi. “Hocam, Mehmet Barlas’ın yazısını okudun mu?” diye sordu. Hangisini kastettiğini burnum hemen kestirdi. Evet dedim.

Kaçıranlar internetten bakmalı (27 Ağustos). Başlığı şöyle: “Bütün sınıflar aynı kokuyu soluyor Bodrum’da...” Şöyle devam ediyor.

“(D)enizi ve güneşi özleyen tüm kentlilerin yazlık mekânıdır Bodrum.. Burada yıllık tatillerini geçiren emekçiler de, emekçilerin yarattığı katma değerle yatlar, özel uçaklar alan yerli “Burjuvalar” da var.

Bodrum’da sınıf farkı, sadece tatilde harcanan paralardan anlaşılır. Onun dışında proletarya da, burjuvazi de aynı kokuyu solumakta birleşirler. Bu koku lağım kokusudur...

Bilmem kaç milyon dolarlık yatlar o kokunun egemen olduğu rıhtımlara bağlanmıştı.

Bayram günleri “Milyarderler Kulübü”nün de bulunduğu Yalıkavak Marinası’nın önünden geçerken, yine yoğun bir lağım kokusu teneffüs etmekteydik. Gündoğan Koyu da, aynı kokuyu üretmekteydi.”

Bir zihniyet sorunu

Türkiye’nin temel açmazlarından biridir. Geri planda ciddi bir zihniyet sorunu yatıyor. Vatandaş sadece özel tüketimine odaklanıyor. Ancak kamu tarafından sağlanabilecek müşterek tüketimi önemsemiyor. Neticede özel tüketimle kamu tüketimi arasında inanılmaz bir uyumsuzluk oluşuyor.

Bozuk ve çamurlu yollar, toplanmayan çöpler, elektriğin ve suların sık kesilmesi, trafik keşmekeşi, park ve oyun alanı yetersizliği, lağım kokuları, vs. hep aynı dengesizliğin farklı tezahürleridir. Az gelişmişliğin tipik göstergeleridir.

Olayı özetleyen bir ifadeyi eskiden çok duyardık. “Vatandaş zengin, devlet fakir” denirdi. Şimdi merkezi yönetim düzeyinde sorun biraz olsun hafifledi. Yerel yönetimlerde hala sürüyor. Doğrusu yakın gelecekte çözülebileceğini hiç sanmıyorum.

Yazının devamı...

Sıcak gün yazısı

Kavurucu sıcakları gene en güzel Selahattin Duman anlatmış. “Gölgede 39 demek, hissedilen sıcaklığın 45 ile 50 derece arasında olması demek...” Ben de onun gibi İstanbul dışında yazlıktayım. Kendimi Ege kıyısı daha az rutubetli diyerek avutuyorum.

Klima satıcılarının yüzü gülüyor. Hergün komşulardan biri daha evine taktırıyor. Ama beklenmedik bir sorun yarattı. Sitenin elektrik dağıtım sistemi klimaların getirdiği ek yükü taşıyamadı. Ana kablo yanmış deniyor. İki gündür elektrik yok.

Site yönetimi biraz önce duyuru yaptı. Klima kullanımına kısıtlama getirmekten söz edildi. Örneğin evleri ikiyi ayırıp (tek ve çift numara!) farklı saatler saptanabilir. Ancak denetimi adeta imkansızdır. Sorumluluk duygusu yüksek vatandaş gerektirir.

Ege Cansen’in çok sevdiği trafik açmazına benziyor. Başkaları kurallara uyarken kuralı delen karlı çıkar. Ama herkesin kuralı delmesinin sonu felakettir. Klima açmazının nasıl çözüleceğini göreceğiz.

Sonbaharın gündemi yoğun

Yaz sıcakları ekonomiyi de ikinci plana atar. Zaten okullar tatildir. Fabrikalarda üretim hattı yavaşlar hatta durdurulur. Ofisler birkaç nöbetçi ile idare edilir. Mali piyasalara bile rehavet çöker. Sonbahar beklenir.

Bu yıl sonbahar gündeminin yoğunluğu şimdiden konuşuluyor. Euro bölgesi için geleceğe kaçış olanakları tükendi. Özellikle Yunanistan’ın sayılı günü kaldı. Hikayenin sonunu çabuk öğreneceğiz.

Kasım başında ABD’de kritik bir seçim var. Obama’nın kaybetmesi zaten ciddi sorunlarla boğuşan dünya ekonomisi için ek bir belirsizlik demektir. Mali piyasaları mutlaka etkiler.

Çin ekonomisinde yavaşlama durgunluğa dönüşür mü? Soru bir süredir çok seslendiriliyor. Korku senaryoları yazılıyor. Özellikle hammadde ihracatçısı ülkeler için kötü haberdir.

Türkiye ekonomisi de iktisat politikası açısından bir yol ayırımına geldi. Olumsuz küresel konjonktürün ikinci yarıda da büyümeyi kısıtlaması ihtimali artıyor. Enflasyon düşüyor. TL değer kazanıyor. Ne yapılacak? Ne yapılmalı?

Yazılara ara veriyorum

Bir yandan sıcaklar, diğer yandan sonbahar gündeminin yoğunluğu, ben de olağan yıllık iznimi bu arada kullanmaya karar verdim. Bu süre içinde beni tatile çıktığıma pişman edecek olağanüstü gelişmeler olmayacağını umut ederim.

Haftaya Pazar günü yazmayacağıma göre, okuyucularımın Şeker Bayramı’nı peşinen kutluyorum.

Yazının devamı...

İlk yarıda sanayi üretimi

Haziran sanayi üretim verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Böylece 2102’nin ilk yarısı için büyüme ve konjonktür açısından ilk önemli gösterge kesinleşti.

Mayısta bir önceki yıla kıyasla sanayi üretimi artışı yüksek (yüzde 5,9) gelmişti. Aydan aya açıklanması zor dalgalanmalar olabiliyor. Genel eğilime bakınca, haziranda daha yavaş artması bekleniyordu. Öyle oldu.

Haziranda bir önceki yıla göre toplam sanayi üretimi yüzde 2,7; imalat sanayii üretimi yüzde 1,8 arttı. 2011’de, aynı sıra ile, artış hızı yüzde 7 ve yüzde 7,8 olmuştu. Sanayi üretimindeki yavaşlamanın boyutunu gösteriyor.

Nitekim takvim ve mevsim etkisi arındırılınca mayısa göre sanayi üretiminde sert bir düşüş beliriyor. Toplam sanayi üretimi yüzde 2, imalat sanayi üretimi yüzde 2,2 geriliyor.

Şaşırtıcı değildir. Euro bölgesi sorunları ihracatı kötü etkiliyor. Bu da imalat sanayii üretimini kısıtlıyor. Bu koşullarda hem toplam hem imalat sanayii üretiminin az da olsa artması olumlu bir gelişmedir.

Eğilimler

İkinci çeyrek verileri ile devam edelim. Bir önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıyoruz. İlk çeyrekte toplam sanayi üretimi yüzde 2,8 ve imalat sanayii üretimi yüzde 1,8 artmıştı. İkinci çeyrekte sanayinin çarkları biraz daha iyi dönüyor. Üretim, aynı sıra ile, yüzde 3,4 ve yüzde 3,1 artıyor.

İlk yarı verilerine bakalım. Geçen yıla göre artış toplam sanayi üretiminde yüzde 3,1; imalat sanayii üretiminde yüzde 2,4 çıkıyor. 2011’in ikinci yarısında üretimin, aynı sıra ile yüzde 7,1 ve yüzde 7,2 gibi yüksek oranlı artışlarını hatırlatalım.

Yıllık ortalamalara dönelim. Haziran itibariyle yıllık ortalama artış toplam sanayide yüzde 5’te, imalat sanayiinde ise yüzde 4,7’de kalıyor. 2011 sonunda yüzde 9 civarında seyrediyordu. Gene yarı yarıya düşüş görülüyor.

İkinci çeyrekte büyüme

İmalat sanayii üretimi artışı ile büyüme hızı arasında güçlü bir ilişki vardır. Krizde imalat sanayii üretimi milli gelire kıyasla daha sert düşmüştü. Dolayısı ile toparlanma döneminde daha hızlı büyüdü. 2011’de ilişki dengelendi.

Grafikte çubuklar çeyrek bazında imalat sanayii üretimi artışını, çizgi büyüme hızını gösteriyor. 2011’in ikinci çeyreğinden bu yana imalat sanayii üretimi ve milli gelirde artış hızının birbirine çok yakın seyrettiği görülüyor.

İkinci çeyrekte büyüme ne olur? Sanayi-milli gelir ilişkisinde beklenmedik bir değişim olmadığı takdirde ilk çeyreğin mutlaka üzerinde gelecektir. Bence yüzde 4’ü aşar. Yılbaşında 2012 için verdiğim yüzde 4,5 büyüme tahmini ile uyumludur.

Yazının devamı...

İlk yarıda kamu dengesi

Pazar günü Roubini’nin 2013’te resesyon öngörüsüne değindim. Bir profesyonel iktisatçı dostumdan tepki geldi. Haksız diyemem. Mesajını aynen alıyorum.

“Asaf hocam; 2013 borsa düzeltmesini bekleyen Roubini mi yoksa okurunuz mu? Eğer okurunuz ise ciddiye alacağım. Eğer Roubini ise, bozuk saat modelini müthiş bir ticari başarıya dönüştürmesi dışında benim nezdimde bahsettiğiniz okur kadar dahi kredibilitesi yok açıkçası.”

The Economist’in ünlü Big Mac döviz kurları açıklandı. Temmuz fiyatlarını kullanıyor. Kriz öncesi (2007) ile karşılaştırıyor. Euro’da değer kaybı yüzde 20’yi buluyor. 15 para birimi arasında maalesef TL yer almıyor. İnternete baktım, ayrıntılı tablo konmamış.

TL nereye kadar değer kazanır? Döviz sepeti 2.00 TL’nin altını deniyor. Ama tutunamıyor. 2.00 TL’yi alt sınır görüyorum. Yıllık dış açığın hâlâ 60 milyar doların üzerinde olduğunu hatırlatalım.

Bütçede bozulma

Yabancı yatırımcılar neden TL’yi güvenli liman görüyor? Şüphesiz büyüme potansiyeli, bankacılık kesimi, para politikası, faiz farkları önemlidir. Ancak, öncelik daima bütçe performansına ve borç dinamiğine verilir.

Son dönemde ilginç bir durum belirdi. Haziranda bütçe açığı beklenenin epey üzerinde çıktı. Hatta Maliye Bakanı Şimşek tedirginliğini belirtti. Tebdir alma gereğinden söz etti.

Kısaca sayıları görelim. Haziranda bütçe 6.3 milyar TL açık verdi. Geçen yıl 3.1 milyar TL fazla vardı. Yani aylık bozulma 9.4 milyar TL’ye ulaştı. Nitekim geçen yıl 4.7 milyar TL fazla veren faiz-dışı denge 4.4 milyar TL açığı dönüştü.

Haziranın olumsuz sonuçları ilk yarıyı etkiledi. Bütçe açığı 6.7 milyar TL’ye yükseldi (2011’de 0.7 milyar TL). Faiz-dışı fazla 19.6 milyar TL’ye geriledi (2011’de 25.3 milyar TL). 6 milyar TL civarında bir bozulma anlamına geliyor.

Dikkatinizi çekerim. Bütçe gerçekleşmesi 15 Temmuz’da açıklandı. Döviz kurunun seyrinden de anlaşıldığı gibi, Türkiye’ye sermaye girişi ona rağmen devam etti. Yani bütçe yabancıları korkutmadı. Neden?

Borç oranı düşüyor

Bilmecenin çözümü borç dinamiğinde yatıyor. Haziran sonunda merkezi yönetim brüt borç stoğu yayınlandı. Toplam borç yüzde 1 artışla 524 milyar TL’ye yükseliyor. Dönem enflasyonu yüzde 2; yani brüt borç stoğunda reel yüzde 1 düşüş var.

Şimdi esas kritik göstergeye, brüt borcun milli gelire oranına bakalım. 2011’de yüzde 40’tı. İlk yarıda yüzde 38.1’e iniyor. Ekonominin yavaşlamasına ve bütçe performansının bozulmasına rağmen borç oranında 2 puan iyileşme gerçekleşiyor.

Lafı uzatmayalım. Bu sayılar Türkiye’nin maliye politikasında sahip olduğu geniş manevra alanına işaret ediyor. Biraz da bugünü düşünerek, mekanizmaları iki ay önce (29 Mayıs) bu köşede özetlemiştim. Yerlileri bilmem ama yabancıların okuduğu anlaşılıyor.

Yazının devamı...

Temmuz enflasyonu


Küresel piyasaların manik-depresif davranışları iyice güçlendi. Draghi şöyle konuştu; borsalar zıplıyor. Merkel bunu demiş; bu kez çöküyor. Bu düzeyde oynaklık piyasaların tedirginliğini yansıtır. Genellikle hayra alamet değildir.

Halbuki TL varlıklara talep giderek güçleniyor. Aylar önceden uyarmıştım. Bu dalgalı denizde Türkiye küresel yatırımcılar için güvenli liman oldu. Nitekim sepet kur haftayı 2.00 TL’nin altında kapattı. Gösterge faiz yüzde 7.5’a indi.

Roubini’nin ABD için karamsar tahminine değindim. 2012’de büyüme ancak yüzde 1’i bulur diyor. Bir okuyucum dikkatimi çekti. 2013’de borsada sert bir düzeltme bekliyor. Bunun ABD ekonomisini resesyona sokacağını öngörüyor.

Olumlu eğilimler

Temmuz enflasyon sonuçlarını TÜİK Cuma açıkladı. Perşembe yazmıştım. Tüketici fiyatlarının düşeceği konusunda fikir birliği vardi. Piyasa binde 1, ben binde üç diyordum. Gerçekleşme tam ortasında, binde 2 çıktı.

Böylece tüketici fiyatları üç ay ardarda geriledi. Geçmiş yılları kontrol ettim. 2003 bazlı seride iki aya raslanıyor ama üç ay ilk kez oluyor. Tarihi rekor diyebiliriz. Üç aylık toplam düşüş 1.4 puandır. Yani Nisan-Temmuz dönemi enflasyonu eksi yüzde 1.4’dür.

TÜFE geçen Temmuz’da binde 4 gerilemişti. Dolayısı ile yıllık tüketici enflasyonu 0.1 puan artarak yüzde 9’a yükseldi. Halbuki yaz aylarında çift haneye ulaşacağını hatta geçeceğini düşünen çoktu.

Neticede ilk yedi ayın birikimli enflasyonu yüzde 1.7’de kaldı. Temmuz için 2003 bazlı serinin en düşük değeridir. Eski tahminlerime baktım. En iyimser senaryoda bile bu düzeyi öngörmemişim.

Çekirdek enflasyona dönelim. Merkez Bankası’nın da yakından izlediği ÖKTG-I Temmuz’da binde 3 geriledi. Yıllık artış yüzde 7.5 oldu. Eğilimi görmek için mevsim etkisini arındırılmış üç ayı yıllıklandırıyoruz. Yüzde 5.8 çıkıyor. Genel resimle uyumludur.

Yıl sonu ne olur?

Son üç ayın enflasyon gelişmeleri Merkez Bankası’nın tahminlerini etkiledi. Nisan Enflasyon Raporu, 2011 yıl sonu için yüzde 6.5 tahmin etmişti. Temmuz Enflasyon Raporu yüzde 6.2’ye indirdi. Yani üç ayda 0.3 puan geriledi. Bunu yaparken gıda fiyatlarına temkinli yaklaştığını da özellikle vurguladı.

Yılbaşında kopartılan “Enflasyon patladı” gürültüsünü ciddiye almadığım biliniyor. Her fırsatta talep baskısına yönelik işaret görmediğini yazdım. Yılsonu için yüzde 6.5 öngördüm. “Aşırı iyimserler” diyenler oldu.

Haziran verileri çıkınca yılsonu tahminimi yüzde 6’ya çektim. Bu ay bir değişikliğe gitmiyorum. Ancak ilk kez yüzde 6’nın altına düşmesi ihtimali beliriyor. Bu da para politikasının elini güçlendiriyor. Önemli bir gelişmedir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.