Tarihle birlikte gezmek: Halas

5 Şubat 2011

Halas, bir yolcu feribotu olarak, 1914 yılında yaptırıldı. 65 yıl boyunca da Boğaz’da şehir hatları vapuru olarak hizmet verdi. 2009 yılında ise Mustafa ve Caroline N. Koç tarafından alınarak, lüks bir cruiser haline getirildi. Düğünler, özel geceler, firma toplantıları gibi organizasyonlar için kiralanabilen Halas’ta 120 kişiye kadar misafir ağırlanabiliyor. 12 ay boyunca hizmet veren feribot, yaz aylarında ise güney sahillerinde seyir halinde olacak. İstanbul Boğazı’nda kaç kez gezmiş olabilirsiniz? Benim yanıtım: “Sayısını bilmiyorum“ olurdu. Ancak, bu defa öyle bir gezinti yaptım ki, bundan öncekilerin hepsi gölgede kaldı diyebilirim. İstanbul bir başka göründü gözüme ve tekrar sevdim bu şehri. Halas ile yaptığım gezi tarihe, tarihin içinden bakmamı sağladı ve bu geziyi yapan herkesin, tıpkı benim de hissettiğim gibi kendini yatın büyüsüne kaptıracağını fark ettim. Çünkü, Halas’la gezinti yapanlara gündüz ve gece boyunca İstanbul’u en iyi tamamlayan atmosfer sunuluyor. 52 metre uzunluğundaki bu yatla gezerken kendinizi ayrıcalıklı hissediyorsunuz ve bu gezi mümkün olduğunca uzun sürmeli diye geçiyor aklınızdan. Düğünler, özel geceler, firma toplantıları gibi organizasyonlar için kiralanabilen Halas’ı sevgilinizle eşsiz bir gezi yapmak için kiralamanızı da ben önereceğim. Güvertesinde gezmenin, restoranında yemek yemenin ve kamaralarında uyumanın ayrıcalığı rastlanır cinsten değil. Sunulan hizmetin kalitesi, romantik atmosferi ve şıklığı göz önüne alındığında kesinlikle buna değer. Ayrıca bir de ipucu vereyim. Görüntünün şıklığı, tarihi değeri, hizmetin kalitesi gibi unsurları üst üste koyduğunuzda yatı kiralama bedeli yanında mütevazı kalıyor. İlk ismi Reşit Paşa olan Halas bir yolcu feribotu olarak Glasgow’da Fairfield Shipping Co tarafından 1914 yılında yaptırılmış. O tarihten sonra pek çok el değiştirmiş. Son olarak 2009 yılında Halas 71’i alarak lüks bir cruiser olarak hizmete sunan kişiler ise Mustafa ve Caroline N. Koç. Yenilenen Halas 71’i, Caroline N. Koç ile konuştuk...120 kişiyi ağırlayabiliyor yazın güneyde charter hizmeti sunuyor1914 yılında Glasgow’da Fairfield Shipping Co. tarafından yapılan ve ismi Reşit Paşa olan gemi daha sonra İngiliz Hükümeti tarafından satın alındı ve ismi “Su Cadısı” olarak değiştirildi. Gemi 1918 yılında yapılan Mondros Mütarekesi’nden sonra Türk sularına girdi. İngiliz sigorta şirketine bağlı olarak 4 yıl hizmet verdi. 1923 yılında Şehir hatlarına geçen gemi, Halas adıyla 65 yıl boyunca Boğaziçi’nde yolcu vapuru olarak hizmet verdi. 1984 yılında İltur Şirketi tarafından satın alınan gemi tamamen çağdaş donanımla restore edilerek 15 lüks kabinli modern bir turistik gemi haline getirildi. 2009 yılında Mustafa ve Caroline N. Koç Halas 71’i aldı. Şimdi yeniden düzenlendi ve 12 kabin var, hâlâ lüks cruiser yat olarak kullanılıyor. 1988 yılından beri İstanbul’da turizm işletme belgesine sahip ve Türkiye’nin güney kıyısında lüks bir yat olarak hizmet veriyor. Bugüne kadar birçok üst düzey misafiri ağırlamış. Konukları arasında İngiltere Prensi Charles, Prenses Margaret, Prens ve Prenses Michael, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD eski başkanı George Bush, eski ABD Başkanı Bill Clinton ve eşi Hillary Clinton’da dahil olmak üzere İngiliz Kraliyet ailesinin üyeleri, eski Fransa cumhurbaşkanı François Mitterand, Suriye Devlet Başkanı Basshar Al-Assad ve eşi Esma Al-Assad gibi birçok ünlüleri ağırlamış. Halas davetlerinde 120 kişiye kadar ağırlanabiliyor. 12 ay boyunca hizmet veren Halas yaz aylarında güneyin mavi sularında charter hizmeti sunuyor. Haremlique ve Halas’ın örtüştüğü çok nokta var* Halas’ı almak ve böyle bir hizmet vermek nereden aklınıza geldi?Halas her zaman çok beğendiğimiz bir tekneydi. Yıllarca değişik vesilelerle zamanımızı geçirdiğimiz ve çok değerli anılarımızın olduğu bir gemidir, dolayısıyla böyle bir fırsat elimize geçince, hiç tereddüt etmeden almaya karar verdik. Sayın Çiğdem ve Haldun Simavi’den sonra biz de, bu önemli tarihi tekneyi Türkiye’ye kazandırmış olduk.* Halas’ta Haremlique ürünlerini kullandığınızı gördüm. Hangi ürünleri kullandınız ve ayrıca Haremlique hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?Haremlique bildiğiniz gibi 4 sene önce kurduğumuz bir ev tekstili markasıdır. Haremlique, zarafet, sadelik, konfor ve kullanışlılığı standart bir tarz olarak benimsiyor. Bu çizgiyi de her koleksiyonunda, zamandan bağımsız olarak koruyor. Haremlique tıpkı İstanbul gibi geleneksel olanla modern olanı bir arada sunuyor. Dolayısıyla restorasyonu henüz yeni tamamlanmış olan Halas’la örtüştüğü çok nokta var. Başka bir ürün kullanmamız düşünülemezdi.Restorasyonu 22 ay sürdü, her odanın rengi ve deseni farklı* Siz Halas’ta hiç tatil yaptınız mı? Ve Halas’ta vakit geçirmek nasıl bir duygu?Bildiğin gibi Halas 100 yıllık tarihi bir yat ve her şeyi orijinaline sadık kalınarak yenilendi. Bu tarihi dokuyu, konforla da birleştirince, sanki bambaşka bir zaman diliminde yaşıyorsunuz. Bu gerçekten çok hoş bir duygu. Önce de belirttiğim gibi Halas’ta çok keyifli ve unutulmaz anlarımız geçmiştir. Halas’ta vakit geçirmek özel bir deneyim. Ayrıca Halas’ın kendine has bir ikram ve ağırlama tarzı vardır, bunu eskiden beri devam ettirmektedir. Herkesi kendini evinde gibi hissettirmek en büyük özelliğidir. Çok özel bir enerjisi vardır. * Halas’ın dekorasyonunu nasıl yaptınız?Halas çok kapsamlı bir restorasyon geçirdi. Toplamda 22 ay sürdü. Ana konstrüksiyonu ve gövdesinden, havalandırmadan tüm ana sistemlerine kadar çok kapsamlı bir sağlamlaştırma ve yenilenme oldu. Ahşap işçiliği yenilendi. Banyoları baştan yapıldı. Mimar Meral Sonceley ile çalıştım ve gerçekten başarılı bir proje oldu. Kendisine burada tekrar teşekkür etmek istiyorum. Biz aldığımızda Halas’ın 15 kamarası vardı. Bunu 12 kamaraya indirdik. Bütün kamaraların bugünün standart ve taleplerine daha uygun bir hale getirmeye çalıştık, tabii orijinal çizgisini ve havasını bozmadan. İç dekorasyonunu ise kendim ele almayı tercih ettim. Her odanın desenlerini ve renklerini birbirinden farklı olmasına özen gösterdim.* İkili bir romantik tatil için Halas’ı önerir misiniz?Halas’ı, romantizmden ayrı düşünmek bence imkansız. Tatil imkanı sunan pek çok büyük ve konforlu motoryat var. Fakat hiçbirinde Halas’ın sunduğu atmosfer yok.

Devamını Oku

Türkiye’nin ucunda Karadeniz ve balık keyfi: İğneada

28 Ocak 2011

Trakya bölgesinin Karadeniz sahilinde, Kırklareli’ne bağlı bir kasaba İğneada. 20 kilometreyi aşan sahili, Longoz (Su basar) ormanları ve muhteşem doğası ile mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Longoz ormanları, çevresindeki gölleri, izlemeye ve sesini dinlemeye doyamayacağınız sahili ile İğneada Türkiye’nin batısını keşfetmek isteyenleri bekliyor. Siz de benim gibi bu mevsim gitmelisiniz çünkü meşhur İğneada kalkanı zamanı... Orada konaklamak isteyenler için odalarının hepsi Karadeniz manzaralı İğneada Resort Hotel son derece keyifli bir mekan. Yani, Türkiye’de tatil yapmak istiyorsanız ve hep bildik yerlere gitmeyi tercih etmiyorsanız kesinlikle İğneada’ye gidin diyorum. Çünkü burada tam bir doğa tatili yapacaksınız. Kaldığınız otelin önünde uzanan uçsuz bucaksız Karadeniz ve arkanızda yükselen koyu yeşil orman örtüsü sizi bambaşka bir dünyanın kapılarına götürmüş olacak. Oradan içeri nasıl gireceğiniz ise tamamen size kalmış. Karadeniz’e yüzünü dönmüş bu sakin kasaba yazları bile serin. O nedenle bu mevsimde giderken çok iyi giyinmiş olmanız da lazım. Çünkü size hizmet verecek beş yıldızlı otelin içinde hoş vakit geçirseniz bile, mutlaka orman yürüyüşleri yapmak isteyeceksiniz. Bu arada unutmadan söylemem gerekiyor ki, İğneada; sınırları içinde bulunan gölleri, lokantalarda daima taze olarak bulacağınız balıkları ve özellikle İstanbul’dan gidenler için kolay ulaşım yolları nedeniyle de ilgi çekici. Çok değil, bir hafta sonu kaçamağı için bile uygun bir yer.Nasıl gidilir?İğneada 153 km’si otoban olmak üzere İstanbul’a 250 km uzaklıkta yer alıyor. İstanbul yönünden Edirne’ye doğru yol alan özel araçlılar Lüleburgaz ayrımında otobandan çıkarak, Pınarhisar-Demirköy üzerinden Istranca ormanlarının doyumsuz manzarası arasında İğneada’ya ulaşıyorlar. Önceleri dar, inişli çıkışlı keskin virajlarla dolu olan yol, son yıllardaki çalışmalar sonucu genişletilmiş, sonu görülmeyen virajlardan kurtarılmış, araç kullanımının keyifli hale gelmesi sağlanmış. Alternatif bir yol olarak önerilen 2’nci seçenek bana daha uygun geldi ve ben bunu seçtim. Bunun için Çerkezköy çıkışından otobanı terk ederek Çerkezköy-Saray-Vize hattını takip ederek Poyralı köyüne geldim. Buradan Yeniceköy-Demirköy hattı üzerinden İğneada’ya ulaştım.Karadeniz’e hakim bir otel İğneada Resort İğneada’da denizle ormanın arasında kurulmuş İğneada Resort Hotel, gerçek anlamda beş yıldızlı bir SPA oteli. Gerek verdiği hizmet, gerekse dekorasyonu ve Karadeniz’e hakim konumu ile bölgenin tanıtımını adeta üstlenmiş gibi. Otel yönetimi bölgeyi ve longoz ormanlarını tanıtan çok detaylı broşürler hazırlamış. Hatta çevreyi gezmek istediğinizde size yerel rehber de organize ediyorlar. Çevre gezisinden döndüğünüzde dinleneceğiniz otel odaları da tamamen sizin keyif almanızı düşünerek organize edilmiş. İster pencerenin hemen yanındaki jakuzide Karadeniz’i seyrederek keyif yapabilir, isterseniz SPA’da bir masaj alarak günün yorgunluğunu çıkartabilirsiniz. Akşam yemeğinde ise otelin en üst katında bulunan, restoranda Karadeniz manzarası ve şömine ateşi eşliğinde meşhur İğneada kalkanı yiyebilirsiniz. Bu arada unutmadan söylemeliyim ki, otelin yönetimi, otele araçla 10 dakika mesafede bulunan İğneada Feneri’nin hemen önündeki uçurumun üzerine harika bir restoran yapıyor. Yaza yetiştirmeyi hedefledikleri bu restoranın İstanbul’dan birçok kişiyi buraya çekeceğine de eminim. Korunmaya alınmış 7 gölü bulunuyorİğneada’da bulunan göller arasında; Erikli, Mert, Hamam, Pedina, Saka, Sülüklü ve Ramana bulunuyor. Göllerde bulunan sazan, kefal, levrek gibi balık çeşitleri de koruma altındaymış. Göller pek çok yaban hayvan için de yaşam alanı oluşturuyor. Bu açıdan mutlaka korunması gereken bölgelerden biri. İğneada Resort Hotel & Spa Tel: 0288 692 20 20 www.igneadaresort.comEn taze balıklar, çok ucuzTrakya’da balık yemek isterseniz Kıyıköy de gidilebilecek adreslerden biri ama İğneada doğası gereği daha fazla insanın ilgisini çekiyor. Balıkçı limanı bulunan İğneada’da mevsimin en taze balıklarını oldukça ucuza bulabiliyorsunuz. Longoz ormanları 2007’de Milli Park olmuşDünya üzerinde sadece 3 yerde olan Longoz (subasar) ormanlarından biri de İğneada. Longoz (subasar) ormanı, Kırklareli sınırları içinde, Karadeniz kıyısında bulunuyor. Yaban hayatın hâlâ sürdüğü orman, Dünya Bankası fonlarıyla 8 yıldır yürütülen GEF2 adlı bir projeyle korunuyor. Orman 2007 yılında Milli Park ilan edilmiş.

Devamını Oku

Güzel bir hafta sonu kaçamağı Bursa ve Gölyazı

21 Ocak 2011

Bu hafta sonu İstanbul’dan fazla uzaklaşmadan keyifli vakit geçirmek istedim. Pendik’ten İDO’nun feribotlarına binerek Yalova’ya geçtikten sonra, rahat bir sürüşle Bursa’ya ulaştım. İnternette yaptığım araştırma sonucunda Bursa’da küçük ve sevimli bir butik otel bulmuştum. Bursa’ya ulaştıktan birkaç dakika sonra hemen Uludağ yolunun başında Tophane semtinde bulunan Kitap Evi Butik Otel’e ulaştım. Eski konak, kitap evi olarak geçirdiği geçmişinin ardından son derece güzel restore edilmiş ve şık, konforlu bir butik otele dönüştürülmüş. Otel görevlileri beni kapıda güleryüzle karşıladı ve Bursa manzaralı odama yerleştim. Size biraz otelden bahsetmek istiyorum; 2009 yılından bu yana Bursa’nın Tophane semtinde otel olarak hizmet veren Kitap Evi Butik Otel, aslında bir zamanlar konakmış. Geçirdiği büyük yangın sonrasında, aslına uygun olarak restore edilmiş. Otelin farklı tarzlarla döşenmiş, 13 odası var. Oda isimleri ise konağın konum ve işlevlerine göre belirlenmiş. Örneğin, çatı suitinde bulunan, gül bahçesi olarak düzenlenmiş terastan eşsiz şehir manzarası, şömineli suitten bahçe ve Bursa sokakları izlenebiliyor. Ayaklı bir küvetin bulunduğu cumba suiti ise Ulucami ve Yeşil Türbe manzarasına sahip. Kitap Evi Butik Otel, Bursa’daki Osmanlı sivil mimarisinin en iyi örneklerinden biri denilebilir. Otel, antik kent surlarının ana kapılarından olan Saltanat Kapısı’nın yanında, şehir merkezinde yer alıyor. Otele yürüme mesafesinde Ulu Cami, Kapalı Çarşı ve tarihi Hanlar bölgesini bulacaksınız. Kitap Evi Butik Otel’in restoranı da özenle dekore edilmiş çok sıcak bir atmosfere sahip. Mönüsünden denediğim tüm yemeklerden ve servisten son derece memnun kaldım. Kitap Evi Butik Otel’de ne yiyebilirsiniz?Sadece otel konuklarına değil, herkese açık olan restoran kışın şömine başında, yazın iğde kokan bahçesinde 12 yıldır şehrin hâlâ en seçkin mekanlarından biri olarak kabul ediliyor. Özel peynir tabağı ve bademli piliçli ılık salata ile başlayan yemek, peynirli cevizli erişte ve dana külbastı ile devam ediyor. Tatlı olarak da orman meyveli turta denenebilir. Restoranın açıldığı bahçe yüksek duvarların arasında iğde, manolya, ıhlamur ağaçları, sardunya ve güllerle donatılmış gibi... Bu şahane yemek sonrasında şöminenin karşısında kitabımı okuyarak geceyi sonlandırdım. Ve harika bir akşam yemeğinin ardından mutlu bir şekilde uykuya daldım, çünkü sabah erkenden kalkıp Gölyazı’ya gidecektim. Gölyazı’ya ulaşım: Bursa’dan İzmir istikametine giderken Uluabat Gölü’nü gördükten 5 km kadar sonra Gölyazı tabelası görülüyor. Bu tabelayı gördükten sonra sola dönerek zeytin ağaçlarıyla çevrili güzel bir yoldan 5 km gidildiğinde Gölyazı köyü’nün girişine ulaşılıyor. İzmir tarafından Bursa istikametine gidenlerin ise gölü gördükten 25-30 km sonra tabelaları takip ederek sağa girmeleri gerekir.Kitapevi Butik Otel: Kavaklı Mah. Burç üstü No: 21 Tophane / Bursa Tel: 0224 225 41 60 www.kitapevi.com.tr E-mail: kitapevi@kitapevi.comGölyazı’da huzurlu bir günBir fotoğrafçı olarak benim için Gölyazı’nın görsel anlamda ne kadar etkileyici olduğunun bir kanıtı da, konusu doğa olan her fotoğraf yarışmasında, ödül alan fotoğraflardan birinin Gölyazı’da çekilmiş olmasıdır. Özellikle sabahları göl üzerinde oluşan sis, gölün içerisinden çıkmış olan ağaçların üzerine indiğinde gerçekten büyüleyici bir görüntü oluşuyor. Benim için böylesine bir önemi olan Gölyazı, Bursa İzmir karayolunda Uluabat Gölü (Apollont gölü) kıyısında küçük bir yarımada üzerinde kurulmuş bir yerleşim. Tarihi ise Roma dönemine kadar gidiyor. Kurtuluş Savaşı’na kadar Rumların yaşadığı köyde, günümüzde Selanik’ten mübadele yolu ile gelmiş Türkler yaşıyor. Köyde yaşı 250’yi geçmiş Rum evleri, 700 yaşını çoktan aşmış anıt ağaç, Ağlayan Çınar var. Bugün köyün geçim kaynağı balıkçılık ve zeytincilik. Göl, organik madde bakımından zengin olduğu için 21 tür balık ve kerevit yetiştiği söyleniyor. Ve burada kadın ile erkekler birlikte balık tutmaya çıkıyor. Her tarafta balık ağlarını onaran kadınları, erkekleri görüyorsunuz ve bu insanların hepsi gerçekten misafirperver. Hepsi sizi merhaba diyerek karşılıyor. Ben denemedim ama Gölyazı’da göl kenarında pek çok küçük balık lokantası bulunuyor. Ayrıca gölde balıkçı tekneleriyle ada turu da yapabilirsiniz. Adanın çevresinde sular çekilince kökleri meydana çıkan söğüt ağaçları, sur yıkıntıları var. Adadan muhteşem bir günbatımı manzarası izlemek mümkün. Bunun için Zambak tepesi en uygun mekan olarak tavsiye ediliyor. Uluabat Gölü, göçmen kuşlar için doğal bir kuş cenneti. Yavrulama döneminde Manyas Gölü’nde konaklayan kuşlar, balıkların bolluğu nedeniyle beslenmek için Gölyazı’ya geliyor. Özellikle ilkbaharda kuş ve kurbağa sesleri tüm Gölyazı’yı kaplıyormuş.700 yaşını aşmış Ağlayan Çınar Gölyazı’nın en önemli yerlerinden biri de anıt ağaç Ağlayan Çınar. Biyolog Mehmet Okatan’ın büyük uğraşı sonunda uluslararası anıt ağaç işaretini üzerinde taşıyan “Ağlayan Çınar“ tabelasına dikkatle bakın. Çünkü bu çınar ağacı 700 yılı aşkındır orada. Ve tam 400 metrekarelik gölgesi bulunuyor.

Devamını Oku

Kış tatilinin beyaz adresleri

14 Ocak 2011

Şehrin stresinden bir nebze kurtulmak, kendinizi bembeyaz karların içine atmak istemez misiniz? Türkiye’nin dört bir yanında bulunan kayak merkezleri, gerek pistleri gerekse 5 yıldızlı konaklama imkanları ile sizlere kusursuz bir tatil sunuyor. Temiz havanın tadını doya sıya çıkarmak için...Palandöken Dedeman Palandöken Kayak Merkezi’nde Dedeman Palandöken’e gitmenizi tavsiye ediyorum. Erzurum’un ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin önemli kayak merkezi olan Palandöken’de kurulu Dedeman, kayakseverlerin Türkiye’deki en gözde mekânlarından biri. Çünkü burada kar kalitesi ve yüksekliği kış boyunca ideal seviyede kalıyor. Palandöken’de ayrıca Türkiye’nin en uzun pistinde kaymanın keyfini de çıkartabiliyorsunuz. Farklı zorluk derecelerine sahip birçok kayak pisti olan Palandöken hem müthiş kış manzaraları, hem de kayak keyfini birlikte sunuyor. * Palandöken kayak alanları: 2.100-3.172 m arası * Toplam kayak pisti: 42 km* En uzun pist: 12 km1 gondol lift6 adet chair lift1 adet t-bar1 adet bantMoggle pistHalf pipe ve free style alanları4 İletişim4 Telefon: 0442 317 0500 4 Faks: 0442 317 05 04 http://www.dedeman.comDedeman Palandöken Ski Lodge2005 yılında kayakseverlerin hizmetine açılan ve 12 ay boyunca hizmet veren Dedeman Palandöken Ski Lodge Otel kent merkezine 2 km, havaalanına 14 km ve otogara ise 7 km uzaklıkta... Dedeman Palandöken Ski Lodge’da farklı uzunlukta 8 lift ve gondol, kayak pistleri bulunuyor. Burada kayak kiralama, kayak dersleri almak da mümkün. Kartalkaya - Goldenkey KartalkayaGolden Key Kartalkaya butik otelde 43 farklı özelikte oda bulunuyor. Dağ evi tarzında düşünülerek inşa edilmiş otelin odalarının manzaraya konumları çok etkileyici. Otelde engelli misafirlerin rahatlık ve konforu için özel donanıma sahip odalar da bulunuyor. Golden Key Kartalkaya’nın dış mimarisi Fransız Lea Invent tarafından yapılmış, özel aksesuarlar ise Şeref Aldemir tarafından tasarlanmış. Yayla mimarisinin hakim olduğu bölgede, proje klasik yayla evi ve lodge tipolojilerinin modern bir yorumu olarak karşınıza çıkıyor. Kartal otele ait tüm pistlerin toplam uzunluğu 20 km civarında. Liftlere ait kişi kapasitesi ise 6000 kişi/ saat şeklinde.Kocaeli Kartepe The Green Park Resort KartepeKartepe, özellikle İstanbul’a olan yakınlığı ile kayak yapanların ilgisini çekiyor. Bursa, Ankara ve İstanbul illerinin tam ortasında, İstanbul’a 1 saat mesafede bulunan Kartepe, yeni başlayanların da kayağın zevkine varabilecekleri bir yer. Kartepe’de uzunlukları 400 ile 3500 metre arasında değişen 14 pist, (42 km uzunlukta pist alanı) dört mekanik tesis, baby lift alanı, 2 telesiyej, 1 teleski, deneyimli kayak ve snowboard hocalarının ders verdiği kayak okulu bulunuyor. Dağın ezilmemiş bölgelerinde macera sevenler kayarken, snowboard tutkunları rampaları tercih edebiliyor. Kayak merkezindeki tek konaklama seçeneği olan The Green Park Resort Kartepe’nin kayak odasından malzeme kiralamak mümkün. Diğer aktiviteler ise atla yapılacak kızak olabilir.Kayak kiralama odası...The Green Park Resort Kartepe’nin 1000 metrekare alana kayak kiralama odasında en son teknoloji kullanılıyor. Bilgisayar ağı ile yönetilen odada, tüm işlemler tek bir merkezden izlenip kontrol ediliyor. Maksimum güvenlik sağlamak için kayakların ve snowboardların düzenli bakımları ve testleri yapılıyor.* Kayak pistleri: 14 kayak pisti (toplam 42 km) 3 adet telesiyej, 2 adet teleski. * Kayak okulu: 12 deneyimli kayak ve snowboard hocası.Uludağ - Ağaoğlu My Resort Uludağ Tüm sezonlarda da seminer, organizasyon, trekking, paintball gibi turnuvalar ve aktiviteler için tercih edilen Ağaoğlu Uludağ My Resort Otel’de, cam tavanıyla doğadan kopmayacağınız özel kapalı yüzme havuzu, masaj çeşitleri, sauna ve fitness bölümü, restoranları, barı, oyun salonları, mini kulüp ve çok amaçlı toplantı salonları var. Ayrıca, Ağaoğlu My Resort Otel’de her şey dahil sistem uygulanıyor. Uludağ’ın en gözde pistleri olan Ağaoğlu Fahri telesiyej, Osman Yüce Telesiyej ve Belvü Teleski’ye sahip olan Ağaoğlu My Resort, Kuşaklıkaya’da açılan son modern telesiyej tesisi ve Belvü Gondola ile birlikte kayak aktiviteleri için dilediğiniz kadar çeşitlilik sunuyor. Tüm pistler artık tek ski-pass kartıyla gün boyu kullanılabiliyor.Dorukkaya Otel PistleriDoruk Lifti : 1.200 metreNazlı: 1.080 metreNazar: 750 metreNarin: 1.100 metreChair: 1.500 metreBaby 1: 240 metreBaby 2: 240 metreSafari: 600 metre İletişim:Tel: 0374 234 50 80http://www.goldenkeyhotels.comPistler Kolay pistler: Otele Dönüş Pisti (1.400 m), Resul Dede 1 (600 m) ve Resul Dede 2 (600 m), Baby Lift (70 metre)Normal pistler: Dede Pisti (1300 m), Kırmızı Pist (Çanak 1.000), Gezi Pisti (1.700 m), Arka Çanak, Kazankaya Pisti (2.200 m).Zor pistler: Efe Pisti (1.200 m), Köroğluna İniş, Yılmazdemir pisti (1.100 m), Siyah Pist (1.000), Snow Park (600 m).* Tel: 0262 315 47 00* Faks: 0262 315 47 01http://www.karteperesort.com

Devamını Oku

Ortaçağ’dan kalma binaları ile rüya gibi bir ada

7 Ocak 2011

Bazılarına göre Avrupa’nın köyü, bazılarına göre öfkeli Etna’nın yok etmekte ısrarcı olduğu bir coğrafya. Kim ne derse desin Sicilya mutlaka gidilip görülmesi gereken bir ülke...Sicilya’ya gitmeden önce aklımda tabii ki, bir Sicilya vardı. Tıpkı bu ülkeye ilk kez giden herkesin olduğu gibi. Ancak, havaalanından çıkıp, Catania’ya doğru yol alırken gördüğüm manzaralar bile bu imajı bozmaya yetti. Sanki deniz kıyısında bir sayfiyeye doğru yol alıyordum ve bu kent, Ortaçağ’dan kalma binaları ile bana “Merhaba” diyordu. Yani burada kimse kimseye silah çekmez gibi sakin bir görüntü vardı. Hatta biraz rehavete davet eder gibiydi. Bildiklerim, beklentilerim ve gördüklerim beni bu kenti keşfetmek için yeterince heyecanlandırmıştı. Otelimin önünde inip, valizlerimi odama yerleştirdikten sonra ara sokaklardan geçerek Catania’nın her zaman kalabalık olan ana caddesine doğru yola çıktım. Aralık ayının son günleriydi. Sicilya oldukça güneşli bir günde karşılamıştı beni. Ana cadde Etna’da gezindim biraz. Sonra bir kahve içmek için pastane-kahve arası bir yere girdim. Yaşlı bir garson isteğimi sordu hemen. Espresso iyi giderdi. Ben kahvemi içerken caddedeki insan kalabalığı da iyice arttı. Oturmak için erkendi, gezmek için de epeyce zaman vardı. Kahvemi bitirip kalktım...Catania’da da lav taşları bina yapımında kullanılmışCatania 500 bine ulaşan nüfusu ile adanın ikinci büyük şehri. Etna Dağı ve deniz arasında, yani “su ile ateş” arasında yer alıyor. Depremler ve Etna patlamaları Catania’ya çok zarar vermiş. Buna rağmen kent yeniden yapılanmayı başarmış. Sicilya’nın ikinci büyük kenti olarak Avrupa’dan çok fazla turist alıyor. Gezilip görülecek tarihi yapılar, kiliseler, meydanlar var ve bu yapılar sizi gerçekten etkileyecek ama en önemlisi yiyeceğiniz balıklar ve makarnalar mutluluk verecek. Çünkü, günün her saatinde içilen şaraplar, zeytinyağı ve sarımsak sosunda bekletilmiş aperatif zeytinler, köy ekmekleri, devamında seçiminize göre masaya gelen pizza ve makarnalar, masadan kalkarken, “Yaşamak bazen budur” dedirtecek kadar damağınızda tat bırakacak. Sicilya’nın pek çok kentinde olduğu gibi Catania’da da lav taşları bina yapımında kullanılmış. Meydanın ortasında şehrin sembolü, 1736 yılında yapılmış, “Fontana dell’Elefante” bulunuyor. Meydanda yer alan 1867 yılında yapılmış “Çeşme ‘Fontana dell’Amenano”, yeraltından gelen “Amenano Nehri”nin suları ile besleniyor. Kentin en hareketli caddesi adını Etna’dan alıyor. Yarım günlük şehir gezisi harika zaman geçirmenize yetiyor. Etna ve TaorminaCatania’da kalırken kente yaklaşık bir saat uzaklıktaki Etna Dağı ve oradan da sahil kasabası Taormina’ya gidebilirsiniz. Etna’da 2000 metreye kadar araçla ulaşılıyor ama daha yukarı, teleferik ve devamında da özel arazi araçları ile çıkılıyor. Çıktığınız yükseklikten Tiran ve İonia sahillerinin manzaralarını izleyebilirsiniz. Etna’dan sonra yarım saat mesafedeki Taormina’ya da mutlaka gitmelisiniz. Çok yüksek kayalıklar üzerine kurulu Taormina’dan görünen İonia manzarası olağanüstü. Tepede olan Taormina kasabası ise daracık bir cadde üzerine kurulu ve birçok küçük sokak arasından birbirine ulaşan evlerden oluşuyor. Tauro Dağı’nın eteğinde Roma döneminde yeniden yapılan ünlü Yunan tiyatrosu var. Ortaçağ’dan kalma yapılar arasında Corvaja, Santostefano ve Ciampoli sarayları ile katedral sayılabilir. Kent ayrıca Sicilya’nın en çok ilgi çeken kış turizmi merkezlerinden biri. Taormina’da, Antik manastır Badia Vecchia, St. Nicola Kilisesi, 1600’de yapılmış çeşme, 9 Nisan Meydanı görülecek yerler arasında.Sirakuza ve Ortygia AdasıSirakuza, Sicilya Adası’nın güneydoğusunda kurulmuş bir şehir. 2005 yılında UNESCO Sirakuza şehrinin tümünü ve şehir dışında ama Sirakuza sınırları içinde bulunan “Pantalica Kayalık Mezarlığı“nı da Dünya Mirasları listesine almış. Kente köprülerle ile bağlanan ada Ortygia, Sicilya’nın görece zengin kitlesinin yaşadığı bir yer. Ortygia Adası, şehrin iki limanını, Piccolo Limanı ile Grande Limanı’nı birbirinden ayırıyor. Adaya köprüden girdikten sonra karşınıza çıkacak olan meydan Pancali Meydanı. Sonra Apollo tapınağını göreceksiniz. Tapınağın önünden Corso Matteotti Caddesi boyunca yürüdüğünüzde ise Arşimed Meydanı’na ulaşacaksınız. Meydanda çok meşhur olan Tanrıça Diana Heykeli ve yanı sıra bir çok başka heykelle süslü çeşme Fontana di Artemide bulunuyor. Adayı gerçekten keşfetmek için ara sokaklara girin derim. Bir öğle güneşinde siesta öncesi herkese burayı öneririm.Sicilya’ya gitmek içinProntoTour Call Center : 444 91 92www.prontotour.com.tr

Devamını Oku

Zimbabwe´nin büyülü toprakları

1 Ocak 2011

Afrika’nın düşler ülkesi Zimbabwe’nin milli parklarında gün doğumlarının ne kadar pembe, gecelerin ise ne kadar fosforlu bir aydınlığı olduğunu keşfedin.Yağmurdan olsa gerek her taraf yemyeşil burada. Uçaktan bakıyorum sanki yeşile boğulmuş Harare. Büyük olasılıkla milli parkların üzerinde uçuyoruz. Doğanın en güzel yaratıkları aslanlar, sevimli kocaman patili aslan yavruları, sürmeli gözlü impalalar, kurnaz maymunlar belki de uçağımıza el sallıyorlar. Bir de kapkara gözleriyle Afrikalı çocuklar. Burada safari yapılan özel arazilerden birinde kalacağız. Emirates Holidays, Zimbabwe Turizm Servis aracılığıyla bize bu gezide kalacağımız ağaçtan yapılmış orman evlerini ayarlamış. Herkes rengarenkCibinlikli yataklar, Afrika dokumaları ile zenginleştirilmiş motiflerle süslenmiş koltuklar, yatak örtüleri, duvarlardaki resimler mükemmel. Afrika’nın o büyülü topraklarında bir ülkeyi; insanlarını ve doğal yaşamını keşfetmek için önümüzde tam altı günümüz var. Afrika’da herkes rengarenk giysili, çoğu adeta mankenlerle yarışacak, (mesela Naomi) kadar güzel vücutlu kadınlar yaşamın, doğayla içiçe olmak olduğunu öğrenmişler. Ylang ylang ağaçlarının çiçekleri sepetlerinde, üzerlerinde renkli kumaşlardan oluşan ve sadece sarındıkları giysileri ve binlerce örgü ile biçimlendirdikleri saçlarıyla ışıl ışıllar. Dünyanın bu topraklarında yaşamanın bir nimet olduğunu farketmişler ve bunu da başkalarına hissettiriyor gibiler. Harare’de hiç trafik yokHarare’deyiz. Zimbabwe’nin başkenti ve en önemli şehri. Bu kentte göze çarpan büyük yapıların hemen hepsi otel. Kolonyalist tarzda döşenmiş birçok beş yıldızlı otel dünyanın en zengin insanlarını ağırlıyor burada. Caddeler bomboş. Kesinlikle trafik yok. Trafik polisi de. Hwange Milli Parkı neredeyse Belçika kadarKaldığımız kamp Zimbabwe’nin en büyük milli parklarından Hwange’nin sınırları içinde. Hwange Milli Parkı 14.540 km2 ve kabaca Belçika büyüklüğünde bir alan. Aynı zamanda ülkede bulunan en yoğun ve en fazla hayvan türüne sahip. Hwange’ye ait görünüm ve faaliyetler mevsimlere göre değişiyor. Kasım yağmurlarıyla birlikte park, yeşilin değişik tonlarına bürünüyor. Su kuşlarının sayısı artıyor ve birçok türü de yumurtluyor. Yağmurları hemen takip eden Nisan ve Mayıs ayları ise impala ve yaban domuzu gibi türlerin çiftleşme dönemi. Evler ağaç ayakların üzerine kurulmuş; yere değmiyorKişisel arazilerin üzerine kurulan kamplarda inşa edilen yerleşim bölgeleri asla doğayı bozmamış. Bizim kaldığımız kamp Sikumi Tree Lodge da öyle. Bir sürü ev var ama hepsi ağaçların arasında gizlenmiş. Çatıları bir tür çalıdan eğimli olarak yapılan bu evler dört ağaç ayak üzerine kurulu. Yani evlerin tabanı toprağa değmiyor. Doğal dengenin bozulmaması için ağaçlar kesilmemiş.Zambezi Nehri’nde gezinti yapabilirsiniz Sikumi Tree Lodge’daki safarimizi tamamladıktan sonra Victoria Falls’a doğru yola çıkıyoruz. Victoria Fals, Zimbabwe’nin güzel yerleşim yerlerinden biri. Aynı zamanda Zambiya ve Botswana ile sınır bölgesi. Bölgeye adını dünyanın ikinci büyük şelalesi Victoria Falls veriyor. Nehrin bir yanı Zimbabwe diğer yanı Zambiya. Bu bölgede bulunan Zambezi nehri de ayrı bir turizm kaynağı oluşturuyor. Nehir üzerinde yapılan gezintiler tüm turistlerin severek yaptıkları şeylerden biri. Günlük turlar halinde satılan nehir tekneleri ile yapılan bu gezilerde su aygırları, timsahlar izlenerek lüks bir gezinti seçeneği sunuluyor turistlere. Victoria Falls’da kaldığımız Victoria Falls Safari Lodge da milli park arazisine sınır. Ve odalarımızdan dışarı çıkarken balkon kapılarını mutlaka kapamamız gereken uyarılar bulunuyor. Bunun nedeni ise kampın içinde bulunan maymunların her an odalara girme riskiydi... Victoria Falls’ın merkezini de gezmek istiyoruz. Merkez dediğimiz yer aslında bir köy. Burada Afrika’ya ait ne ararsanız var...Rengarenk kumaşları, otantik takıları, incecik kadınları, yavru aslanları ile Zimbabwe... Hoşçakal Zimbabwe.Nasıl gidilir?Ekolojik TurizmTel: 0216 456 75 22 - 0533 711 66 96www.ecologic-travel.com

Devamını Oku

Kutsal ve gizli orman: Singinawa

25 Aralık 2010

Hindistan’da bulunan Kanha Milli Parkı, kaplan görmek isteyenler için ideal yerlerden biri. Öncelikle kaplan görmek ama yanı sıra Kanha Milli Parkı’nın atmosferini de hissedebilmek için Singinawa Jungle Lodge’a gitmeye karar verdim. Bu kampı seçmem hiç de tesadüf değildi. Evet Singinawa, Kanha Milli Parkı yakınındaki en güzel kamp, sunduğu kaliteli hizmet ve eşsiz atmosfer de cabası ama benim burayı seçmemin tek nedeni kampın sahibi ve işletmecisi Nanda Rana ve eşi Latika’dır. Çünkü tam 15 yıl önce Nanda bana rehberlik yapmış ve Hindistan’da ilk kaplan fotoğraflarımı çekmemi sağlamıştı. Nanda Nepal Kraliyet ailesi mensubu. Bence yeryüzündeki özel insanlardan. Yıllardır Hindistan’da yaşar ve tüm yaşamını kaplan peşinde geçirmiştir. Ben tanıdığım zaman nişanlısı olan Latika, şu an Nanda ile evli ve Oxford’da kaplanlar ile ilgili doktora yapmış tek kadın. Nanda Nepal kraliyet ailesi prensi ve Latika’da bir prenses olarak tüm zamanlarını kaplanlar için ayıran iki özel insan. Singinawa kampının sahibi olan bu iki insanı tanımak için bile Türkiye’den Hindistan’a gitmeye değer.Onların hayatları ancak kitap olsa anlatılabilirŞimdilerde ise Nanda, kutsal ve gizli orman anlamına gelen Singinawa kampta her akşam, kaplanlar ile ilgili belgeselleri ve onların fotoğraflarını konuklarına göstererek, kaplanlar ile ilgili bilgi veriyor. Nanda profesyonel fotoğrafçılardan çok daha geniş bir kaplan fotoğrafları arşivine sahip ve bence şu anda kaplan fotoğrafları açısından dünyanın en zengin arşivi kendisinde bulunuyor. Nanda ve Latika ile ilgili bir yazı yazmak çok zor. Kitap olsa ancak anlatılabilir onların hayatları. Fazla uzatmadan son olarak şunu eklemeliyim ki, Latika ne kadar dinleyen biri ise Nanda ise o kadar anlatan biri. Nanda konuşmaya başlayınca anlatacakları bitmiyor. Ama hiç susmayan bu adam size kaplanlara ilişkin öyle yaşanmışlıkları ve deneyimleri aktarıyor ki, kendinizi bambaşka bir dünyada bulup, nihayetinde ona saygı duyuyor ve kendinizi sorgulamaya başlıyorsunuz.Kanha’da kaplan görmek1945 kilometrekare büyüklüğündeki Kanha Milli Parkı’nda 15 yıl önce 2 bin kaplan yaşarken, bugün bu sayı 700’ün altında. Burada, her sabah sis ile başlayan gün size büyülü bir atmosfer sunuyor, yoğun ama çok yoğun bitki örtüsü ile kaplı orman. Çalı boyu bir insanın boyunun iki katı diyebilirim. Kanha’da sabahın erken saatlerinin nemi ile ormandan yayılan kokuyu içinize çekerek çıkıyorsunuz yola. Mohut’un (eğitimli fillerin sürücüsüne verilen ad) komutları ile yavaş yavaş yürüyen bir filin sırtındayken; günlük sıkıntılar size ulaşamıyor. Her sabah Singinawa Kampı’nın konforlu odasında erkenden uyanıp gün ışırken Kanha Milli Parkı’na giriş yapılıyor. Saat 10.30 gibi tekrar kampa dönüldüğünde mükellef bir kahvaltı sofrasında buluyorsunuz kendinizi. Öğleden sonra kampa tekrar giriş saati ise 15.00. Singinawa Jungle Lodge’un büyük yemek salonunda tüm misafirler birlikte yemek yiyor. Mönüde dünya mutfağının örnekleri bulacaksınız. Yemeğin en keyifli tarafı Nanda’nın kaplanlara ilişkin anlattıklarını dinlemek oluyor. Singinawa Jungle Lodge’da bir hafta, on gün kalarak kaplan görebilir misiniz bilemem ama görürseniz ona aşık olabilirsiniz. Nasıl gidilir?THY ile İstanbul-Mumbai (Bombay) ve oradan da Nagpur’a uçmalısınız. Nagpur ile Singinawa arası 5 saatlik bir karayolu transferi gerektiriyor ve bunu Singinawa organize ediyor. Singinawa Lodge’da rezervasyon için http://www.singinawa.in.

Devamını Oku

Geçmişe yolculuğun kenti: Prag

18 Aralık 2010

Orta Avrupa’nın savaşta darmadağın olan kentlerine benzemiyor Prag. Kurulduğu günden bu yana üzerine inşa edilen, işlenen ne varsa onlarla yüzleşiyorsunuz bu kentte. Devasa kuleler, meydanlar, daracık sokak araları, parke taşların üzerinde yürüyen insanların ayak sesleri, kuklaların hüzünlü bakışları ve olmazsa olmaz köprüleri ile Prag dünyanın her yerinden insanın ilgisini çeken bir kent. Belki bu nedenle kıyamamış savaşların komutanları Prag’ı yakıp yıkmaya. Milan Kundera, Franz Kafka gibi sanatçıların isimleri her anıldığında şehirdeki görüntülerin de akla geldiğini düşünürsek, bu kentte yaşayan insanların kente ne kadar adapte oldukları bir kez daha ortaya çıkıyor. Karda adeta bir düşler ülkesiPrag asla sadece bir turistik kent değil. Yüzlerce yıllık bir geçmişin izlerini taşıyan sokakları, meydanları ile kendisini ziyarete gelenleri geçmişe doğru bir yolculuğa çıkartıyor. Hele de karlı bir kış günü Prag’daysanız düşler ülkesinin kapısından içeri girenler kadar bağlanırsınız bu kente. Sislerin ve kar tanelerinin arasından süzülen ışık huzmeleri, gece boyunca uzayıp giden ışıklar, köprülerin üzerinde geceye enstrümanları ile katılanlar, sokak satıcıları, gökyüzüne uzanan kuleler Prag’a çekiyor birçok insanı. Kente hayat verenlerVltava Nehri ve Charles Köprüsü kentin en önemli iki ismi. Nehir tüm Prag’ı süslüyor. Üzerindeki 17 köprüden en ünlüsü ise tabii ki Charles. Bu köprüden Prag’ın kalbi Stare Mesto’ya ulaşılıyor. Bu meydan Prag’ın en renkli alanlarından biri. Kukla satıcıları, kafeler, nehir kıyısında yürüyen sevgililer, köprülerin üzerinde mesken tutmuş müzisyenler geceleri Prag’ın karları altında bir düş gibi üzerinize geliyorlar. Prag’ı hissetmek için biraz Kundera’yı, Kafka’yı ve Bohemya Krallığını tanımak, bilmek gerekiyor. Yüzlerce yıllık geçmişin izlerini taşıyan sokakları, meydanları ile istemeyenleri ve hatta düşünmeyenleri bile kendi düşlerine çekip alıyor. Burada tam 100 kule varTarihi, Bohemya Krallığı ve devamında da Çekoslovakya’ya dayanıyor. Prag Kalesi’nin kurulması 9’uncu yüzyıla dayanıyor. 10’uncu yüzyılda Prag, Bohemya Krallığı’nın merkezi olmuş. Asıl yenilenme dönemi ise Bohemya Kralı ve kutsal Roma-Germen İmparatoru IV. Karluv zamanına rastlıyor. Kral kenti Bohemya’nın merkezi yapmakla kalmamış, aynı zamanda bir kültür ve mimari kenti de yapmış. Orta Avrupa’daki en eski üniversite olan Karlova Üniversitesi 1348 yılında bu kentte kurulmuş. Prag, 9’uncu yüzyıldan itibaren Çeklerin başkenti. 14’üncü yüzyılda İmparator 4’üncü Karl’ın çabaları ile sıradan bir şehir olmaktan çıkıp bir metropol haline gelmiş. 17’nci yüzyıldan itibaren Avusturyalıların egemenliğine giren kent, 1918’de kurulan Çekoslavakya’nın başkenti ilan edildi. 1939’da ise bombardıman tehdidi üzerine Almanlara teslim edildi. 1945’te Rus askerleri tarafından istila edilen kent, 1948’de yapılan seçimlerinin ardından 40 yıllık Komünist iktidarına adım attı. Bugün Cumhurbaşkanı olan Vaclav Havel’in dünyaya tanıttığı Kadife Devrim’le 1989’da yeniden demokrasiye geçebildi. 1918 yılında bağımsızlığını ilan eden Çekoslavakya’nın başkenti olan Prag, Doğu Avrupa’nın savaşlardan bozulmayan nadir kentlerinden biri olarak kalmış. İkinci Dünya Savaşı’nda sosyalist rejime entegre olan ülke ve dolayısıyla Prag, sosyalist rejime karşı ilk ayaklanmaların yaşandığı kent aynı zamanda. Prag’a hangi mevsimde giderseniz gidin o hüzünlü köprüleri ve kulelerinden kendinize doğru uzanan bir yol bulacaksınız. Tam 100 tane kule var Prag’da. Kentin konumuAvusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde önemli bir merkez olan Prag, Bohemya’nın ortasında Vltava Nehri’nin ortadan kestiği bir çanak gibi. Nehrin iki yakasında setler halinde kurulu olan kent, Hradcany, Stare Mesto, Mala Strana ve Josefov adlı semtlerden oluşuyor. Nehrin bir kıyısındaki kraliyet sarayının bulunduğu Hradcany ve diğer kıyısında bulunan Vaclavske Meydanı’yla birbirine bağlanan eski kent, Stare Mesto, 650 yıllık yeni kent Nove Mesto adını alıyor. 1200 yıllarında eski kent halkıyla çatışmalarını önlemek için Almanlar özel bir mahalle Mala Strana, yani küçük kenti kurmuşlar. 18’inci yüzyılda Stare Mesto’nun ötesinde, başlangıçta bir panayır yeri olan Vaclavske Meydanı’nın çevresinde yeni semtler kurulmuş. Böylece IV. Karluv’un inşa ettirdiği Nove Mesto yani yeni kent gelişmiş. Keşfederken dikkat etmeniz gerekenlerPrag’ı keşfetmek o kadar kolay değil. Herkese farklı sürprizler var. Yollar, köprüler boyunca yan yana dizilmiş seyyar satıcılar kent dokusunun ayrılmaz bir parçası. Birçoğu kuklalar ve elde yapılmış turistik eşyalar satıyor. Avrupa’nın kalbi de kabul edilen Prag, birçok Avrupa kentine yakın. Berlin 282 kilometre, Varşova 512 kilometre, Budapeşte 457 kilometre uzaklıkta. Bu sakin kentte ulaşım çok kolay. Metro, otobüs çok sık kullanılıyor, taksi bulmak da kolay. Her turist gibi alışveriş yapmak isteyenler için önemli sayılabilecek bir bilgi; Prag’da bankalar 08.00-17.00 saatleri arasında açık. Neleri görmelisiniz?* Terezin: Prag’da gezerken Terezin’i mutlaka görmek gerekiyor, çünkü Prag’a 50 dakika mesafedeki bu nazi kampı II. Dünya Savaşı zamanında Almanlar tarafından inşa edilmiş ve burada 1000 Yahudi öldürülmüş. * Narlovy Vary: Karlovy Vary ise Prag’a iki saat uzaklıkta bir kaplıca kenti. Burada Beethoven, Karl Marx, Dvorak ve Atatürk’ün evleri bulunuyor. * Karlstein: 1348-1357 yılları arasında IV. Karluv tarafından yaptırılan kalenin manzarası görülmeye değer.

Devamını Oku