İster fiyortlara yapacağınız seyahate başlamak ister kuzeyli bir hafta sonu geçirmek için gidin; güleryüzlü şehir hayatıyla Kopenhag iyi bir fikir..Kışların daha uzun ve soğuk geçtiği ülkeleri ya da şehirleri, şu günlerde ziyaret etmenin tam vakti. Neredeyse ekim ayıyla kışın iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladığı kuzey ülkelerini gezmek için soğuğun ya da havanın erken kararmasının telaşına kapılmadan, ağız tadıyla gezebileceğiniz, açık havanın doyasıya tadını çıkartacağınız en uygun mevsim hiç şüphesiz ki yaz. Ayrıca bu olumsuz koşullar nedeniyle o ülkede yaşayan insanların da bir kış boyunca, nispeten sınırlı sosyal ve kültürel ilişkiler kurduğu göz önünde tutulduğunda yaz aylarının oldukça fazla sayıda sosyal faaliyet ve açık hava etkinliklerinin düzenlendiği, dolu dolu yaşanan bir mevsim haline gelmesi, yabancı turistler için de büyük bir cazibe yaratıyor. Bu cazibenin üst seviyede olduğu yerlerden biri de Kopenhag.Kopenhag’da bulunan ve İskandinav ülkeleri arasında en büyük ve en eski uluslararası havalimanı olan Kopenhag Havalimanı‘na haftanın her günü, İstanbul’dan yaklaşık olarak 3,5 saat süren bir uçuşla varılıyor. Kopenhag’a daha yakın olmakla birlikte, İsveç‘in Malmö kentiyle Kopenhag arasında bulunan Kastrup Adası‘nda yer alan havalimanına doğru, uçağınız inişe geçerken denize kurulan rüzgar santralleri görülüyor. Bu, aslında ülkenin Kopenhag için hayata geçirdiği projenin bir emaresi yalnızca. 2025’e kadar şehrin atmosfere saldığı sera gazının sıfırlanmasının hedeflendiği ve halkın yüzde 89’unun da desteklediği bu proje, Kopenhag’ı, karbon salınımı olmayan dünyanın ilk şehri yapacak. Bu nedenle hava şartları ne olursa olsun, şehirde günün her saati binlerce bisiklet göreceksiniz. Devlet tarafından şehirde, bu ulaşım şeklinin teşvik edilmesi amacıyla bisiklet kullanıcılarına yönelik birçok öncelik ve ayrıcalık tanınmış, siz de Kopenhag’da kiraladığınız bisiklet sayesinde keyifli bir gezintiye çıkabilirsiniz. Kopenhag yalnızca 88,25 kilometrekarelik bir alana sahip, oldukça küçük bir şehir; bu nedenle bisikletle şöyle bir tur atayım, dediğinizde şehrin büyük bir bölümünü gezmiş olacaksınız. Havalimanından yaklaşık 5 km uzaklıktaki Kopenhag ve merkezi, içinden su kanallarının geçtiği, yeşil alanların ve göllerin bulunduğu, köprülerle birbirine bağlanmış, rengarenk tarihi evlerin sıra sıra dizildiği, dünyanın yaşanılabilir kentler sıralamasındaki ilk birkaç şehirden biri. Burayı ve sahip olduğu medeniyeti görmekten fazlasıyla keyif alacağınızı düşünüyorum.Siz de böyle bir deneyim yaşamak istersenizThe Standard Web: http://thestandardcph.dk/enTelefon: +45 72 14 88 08Adres: Havnegade 44, 1058 København K, DanimarkaGezinizi unutulmaz kılacak birkaç tavsiye-Seyahatinize başlamadan önce, 73 turistik yer ve müzede; toplu taşımada, çeşitli etkinliklerde ve restoranlarda geçerli bir şehir kart edinmenizi tavsiye ederim.-Bir şehir haritası edinmeniz, seyahatinizi oldukça kolaylaştıracaktır.-Kopenhag denilince akla ilk gelen ve renk renk evlerin sıralandığı, Nyhavn Kanalı, görmeniz gereken yerlerden ilki.-Nyhavn Kanalı‘nı yürüyerek gezebileceğiniz gibi buradan hareket eden tekne turuna da katılmayı ihmal etmeyin.-Monet, von Gogh, Renoir gibi ünlü ressamların tablolalarının ve Antik Yunan’dan Mısır’a pek çok heykelin sergilendiği Ny Carlsberg Glyptotek Sanat Müzesi’ni mutlaka ziyaret edin.-10 hektarlık bir alana sahip ve 13 binden fazla bitki türüne ev sahipliği yapan Kopenhag Botanik Bahçesi, gezmekten keyif alacağınız bir diğer yer.-Deniz seviyesinde, engebesiz bir şehir olan Kopenhag’ı kuş bakışı görebileceğiniz en güzel yerlerden biri, 90 metrelik bir kuleye sahip olan kilise, Church of Our Saviour.Şehri sarmalayan yüksek refah seviyesiKopenhag’da, yüksek yaşam kalitesi ve refah seviyesinin en fazla hissedildiği yerlerden biri, elbette kültürel alan. Vikinglerden tasarıma, filmden müziğe, bilimden modern sanatlara 80’den fazla galeri ve müzenin yanı sıra Kopenhag denilince eğlence, festival, sahne sanatları, mimari, moda ve mutfak, deneyimlemeniz gereken, birini görseniz diğeri eksik kalacak ana başlıklardan. Bir önceki Kopenhag seyahatimde fırsat bulamadığım için göremediğim, gezemediğim yerlere bu seyahatimde öncelik versem de Kopenhag bitecek, bitirilebilecek bir şehir değil ve itiraf etmeliyim ki tüm bunlara yetişme telaşına kapıldığınızda da şehre hâkim olan ruhu kaçırmanız olasılık dahilinde.Dan ve Nordik mutfağından da biraz bahsetmek istiyorum. Akşamları kurulan mükellef sofralardan, gün ortasında vakit kaybetmemek için yenen atıştırmalıklara kadar, genel olarak yemekler oldukça lezzetli. Hal böyle olunca da size, yemeğinizi nasıl bir manzara eşliğinde veya ne dinleyerek yemek istediğinizi belirlemek kalıyor. Ben bir cazsever olarak kurucularının arasında caz piyanisti Niels Lan Doky’nin de bulunduğu, içinde hem caz kulüp hem de restoranı bulunan Kopenhag limanındaki “The Standard”dan fazlasıyla keyif aldığımı; görsel, işitsel ve tatsal bir şölen yaşadığımı da belirtmeden geçemeyeceğim.
Yunanistan’ın başkenti Atina, binlerce yıl silinmeden günümüze ulaşan kültürel mirası ve jeopolitik konumuyla ülkenin can damarı.Şimdilerde adalarına daha fazla rağbet olsa da, ben bu hafta sizlere Yunanistan'ın başkenti Atina'dan ve onun günümüze dek ulaşan izlerinden bahsedeceğim. Dünya üzerindeki en eski şehirlerden biri olan Atina, özellikle de jeopolitik konumu nedeniyle, tarih boyunca Batı'daki en doğu ve Doğu'daki en batı olarak görülmüş. Doğu ve Batı arasındaki bu kapı vazifesi ise onu, sentez yapmaya zorlamak yerine, özgünlüğünü daha sıkı korumaya itmiş. Hâl böyle olunca da iki farklı dünyanın ortasında, birine ya da diğerine gereğinden fazla benzemeden kültürel çeşitliliğini sürdürebilmiş. Bizim içinse, buraya daha önce gidenler bilecektir, hem çok tanıdık hem çok farklı bir yurttur, ziyaret edilmesi gereken bir komşudur, Yunanistan.Her şey bir zeytin ağacıyla başlarYunan mitolojisinde, şehrin kuruluşu ve adının Atina olmasıyla ilgili birkaç farklı anlatım ve bunların varyasyonlarına rastlansa da temelde hepsi Athena'nın hediye olarak sunduğu zeytin ağacında birleşir. Yeni bir şehir kurulmaktadır; Zeus, şehrin adını ve koruyucu tanrısını belirlemek için türlü müsabakalar yapar. Son müsabakayı ise şehre en uygun hediyeyi sunan kazanacaktır. Zeus'un kızı, bilgelik ve savaş tanrıçası Athena, şehre bir zeytin ağacı hediye eder. Yüzyıllarca yaşayan, meyvesi yeşilken de aylar sonra kararınca da yenebilen; yağı yemeklere katılan ya da yiyecekleri saklamaya yarayan, yakıldığındaysa etrafı aydınlatan, sağlığa sağlık katan ve daha nice faydası olan zeytin ağacı, en beğenilen hediye olurken şehre de Athena'nın adı verilir.Atina'yı dolu dolu yaşamak için:- Gelmeden önce Antik Yunan tarihi ve Yunan mitolojisiyle ilgili bir şeyler okumak, göreceğiniz tarihi yerleri daha anlamlı kılacaktır.- Türk-Yunan ilişkileri ve mübadele ile ilgili bilgi sahibi olmak, insanlarla kuracağınız duygusal bağları daha da kuvvetlendirecektir.- Muhakkak bir tavernaya gidin ve ortak ezgilerle kâh kederlenmenin kâh neşelenmenin tadını çıkartın.- Bizimkine çok benzer ve oldukça da lezzetli bulacağınız bir yemek kültürüne sahipler.- Şehrin tümünü panoramik açıdan görmek ve fotoğraflamak için Akropolis'e muhakkak gidin.- Şehirden de Akropolis'e karşı, kendinize bir kahve ısmarlamayı ihmal etmeyin.- Plaka, Psirri ve Monastiraki'nin tarihî sokaklarında, yorulana kadar yürüyün.Komşuyu keşfetmekAtina'da görmeniz gereken tarihi yapılardan ilki, Akropolis'tir. Şehrin en yüksek tepesine kurulmuş olan Akropolis, aynı zamanda Yunanistan'ın da simge yapılarından biri. Tapınak ve kale kalıntılarından oluşan Akropolis'in girişindeki Propylaia; hemen civarında ise Athena Nike Tapınağı, Parthenon, Erekhtheion ve Herodes Atticus Tiyatrosu gezmekten zevk alacağınız yerler arasında.Akropolis ve civarında yürütülen kazı çalışmalarında elde edilen, 4000'den fazla buluntunun sergilendiği Akropolis Müzesi de aynı tepenin eteklerinde yer alıyor. Müzeden çıkıp sağa doğru ilerlediğinizde, Ulusal Park'ta soluklanmak isteyebilirsiniz. Parkın sonunda yer alan ve Atina'nın en ünlü meydanlarından biri olan Syntagma Meydanı'nında ise parlamento binası ve Meçhul Asker Anıtı bulunuyor. “Deniz ürünleri deniz kenarında yenir” diyorsanız Atina'ya yalnızca 15 dakika uzaklıktaki Pire'de bulunan, Michelin yıldızlı "Varoulko Seaside"ı öneririm.
Pek çoklarımız için tatile çıkmak, bütün bir yıl süren stresi, günlük hayat koşuşturmasını veya yoğun bir iş temposunu bir kenara bırakıp birkaç gün de olsa kendimize vakit ayırmak anlamını taşıyor. Bu birkaç gün boyunca da önceliklerimiz arasında dinlenmek; dinlenip bütün bir senenin yükünden kurtulmaya çalışırken de önümüzdeki seneye yetecek kadar enerji ve motivasyon depolamaya çalışmak geliyor. Hâl böyle olunca da hem bir tatilden beklediklerimiz fazlasıyla artıyor hem de hayal kırıklığı yaşamamızın olasılığı yükseliyor. Bu gibi riskleri azaltmanın en güvenilir yolu ise kuşkusuz ki deneyime dayalı tavsiyeden geçiyor. Ben de size bir seneye yetecek kadar dinleneceğiniz, yenilendiğinizi iliklerinize kadar hissedebileceğiniz huzurlu bir tatil planı tavsiye etmek istiyorum: Bördübet Golden Key.Tabiatın anlattığı masal gibi tatilBördübet, Datça'nın Gökova Körfezi'ni gören kısmında yer alan, şimdilik gizli kalmış, cennet koylardan biri. Adını, Almanlar’dan kaçan İngiliz askerlerinin civardaki kuş popülasyonundan etkilenerek kuş yatağı anlamına gelen "Birds Bed" koyduğu; zaman içinde yöre halkı tarafından söylene söylene de "Bördübet" hâlini aldığı ve sahiden de sahip olduğu bu harika doğaya, hem görsel hem işitsel olarak çeşit çeşit kuşun ayrı bir anlam kattığı, özel bir yer. Burayı daha da özel bir hâle getiren ve bitki örtüsünün çeşitlenmesini, çevrenin masalsı bir havaya bürünmesini sağlayan bir diğer unsur da Bördübet Deresi. Bu tatlısu deresinin ormanın içinde kıvrıla kıvrıla yolunu bularak denize kavuştuğu yer ise gerçekten görülmeye değer. Çam ağaçlarının yükseldiği, dere boyunca bambuların sıra sıra dizildiği, yalnızca tabiatın sesinin işitildiği, yalıtılmış; sanki dünyadan çok uzak bir yer, Bördübet.Bördübet Deresi zenginliği pekiştiriyor.Tazeliğine hasret kalınan yiyecekler sofradaOrmanın içinde, Bördübet Deresi'nin iki yanına kurulmuş olan “Bördübet Golden Key” ise görür görmez hayran kalacağınız, böylesine masalsı bir tabiatın içinde konaklamanıza imkân sağlayan bir tesis. Kimisi derenin kenarına, kimisi ormanın yanına kurulmuş müstakil oda ve evlerden oluşan otel, tasarımının yanı sıra sunduğu imkânlarla da size, kesintisiz bir huzur vadediyor.Bördübet Golden Key'de, fiziksel olduğu kadar ruhsal ve zihinsel anlamda da konuklarının rahatlanması amaçlanmış. Belli ki bu üç unsura, eşit derecede gösterilen özen de onlara, ulusal ve uluslararası pek çok başarı ve haklı bir unvan sağlamış.Yemekler ve yemeklerde kullanılan malzemeler, oldukça sağlıklı ve bir o kadar lezzetli. Yemekler ve mezeler, her gün taze olarak ve çoğu da otelin bahçesinde organik tarımla üretilen sebzeler kullanılarak hazırlanıyor. Kahvaltılarda ise henüz toplanmış domates, salatalık, biberlerin; el yapımı reçellerin, yöresel peynir çeşitlerinin yanı sıra civar köylerden getirilen bal, tereyağı, yumurta gibi taptaze yiyecekler sunuluyor. Oldukça doyurucu bulduğum bu öğünleri ise derenin kenarında yemek, sizi fazla ekmek tüketiminden de koruyor. Çünkü derenin içinde, ekmeklerinize her daim talip ördekler, kuğular, kaplumbağalar yüzüyor.Müstakil odalarda doğayla baş başa kalıyorsunuz.Türkiye’nin en romantik oteli-Sevgilinizle romantik bir seyahat olabileceği gibi çoçuklarınızla da fazlasıyla eğlenebileceğiniz, güvenli bir tatil.-Oldukça geniş ortak alanları sayesinde, oteldeki diğer konuklarla fazla karşılaşmayacağınız, sakin bir tatil.-Uzun zamandır gürültü kirliliğine maruz kalanlar için yalnızca kuş ve dere şırıltısının hâkim olduğu, sessiz bir tatil.-Organik beslenip spor yapıp kendinizi daha zinde hissedeceğiniz sağlıklı bir tatil.-İyotlu deniz kokusunun tertemiz orman havasına karıştığı, nadir iklime sahip, serin bir tatil.- Keyfinizi kaçıracak en ufak bir aksiklikle karşı karşıya gelmeyeceğiniz, risksiz bir tatil.- Zihinsel, ruhsal ve fiziksel anlamda, tam olarak dinlenip yenileneceğiniz, özel bir tatil.Siz de birkaç mevsimin yorgunluğunu, üzerinizden nasıl atacağınıza henüz karar veremediyseniz Bördübet Golden Key'i kaçırmayın.
Bir mavi yolculuk anlatacağım sizlere ve elbette bu yolculuğu maviye boyayan “Kaptan”ını; ama öncesinde sınırlarını çizmeli, bu kültürün nereden geldiğini konuşmalı... Bir kültür, bundan tam 91 yıl önce, 1925’te, bir öyküyle başlar... Öykünün adı “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler”; yazarı ise Cevat Şakir Kabaağaçlı‘dır. Bu öyküsü nedeniyle Cevat Şakir, Bodrum’da üç yıl kalebentliğe mahkûm edilir. Böylesine kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde, üç yıl sürgün hayatı yaşayacak olmak, Cevat Şakir’i büyük bir karamsarlığa düşürür. Ne var ki Bodrum’a ayak basar basmaz bütün bu kaygılar, umutsuzluklar bir bir dağılmakla kalmaz; Bodrum’dan Ege Denizi’nin göründüğü yerde, bir Cevat Şakir ölüp bir “Halikarnas Balıkçısı“ doğar. Ve asıl hikâye de bundan sonra başlar...Arya Yatçılık:Web: www.aryatours.comTelefon: 0 252 316 15 80Bodrum’a adanmış bir yaşamHayran kaldığı Bodrum için durmadan çalışır çabalar Halikarnas Balıkçısı; balıkçılık, süngercilik ve rehberlikte emekleri büyüktür; ama yazmayı da ihmal etmez, satır satır anlatır buraların güzelliğini. Rüzgârda iyi yattığı için “Yatağan” adını verdiği tirhandiliyle keşfettiği denizi, bakir koyları dostlarının da görmesi için haber salar. Bedri Rahmi, Sabahattin Eyüboğlu, Sabahattin Ali bu çağrı üzerine Bodrum’a gelir. Böylece 1945’te ilk “Mavi Yolculuk” gerçekleşir. Ardından bir gelenek hâline gelen, adı da tescillenen ve “Hürriyet” teknesiyle sürdürülen bu mavi yolculuklara, sonrasında kimler kimler katılmamıştır ki: Melih Cevdet, Azra Erhat, Oktay Rifat, Mîna Urgan, Can Yücel, Yaşar Kemal, Abidin Dino ve niceleri... Ve işte, kurallarıyla beraber bir mavi yolculuk kültürü, böylece doğuyor. Örneğin yıldız kaplı gökyüzünün altı dururken kamarada kimsecikler uyumuyor. Ve günü geliyor, anılarını dinleyerek büyüdüğüm Hürriyet teknesinin mavi yolcularından biri oluyorum; bir daha hiç unutmuyorum!..Kaptanımız Mehmet Salih Demirel...Mavi yolculuğa bir kere katılan hep katılmak istermiş ya, benim için de öyle oluyor ve Mehmet Kaptan’la 25 yıl önce, bir mavi yolculukta yollarımız kesişiyor. Kaptan’ın maviliklere duyduğu bu sevdanın derin kökleri ise çok geçmeden anlaşılıyor: Mehmet Kaptan’ın da hikâyesi Halikarnas Balıkçısı‘yla başlamış. Kendi ifadesiyle de bir daha karada yapamamış...Yolculuğumuz başlıyor... İlk durağımız Knidos... Gece aysız; deniz yakamoz... Amfi tiyatronun önüne demirliyoruz; binlerce yıllık tiratlar yükselirken mavi yolculuğun ilk kuralına uyuluyor ve hiçkimse kamarada uyumuyor... Elbette bir hafta yetmeyecek bakir kalan koylara, bu nedenle Hisarönü Körfezi’yle sınırlandırmaya karar veriyoruz yolculuğumuzu. “Bir mavi yolculuk” der yazar ve sürdürür “... anlatılamaz, ancak yaşanır.”
Avusturya’nın başkenti Viyana, mimarisi, tarihi ve doğa güzellikleriyle yalnızca Avrupa’nın değil dünyanın da kültür merkezi olmayı başarabilmiş bir şehir...Bir seyahate çıkacağınız zaman gideceğiniz yeri, ilgi alanlarınız doğrultusunda, maksadınız belirler. Bulmak istediğiniz, izini sürdüğünüz bir hikâye, düşürür sizi yollara. İşte Viyana, tam da böyle bir şehir ve onu görmeniz için tahmininizden daha fazla gerekçeyi, hiç tereddüt etmeden önünüze serer. Peşin peşin söyleyeyim, böylesine çok alternatifin bulunduğu yerlerde, seçim yapabilmek; öncesinde yapılan programa sadık kalabilmek sizin için hiç de kolay olmayacak! Viyana, tarihi M.Ö. 400 yılında Keltlerle başlayan ve her dönem, Avrupa’nın, hatta dünyanın kültür merkezi olmayı başarabilmiş; bu nedenle de dönemin bilim insanlarından sanatçılarına kadar, tarihe adını yazdırmış, önemli pek çok şahsiyeti etrafında toplayan veya yenilerinin doğmasına olanak veren bir şehir. Kimler geçmemiş ki Viyana’nın sokaklarından: Franz Kafka, Ingeborg Bachmann, Rainer Maria Rilke, Stefan Zweig edebiyatın; Mozart, Beethoven, Schubert, Vivaldi müziğin; Albert Einstein, Sigmund Freud, Alfred Adler bilimin önünü açan dâhilerden yalnızca birkaçı. Elbette böylesine tarihsel bir birikimin yansımaları, günümüzde de fazlasıyla hissedilmekte. Modern sanatlar ve teknoloji göz önüne alındığında, Viyana hâlâ dünyanın önemli merkezlerinden biri.Evliya Çelebi’nin etkilendiği resim St. Stephen Katedrali’ndeViyana söz konusu olduğunda, elbette bir tek sembol yapıdan bahsedilmesi mümkün olamaz; ancak gittiğinizde görmeniz gereken; görmeden dönmemeniz gereken yerlerden biri St. Stephen Katedrali’dir. XII. yüzyılda, şehrin tam ortasına inşa edilen katedral ve yaklaşık 137 metrelik kulesi neredeyse bütün şehirden rahatlıkla görülebilse de 06.00 - 22.00 saatleri arasında içini de gezmenizi tavsiye ederim. Romanesk ve Gotik mimarinin çarpıcı detaylarına sahip katedralin rivayeti de hikâyesi de çoktur...Katedralden ve katedraldeki cennetin tasvir edildiği resimden çok etkilenen Evliya Çelebi, bu resimle ilgili, insanın görünce ölüp de cennete gidesi gelir, diye yazar “Seyahatnâme”sine.Şehir adeta bir müze kent- Viyana’da “sanat” denilince akıllara müzik, tiyatro ve opera geliyor. Siz de bu sahne sanatlarından en az birini canlı izleme fırsatını sakın kaçırmayın.- Viyana’da “kültür” denilince buranın bir müze kenti olduğunu hatırlatmak isterim. Konuları tarihten sanata, bilimden teknolojiye değişen, yüzden fazla müze arasında, eminim ilginizi çekecek onlarca müzeyi gezmek isteyeceksiniz.- Viyana’da “mimari” denilince Barok, Gotik, Art Nouveau ve modern mimarinin en güzel örnekleri ve bunların harmanlanmasıyla ortaya çıkmış özgün Viyana mimarisine hayran kalmak için Viyana’da biraz yürümeniz bile yeterli.- Viyana’da “dans-müzik” denilince 400 yıllık geçmişe sahip, baloların ayrı bir önemi bulunuyor. Özellikle seyahatinizi, bu balolardan birine denk gelecek şekilde ayarlamanızı tavsiye ederim.- Viyana’da “boş zaman” denilince hemen herkesin aklına parklar gelir. Farklı tarzlarda düzenlenmiş, şehrin içinde bulunan pek çok park, vakit geçirmek, dinlenmek ve tabiatla başbaşa kalmaktan keyif alacağınız, en önemli yaşam alanları.- Viyana’da “içecek” denilince kahvenin bir vazgeçilmez olduğunu ve önemli bir kültürel öğe olarak kabul gördüğünü belirtmeliyim. Hatta şehirdeki bu kahve kültürü, UNESCO tarafından “somut olmayan kültür mirası“ listesinde yer alıyor. Einspänner Coffee içerek eminim, bu kültüre siz de katkıda bulunmak isteyeceksiniz.- Viyana’da “yemek” denilince schnitzelin icat edildiği topraklardasınız. Gerçi kimin icat ettiği konusunda Almanlarla bir türlü anlaşamasalar da schnitzeli çok lezzetli yaptıkları bir gerçek.- Viyana’da “tatlı“ denilince akla gelen dünyaca ünlü sachertorte, milchrahmstrudel, apfelstrudel gibi lezzetleri muhakkak denemelisiniz.
Zamanı ve mekanı unutturan Cunda’da olmak ayrı bir keyif. Denizi ayrı güzel balığı ayrı... Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı bu adayı mutlaka gidin ve görün derim.Şeytan Sofrası’nı mutlaka görün, gün batımı harika.Kimi zaman ulaşımın sınırlı olması, kimi zaman yerleşik nüfusun sayıca azlığı adaları, anakaradaki yerleşimlere göre daha korunaklı kalıyor. Hâl böyle olunca ada seyahati, mevsimi fark etmeksizin, benim için daha keyif alınası, öncelikli bir alternatif. Mevcut zaman algısından ve sebep olduğu telaştan uzak; sakin, yavaş ritmli bir zamanın işlediği bu yerlerde bulunmak kendinize hediye vermektir, hem de en kıymetli olanından. İşte, Cunda da kendime verdiğim ve fırsat buldukça da yinelediğim hediyelerden biri.Kara yoluyla ulaşılan ada... “Ayvalık Adaları“ veya “Yund Adaları“ olarak tanımlanan Cunda, Rumların Mis Kokulu Adalar anlamına gelen “Moshonisi” dediği, irili ufaklı yirmi iki ada ve adacıktan en büyüğü ve üzerinde yerleşime tek izin verileni. Cunda Adası‘yla Ayvalık arasında yer alan Lale Adası ise, 1817 yılında denizin doldurulmasıyla anakaraya; sonra da 1964’te inşaası tamamlanan bir köprüyle Cunda Adası‘na bağlanmış. Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü olma özelliğini taşıyan bu köprü sayesinde de Cunda Adası, yalnızca deniz yoluyla değil, kara yoluyla da ulaşımın sağlanabildiği bir “ada” olmuş.Cunda’nın unutulmaz tatları: Bay NihatCunda’da Genel olarak pek çok restorandan memnun kalmanız mümkün olsa da ben, adanın en eski ve ünlü lezzet durağı olan “Bay Nihat”ın mutfağından çıkanları denemenizi tavsiye ediyorum. Uzun yıllardan beri değişmeyen kalitesi ve tescilli lezzetlerini koruyan Bay Nihat, alışık olduğunuz tatların en iyi örneklerini yiyebileceğiniz; daha önce hiç tatmayarak çok şey kaçırdığınız yiyecekleri ise denemeniz için kaçırılmaması gereken bir fırsat. 1978 yılında, bir Rum evinin restore edilmesiyle hizmete açılan restoranın sahip olduğu tarihî atmosfer de böylesine eşsiz tatlara eklenince yemek yemek bir sanata; yenen her şey de sanat eserine dönüşüyor. Sırf bu lezzetleri tatmak için bile Cunda Adası‘na gelenlerin olduğunu bilmek, Bay Nihat’ı yeterince açıklamaya yetiyor. Misafirlerine aynı zamanda dokuz odasıyla konaklama hizmeti de sunan Bay Nihat, restoranındaki kaliteyi otelcilik anlayışına da taşımış.Bay Nihat Restoran Adres: Fevzipaşa-Vehbibey, Sahil Boyu Sok. 10405 Telefon: (0266) 327 1063Cunda’ya gitmişken...- 1873’te inşa edilen Taksiyarhis Kilisesi aynı zamanda, 2014’ten beri Ayvalık Rahmi M. Koç Müzesi olarak da gezilebiliyor.- “Aşıklar Tepesi” olarak anılan, Rahmi Koç tarafından restore edilen Agios Yannis Kilisesi ve yel değirmenin bulunduğu, adanın bu en yüksek noktasından görülen manzara enfes.Ali Bey ve adası...1’inci Dünya Savaşı‘nın ardından Ayvalık’ı işgale çalışan Yunanistan ve işgale karşı çıkmayan padişaha direnen Ali Bey (Çetinkaya), 29 Mayıs’ta Ayvalık’ta Yunan ordusuna karşı, ülkedeki ilk direnişi başlatacak olan kurşunu ateşler. Bu aynı zamanda Kurtuluş Savaşı‘nda atılan ilk kurşun olması bakımından sembol bir anlam taşıyacaktır.
Assos “huzur” denilince aklınıza düşecek bir yer. İstanbul’a yakınlığı ile bayramı; tarih, deniz ve huzur üçlüsüyle geçirmek isteyenlere öneririm..anakkale’nin güneybatısında yer alan Ayvacık’a bağlı; gizli kalmış cennetlerden biri Assos. Özellikle büyük ve kaotik şehirlerin içinden çıkıp gelecekseniz alışık olmadığınız bir deneyim, hafızalarınızdan hiç çıkmayacak bir sakinlik ve bir kere dahi görseniz “huzur” denilince aklınıza düşecek bir yer. Ancak peşin peşin söyleyeyim, bu sessiz ve huzurlu atmosferde rehavete kapılırsanız bölgenin tarihî güzelliklerine haksızlık edersiniz. Behramkale olarak da bilinen Assos, Anadolu’nun en eski ve iyi korunmuş antik kentlerinden birine ev sahipliği yapıyor, aynı zamanda.Anadolu’nun en iyi korunmuş antik kentine ev sahipliği yapıyor-Adatepe köyü ve Zeus Altarı‘na mutlaka gidin. Hayran kalacağınız, harita netliğinde Edremit Körfezi manzarası, Tarihçi Herodot’a göre Zeus’un Troya Savaşı‘nı izlediği yermiş.-Adatepe Zeytinyağı Müzesi’ni mutlaka ziyaret edin. Eskiden zeytinyağı üretiminin nasıl yapıldığını öğrenmek dışında, zeytinyağı da satın alabilirsiniz.-Assos Antik Kenti’ni mutlaka gezin. Çevresi 3 bin 200 metre surlarla çevrili kent, en tepesinde yer alan Athena Tapınağı ve manzarası görülmeye değer.-Antik Liman’da yüzün. Gözlük ve şnorkel kullanarak batık limana ait kalıntıları arasında yüzmek güzel bir deneyim.-Eski bir balıkçı köyü olan Babakale ve köye adını veren kaleye mutlaka gidin. Burası aynı zamanda Asya kıtasının sonu olan Anadolu’nun en batı noktası.-Gülpınar’daki Apollon Smintheus Tapınağı‘nı daha fazla “restorasyon”a uğramadan görün.Antik Liman’da tarihi kalıntılar arasında yüzmek güzel bir deneyim.Aristotales’in ayak izinden...Tarihi, Tunç Çağı‘na kadar uzanan Assos’un dünya çapındaki önemi, hiç şüphesiz ki ünlü filozof Aristotales’le daha da artmış. Platon’la beraber modern Batı düşünce sisteminin en önde gelen isimlerinden olan Aristotales, Atina’daki “Akademeia” adlı okula devam eder ve Platon’un en parlak öğrencisi olur, ardından da burada dersler vermeye başlar. Bu sırada okuldayken tanıştığı Hermias, Assos’un siyasi yönetimini ele alır ve Aristotales’i de yanına davet eder. M.Ö. 347 yılında Assos’a gelen ve burada üç yıl kalacak olan Aristotales, Hermias’ın dostu, danışmanı ve damadı olmasının dışında, buraya bir de felsefe okulu kurar. Hatta rivayete göre Aristotales, Assos’a gelişi için verilen yemekte, Hermias’ın güzeller güzeli kızı Pythias’ı görür ve ona âşık olur. Durumu anlayan Hermias’ın ise bir şartı vardır: Öncesinde Aristotales’in Assos’a bir okul kurmasını ister. Bu isteği ivedilikle yerine getiren Aristotales, Hermias’ın sözünü tutmasıyla biricik aşkına kavuşur.Kim bilir, sırtını Kaz Dağları‘na dayamış; Midilli Adası‘na yüzünü dönmüş Assos, Aristotales ve sonrasında gelen filozoflara, hararetli tartışmalara, cevabı hâlâ bulunamamış sorulara ilham olduğu gibi, size de aradığınız ilhamı verebilir...Düşlerin gerçeğe dönüştüğü yer: Eren KonukeviBuralara yolu düşen herkesin “belki, birgün...” diye ertelediği düşlerin benzeriymiş onlarınki de. Bir farkla: Sinem - Altuğ Özsoydaş çifti, hayatın, kurdukları düşleri ertelemeye yetecek kadar uzun olmadığının bilinciyle, düşlerini gerçekleştirmek için yerleşmişler buraya. Aynı zamanda nice düşün kurulduğu, sessiz, sakin bir yer olan Eren Konukevi’ni de işletmeye başlamışlar. Aslında sundukları hizmet, gösterdikleri dostluk söz konusu olunca “işletme” kelimesi fazlasıyla suni ve ticari anlamlara geliyor. Özsoydaşlar, buraya gelen herkesi, evlerine gelen bir misafir gibi ihtimamla ağırlıyor. Detaylara varasıya fazlasıyla hissedilen bu incelikli zihniyet sonucunda da burası ticarethane mantığından çok uzak, bir dostun evi olurken kurulan sofralar da ziyafete dönüşüyor. Her daim mutfağından enfes kokuların geldiği bir taş ev ve misafirlerin konaklaması için ayrılmış müstakil dört ayrı yapıdan oluşan Eren Konukevi’nin enfes Midilli manzarasına eşlik eden belli belirsiz bir ince ezgi, gün batımının kızıllığıyla birleşince sizi Antik Çağlarda geçen masalsı bir yolculuğa çıkartıyor. Ege’de; düşleriniz Eren Konukevi’nde kalıyor...Eren KonukeviTel: +90 286 723 4046www.erenkonukevi.com
Bosna'nın bittiği yerden başlıyor Hersek; ancak bu sınırı kimse tam çizemiyor. Mostar ise Hersek'in merkezi ve en büyük şehri. Her çıkan savaştan nasibini fazlasıyla alan ve onca yarasına rağmen güzelliğinden bir şey kaybetmeyen yorgun bir şehir. Duvarlarındaki kurşun izleri, savaşın acımasızlığını fazlasıyla hatırlatsa da taş döşeli daracık sokaklarına sıralanmış tarihi evler, insanı sıcacık düşlere götürüyor. Ama bölge insanı yaşadıkları acıların bir daha tekrarlanmaması, kimse tarafından unutulmaması ve hatta burayı görmeye gelen insanların da ders alması için "Don't Forget" (Unutma) yazılı anıt taşlarla, tüm bu yaşananları hafızalara kazıyor. Anlıyorum ki can acısı bile unutuluyor; haksızlık unutulmuyor!..Mostar ve Mostar Köprüsü, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyor. Hem tanıdık hem yabancı; neşesi hüznüne karışmış bir diyar, Balkanlar.Pırıl pırıl Neretva Nehri geçiyor, Mostar'ı tam ortadan bölerek. Buz gibi suların iki tarafı da yemyeşil, belli ki can olmuş bu coğrafyaya. Rivayete göre de çok hırçınmış nehir; üzerine yapılan tüm köprüleri yıkıp geçermiş. Çevre halkı da çareyi, Sultan Süleyman'dan yardım istemekte bulmuş. Mimar Sinan talip olup planını çizmiş köprünün; öğrencisi Hayreddin de dokuz yılda inşa etmiş. Bu defa Neretva Nehri, kabul etmiş kendine yaraşır bu hediyeyi. 1566 yılında biten köprüye "köprü yapan, köprü tutan" anlamına gelen "Mostar" adı verilmiş.Genelde yerleşim yerlerinin adı köprülere verilirken burada tersi olmuş ve Mostar, şehrin de adı olmuş. 427 yıl boyunca başından geçenlere rağmen sapasağlam ayakta kalan Mostar Köprüsü, aynı zamanda civarında yaşamayı sürdüren farklı etnik ve dini kökene sahip halklar arasındaki bağı da temsil etmiş. 1993’teki Hırvat bombardımanına dayanamayarak yıkılsa da onarılıp 2004'te yeniden aynı görkemiyle açılmış.Bosna-Hersek'in en büyük şehri ve başkenti Saraybosna.SARAYBOSNA YOLLARINDAMostar'dan ayrılıp Saraybosna'ya doğru yola çıktığınızda, 2,5 - 3 saat sürecek, enfes bir yolculuk sizi bekliyor. Bosna-Hersek'in en büyük şehri ve başkenti olan Saraybosna, etrafı dağlarla çevrilmiş, genişçe bir vadi üzerinde bulunuyor. Şehrin en işlek caddelerinden Ferhadiye Caddesi'nin bağlandığı Başçarşı, 16. yüzyılda kurulmuş, sıra sıra küçük dükkanların bulunduğu, gezmesi oldukça keyifli bir yer. Başçarşı'nın girişinde, suyundan içenlerin bir daha buradan kopamayacağı rivayet edilen tarihi bir sebil var, rivayeti sınamak isteyelere denemesi bedava. Çarşı ve civarında yürüyerek gezebileceğiniz 17. yüzyıldan kalma saat kulesi, Mimar Sinan'ın yaptığı Gazi Hüsrev Bey Camii, hediyelik eşya alabileceğiniz Moriça Han, savaş sonrası restore edilerek Saraybosna Müzesi'ne çevrilen Brusa Bezistan bulunuyor.TÜM DÜNYANIN KADERİNİ DEĞİŞTİREN LATİN KÖPRÜSÜ19 yaşındaki Gavrilo Princip ve "Genç Bosna" adlı örgüte üye üç arkadaşıyla Saraybosna'ya ziyarete gelecek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtına suikast düzenlemeye karar verir. Başarısız ilk denemeden saatler sonra Gavrilo Princip, Latin Köprüsü'nün hemen bitiminde, veliaht Arşidük Franz Ferdinand'ın arabasıyla karşılaşır ve silahıyla Arşidük ile eşini öldürerek I. Dünya Savaşı için zaten hazır bekleyen fitili ateşlemiş olur ve 44 ülkenin taraf olduğu, milyonlarca insanın öldüğü, milyonlarcasının da sakatlandığı, 4 yıl boyunca sayısız cephede sürecek I. Dünya Savaşı böylece başlar.Belgrad asırlarca Avrupa'nın kapısı olarak görülmüş.VE BEYAZ ŞEHİR BELGRADHer ne kadar anlamı "Beyaz Şehir" olsa da Belgrad, aslında baştan sona yemyeşil. Tuna ve Sava nehirlerinin kesiştiği yerde bulunan şehir, asırlarca Orta Avrupa'nın kapısı olarak görülmüş. Doğal parkları, eski evlerin sıralandığı sokakları, renkli günlük yaşamı, tarihi yapıların, anıtların süslediği meydanlarıyla Belgrad, görmekten, gezmekten fazlasıyla keyif alacağınız huzurlu bir şehir.Belgrad'ın sahip olduğu doğal ve tarihi güzelliğe biraz yukarıdan bakıp eşsiz manzaranın tadını çıkartmak isterseniz, size Belgrad'ın merkezinde bulunan Kalemegdan'a gitmenizi tavsiye ederim. Aslında adı "Kale Meydanı" olan ve zamanla Sırpçaya bu şekliyle yerleşen Kalemegdan, Belgrad'ın en turistik yerlerinden biri. Burası aynı zamanda içinde bulunan parkta sakin vakit geçirebileceğiniz; saat kulesi, anıt, Askeri Müze'yi gezebileceğiniz; hediyelik eşya satın alabileceğiniz dolu dolu bir gün geçirebileceğiniz bir yer.Nasıl gidilir: Setur Tel: 444 0 738 www.setur.com