Ben Sarp’ın kaçmasını istedim ama o yurtdışını sevmedi

27 Şubat 2009

1970’lerin hızlı, bugünlerin ‘son devrimci’si Sarp Kuray 15 yıldır yargılandığı davadan müebbet hapse mahkum oldu. 5 Şubat 2009’da 64 yaşındayken infaz yasasına göre 7 yıl 4 ay yatmak üzere cezaevine girdi. 16 Haziran Örgütü’nü kurma ve örgüt adına öldürme emri verme suçlamalarıyla ceza alan Kuray, aynı davadan aynı mahkeme üyeleri tarafından 5 kez farklı cezaya çarptırıldı. Hukuken hayli tuhaf olan bu yargılanma sürecini Sarp Kuray’ın oyuncu eşi Nur Sürer’le konuştum...Eşiniz Sarp Kuray 64 yaşında, 15 yıldır devam eden davası sonunda sonuçlandı ve 7 yıl 4 ay ceza aldı. Siz, nasılsınız?Çok kötüyüm şu günlerde tabii. Biz birbirine çok aşık bir karı kocayız. Uçaktan çok korkar Sarp, o yüzden ben bir inerim uçaktan, sayısız mesaj bırakmış olur telefonuma. Şimdi iniyorum, açıyorum telefonumu hiç ses yok. Önce şaşırıyorum, sonra hatırlıyorum nerede olduğunu, üzülüyorum. Çalışma odasına girmek bile istemiyorum artık. Evdeki herkese “Sarp...” diye sesleniyorum. İnsanın bir tarafı eksik kalıyor. Hayatımda büyük boşluk oldu. Sürekli arardı. Şimdi bakıyorum telefonumda, hiç arama yok. Şu anda kötü bir dönem geçiriyorum. “Çok uzun yıllar birlikte olamayacağız” diye düşününce çok kötü oluyorum. Sarp cezaevinde. Dolayısıyla benim çalışmam lazım. Arkamda 10 kişi var geçindirmem gereken. Böyle bir yükü bana bıraktığı için, benden ayrıldığı için üzgün. Oğlum Ümit’ten ayrılırken çok ağladı. “Oğlum, çok iyi bir evlat oldun bana” dedi. Biz evlendiğimizde 7 yaşındaydı Ümit. Çok iyi bir dostluk ilişkileri var. Oğluma çok iyi bir babalık yaptı. Bunlara üzülüyorum.O beni havaalanına bırakırken polisler evi basmışCeza 5 Kasım’da onaylandı. 5 Şubat’ta da teslim oldu Sarp Bey. Çok rastlanan bir tutuklanma biçimi değil bu... Kaçıyor muydu, izin mi vermişlerdi?5 Kasım’da tutuklanma kararı çıktığında Sarp mahkemeye gitmemişti. Gitse direkt oradan götüreceklerdi herhalde. Aranıyordu. Sarp’ın adresi Ankara’da. Bu evde kaydı gözükmüyordu. Ama oyuncu olmamdan dolayı sanırım evi bulmuşlar ve bastılar Sarp’ı almak için. Yoktuk evde. Bulsalar o gün alacaklardı. Ama bir de Sarp’ın kızı hasta, bir yıldır tedavi oluyordu, sanırım biraz da bunun için müsamaha gösterdiler. 33 yaşındaki büyük kızı lösemi. Kız kardeşinden ilik aldı. Tutması müthiş bir şey. Gayet iyi şu anda. Bir yıldır bu durum da çok hırpalıyordu Sarp’ı. Gördüğüm en iyi babalardan biridir Sarp.Evin basıldığı gün Asi’nin çekimleri için yine Antakya’ya gidiyordum, havaalanına götürmek istedi beni. Uçaktan çok korkar dedim ya. Ben de “Koca kadınım, bırak kendim giderim” dedim ama gelmeyi çok istedi. Biz çıktıktan üç-dört saat sonra eve dört polis gelmiş. İyi ki yoktuk, çünkü üç-dört gün İstanbul’da tutacaklardı. Sarp Sincan Cezaevi’ni istemişti. Buraların mahkum profili çok bozuk diye istemedi. Bir görevliyle Ankara’ya gönderilecekti. Kendisinin teslim olması çok daha uygundu. Arkadaşlarına veda edip teslim oldu. Çok bağlıdır onlara.Sarp’ın durumu Fransa’yı ayağa kaldıran Dreyfuss davası gibi...Siz nasıl vedalaştınız?Ben yoktum Sarp teslim olurken, Antakya’daydım, çalışıyordum. Ankara’ya gidemedim. Setteydim, saat 11.00’de telefon açtı, sesi çok üzgün geliyordu. Sonra savcının yanından bir kez daha aradı. Vedalaştık. Bir sonraki cuma da görüşe gittim. Görüş günü aslında çarşambaları. Ama haziran ayına kadar bana cuma günü için izin verdiler. Savcıya “Çarşamba gelmem demek 100 kişilik bir ekibi yatırmam demek” dedim. “Kocama orada yalnız olmadığını göstermek istiyorum” dedim.Evlendiğinizden beri yargılanıyor mu? Hep “Ya içeri girerse” korkusuyla mı yaşadınız?Türkiye’ye döndüğünden beri yargılanıyor. Kendisi Türkiye’ye dönmüş. Oralarda da yapamamış. Mutsuz olmuş. O yüzden şimdi kaçmayı hiç düşünmedi. 12 Eylül darbesinin 1 ay öncesinde yurtdışına gitmiş. Hiç hoşlanmamış. Açıkçası ben kaçmasını isterdim. Bu yaşta bir adamın içeride olmasını istemezdim. Ama gitmeyi seçmedi. 13 yıl yaşamış Fransa’da, tek bir kelime dillerini öğrenememiş. Hiç mutlu olamamış. Vatandaşlık bile istememiş.Bu davanın 15 yıl bir karara bağlanamaması ya da zaman aşımına uğramaması hukukçuları şaşırtıyor mu, yoksa normal miymiş bu durum?Tutuksuz yargılanmak üzere bırakmasalar belki şimdi çoktan cezasını çekip çıkacaktı. Ne cezası varsa? 15 yıl tepesinde “Seni her an içeri sokacağız” gibi bir tehditle bir adamı yaşatmak, sonunda 64 yaşında karara bağlayıp içeri almak, ancak Türkiye gibi tahılla beslenen bir ülkede olur. Dreyfuss davası gibi. Nasıl Fransa’nın bir vicdan sorunu olduysa o dava, 64 yaşında Sarp’ın ceza alması Türkiye’nin vicdan problemidir. Ama bugüne kadar bir-iki köşe yazarı hariç, hiç kimse yazarı bununla ilgili yazmadı. Ortak bir vicdan olması gerekiyor. Hukuk faciası yani.‘Muhbir’ haberi yüzünden Cumhuriyet’i arayıp küfrettimEşiniz 16 Haziran Örgütü’nün lideri ve eylemlerinin sorumlusu olmakla suçlanıyor sanırım, değil mi?Bir siyasi örgüt var. 16 Haziran örgütü. Sarp Fransa’dayken örgüt burada birtakım eylemler yapmış. Örgütün lideri olarak Sarp’ı sorumlu tutuyorlar. 400 sayfalık telefon konuşma kaydı var, Sarp’la konuşuyorlar. Verilmiş emir memir hiç yok. Bu konuşmaları delil sayıyorlar. Ergenekon’da telefon konuşması delil olmaz diye bas bas bağırıyorlar. Örgüt de Sarp’la konuşup, kaydedip polise veriyor, nasıl örgüt lideriyse Sarp. 1992 yılında fes etti örgütü, 1993 yılında da Türkiye’ye döndü zaten.Ve önce yargılanıp beraat etti...İlk önce beraat verdiler. Aynı mahkeme, aynı üyeler, aynı dosya, aynı adam. Mahkemenin adı değişti sadece. DGM idi Ağır Ceza oldu. Beraat verdiklerinde Cumhuriyet gazetesi başta olmak üzere “Arkadaşlarının ismini verdiği için beraat etti” dediler. Bu Sarp’a çok koydu. Ben de açtım küfür ettim Cumhuriyet’e. “Yazılarınız tapu kadastro gibidir zaten, utanmıyor musunuz?” dedim. Yargıtay’dan döndü dava. “Bu adam örgüt lideridir” diye. Bu sefer 168’den ceza verdiler. Silahlı çete oluşturmaktan. Tekrar bozdu Yargıtay. Bu sefer ağırlaştırılmış müebbet verdiler. Ondan sonra 146’dan 15 yıl ve 7 yıl 4 aya düştü. Ama daha önce yattıkları sayılmadı daha. Onlar sayılacak. Fakat kendisi de bilmiyor bunu, avukatımız gidip dosyaları araştırıp yattığı zamanı bulacak... Ya böyle bir şey olur mu? AİHM’e başvuracağız. Çünkü aynı davadan beş ayrı karar var. Mahkeme komedi gibi. Birilerinden emir alıyor gibi, mahkeme cezayı sürekli arttırıyor. 5 yıllık yargılamaları bozuyorlarmış. Burada 15 yıllık dava var. Bir karar veremiyor musunuz ya? Çok umutluyum ben oradan. 15 yılda bir karar veremiyorsanız sizin zekâ sorununuz var bence, AİHM de bunu farkedecek. 5 farklı ceza olur mu?Madımak’ı yakanlar zaman aşımına uğradı, Sarp içerideİlk beraat kararı çıktığında, arkasından böyle şeyler olabileceğini düşünmüş müydünüz, yoksa inanmış mıydınız?Beraat tabii ki umutlandırmıştı. Beraat ettiğini düşünmüştük. Sarp Türkiye’ye döndüğü zaman başka dönenler de oldu, Komünist Partisi’nin genel sekreterleri hariç, onlar da sekiz ay kaldı sanırım içeride... Dikkat edin içeride kimse kalmadı. Adamlar çatır çatır 37 kişi yaktı, zaman aşımına uğradı dava, iki ay önce. Bu dava 15 yıldır var. Birlikte yargılandıkları ne ceza aldı?Birlikte yargılandığı kimse yok ki.Neden? Örgüt, çete suçlaması değil mi bu?Tek başına yargılanması başlı başına ayıp. “Devletle anlaştı” diyorlar, bu ne biçim anlaşma yahu. Örgütün başka üyesi yok mu yani? Kim bilir neredeler, ortaya da çıkmıyorlar şimdi. Tek başına yargılanıyor. Bu tuhaf değil mi? Tek başına mı ne yaptı diyorlarsa? İbrahim Şahin’in açıklamaları üzerine Genelkurmay’dan cevap geldi “700 bin kişilik güç 300 kişiye mi kaldı.” Halbuki o üçyüzler ne fırıldaklar döndürdü bu ülkede de.Ona ‘mafya’ dedikleri dönem ev sahibinden kaçıyordukBu ceza Sarp Bey’in tabiriyle bir sus emri mi?Ben son Yargıtay kararı bozduğunda bitecek zannetmiştim, “Artık almazlar herhalde, bu adamlar bu kadar da eşek değil ya” diye düşünmüştüm. Almayı bırak, müebbet hapse mahkum ettiler adamı. Bir şey değişti. Yani Sarp birilerini rahatsız etti. Her şeyden şüpheleniyorum. “SHP’de legal siyasete başlayacağım” dedi 1 sene önce. Şişli ilçeye girdi. Sevgiyle kabul ettiler. Son zamanlarda en mutlu olduğu şey orada vakit geçirmekti. SHP içinde bir geleceği vardı. Bundan rahatsız olanlar da oldu. Sarp karizmatik adamdır. Ezilmeden yanında durmak zordur. Başkaları Sarp’a demediklerini bırakmamıştı. Mafyadan tut bilmem neye kadar. Kimler mafya dedi?Mafya dedikleri dönem biz beş aydır kiramızı veremiyorduk. Oyuncuyum, iş yapamıyorum. Evin arkasındaki duvardan atlayıp gidiyorum, ev sahibini görmeyeyim diye. “Keşke mafya olsaydın” demiştim bir gün, çocuğumun okul taksidini veremiyordum. Çok kötü günler geçirdik ekonomik olarak. İki yıl çok büyük sıkıntılar yaşadık. Mafya diyenler herhalde Sarp’la beraberdi ki o işlerde, bu kadar iyi biliyorlar.14 Şubat’ta açık görüş yaptılarSevgililer Günü’ydü. Açık görüşte bir saat konuştuk. Hemen ellerini tuttum. Kuş gibi bekliyordu beni. Mahsundu. Yanımızda adamlar var. Ben de yüksek sesle konuşan bir kadınım. Protokol de bilmem. Yapım anarşist. Çocukluğumdan beri böyleyim. Yüksek sesle başladım, bir ara adamlara baktım, sonra küçüleyim dedim ama konuşamadık, öyle bakıştık. “Arkadaşların selamı var” dedim, ilk önce bunu söyledim... Sonra tekrar “Arkadaşların selamı var” dedim. Sonra yavaş yavaş açıldık. Sonra bitti zaten. Sarıldık. “Seni seviyorum. Seni burada asla yalnız bırakmayacağım” dedim. Kocaman adam öyle arkasını döndü. giderken arkasını dönüp bakmadı. Dışarı çıkınca çok kötü oldum. Normalde cam arkasından telefonla görüşüyoruz. Güçlü bir yapısı vardır Sarp’ın. Birlikte çıkacakmışız gibi bir duygu geldi ama “Görüş bitti” diye bağırdılar, tek başına uzadı gitti.Cezaevinde elektrik parasını bile mahkum ödüyorBenim erkek kardeşim 12 Eylül dönemi içerdeydi, o zamanlar daha rahattı her şey. Yemek götürüyordunuz. Sıradan bir arama yaparlardı. Şimdi üzerinde deri varsa giremiyorsun, normal palto olacak. Her şey ticaret olmuş. Televizyon satıyorlar, 37 ekran. 55 ekran yasak. Elektrik sayacı hücrenin önünde, imzalayıp alıyorsun, elektrik parası ödüyor mahkum. 50 lira gibi bir şeymiş. Ben de dalga geçtim “Atölyelerde takı mı yaparsın, ne yaparsın, kazan öde elektriğini” diye. 5 kitap izni var. Yiyecek götüremiyorsunuz. Tesbih vermiştim, taş diye almadılar, mika olacakmış. Çok feci bir yer. Yeşil, mavi, lacivert kıyafet olarak yasak. 2 pantolon, 3 gömlek, 2 kazak, 1 eşofman, 1 normal ayakkabı, spor ayakkabı, iç çamaşırı, çorap istediğin kadar. İçeride bir gardrop oluşturmana, kitaplık oluşturmana izin vermiyor.F tipi rezalet bir şeyAblası çarşambaları mutlaka ziyarete gidiyor. Yalnız kalıyor şu anda. Bir ay sonra ortak kullanım alanlarından falan yararlanacak. Bir ay yalnız tutuyorlarmış. Bu ne, hiç anlamadım. Bu korku ne? Bakacaklarmış. Diğerleri de siyasi suçlu. Herhalde o yüzden. O yalnızlaştırma politikasının ne olduğunu çok iyi biliyorum. F tipi üzerine çalışmalarım oldu. Şu anda en büyük derdim tek başına olması Sarp’ın. Bir psikolog, bir hukukçu, bir de biri kim bilmiyorum onlar karar veriyormuş ne zaman diğer gruplarla biraraya gelebileceğine. Küçük bir bahçesi varmış, oraya çıkıp içeri giriyor.Sarp güçlü ve duygusal bir adamdırGüçlü bir adamdır ama güç konusunda ben de ondan aşağı kalmam yani. Şiiri olan bir adamdır Sarp. Sinirli, öfkeli gözükür ama tanıdıktan sonra bayılır herkes. Yumuşak, esprili, kadife gibi neşeli, entelektüel bir adamdır. Duygusaldır. Mektuplar yazar. Bir sürü mektubu var elimde. Ben mektup yazamam, her hafta gideceğim. Telefon hakkı var. Konuşacağız. 94 yılında evlendik. Gençlik yıllarımdan tanıyordum. İsmi o dönem için farklıydı, yakışıklıydı. Bütün kızlar bayılırdı Sarp’a. Sarp’a da söylemiştim bunu, “Evlenip oğlum olursa adını Sarp koyacağım” derdim. Halil Ergün’ün seçim bürosunda tanıştık. Her şeyi sakladı benden. Evli olduğunu söylemedi, “Bekârım” demişti. Önceleri hayatının zor olduğunu farketmedim. Her şey sonra başladı.Devlet özellikle intikam alıyor diye düşünüyorumEski solcu arkadaşlarına kırgın olduğunu okumuştum.68’liler Derneği’nden Sarp’ı attılar. Bu onu çok üzdü. Ben de deliriyorum buna “Kim bu paçozlar ya, atarlarsa atsınlar” diyorum. Kim kalmış ki 68’li. Denizler yok, Kızıldere’de ötekiler ölmüş, beriki asılmış, bir Sarp var. Doğu Perinçek imza veriyor Sarp’ı atmak için, o nerede şimdi? Bu adamların hepsi Sarp’dan rahatsızdı. Hiçbirine güvenim yok. Sarp ilk Türkiye’ye geldiğinde her şey iyiydi. Sonra değişti. Sarp’la birlikte gözükmekten, konuşmaktan kaçındılar, bu ayıpmış gibi yalnız bıraktılar adamı. Benim arkadaşlarım solculardan çok daha etik davranmışlardır Sarp’a. Sarp Kuray bir röportajında “Kürt meselesiyle ilgili söylediğim şeylere dayandığını düşüyorum bu mahkumiyetin” demiş. Devlet özellikle intikam alıyor diye düşünüyorum. Genelkurmay’a çok fazla yükleniyordu. Askerlikten atılma Sarp biliyorsunuz. O umutlu, emin olun içeriden çok daha güçlü çıkacak. Bu ülkede hukuk var, adalet yok. Hükümeti suçlamıyorum Sarp’ın kararında.

Devamını Oku

“Göbeğini kaşıyan adam” lafı sırtımda kambur oldu, beni eziyor

22 Şubat 2009

Sonra geçen pazar, Coşkun’un köpeği Postal’ın ağzından Erdoğan’a verdiği cevabı okuyunca merakım yerini “Bekir Coşkun’la konuşmalıyım” heyecanına bıraktı. Haftabaşı hemen Ankara’ya gittim. “Karşıt fikirlerde olsanız, hatta birbirinize çok kızsanız bile çok iyi anlaşabileceğiniz bir ‘düşman’ olur Bekir Coşkun” diye düşündüm röportaj boyu. Çok samimi ve eğlenceliydi. Sanki Erdoğan da tanısa Bekir Coşkun’u ‘En iyi anlaştığım düşmanım’ der. Bu da onlar için benim benzetmem. Umarım kızmazlar.Kim bu yazılarınızda sık sık bahsettiğiniz göbeğini kaşıyan adam? Sadece AKP seçmeni mi? Tepkisi olmayan, sessiz, pısırık, beleşçi, avantacı, yağmacı, hırsızları hoş gören, çalsın ama iş yapsın diyen, kendisi de çalmaya bakan, şehirlere gelen, orman arazisine gecekondu yapan, kaçak elektrik kullanan, kaçak su kullanan, para kazansa bile vergi hayatında vermeyen, seçim geldi mi iki çuval kömüre, bir torba nohuta oyunu satan, asla başını kaşımayan ve gazete-kitap okumayan birileri bunlar. Kuran’da “Oku” emri vardır, “Sor ona” emri vardır. Bunları bile yapamayan... Üç şeyi ezberleyen; hamdolsun, şükürler olsun, Allah razı olsun. Hayatını bununla yürüten tiptir bu. Türkiye’nin başına beladır bu tipler. Her kesimde olabilir bundan. Sağı-solu yok. Meydanda Menderes’i alkışlayan, asıldığı zaman kafasını bile kaldırmayan, soru dahi sormayan insandır. Çok iyi tanırım ben göbeğini kaşıyan adamı. Uzaktan gelişinden tanırım. Bu adam Demirel’i 7 defa geri getirmiş adamdır. Erbakan’ı Başbakan yapmış adamdır. Hep aynı sloganı söyler bu: “Çalsın ama iş yapsın.” Gözü de devamlı avantadadır. Bunun eğitimlisi de vardır eğitimsizi de, sağcısı da vardır solcusu da, zengini de vardır fakiri de. Sırf çıkarı için, ihale için, köşeyi dönmek için siyasi iktidara yanaşmış adam da göbeğini kaşıyan adamın zengin olanıdır.Toplum hasta, bu adam tipi her zaman vardı ama şimdi çok iyi bir siyasi muhatap bulduBu tipi ben de tanıyorum. Ama bu tip sizin de söylediğiniz gibi her dönemde vardı. Sizi bu denli rahatsız eden yeni şey ne?Türkiye’de 58 tane hükümet kurulmuştur, 11 defa Cumhurbaşkanı değişmiştir, Anayasa 7 defa değişmiştir, 30 defa parlamento değişmiştir. İki tane değişmeyen şey var, Türk toplumunun yapısı bu göbeğini kaşıyan adam, ikincisi de Türkiye’nin kara yazgısı. Bu ikisi birbirini çoğaltır hep. İnsanlar da bana sizin sorduğunuzu soruyor, “Niye toplumun bu yönünü diline doladın?” diye. Soruyorum ben de “Apartmanda yöneticinin yakıt parasını çaldığından şüphelenmeyen tek kişi tanıdınız mı, evinize gelen bir ustanın hiç arkasından ‘Süper iş yaptı, üstelik çok ucuz’ dediğiniz oldu mu, kooperatife girip de dolandırılmamış birini tanıdınız mı?” Eğer bunların üçünün de cevabı evetse, ben gazeteciliği bırakacağım. Buna hazırım. Bu bizim toplulumuz. Bu biziz. İnkâr etmeye gerek yok. Toplumda müthiş bir hastalık var. Bunu sorgulamak benim işim değilse kimin işi yahu. Gazeteciler bugüne kadar politikacılar gibi sürekli halk dalkavukluğu yaptı. Halkın bir bölümünü tenzih ediyorum ama çoğunluk göbeğini kaşıyan adamdır.Tekrar aynı soruyu soracağım izninizle, bu adamda kızdığınız yeni şey ne, dindar olması mı? Çünkü bu konuştuğumuz toplumsal yapı, çekiciliğini kaybetmiş, eski bir dert.AKP’ye oy vermiş dindar olmayan ya da oy vermiş aklı başında birçok dindar vardır, tenzih ederim onları. Mesele dindarlık değil. Evet, hep varlardı ama şimdi göbeğini kaşıyan adamın en çok gözüktüğü, en belirginleştiği dönemi yaşıyoruz. Nohutla fasulyeye oyunu satan adam. Çünkü çok iyi siyasi muhatap buldu göbeğini kaşıyan adam. Eskiden beri de vardı, zaten kirli siyasetin sürmesinin tek nedeni de bu. Hangi toplumda eli kanlı katili kahraman diye alkışlayan biri vardır. Siyasetçiler meydanda o adamın beklediğini biliyor, çıkıyor oraya utanmadan konuşuyor.Sadece AKP’de değil, CHP’de bile ‘genel başkan olmuş’ göbeğini kaşıyan adam var O halde yöneticiler mi acaba göbeğini kaşıyan adam... Bir tek AKP değil. Solda da var. Konuşturma şimdi beni, seçim geçsin, onları da açıklayacağım. CHP’nin içinde var, hatta bunlar arasında genel başkan olmuş olan bile vardır. Şimdi susuyorum. Ama göbeğini kaşıyan adam genel başkan bile olabilir. Siz Deniz Baykal’a çarşaf açılımı denen meseleden çok kızdınız değil mi?Nasıl kızmam? Şu anda Türkiye’de kimse olduğu yerden memnun değil, herkes başkasının yerinde olmak istiyor. AKP çağdaş gözükmek istiyor aslında, CHP de imamımsı gözükmek istiyor. Ulusalcılara bakın onlar da küreselci gözükmek istiyor. Zaten yeterince göbeğini kaşıyan adam var, toplumu aydınlatacak parti lazım. CHP buydu güya. Şok yarattı hepimizde. İnanmadığından eminim ama bilerek yaptı tabii çarşaf meselesini. Oy almak istedi. Ama görecek, geri tepecek bu. Oy-moy patlamayacak.n Aranız nasıl şu an Deniz Baykal’la. Arkadaşınız aslında, oğlunuzun da nikâh şahidi diye okumuştum...Nikah şahidiydi evet. Çabuk küser bu. Küsünce de konuşmaz. Ama kindar değildir. Seçimleri atlatalım, CE-HA-PES rayına otursun, yine Balıkçılar Kahvesi’nde otururuz Deniz Baykal’la.Tayyip inişe geçti, o da bunu biliyor o yüzden gergin. Tek şansı, Baykal’ın tembel olması Tayyip Erdoğan’la da kavga ediyorsunuz...Ben kavga etmiyorum. Tayyip Erdoğan’la kavga etmem. Çünkü bugün var yarın yok Tayyip. 30 senedir birçok cumhurbaşkanı, başbakan gördük, onlar gitti. Biz hâlâ varız. Tayyip de yarın yok. Ben artık inişe geçtiğini düşünüyorum. Yerel seçimlerde başarılı olsalar bile iniş süreci başladı. Grafik tepetaklak aşağı gidiyor.Bu bir kamuoyu araştırması sonucu mu yoksa sezginiz mi?Benim sezgim. AKP yakında ana muhalefet partisi olacak. Tayyip de bunun başkanı olabilir. O da biliyor bunu o yüzden gergin. Bütün insanların ortak tepkisidir bu, foyamız ortaya çıkınca kızmaya başlarız. Ben de, Andree beni yakaladığı anda hemen parlarım. Son bir deneme o işte. Tayyip Erdoğan da bunu yaşıyor. Gökten yolsuzluk yağıyor, pırlanta-altın ticareti işi çıktı, belediye başkanlarını her gün jandarma-polis topluyor. Davos’taki rüzgâr daha uzun sürer zannetti, tutmadı. Tayyip inişe geçti. O da bunu hissediyor. Tek gücü var, yerine oturacak kimsenin olmaması. Göbeğini kaşıyan adam olduğu kadar, bilinçli-akıllı da bir sürü insan var. Onlar Tayyip’ten umudunu kesti. Ama getirecek kimse yok. En büyük şansı bu zaten Tayyip’in. Deniz Baykal çok tembel. Yerel seçimler var, Tayyip 10 günde 10 yer dolaşıyor. CHP’nin umrunda değil. Deniz Baykal Brüksel’de.n Erdoğan’la kavga etmiyorum diyorsunuz ama o size meydanlardan “Bunlar köpekleriyle yatar” diyor. Siz ona köpeğiniz Postal’ın ağzından yazı yazıyorsunuz.Anadolu’daki gazete tirajları belli. 30 adet gazete satılan yerler var. Tayyip meydanda kızgın, konuşuyor, onu dinleyen ne gazeteci kim onu anlıyor, ne niye kızgın onu biliyor. Tuhaf yani meydanlardaki hali.Ciner çok büyük para teklif ettiCiner Grubu’nun çıkacak olan yeni gazetesinden size transfer teklifi geldi. Sonra ne oldu? Aslında bunu anlatmam doğru mu bilmiyorum ama herkes bir şey söylüyor, doğrusu bilinsin artık. Ciner Grubu’ndan teklif geldiğinde ben, “Daha gazete çıkmasına çok var, olabilir, görüşebiliriz” dedim. Açık söyleyeyim o sırada bende aslında hâlâ da Emin’in kovulmasından dolayı Hürriyet’e karşı bir güvensizlik, bir kırgınlık vardı. Bir gün aynı şey benim de başıma gelir endişesi. Hürriyet’in genel yapısı içinde, o yazar kim, bu yazar kim, Bekir Coşkun kim? Kenarda köşede unutulmuş insanlarız. Bütün bunlar beni kırdı-ezdi. O yüzden Hürriyet’ten ayrılmayı düşünüyordum. Fatih Altaylı Cunda’ya geldi, sözleşme dosyasını dahi getirmişti. Fatih arkadaşım, onunla çalışabileceğimi de düşünmüştüm ama hiçbir şey konuşmadık, o anlattı ben “Şu an Hürriyet’te çalışıyorum, sana bir şey diyemem, dersem Hürriyet’ten hemen ayrılmam gerekir” dedim. O da “Saygıyla karşılıyorum ama seni aramızda görmek istiyoruz” dedi. Sonra bir kez Ankara’da görüştük. Artık kararımı vermiştim, Ciner Grubu’yla anlaşacaktım. Ertuğrul’a haber vermek için İstanbul’a gittim. Çünkü daha önceden ona sözüm vardı, “Sana kazık atmayacağım” diye. Gittim “Bak Ertuğrul, sizin yapınızda gitme, sana şunu verelim yoktur, ben de bunu istemeye gelmedim zaten, sakın böyle algılama. Sadece sana verdiğim sözü kaldırmaya geldim. Senden izin istiyorum” dedim. Ertuğrul “Olmaz” dedi. Bütün Hürriyet üzerime geldi. Okuyucular da öyle. Sanki biliyorlarmış gibi otelin lobisinde karşılaştıklarım “Sakın Hürriyet’ten ayrılmayın” diyenler. “Bırakırsanız biz de bırakırız” diyenler. Bir de bir gün bir işadamı bana uçakta demişti ki “Servetimin yarısını veririm 10 gün sizin yerinizde Hürriyet’te yazmak için.” Bütün bunlar beni çok etkiledi. Ayrıca ekonomik kriz döneminde Hürriyet’i bırakıp gitseydim sadece para için gitmiş gibi olacaktım. Çok da büyük para vardı gerçi. Kalmaya karar verdim. Gitmek istiyorsam Ertuğrul’u hiç görmemem gerekiyordu, bir mektup yazıp odasına bırakıp kaçmam lazımdı.Erdoğan hayvan sevgisini böyle küçümsemenin hesabını öteki tarafta bakalım nasıl verecek?“Köpekleriyle yatar bunlar” sözü sizi üzdü mü? Beni çok rahatsız etti. İki hafta önce dedem ödül alırken yaptığı konuşma inanılmazdı. O konuşmayı yapan başbakanın, bir gazeteciye bu sözü söylemesi gerçekten tuhaf...Kırıldım, ağzı dili olmayan o hayvanları küçümsemesine. Bana. “İnsan sevmez, insanları aşağılar, hayvan sever hatta insanları köpekler kadar sevmiyor” demek istedi. Açık söyleyeyim, cevap vermekte zorlandım. Öteki tarafta bunun hesabını nasıl verecek bakalım. Bana ve hayvanlara haksızlık etti çünkü. “Halkı aşağılıyor” diyor benim için. Halkı seven, gözünü açmasını isteyen, halkın mutlu olmasını isteyen biriyim oysa ki. Tayyip Erdoğan düşüncesindeki adamlar bir hayvan yaşatmaktansa hayvan kesmeyi tercih eder. Niye Postal’a cevap verdirdiniz de kendiniz cevap vermediniz? O yazınızı eğlenceli buldum ama merak da ettim doğrusu?Ben her gün cevap veriyorum. Bir de pazar gününe denk geldi. Ben pazar günlerini ne olursa olsun, dünya yansa doğaya, hayvanlara ayırırım. O gün de ben zaten Postal yazacaktım. O zaman Postal savunsun kendini ben nasılsa savunurum dedim. Pako yaşasaydı bilge kişi olarak o cevap verecekti ama yok. Onun yerine Postal’a düştü bu görev. Suşi, ağır başlıdır konuşmaz, Çıtır dişi olduğu için söz ona düşmez. Postal cevap verdi. Terbiyesini de bozmadı.Tayyip Erdoğan yüzünden halkı aşağılayan onlara küfreden biri gibi gözüküyorum Bu mesele, göbeğini kaşıyan adam benzetmesi yüzünden mi çıktı? Bu benzetme artık sırtımda bir kambur oldu aslında. Altında ezilmeye başladığım bir benzetme olmaya başladı. Ben söyledim bunu ama beni ezmeye başladı, çünkü o kadar çok insan bunu başka yere çekiyor ki. Toplumda bunu anlamayan çok kişi var. Tayyip’ten duyuyor bunu, benden okuyarak bilmiyor. O yüzden halka küfür etmiş, halkı aşağılamış biri olarak biliyor beni. Ben halkı aşağılamak için söylemiyorum ki bunu. Ben halkla içiçe yaşayan biriyim. Lüks bir yerde göremezsiniz beni. Bayıldığım yerler var, Cunda’daki Balıkçılar Kahvesi, Taş Kahve. Beni bunlar çeker. Siz Urfalısınız değil mi?Kara Meydanı Mahallesi, Kara Camii’nin yanındaki karanlık sokakta, kara kaplı evde doğdum büyüdüm. Böyle bir yerden geldim. Ailem orada. Ben niye o halkı aşağılayayım canım. Ben bambaşka bir insan tipinden bansediyorum. Aziz Nesin o oranı vermişti, ben tam bilmiyorum ama halkımızın içinde göbeğini kaşıyan adam var. Bir partiyi tek başına iktidara getirebilecek kadar güçlüdür bu kesim. Bu kesim Türkiye’nin canına okuyan kesimdir.Bunlar kimseyokken aynanın karşısında dans ediyorlar mıdır? Abdullah Gül için de demiştiniz ki “Benim cumhurbaşkanım değil.” Hâlâ da diyorum. Bir kere Abdullah Gül, sanık. Daha önce milletvekili sonra da cumhurbaşkanı olduğu için dokunulamıyor. Kayıp trilyon davasından. Parti için hazineden alınan yardımın 1 trilyonu nerede bilinmiyor. Diğer iddia altında olan Erbakan. O hapiste -sonradan Erbakan’ı Abdullah Gül affetti- Sonra Abdullah Gül cumhurbaşkanı oluyor. Bu benim çok tepkimi çekti. Kabul edemiyorum bunu. Ayrıca yaşam biçimi ve dünya görüşü onun Türkiye’nin cumhurbaşkanı olmasını engellemesi gerekirdi. Siz onun eski laflarını bilir misiniz? Türk olmanın içeriğini anlatan laflara kızıyor, Avrupa Birliği’ne kızıyor. Kızıyor da kızıyor. Bunları söyleyen adam nasıl cumhurbaşkanı olur ya? Ayrıca Çankaya’da tesettürlü-türbanlı kadın olmaz. Gerçi kendilerine göre giyim reformu yaşadılar. Gerçi kara çarşaftan buraya geldiler. Sıkmabaş oldular. Daracık etekler, yüksek topuklar, yeşiller morlar. İç çamaşırı dükkanlarından çıkmayan türbanlılar dolu.Ben Abdullah Gül’ün değiştiğini ve bu değişimin samimi olduğunu düşünüyorum. Siz buna katılmazsınız sanırım?Bu adamların en büyük özelliği çabuk değişebilmeleri zaten. Fırsat olsa yine değişir bunlar. Ben öyle düşünüyorum. Ruh hallerini de anlıyorum aslında, hiç ummadıkları anda devletin başına geldiler. İktidar olmanın, büyük bir devletin başında olmanın çağdaş dünyadaki yerini ve nimetlerini gördüler. Artık değişmek istiyorlar bence de. Bazen benim aklıma geliyor, acaba kimse yokken ayna karşısında dans eder gibi figürler yapıyorlar mı, hanımlar türbanları çıkarıp aynanın karşısında kendilerine bakıyorlar mıdır? Bazen ben yaparım bunu, aynanın karşısında kafama külah geçirip acaba imam olsaydım nasıl olurdum diye bakarım.Demirel’e de karşıydım ama artık o ulu önderimiz ve en iyi dostum En büyük tepkiniz... Çağdaş yaşam biçimini savunarak bir yerlere gelselerdi. Türk toplumunu Arap kültürüne ve Ortaçağ’a sürükledikledikleri için tepkiliyim. Demirel’e de karşıydım ben. Tansu Çiller’e de. Ben herkese karşıydım aslında. Ama şimdi en büyük dostum Demirel. Son günlerde ona bayılıyorum. Neredeyse bugünlerde ulu önderimiz oldu. Tayyip’le bunu yapmamız çok zor. İçinde yok çünkü bu duygular. Ama inanın Türkiye’de toplum çok değişti. Büyük şehirlerde yaşadığımız için bunu anlamıyoruz. Anadolu’ya bakın. Ayvalık Plajı’na kimler gelmeye başladı biliyor musunuz, tesettürlü kadınlar denize giriyor. Propagandayı çok iyi biliyor bunlar. Defileyle, modayla falan tesettürü hayatımıza soktular. Uzaktan bakınca çok güzel gözüken, albenili, tesettürlü kadınlar ortada dolaşıyor. Toplumu bozarsanız düzeltmek çok zor olur. Toplumun canına okudular. Bunlardan çağdaş Türkiye olmaz. Tıynetlerini biliyorum. Yapılarında yok, kimliklerinde yok. Bunlar klozet görünce kızıyorlar, taş istiyorlar. Danstan nefret ediyorlar, içki gördükleri zaman tahammül edemiyorlar. Geldiler, parlamentoda ilk su bardaklarını rakı bardaklarına benziyor diye değiştirdiler. O yaptıkları yardım bile toplumu biraz daha sadakacı, dilenci, avantacı yaptı.İki kız kardeşim ile annemin başı örtülü. Onlara da çok yakışıyorTürbana şiddetle karşısınız. AKP’nin bunu kullanma biçimine, siyasetine tepki duymamak mümkün değil ama kafasını kapamak isteyen de niye kapamasın ki?Estetik olarak karşı çıkmayabilirdim ya da özgürlük anlamında destekleyebilirdim belki. Benim iki kız kardeşim ve annemin başı örtülüdür, hatta ablam hacıdır. Onlara çok da yakıştığını düşünürüm o kıyafetlerin. Ama siyasi simge haline getirmeleri her şeyi alt üst etti. Genç kızlarımızın hayatlarını mahvetti. Erbakan’la başladı bu. Çözülebilirdi üstelik. Tayyip Erdoğan veya Abdullah Gül hâlâ çözebilir bunu. “Başlarını açıyoruz karılarımızın, artık Türkiye çağdaş dünya gibi giyinsin istiyoruz” deseler, bir de resepsiyon verseler ben de koşarak giderim. Burada şaka yapıyor Bekir Bey demem lazım galiba, yoksa size yine çok kızacaklar... Avrupa Birliği meselesi de numaraydı. Sırf askeri müdahalelerin önünü kesmek için bir saçak altıydı. Yaşam biçimine, anlayışlarına aykırı bir kere. Kadınların özgür olduğu, kızların erkek arkadaşlarıyla el ele sinemaya gidebildikleri, akşamları işadamlarının birer duble bir şey içebildikleri ortamları bu insanlar sevmez. Bunların kafasındaki yaşam biçimi Arabistan. Gerçi ne Erdoğan ne de Gül bu ülkeye şeriat gelsin istemezler. Onların modeli farklı. Kuran’daki ayetleri yerine getirsek Tayyip Erdoğan’ın bir gün o koltuğunda oturmaması lazım. Yağmacıdan, hırsızlık iddiası altındakinden, avantacıdan, sanıktan iktidar olmaz.Ergenekoncu diye tutuklanan paşaların önünde saygıyla eğilirimTürban yazısı yazdığınız kadar Ergenekon’la ilgili yazmadığınıza dair bir-iki eleştiri okudum. Buna katılır mısınız?Ergenekon bir zihniyettir. Zaman zaman örgütlenmeler olmuştur. Bunlar kirli insanlardır. Bu zihniyet de ortadan kaldırılmalı, fakat artık Atatürkçüyüm diyen herkes bunun içerisine konuldu, buna karşıyım. Saydım, 30’a yakın yazı yazmışım bu konuda. Tanıdığım paşalar, askarler var tutuklananlardan. Yaşantılarını, duygularını biliyorum. AKP’ye, demokrasiye, çağdaş dünyaya bakışlarını biliyorum. Onların önünde saygıyla ayağa kalkarım ben. Şu an da dahil. 300 metreden boyunlarına atılıp yanaklarından öperim. O insanların içeride olması çok canımı sıkıyor benim.Erdoğan’ın sonunu halkın yaşadığı korku ve baskı getirecek Hangi Paşa bu?Tolon Paşa. Babam öldüğünde gazeteye başsağlığına gelmişti. Yanında da bir-iki hanım vardı. O sırada mitingler falan düzenleniyordu. Bana bu işlerin askerle değil halkın kendi tavrıyla düzelebileceğini anlatmıştı o gün. “Ordudan kimse bir şey beklemesin, halk kendi tavrını koysun” demişti. Bu adamı bir süre sonra örgütçüsün diye içeri atmalarına şaşırdım.Darbe günlükleri, size bir şey ifade ediyor mu peki?Darbeler varsa günlükleri de olur herhalde, bilmem ki. Ne olur bu işin sonu? Herkes baskı altında. Halkın bu korkusu Tayyip’in sonu olacak.Her sabah 04.00 civarı rüyamda kovulduğumu görüyorumİşten atılabileceğinizi düşündünüz mü siz de?Her gece saat 04.00 civarı aynı rüyayı görüyorum ben, kovulduğumu. Kalkıyorum yatağımdan salona geliyorum. Arkamdan Andree gelir. Anlar hemen. “Sana başka iş mi yok, üzülme” der sarılıp. Ben de burnumu çeke çeke “Haklı olabilirsin” derim. Yaşadıklarımızdan etkilenmediğimizi kimse söyleyemez. Ben çok alınganımdır. Özel hayatımda da böyledir bu. Beni atsalardı ben Emin gibi kızmazdım. Emin öfkeli. Kitap da yazmazdım ben. İçime kapanır, buralardan gitmek isterdim. Emin’le farklıyız biz. Siz bırakmayı düşündünüz ama..Gece Hüsamettin Cindoruk’un evindeydik. Ben çok ciddi bırakmayı düşündüm. Hatta Hüsamettin Bey bana “Hayır, bırakma” dedi.Dürüst olmak lazım!Ben atılsam, Emin kılını kıpırdatmazdıEmin Çölaşan’ın kovulmasından sonra da siz zor günler yaşadınız değil mi? Çok mu yakın iki arkadaşsınız siz gerçekten?Kanka değiliz. Rakibiz bir yerde. Dürüst olmak lazım. Grup çalışması yapamazsın gazetecilikte. Bireyseldir. Yazılarından dolayı kim kovulmuş olsa ben onun için de aynı tepkiyi verirdim Hürriyet’te. Ama beni atsalar Emin’in kılı kıpırdamazdı. Umrunda bile olmazdı. Ne diyeceğini de biliyorum “Bekirciğim geçmiş olsun. Olur böyle şeyler, üzülme, herkesin başına gelir” diyecekti. Bir daha da aramazdı. Yemin ediyorum böyle olurdu. Bu benim gerçek düşüncem.. Okuyucularımın bir kısmı da “Emin Çölaşan atıldı, sen de bırak” dedi. Ama buna en güzel cevabı Emin kitabında vermiş. Ona soruyorlar “Madem baskı vardı, sansür vardı. Siz niye bırakmadınız?” O da diyor ki “Kazanılmış cepheyi niye bırakayım?” Doğru demiş. Bıraksaydım. O günden beri neler oldu? Kim yazacaktı bunları?Hürriyet tiraj kaybetti mi Emin Çölaşan ayrıldıktan sonra?O günlerde tiraj kayboldu. Ama Başbakan’a minnettarım, bana “Çek git” dedi o günlerde. Bu sefer iş tersine döndü Hürriyet tiraj aldı.Aydın Doğan’ın Emin Çölaşan’a açtığı 50 bin TL’lik tazminat davasında siz Emin Çölaşan lehine tanıklık yaptınız. Daha sonra Aydın Doğan’la konuştunuz mu sonra?Ne Ertuğrul ne de Aydın Bey’le konuştum. Zaten rastlasam ben konuyu değiştiriyordum hemen. Aydın Bey bir kez bambaşka bir şey için aradı, bu konudan hiç bahsetmedi. Bunu “Sana kızmadım, ilişkimiz aynen devam ediyor” demek istedi olarak yorumladım. Bu yaşadığımız dünya medyasında bir ilktir belki. Bir gazeteci patronu aleyhine tavır koyuyor. Ben burada Ertuğrul Özkök’e ve Hürriyet’in demokrat tavrına güvendim. Ertuğrul’un beni burada destekleyeceğine inandım. Vicdanen, ne biliyorsam onu söylemek zorundaydım. Nohut-kömür alıp oy satanlara kızıyorum da kendim maaş alıyorum diye sussaydım onlarla aynı şeyi yapmış olurdum.Mahkemede ne dediniz siz?“Emin’e sansür uygulandı” dedim. Hakim de ısrarla “Size niye uygulanmadı?” dedi. “Bilmiyorum. Yazım tarzlarımız farklı, o yüzden herhalde” dedim. İki avukat çapraz sorguya tuttu beni. Belki başka neden de vardır hiç bilmiyorum, o ne. Ben aslında Emin niye kovuldu bilmiyorum, yemin ederim. Çıkamadım işin içinden. Bence Emin de Aydın Doğan da bunu bilmiyor. O psikolojinin sonucu öyle oldu

Devamını Oku

'Aynı endişeyi Ergenekon soruşturmasında yaşıyorum'

6 Şubat 2009

“6-7 Eylül 1955’te büyük etkisi olan KTD Bildirisi’ni ben yazdım. Demokrat Parti’ye karşı 28 Nisan 1960’da yapılan öğrenci ayaklanmasını da ben organize ettim. Hapse bile girdim. Şimdi aynı endişeyi Ergenekon soruşturmasında yaşıyorum. Sabah sütçü kapıyı çalsa, polis geldi sanıyorum. AKP’nin oyunu da var işin içinde. Davos’ta bile var. Erdoğan’ın o çıkışından sonra havaalanındaki kalabalık ikinci bir 6-7 Eylül yaratacak diye çok korktum.”Bakın hayat bana bu hafta nasıl bir oyun oynadı?Hayat gerçekten incelikli oyunlar kuruyor bazen insana. Ve bunu oynayabilmeni diliyor senden, oyunbozan olmanı istemiyor... Ben de bunu bozmadım ama oyun da oyundu hani... Her zaman rastlanacak türden olmayan...Önce, geçen pazar dedemi 2008 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alırken seyrettim Aya İrini’de. Hayatın gerçeklerini reddeden bir ülkeyle yıllarca neredeyse tek başına dövüşen dedem sahnede, başkaldıran yalnızlığı gözlerinde ve ne güzel ki her zaman olduğu gibi haklı olduğu yine anlaşılmış, yalnız ve tek başına, konuşma yapıyor.Daha önce de dedemi anlattığım yazılar yazmıştım, demiştim ki “Sanki tanrıyla gizli bir anlaşması var. Ne yapılacaksa en fazlasını o yapabilir. Herkesten daha uzun çalışabilir, herkesten daha fazla uykusuz kalabilir, daha uzun yürüyebilir, alışkanlıklara ve kurallara herkesten daha yüksek sesle karşı çıkabilir. Tanrı onunla yaptığı anlaşmaya hep sadık kaldı, o hep genç oldu.” Diğer dedelere benzemedi, çünkü torunlarında da bu sihirli serüvene çıkma isteği uyandıran enerjisi 82 yaşında Aya İrini sahnesinde yine karşımdaydı. Onu seyrederken ne düşündüm biliyor musunuz, sadece onun torunu olmak bile bir hayatı hayat yapabilir diye düşündüm. Ülkemizde yazı yazmanın en yaygın, hatta en sıradan bedeli olan hapishane, 12 Mart Muhtırası’yla yakalamış dedemi. Benim doğumum da o yıllara denk gelmiş. Beni ilk kez tel örgüler arkasından görmüş dedem, henüz iki aylıkmışım. Bizim ilişkimiz işte orada başlamış. Bir insanın dedesinin olmasının ne demeye geldiğini pek öğrenemedim ama kimsenin bilmediği bir şeyi, Çetin Altan’ın insanın dedesi olmasının nasıl bir şey olduğunu çok iyi öğrendim. Sonra, “Bu hafta kiminle konuşsam acaba?” diye düşünürken... Hayat karşıma Orhan Birgit’i çıkardı. 6-7 Eylül olaylarını organize ettiği söylenen “Kıbrıs Türktür Derneği”nin 2. başkanı. Bütün o dönemin tanığı ve hatta sanığı olmuş gazeteci. O günün KTD bildirisini yazmış kişi. Hürriyet Gazetesi’nin eski sahibi Erol Simavi’nin askerlik arkadaşı. 1945 Tan gazetesi baskınında kızgın kalabalıkların içinde olan genç. Ama galiba benim için en önemlisi, Orhan Birgit’in 28 Nisan 1960 öğrenci ayaklanmasını örgütleyen, destekleyen kişi olması ve “Ben yaptım, bunu kabul ediyorum” demesi. Röportajda bunu okuyacaksınız... Benim dedem 29 Nisan 1960’da “Bugün canım yazı yazmak istemiyor” diye yazmıştı.33 yaşındaydı.Ben, dedemin o yazıyı yazmasına neden olan olayı örgütleyen Orhan Birgit’le dedemin ödül aldığı hafta konuştum...Bu hayat incelikli oyunlar kuruyor insana.Londra Konferansı’na etki etmek için düğmeye bastılar6-7 Eylül olaylarının nedeni olan Kıbrıs meselesini ulusal bir dava haline getiren gazete o zamanın Hürriyet Gazetesi’ydi. Neden bu işin lokomotifi Hürriyet Gazetesi oldu? Sedat Simavi bir Akdeniz gezisine katılıyor, gemi Limasol Limanı’nda duruyor, iniyor aşağıya, adayı gezmek için. Yanında Hikmet Bil var. Kendisi de adalıdır, Ege adalarından birinden. Dolayısıyla adadaki perişanlığı, açlığı görünce çok etkilenmiş. Gelince gazeteden bunu duyuran haberler yapmaya başladı. Kıbrıs’ı gündeme getirmeye başladı. Aynı anda Yunanistan’da mitingler yapılıyor. Birden Türk halkı “Bizim Kıbrıs diye bir olayımız var” dedi. Çünkü orada bir Türk halkı var. Hürriyet başlayınca diğer gazeteler de başladı. Yeni Sabah, Vatan, Son Posta...Siz Yeni Sabah’taydınız o sırada, değil mi?Muhabirdim. Parti, belediye, vali, maarif muhabiriydim. Ama talebe örgütlerinden geldiğim için ele avuca sığmayan, kafası particilikte biriyim. Bir gün gazeteye geldim, istihbarat defterleri vardı o zaman, “Kim ne göreve gidecek?” diye. Bir baktım “Dikkat!” diye bir not var bana. Bu ne dedim? “Bugün saat 17.00’de Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda Kıbrıs’la ilgili bir toplantı yapılacak. Gazeteler katılacak. Hürriyet’in başkanlığında bir komite oluşturulması bekleniyor. Patron o komitede olmamızı, hatta 2. başkan olmamızı istiyor. Ve seni görevlendirdik” dedi istihbarat şefi. Zaten deli fişeğim, hoşuma gitti tabii.Kimler vardı sizden başka Kıbrıs Türktür Derneği’nde?Ahmet Emin Bey, Selim Ragıp Bey, Hikmet Bil ve ben varım. Önde gelen gençlik kuruluşları var. Bir-iki gazete daha var. Sunumlar yapıldı. Çok çekişmeli bir seçim oldu. Selim Ragıp Bey’i eleyip ben girdim. Görev dağılımı yaptık. 2. başkan oldum ben. Komiteyi kurduk. Kıbrıs Türktür Komitesi. Başbakan’a gittik. Sonra bunu dernekleştirdik. Şubeleri kuruldu. Eylemler, mitingler yapıldı. İlk heyecan geçtikten sonra duruldu. Herkes işine gücüne bakıyor ama gazeteci olarak takip ediyoruz biz tabii. O sırada Kıbrıs dışarıda Londra Konferansı’yla bir temele oturtulmak isteniyor. Necmettin Sadaklar, Fuat Köprülüler gitmiş, yerine ‘şahin’ Fatin Rüştü Zorlu diye biri gelmiş. Dışişleri Bakanı. Londra’da masada o var. 60 öncesinin başarılı statükosunu oluşturuyor. Başkan Rumlardan olacak ama başbakan yardımcısı Türk olacak. Garantör devlet olarak Türkiye-İngiltere-Yunanistan karışık olacak. Ama bir yerde çıkmaz olmuş. O da mola istemiş. O sırada Atina’da miting yapılıyor.Atatürk’ün evine bombayı MİT attırdı ama iş büyüdü“O zaman Türkler de bir miting yapsın da masada kimlerle oturduklarının farkına varsın bunlar” mı demişler...Evet, el güçlendirmek için. “Toplumu dizginleyemeyiz, tamam masada biz anlaşırız ama toplumu kontrol edemeyiz” demişler. Bir gerginlik yaşanmış. Ardından 6 Eylül günü Selanik’te Atatürk’ün evinde bomba patlamış.Gerçek bomba değil tabii.Ses bombası, hasar yok ama etkisi büyük... Tam istenildiği gibi “Eyvah! Ne oluyor?” deniyor. Anadolu Ajansı bunu haber olarak veriyor. Saat 13.00 o sırada. 13.00’ü biraz geçe de İstanbul Ekspres ikinci baskıyla hemen çıktı. Ve olay patladı.Hikmet Bil’in açıklamaları var. “Menderes ve Zorlu’nun Kıbrıs konusunda desteğe ihtiyacı olduğu için bomba işini düşünmüşler. MİT’in organize ettiği biri bombayı atsın. Bu kişi Oktay Engin. Ufak olaylar çıksın istemişler.” Bu açıklamayı doğrular mısınz?Doğru tabii. İşin kantarı kaçtı. Hükümet ses bombasını tertip etmiş ama ellerinden çıkmış olay. Hakim olamamışlar. İş vahşete dönmüş.Kimsenin istemediği bir şey bu.“Kıbrıs Türktür Derneği” bildirisini yazmaz olaydımCumhurbaşkanı Celal Bayar ertesi sabah Beyoğlu’nu gezerken “İşin dozunu kaçırdık galiba” diyor. Bu devlet tarafından planlanmış ama dozu daha küçük olması düşünülen bir hareket, değil mi?Celal Bayar’ın bu işte suçu çok büyük. Neyse tabii... Oktay Engin’i tanımam. Karşılaşmadık hiç. Benim kanımca asıl elebaşı Mürşit Yolgeçen diye bir delikanlı. Dönemin iktidarına yakın. Sadece 5 üyesi olan bir dernek kurmuş. Lümpen bir talebe derneği. İnsanları ateşlemiş. Bizimle birlikte o da gözaltına alındı. Harbiye’de 4-5 gün kaldı, hemen kayboldu. Tuzla’da askere almışlar. Sonra da mahkemede aklandı. Yıllar sonraysa Beykoz’da sır bir şekilde öldürüldü. Bir de bizim içimizde Hataylı gazeteci bir çocuk vardı. Milli Emniyet Örgütü’nde olduğu anlaşıldı daha sonra. Kamil Önal. Bu iki kişi araştırılabilir.Siz ne napıyordunuz o sırada?Gazetedeyim. Telefon geldi. “Kıbrıs Türktür Derneği bir bildiri yayınlayacak, toplanalım” dediler. Federasyon binasına gittik. Önüne gelen bildiri yayınlıyor. Ahmet Emin Bey Londra’daydı. Bizimkini de “Gazetecisin, sen yaz” dediler. Yazdım.Ne yazdınız? Ve samimi cevabınızı merak ediyorum, hangi ruh halindeydiniz? İstiyordunuz değil mi halkın hareketlenmesini...Yazmaz olaydım. Marks’ın “İşçiler için çizdiği zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok” lafından alıntı yapıp, “Zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok, saflarınızı sıklaştırın” diye bir tabir kullandım. Başka şeyler de yazdım ama hatırlamıyorum şimdi. Ertesi gün halka ulaştı zaten o bildiri.Bugünkü ulusalcı zihniyetin 50’lerdeki temsilcisi bizdikGazeteci Azize Bergin’in “Babıâli’de Topuk Tıkırtıları” isimli kitabında, 6 Eylül öğle saatlerinde dernekte sizin ateşli bir konuşma yaptığınız ve “Arkadaşlar atamızın evi bombalanmış, buna sessiz kalamayız” dediğinizi ve insanların öfkeli gruplar halinde Taksim’e gittiğini yazmıştı.Hayır, iddia edildiği gibi olmadı çok şey. Evler işaretlenmedi, taşradan insanlar getirilmedi. Akşama doğru teyakkuza geçti herkes. Allah da biliyor, çok korktum. Akşam Taksim’e çıktım. Yaşar Kemal tanığım. Onunla ve Aziz Nesin’le karşılaştım Galatasaray’da. Dertleştik, vahşet olduğunu söyledik. Ama gerçekten vahşetti, görülecek şey değildi. Sokaklarda metrelerce kumaşlar savrulmuş, buzdolapları, çamaşır makineleri, radyolar kırılmış, ellerinde sopa, herkes Türkiye’yi kurtaracak vaziyette.n Sonra sıkıyönetim ilan edildi ve siz tutuklandınız? Kulanıldığınızı düşünüyor musunuz?Mağdur olduk. Kullanılmadık ama yapmadığımız bir işten haksız suçlandık. “Keşke yapsaydım” dediğim çok olmuştur. Devletin ulusal ilişkilerini tehlikeye atmaktan idamla tutuklandık. Ve kötü muamele gördük. Bu haksızlığa kızdım tabii. Silahı temizleyeyim derken yanınızdaki adamı vurmuşsunuz, silah yanlış patlamış. Hükümet kızgın, suçlu bulacak. Tutuklanacağınızı anlamış mıydınız?Hayır. Annemde kalıyordum, eşim Yalova’daydı. Sabah 11 gibi, kapıya 1. Şube’den komiser geldi. Fahrettin Kerim Bey, “Vali sizinle konuşmak istiyor” dedi. Kıbrıs konularında. Çıktığımda apartmanın sarıldığını gördüm, konuşmak için çağrılmadığımı anladım. Emniyete gittik. Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nden birileri var, kimse kimseyi tanımıyor ama, İstanbul Ekpres gazetesinin sahibi Mithat Perin Bey var. Geceye doğru MİT ifadelerimizi aldı. Otobüslere bindik. Sabaha karşı 02.30 saat. Herkeste bir korku var. Ben yönetimi ele aldım. Otobüs şoförüne yavaşça sordum “Nereye gidiyoruz?” diye. “Bilmiyorum” dedi. “Hürriyet’in önünden geçerken bir dakika durabilir misin, su dökeceğim dersin” dedim. Hemen çıkarttım kartımı Erol (Simavi) benim askerlik arkadaşım “Bizi Harbiye Cezaevi’ne götürüyorlar” diye yazdım. Durdu, içerideki görevliye vermiş Erol Bey’e iletilmek üzere...Gerçekten Harbiye’ye mi gidiyormuşsunuz peki?Evet, üç otobüs gitmiştik. Kıbrıs Türktür Cemiyeti, bugünün ulusalcı zihniyetiydik biz. Çok karışık insanlar vardı bizde. İkinci bir grup Marksist insanlardı. Onların hiçbir suçu yok. Nöbetçi tutukluydu onlar. Almışlar yine. Bir de Tophaneli birtakım kahvehaneciler, kumarcılar vardı. Onlarla orada arkadaş olduk. Cevahirler’in amcası ve babasıyla orada tanıştım. Avukatım gelmeye korkuyordu oraya. Bugünkü Ergenekon gibi. “Gelirsek partiye de bulaştırmak isteyen olur bu işi, mahkeme başlayana kadar korkuyoruz” dediler. “Ama İsmet Paşa’ya başvurun” dediler. Biz de telgraf çektik. Meclis bugünkü gibi sağır, kör, dilsiz değil, hemen askeri bir yargıç geldi ifadelerimizi almaya, çok da yumuşaktı. Çünkü öncesi çok sertti. 1 Kasım günü de askeri savcı Fahri Çoker tarafından sorguya çekildim.28 Nisan 1960 olaylarını itiraf ediyorum ki ben organize ettimPeki, asıl inancınız ne? Doğru planlanmasını ister miydiniz o ayaklanmanın? Yani gerçekten Türkiye’nin işine yarayacak mıydı?Yaramazdı. Çünkü aynısını Tayyip Erdoğan’ın Davos dönüşü hissettim ve çok korktum. Uykum vardı yatmak istiyordum, yatamadım. Ya kalabalık oraya buraya dalarsa diye endişe ettim. 6-7 Eylül tipi olayların bu tür şiddetle başarıya ulaşması mümkün değil. Tan gazetesi baskını ve 28 Nisan 1960 üniversite öğrenci ayaklanmaları... Bu olayların içinde misiniz?Tan gazetesinde varım ama ne olduğunu bilmiyorum bile. Kalabalıkla gidiyorum. Masumum ama o olaydan bana bir miras kaldı. Talebe birlikleriyle tanıştım ve içime virüs girdi kabul ediyorum. İlhan Selçuk ve Süleyman Demirel de varmış orada. Ali İhsan Göğüş vardı, sınıfça bizden büyük olduğu için daha aktifti. 28 Nisan 1960 olaylarını ise itiraf ediyorum ki organize ettim. Perde arkasındayım o işin. Öğrencilerin gösteri yapmasını istiyorduk biz. Ne yapacaklardı “Katiller, diktatörler” diye bağıracaklardı, nümayiş yapacaklardı. Gelip aldılar beni. İhtilal Komitesi Genel Sekreteri olarak sorguladılar.O hareketin içinde Ergenekon’dan gözaltına alınan İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu vardı değil mi? Ne düşünüyorsunuz Ergenekon hakkında?Ben korkuyorum. Hiçbir şey yapmadan da gelip alıyorlar çünkü. Çok gecem uykusuz geçti. Sabah beşte sütçü çalıyor kapıyı, polis sanıyorum. Huzursuz oldum. AKP’nin oyunu da var bu işin içinde. Davos da bile var. “Benim tavrım moderatöreydi” diyor hemen. Bir moderatör için o olaylara gerek yoktu.

Devamını Oku

Sivil yargı darbe günlüklerini soruşturmaya korkuyor

30 Ocak 2009

Darbe günlüğü ise tartışılmaya devam ediyor. Derginin eski yayın yönetmeni Alper Görmüş’ün avukatı emekli askeri hakim Ümit Kardaş, Ergenekon’dan devlet asker ilişkisine kadar birçok konuda çok tartışılacak iddialarda bulundu.Geçen gün Alper Görmüş Taraf gazetesinde, Eski Deniz Kuvvet Komutanı Özden Örnek’in hakkında açtığı tazminat davasının, açan taraf tarafından ilgilenilmediği için düştüğünü yazdı. Yorumu da okuyucuya bıraktı. Ben de sizin yorumunuzu merak ediyorum.Alper Görmüş sanık olduğu Özden Örnek’e iftira ve hakaret davasından beraat etti, biliyorsunuz. Bunu en baştan biliyordum, Alper’e de söylemiştim, “Mahkum olmazsın ama dava istediğimiz gibi de gelişmez” diye. Zaten Özden Örnek de şikayetçi olduğuna pişman olmuştur. Bence panik oldu ve bu hatayı yaptı. Çünkü davayı açmasa günlükler haber olarak kalacaktı. Şimdi iş güncelleşti ve somutlaştı. Bence çok büyük bir hataydı. Özden Örnek’in iddiası şuydu “Böyle bir günlük yok, bana iftira atılıyor, hakaret ediliyor.” Bu tazminat davasını da o davayla beraber açmışlardır. İş çok büyüyünce, hata yaptıklarını anladılar ama iş işten geçmiş oldu. Tazminat davası da bu yüzden düşşün, gündemden kaybolsun diye ilgilenmediler.Alper Görmüş’ün, Özden Örnek’e hakaret davasından beraat etmesi, darbe günlüklerinin varlığıyla ilgili nasıl bir sonuç ortaya çıkardı?Burada bir tutarsızlık oluşuyor. Darbe günlükleri yalan da olsa hakaret ve iftira yoktur gibi bir sonuç bu. Biz de bu tutarsızlığın ortadan kalkması için ispat hakkı istedik. Birine iftira atıldığı söyleniyorsa, sanık bunu ispat hakkına sahip. Ama mahkeme oralara girmek pek istemiyor. Ne şiş yansın ne kebap... Çok önemli gazetecilik yapılmış, haber kaynağını açıklamak zorunda değil, o zaman beraat etsin, dava bitsin gibi oldu. Aksi taktirde günlüklerin varlığı ve yokluğu tartışması iyice belirgin hale gelecekti. Özden Örnek ve onun darbe girişimleri içinde bulunduğunu iddia etiği kişiler açısından riziko barındırıyordu bu dava.Özden Örnek askerlere de “günlük tutun” diyorduDarbe günlüklerinin Özden Örnek tarafından yazıldığına dair en büyük kanıt ne? Davayı temyize götürdünüz, iftira atılmadığına dair ispat hakkı istiyorsunuz.Herhangi birinin bir başkası hakkında bu kadar kurgulu bir şey yazması çok kolay değil. Hatta mümkün de değil. 3 bin sayfadan bahsediyoruz. Özden Örnek’in kendi beyanı da var, askerlere tavsiye olarak söylüyor “Günlük tutun” diye. Demek ki kendi yaşamında böyle bir uygulama var. Üstelik Alper 3 bin sayfanın 60 sayfasını yayınlandı. Özden Örnek çocukluğundan, gençliğinden itibaren günlük tutmuş, tamamen özel yaşamına ilişkin büyük bir bölüm var. Darbe girişimleri bizi ilgilendirdiği için Alper sadece o bölümleri yayınlamış. Üzerinde çok uzun ve titizlikle çalışmış, tutarlı olup olmadığına ilişkin. Ayrıca, Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı Alper Görmüş hakkında soruşturma yaparken, Özden Örnek hakkında da şüpheli sıfatıyla, darbe girişiminde bulunmuş olması konusunda onu şüpheli bularak, hakkındaki soruşturma evrakını Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderdi. İş burada tıkandı zaten.Ne oldu?Genelkurmay Askeri Savcılığı baktı. Ben de dilekçe verdim. “Elinizde yetkisizlik kararıyla gelmiş bir evrak var. Bu evrak gereği ne yaptınız. Çünkü müvekkilim açısından bu büyük önem taşıyor. Bizim ispat hakkımız var. Müvekkilim size gelip tanıklık yapabilir ve günlükleri size verebilir” dedim. “Askeri kişiler hakkında soruşturma yapılması Genelkurmay Başkanlığı emrine bağlıdır, biz bu evrakı Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdik o yüzden” diye cevap geldi. Bu sefer yargılama aşamasında Genelkurmay Başkanlığı’ndan Özden Örnek’le ilgili ne yapıldığını sorulmasını talep ettik.Soruldu mu? Soruldu. Gelen cevap “Bu konuyla ilgili tutarlı bilgi belge bulunmadığından hiçbir şey yapılmamıştır.” Olay defacto olarak kapıtılmış oldu. Aslında bu suç askeri bir suç değil. Anayasal düzene müdahele sivil suç. Emekli asker de artık sivil olduğu için zaten ilgili merci sivil yargı. Ankara Cumhuriyet Savcılığı bu soruşturmayı yapabilecekken korktukları için kendileri yapabilecekleri soruşturmayı askere doğru itiyorlar. Askere gidince de bu işin üstünü örtüyorlar. Darbe günlükleri denilen şey sadece bilgisayar çıktısı kağıtlar...Neredeyse iki sene olacak, darbe günlükleri ortaya çıkalı. O tarihten beri eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’i görebilen bir gazeteci yok sanırım. Herkes gibi ben de görüşmeyi birkaç kez denedim. Çünkü Özden Örnek’i merak ettiğim kadar kimseyi merak etmiyorum uzun zamandır. O yüzden Ümit Kardaş’la röportaj yapmaya karar verince Özden Örnek’in avukatı Dinçer Eskiyerli’yi de aradım. Belki ondan bir şeyler öğrenebilirdim. Dinçer Bey “Röportaj yapmam bilgi veririm, ne öğrenmek istiyorsanız bana faks çekin dedi.” Faksı çektim. Dinçer Bey aradı, “Karşılıklı görüşebiliriz” dedi. Ofisinde buluştuk. “Teybe kayıt etmeyin, not alın” dedi. Kimi anlattıklarına “Bunlar kayıtdışı” dedi. Okuduğunuzda anlayacağınız gibi insanı Özden Örnek’i merak etmekten kurtaracak hiçbir şey söylemedi.Günlükleri Nokta Dergisine kimin verdiğini biliyor musunuz? Bu konuda hiç araştırma yaptınız mı?Hayır, hiç yapmadık. Öyle günlükler olmadığı için araştırma da yapmadık.Peki hangi çılgın, 3 bin sayfa bir başka kişi hakkında, sanki kendi tutuyormuş gibi günlük yazabilir ki? Özden Örnek’in günlüğü deniyor, adını kim kullanıyor diye merak etmediniz mi hiç?Merak etmedik.Darbe iddiaları 60 sayfalık bölümü. Geri kalanı neyle ilgili peki? Günlüğü mutlaka okumuşsunuzdur?Okudum. Özden Örnek de mutlaka okudu ki tekzip etti.Darbe Günlüklerini Özden Örnek yazmamıştır iddiasının en büyük delili nedir?Bilgisayar çıktısı kağıtlardan bahsediyoruz. El yazısı değil. Davanın hakimi hanım bile “Ben bunları el yazısı sanmıştım” dedi. “Başbakan’ta sureti var” dediler, Başbakanlık “Yok” dedi. Genelkurmay soruşturma açtı, işlem yapılmadı gerek duymadılar çünkü. Söyledikleri her şeyin tersi çıktı. Benim Alper Görmüş’ün açıklamalarına hiç itimatım yok açıkçası. Savcı Zekeriya Öz’le de görüştüğünü sanmıyorum.Bu çok kolay öğrenebileceğiniz bir şey değil mi peki?Benim hissim bu. Gaye davayı uzatmak, gündemde tutmak. Alper Görmüş’ün reyting isteği...Peki, günlüklerin Özden Örnek’in dosyasından çıktığına dair rapordan haberdar mısınız? O raporu siz gördünüz mü?Öyle bir rapor yok. “Var” diyorlar o da yalan.Denizcilersitesi.com adlı internet sitesi Özden Örnek’in olduğunu iddia ettiği günlüğü yayınladı. Dava açtınız. Dava nasıl sonuçlandı?Tedbir kararı alındı. Yayın siteden kaldırıldı. Ama siteyi kapatma talebimiz reddedildi. Karşımızda bir muhatap bulamadık zaten. ABD Utah Eyaleti kökenli bir site onu öğrendik. Bluehope isimli bir şirkete kayıtlı site. Tuhaf değil mi bu sizce?Nokta Dergisi eski yayın yönetmeni Alper Görmüş’e de dava açtınız. Hakaret ve iftiradan... Alper Görmüş beraat etti. Bu bize ne anlatmalı?Basın özgürlüğü kapsamında beraat verildi. Yayınlananların içeriğinde hakaret kastı bulunamadı. Adam arabayla çarptı öldürdü ama çarpma kastı yoktu gibi bir şey bu. Ayrıca biz şikayetçi tarafız. Sanık değiliz. Sanıkmışız gibi açıklama bekleniyor. Biz hakaret davası açtık.Tazminat davası da açtınız ama ilgilenmediğiniz için dava düştü diye yazdı Alper Görmüş. Bu doğru mu?Hakaret davasından beraat kararı çıkınca, biz de tazminat davasının peşini bıraktık. Manevi tazminattı. Maddi değil ayrıca.Ama iddia ettiğiniz gibi müvekkilinizin adını iftira atarak kullandıysa yine dava açabilirdiniz...Hakaretten beraat etmiş birine ne tazminatı isteyebilirsin.Peki. Ergenekon davası ek iddianamesinde darbe günlükleri yer alacak mı sizce?Mümkün değil. İki davanın alakası yok birbiriyle. O soruşturma ile bu soruşturma çok farklı. Ergenekon’daki sanıklar hakkındaki suçlama, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme. Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırma veya görevini yapmasını engelleme. Soruşturmaların alakası yok. İçiçe geçebilecek işler değil. Mümkün değil...Günlüğün Örnek’in bilgisayarından çıktığını kanıtlayan rapor bulunamıyorÖzden Örnek’in bilgisayarından çıktığına dair bir rapor olduğu söyleniyor. Bu raporu siz gördünüz mü?O bilgisayardan çıktığına dair Ergenekon soruşturması kapsamında bir teknik rapor olduğunu biliyoruz. Dava sırasında bu raporu istememize rağmen mahkeme bunu gerekli görmedi. Bu belge yok edilmeye çalışılıyor, ama yok edilirse sorumlusu her kimse suç işlemiş olur. Ergenekon ek iddianamesi darbe girişiminden söz edecek mi, kimleri suçlayacak bilmiyoruz ama edilirse bu rapor büyük kanıt olacak.Peki mahkeme raporun var olduğunu kabul etti ve istemeyi mi gerekli görmedi yoksa raporun varlığını kabul etmedi?Alper’in Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz tarafından ifadesi alındı. Günlükler istendi. Alper günlükleri onlara teslim etti. Alper’e söylenen böyle bir teknik rapor olduğu. Savcı mahkeme “Bunu istesin resmi elden” demiş, elden vermek istememişler. Bizim mahkeme, “Gerekli görmüyorum” dedi. Günlükler Ergenekon davasının kapsamında değerlendiriliyor mu? Alper Görmüş’ün ifadesine başvurulması neyi gösteriyor?Darbe günlükleri, darbe girişiminde bulunmak isteyen komutanların varlığını gösteriyor. Fakat bazıları emekli olduktan sonra da durmuyor. Şener Eruygur bu amaçtan vazgeçmiyor. Zemin yaratma durumunda çalışmalarına devam ediyor. Savcı işi hangi tarihten, nereden başlatacak bilmiyoruz. Darbe günlüklerini esas alsaydı, ifadesi alınması gereken çok kişi vardı. Özden Örnek, o dönemki kuvvet komutanları, Hilmi Özkök. Davada biz tanıklık istedik ama hakim buna giremedi. Dinlenmesini istediğimiz gazeteciler de vardı. Günlüklerin varlığı hakkında yazı yazan Hasan Cemal, Enis Berberoğlu, Murat Yetkin gibi. Abdullah Gül’ün Hasan Cemal’e açıklaması var.AKP Ergenekon’un arkasında duruyormuş gibi yapıyorİspat hakkı talebiniz kabul edilirse Abdullah Gül’ün, Tayyip Erdoğan’ın, Hilmi Özkök’ün tanık olarak mahkemeye gelmesi gerekecek mi? Konuşsalar demokrasiye geçisin simgesi olurlar. Başbakanlık’tan günlükleri talep ettik, “Yok” dedi Başbakanlık. Zaten bunu dedirtmek için istedim. Bilmemeleri mümkün mü? Mutlaka var onlarda ama “Bizde yok” diyorlar. Ayrıca Yargıtay’dan da çok umutlu değilim ispat hakkı konusunda. Davayı böyle bitirmek isteyebilirler.Ergenekon davası kapsamında muvazzaf subaylar tutuklandı. Bu önemli bir adım mı? Mızrağın çuvala sığmadığı artık çok açık. Silahlı Kuvvetler istihbaratıyla adeta personelinin soluğunu dinleyebiliyor. Her sene Yüksek Askeri Şura kararıyla eşi başörtülü, irticacı adamları atıyor. Bu kadar silahlar gelmiş silahlar gitmiş, faili meçhul infazlar var. TSK’nın bundan bihaber olması mümkün mü? Onları ordudan atmıyor ama çünkü bunu suç saymıyor. İşler bu kadar açığa çıkmışken birilerini verecek tabii. AKP Ergenekon davasının arkasında durabiliyor mu?Duruyormuş gibi yapıyor. Davaya 1. sınıf üç yeni savcı atandı. Savcı Öz’ün de 1. sınıfa terfi ettirilmediğini biliyoruz. Başsavcı vekiline bağlı olarak çalışacaklar. Koordinasyon nasıl olacak? Başsavcılık ne kadar iyi niyet taşıyacak. Bu davanın üstünde askeri bürokrasinin büyük baskısı var. Ergenekon soruşturması AKP’nin köşeye sıkıştırılmasıyla, siyasi muktedir olmaktan çıkarılmak istenmesi durumuyla alakalı yürüyor. Bir uzlaşma mutlaka var.Kıvrıkoğlu-Başbuğ görüşmesi mesajdıHükümetle asker uzlaşmak için masaya oturduğunda, birbirlerine karşı kullandıkları kozlar neler?Devlet rantların merkezden dağıtıldığı bir yer. Büyük çıkarlar, imtiyazlar var. Orgeneraller emekli olduğunda Orgeneral gibi yaşamaya devam ediyor. Orduevlerinde daire, araba, emrine askerler veriliyor. Demokrasilerde bu olmaz. Bunlar küçümsenecek şeyler değil. Siyasi iktidarın imtiyazları başka. Dolayısıyla herkesin açığı var. Birbirlerine karşı bunları güç olarak kullanıyor. Bu gücün sınırını da dış dinamikler belirliyor. Bu uzlaşma ve bu dengelerle rejimi demokrasiye çevirmek mümkün değil. Birbirlerine hangi sınıra kadar dokunabiliyorlar?Tuncer Kılınç’ın alınmasında Genelkurmay ayaklandı. Başbakan ve Cumhurbaşkanı’yla görüştü ve Tuncer Kılınç salıverildi. Bu soru işareti bırakıyor. Soruşturmanın üzerinde şaibe olduğunu gösteriyor. Üstelik bundan sonra daha da vahim bir gelişme oldu, her perşembe Başbakan ve Genelkurmay Başkanı toplantı yapacak. Bu resmen bir erke ortak olmak. Dış güvenlik sorunlarını mı konuşacaklar. Tabii hayır. Sınırları sürekli hatırlatma. Bu çok vahim bir durum. Fazla bir anlamı var. Başbakanla Genelkurmay Başkanı bir araya gelip toplumun geleceği hakkında kararlar alıyor. Bunun neresi demokrasi. Askerin sınırları tayin ettiği çok açık.Kıvrıkoğlu’nun adının çok anıldığı ama ortada hiç olmadığı bir dönemde birden İlker Başbuğ’la görüşmesi ne manaya geliyor? Kıvrıkoğlu’nun Başbuğ ziyreti enterasan bir mesaj. Kıvrıkoğlu zamanı Genelkurmay’ın en sert olduğu dönemdi. Sürekli demeç verirdi. Siyasete müdahalenin zirve noktasıdır. Sınır buraya kadar dediler bu resmi vererek bence. İntihar eden albay Abdülkerim Kırca’da da durum aynı. Kendisine suç istinat edilen bir kişi, JİTEM’in uygulamalarıyla bilinen, görevsizlik kararlarına da baktım birçok adam öldürmede faili meçhul davada sanık olarak birçok kişiyle birlikte gözüküyor. Bu kadar vahim iddialar altındaki bir insanın cenazesinde toplu olarak gövde gösterisi yaptı. Bu zihniyete kurumlar nezdinde sahip çıkılması, devletin çökme noktasında olduğunu gösteriyor. Böyle bir devlet organizasyonu olmaz. Böyle zihniyet olmaz. Buna devlet de denmez. Asker parlementonun üzerinde olamaz. Türkiye çok kritik bir noktada.

Devamını Oku

Dinci bir filmde kimse oynamak istemiyor!

23 Ocak 2009

Tanınmış yazar Ahmet Hakan’ın kardeşi Mahmut Fazıl Coşkun, “Uzak İhtimal” isimli ilk filmi için “İnsanlar ön yargılı. Dinci bir film mi bu diye önyargıyla yaklaşıyor. Din bu filmde sadece bir fon olarak kullanıldı. İki insan hikayesinin anlatıldığı bir fim bu. Rahat bir film. Ben de rahat bir insanım çünkü” diyor. Yarışma 1 Şubat’ta sonuçlanacak. Umarım Mahmut Fazıl Coşkun, filminin hakettiği bir ödülle geri döner.Hayâl kırıklığı yaşamamak için ödüle şartlanmadım Beni bağışlayın lütfen, filminizi seyretmedim ama biliyorum ki hiç kimse seyredemedi daha.Evet, hâlâ bitmedi çünkü. Yarışmaya gidiyoruz ama galiba film bizim arkamızdan gelecek. Gönderecekler. Çünkü gösterim günümüz haftaya. Hâlâ vaktimiz var. Film beş bobin, ilk bobinde sorunlar var, onu gidermeye çalışıyoruz. Sakin gözüküyorsunuz... Heyecanlı değil misiniz?Aslında çok heyecanlıyım ama filmle arama bir mesafe koymaya çalışıyorum. Çok sahiplenmek istemiyorum. Ödüle de şartlanmadım ki hayal kırıklığı olmasın. Kazanamayabiliriz. Üç filme birden ödül verecekler gerçi. Bir de çok yorgunum. Çok sorun çıkıyor, bu kadarını tahmin etmiyordum açıkçası. O yüzden heyecanlı mıyım, hissedemiyorum.Uzak İhtimal, ilk sinema filminiz değil mi? Aslında siz belgeselcisiniz, biyografik belgeseller çektiniz daha önce.Sinema okudum ben, hep film yapmak istiyordum. Belgeselle sinema da sanıldığı kadar uzak değil birbirlerine aslında. İkisinde de kurgu ve hikaye var. Benim çektiğim biyografik öykülerde sinema dokusu çok vardı. Ama televizyon için yapılan belgeseller olduğu için yine de televizyon projeleri sınırları içerisinde yapıyorsunuz ve tam bir film tadında olmuyor. Ama bildiğiniz klasik belgesel yapısından da farklı işlerdi yaptıklarım. En azından ben böyle düşünüyorum.Kanal 7 benim için korunaklı bir yerdi Farklı kişiler seçmişsiniz belgesel yapmak için. Gençlerin çoğunun bilmeyeceğini düşündüğüm karakterler bunlar: Şair Cahit Zarifoğlu, Fransız düşünür Roger Garaudy, Bosna halkının efsanevi lideri Aliya İzzetbegoviç... Kendiniz mi seçtiniz bunları?Aliya’yı kanal seçmişti.Kanal 7 değil mi? Orada çalıştınız mı siz?Elektrik mühendisliği okudum. Lisede de başarılı bir çocuktum. Ailem mühendis olmamı istedi. Ama girdiğim an anladım ki, bu iş bana uygun değil. Film yapmak istiyordum. Burada bir okula gitmem için tekrar sınava girmem gerekiyordu. Okulu bitirince ben de Amerika’ya gittim, UCLA’e. Bitirmeden de gitmemi istememişti bizimkiler. Ama döndüğümde Türkiye’de tam 2001 krizi başlıyordu. Film yapmak için para falan bulabileceğiniz bir zaman değildi. Ağabeyim de Kanal 7’deydi. Ben de belgesel bölümünde başladım. O dönem için korunaklı bir yerdi benim için. O bölüm kapandı sonra. Onların projesiydi Aliya. Ama standart bir iş istiyorlardı. Ben işi biraz daha derinleştirip farklı bir hale soktum. Peki Roger Garaudy? Müslümanlığı tercih etmiş olması yüzünden mi çekiciydi yoksa gerçekten düşünür olması mı etkileyiciydi?Garaudy’i ben seçtim. Enteresan bir adam. Müslümanlığı bizim Kanal 7 için çekiciydi. Ben belgeselin adını Komünist koydum. Kanal bana “Bu adam müslüman değil miydi, niye komünist diyorsun?” dedi. Adını değiştirdiler sonra. Garaudy Belgeseli koydular. Oysa o kendisine komünist diyor. Anlattığı sosyal adalet dokusunu filan müslümanlıkta gördüğü için müslüman oluyor. Ama bu içsel bir dönüşüm değil. Kaddafi’yi tanıyor. Bana “Erbakan ne yapıyor?” gibi sorular sormuştu. Belgesel yapmaya devam edecek misiniz?Hâlâ devam ediyoruz aslında, El Cezire’ye belgesel çekiyoruz. Abdülhamit, Mehmet Akif Ersoy, Osmanlı arşivleri var şu an üzerinde çalıştığımız. Büyük prodüksiyonlu, büyük paralar harcanan bir film yapmayı ister miydiniz? Her yönetmenin hayali bu mudur?Ben daha çok küçük insan durumlarıyla ilgileniyorum. Onların birleşerek bir şey söylediği filmleri seviyorum. Büyük hayallerim yok, büyük paraya da ihtiyacım yok, o yüzden. Bu hikayede de öyle. Üç insanın hikayesi. Müezzin ve rahibe dışında bir de yaşlı sahaf var. Sanat filmi değil, gündelik gözüken bir görselliği var filmin. Din bu filmde atmosfer olarak kalıyor Filmin konusu kim buldu? Müezzin ve rahibe adayı bir kızın aşkı... Murat Menteş’in Dublörün Dilemma’sı adlı bir romanı var. Onu okuduktan sonra onunla beraber bir şey yapmak istedim. Buluştuk, konuştuk. Senaryo yazmaya karar verdik, “Kız Meselesi” diye bir film yapmaya karar verdik. “Kız Meselesi”nde imkansız şeyler olsun derken, aklıma müezzin ve rahibe kızın aşkı fikri geldi. Buna da “Din Meselesi” deriz diye düşündük. Sonra bir de para meselesiyle ilgili bir film yaparız. Bütün bunlara “Üç Mesele” adını veririz dedik. Sonra iş değişti. “Kız Meselesi” tek başına bir senaryo oldu. Murat yazdı. “Din Meselesi”ni ben ayrı yazdırdım. Yaptığımız filmin adı da “Uzak İhtimal”e dönüştü. Uzun bir senaryo çalışması oldu. Adını uzunca bir süre bulamadık filmin. İngilizce ismi Wrong Rosary. İçinden bir sahneyle ilgili, “Yanlış Tespih.” Türkçesi kötü oluyordu, biz de “Uzak İhtimal” dedik. Peki bu gerçekten bir din meselesi filmi mi?Kesinlikle hayır. İnsanlarda bu önyargı var ama... Dinci film mi acaba diye? İnsanlar dinci bir filmin içinde olmak istemiyor. İki insan hikayesinin ön plana çıktığı bir film. Din meselesi geriden hissedilen bir şey. Rahibe adayı genç bir hanımla, İstanbul’a yeni tayin olmuş genç bir müezzin arasındaki yaşanamayan aşk. Söyleyemiyorlar. İzleyeceğiniz şey, onların hissettikleri. Dinci bir film değil. Rahat bir film. Çünkü ben de öyleyim. Niye müezzin ve rahibe adayı figürünü kullandınız. Anlattığınız aşkı, imkansız yapan müezzin olamaz. Müezzin zaten evlenebilen, aşık olabilen bir din adamı değil mi? Bunların aşklarının olmamasının sebebi dinsel değil. Filmi seyrettiğinizde anlayacaksınız. Dışarıdan böyle gözüküyor biliyorum. Din bu filmde atmosfer olarak kalıyor. Dini, atmosfer olarak kullanacak şanstayım. Babam müftü. Doğal olarak hayatım dini çevrelerin içinde çok geçti. Bu tip adam çok tanıdık. Benim rahat tanımlayabileceğim biri. Kilisedeki zangoçlara benzetirim ben müezzinleri. Zangoç biraz hademe gibi. Müezzin tam öyle değil ama imamın yardımcısıdır. Sesi güzeldir. Ezan okur.Ahmet’in yaşadığı travmalar benim hayatımda yok Hayatı dini çevreler içinde geçen bir çocuk için sinema çevreleri çok mu farklı dünyalardır?Ben Ahmet (Hakan) kadar keskin bir farklılık yaşamadım hayatımda. Ondan 7 yaş küçüğüm. Hayat değişti. Dönemlerimiz farklı. O İmam Hatip’li, ben değilim. Onunki daha farklı olmuştur. Onun yaşadığı travmalar benim hayatımda yok, öyle söyleyebilirim. Ben hep böyleydim. Evin küçüğü olmakla ilgili belki de. Aynı aileden çıkmamıza rağmen farklı hayatlar yaşadık, farklı insanlar olduk. Ailemizde de katı sert bir dini tutum yoktur zaten. Babam ve annem yumuşacık insanlardır. Klasik bir Türk babasıdır. Çocuklarının başarılarıyla mutlu olan biridir. Din bizim ailemiz için bir fon gibi.Senaryo ekibinde başka kimler vardı?Tarık Tufan, Görkem Yeltan. Bir de ayrılan bir arkadaşımız var, o sonra Sıla dizisinin senaryo ekibine gitti. Parasız bir dönemiydi, tercih yapmak zorunda kaldı. Senaryomuzu okuduğunuzda bir şeye benzemiyor. Başka bir yönetmenin çekebileceği bir yazılımı yok. Biz ne olduğunu bildiğimiz için çekebildik. Film senaryodan daha iyi oldu.Kaç dakika film? Filminize aşık oldunuz mu her yönetmen gibi siz de? Montaj bir filmin en zor kısmı bence, çünkü yönetmenler tek bir sahneyi bile kesip atamıyor. Siz de böyle bir duygu yaşadınız mı?90 dakika. Çok da attık. Ben tam tersini yaşadım, “Her sahneyi kesip atalım” diyen bendim. Çevremdekiler “Hayır, bu sahne iyi” diyordu. Ben tam tersine hiç beğenemiyorum. Çok pimpirikliyim. Asla emin olamıyorum yaptığım işlerden. Kötümserim. Benim işlerim zaten mükemmel olmuyor ama içinde bir sıcaklık oluyor. Kusursuz çizgide bir iş yapabilme potansiyelinin de bende olduğu düşünmüyorum.Borçlandınız mı?Para sıkıntısı çok yaşadık. Üç hafta çektik. Son 1 haftayı 2 ay sonra çekebildik. Kültür Bakanlığı destek oldu. Bank Asya sponsor oldu. Galata ve Karaköy civarında çektik. Görkem Yeltan dışındaki oyuncular adı bilinen oyuncular değil. Sinema çalışanları çok zor durumda. Verilen sözler tutulmamış. Alacaklarını alamamışlar. O yüzden size de sertler. Artık müsamaha gösterecek durumda değiller. Tolere edemiyorlar. Onu anladım. O yüzden çok sıkıntı yaşadık. İnsanlar bize fazla tahammül göstermedi. Görkem hiç para almadı. Kazanırsak ona çok iyi bir para vereceğiz. O bizim için çok ayrı biri.Ağabeyim filmi beğendiğini söyledi umarım samimidirMehmet Güreli’nin (ressam, yazar, müzisyen, sinemacı) çektiği Peyami Safa’dan uyarlanan Gölge filminde de Görkem Yeltan para almadı bildiğim kadarıyla.Zaten bizi de Mehmet Güreli tanıştırdı. Çekim aşamasında da yazım aşamasında da çoğu zaman bizimleydi. Çok sevdiğim biridir Mehmet. Gölge filmini de çok sevdim. Aynı format çektik zaten, 16 mm. Tarzımız farklı ama kullandığımız kamera aynı.Rotterdam Film Festivali’ne katılmak nereden aklınıza geldi?Bizim böyle bir niyetimiz yoktu aslında. Genel olarak festivallere katılmak istiyorduk ama filmimizi yavaş yavaş yapıyorduk. Kurgucumuz Çicek Kahraman bir gün “Burada Rotterdam’dan birileri var, Türk filmleri gösterisi olacakmış orada, film topluyorlar, filmi ona göstermek istiyorum” dedi. Ben de “Olur” dedim. Sonradan öğrendim ki başka bir A sınıfı film festivalinde yarışma hakkını kaybediyor film, bir tanesinde yarıştığında... Rotterdam da 4. büyük film festivaliymiş. Göndermeyiz diye konuşuyorduk kendi aramızda. Sonra Çiçek aradı “Rotterdam’dan gelen hanım seninle görüşmek istiyor” dedi. Ludmila Cuikova beni aradı, “Filminizi çok beğendim, bunu yarışmaya sokmak istiyorum” dedi. Çünkü şimdi orada bir de Genç Türk Sinemacılar gösterimi var. Ben de bu beğeniden etkilendim ve “Evet” dedim. 14 film arasına girdik.Seyrettirdiğiniz insanlar beğendi mi filmi? Ağabeyiniz Ahmet Hakan izledi mi?Seyrettirdim tabii, beğendiğini söyledi. Umarım samimidir.Rotterdam Film Festivali’nde yarışan ilk Türk filmi, Uzak İhtimal...Ahmet Hakan’la röportaj yaptığımda, röportaj bittikten sonra bir süre vedalaşmak için beklemiştim. Çünkü telefonu çalmıştı, o konuşmaya başlarken de ben de balkona çıkmıştım. Sesi balkona kadar geliyordu ve şunu dediğini duydum: “Fihrist gibi kullanılmaktan hoşlanmam.” O an “Hay Allah! Ahmet Hakan’ı telefon numarası istemek için arayamayacağım, çünkü o cümleyi hele o sesle beraber duymak istemem” demiştim içimden ve çok üzülmüştüm. Çünkü eminim, telefonunda kimbilir benim ulaşmak istediğim kimlerin telefonu vardır ve röportaj yapmanın benim için en zorlu telefon bulma bölümünde çektiğim tüm sancıları hafifletebilir. Ama hafta başı harika bir haber okudum gazetede: “Ahmet Hakan’ın erkek kardeşinin yönetmenliğini yaptığı ’Uzak İhtimal’ Rotterdam Film Festivali’ne katılan ilk Türk filmi oldu.” Devamı da şu:Film Galata’da bir müezzin ve bir rahibe adayı kız arasında yaşanan, söylenmemiş aşkı anlatıyor. Evet, kesinlikle şu an düşündüğünüz şeyi yaptım ve hemen Ahmet Hakan’a mesaj çektim. Beni aradı “O gün böyle dediğinizi de biliyorum ama Mahmut Fazıl’a ulaşmak istiyorum, sizden başka aklıma kimse gelmedi” dedim. Müthiş bir nezaketle telefonu verdi. Korktuğum hiçbir şey olmadı. Bu anı içimde bu kadar büyüttüğüme utandım açıkçası. Ve beni ”korkutan” abiden sonra kardeşi büyük bir merakla aradım tabii ki. Filmini ve kendisini çok merak ediyordum.Yumuşak ve heyecanlı bir sesle karşılaştım, randevulaştık. Ertesi gün Sultanahmet’teki Yeşil Ev’de (Harika güneşli bir gündü) buluştuk.“Ben burada evlendim” dedi.Ben de “Bab-ı âli Cağaloğlu’ndayken babamla buraya çok sık gelirdim. Hâlâ çok güzel” dedim. Kahvelerimizi söyledik. “Bana en başından film tadında anlatır mısınız öykünüzü” dedim. “İyi anlatıcı değilimdir, umarım memnun kalırsınız” diye uyardı. Bunu söylerken içten, kibar, çekingen, hatta utangaç bir hali vardı. O an onu çok sevdim, bütün ödülleri almasını istedim ve gayrı ihtiyari ağzımdan şu sözler döküldü: “Ağabeyinize hiç benzemiyorsunuz.” O da gülerek “Teşekkür ederim. Ahmet biraz gergindir” karşılığını verdi. “Gerçi yaşı ilerledikçe o da değişiyor, şimdi daha iyi” diye de ekledi.Rotterdam Film Festivali 21 Ocak-1 Şubat arasındaBu yıl 38. yapılan Rotterdam Film Festivali, 21 Ocak günü başladı. Hollanda’nın en büyük kültürel etkiliği diye kabul edilen bu festivalde ilk kez bu yıl bir Türk filmi yarışıyor. Yarışma 1 Şubat’a kadar sürecek. Festival boyunca dünyanın değişik ülkelerinden 200’ün üzerinde uzun metraj film ve 400 dolayında da kısa metraj film gösterilecek. Bu yıl ayrıca festivalde Genç Türk Sineması adı altında bir bölüm de hazırlandı.

Devamını Oku

‘Bu işleri Eymür Ağar ve Güreş iyi bilir’

16 Ocak 2009

Bu hafta Ergenekon davasındaki gelişmeler ya Susurluk kazasını ya da 28 Şubat dönemini işaret edince, Çiller’e de o dönem siyasi danışmanlık yapmış Prof. Mümtaz’er Türköne ve Şükrü Karaca ile Ergenekon-Susurluk bağlantısını ayrı ayrı konuştum. Türköne iddiaları doğru bulurken, Karaca, Ergenekon’un varlığını bile kabul etmedi. Bakalım siz ne diyeceksiniz...Geçen gece televizyonda geçmişiniz için “Ülkücü militandım” dediniz. Ben de bu hayatı merak ettim açıkçası.Çok anarşist bir gençtim, felsefi anlamda da. Çok da yaramaz... Mülkiye’de ikinci sınıftayken, 1974’teki Ecevit affıyla 68 kuşağı hapishaneden çıkıp okullara döndü. Okul birdenbire gerildi. Solun peygamber kabul ettiği adamlardı bunlar. Boykot ilan ettiler. Ben de dinlemedim, sınav vardı, ona girdim. Bunlar da gelip beni dövdü. Ben de ülkücülerin yanına gittim. Benzerlerimi de orada buldum. Dostluklar edindim. Böyle başladı. Herhangi birimizin neden solcu, neden sağcı olduğumuzla ilgili anlamlı nedenlerimiz olduğuna inanmıyorum. Takım taraftarı olmak gibi. Sosyalleşiyorsun.İnsanlar ölüyordu, buna sosyalleşme demem doğrusu...Akademik hayatım boyunca niye düşmandık, cevabını hep aradım. Yanlış olduğunu düşündüğüm işler oluyordu. O iktidar kapışmalarının yarattığı bir şiddet vardı, gençlerin kendilerinin yaratmadığı. Bugünden bakarken, bizi kullandıklarını anlıyorum. Fena halde kullanıldık hem de. O kan deryası içinde, nefret içinde bu sonuçları çıkartmak çok zordu tabii.Abdullah Çatlı’yı iyi tanırdım kazada ölünce çok üzüldümSiz o dönem Ülkü Ocakları Başkanlığı da yaptınız değil mi? Ülkücü gençlik tam ne istiyordu?Mülkiye’de liderdim, Ülkü Ocağı Başkanı’ydım. Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nde yöneticilik yaptım. Gençlik liderleri sınıfındandım. 19 yaşındaydım. Ama kafa yarma, ateş etmenin dışında kaldım. Ülkücülerin dergilerini çıkardım. Şimdi yazdıklarıma bakınca utanıyorum. Sloganlar yaratırdım, hâlâ da kullanıldığını biliyorum. Biz, ülkenin ciddi bir Sovyet işgal tehdidi altında olduğuna inanıyorduk. Solun da bu amaca hizmet ettiğine inanıyorduk. Buna milli bir direniş olarak, ülkemize sahip çıkalım istiyorduk. Şehirli burjuva çocukluları Dev-Yol’cu, Kurtuluş’çu, Dev-Sol’cu oluyordu. Alevi Kürt çocukları Halkın Kurtuluşu, THKO. Taşralı şehirli çocuklar İslamcı, taşralı köylüler de ülkücü oluyordu.Abdullah Çatlı’yla o dönemde mi tanıştınız?Evet. Muhsin Yazıcıoğlu başkanken, Çatlı ikinci başkandı, ben de yönetim kurulundaydım. Tabii ki tanıyorum. Ama 1978’den sonra hiç görmedim. Benim tanıdığım Çatlı, taşradan gelmiş, yağız, Anadolu delikanlısı, iyi dövüşen, iyi kavgacı, (bunlar önemli özellikler) son derece temiz ve masum bir yüzü olan ve herkes parkayla dolaşırken takım elbise giyen biriydi.Bir daha hiç mi görmediniz?Hiç. Ama Susurluk kazasında öldüğünde çok üzüldüm. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim.Ben de Susurluk kazasına gelmek istiyordum. Siz o dönem Tansu Çiller’in danışmanı mıydınız? Böyle yazılıyor ama galiba bunu reddediyorsunuz siz?Tansu Çiller’in resmi danışmanı hiç olmadım. Zaman zaman konuştuğum, görüştüğüm, fikirlerimi söylediğim biriydi. Başka siyasetçilere de fikir veririm ama..28 Şubat sürecinde beraber çalıştığınız danışman Şükrü Karaca, Tansu Çiller’in “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözünü Tansu Hanım’a sizin söylettiğinizi söyledi bana. Kriz zamanları mı sizden fikir alırdı Çiller?Şükrü Karaca’yı ciddiye almam, siz de almayın. Kimse de almaz. Karşılaşırsak selamlaşıyoruz ama frekans farkımız var. Doku uyuşmazlığı gibi bir şey. O lafı ben demedim. O zaman da karşıydım, şimdi de karşıyım. Hukuk dışında, devlet için kurşun atanın attığı kurşun, gelir o devleti bulur yine. Buna inanıyorum.Tansu Hanım ne anlar PKK’dan?Ergenekon ve Susurluk....Ergenekon’un varlığına inanıyorum. Susurluk’a da inanıyorum. “Susurluk, Ergenekon’un neresinde?” tartışmaları anlamsız. Devlet 1993’ten itibaren hukuk dışına çıkmış. PKK sorunuyla başetmek için adam öldürmüş. Yargısız infaz yapmış. PKK’ya yardım ettiği iddia edilen Kürt işadamlarına yönelik suikastler düzenlemiş. Devlet pis işleri için illegal bir örgüt kurmuş. Adı ne olursa olsun. Birbirinden ayırmaya gerek yok. Karanlık bir yerde iş görüyorsanız, zaten birbirinize temas edersiniz. Susurluk, Ergenekon’un kendisi. Susurluk, bu örgütün PKK’ya karşı kullanılan kısmını ifade ediyor. Çünkü 1990’da NATO ülkeleri kendi örgütlerini lağvederken Türkiye bunu yapmadı. Ordunun siyasete karşı mücadelesinde elverişli bir araç olduğu için muhafaza edildi. Hukuk dışı kullanıldı. Sonuçta Silivri Cezaevi’nde hepsi buluşuyor.Çiller “PKK’ya yardım eden iş adamlarını biliyoruz” dediğinde siz yakınlarında mıydınız?Tansu Hanım’ın bunu söylemesi bu işlerden hiç anlamadığını gösteriyor. Bir ekonomi profesörünün bu işlerden anlaması mümkün değil. Hep gaflarla doludur biliyorsunuz söylemleri. Tansu Hanım’ın belirleyici bir faktör olduğunu düşünmüyorum. Bir hanım olarak siz Başbakan olsanız ne yaparsınız, Tansu Hanım da farklı değildi. Ne PKK’dan anlar, ne terörden anlar, ne terörle mücadeleden anlar. Tansu Hanım terörle mücadele ve Susurluk konusunda çok naifti. Birikim olarak bu işlerden anlaması mümkün değil.Özer Çiller?O da anlamaz. Mehmet Eymür’le ilişkisinden bahsediliyor ama sanmıyorum.Mehmet Ağar?Süren davaları var, konuşmak istemem hakkında ama çok şey bildiği kesin. Mehmet Eymür, Doğan Güreş de çok iyi biliyor.Susurluk konusunda Çiller’i uyarmadım“Susurluk, Ergenekon denen ahtapotun sadece bir ayağı, bu örgüt bir terör örgütü” diyorsunuz. Umur Talu da size bir cevap yazdı ve “Keşke bunları Susurluk döneminde, Çiller’in yanındayken söyleseydin” dedi. Buna katılır mısınız?O yazıyı okumadım. Kendimi de müdafaa etmek isterim açıkçası. O dönem bunu söylemedim haklısınız ama Susurluk devlet içindeki iktidar mücadelesini etkileyecek bir örgüt değildi. Kirli işlerin görüldüğü bir örgüttü. Terör örgütü lafını kullanmamıştım Susurluk için ama hukuk dışına çıkmanın zarar vereceğini söylüyordum. Çatlı’ya da çok kızgındım. O kızgınlığı hâlâ taşıyorum aslında. Değişti çünkü. Çatlı kullanılacak bir adam da değildir, seçtiği yol kendi tercihi ve isteği. Ve yanlıştı. 1978 yılında tanıdığım Çatlı bu değildi.Bahçelievler Katliamı’nı bizim Ünal’ın yaptığına halâ inanmamBahçelievler Katliamı 1978’deydi. Yani 7 masum genci öldüren ya da öldürten adama “Sonra değişti” diye kızıyorsanız, ben de “Bu işte bir tuhaflık var” derim...Çok üzülmüştüm. Başlangıçta failleri belirlenmeden önce ülkücülerin yaptığına inanmamıştım. Ayrıca TİP de sol örgütlerin en yumuşağıydı. Düşman kabul etmememiz gereken bir partiydi. En ılımlılarıydı. Sola yönelik canice bir eylem planlıyorsanız, bunu TİP’e yapmazsınız.Haluk Kırcı’yı tanır mısınız?Hayal-meyal hatırlıyorum. Bahçelievler Katliamı’ndan hâlâ içerde yatan Ünal var, oda arkadaşımdı, onun suçlu olduğuna hâlâ inanmam. O olaya karıştığına inanmam. Çok narin, duygulu bir çocuktu.“Çatlı değişti” dediğiniz şey neydi sizin peki?Hapse girdim, çıktım. Benden çok fazla şey yapmış ama hiç dokunulmamış, zarar görmemiş kişiler var, insan ister istemez kuşkulanıyor. Çok önde koşan bir lidersen mutlaka arkanda güvendiğin biri vardır.Mafya yerine akademisyen oldumİç hesaplaşma yaptınız mı?Arkadaşınızı mezara koyduysanız, insanlardan nefret ederek, öldürmek isteyerek yaşadıysanız bu travma bütün hayatınızı belirliyor. Bununla çok ciddi hesaplaşıyorsunuz. 80 öncesi çok hızlı yaşayan, 80’den sonra da birçok şeyi sorgulayan, entelektüel düzeyini tartışan, aykırı fikirlerini çok rahat ifade eden eski bir ülkücüyüm. Bu aykırılık yüzünden ülkücüler beni aforoz ettiler. Tehditler aldım “Bozkurt efsanesi doğru değildir” dediğim için.Ateşli ülkücü kalsaydınız bugün bu anlattıklarınızın tam tersini mi söyleyecektiniz sizce?Bilmiyorum ama 1983’te hapisten çıktığımda mafya da olabilirdim. Ama akademik kariyeri tercih ettim. Bu önemli değil mi hiç?Mümtaz’er Türköne kimdir?56 yaşındaki Mümtaz’er Türköne İstanbul doğumlu. 1978 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin İdari Şubesi’nden mezun oldu. Ülkü Ocağı Başkanlığı yaptı, Abdullah Çatlı’nın yakın arkadaşıydı. 12 Eylül’de cezaevine girdi. 1983’te hapisten çıktıktan sonra akademik kariyer yapmaya karar verdi. Aynı fakültede 1986’da master, 1990’da doktora yaptı. Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığını sürdüren Türköne, şu an AKP İstanbul milletvekili Özlem Türköne ile evli.Yine Susurluk’taki gibi kalemize gol atıyoruzNe yaşıyoruz şu an? Ergenekon sizin için ne anlam ifade ediyor?Devlet dağılma hali yaşıyor. Kurumları birbirinden ayrışıyor, aralarında harmonik bir bütünlük yok, bunu sağlayacak bir aktör de yok. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasının yarattığı kriz devam ediyor, hiç bitmedi. Son operasyon da bu kopmayı bir nevi çatışmaya dönüştürdü. Ergenekon ile neyin tanımlandığı hâlâ ortaya çıkmadı. Neyi kastediyoruz? Döndü, dolaştı, iş 3-5 Susurlukçu’nun üzerine kaldı. Herkesin olmasını istediği bir şey var, o oluyor zannediyor ama o olmuyor aslında. Bu sürecin arkasındaki aklı merak ediyorum, kim o akıl? Onu çözersek Ergenekon’u anlayabiliriz. Ergenekon diye tarif edilen mevcut bir varlığa inanmıyorum. Her ülkede mevkiini kötü kullanmış birileri vardır. Göreceksiniz 3-5 kişiye mahkumiyet çıkacak, başka da bir şey çıkmayacak.Bu gerçekten inandığınız şey mi?Sonradan anlayacağız; bu davanın sonucu değil süreci çok önemli. Bu süreç kimin işine yarıyor? Kendi kalemize gol atıyoruz. Susurluk’ta da aynı şey oldu. Gülüyorduk biz birtakım şeylere. Şimdi bu anlattıklarınızı biraz daha açın lütfen.Küresel bir resim var, Türkiye bir yere çekilmeye çalışılıyor. Bu, işi kim kurguluyorsa sonunda ona hizmet edecek. Bu hükümetin bir projesi olsaydı gerçekten çok keyifli olurdu, bir şey çıkardı. Devletin bütün kurumları aynı istikamete çalışırdı, ortak bir akıl buna karar verseydi. Biz bu süreçten kaybederek çıkacağız. Küresel rekabet ortamında bizim ülkemizin nesi var, sadece askeri gücü. Beşinci büyük orduyuz dünyada. Hiçbir şey yapamamışız ama orduyu kurmuşuz. Şimdi “Bu ordu sana fazla” diyorlar işte. Dağıtmak istiyorlar. Amaç bu. İç temizlenme görüntüsü altında dış güçlere hizmet ediyor bu süreç. Bırakın Veli Küçük’ü, uyduruk bilmem ne paşanın ne yaptığını.VELİ KÜÇÜK PİYASA YAPIYORVeli Küçük’ü tanır mısınız?Bu işleri yapan bir adam ortada bir mafya babası kılığında dolaşmaz. İnsaf. Sedat Peker’lerle resim çektirmez. Göremezsiniz siz onu ortalarda. Bir kere çapı bunları kotarmaya müsait değil Veli Küçük’ün. Çok alt düzeyde bir adam. Ondan böyle bir arka plan, böyle bir derinlik çıkmaz. Askerliğe yakışmayacak kılık kıyafetle dolaşan, piyasa yapmaya çalışan biri. Yarın Veli Küçük tahliye olsun, en büyük mafya babası olacak. Herkesin ödü kopacak ondan. Tam da adamın istediği şey. Kim bu dış güç peki? İsrail mi? Amerika mı?Bilmem ama son olanlar Gazze’yi unutturdu. Yer altından çıkan bombalar, çocukların üstüne yağan bombaları unutturdu. Bir yerlere gelmek isteyenler İsrail’le iyi geçinmeye çalışıyor. Tayyip Erdoğan’ın önüne fatura olarak gelecek bugünkü İsrail tavrı. Daha önce de “İsrail soykırım yapıyor” dedi, getirip önüne koydular. Ama Tayyip Bey bunu göze aldı. Çok insani tabii tepkisi. MİT ne iş yapar peki?Bir ülke bu kadar dağınık bir profil veren, olguları sadece seyreden, pozisyon alamayan, edilgen ise bu, oranın milli istihbaratının iyi çalışmadığını gösterir. Ya da koordinasyonu yoktur. Türkiye epeydir kötü yönetiliyor. Hükümetler ellerindeki enstrümanları kullanıp siyaset üretmeyi bilmiyorlar. Bu hükümetin de arkasında ciddi bir istihbarat çalışması yok bence. Öyle bir derinlik yok. Bence MİT atıl durumda.Bu dış güçlerin senaryosu olsa bile içerde de bunu kendi gücü zanneden örgütlenmeler var. Ergenekon’u, yakından yaşadığınız 28 Şubat’taki Batı Çalışma Grubu’na benzetebilir miyiz bir nevi?Asla. BÇG çok basit bir cuntaydı. O günkü siyasi iktidara yönelikti. Bu yüzden de ellerine yüzlerine bulaştırdılar, her şey onların amaçlarının tam tersine gelişti. Krizler, bugünkü iktidar BÇG’nin saçma sapan işleri yüzünden.Çiller’in o meşhur sözü Türköne’ye aitSusurluk zamanı Çiller’in danışmanıydınız. Tansu Hanım’ın o dönem akıllarda çok kalmış bir lafı var “Bu devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir.” Bu söz kime ait? Mümtaz’er Türköne ona ait olmadığını söylüyor.Lafı Tansu Çiller söyledi. Hangi danışmanın yazdığının bir önemi yok. Ama Mümtaz’er benim değil dediği zaman olmaz, çünkü laf onun. Onun hazırladığı metinde yer alan bir cümle. Mümtaz’er Bey’in o günkü Tansu Hanım’a olan saldırıları püskürtmek için hazırladığı bir şey. Ben böyle ifade etmezdim. Ama lafa katılıyorum.Türköne ile aranız bozuk mu?Bozuk değil ama koptuk. Son bir iki yıldır iyice. Mümtaz’er ciddi bilim adamıdır ama kendi kariyerini terk etti ve medyaya oynamaya başladı. O alana kayınca da tuhaf laflar ediyor. Ona yakışmıyor. 1988 yılından beri tanışıyoruz. Onlar Hüseyin Kocabıyık ile Çiller’e danışmanlık yapıyorlardı, ben de Diyanet Vakfı’ndaydım. Mümtaz’er de oranın yayın kurulundaydı. Beni oradan kendi ekibi içine çekti. Refahyol’un kuruluş aşaması, 96 Haziran falan. Ama danışmanlık biçimimiz sürekli yanında olmak değildi. Kendi büromuzda danışmanlık yapardık. Makamına kim girer kim çıkar bilmezdik.Susurluk kaza olmayabilir Zaten iki kere bıraktınız sanırım görevinizi. İyi anlaşır mıydınız Tansu Hanım’la?Tansu Hanım kişisel olarak beni sevmez. Benden kaynaklanan bir şey. Köylülüğümden. Kaba sabadır benim bazı hareketlerim. Özensizimdir. O da Başbakan’dır, bundan hoşlanmaz. Ama aklıma güvenir. Sevmediği ama fikirlerine değer verdiği biriyim.1996 Kasım’ında da Susurluk kazası oldu. Sizce o kaza mıydı?O günün şartlarında elimizde kaza olmadığına dair bilgi yoktu. Ama bu iddialar hep oldu. Bence İbrahim Şahin’in geçirdiği kaza bile araştırılmaya müsait bir kaza. Birtakım araçların fren sistemlerini GPS yoluyla devre dışı bırakabiliyorsun. Ama bunu kim yapabilir? Aracın içindeki GPS’i kullanacak güç kimse, o yapar. O Mercedes çok üst bir modeldi ve o aracın GPS’iyle oynanabilirdi. Çatlı herhangi bir yerde vurulmuş bulunsaydı, hiçbir önemi olmazdı. Ama o fotoğraf gösterilmek istendi. O fotoğraf herkese bir sürü bir şey anlattı. Tansu Çiller ile Mehmet Ağar’ın arası iyi midir?İyi olduğu bir dönem var. Özer Çiller nasıl biridir?Karışık denebilecek bir adam değildir. Yalın bir adamdır.Çevik Bir’i Kenan Evren’i al içeri göreyimNiye şimdi karşımıza 28 Şubat aktörleri, Susurluk çıkıyor?Hükümete verilen rüşvet. Bu operasyonların arkasında iktidar yok. Ama durdurma ya da alan verme gücü var, iktidar bunu durdurmasın diye rüşvet veriyorlar, “Bakın sizi istemeyenleri de yakalıyoruz” diyorlar. Yakalayabiliyorsan Karadayı’yı al içeri, Çevik Bir’i al, Kenan Evren hâlâ yaşıyor. Al göreyim! Darbeleri yargılıyorsak, yapılmışları yargıla. İş Susurluk’a gelince sulandığını anlıyorum. İbrahim Şahin ne yapabilir ki? Mesela İpekçi cinayeti soğuk savaş işidir. Susurluk, bölücü teröre verilen mücadelenin yansımasıdır. Ergenekon bu hükümetin sebep olduğu semptomlardan çıkıyor gibi ama daha anlamadık. Yakın zamanda anlarız.Operasyonlar devam edecek mi sizce?Eder, muvazzaf askelere uzanacağını sanıyorum.İbrahim Şahin’i ne zamandır tanırsınız?Benim Tokat Reşadiye’den hemşehrim. O sıradan bir komiserken tanıştık. Sonra kurslara katıldı falan. Ben avukat oldum, Ankara’ya geldim. Onun da Yargıtay’da bir davası varmış. Girmemi istedi. Ben duruşmaya girdim ama dava başlamadan usulden bozuldu, dosya geri gitti. Sonra ben hiçbir savunma yapmadan, dava zaman aşımına uğradığı için kendiğilinden düştü. Umur Talu “O davayı düşürdü” demiş benim için, bu kadar eblehlik olmaz. Ağır cezadaki davayı avukat nasıl düşürür? Savunmam bile yok. Dosyada eksiklik vardı, tamamlansın dedim. O sırada zaten zaman aşımına uğradı. İlk açığa alındıktan, yıllar sonra bir karşılaştık bana da küstü, çünkü açığa alınma yazısını ben yazmıştım. Ankara’ya geldiğimde, İbrahim Özel Hareket Şube Müdürü’ydü. Onun kariyerinde hiçbir katkım yok, kendi emeğiyle geldi.İbrahim Şahin kimdir?Türkiye’nin ilk anti-terör grubunun başında. Özel kuvvet bunlar, 6 bin kişilik ekibin ilk 3’ünde. Özel eğitildiler. PKK çıkınca oraya kaydırıldılar. Bu manadaki en iyi yetişmiş adamlardan biridir. Bunlar Güneydoğu’da 50 metreden çatışmaya girerdi.Şu an hafızası ile ilgili sorunu var mı sizce?Evet. Yakın görüşenlerden aldığım bilgi, aklının gelip gittiği. Hemen gönderilsin, yeni rapor alınsın. Aklı yeterli değil şu an. Yaptığı işlerden sorumluluk alamayacak durumda. “Yarım saat geliyor, sonra yine kayıyor” diyorlar. Yüzünde de o ifade var zaten. Boş boş bakıyor. Bir şey anlamıyor bence. O kadar iş yapmış adam suratı değil o.Peki, son verdiği ifadeleri doğru mudur?Aktütün olabilir. İbrahim gibi bir adamın kulağına böyle haber gelebilir. Ama terörle mücadelede oluşturulacak yeni birimin müsteşarı falan mümkün değil. Açığa alınmış, yargılanmış bir adamın müsteşar olabilmesi mümkün mü? İşte bu da İbrahim’in halüsinasyonudur. Cemil Çiçek terörle ilgili yeni oluşuma gidilecek demişti, onu duymuştur.Çıkan silahlar hakkında ne düşünüyorsunuz?Şahin’in gömdüğü silah olacağına inanmıyorum. Evine de o kroki bulunsun diye gelinmiş sanki. Niye bu kadar bekledin ki İbrahim’i almak için? İbrahim çok kullanışlı bir figür. Üzerine yakışan iddialar var. 10 sene sonra yine kullanılır.Şükrü Karaca kimdir?53 yaşındaki Karaca, Tokat Reşadiye’den hemşehrisi olan İbrahim Şahin’in Nevşehir Emniyet Müdürlüğü’nde görevli olduğu sırada hakkında açılan davada avukatlığını yaptı. 1996’dan sonra 6 yıl Tansu Çiller’in danışmanlığı yaptı ve karakutu lakabını aldı. 28 Şubat’ta Çiller adına Başbakan Erbakan’a gidip “İstifa etmezseniz, darbeden bile kötü şeyler olacak” uyarısını yapacak kadar önemli bir figürdü. Temmuz 2007 seçimlerinde AKP’den Tokat aday adayı oldu. Bir şiir kitabı ve romanı bulunan Karaca evli, 2 çocuk babası.

Devamını Oku

'CHP üç büyük şehri alır'

2 Ocak 2009

Türkiye’de sosyal demokrasi kavramını hayata geçirmek için yıllardır uğraşan eski Kültür Bakanı Ercan Karakaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday adayı oldu. CHP kulislerinde adaylık için Kemal Kılıçdaroğlu’nun da adı geçiyor. Aday olarak şeçilmemenin kendisini üzmeyeceğini söyleyen Ercan Karakaş, “Önemli olan eşitlerden birinin seçilmesidir” diyor. Aday gösterilmesi halinde ise başarılı olacağına inanıyor: “CHP sosyal demokrat tavır sergilediği her zaman çok oy almıştır. 27 Mart seçimlerinde hayal değil, Türkiye’yi büyük bir değişim bekliyor.”2001 yılında CHP’den ayrılmıştınız. 2008’in sonunda tekrar CHP’ye döndünüz ve belki de CHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayı olacaksınız. Ne değişti hayatınızda, bu kararı niye aldınız?CHP’den büyük bir grup ayrılmıştık. İnandığımız şeyler vardı. Ama sonra kendi aramızda da ayrıldık. Çok zormuş bir fikir altında toplanmak, çünkü aslında herkes küçük olsun benim olsun diyerek parti başkanı olmak istermiş. Bir anda dört beş parti birden kuruldu. Amaç tek çatı altında toplanmaktı üstelik. Beraberliği sağlayamadık. Bunlar zaaftı tabii. Olanlara inanamazsınız, nasıl kaçacağımı bilemedim. O arayışların olamayacağı hemen belli oldu aslında. Mevcut partiyi eleştirip, program ve örgütsel konularda daha iyisi için yola çıkıyorsunuz ama bütünlüğü sağlayamıyorsunuz. Başa dönüyorsunuz tekrar kitleleri ayağa kaldırmak, büyük heyecanlar yaratmanız için sisteme karşı sloganlar geliştirmeniz ama içini de doldurmanız gerekir. Bunu ancak sol yapabilir diye düşünüyorum.Siz İsmail Cem’in davetiyle Yeni Türkiye Partisi’ne girmiştiniz o dönem değil mi ?Evet, Kemal Derviş’i CHP’ye kaptırınca, ben YTP’ye katılmıştım destek için. Ama inanın büyük partilerden beter savaşlar gördüm orada. Hayal kırıklığına uğramıştım açıkçası. Ve inandığınız bir şeyi yapmak istiyorsanız yine de geçmişi olan kitlesel bir siyasi partiyle bunu yapmak zorundasınız. Partinin bir tarihi olmak zorunda, Avrupa’da sosyal demokrat partilerin en genci 100 yıllık. Almanya’daki parti 145. yılını kutladı bu sene. Seçim sonuçlarında da bunu gördük zaten.CHP dışında büyük bir oluşum olmadı. Denemeler yapıldı doğru sonuçlar alınamadı. Siyasi kültür değişmedikçe mevcutlardan daha farklı bir şey oluşmuyor. Benim de CHP’ye dönme sürecim böyle başlamış oldu aslında.SOSYAL DEMOKRASİYE İHTİYAÇ VAR, KRİZ BUNU GÖSTERDİ Sosyal demokrat siyasetin önde gelen isimlerindensiniz, buna inanıyorsunuz, bunu en doğru tanımıyla yaşatmak istiyorsunuz ve CHP’ye geri dönüyorsunuz. CHP’deki değişime gerçekten mi inanıyorsunuz? Sosyal demokratik politikalara ihtiyaç var dünyada. Yaşanan kriz de bunu gösteriyor. Liberal ekonomi denen şey demokratik olarak denetlenmezse özellikle dar gelirli insanların işi zorlaşıyor. Sosyal demokratların liberal ekonomiye bakışı eleştireldir. Daima da öyle olmuştur. Ama dünya üzerindeki ulusal politikaları değiştirmek mümkün değil, o yüzden işbirliği yapılması gerekiyor. CHP içinde de bu politikalar konuşuluyor, tartışılıyor. Bir de tabii, AKP büyük iddialarla geldi, bir şeyler de yaptı başlangıçta ama son iki yılda hiçbir şey yapılmadı. Yolsuzluklar, kayırmacılık arttı, farklı fikirlere tahammül yok hükümette. Bu olumsuzluklar toplumu alternatif arayışına itti. Bu da CHP’dir. Siz siyasete devam etmek istiyorsunuz aslında. CHP’ye dönmeniz politikalarına inandığınız için olamaz. Sizce CHP sosyal demokrat bir parti mi? Deniz Baykal duysa böyle konuştuğumuzu, çok üzülür sosyal demokrat bir partinin başkanı olduğuna. O böyle bilmiyor çünkü...Siyaset yapmak için illa bir partiye ait olmanız gerekmiyor. Ayrı olduğum 7 yıl içinde de siyaset yaptım. Hiç kopmadım. Hatta Anadolu’da bizim partiden ayrıldığımızı bilmez bile insanlar, hâlâ içindeyiz zannederler, özdeşleştirmişler. O yüzden partiye dönüş benim için sizi etkilediği kadar büyük bir değişim değil. Parti siyaseti yapmak isterseniz ve farklısını ortaya koyamıyorsanız emeğinizi mevcut olanı geliştirmek için harcamalısınız. Sosyal demokrasi alanında derinleşmek için CHP içinde hâlâ bir fırsat var. CHP en fazla oyu, tutumu sosyal demokratken aldı, 1977’de oy oranı yüzde 47’lere ulaşmıştı. Sonra durduğunu tabii ki kabul ediyorum, CHP sosyal demokrasiyi öne çıkaran politikalar geliştirmedi ama şimdi tekrar memnuniyet veren bir gelişme var. İnanıyorum.Sosyal demokrasi kavramı, ya dincisin ya Atatürkçü çekişmesinde kaybolmuş bir kavram sanki... Türkiyede klasik sosyal demokrat bir parti oluşamadı aslında. Tabii ki bunun sol teorinin daima dışlanması, bastırılması ardından 12 Eylül süreci yüzünden olduğu çok açık. Sol düşmanlığı hâlâ çok büyüktür. Hâlâ 12 Eylül’le yüzleşemedi bu ülke. Sendikalı olmak sendika kurmak hâlâ büyük bir kahramanlık. Eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış, dayanışmacı bir toplum gibi değerler bilinmiyor. Örgütlü toplumu savunmamız gerekiyor. Bu arada da dünyanın değişimine ayak uyduracaksınız. Sosyalist partiler bunu yapamadı dünyada ama sosyal demokratlar yaptı. Bunu en iyi uygulayanlar Kuzey ülkeleri, İsveç, Finlandiya, Danimarka. Şimdi sıra Türkiye’de.Bölüne bölüne kaybettik birleşe birleşe kazanacağızSize bir teklif geldi mi partiden yoksa siz mi geri dönmek istediniz?Tabii ki talep de oldu. Partili arkadaşlar dönmemi istedi. Telkinler hep vardı hatta baskılar olmaya başlamıştı artık. Çünkü kendi aramızda bölünmeler hiçbirimize yaramadı. O yüzden büyük aileyi toplama düşüncesi oluştu sanırım. Deniz Baykal kendi de söyledi “Bölünmelere son vermek gerekir” diye rozet takma töreninde. Murat Karayalçın güzel bir şey söyledi “Bölüne bölüne kaybettik kentleri, birleşe birleşe kazanacağız şimdi” dedi.İstanbul Belediye Başkanlığı için CHP’nin aday adayları arasındasınız. Deniz Baykal sizi seçerse Kadir Topbaş’ın rakibi olacaksınız İstanbul’da. Deniz Baykal sizi seçecek mi?Bilmiyorum tabii. Benim bu aday adaylığım partiye üye olduktan sonra gelişmiş bir şey. Üye olurken adaylık hiç gündemde değildi, düşünmüyordum da. Murat Karayalçın aday olarak davet edildi. Benimki öyle değil. Fakat üye olduktan sonra parti tabanından, bazı yöneticilerden, örgütlü toplum kesimlerinden “Düşünmez misiniz?” diye geldiler. Bütün belli başlı örgütleri ziyaret ettim ve gördüm ki destek çok büyük. Diğer aday arkadaşlarım da var. Baktım, düşündüm, girmeye karar verdim. 10 Ocak’tan önce açıklanmaz herhalde aday.Cesaretiniz beni etkiliyor çünkü seçilmeyebilirsiniz, seçilip kazanmayabilirsiniz. Kırılıp üzülmez misiniz bunlar olursa. Ne güzel sakin bir hayatınız vardı. Koşarak bir karışıklığın içine dalıyorsunuz sanki.Kırılmam ve üzülmem ama bir şartım var, bu seçimin eşitler arasından birini seçmek anlayışıyla yapılması koşuluyla tabii. Diğer aday arkadaşlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?Hepimizin kendimize göre avantajları var. Ahmet Hakan güzel yazmıştı bunu geçen gün. Siyasi partilerin önemli görevlerinden biri de ülkeyi ve yerel yönetimleri yönetecek insanları yetiştirmek. Siyaset pratiği ancak partide yapılır. Partiye emek vermemiş, en aşağıdan yukarıya çıkmamış, yıllarını orada geçirmemiş, gerekli birikimi sağlamamış biri aday olursa kırılırım tabii. Çünkü başarılı olacaklarına inanmıyorum öyle. Parti de kendi kamuoyu yoklamasını yapıyor bildiğim kadarıyla. Bunu da dikkate alacaklar sanırım. Ben seçilirsem başarılı olacağıma inanıyorum. Bu görevi alırsam bir değişim yaratacağıma inanıyorum İstanbul’da. Hazırlanmak için kısa bir süre var ama, aslında yıllardır hazırlanıyoruz. Çünkü 15 yıldır AKP yönetiyor İstanbul’u. Yaşam kalitemizde artış olmadı tam aksine gerileme var. Yolsuzluk ve kayırmacılık çok fazla. Tarihi kültürel miras korunmuyor. Çarpık kentleşmenin önüne geçilmiyor. Ben üç büyük şehirde CHP’nin kazanacağına inanıyorum. Bu hayal değil. Bu değişimi bekliyorum. Ardından da erken seçim. Bu yerel seçim, yerel seçimin ötesinde bir anlam taşıyor.CHP program yeniliyor, sosyal konularda atılım yapabilecek tek partiSizi dinlerken bir kez daha şaşırdım CHP’nin bu anlattıklarınızı unutup muhafazakâr, ulusalcı, asker yanlısı, devletçi bir profil çizmesine yıllardır. İddia edildiği gibi şu günlerde Deniz Baykal da değişiyor mu sizce? Yoksa bütün bu olup bitenler seçim politikası mı?CHP sadece Deniz Baykal değildir. Bir tabanı, milletvekilleri, destekleyenleri vardır. Parti bir bütündür. Her parti genel başkanıyla anılabilir. Doğru ve yanlışlar da yapmış olabilirler ama CHP benim anlattığım meselelerde atılım yapabilecek tek partidir. Her şeye rağmen o parti içinde bunlar konuşulup tartışılıyor. Program kurultayına gittim, 1200 kişiyle konuştum, herkes gayet istekli ve heyecanlı. Program yeniliyor bu parti. CHP’de bu bilinç var. Programın bazı eksikleri olabilir ama bazı açılımları da çok iyi. Ben sıradan bir partili olarak kendi raporumu hazırlayıp sundum, bilmiyorum dikkate alındı mı ama bunu yaptım.Parti, çarşaf açılımıyla toplumla arasındaki bariyerleri kaldırdıBunu sormazsam olmaz, son günlerde röportajların en sık tekrarlanan sorusu: CHP’nin çarşaf açılımını destekliyor musunuz?CHP toplumun daha geniş bir kesimiyle iletişim kuruyor, destekliyorum. Yanlış algılanan bir konu hakkında toplumla arasındaki bariyerleri kaldırıyor CHP. Parti içinde de, yeni yapılan tüzük değişikliğiyle birbirinden kopmalar gideriliyor. Eskiden yürütme kurulu vardı, şimdi onun yerine genel başkanın 12 yardımcısı olacak, her biri belli bir konudan sorumlu olacak. Ben 1985’ten beri gölge kabine kurulmasını savunurdum. Partinin iktidardaymış gibi bakanlıklar kurması, çalışması, projeler geliştirmesi çok iyidir. Çoğu kimse karşı çıkar ama ben destekliyorum. İktidara hazırlanmak için en iyi çalışma. Toplum da bunu görür.

Devamını Oku

Bu rapor Türkiye'yle ilgili ümidimi bitirdi!

26 Aralık 2008

Biliyorum, son günlerde Binnaz Toprak hakkında epeyce okuyup dinlediniz. Hatta kararınızı verdiniz, konuyu kapadınız. Konu sizler için eskidi bile belki...Ben de karşınıza yeni bir şey söylemeden çıkmayı göze alamayacak kadar basın dünyasının içinde bulundum açıkçası... Yeniliği kalmamış bir konunun bir röportajcıyı çok cezbetmeyeceğini de tahmin edersiniz. Ama, bütün bunlara rağmen Binnaz Hanım’a giderken merak ettiklerim beni heyecanlandırıyordu.Çünkü konuşuldukça, konuşulmayan parçaları büyüyordu işin. Kutuplaşma keskinleştikçe, konuşulması gerekenler biraz daha gömülüyordu çifte standarttan beslenen söylemlerin arasına. Ve bu yüzden her yeni tartışmada benim için sorulacak bir soru daha çıkıyordu.Zili çaldım, Binnaz Hanım gayet şık ve özenli giyinmiş, bir taraftan da telefonda konuşarak kapıyı açtı. Konuştuğu kişiye “Şu anda bile bir mülakatım var, çok doluyum, kim arıyor” diyordu. Sonra kahkahalarla gülmeye başladı çünkü arayan kızıymış, onu “Binnaz Hanım sizinle bir görüşme yapmak istiyorum” diyerek “işletiyormuş.” Bana dönerek, “Kız haklı, saat bir gibi televizyon çekimine gideceğim, sonra yine mülakatlarım var, her günüm dolu, kızım Londra’dan geldi ve onu görecek vaktim yok, o da benimle dalga geçiyor işte böyle” dedi.O anda, bu röportaj trafiğini öğrendiğimde bile pes etmedim, heyecanımı korudum, öğrenmek istediğim hâlâ çok şey vardı çünkü. Hemen teybi açtım ve karşısına oturdum. Sizin de bu konuyla ilgili pes etmeyen bir tarafınız varsa, heyecan duyacağınız cevaplara rastlayacağınıza eminim...En çok, en basit sorunun cevabını merak ediyorum... Siz bu araştırmayı niye yaptınız?İslami kesim araştırması çok yapılmış bir şey. Defalarca yapıldı. Ben de daha önce yaptım. Ama laik kesimin korkuları nedir, kendilerini eğer baskı altında hissediyorlarsa, ne tip baskı var bunları merak ettim. Bu raporda laik kesime bakmak istedim. Sadece laik kesime bakmak istediğimiz için de çok eleştirildik gerçi. Bana bir meslektaşım önerdi bu araştırmayı, “Laik kesimi araştıran kimse çıkmadı. Sosyal bilimler açısından bu büyük eksiklik” dedi. Şerif Mardin’in “Mahalle baskısı” tanımından çok önce aklımdaydı benim bu. Açık Toplum Enstitüsü’nün direktörü Hakan Altınay benim eski öğrencim. Ona söyledim, “Destekler misiniz?” dedim. “Tabii desteklemekle gurur duyarız hocam” dedi. Bunun üzerine Anadolu’ya gidelim fikri ortaya çıktı. Ben “Tek başıma nasıl giderim, nasıl bulurum insanları?” dedim. Hakan bana bu üç gazeteci arkadaşı (İrfan Bozan, Tan Morgül, Nedim Şener) önerdi. Bir öğle yemeği yedik beraber. Karşılıklı birbirimizle çalışabileceğimizi anladık, yöntemi belirledik ve başladık. AÇIK TOPLUM ENSTİTÜSÜ’NE TEKLİFİ BEN GÖTÜRDÜMLaik kimdir bu araştırmada? Kürt, Alevi, kadın, küpeli çocuk bunlar laik kesim dediklerimiz mi? Ya da Atatürkçü düşünce dernekleri, CHP İl Örgütleri, Ticaret ve Sanayi Odaları, hastaneler... 1999 ve 2006 yılında Ali Çarkoğlu ile yaptığımız ankete dayalı iki çalışma, bize farklı olana mesafeli bakışın özellikle kendisini dindar olarak tanımlayanlar arasında belirgin olduğunu göstermişti. Seçtiğimiz kurumlar kamuoyunda laiklik konusunda hassasiyetleriyle bilinen kurumlar. Azınlık gruplar önceliğimizdi. Kentte kendini öyle tanımlayan insanları seçip bulduk. Hükümete yakın bir sanayi ve ticaret odası varsa ona gitmedik. Kentin içinde yaptığımız araştırmaya göre ortaya çıktı kiminle konuşacağımız. İlla bunlar laiktir demiyoruz. Zaman Gazetesi çarpıtarak yazdı, üzüldüm. Erzurum’da Sanayi ve Ticaret Odası’yla görüştüğümüzü, bunu yazdığımızı söylemiş. Göstersinler, nerede. Görüşmedik çünkü, sadece laiklerle görüştük. Erzurum’da Cumhuriyet Gazetesi temsilcisiyle Alevileri konuşmadık, o da tuhaf bir haberdi. O insanların bize neler anlatığını biliyoruz biz. Şimdi o adamın söyledikleri bile, bana baskıyı kanıtlıyor açıkçası...Ortaya çıkan net sonuç şu: Laik kesime baskı varOn iki ilde ve İstanbul’un iki ilçesinde 401 insanı dinleyerek - 265’i erkek, 136’sı kadın- hazırladınız bu raporu. Seçtiğiniz metodoloji çok tartışılıyor. Gazetecilerle bu işi yapmanız, hikayelerin gerçekliği, 401 insanın bütünü temsil edip etmeyeceği sorgulanıyor. Sizce eksik yaptığnız bir şey var mı bu raporda? Sizin de katıldığınız bir eleştiri var mı?Bu istatistiki bir çalışma değil. Böyle bir iddiası da yok. Bu raporu ciddiye almak zorunda bizi yönetenler. Yazarlar çizerler bunu küçümsüyor. Yok metedolojisi yanlış, yok bilmem ne. Mesele kitlendi yine. Taraflara göre değerlendiriliyor. Laik kesim beğenmediği ya da dinci kesim beğendiği zaman bir eleştiriyi dikkate alacağım. Yoksa kimse rapor hakkında konuşmuyor, ya kızıyorlar ya tutuyorlar. Tamam bu da olsun ama geçelim artık saffayı. Anladık. Şimdi neler yapılabilir bunu konuşalım. İktidar muhalefet ilişkisinin bu kadar gergin olması da bu işleri zorlaştırıyor. Herkes kendi görüşünde olanları dikkate alıyor, karşı görüşe ya yalancı ya satılmış ya vatan haini ya Soros’un çocukları diye hemen damgalayıp atıyor. Bu bir konuşma değil ki. Türkiye’de muazzam baskı varmış gibi algılandık bu kargaşada. Bu bizim istediğimiz bir şey değildi. Kendileri çarpıtıp kendileri eleştiriyor. Tersi de çıksa yayınlayacaktık, yokmuş diyecektik.Peki, size göre ne sonuç çıktı? Yani, siz bize tam olarak ne diyorsunuz?Laik kesime baskı varmış. Ortaya en net bu çıktı. Herkes bu baskıyı hissediyor diyemeyiz tabii, yüzde de veremeyiz ama var mı yok mu meselesine ve hangi şiddetti var meselesine cevap çıktı bence. Muhakkak baskı vardır diye de yola çıkmadım ben. Hatta çok şaşırdım, üzüldüm etkilendim sonuçtan. Bu kadarı umduğum bir şey değildi. Gençlere yapılan baskı ve öğretmenlerin sınıf ortamında söyledikleri beni derinden etkiledi. Dehşet vericiydi. Laik kimlikli devlet memurlarına yapılan baskı da çok vahim bir durumda. AKP’nin kadrolaşmasıyla farklı kimlikteyseniz baskı yapıldığı bir gerçek memurlara. Toplumda zaten mevcut olan farklı kimliğe uygulanan baskı ve ayırımcılık Anadolu’da AKP tarafından atanmış kadroların icraatları ve cemaatlerin faaliyetleriyle kaygı verici bir hale dönüşmüş. Bunlar net bir biçimde çıktı ortaya.CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ GERGİNLİĞİ DAHA DA ARTTIRDI Siz daha önce de iki araştırma yapmıştınız. 2006’da TESEV için yaptığınız “Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset” anketinde, 1999 anketinde toplumda gördüğünüz gerginliğin azaldığını söylemiştiniz. AKP gerginlik oluşturacak konulara dikkat ediyor ve sorunların dayatmayla çözülmeyeceğini biliyor, demiştiniz. İki yılda ne değişti sizce AKP içinde de şimdi baskı uygulayan birileri oldu?Cumhurbaşkanı seçimi diye düşünüyorum. O zaman da bunun üzerinde durmuştuk Ali’yle (Çarkoğlu). Gerginlik bununla başladı ve tırmandı. Sonra AKP’ye açılan dava... Bunlar işi gerginleştirdi. 1999’da dindarlara baskı yapıldığını düşünenlerin oranı yüzde 47’ydi 2006 yüzde 17’ye inmişti. Herkes yumuşamıştı aslında. Siyasal elitler bunları bozuyor bana sorarsanız.Ayşe Böhürler ve Emre Aköz’ün yazdıkları, eleştiriler ve gördüklerim Türkiye’yle ilgili ümitlerimi bitirdiKadrolaşma dediğimiz mesele her hükümet zamanında rastlanan bir kaygıdır. Birbirlerinden bir farkları yok ki. Niye şimdi bu kadar panikliyoruz? Benzememizi istedikleri bir şeyler hep vardır bu ülkede.Doğru. Kadrolaşma her devirde olan bir şey. Bu dönemdeki de az mı çok mu bilinmez ama işe alınırken bile bağlı olduğun sendikaya göre olması ve hükümete yakın Memur-Sen’in üye sayısının 2002’de 42 binken şimdi 315 bin olması, AKP’in kadrolaşma iddiasını güçlendiriyor. Öğretmenler doktorlar kadrolaşıyor. İş adamları iktidara bağımlı hale gelmiş. İktidarın gücünden öyle korkuyorlar ki derhal ayak uyduruyorlar. Raporu gerçekten okumuş bir kimsenin bu rapordan, insan olarak etkilenmemesi mümkün değil. Ama eleştiri yazanların hiçbiri bence okumadı. İçeriğe kimse pek giremiyor. Emre Aköz “Doğrulatmak için özel yapılmış bir çalışma” demiş, el insaf bunu bana diyemezseniz. Ayşe Böhürler çok önem verdiğim biridir, Ayşe bunu okuduğunda içi sızlar diye düşünmüştüm, hiç sızlamamış. Kızacaklarını biliyordum ama insani boyutta etkilenmemeleri beni çok şaşırtı. Türkiye hakkındaki tüm ümidimi kaybettim. Ben iyimser biriyimdir. Türkiye bana hiçbir zaman sorunlarını aşamaz gibi gelmedi hayatım boyunca, ama bu raporu hazırlarken gördüklerim ve gösterilen tepkiler hiç ümit bırakmadı bence. Artık hiç ümidim yok.Zaman Gazetesi “yalan” diyor Erzurum’da herkes baskıları anlatıyorZaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı bu araştırmayla ilgili yazısında “Erzurum’da Devlet Hastanesi kantininde yemek yiyen hasta yakınlarına müdahale edildiği yalandır, bu dindar insanların bile kabul edebileceği şey değildir ki...” diye yazmış. Doğru tarafı da yok mu bunun, bizim insanımız o kadar da vahşi ve tuhaf mı sizce, hastane kantininde bunlar olsun. Yalnız, Zaman Gazetesi de Fethullah Gülen Ezurumlu olduğu için o şehre biraz fazla takılmış sanırım. Orada olan her şeye “hayır” diyorlar.Bütün Erzurumlular bunu biliyor, hepsi anlatıyor. Hatta geçen yıl öğle yemeği çıkaran bir lokanta da taşlanmış. Bunu kim yazdıysa hemen Erzurum’a bir muhabir gönderip baktırsın, herkes biliyor herkes anlatıyor. İslam’da bence de yoktur bu kadar vahşilik ama orada var işte. İçkiye karşı olan tavır da yeni. Anadolu’da içki içeceğiniz tek bir yer yok. Ya kent dışında ya turistik oteller var. Lokanta yok. Eskiden bu varmış. İçki yasağı baskı unsurudur, kim ne derse desin. Yaşam tarzına müdahale dendiği zaman türban deyip sonra bunu yapmak gerçekten çelişkili. Erzurum’da, Kayseri’de, Trabzon’da, Konya’da, Sivas’ta, Malatya’da, Denizli’de, hatta Balıkesir ve Adapazarı’nda bu yasak var. Bir tek Eskişehir’de lokanta, kafe ve barlar var. Ama artık ruhsat almak zorlaşmış. Ama Aydın’da bu sorun yok. Ramazanda bile eşleriyle içkili yerlere gidiyorlarmış. Zaten AKP’nin en az oy aldığı kentlerden biri. Ama her kentte köprünün öbür tarafı hikayesi de var. Gidecek bir yer buluyorlar.AKP kadrolaşması başka partilerinkine benzemiyor çok etkiliŞu da doğru değil mi, iki yüzlü bir toplumuz, o insanlar yarın hükümet değiştiğinde hemen yeni hükümete de yaranan bir kimliğe geçecekler. Belki de sırf bu yüzden korkmamalı insan...Birçok ilde bu söylendi. Hep aynı uç örnek verildi, onlara göre en uç komünistler. “Yarın komünistler gelse, herkes bizim dedemiz de komünistti diyerek onlara ayak uydurur” dedi. Bunun da doğru olduğunu düşünüyorum. Devlet memurları kendilerini iktidara bağımlı hissediyorlarsa, hiç aklına yatmayan bir şeyi bile kabul edebilir. Ama yine de AKP’nin kadrolaşması herhangi bir başka partinin kadrolaşması gibi değil. İnsanlarda başka etkiler yaratıyor. Sultanbeyli Belediyesi’nde tek bir Alevi çalışmıyor. O ilçede Alevilerin olduğu bölge asfalt bile değil. Çamur.KUTLU DOĞUM OKULLARDA KUTLANIR MIYDI DAHA ÖNCE? Yeni bir olguyla karşılaştınız mı? Bu kadar şaşırmanızı ve üzülmenizi anlamakta zorlanıyorum. Anadolu’da bundan önce farklı mıydı hayat? Hep olan toplumsal baskıyla AKP’nin yaratığı baskıyı ayırmalıyız. Bunlar hep yok muydu?Size katılıyorum, tabii ki bu baskılar yeni değil. Alevilere yapılan, kürtlere yapılan, kadınların uğradığı baskı hep vardı. Bunlar AKP iktidarıyla ya da İslami kesimin güçlenmesiyle ortaya çıkmadı. Ama yeni baskılar da var. Ramazan’da insanlara yapılan baskı, yeni bir baskı. O kadar çok hikaye dinledik ki Anadolu’da oruç tutmayanlara karşı uygulanan şiddetle ilgili. Bu yeni bir mesele. Ayrıca Cuma namazlarına gitmenin de yeni bir baskı unsuru olduğunu gördük. Kutlu Doğum Haftası’nın okullarda kutlandığını hayatımda ilk kez duyuyorum. Böyle bir geleneğimiz var mı bizim? AKP’yle güçleniyor bunlar.Erzurum Fethullahçılara teslim olmuş onlardan olmayan aç kalıyorFethullah Gülen cemaatinin yurtlar ve ışık evleri vasıtasıyla baskı uyguladığını söylüyor rapor... Tam ne yapıyorlarmış? Doğrudan baskı değil yapılan. Işık evleri İslamileştirme eylemine hizmet ediyor, biz bunu gördük. Esnaf cemaata dahil değilse dışarıda kalıyor. İş yapamıyor. Bunu gördük. Erzurum gittiğimiz kentler arasında ekonomik olarak en geri kalmış illerden biriydi. “Erzurum ekonomisi Fethullahçılara teslim edilmiş durumda” diye şikayet ediyor oradakiler. Erzurum incelenmesi gereken bir kent bence.Raporun sonunda, her siyasi partiye neler yapılması gerektiğine dair ipuçları vereceğini umuyoruz demişsiniz. Nedir o ipucu?Toplumlar değişiyor ama bu tip ön yargılar kendiliğinden bitmiyor. Uğraşılması gerekiyor. Bizi yönetenler ya da muhalefet hiçbir şey yapmıyor. Onları suçluyorum. Yıllardır devam eden çok sorun var. Alevilere artık mum söndü yapıyorsunuz ya da Kızılbaş demeyelim, yazık diyerek çözülmüyor ki bunlar. Sorumlular siyasi elitler. Vahim bir tablo var. Cumhuriyet eşit vatandaşlık düsturu üzerine kurulu ve bu tip ayrımcılığı kimse ortadan kaldıramamış. Sorumluları siyasi iktidarlar, muhalefet hatta aydınlardır.CHP’yi eleştirdik diye aramadılar yoksa “Çok güzel yapmışsınız” derlerdiAKP’den Gülen cemaatinden ya da CHP’den arayan oldu mu hiç? Kimse aramadı. Ne CHP’den ne AKP’den ses çıkmadı. Ama yakında politikacılara bir sunum yapmak istiyorum. Bunu düşünüyorum. Onlardan hiçbir talep yok. Milli Eğitim Bakanı okullarda yaşanan, olduğu iddia edilen, bizim yazdığımız hikayeleri araştırmalı, bunları engellemeli. Hocaların durumu çok vahim. Duyduklarıma inanamadım. Ama bugün YÖK de aynı halde. Araştırma görevlilerini kendimiz seçemiyoruz merkezden atıyorlar. CHP siyaseti kavga etmek olarak algılıyor. Muhalefet iktidara doğru yolu göstermektir. Her şey kavgaya dönüşüyor. Onlar da eleştirildiği için aramamıştır. Yoksa çok güzel yapmışsınız diye ararlardı. Aramamalarına şaşırmadım 301’i savunmuş bir partidir sonuçta CHP. Her şeye rağmen AK Parti yeni bir ceza yasası çıkarmıştır ve ileri bir yasadır bu. Tebrik edilmeleri gerekir. CHP’nin temel hak ve özgürlüklere, gençlere, çevreye, kadınlara sahip çıkması lazım ama kendini iç siyasete kapıyor ve kimselerle ilgilenmiyor. Fethullah Gülen Cemaati’nden de bir arama olmadı ama Zaman Gazetesi bana telefon etti, 4-5 dakika röportaj yaptı ve her şeyi çarpıtarak yazdı. Bu beni hayal kırıklığına uğrattı.AĞLADIĞI ANBinnaz Hanım bunu yazmamı istemiyordu, bunu da yanlış anlarlar diye endişe etti. Ama ben o anı çok sevdim, beni bağışlayacağını umut ederek anlatıyorum: Sultanbeyli’de Alevi yaşlı bir adam “Alevi olduğum için özür dilerim” demiş. Bunu anlatırken gözyaşlarını tutamadı Binnaz Hanım, ağladı. Ve aslında raporu hazırlarken duyduğu her hikayede ağladını da itiraf etti.

Devamını Oku