Bülent Arınç VATAN'a konuştu

24 Nisan 2009

AKP denince akla gelen ilk isimlerden biri olan TBMM eski Başkanı ve Manisa Milletvekili Bülent Arınç, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un son konuşmasını, 29 Mart seçimlerini, Gül’ün Köşk’e çıkışını ve öncesini tüm içtenliğiyle anlattı.22 Temmuz seçiminden sonra, Meclis Başkanlığı göreviniz de tamamlanmıştı, yeni hükümette görev almadınız, AKP Milletvekili olarak siyasete devam ediyorsunuz. Ama gücünüz ve etkinliğiniz değişmedi. Verdiğiniz her demeç ses getirdi. Hiç siyasetten tümüyle çekilmeyi düşündünüz mü?Her şeyi yapmış biri olarak nokta koymanın yaklaştığını düşünüyorum ama ne zaman olur bilmiyorum. Aslında 2007 seçimlerinden önce aktif siyasetten kesin çekilmeyi düşünüyordum. Meclis Başkanlığı da sona eriyordu nasılsa. Ama AK Parti’nin önüne geçmek isteyenler vardı ve AK Parti ikinci kez iktidar olmak istiyordu. Ve bana bir görev düşüyordu. Bir de hayatımda ilk defa rastladığım bir fırsat geçti elime, çok sevdiğim bir insanın Cumhurbaşkanı olması. “Çok sevdiğim” derken şahsi sevgim elbette var ama hayal ettiğim Cumhurbaşkanı tipi sayın Gül’de vardı. Oy kullanmak istedim.Sizin istediğiniz Cumhurbaşkanı tipi nasıldı?Anadolu çocuğu. Temiz ahlâklı. Pırıl pırıl. Vatansever. Özgürlükçü. Gül her şeyiyle sevdiğim bir insan. Biriyle kıyasladım o dönem, o yüzden de toplarla üzerime ateş edildi. Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını çok arzu ettim. 367 hokkabazlığıyla önümüze geçtiler. Hemen seçimlere gitme kararı aldık ve Anasaya değişikliği yaptık. Yani onun seçiminde oy kullanmayı çok arzu ettim. Başkanken kullanamıyordum. 2007 seçimlerine bilerek katıldım. Oyumu kullanmalıydım, katkım olmalıydı. Başından beri içindeydim o sürecin. “Bu fırsat 100 yılda bir ele geçer” diye düşündüm. Özal için bir seveni pankart açmıştı, belki de kargacık burgacık bir yazıydı ama ben çok önemsedim o pankartı: Sivil, dindar, demokrat Cumhurbaşkanı.Bunu daha önce söylemiştiniz. Ve çok kızmışlardı size. Dindar derken dinin kültürel boyutunu mu vurgulamak istiyorsunuz, yoksa siyasal İslam’la ilgili bir referans mı veriyorsunuz?Sivil derken sadece formasız manasında değil zihniyle de sivil birini ve dindar derken de müslümanlık anlamında değil, siyasi bir şey kastetmiyorum, yani sadece halkın değerlerine saygılı anlamında kullanıyorum. Özal inaçlarımıza saygılıydı. Halkın değerleri Amerika’da da önemli. Ve demokrat. Bunu istemek suç değil.Vecdi Gönül’ün adaylığına niye karşı çıkmıştınız?Bu konu hakkında bir şey söylemeyeceğim.Yargı bağımsız ve tarafsız bir yapıya kavuşturulmalıAnayasa Mahkemesi’nin uygulamalarını hukukçu olarak nasıl buluyorsunuz. 367 hokkabazlığı demeniz...Anayasa Mahkemesi bazen öyle kararlar veriyor ki, bu Meclis’in yasama yetkisine doğrudan müdahaledir. Diyor ki, “Benim istediğim gibi yasama yapabilirsin.” Anayasa bunu demiyor ama. Erkler ayrılığını ortaya koyarken yasama hiçbir kurumla paylaşılacak bir yetki değildir. Denetlersin, iptal edersin ama yeniden yasama yapmak Meclis’in işi. Hüküm koyamazsın. Buna karşıyım. 2006’daki 23 Nisan konuşmamda “Hilafeti kaldırdık, saltanatı kaldırdık ama şimdi öyle kurumlar var ki onların saltanatı sürüyor” demiştim. Baykal “Bülentinecad” demişti benim için. Ahmedinecad’a gönderme yaparak.Ben özgür bir insanım. Meclis’te sivillere karşı konuşma yapıyorum. Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer gibi gidip Harp Akademisi’nde konuşmuyorum. Ben demokrasiden yana tarafım. Demokrasiyi katletmeye dönük her türlü teşebbüs beni ilgilendirir. Mustafa Bumin bir öneri hazırlamıştı Anayasa Mahkemeleri için. Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya bir gün sonra koşa koşa geldi, “Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın dediklerine karşıyız” dedi. Danıştay Başkanı Ender Çetinkaya apar topar koşa koşa geldi, o da “Biz karşıyız” dedi. Yüksek yargının içinde bulunduğu durum bu işte. Yargı reformu mutlaka yapılmalı. Hükümetin önceliği bu olur mu, emin değilim. Ama yargı bağımsız ve tarafsız yapıya kavuşturulmalı.Ergenekon’da susmam mümkün değil, çünkü o günleri yaşadım Ergenekon davasını, savcı Öz’ü nasıl buluyorsunuz? İnsanlar bu yargılama sürecinden ve gözaltılardan rahatsız. Buna katılır mısınız?Bugün yargı süreci varsa hepimizin müdahil olması gerekir. Tarafımızı belirlemeliyiz. Adı geçen herkes suçlu olmayabilir. Yargılanma sürecinde bu vardır. Sonunu beklemeliyiz. Ama belgeler, bilgiler, ses kayıtları, bu belgelerle örtüşen geçmişte yaşadıklarımız varken susmamız mümkün değil. Bitaraf olan bertaraf olur, ben tarafım. Yeri gelmişken, sabahları ilk okuduğum gazete de Taraf.Ama ben tarafsızlığımı korumalıyım, şunu soracağım; CHP-AK Parti kavgası var mı Ergenekon davasında sizce? Adına “hükümeti darbe yoluyla devirme teşebbüsü” denen, adına “terör örgütü” denen bir suça, bir siyasetçi “Ben bunun avukatıyım” diyemez, Baykal bile olsa. Sayın Baykal’a ve onunla birlikte hareket eden, ne olduğunu bile bilmeden sadece Baykal’dan yana taraf olarak, bir çetenin avukatlığını dillerine dolayanlara acıyorum. Bunlara bir şey demezseniz faili meçhullerle ilgili, asit kuyularından çıkan kemiklerle ilgili de bir şey diyemezsiniz. Herkesin yaşam hakkı vardır. “Bazılarının vardır, bazılarının yoktur” denemez. Türkiye’de bu olaylar olmadı mı, bunları duymadık mı? 91-95 arası parlamento Faili Meçhulları Araştırma Komisyonu kurdu. 95’te gelir gelmez bu raporu elde etmeye çalıştım. Parlamento bu komisyonu kurdu ama raporunu bastırmadı biliyor musunuz? Parlamento bunu görüşmedi ve konuşmadı. Sonra Sadık Avundukluoğlu ve bazı komisyon üyeleri “Başımıza gelmeyen kalmadı” dediler. “Bu komisyona bilgi vermeyeceksiniz. Çağırırsa gitmeyeceksiniz” dedi resmi merciler. Teoman Komanların, onların, bunların hepsinin altında imzaları var o belgenin. Bu Hizbullah nedir, JİTEM nedir, kim kurmuştur? Bunlar sorgulanmalı. Erbakan hükümet düşer diye korktu, Susurluk’un üstü kapatıldı AKP’nin tavrı ne Ergenekon davasına? Daha önce kimselerin yapamadığını AK Parti nasıl yapabiliyor?Bu güçlü siyasi irade daha önce yoktu. Ben Milli Görüş çizgisinde siyaset yaptım. Refah Partisi’nde de milletvekiliydim. Refahyol zamanında Susurluk kazası oldu. Erbakan Başbakan, yardımcısı Tansu Çiller. Buradaki kirli ilişkileri ortaya çıkarmak en azından Refah Partisi için altın bir fırsattı. Sayın Erbakan’a “Bunun üzerine gidelim, bu olaylarla ortaya çıkan ilişkiler içerisinde dedesi, ninesi Refahlı olan bir kişi bile yok, biz temiziz” dedim ama ortağımız DYP ile doğrudan ilgili birtakım insanların Susurluk’a dahil olduğu ortaya çıktı. “O olayın üzerine gidilirse, hükümetin sonu gelir” diye düşündü Erbakan, fasa fisoyla üstünü örttüler. Ondan önce de ne Mesut Yılmaz ne Ecevit bunu çözebildi. Siyasi ayakta eksiklik vardı.Ama şimdi sonuna kadar gidilecek, neye mal olursa olsun. AKP davanın parçası, yönlendiricisi değil ama sonuna kadar gider. Ayrıca eskiden, emniyet ve istihbarat çok şey bilirdi ama siyasi iradeden destek alamadıkları için ya paylaşmazlardı ya peşine düşmezlerdi ya işi sonuçlandırmazlardı. Yakalanan insan birkaç saat sonra ‘Salın’ talimatıyla salınıyorsa emniyet arkasından gitmezdi. İstihbarat yeni yeni koordineli hale geldi. Paylaşıma başladılar. Dünya konjonktürü bize böyle cesaret vermiş olabilir. Ben umutluyum.Tayyip Bey’de kibirin zerresi olmaz ama bazı yanlışları var29 Mart seçimlerinde AKP’nin hataları neler olabilir?Aday tercihlerindeki yanlışlar bir-iki puan götürmüştür. İkincisi ekonomik sıkıntılar... Kimlik siyaseti yapılan yerlerde ekonomik durum çok önemli rol oynamamış olabilir belki ama mesela Manisa’da işsizlik, tarım ürünlerindeki düşük fiyatın veya hükümetten beklenen desteği görmemenin oy kaybına yol açtığına inanıyorum. Hükümetin politikaları yani. Seçim meydanlarındaki hırçın üslup birilerini ürkütmüş olabilir. Ama tümden “AKP’den memnun değiliz” demek değildir bu. Yüzde 40, genel seçim olsa 320 milletvekili demektir. İktidara “Sana güveniyorum ama sana bir ders vermem gerekiyor” demiş olabilirler.AKP kibire kapılmış olabilir mi? Ve sanırım Kuran-ı Kerim kibirin kötü olduğunu anlatan ayetlerle doludur. Tayyip Bey’i kastediyorsanız kibirin zerresi olmaz. Bir arkadaşım bir yakınım olarak kibir yok, bunu söyleyebilirim. Ama hırs derseniz... O vardır tabii, üslubu önemli. Muhalefete olan yaklaşımın, eleştirilecek olan konuların seçiminin, medyayla kavga edip etmemenin, yeni düşmanlar meydana getirmemenin veya düşmanlığı kronik hale sokmamanın bir ölçüsü olmalı... Eksik ve yanlışlar olabilir ama kibir diye tarif etmenizi istemem. Başbakan’la Fakıbaba konusunda niye böyle bir tercih yaptığını konuştum. Ben Urfa’ya ondan önce gittim, bir yumuşama sağlayabilir miyiz diye. Fakıbaba başarılı bir belediye başkanı. Ama siyasilerle olan ilşkilerinde hiç iyi değil.Fakıbaba başına buyruk tavrı yüzünden aday gösterilmedi“Siyasilerden bir talimat almam” demişti sanırım Fakıbaba, bu Tayyip Bey’i kızdırmış mı?Başbakan “Sen AKP’den belediye başkanı değil misin, bir siyasi değil misin, ben sana talimat vermiyorum ama bazı işler gösteriyorum. Bunları yapman ve yaptıkların konusunda genel merkeze bilgi vermen lazım” demiştir. Başına buyruk tavrı aday gösterilmemesine nedendir. Onun yerine aday gösterilen kişi en az Fakıbaba kadar değerli bir insandır, okul arkadaşımdır. Mehmet Oymak. Urfa’nın çok sevdiği bir insan. Yıllarca belediye başkan yardımcılığı yapmış. Bir talihsizlik oldu. Adaylar konusunda mutlaka yanlışlar vardır ama aday gösterilmeyenlerle ilgili mutlaka bir kanaat var.Hâlâ yakınsınız Başbakan’la, değil mi?Yıllardır birlikte siyaset yaptık. Söylüyorum tabii. Erbakan Hoca’ya da söylerdim ben... Doğru bildiklerimizi, gördüklerimizi düzgün biçimde anlatırız. Doğru mu oldu yanlış mı diye eleştiri değil ama...Hilmi Özkök’ün çizgisine daha yakınİlker Başbuğ’un son konuşmasını nasıl buldunuz?Bizzat televizyondan izlemedim. İnternetten konuşmanın tüm metnini aldım. Askeri bir şahsın konuşmasını değerlendirmek pek adetim değil ama bugüne kadar yapılmış Genelkurmay konuşmalarından üslup olarak, sivil-asker ilişkileri açısından, Silahlı Kuvvetleri tanımlaması bakımından, yaptığı alıntılarından farklı. Olumlu bir intiba var gibi itibar ettiğim demokratlığına güvendiğin yazarlara bakınca. Bugüne kadarki çizgide en demokrat, en olumlu, en sivil konuşma olduğu konusunda izlenim aldım o yazılardan.Siz nasıl buldunuz onu merak ediyorum?Önemsediğim bir konuşma oldu. Bağımsızlık, yurt savunması ve güvenliktir askerin asli görevi. Bunun dışında davranıldı bugüne kadar. Geçmiş Genelkurmay başkanları arasından Hilmi Özkök’ün çizgisine daha yakın bazı tanımlamalar gördüm. Bunu bizim arzu ettiğimiz -ideal ölçüde olmasa bile- en azından bu noktada bir sorgulamanın yapılması gerektiğini düşündüğümüz, bir kurum olarak TSK’yı ortaya koyma çabası olarak görüyorum. Daha ilerisi olmalı. En azından kendilerini bir yerde muhafaza etmeliler, sivil iradeye seçilmişlerin hükümetine karşı konumlarını çok daha dar bir çerçevenin içine oturtmalılar. Ama bu konuşma olumludur. Olumsuz bulanlara bakınca, iyice doğru düşündüğümü anlıyorum. Onur Öymen bugüne kadar askerin her düşüncesine onlardan önce atılan, çok memnun olan bir insandı. Onun tepkisine bakınca...Başbuğ inşallah haftaya kendi görev alanıyla ilgili değerlendirmeler yapar Nedir olumlu olan bu konuşmada sizce? Türkiye halkı meselesi olumlu bir laftır. Siyasi içerikli mesaj kullanmış olabilir bu konuşmada ama önemli olan siyasi iradeye tabi olduklarını göstermesidir. Ben nice sivil toplum örgütü başkanı biliyorum, birbirlerini topuk selamı ile selamlarlar. Şimdi, bu laflara kızsalar bile, açıktan kızmaları mümkün değil tabii, fikirleri beğenmeseler bile bunu söyleyebilecek bir tek hazret tanımam. Sayın Başbuğ haftaya güncel konularda da inşallah demokrat çizgide, kendi görev alanı içinde değerlendirmeler yapar. Niye şimdi asker bu değişimi gösteriyor? Her şey değişiyor ve dönüşüyor. Değişmemekte direnen insanlar gülünç duruma düşüyorlar. Geçen gün düşündüm, birisi bana 5-6 yıl önce sorduğu soruları sorsa “Eşiniz başörtülü... 23 Nisan resepsiyonu diyelim... Eşinizle mi gideceksiniz?” dese, ne cevap veririm diye düşündüm. Dedim ki -hayalimde tabii- “Yahu Allah’tan korkun, siyahi Afro-Amerikan biri ABD’ye başkan oldu. 7 milyon oy farkıyla üstelik. Ayrıca çarşafa rozet takıldı bu ülkede. Siz bunları görmüyor musunuz ki, bana hâlâ bu soruları soruyorsunuz?” Çok şey değişti Türkiye’de. Canan Arıtman Nur Serter’le beraber rozet takıyor. Dolayısıyla bunlar açılımsa Türkiye’de; laikçiliği bırakıp laik duruşa ihtiyacımız var. Bunu birileri sergileyecek. TSK “En güvenilir kurumuz” diyor. Doğru, anket sonuçları bunu gösteriyor. Ama sivil kurumlar arasında bir de TSK’yı yazarsanız, insanlar onu seçer. Tabi sonucudur bu anketin. İnsanların “Askerime güvenmiyorum” demesi tabiat dışı olur zaten. Bu anketi o yüzden akıllıca bulmuyorum.Meclis güvenilir bir kurum mu?Meclis benim başkanlığa geldiğimde güvenilirlik açısından çok yıpranmıştı. 9. sıradaydı. Bıraktığımda 4. sıraya yükselmişti. Uzun süre Meclis Başkanlığı yaptınız. Sizden başka 5 yıl yapan var mı? Süre olarak en uzun yapanlardan biriyim gerçekten. Benden başka, bir Ferruh Bozbey var. Yani 37 sene sonra ilk defa biri 5 yıl Meclis Başkanlığı yaptı.Eruygur ile Tolon Paşa kavga ettiyse bakalım arkası ne olacak? TSK’nın güvenilirliliği şu Ergenekon sürecinde yara almış mıdır sizce?TSK’nın da yaşadığımız süreç içerisinde sıkıntıları oldu. Ergenekon soruşturmaları içinde muvazzaf ve emekli subayların adları geçti. Bir kurum denetlenmeye açık olmalı. Kendinizi denetlenemez görürseniz ve yapılan eleştirileri cevaplamazsanız, buna karşılık eleştirenleri hakarete varan sözlerle karşılık verip susturursunuz belki ama -ben susmadım mesela- gazeteler yazmaya, televizyonlar göstermeye başlar, halk içinde fısıltılar başlar ve kurum yıpranır. Ayan beyan görünen gerçekler varken, “Konuşmayın, bu kurumu yıpratmayın” demenizin kıymeti olmaz. Halkın gözünde itibarlı olması için, bu kurumun da doğru işler yapması gerekir. Siyasete müdahale etmemesi, suç işleyenleri temizlemesi lazım. Bu konuşma bu çizgiye yaklaşmak açısından önemli. Yeni Şafak’ta Mehmet Gündem’le yaptığınız röportajda çok ilgimi çeken cümleleriniz vardı.Onları aynen kullanabilirsiniz.Harika ama şunu sormak istiyorum: “Meclis Başkanı’yken, Abdullah Bey ve Tayyip Bey’le duyduklarımızı ifşa etmek yerine kendi içimizde çözmeye çalıştık. Askerle iyi ilişkiler kurduk” diyorsunuz. Sizin ve hükümetin askerle arası iyi miydi gerçekten, duyduğunuz her şeye rağmen?Bu sorulara muhatap olmak hiç hoşuma gitmiyor aslında. 5 yıl sürecinde yaşadığımız çok şey var. Duyduklarımız var. Ama devlet adamlığı susmayı gerektiriyor. Ketum olmalıyım. Cüneyt Arcayürek, Demirel’in danışmanlığını yapmıştı sonra da bunu kitaplaştırdı, bu yanlış.Ama dediniz ki “Şener Eruygur iyileşirse anlatacağım çok şey var.” Bence söyleyip söylemiyormuş gibi yapmak da çok şık değil. Ve ben çok merak ettim anlatacaklarınızı? O dönem Eruygur’un, annenizin evini orada irticai faaliyetler yapılıyor diye aratmak istediği biliyoruz.. Zamanı gelmedi, Eruygur iyileşmedi daha. Birlikte yaşadığımız olaylar var. Onlardan bahsediyorum. İyileşsin, yargı önünde hesabını versin. Tolon Paşa’yla kavga ettiklerini, birbirlerini darp ettiklerini okudum gazetede geçen hafta. Bu durum benim için önemli. Kavga edecek noktaya geldilerse, bakalım arkası ne olacak?Tuncer Kılınç elini bile uzatmazdı... Alpogan geldi, Rabbime şükrettimSizin o dönem kuvvet komutanlarıyla aranız nasıldı?Çok mesafeliydi. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç çok soğuk davrandı mesela. Elini bile uzatmazdı. Ama biliyorsunuz, Anayasa değişikliğiyle MGK sekreterleri sivillerden de atanmaya başladı. Elini vermeyen Tuncer Paşa’dan sonra ilk sivil MGK Genel Sekreteri olan Yiğit Alpogan, atandıktan üç gün sonra ziyaretime geldi, “Sayın başkanım bir talimatınız, bir emriniz olur mu diye kendimi takdime geldim” dedi. Kendisini uğurladıktan sonra Rabbime şükrettim. Demokratikleşme konusunda atılan bir adım hangi sonuçları verebiliyor? Buna benzer işi MİT’te de gördüm. Şenkal Atasagun zamanında hiçbir ilişki kuramamıştık. O dönem olduğu gibi ortaya çıkıyor zaten. Ama şimdiki başkan Emre Taner kendisi randevu talep ederek 4 defa ziyaretime geldi. Onunla istihbarat konularını çok rahat konuşmuştuk. Tuncer Kılınç’la hiçbir şahsi problemim yok. Ona yakışan, saygılı biçimde kendini takdim etmekti, TBMM Başkanı’yla hangi konumda nasıl bulunacağını bilmesiydi. Ama o kadar hasmane tutumlar içindeydi ki, bunu bakışlarından, davranışlarından üzülerek izliyordum.Özkök döneminde kuvvet komutanları ile neler yaşadım? Hilmi Özkök’le aranız nasıldı? Eşimin baş örtüsüyle Cumhurbaşkanı’nı havaalanından uğurlamaya gitmesinden birkaç gün sonra Hilmi Özkök ve kuvvet komutanları bana “hayırlı olsun”a geldiler. Çok nazik davrandım. Saat tutmamıştım ama meğerse herkes hazırmış buna, haberdarlarmış yani, çünkü bir yerlere servis ediliyordu tüm bunlar. 3-5 dakika durdular. İzin isteyip hemen gittiler.“Yarın MGK toplantısı var” dediler. Beylik cümleler kurdular. Hatta sadece Özkök Paşa konuştu galiba. Onlar daha gider gitmez, internete düştü bu haber. “Gittiler, 4 dakika kaldılar, el bile sıkmadılar” diye. Bereket, resim çektirmiştik. Biz de onları servise verdik bunun üzerine. Ama anladım ki bu acı bir kumpastı. Sonra ben onları tek tek ziyarete gittim. Adet öyleymiş.’4 dakika durdular, gittiler’ demek için mi gelmişler? Bunu planlamışlar yani..Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Özkök’ü gitmeme konusunda ikna edemediklerini, “Gidip kısa kalalım, kapının önünde de açıklama yaparız” kararı aldıklarını söylüyor. Günlüklerde bu var. Duyduklarımızı şimdi kayıtlara geçmiş olarak görüyoruz.Siz ziyarete gittiğinizde neler oldu? “Bunun acısını çıkardım” demişsiniz..Sayın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök beni büyük bir törenle karşıladı. Konuştuk. O konuşmanın içinde şu da vardı, kendisi söyledi. Bizim siyah telefonumuz var kriptolu, kuvvet komutanları, Genelkurmay Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı için. Birkaç defa da konuşmuştuk. “Basın önünde belki konuşamayız ama zaman zaman buradan konuşalım” demişti. Ben o ziyarete gittikten sonra hemen bir TV kanalında “Tören yapılmadı, hoş karşılanmadı” diye alt yazılar geçmeye başladı. Ben bu kadar düşmanlığı doğrusu tahmin etmiyordum. Hemen Özkök Paşa’ya telefon açtım, saat 16.00-17.00 gibiydi. “Sayın Paşam, televizyon kanallarından geçen alt yazıya dikkat ediyor musunuz?” dedim. “Hayır, şu an evdeyim” dedi. “Sizin beni kötü karşıladığınız, hatta fotoğraf bile çektirmediğimiz yazıyor” dedim. Çok üzüldü.“Yazıklar olsun” ya da benzer bir şey söyledi. “Talimat vereceğim, internet sitemize bunu koyacağız” dedi. Çok üzüldüğünü biliyorum. Anadolu insanıdır, babacandır. Tertemiz bir karakteri vardır Özkök Paşa’nın. Demokrat ve yurtsever. Özkök Paşa Türkiye için şanstı. Ama bunları bize yaptılar... Ortaya çıkan günlüklerden askerle aramızın bozulmasını ne kadar çok istediklerini gördük. Basının büyük bir kısmı da buna teşneydi.Başbuğ’un konuşmasına mazeret bildirerek gelmedi Özkök Paşa. Sizce merak edilmesi gereken bir konu mu bu?Merak edilebilir tabii. Sayın Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un sağ tarafında Kıvrıkoğlu sol tarafında Karadayı, Sayın Özkök geldiğinde de olacaksa, böyle bir tablo hoş olmazdı tabii.

Devamını Oku

Mehmet Altan Vatan'a konuştu

20 Nisan 2009

Uzun zamandır Mehmet Altan’la röportaj yapmak istiyordum aslında...Yazıları, soruları, televizyonda anlattıkları, bitmeyen enerjisi, çok güldüğüm esprileri, başkalarına benzemeyen algısı, dünyayı kavrama biçimi, demokrasi konusundaki kırılmaz inadı, düşmanlarına ve saldırılara aldırmayan sağlamlığı...Bunlardan sadece biri bile ondan röportajdan istemeye değerdi. Ama o benim amcam... Ben bunları söylediğimde bu lafların üzerine gölge düşer, akrabaların birbirleri için besledikleri beğeni, onların hak ettikleri övgülere zarar verir endişesiyle bu isteğimi hep erteledim.Ta ki bu hafta başına kadar. Ergenekon’un 12’nci dalgası, Genelkurmay’ın toplantısı ve derken Mehmet Altan hakkında, kendisinin deyimiyle “hayasız bir savaş makinesi” tarafından başlatılan, asılsız dedikodu yayılana kadar.“Mehmet Altan, Ergenekon’un 12’nci dalgasında gözaltına alınan Türkan Saylan’ın hastalığıyla ilgili acımasız şeyler söyledi.” Buna inanan herkese aynı şeyi sordum “Siz izlediniz mi, siz dinlediniz mi Mehmet Altan’ın konuşmasını?..” Çok tuhaf ama hepsi “Hayır” dedi. Kimse izlememiş ama herkes inanmıştı.İşte o anda karar verdim -amcam da olsa- Mehmet Altan’la konuşmaya.İnsanların “her türlü söylentiye” inandığı bir ülkede, hazırda bekleyen bu “düşmanlığı”, bu düşmanlığın nedenlerini bana açıklamalıydı. “Amcamla konuşmalı mıyım?” endişesini aşan ve aslında hepimizi ilgilendiren bir bulanıklık yaşanıyordu.“Güzel, yalnız” ve tuhaf ülkemizi konuştuk onunla.Çok güzel geçti. Yine çok şeyler öğretti. Beni güldürdü...Kızdığı zamanlardan çok beni güldürdüğü zamanlar onun “düşmanı” olmaktan korktum, öyle dalga geçilmek gerçekten istemem çünkü...Not: Röportaj boyunca amcama “siz” diye hitap edeceğim, şaşırmayın...Ergenekon davasının 12’nci dalgasında evi aranan Prof. Dr. Türkan Saylan’la ilgili siz ne dediniz? Tuhaf bir kızgınlık ve nefretle kınayıp duruyorlar sizi ama ne dediğinizi izlemiş bir kişi bile görmedim henüz. Vicdan sahibi hiç kimse Türkan Saylan’ın o resmini gördüğünde başka bir şeyi önemsemez. Ben babayım, ben hocayım, ayrıca insanlığın ne olduğunun sırrını anlamaya çalışan, çaba içinde geçirilen belirli bir yaşın sahibiyim. O resmi görüp de buna ‘Oh olsun’ diyecek hiç kimse yoktur. Ben de böyle bir şey demedim. Çarşamba günkü yazımın altına not koydum, ne dediğimi televizyon kanalından birebir alarak. Ama çok alçak, hayasız bir psikolojik bir savaş var. Bunu kamuoyuna değil ama gazetelere servis eden bir mekanizma var. Bunun dışında dinlediklerini yargılamak üzere dinleyen, iyi niyetli ama kamplaşmış insanlar var. O yüzden böyle laflar dolaşıyor. Önemsemiyorum. Sen de önemseme. Bu tür yalanlar, iftiralar hep olacak. Bu aslında biraz da çaresizliklerini gösteriyor. Yalandan başka sığınacak bir yer bulamıyorlar.ZİRVE YAYINEVİ İÇİN NEDEN HİÇ SES ÇIKARMADILAR? Peki bu düşmanlıklar canınızı sıkmıyor mu?Türkiye statükonun bütün tahminlerinin çok ötesinde değişime hazır, değişim talebi var. Ayrıca devletin içinde çok ciddi bir irade, değişimi destekliyor. MİT’in 80’inci yılındaki küreselleşmeyle ilgili saptamaları Genelkurmay’dan çok daha ileri noktadaydı. Dünya dinamikleri var. O yüzden canım sıkılmaz benim, merak etme. Hayatımın hiçbir zamanında olmadığı kadar paylaşım yaşıyorum. Gerisi, kendimi övmeye girer, burada keseyim. Düşmanlık yapanlar hep aynı odaktır. Binbir kılık içine girer ama halkın sağduyusu tarafından keşfedilir. Ve hiçbir zaman gerçek bir varlığa kavuşamazlar. O yüzden hiçbir düşmanlığı kaale de almam, ciddiye de... Bunların çeşitli maskeleri olan aynı adamlar olduğunu bilirim. Adresleri de statükodur. Ergenekon’un 12’nci dalgasında üniversite rektörleri, hocaları göz altına alındı. Gözaltıların üniversitelere sıçrayacağını tahmin ediyor muydunuz? Yoksa şaşırdınız mı?Türkan Saylan’ın resmi hepimizin vicdanını yaralayan bir resimdi ama o resmin arkasına gizlenip herkesi suçsuz ilân etme kurnazlığının da anlamı yok. Çünkü Ceza Kanunu değişti. Eskiden şüphelendiği adamı alırdı polis, döve döve işlemediği suçu kabul ettirirdi. Şimdi delil bulunmadan sanığa gidilmiyor. O yüzden sukûnetle bir bakmak lazım meselelere. Ayrıca sanıklardan birinin (Erol Manisalı) Ergenekon sanığı Levent Ersöz’le kameraya çekilmiş bir konuşması var. Onlara darbe tekniklerini öğretiyor. Bir hoca Jandarma Komutanlığı’nın başındaki bir askerle niye görüşür ve ona niye darbe aklı verir? Türkan Saylan’ın sağlık durumu vicdanlarımızı nasıl rahatsız ettiyse, bir hocanın bu ilişkileri de rahatsız etmeli. Bu yapılanlar bana ‘Vicdanlar farklı mı çalışıyor?’ sorusunu sorduruyor. Saylan için ayağa kalkanların neden Zirve Kitabevi’ndeki vahşete sesini çıkarmadığını sorduruyor. Yoksa aslında vicdanınız yok da Ergenekon’u kapatmak için mi vicdanınız var numarası yapıyorsunuz? Devlet o toplumun en üst örgütüdür. Bizde devletin olduğu her yerde paralel bir devlet daha var. O da Ergenekon Devleti... Bu dava devletin Soğuk Savaş devletini tasviye hareketi. Bunu engellemeye çalışıyorlar.Ergenekon sanığı Kemal Alemdaroğlu döneminde de İstanbul Üniversitesi’nde hocaydınız, sizin rektörünüzdü...Kemal Alemdaroğlu benim rektörüm hiçbir zaman olmadı ama İstanbul Üniversitesi’nin rektörüydü. Sonra Ergenekon sanığı olarak gördüm kendisini... Onun döneminde ayrılan arkadaşlar oldu, ama ben pes etmek yerine pes ettirmeyi seven biriyim. Yemin ettim. Beni tanımayan ama benimle uğraşan, bana bilgisayar vermeyecek kadar küçülen birisinin gitmesinden önce gitmemek üzerine yemin ettim. İsimler hiç şaşırtmadı tabii ki. Ama olaya isimler üzerinden değil, kurumlar üzerinden bakalım. 12 Eylül Askeri Darbesi 1402’likler diye bir şey oluşturdu. Koskoca bir hoca grubunu üniversiteden attı. En parlak hocalarıydı üniversitelerin. Kim attı bunları? Diğer hocalar. Demek ki askeriyeyle işbirliği yaparak en parlak hocaları atan birileri var üniversitelerde... Niye darbeye karşı çıkmadı da, arkadaşlarının atılmasına göz yumdu o hocalar, rektörler, dekanlar? Laiklik dışında hiçbir şeye hassasiyetlerini görmedim. Çağdaş bir dünyadan yanaysa üniversite, 27 Nisan e-muhtırası askeri iradenin, Meclis’e anayasal suç işleyerek müdahalesiydi. Niye üniversiteler bildiri yayınlamadı, ‘Bu kabul edilemez’ diye. Laiklik olunca çok ilericiler de askeri müdahale olunca niye bu kadar sağır, kör ve dilsizler? Demek ki bu kurumlardaki bazı kişilerin askerle büyük yakınlıkları var. Bu kişiler yeryüzünün bilimsel kalelerinin şövalyeleri değil, kışla-cami kavgasındaki kışladan yana memurlardır anlayış olarak. Bu anlayış yüzünden giderek üniversite olmaktan çıkan kurumlar olarak duruyoruz.Bu gözaltına alınmalarda usulen yapılan yanlışlar var. Sürekli bunlar tartışıldığı için de Ergenekon Davası’nda her gözaltına alınan haksızlığa uğruyor gibi bir inanç oluşuyor. Ben Ergenekon’un çok önemli olduğuna inanıyorum. Ama ceza muhakemelerine aykırı, vicdanı rahatsız eden şeyler de yapılmasını istemiyorum.Türkan Saylan’ın görüntülerinin hepimizin vicdanını doğrudan rahatsız edeceğini bile bile bu iş yapılıyorsa acaba bunu göze almalarını gerektiren, bilmediğimiz bir şeyler mi var diye merak ediyorum. En kısa sürede bir açıklama yapılması lazım. Saylan’ın görüntüleri herkesi yaraladı. Ya özür dilemeliler ya kendi nedenlerini açıklamalılar.G.Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un son konuşmasını nasıl buldunuz?O metnin içinden bir şey bulup çıkaramadım. Her şeyin tersini de barındıran bir metin o. Bir taraftan AB üyesi, öte taraftar ulus-devlet olamazsın. Türkiye’nin ölçüsü AB’dir. Ulus-devlet değil. Çünkü Anayasamızın 90. maddesinin son fıkrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı bütün kararları kendi hukukunun üstünde tutuyor. Zaten ulus-devleti aşmışsın sen Anayasa’nda bu değişikliği yaparken. Benim ordudan beklediğim çağdaş demokrasilere saygı göstermesi, siyasete hiç bulaşmadan kendi konumunu kabullenip savunma üstüne yapması konuşmasını. İLKER BAŞBUĞ TAM BİR SİYASETÇİ GİBİ KONUŞTUSiyasi bir konuşma mıydı?Tamamen siyasi. Ayrıca tabii dehşete düştüm. Bir gazeteci, bunu parlamentonun, Büyük Millet Meclis Başkanı’na sorup yorumlatıyor. Genelkurmay Başkanı’nın açılımlarını nasıl bulduğunu parlamento başkanına sormayı normal karşılıyor. O da cevap veriyor. Demokrasinin ne olduğunu bilen bir adam için dehşet verici bunlar. Bu insanlarla, kurumlarla ilgili bir şey değil. Ben çağdaş demokrasi kurallarıyla çelişen yanlışları eleştiriyorum. Bunun insanlarla, şahıslarla, kurumlarla, orduyla, Genelkurmay’la, Genelkurmay Başkanı’yla ilgisi yok. Benim derdim yapılan yanlışlarla. Ben Türk’e göre bir uygulamanın, Türk’e göre bir ilkenin, Türk’e göre bir anlayışın kabul edilmesini hiçbir zaman içime sindirmedim. Onun için hep dünya vatandaşlığı diyorum, AB diyorum. Yoksa Türkiye’ye göre uygulamalar yapıldığı vakit, dünya standartlarından öyle sapmalar gösteriyor ki bunları bu ülke insanlarının aşağılanma, hakaret olarak kabul etmesi gerekir.Ama herkes ‘Çok olumlu bir gelişme’ diyor. Buna katılır mısınız?Çünkü buradaki ölçü dünyadaki demokrasilerin nasıl işlediği, halk iradesi, halk egemenliği, parlamento, siyaset falan değil. Askerin kendisi ölçü olunca, ölçü olan da biraz olumlu kımıldayınca “Harika” diye bağırıyorlar. Dünya standartlarını ölçü almayıp, askeri ölçü aldığınızda her türlü yorum da askerin hareketine göre oluyor. Halbuki burada ölçü alınmaması gereken şey askerin siyasetle ilgisi. Çünkü kastettikleri şey, buranın tek bir patronu vardır. O da askeriyedir. Hiçbir kurumu aslında hiç kimse ciddiye almıyor, asker dışında. Tek standardın asker olarak kabul edildiği ve bunu ortaklaşa içimize sindirdiğimiz, bir realite olarak gördüğümüz özünde çok da rahatsızlık duymadığımız bir ortak algı var. Onun için de 2 saatlik konuşmayı, büyük kalabalık dinliyor. Kürt sorunuyla ilgili olumlu gelişme diyebileceğimiz bir konuşma değil miydi?Kürtler’in talepleri, Atatürk’ün buna “Türkiye halkı” demesiyle ilgili değil. Yani oradaki “millet” lafı önemli. Bir kere demokrasilerde parlamento dururken bunları askerin açılımına göre değerlendirmek yanlış. Ama bu yanlışı tartışacaksak da mesele bir Kürt’ün “Ben Türk milletinden değilim” diye bas bas bağırmasıyla ilgili. Yani ona “Türkiye halkı” dedin diye sorun çözülmüyor. Siz “Türk milleti” dediğiniz vakit Kürtler “Biz Türk milletinden değiliz, başka bir milletiz” diyor. Onu çözecek mesele de Atatürk’ün deyişleri, yahut halkın başındaki Türkiye lafı değil, temel hak ve özgürlüklere göre çağdaş demokrasi. Yani mesela 66. maddede Anayasa’nın vatandaşlık tanımlaması var. Burada TC vatandaşlarının hepsinin Türk olduğu yazıyor. Halbuki TC vatandaşlarının hepsinin buranın yurttaşı olduğunu söylemek yeterlidir. İlla bir Türk’tür, Kürttür, vesairedir vurgusu yapmaya gerek yok. Vatandaşlık hukuksal bir bağ, niye biz bu hukuksal bağın içine başka aidiyet koyuyoruz. Onun aidiyeti hukukla başlıyor, hukukla bitiyor. Sen içine bir ırk koyduğun vakit bu rahatsız ediyor. O çözümün neden bu kadar üstüne atladılar anlayamadım. Yani halkla millet ayrı şeyler. Orada önemli olan halkın ne olduğu değil, milleti nasıl tanımladığı. Mesele burada odaklanıyor. Onda da hiçbir değişiklik yok. Halkın içinde çok çeşitli milletlerden de adamlar olabilir. Ama millet tanımı dediğin vakit bunu dışlıyor.Konuşmayı dinlerken tam olarak neye dikkat ettiniz? Konuşmanın sizi etkileyecek hiçbir yanı olmadı mı?Bu konuşmayı dinlerken Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda sorunlarını çözüp çözemeyeceğine, uluslararası desteği kendi çıkarına kullanıp kullanamayacağına baktım. Ama oradaki performans, hükümetin daha sonraki beyanları, şu anda Türkiye’nin sevk ve idaresini sağlayanların sorunları barışçıl yönde çözme, rahatlatma, enerjiyi tüketmeme konusunda gereken demokratik bir radikalizmden uzak olduğunu gösteriyor. Bundan da ürküyorum. Çünkü kendi kadrolarımız bunu başaramazsa dünya sistemi bizi hırpalayarak bunu yapacak. Bundan ürkerim. Bu gerçekleri algılamış bir konuşma değildi o. Daha sofistike, daha nitelikli, daha çağdaş, daha dünyalı, daha tutarlı bir ordu istiyor artık insan.Olumlu hiçbir şey yok mu peki?Türkiye’yi ölçü alırsan, Türk ordusunu patron kabul edersen ve bütün hayatın analizlerini, askeriye üzerinden yaparsan evet her şey biraz daha esnemiş, olumlu, demokrasi daha çok telaffuz ediliyor. Pollyannacılık oynadığın zaman olumlu şeyler var. Sen Kürt meselesini Türkiye halkı diye yaklaşarak çözersen, 27 Nisan muhtırasında da “Ne mutlu Türküm diyene demeyen vatan hainidir” demenin de özeleştiri yapacaksın. O orada duruyor çünkü.Siz de ilk defa davet ediliyorsunuz Genelkurmay toplantısına değil mi? Şaşırdınız mı buna? Bu işleri kişisel olarak değerlendirmem. AB standartlarında bir demokrasiden, askerin AB standartlarına uygun bir noktada durmasından yanayım. Yani bunu talep etmeye devam ederken beni çağırırlarsa tavrım da, görüşüm de değişmez. Çağırmazlarsa da değişmez. Bunu AB standartlarında bir demokrasi özlemiş birisinin eleştirileri olarak algılamak lazım. Genelkurmay’ın odağında bir hayatı, bu anlayışı, toplantıyı 7-8 kanalın canlı yayınlamasını, askeri ceza kanununa göre hiçbir askerin siyasi demeç vermemesi gerektiğini bildiğimiz halde alkışlarla karşılanan bir konuşmayı normal buluyoruz. Türkiye’nin standartlarının, zenginliğinin, özgürlüğünün, refahının, kurallarının, ilkelerinin çağdaş bir ölçüye gelmesi gerektiğine inanan ve bunun peşinde koşan birisiyim. Ama bu toplantı da gösterdi ki Türkiye bundan çok uzak. AKP, Obama’nın istediği çizgiye oturabilmiş değil...“Amerika, Müslüman bir ülkenin demokrat olabileceğini ispata çalışıyor. Zengin, özgür, AB standarlarına kavuşmuş bir Müslüman ülke olmasını istiyor. Müslümanlıkla demokratlığı bir arada AB standartlarında götürebilirsek, ağzımızdan burnumuzdan tereyağı fışkıracak, emsal bir ülke olacağız. Ortadoğu’nun ve Kafkaslar’ın yıldızı haline dönüşeceğiz. Obama’nın Müslüman laik vurgusu sürekli yapmasının nedeni bu. AKP maalesef muhafazakârlıkla demokratlığı her zaman dengede tutabilen bir parti değil. Obama da halen ondan medet ummakla beraber düzelmesi için mesajlar veriyor. Şu an bilgisayarcıların iktidarı Amerika’da. Bunlar çatışma istemiyor. Herkesin kendi sorununu çözmesini, bir yandan da kendini geliştirmesi, bilgisayarlara kayıt oluşturması, kalkınması, zenginleşmesini istiyorlar. İleri teknolojilere talep yaratmasını istiyorlar. “12 Eylül sonrası üniversiteler garnizona döndüÜniversitede hoca olmaktan sıkıldığınız oldu mu hiç?Giderek nitelik kaybediyor üniversiteler. Altın darbeyi zaten 12 Eylül vurmuştu. Garnizonun parçası haline getirdi üniversiteleri. Kışlanın sivil uzantısı haline gelmiş hepsi. Yerel olmaz üniversite. Benim için aşktır üniversite. O aşkı yaşayamadım. Bireysel zorluk çok yaşamadım ama uluslararası bir ölçüyü, zarafeti, letafeti, inceliği bir yangın yerinde arar gibi hissettim hep kendimi.İncirlik Üssü’nü protesto etmeyen ulusalcı olur mu?Darbe yapmak isteyenlerin ya da kendini ulusalcı diye tanımlayanların aslında ne istediklerini anlamaya çalıştınız mı hiç? Bir ulusalcı ne ister?Gerçekten ulusalcıysa biri nasıl olur da yıllardır orada duran İncirlik Askeri Üssü’nü merak etmez? Orada ne oluyor bilen var mı? Neden acaba kaldırmak için kampanya yapmıyorlar? Türk insanının yaşam kalitesininin, refahının, özgürlüğünün gelişmesini istemeyen, bilim ve teknoloji üretiminden bahsetmeyen, patent sayısını artırmayı hedeflemeyen ulusalcılık sadece sömürge arayışı olabilir. Askerin patent sayısı üzerine konuşmasını çok isterim. Modernitenin taşıyıcısının askeriye olduğunu söyledi Genelkurmay Başkanı... Oysa bunun taşıyıcısı her yerde burjuvazidir.AKP’ye kalsa Ergenekon çoktan kapanırdı ama bu iş onları aştıAKP karşıtlarının savunduğu bir mesele haline döndü Ergenekon. AKP gerçekten Ergenekon’un üstüne gidiyor mu sizce? Bence AKP’ye kalsa Ergenekon kapanır bile. AK Parti’yi aşan bir irade Ergenekon’un peşinde. Siyaset kurumuyla askeri kurumların anlaşmasını önleyen başka bir irade çalışıyor. AKP’nin de onayı var ayrıca. Ama onaylamasalar bile bu iş sürecek gibi gözüküyor. Çünkü herkes paralel devletini temizledi Türkiye temizlemedi, Güneydoğu’da kullandı. Ve hastalandı Türkiye. Dünya sistemi Ergenekon’u tasfiye ederek Türkiye’yi tedavi ediyor. Ama bunu kendi kendimize yaparak iyileşmemizi istiyorlar. Burası NATO ülkesi. Burada NATO’nun ve Amerika Birleşik Devletleri’nin istemediği hiçbir darbe olmaz. Bu sefer darbeyi yapamadılar, çünkü Amerika istemedi.

Devamını Oku

İlklerin yaşanacağı sağlık merkezi

20 Nisan 2009

Mehmet Ali Aydınlar’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Acıbadem Sağlık Grubu son bir ayda açtığı üç hastaneyle 24 şubeye ulaştı. Yeni hizmete giren Acıbadem Maslak ise en son teknolojiye sahip bir sağlık üssü. Tüm radyoloji aletleri yüzde 100 dijital. Kanser tedavisinde kullanılan ışın cihazı 20 dakikalık seansı 1 dakikaya indiriyor. Kalp anjiyosu ise sadece 6 saniye...Babam bana, bundan 14 sene önce, canımın çok acıdığı günlerden birinde “Acı gerçek kimliğin ortaya çıktığı andır, sen bu acıyı iyi taşıyorsun” demişti...Sonra bu lafı hiç unutmadım. İnsanlara acılarından, acıları taşıma biçimlerinden bakmaya başladım. Hiç tanımadığım insanların acılarını uzaktan hep takip ettim. Onları tanıyormuşçasına acılarına yakınlaştım.Acılarıyla değişen insanlar gördüm. Acılarıyla yok olan insanlar gördüm. Acılarından kendilerine kimlik yapmış, hayatını yaşamamış insanlar gördüm. Ve az da olsa büyük acılarına rağmen var olabilmiş insanlara rastladım.Acılarla karşılaştığımızda ne tepki vereceğimizi, neler yapacağımızı gerçekten bilmeyiz. Bildiğimizi sanırız ama bilmeyiz.Geçen cumartesi Mehmet Ali Aydınlar, Maslak’taki Acıbadem Hastanesi’ni açtı. Haberlerde gördüm. Tayyip Erdoğan açılışı yaptı. Tanıdığım çok insan o açılıştaydı. Birçoğumuz için sıradan bir haberdi üstelik ama ben başından sonuna kadar gözlerimi hiç ayırmadan seyrettim haberi.Mehmet Ali Aydınlar’la daha önce hiç karşılaşmamama rağmen onu tanıyordum çünkü. Onu acısından tanıyordum. Geçen sene nisan ayında gencecik oğlu Kerem’i kaybetmişti trafik kazasında. Üstelik o ailenin yaşadığı ilk evlat acısı da değildi bu.Eşiyle beraber hayata tutunmalarına, acılarını etrafa saçmamalarına, acılarına sığınarak hayattan vazgeçmemelerine hayranlık duydum.Hastaneler açmaya devam ediyordu. Müthiş hastaneler açmaya devam ediyordu üstelik...Röportaj yapmak için aradım.Benim için zor bir röportaj oldu. Canının çok yandığını gördüm. Dimdik duruşunda, kibar gülümsemesinde, hastaneyi anlatırkenki heyecanında gördüm...Bunları anlatmayı, konuşmayı sevmeyen biri Mehmet Ali Aydınlar.O yüzden bunları hiç konuşmadık...Hastaneleri konuştuk, bugünkü derbiyi konuştuk, Fenerbahçe başkanlığını konuştuk...Ama bütün konuşma boyunca o da, ben de hep aynı şeyi düşündük...Geçen hafta yeni bir Acıbadem Hastanesi daha açtınız. İstanbul’da 5, toplam 9 hastane etti Türkiye’de. Siz aslında mali müşavirsiniz, değil mi? Gerçi ben sizi Fenerbahçe yöneticiliğinizden ve şu an federasyon yöneticiliğinizden tanıyorum ama sağlık alanına geçmenizin tam öyküsünü bilmiyorum...1989-90 yıllarında Türkiye’de sağlık sektörü gelişmeye başlamıştı. O dönemde ben yeni kurulan hastanelerde mali müşavirlik yapıyordum. Bu Acıbadem Hastanesi’ni 35 doktor bir araya gelip kurdu. Benden de danışmanlık istemişlerdi. Ben de kabul etmiştim. Paraları da tam yetmiyordu, ortak da arıyorlardı, ben de yüzde 10 hisse alarak işin içine girdim. Ve müşavir olarak çok iyi bir işim vardı. 30- 40 kişi çalışıyordu büromuzda. Ama mali müşavirlik öyle bir iş ki siz varsanız var, yoksa yok. Kişiye ait bir iş. Ölsem, arkamda iş kalmaz. O yüzden birikimlerimi kurumsal bir yapıda değerlendirmek istiyordum. Karşıma bu iş çıktı.Yeni açtığınız Maslak Acıbadem’i gezdim. Etkilenmemek mümkün değil. Harika bir yer kurmuşsunuz. Olağanüstü bir hastane. Peki, işi bu noktaya nasıl getirdiniz? Yüzde 10 hisseden müthiş hastaneler zincirine... Bu iş tamamen vizyon işi. Acıbadem’deki yüzde 10 hisseden sonra İncirli Hastanesi, Avrupa Hastanesi, Göztepe Hastanesi’nden de yüzde 4 ile yüzde 15 arasında hisseler aldım. Sonra 1993 yılında da Kadıköy’deki Acıbadem Hastanesi’nin çoğunluk hissesini ve yönetimini aldım. Mali müşavirlik devam ediyordu o sırada. İşin başındaki 35 doktor ortağa ne oldu?Aslında bir büyük hissedar vardı. Ben onun hisselerini aldım. Geri kalanı küçük hissedarlardı. Geçen yılın ocak ayına kadar da o hissedarlar devam etti. Şimdi yüzde 5 civarında 20 hissedar arkadaşım devam ediyor. Onları muhafaza ettik, aynen beraber götürüyoruz.Şimdi de Dubaili bir büyük ortağınız var sanırım?Ben ve eşim City Bank’ın ve Deutsche Bank’ın ortağı olduğu Abraaj Capital denen bir fonla yüzde 50-yüzde 50 ortağız. Ayrı bir holding kurduk. Bu holding Acıbadem Hastaneleri hisselerine sahip oldu. Onlar bizi buldu. Bugüne kadar da çok böyle teklif gelmişti. Hiçbirini yapmak istemedim. Ama Abraaj Capital’le iyi bir iletişim oldu aramızda ve beklentilerimizi karşılayacak rakamları da verince, tekliflerini kabul ettik ve ortak olduk. Bu hastane 115 milyon dolara maloldu. Dünyadaki en son teknoloji kullanılıyor. Mali müşavirliği ne zaman bıraktınız?1999 yılında mali müşavirliği tamamen kapatıp hastanelere odaklandım. Diğer hastane hisselerini sattım, sadece Acıbadem kaldı. Yaptığım işin en iyisini, en kalitelisini yapmayı severim. Öyle bir yapım var. En iyisi değilse yapmam, yapamam. O yüzden Acıbadem’i bu kadar büyüttüm. Geçen cumartesi bu hastanenin açılışını yaptı Tayyip Bey. O gün bir arkadaş bana mail atmış, tebrik ediyor ve “1999 senesinde ‘Bugün 300 çalışanımız var, 10 sene içinde bunu 5 bine çıkaracağız’ demiştiniz” diye hatırlatıyor. Bugün gerçekten 8 bin çalışanımız var. Sadece bilgi işlem merkezimizde 70 kişi var. Hastaneyi biraz anlatmak istiyorum aslında izin verirseniz.Acıbadem Maslak Hastanesi 115 milyon dolara malolduRica ederim. Bu hastaneyi, bu röportajı okuyan herkes gerçekten görmeli. Daha doğrusu umarım görmezler ama en azından bilmeliler...Bütün radyoloji aletleri yüzde yüz dijital, Türkiye’ye ilk defa geldi. Mesela mamografi cihazı dünyada en son çıkan cihaz ve en az radyasyon veren cihaz. Özellikle kanser alanında iddialıyız. Işın tedavisinde kullanılan cihaz normalde 20 dakikadır, buradaki cihazla 1 dakikada ışını alıyorsunuz. 6 saniyede kalp anjiyosu yapabiliyoruz. Bunun gibi çok şey var.Bu işin sizi en heyecanlandıran bölümü hangisi?Yaparken çok heyecan duyarım. İnşaat aşamasında her gün gelirim. Kurulduktan sonra her gün uğramam. Yeni bir şey ortaya çıkarmak beni heyecanlandırır. Yapılmayan tedavileri yapmak heyecanlandırır. Yeni teknolojileri getirmek beni heyecanlandırır. Ama en hoşuma giden yöneticilerimizi kendi içimizden çıkartıyoruz. 10 sene önce hemşire olup bugün hastane genel müdürü olan arkadaşlarım var.Evlat acısıyla başa çıktığımı söyleyemem bunu yenmek çok zorNasıl soracağım, nereden başlayacağım bilmiyorum. Konuşmak istemezseniz hemen söyleyin lütfen. Çünkü sizi tedirgin edersem diye korkuyorum. Geçen sene nisan ayında oğlunuz Kerem’i trafik kazasında kaybettiniz. Bu nisanda üç hastane birden açtınız. Her şeyi bırakıp gitseydiniz bile harika bir hastane zinciri yaratmıştınız zaten. Ama bırakmadınız. Hayata işinizle tutunmaya devam ettiniz. Ben inaçlı biriyim. Kadere, alın yazısına inanıyorum. Aynı zamanda gerçekçi biriyim de. İş yapmazsam çok kötü olurdum. İşle oyalanıp kafamı dolduruyorum. Birtakım şeylerden kopabiliyorum. Çünkü Kerem geri gelmeyecek. Bu mümkün değil. Olabilecek olsa ne gerekirse onu yaparım. Ama şimdi tek bir şey yapabiliyorum, çalışmak. Başka ne yapabilirim ki? Zaten ben hep çok çalışan biri oldum hayatım boyunca. Boş durmaya hiç alışkın değilim. Çalışmaya devam ediyorum ama her şey değişti tabii. Hayatımız değişti. Bir senedir gece dışarıda yemek yemiyorum. İş yemeği için buluşmamız gerekse bile öğle yemeğine çeviriyorum. Akşamları evde eşim ve kızımla beraberim. Kızım 23 yaşında. Üniversite son sınıfta. Burada benimle çalışacak. Ben de çok istiyorum, kendisi de çok istiyor. Abisi gibi Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okuyor. Hayat böyle devam ediyor. Ama hepimiz birbirimize rol yapıyoruz işte. İyi gözükmeye çalışıyoruz. İyi olmak mümkün mü? Geriye dönüp baktığımızda kendimi acaba çok mu işime kaptırmıştım, daha fazla zamanlar ayırabilirdim diye düşünüyorum. Bazen bunları düşünmekten kendimi alamıyorum. Sorguluyorum. Acımla başa çıktığımı söyleyemem ama böyle duruyorum işte. Bu acıyı yenmek çok zor. Ama bu acıyı kaldırabileceğimi de düşünmemiştim açıkçası. Her an, her yerde bunu yaşıyorsunuz. Her yerde anısı var. Ne yaşadığımı kelimelerle anlatmam mümkün değil aslında. Mümkün oldukça kaçmayı tercih ediyorum. Tanıdık ortamlardan, konuşmalardan. Konuşmayı istemiyorum. Yeni bir dünya, farklı ortamlar istiyorum. Yurt dışında daha rahat ediyorum mesela. Farklı insanlar, farklı konular... Eşimle ayda birkaç gün gidiyoruz. Zaten hep seyahat etmeyi severdim. Kerem Aydınlar adına bir vakıf kuruyoruz. Eşim başında olacak. Parası olmayan gençleri okutacağız. Yurt dışına göndereceğiz.Kök hücrede Brüksel’den Çin’e kadar olan bölgede tekizMehmet Ali Aydınlar: “Biz aslında sadece sağlık hizmeti sunmuyoruz, onu destekleyen bütün unsurları da bünyemizde barındırıyoruz. Dünya üzerinde model olarak gösterilen bir yapımız var. Sadece Acıbadem’e değil, özellikle yurt dışında yabancı müşteriye hizmet veren şirketlerimiz var. Acıbadem Proje Yönetim şirketimiz var, size bu kalitede anahtar teslim hastaneler yapıyor. Acıbademler’i de yaptı.Evde bakım ve ambulans hizmeti veriyoruz. Kök hücre laboratuvarımız var. Dünyada en gelişmiş laboratuvar. Brüksel’den Çin’e kadar olan bölgede tekiz. Genetik laboratuvarımız var. Biyokimya laboratuvarlarımız, patoloji laboratuvarlarımız Türkiye’nin en büyükleri. Tele patoloji kullanıyoruz. Mercek altındaki örnekleri bütün hastanelerimiz görebiliyor. Günde beş kere test doğru yapıldı mı diye kontrol ediliyor. Sonuçlar son derece güvenilir. Altyapımız gerçekten müthiş. Acıbadem Sigorta var. Sadece sağlık sigortası yapıyor. A plus diye bir şirketimiz var, Türkiye’nin tek hijyen çamaşırhanesine sahip. Hastane çamaşırı yıkıyor, hastane temizliği yapıyor, hastane yemeği yapıyor. Acıbademler’e de yapıyor. Kafelerimizi işletiyor. Bir de Acıbadem Üniversitesi kurduk. Eylül ayında açılacak. Sadece sağlık bölümlerine öğrenci alacak. Tıp fakültesi, meslek okulu. 100 öğrenci alacağız ve yüzde 100 burslu olacaklar. Özel Vakıf üniversiteleri arasında en yüksek burs veren üniversite olacak.”Aziz Yıldırım bırakacağını açıklarsa düşünebilirimBugün G.Saray-F.Bahçe derbisi var. Sonuç ne olur sizce? Derbi sonuçları gerçekten üç ihtimallidir. Ortadan konuşmak için söylemiyorum. Hele bu derbide her şey olabilir. Üstelik ‘Gerçekçiyim’ demiştim ya, bu futbolda da geçerli. Tuttuğum takımın maçını seyrederken de fanatikliğe karşıyım. Objektif olabilen, körü körüne hakemi eleştirmeyen, gerçekten doğru bir kararsa, aleyhimize bile olsa onu kabul eden bir yapım var. Eskiden böyle değildim. Yöneticiliğin ilk yıllarında fanatiktim ama sonraki yıllarda törpülendim. Bu noktadan bakarsak, derbiyi kaybedenin şampiyonluk yarışının dışında kalacağı kesin. Galatasaray sahasında oynayacağı için avantajlı. Fenerbahçe ise hep zorları yaparak geliyor. Kırılma noktalarında bunu becerebiliyor. Bir de uzun zamandır Galatasaray derbileri ezici bir üstünlüğüne sahne oluyor Fenerbahçe’nin. Bu psikolojik baskı önemli. Galatasaray’daki hoca değişikliği takıma çok iyi yansımadı bence. Bir-iki maç iyi oldu, arkadan takım içinde de sorunlar yaşandı. Ama bu maçta Lincoln’ü kazanabilirse Galatasaray, yani Lincoln iyi maçlarından birini çıkarırsa derbinin sonucu değişebilir. Yani sonuç ne olur, inanın karar veremiyorum.Futbolu bilsem bile teknik adamlığa soyunmamSiz F.Bahçe yöneticisiydiniz Ali Şen zamanında. Geçen sene de Aziz Yıldırım “Benden sonra bu koltuğa oturmasını istediğim kişi Mehmet Ali Aydınlar’dır” demişti. Sonra kongre öncesi buluştunuz. Bunu size de söyledi. Ama arada ne yaşandıysa Aziz Yıldırım tekrar aday olup seçildi. Şimdi Mayıs ayında yeni bir seçim kongresi var. Aday olur musunuz?Aziz Yıldırım muhtelif yerlerde bunu dile getiriyor. Ferit Şahenk ve Ali Koç için de aynı şeyleri söylüyor. Ama başkanlık miras bırakılacak bir iş değil. Genel kurul oyuyla seçilebiliyorsunuz ancak.Ama Aziz Yıldırım’ın işaret ettiği aday avantajlı olmaz mı sizce?Bu işler her zaman müspet olmayabilir. Önemli olan gelecek kişinin kendine ve ekibine güvenerek, bu işi yapabilecekse oraya gelmesidir. Bizde herkes oraya talip olabiliyor kendi haline bakmadan.Sizin gönlünüzde Fenerbahçe başkanlığı yatıyor mu peki?Tabii ki. İhtirasım yok ama günün birinde F.Bahçe Başkanı olmak isterim. Fırsat doğarsa çok iyi şeyler yapabileceğimi biliyorum. Ama bu mayısı soruyorsanız, şu an bir şey söylemem çok zor. Sanırım Aziz Yıldırım nisan sonunda devam edip etmeyeceğini açıklayacak. 28 Nisan’da açıklayacağını söylemiş, gazetelerden okudum. Ondan sonra şekillenir her şey. Koşulları değerlendiriz. Şu an inanın, bilmiyorum. Başkan göreve devam ediyor. Bu nedenle böyle bir şey gündemimde yok. Koşullar değişir, o zaman bakarız. Çünkü şu anki hayatımdan memnunum. Konsantre değilim seçime. Ama konsan- tre olursam çok iyi yapacağımı biliyorum.Bu sene buluştunuz mu hiç Aziz Yıldırım’la?Yıldırım’la iyidir aramız. Şu ana kadar kötü bir şey yaşamadık. Kavga etsek bile kırıcı olmayız. Benim körü körüne bir şeyi savunan yapım olmamıştır zaten. Yaşadığım zor günlerde sürekli yanımdaydı. En son da hastane açılışında görüştük. Ama özel bir buluşma yok. Başkan olsanız her gün medyada yer alacaksınız, bu sizi ve ailenizi korkutuyor mu?Herkesin bir yoğurt yiyişi var. Benimki farklıdır. Ben kavgadan hoşlanmam. Kendimle barışık biriyim, herkesle de barışık olmayı tercih ederim. İyi niyetle birçok şeyin çözüleceğine inanıyorum. Medya da kendi görevini yapacak. Onların işini kolaylaştırmak gerekir diye düşünüyorum. Rahat bir iletişim ve çalışma ortamı olmalı. Taraftara yüksek beklenti verecek şeyler söylememelisiniz. Çünkü belki de gerçekleştiremeyebilirsiniz. Bunlar olumsuz olarak yönetime yansır. Her şeyin bir nedeni vardır. Medyanın transfer döneminde o kadar yüksekten uçmasının da bir nedeni var. Profesyonelleri mutlaka kullanmak gerekir. Her şeyi ben bilirim diye düşünen biri hiç olmadım, olacağımı da hiç sanmam.Futboldan anlar mısınz? Kendime göre yorumum vardır tabii ama ben futbolu bilsem bile “Teknik adamlığa soyunacak kadar biliyorum” gibi bir söylemim hiç olmaz. Bilsem bile “Futbolu bilmiyorum” derim. Herkes işini yapmalı. “Ben bilirim” derseniz olmaz, benim tarzıma uygun bir şey değil.Ben Sadettin Saran veya H.Bilal Kutlualp değilimŞu anki Fenerbahçe’yi değerlendirmenizi istesem...Bunu yapmam. Fenerbahçe’ye zarar verir. Ayrıca bir beklenti içinde olduğum izlenimini verebilir, ki bu doğru olmaz. Varsa bir yanlış, bunu Divan Kurulu’nda söylerim. İyi bir F. Bahçeli’yim. Bugüne kadar da iyi şeyler yaptığımıdüşünüyorum. Halen de katkılarım sürüyor. Hakan Bilal Kutlualp veya Sadettin Saran gibi çıkıp konuşmam ben. Onlar için bu doğru olabilir ama benim tarzım değil. Çünkü herkesin iyi yaptığı şey de var, iyi yapamadığı şey de var. Böyle görmek lazım. Sene başında iyiydi, Aragones süper hocaydı, sonra “dede” oldu, heyecansız oldu, bunların hepsini de söyleyebilirsiniz yani.Ama yöneticilik zamanınızda muhalif tavrınız da vardı sizin yanlış hatırlamıyorsam, kavgalara girerdiniz öyle değil mi?Grupçuluk yapıyordum. Kavgalara da girerdim gerçekten. Aziz Yıldırım’ın başa gelmesiyle Fenerbahçe içindeki grupların etkinlikleri kalmadı, minumuma indi. 10 senedir bu tip çekişmeler yaşanmıyor zaten.FEDERASYON İLE G.SARAY NASIL BARIŞTI? Maslak Acıbadem Hastanesi’ni Başbakan Tayyip Erdoğan açtı. Ve açılış töreninden sonra aralarında problem olan Federasyon Başkanı Mahmut Özgener ile Galatasaray Başkanı Adnan Polat’ı barıştırdı. Ne yaşandı o konuşmada?Ben söyledim Başbakan’a. Kurdelayı keserken “Bu ikisi konuşmuyor, bunları barıştıralım” dedim. “Tamam iyi olur, bir odaya sokup konuşalım o halde” dedi. Aziz Yıldırım da vardı. Barışma sağlandı. Çünkü Adnan Polat’ın sert çıkışları olmuştu. Sert demeçleri vardı. Mahmut Başkan medya önünde cevap vermedi ama araları açılmıştı. Barışıldı. Ne kadar kalıcı olacak bilmiyorum ama...Tayyip Erdoğan özel bir şey söyledi mi?“Daha sık buluşup konuşun” dedi. “Bir tek Kulüpler Birliği’nde değil, üçe bölün, küçük gruplar halinde de sık sık buluşup konuşun, çözün sorunları” dedi. Aklın yolu birdir, bu yapılmalı.Siz bu sezon yapılan hakem hataları için ne düşünüyorsunuz? Şu an federasyon yönetim kurulu üyesisiniz...Elimizdeki hakemler bu. Kötü niyet olduğunu hiç düşünmüyorum. Hatalar olabilir, olacaktır da. Çözüme bakmak lazım. Yabancı hakem mi getirmek lazım acaba? Bu da bir çözüm olabilir. Kavga edileceğine bunlar konuşulsa daha iyi. Maçlara gider misiniz?Şükrü Saracoğlu Stadı’nda locam var ama federasyon yöneticisi olduktan sonra evde seyretmeyi tercih ediyorum maçları.İŞİN BAŞINDAKİ ADAM EN ÇOK ÇALIŞANDIRMali müşavirliği bırakmadan önce işi eşimle paylaşmıştık. Ben sabahtan hastaneye gidiyordum, öğleden sonra ise mali müşavirdim. Eşim de öğleden sonra hastaneye gidiyordu. Aslında kimya mühendisi ama çalışmıyordu. Hastanelerle başladı. Seher’le iyi bir ilişkimiz vardır. Hayatımın her döneminde beraber hareket ettik. Her konuda yardımcım. Yönetim Kurulu Müdür Yardımcımız. 26 yıllık evliyiz. Şu an dertlerimi anlattığım tek insan. Öğlene kadar beraberiz. Öğleden sonra, eşim Bağdat Caddesi’ndeki ofisine gidiyor. Ben Altunizade’ye. En baştaki adam, en çok çalışan adamdır her zaman. Bu şirkette bütün arkadaşlarım çok çalışıyor ama benim kadar çalışan yok. Ben arabada, duşta, her yerde iş düşünürüm. Planlar yaparım. İşimle bütünleşmiş şekilde yaşarım.

Devamını Oku

Ben hâlâ iyi bir solcuyum

3 Nisan 2009

Daha sonra karşımıza CHP İstanbul Belediye Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu’yla ayrılmaz ikili olarak çıktı. Seçim günü ise ekranlarda yaptığı “Kazandık” açıklaması akıllarda kaldı. CHP eski İl Başkanı Gürsel Tekin, solculuk geçmişini ve kaybediş öykülerini anlattıAslında bu hafta ne seçimi yorumlayacak biriyle konuşmak istiyordum, ne de yarışa girmiş bir adayla. Mümkünse seçim olduğunu bile bilmeyen biri varsa onu bulup -üstelik de bayağı bir haber olurdu bu- onunla konuşmak istiyordum. Ama herkes gibi seçim sonuçlarını öğrenebilmek için pazar akşamı televizyonun karşısına geçtiğimde, daha sonra günlerce aklımdan çıkmayacak bir ana şahit oldum. CHP Eski İl Başkanı Gürsel Tekin saat sanırım ona doğru seçimi kazandıklarıyla ilgili bir açıklama yaptı. Şehrin bir yerlerinde henüz oylar sayılırken o kazandıklarını ilan etti, şüphe bile duymadan...Söylediği doğru çıkmazsa, bu hiç tanımadığım insanı sonra çok utandıracaktır diye endişelenerek o an gerçekten kazanmalarını istedim.İnsanları utandıracak bir şeyler başlarına geldiğinde, ekran başında gözlerini kısan, o anı görmezsem seyrettiğim kişi de sanki o andan kurtulacakmış gibi hisseden, hatta seyretmeye dayanamayıp kanal değiştiren biriyim ben. Utanabilmeyi severim... Cesaretli insanları severim... Bunların hiçbirine aldırmayan insanları severim ama düştüğü durumu anlayamayan, yaptıklarının sonuçlarına aldırmayan insanlara üzülürüm. İşte o an Gürsel Tekin’le röportaj yapmaya karar verdim. Nasılsa, kazansalar da kaybetseler de konuşulacak çok şey olacaktı.Gürsel Tekin’i aradığımda bir röportaj kuyruğu olduğunu anladım. Buna aldırmadım... Benim gerçekten Gürsel Tekin’i görmem lazımdı.Ama röportaj yapmaya bir kez karar verince de televizyonda gördüğüm o an küçük bir detay oldu aklımda, CHP denince sorulacak o kadar çok soru vardı ki... Sabahın çok erken bir saatinde buluştuk.Samimi ve sempatikti. İyi biri diye düşündüm...Ve, kendini “o andan” dolayı kötü hissetmişti.Bunu öylesine doğal ve içten anlatıyordu ki utanmasına hiç gerek yok diye düşünüyordu insan...CHP’yi merak etmiyorum. Sizin samimi duygularınızın peşindeyim. Eğer bunu karşılıklı becerebilirsek, sizden konuşmak istiyorum. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz yenilmiş mi kazanmış mı?Bu seçim duygularım biraz karışık. Üç dört seçim gördüm, ilk defa bu seçimde gelecekle ilgili umutlandım. Kazanabilirdik çünkü... Bu seçimde toplumla çok daha rahat diyalog kurduk. Biraz daha çaba sarf etseydik. Bir de sayın Topbaş karşılıklı televizyona çıkma teklifimizi kabul etseydi, silip geçerdik. 64 gün gitmediğimiz yer yok. Bir 64 gün daha olsaydı... Bize İstanbul’da 2B kaybettirdi. Orman arazisi. Seçmen de haklı. Tapu bekliyor. En zayıf olduğumuz beş ilçede baktım hepsinde 2B sorunu var.Siz nerede hata yapmış olabilirsiniz?Stratejik hatalarımız ve eksiklerimiz oldu. Zaman problemimiz oldu. Altı ay önceden adaylarımızı açıklarız demiştik, bunu beceremedik. Kemal Bey’i dört ay önce İstanbul’a getirebilseydim farklı olurdu. İstanbul çevresi ilçeler adeta birer Anadolu ili gibi. Oralar kendilerine benzer bir başkan profili istiyor. Beş-altı ilçemizde bu hatayı yaptık. Bölgeye uygun aday çıkaramadık. 12 ilçe aldık. 6 ilçeyi çok az oyla kaybettik. İçim yanıyor. Çok üzüldüm buralara. Çok az paralarla, 4 milyon lira ile kampanya yürüttük çünkü. Ama istediğimiz şeyleri yapamadık. Kampanyayı Başbakan yürüttü. Topbaş yürütmedi.“Kazandık” açıklamasını yaptığım için kendimi kötü hissettimSeçim gecesi kesin sonuçların açıklanmasına daha çok varken, televizyonlara çıkıp “Kazandık” dediniz. Bunu niye yaptığınızı merak ediyorum ama öncesinde şunu sormak istiyorum. İnsan kalabalıklar önünde yanlış bir şey yaptığında çok utanır ya, siz de kazanamayınca kendinizi çok kötü hissettiniz mi, tuhaf bir rezil olma duygusu kaplar insanın içini sanırım, öyle değil mi?Sahada görevlendirdiğimiz arkadaşlarımızdan gelen haberlere göre biz kazanmıştık. Belki toplama hatası oldu. Resmî bir açıklama değildi tabii. Ama sonra kendimi kötü hissettim. Haberleri veren arkadaşlarımızda da hata olabilir ama seçim sonuçlarına baktığınızda çok ciddi sayım hataları var. Tekrar il başkanı olmam için baskı ve istek var, görevden kaçamamGeçtiğimiz kasım ayında daha İstanbul adayınız bile belli değilken yine televizyonda “İstanbul’u alamazsam istifa ederim” dediniz. Ama bu arada seçimler yapılmadan il başkanlığından istifa ettiniz, çünkü il meclis başkanlığına aday oldunuz. İkisi aynı anda olamıyordu. Şimdi ne olacak peki? Kaybettiniz...Ben şu anda Büyükşehir meclis üyesiyim. İl başkanı değilim.Şimdi bizden, bu istifanızı, kaybedince etmeniz gereken istifa yerine mi saymamızı mı istiyorsunuz?Ama istifa etmişim zaten, ne yapayım şimdi? Daha önce istifa etmesem şu an tereddütsüz ederdim. Demişim bir kere. Şu an il başkanınız yok. Bence tekrar siz olacaksınız ya da genel sekreter olacaksınız. Kulislerde bunlar konuşuluyor..Bir baskı ve istek var zaten. Partim isterse olacağım. “Üç-beş gün kafamı dinleyeyim, muhasebesini edeyim, müsaade edin” dedim. Bekliyorum şu anda. Görev verilirse kaçamam tabii ki.Bir de seçim öncesi listelere kızıp istifa ettiniz. Gerçi sonra etmedim dediniz ama sanırım öyle bir haber çıkması o gün için elinizi güçlendirdi.Yok öyle değil ama bugün haklı çıktım ben o meselede. Belli ilçelerde çok farklı planlarımız vardı. İnsanız işte. Sinirlerimize hakim olamadığımız oluyor. Belediye başkanları adaylarında sorun oldu, listelerde örgütlerimiz by pass edildi. Yüzde 35-40 kadın olsun istiyordum, olmadı. Üst üste olmayanlar olunca patladım. Deniz Baykal müdahale etti bir kısmına, bir kısmı müdahaleyi geçmişti.Annem ve ablam kapalı özgürlükleri kısıtlayamamÇarşaf açılımını da siz yaptınız. Ateşli savunucusu oldunuz. Sonra Çicek Bar’da halkla beraber oturup konuştuğunuzda “Bunu oy için yaptık, ne yapsaydık yani” dediniz. Sözlerinizi değiştirmeniz ya da tutmamanız sizi güvenilmez yapmaz mı, bundan çekinmez misiniz?Tabii ki çekinirim. Ama niye güveni zedelesin. Hele bu Türkiye’de. Ayrıca böyle bir laf etmedim. Vakit gazetesi yaptı bunu. Hiçbir gün böyle bir şey demedim. Sol dağılmış bir durumda. Birçok arkadaşımı geri aldım. Merkez sağdan 9 belediye başkanını partiye aldım. 30 bin katılım töreni yaptık. 70 binin üzerinde partiye katılım oldu. Çarşaflı kısmı bunun sadece bir parçası. Sosyal demokrat bir partiyiz...Ama partiniz türban yasasısını Anayasa Mahkemesi’nde iptal ettirdi. O zaman da bir iddiaya göre sosyal demokrattınız... Bu bir çelişki gibi gözükmüyor mu size gerçekten?Benim annem kapalı, ablam kapalı. Ben neden özgürlükleri kısıtlayan bir duruş sergileyeyim. Benim öyle bir söylemim olmaz. O günkü çarşaflı kadına rozet takma işi de inanın tezgah değil. O an oldu, bilmiyorduk. AKP’den ciddi kopuşlar vardı. “Sultangazi’den 7 bin kişi partinize katılmak istiyoruz” dediler. “Gelin” dedik. Geldiler, öyle geldiler. Orada gördük biz o insanları. Deniz Baykal o rozeti takmasaydı ben il başkanlığını bırakırdım. O noktada insan ayıramazsın. Zaten de ben ayırmam. Ne kadar ayıp bir şey.Başkan olma hayalim var tabii ki partimiz görev verirseSiz neden belediye başkan adayı olmadınız? 13 yıl Kadıköy Belediye Başkan yardımcısıydınız. İçinizde mutlaka başkan olma hayali vardır.İstemez olur muyum, tabii ki isterim. Partimiz görev verirse. Kemal Bey’in adaylığı kesinleşmeden 50 gün önce ona teklifi yapan benim. İstanbul’u anlattım. Kamuoyu ve basında aldığım tepki Kemal Bey’in oy oranını artırabileceğini düşündüğüm için faydalı olacak oydu. İl başkanı ne yapar peki? Parti il başkanlarının adlarını bilmeyiz, onları tanımayız. Oysa sizi tanımayan yok. Röportaj yapmak için bile bir kuyruk var. Siz niye bu kadar ön plandasınız? İl başkanı adeta partisini pazarlar. Bir bankanın bölge müdürü olsanız ne yaparsanız o... 163 bilim adamıyla koca bir yaz çalıştım. Su sempozyumu yapmak benim görevim değil. Alışagelmiş değil bir kere. Ben alışagelmişleri kırmak istedim. Partisini toplumla birleştirmeli. O yüzden dikkat çekiyor. Kadıköyde’de beş başkan yardımcısı vardı ama herkes beni tanırdı. Hedefim bu değil ama projelerim, dikkat çekiyor. Aç insana laiklik hikâye gibi geliyorAKP için bu seçimde halk mesajını verdi diyoruz ya. Halk CHP’ye ne dedi sizce? Seçmen CHP’yi neden tercih etmiyor? Ecevit dönemi dışında hiç seçim kazanmadınız. Her seçimde geride kalıp bundan kendinize sevinç çıkartmaktan sıkılmadınız mı? Ciddi eksiklerimiz var. Gidereceğiz. Partilerle vatandaş aynı dili konuşmalı. Bunu yapmamız lazım.Bu seçimde hiç laiklik tartışmasını gündeme getirmediniz ve oylarınız arttı. Bundan nasıl bir sonuç çıkardınız?Buna gerek yoktu. Millet aç. Beklenti başka. O söyleme ihtiyaç yoktu da ondan. Aç insana laiklik desen hikâye geliyor. Aç, sağlık sorunu var bunu duymak istiyor adam. Bildiğim kadarıyla daha çocukluğunuzda sol ideolojiyi benimsemiş bir insansınız. Gençliğinizde iyi bir solcuydunuz. Sizce CHP sol bir parti mi?Zor soru soruyorsunuz. Böyle ağır sorular sormayın. Ben hâlâ iyi bir solcuyum. Şeye benzedi bu; rahmetli Özal ilk kez Kars’a gidiyor. İl başkanına “Bana bir Kars’ı anlat” diyor. Adam başlıyor, “Kars kozmopolit bir yer. Azeri var, Kürt var, Türk var, terekemeler var.” Özal anlamıyor tabii. “Terekeme nedir” diyor. İl başkanı da bilmiyor tabii “Sayın Başbakan’ım o da kendine göre bir millettir” diyor. Biz de kendimize göre sol partiyiz işte. Nedeni ise, 12 Eylül darbesi büyük tahribat yarattı. Birçok insanı yok ettiler. Bugün darbecilere kızanlar, darbecilerden en çok memnun olan olmalı, çünkü bügünkü iktidarın var olmasının sebebi 12 Eylül darbesidir. AKP yoksulun partisi olabilir mi ya? Yoksulluktan geldiler belki ama şimdi ne oldular? Yaşantılarını görmüyor musunuz? Gerçek tabanlarını çoktan terk ettiler. Çarşafların yerini Hermes başörtüler aldı. Altlarında Mercedesler. Genel Başkanınız Deniz Baykal kendisini Ergenekon’un avukatı ilan etmişti. Siz de aynı görüşü ve duyguları paylaşıyor musunuz? Ergenekon’un avukatı mısınız?Ergenekon öyle dejenere edildi ki! Sayın Genel Başkanımız’ın ne dediği anlaşılmadı, belki biz de anlatamadık. Başbakan “Savcısıyım” deyince ortaya çıkmış bir laftır o. Yoksa darbeleri desteklemek, çeteleri savunmak mümkün müdür? Binlerce insan katledildi, bunların hesabı sorulsun buna bir şey demeyiz. Ama mesela Kuddusi Okkır’ı çok iyi tanırım, bu adamın nesi çete ya. Kasa dediler, infaz ettiler adamı. Kendi yağıyla geçinmeye çalışan biriydi. Benden farklı düşünüyordu ama böyle de olmaz.Ergenekon’un içinde İlhan Selçuk’un olmamasını umut ediyorumCumhuriyet gazetesi okuduğunuzu söylemiştiniz gençliğinizde. Siz hâlâ Cumhuriyet okuyor musunuz? Yargıya intikal etmiş bir mesele ama ben inanmak istemiyorum olanlara. İlhan Selçuk’un falan olmamasını umut ediyorum. Yakıştırmıyorum. Cumhuriyet yazarlarının hepsi 12 Eylül’de ağır bedel ödemiş, bu kadar mağdur bir gazete bugün bunları mı savunur? Yalandır umarım hepsi. Peki, askerin siyasete müdahalesi konusunda ne düşünüyorsunuz?Darbe anlayışı desteklenemez bana soruyorsanız. Bu ülkede yaşanan bütün sorunların nedeni, sorumlusu darbelerdir. CHP darbe mağduru bir siyasi partidir. Bir siyasi parti darbeyi savunabilir mi?Deniz Bey’le çok yakınızdır bana çok itibar eder Siz Deniz Baykal’la açık açık konuşabilir misiniz? Aklınızın yatmadığı bir şeyi söyleyebilir misiniz? Yanlış yapıyoruz diyebilir misiniz?Derim tabii. Beni çok sever. Çok yakınızdır. Bana çok itibar eder. Ararım “Şöyle deseniz, böyle deseniz” derim. Çok yakından tanıyorum. Kadrolarını hiç sayan biri değildir. Bazı eleştirileri hiç hak etmiyor. Ama biz kendimizi anlatamıyoruz demek ki. Değişmemiz lazım. Çok açık bir insandır Deniz Baykal. İstanbul’daki başarımızın tek sebebidir. İl başkanı atandığımda, 22 Temmuz seçimi olmuş, Ankara’ya Deniz Bey’e gittim, tam bir buçuk saat görüştük. “İstanbul’da değişim yapmak istiyorum” dedim. Bunu CHP gibi 85 yıllık köklü bir partide aklınızdan geçirmeniz bile zordur. Yapmak imkansızdır. Bir adam gelecek 15-16 ilçeyi bir gecede değiştirecek. Deniz Bey “Dengeyi bozacaksın” dedi. “Bozmam” dedim. Heyecanla anlatıyorum. Şöyle yapacağım, böyle yapacağım. Sonunda tam kalkarken elini omzuma koydu “Bak Gürsel eğer şunu biliyorsan, bu partinin tarihi sorumluluğu omuzlarının üzerinde” dedi. “Biliyorum” dedim, “Hadi git” dedi. Geldim değişimleri yaptım. Asla tek adam değil. Hatta keşke öyle olsa. Öyle vefalıdır ki. Bu vefasının bedelini ödüyor aslında. Çok katı Kemalist bir grup var CHP’nin içinde değil mi?Yani... Hangi kelimeleri seçmeliyim bilmiyorum ama var tabii. Yeni bir imaj kesin gerekiyor CHP’ye. Ve yapacağız bunları. Deniz Baykal yol arkadaşlarını asla bırakmaz. Arkadaşları ona bir yanlış yapmadıysa Deniz Baykal asla onları bırakmaz. Ama kamuoyunda farklı tanınıyor. Aslında Deniz Baykal’ın müritleri kötü.Kemal Kılıçdaroğlu ve sizin için seçimin galibi diyenler var, solun yeni liderleri diyen var. Siz de kendinizi böyle hissediyor musunuz?Kılıçdaroğlu ve ben 4 bin km yaptık İstanbul’da. AKP’nin en güçlü olduğu bölgelere, sosyal yaşamdan uzak tutulmuş yerlere gittik, kötü bir tek davranış görmedik. Kemal Bey’i çok sevdiler. Bağırlarına bastılar. Gelecekle ilgili umutlandırdı. Kemal Bey gibi iyi bir adayla seçimi kazanacağıma çok inandım. 2007’nin son aylarında çok iddialı bir şekilde “İstanbul’u alacağım” demiştim. Haklı olarak onlar da “Bu ne hayal” dedi. Kemal Bey örgüt alanını benim kadar bilmez. İki senedir çok çalışmam var. Tabii ki yardımcı oldum. Çok normaldi her yere ikili gitmemiz.İstanbul hava kararınca Ardağan’ın bir köyüne dönüşüyorAKP İstanbul’da neyi kötü yaptı sizce?İstanbul’u çok kötü yönetiyorlar. Çözülebilmiş ne var? İstanbul’un arka yüzünde sosyal yaşam yok. 2010 başkentine yakışır mı? Akşam sekiz sanki Ardağan’ın bir köyü. 400 bin nufuslu bir ilçede sinema yoksa, tiyatro yoksa buna başarı mı diyorsunuz? Ümraniye’deki genç çocuk türbanlı sevgilisini alıp Kadıköy’e gelmek zorunda kalıyorsa, orada el ele dolaşamıyorsa bunlar hepsi sorun. İş sadece yol yapmak değildir ki. Toplumun sosyal yapısını tersine dönüştürdüler. Bu çok tehlikeli. Ümraniye’de bir mahallede, bir hemşerimiz vefat etti, ziyarete gittim. 2005’te. Anadolu’da kadınlar özgürdür. Burada içeri girdim, elimi sıkmadılar. O kadınları sokakta sigara içerken tanıyorum, onlar şehirde bu durma gelmişse sorun yok mudur? Şok oldum. Çocukluğum ellerinde geçmiş. Bölgede bir dolaştım kahve ve Kuran kursu dışında bir şey yok. “Anadolu insanı kahveye gideceğine Kuran kursuna gitsin” diyor haklı olarak. Çok kötü bir yere sıkıştırmışlar insanları.Yaşar Büyükanıt’ın askeriydimAsker olma zamanım geldi. Acemilik Manisaya çıktı. Gittim. İçeri girdim, teslim olacağım, etraf nasıl toz toprak, çadırlar kurmuşlar falan. Geri dönmeye karar verdim. Hiç yapmayacağım bir şeyi yaptım. Çantamı aldım, çıktım. Nizamiyede sorarlarsa da “Sigara almaya çıkıyorum” diyeceğim diye plan yaptım. Sormadılar da. Otobüse bindim, İstanbul’a geri geldim. Gece eve geldim kapıyı çaldım. Rahmetli babam şok oldu. Sinirlendi, kızdı. “Olur mu toz toprak, bu ne demek” dedi. Bir hafta sonra gidip tekrar başvurdum. Bakaya düştüğü için Isparta çıktı. Sabah Isparta’da indim, elimde Cumhuriyet gazetesi, akşamüzeri dört gibi teslim olacağım, çay içmeye bir yere oturdum, kafamı bir kaldırdım kocaman SODEP il merkezi yazıyor. Buraya uğrayayım dedim. Sabah 10 oldu artık. Odacı kapıyı açtı. Çay ikram etti. Sohbet etmeye başladık. Dedi ki “İl başkanımız emekli albaydır, 40. piyade alay komutanıyla her akşam beraberdir.” “Faydası olur mu” dedim. “Olmaz mı” dedi. Bir iki saat sonra il sekreteri geldi. Sohbet ettik. Sonra başkan geldi. Beni çağırdı. Sorular sordu. Sonra alay komutanını aradı. “Aile dostumun çocuğudur, sana gönderiyorum” dedi. Ben gittim. Kapıdan beni aldılar, özel giydirdiler. Alay komutanın postası oldum. 23 gün sonra özel dağıtım geldi bana. Ankara Gazi Orduevi’ne. Ben memnun olmadım tabii, İstanbul’a gitmek istiyorum. İl başkanını aradım. “Ben yaptırdım” dedi. “Ben İstanbul Fenerbahçe Orduevi istiyorum” dedim. Ankara’ya gitmedim. Dağıtım günü geldi. 3 bin kişi dizildik, okunuyor. Diyarbakır, Kıbrıs, Urfa... “Eyvah” dedim. “Gürsel Tekin Kuleli Askeri Lisesi İstanbul” deyince, herkesin dönüp bana bir bakışı var. Geldim Kuleli’ye. Komutanım Yaşar Büyükanıt. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın askeriyim ben. Erdal İnönü’yle mektuplaşıyordum askerken. Mektuplar okunuyor tabii. Büyükanıt merak etmiş, “Kim bu” demiş, “Komutanım ben siyasetçiyim” dedim. İyidir aramız. İl başkanı olduğumda ilk Büyükanıt aramıştı kutlamak için.Lise mezunuyum. Üniversite bitireyim diye Kadıköy Belediye Başkan yardımcılığı dönemimde çok zorladılar. Açık Öğretim falan bitir diye. İstemedim. Bitirip ne olacak benim için artık. Hiç sevmediğim şey futbol. Bir kez maça gittim zorunluluktan... Genel Başkan geldiği için, protokol gereği. Beşiktaş’ta kongre üyesiyim bir de. Arkadaşlarımla olmayı çok severim ama siyaset konuşurum. Saatlerce konuşurum. İçki içmem. Fıkra anlatmayı severim. Arkadaş çevrem geniştir. Ailemden 10 bine yakın kişi burada. Ardahan’da kimse kalmadı. İstanbul’un dört bir yanıda akrabalarım var. Üç çocuğum var. Büyük oğlumun adı Ulaş’tır. İlk 14 yaşında Ulaş Bardakçı’nın hayatını okumuştum. Oğlum olursa adını koyacağım demiştim.SODEP’e girdim, iki ay sonra gençlik komisyonu başkanı oldum Kadıköy’de. Siyaset öyle başladı. 20 yaşındayım. Aslında daha önce başladı da. Araya 1980 darbesi girdi. Sonra 1985 yılında asker oldum.

Devamını Oku

Kompleksliyim arızalıyım, tabii ki yaram berem çok

20 Mart 2009

Benim için bir yazarla konuşmanın en zor tarafı, ailemde iyi yazarlar olduğunu ikimizin de bilmesidir. Ben elimden geldiğince kibar ve manasız şekilde övgü dolu, karşımdaki de olabildiğince iddiasız konuşma çabasındadır.Elif’le konuşmaya giderken bu korku içimi kaplamadı ama. Konuşmanın nasıl geçeceğini neredeyse önceden biliyordum. Hayır, sandığınız gibi bir arkadaşlığımız yok Elif Şafak’la. Tanışmıyorduk bile. Ama bir sezgi işte. Onu tanıyordum sanki. Ve mümkün olduğunca büyük bir hızla üzerindeki zırhı kırıp atmak istiyordum. Nedense gerçek olmayan bir tarafı vardı benim için. O yüzden yazar olmasından çok anlatmadığı hikâyesini merak ettim. Benim bu merakım aramızda oluşacak tüm mesafeleri yok etti. Ama bu arada sizin merak edeceğiniz şeyleri de sormayı unutmadım... Yeni romanı Aşk ve geçen haftanın polemiği Adalet Ağaoğlu...Yazarken yemiyorum, uyumuyorum yıkanmıyorum, kendimi yok ediyorumSiz hiç hakkınızda çıkan yazıları ve yaptığınız röportajları toplu halde okudunuz mu?Okumadım...Ben okudum. Siz gerçeklik duygusunu seven, kahramanlarını da böyle yaratan birisiniz. Ama sizinle yapılan söyleşileri okuduğumda neredeyse tüm hayatınızı anlatmış olmanıza rağmen sizinle ilgili bir gerçeğe yaklaşamadığım duygusuna kapıldım. Kendinizle ilgili gerçekleri gizlemek için çaba harcar gibisiniz. Yanılıyor muyum?Sorunuz beni şaşırttı. Ama kendimi saklama arzusu var bende, haklısınız. Kitaplarımı konuşmayı tercih ederim, kendimi anlatmak yerine.Ama annenizi, babasızlığınızı, yalnız çocukluğunuzu, İspanya yıllarını, Amerika maceralarını biliyoruz. Siz anlattınız daha önceki söyleşilerinizde.Sorular bana çevrilince bocalıyorum. Anlattım onları ama konuşmayı tercih ettiğim şeyler değildi. Ayrıca çocukluğumdan yazıyla ilgisini kurduğum noktalardan bahsediyorum. Yazı yazmak benim için kendimi anlatmak demek değil, kendim olmak demek değil, tam tersine bir başkası olabilme yeteneği. O ruhsal yolculuğu seviyorum zaten. Beni heyecanlandıran o. Bu yüzden hayal dünyasını konuşmak çok daha cazip geliyor bana. Hayal ve hakikat belki de hiç ayrılmayan bir şeydir. Hangisi gerçek bilmiyoruz aslında.ÖZÜNDE İÇİNE KAPANIK BİRİYİM YABANİYİMYazarlığın sadece başka insanları iyi tanımak olduğunu mu söylüyorsunuz ama belki de kendini iyi tanımaktır başka insanlarda.İnsan kainatın aynısı, kainatta ne varsa bizde de var. Belki sevmediğimiz çok şey de var içimizde. Ama insan çok sesli, çok başlı, çelişkilerle dolu bir mahluk. Kendimi iyi gözlemlersem insanı da tanırım zaten. Nefsini tanırsan insanı tanıyorsun. Yazmak insanı anlamaya dönük bir çaba benim için.Duygularınızın açığa çıkmasından korkar mısınız, başkalarının duygularını çok daha kolay mı anlatıyorsunuz?Halının altına süpürmem duygularımı. Her şey iyiymiş gibi davranmam. Kötüyse kötüdür. Kızgınlıklarımı, duygularımı gösteririm. Ama özünde içine kapanık biriyim. Yabaniyim.Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mısınız?Çocukluğumdaki yalnızlık çok önemli benim yazma yolculuğumda. Çünkü çok okurdum. Kendi hayatımı çok renksiz, durgun bulduğum için, kitaplara ihtiyacım vardı. Bambaşka dünyalara. Yazıya olan düşkünlük çok varoluşsal bir dert benim için. O yüzden günün birinde yazarlıktan vazgeçebilirim. Yazarlık sevdası, tutkusu, arzusu çok sonra gelişti bende, yirmili yaşlarda. Ama yazı çok erken gelişti. İlkokuldan beri. Yazarlık bana dair bir heves ama yazı içgüdüsel. Kimse okumasa da yazarım. Zaten bu kadar sevmeden yapamazsın, hakikaten delilik.Bir röportajınızda deliliğe çok yakın olduğunuzu söylemişsiniz. Eskiden bunu çok net, çok fiziksel bir şekilde yaşadım. Her roman yazma süreci beni tekrar deliliğe yaklaştıran bir sarkaç. Roman bitince normalleşiyorum. Her gün düzenli yazan biri değilim. Yazdığım dönemler oluyor. Yazdığımda deli gibi yazıyorum. Fiziksel olarak değişiyorum. Ses tonum değişiyor. Kendimi çok hırpalayarak yazıyorum. Bu eskiden daha da fazlaydı. Şimdi normal bir anne olmayı öğrenmeye çalışıyorum. Dadısız mümkün değil ama. Bir kadın yazarın mutlaka iyi bir dadısı olmalı. Sylvia Plath bunu çok vurguluyor. Eline geçen ilk yazarlık bursuyla dadı tutuyor.Bu da iyi konu ama ben nasıl kendinizi hırpalayarak yazdığınızı merak ettim?Yemek yemiyorum. Yıkanmıyorum. Uyumuyorum. Perdeleri çekip yarasa gibi yaşıyorum. Tırnaklarımın kenarlarını koparmaktan tek tek düştükleri dönem oldu. Yazarken ben yok oluyorum. Garip bir ritmi var onun. Beni bundan koruyan şey eşim Eyüp (Can). Aşk. Çünkü insan kendi kendine de bu deliliğe gidişi hızlandırabiliyor. Çok didiklerim kendimi. Eyüp yaşadıklarımı bilir, duygularımı bilir. Konuşurum. Çünkü kendimi o kadar iyi tanıyorum ki, en ufak oynamalardan bile haberdarımdır. Saatlerce bundan konuşup, uzun uzun yazabilirim. Öyküyü her zaman gürül gürül akan hayata tercİh ettİmEyüp Can’la yapılan röportajları da çıkarıp okudum. Siz yalnızlıktan, o kalabalık bir aileden, siz belki yeterince sevilmediğinden, o çok fazla sevildiğinden, siz babasızlıktan o babanın varlığından, otoriter olmasından şikayetçi. Bu zıtlık, sizin babasız büyümenizle ilgili sorununuzu hafifletti mi? Eşinizde de sizde olmayan bir aile var ama onun da dertleri var.Baba durumunun başka boyutları ve başka açıları olduğunu Eyüp’de gördüm gerçekten. Böyle düşünmemiştim daha önce, haklısınız. Yazı yazmamamı yalnızlığım besledi diyorsunuz. Zaten, ya yazı ya hayat, ikisi beraber olmaz der çoğu yazar. Ama siz iki çocuk doğurdunuz, iki kitap yazdınız o sırada. Size hayran mı olmalıyım yoksa sizin için üzülmeli miyim?Niye üzüleceksiniz.Anneliğin içinizdeki telaşa, endişeye ve var olma açlığına yetmediği için. Bunu anneliği yüceltmek için söylemiyorum ama var olma telaşına iyi geldiğini biliyorum. Yazarken hayatı kaçırıyorum duygusu oluyor bende. Siz odada tek başına yazarken hayat dışarıda gürül gürül akmaya devam ediyor. Ama öykü de gürül gürül akıyor o sırada. Ben hep öyküyü tercih ettim. Anneliğe kadar kafam bu konuda çok netti. Annelikle beraber odanın dışındaki hayata sırtını dönemiyorsun. Dengelemeyi öğrenmen gerekiyor. Gerçi ne dediğinizi anlıyorum. Annelik bir rahatlama getiriyor. Fazla kendimizi hırpalamışız. Fazla büyütmüşüz. Ama ben hep böyleydim. Birkaç işi aynı anda yapan biriyim. Son perdede hepsini romanın içine akıtmayı seviyorum. Ama bunu tüm kadın yazarlar yaşamak zorunda kalıyor. Ev, yemek, koca, anne, çocuk. Bir dengesini kurmanız gerekiyor. Erkek yazarların tam yaşamadığı temel bölünmüşlük yaşıyoruz biz. Ama ben sakin bir hayatın içinde, tertemiz, çok iyi, güzel manzaralı bir odada yazamam. Sessizlikte de yazamam. Kafam karışık, hayat gürültülü olmalı sanki yazmam için.Peki, ya yazmanın tanrısallığı ve günlük hayatın sıradanlığı. Bu karmaşa ruhunuzu zedelemiyor mu?Tasavvufun bana öğretikleri burada işime yarıyor. Yazarlık egosu ve hayat arasında bağlantı kurmamı dengeliyor. Yazarlığın sunduğu “ben” deme halinin insanı çirkinleştirdiğini düşünüyorum. Ne kadar dengeliyorum bilmiyorum çünkü bende hem yazarlığın getirdiği ego, hem tasavvufun getirdiği hiçlik var. Bazen dengeliyorum, bazen hiç dengeleyemiyorum. Böyle böyle gidiyor.Hep böyle düzgün müsünüz? Diğer röportajlarınızı okuduğumdaki his geldi bana yine, içinizdeki karanlığı bizden saklıyor musunuz? Yazarların bir taraflarıyla kırılgan ama diğer yanlarıyla da sert ve vahşi olduklarını görürüz. Sizde kırılganlık görülüyor ama sert ve vahşi bir yan görülmüyor. Gerçekten bencil, sert, saldırgan bir yanınız yok mu?Olmaz olur mu tabii ki var. Akrep burcuyum ben. Ama özellikle bunları yapmamaya dikkat ediyorum. Egonun zehirli bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama arızam olmaz olur mu? Arızam olmasa yazar olur muyum bilmiyorum. Arızam var, yaram var, berem var, kompleksim var. Özellikle yazdığım dönemler çok bencilleşiyorum. Bir arkadaşımın derdi olsa, onu ne kadar sevsem de evden çıkmak, ona gitmek ağır geliyor bana. Ben merkezli oluyorum. Çok yazmak istiyorsam ve bölünüyorsa çok hırçın olabilirim.Doğumdan sonra bir depresyon yaşadınız...10 ay tek satır yazamadım. Öyle ön kabulümmüş ki yazmak, her şartta yazarıma öyle inanmışım ki. Kibir mi bu bilmiyorum. Yazamadım ve doğum sonrası depresyona girdim. Bu bana Siyah Süt’ü yazdırdı. O kitap bana Aşk’ın yolunu açtı. Tasavvufla ilgileniyordum ama içimde bir yere oturtabilmem Siyah Süt’ten sonra oldu. Kendimle barış imzalamam gerekiyordu. Çok küçümsediğim yanlarım vardı. Anaç yanım, evlilikte oluşturulan bağımlılık. “Alır bavulumu giderim, ne olacak ki” derdim hep ve öyle de yaşadım. Ama gitmek istemeyen bir tarafım da var. Reçel kaynatmak isteyen bir yanım da var. Bu yanımı hep görmezden geldim.Kuaförden sıkılıyorum, Eyüp’ün zoruyla gidiyorumKitaptaki fotoğraf çekimi için ilk defa beyaz gömlek giydim. Bu ilk satın aldığım beyaz gömlek. İrrasyonel biriyim ben. Bir şey yapmam lazım mesala. Çok az vaktim var. Bir şey görürüm ona dalarım ve bambaşka bir yöne giderim. Eyüp buna çıldırıyor. Çok düzenli bir insanın delirebileceği bir dağınıklık var bende. Kuaföre Eyüp’ün zoruyla giderim. Geçen gün manikür yaptırdım ve yarısında bıraktım, çok sıkıldım. Saçımı kendim keserim, boyarım. Feci olursa, o zaman kuaföre giderim.Adalet Hanım benim için çok kıymetli ama ona çok kırıldımAdalet Ağaoğlu’yla ne olduğunu merak ediyorum. Ama daha önce başka bir şey soracağım. O kadar çok röportajınızda “Kadın yazarlar diğer kadın yazarlara saygıyla bakmıyor, ah bu kadınların kadınlara ettikleri, edebiyat alemi tipimden rahatsız, Türkiye’de biri roman yazdığı zaman diğer romancılar bundan rahatsız oluyor” cümleleri etmişsiniz ki. Bu Adalet Hanım’la başına gelenin ilk olmadığını anlıyorum. Size kötü mü davranıyorlar?Bir kere “Edebiyat alemi tipimden rahatsız” demedim. Direkt bana yapılmış bir şey olmadı. Milletçe birbirimizi hırpalamaya çok meraklıyız onu demek istiyorum. Ama üreten, yazan, çizen bir avuç insan birbirini sevmiyor. Okumuyor. Desteklemiyor. Yurt dışında üstelik İranlı entelektüellerde gördüm çok da etkilendim, konferasta çıkıyor bir İranlı siyaset bilimci, İranlı bir şairden dörtlük okuyarak başlıyor. İranlı bir yazar kitabı için ödül alacak, önce çevirmenini överek başlıyor konuşmasına. Bunu nasıl öğrendiler bilmiyorum. Nasıl destekler birbirini? Biz birbirimize böyle destek olan bir toplum değiliz. Burada birbirinden negatif olmadan konuşmuyorsun bile.Peki Siyah Süt kitabınızda Adalet Ağaoğlu’nu evinde ziyaret ettiğinizi, beraber çay içip, çocuk sahibi olmak, evlilik, yazar olmak üzerine sohbet ettiğinizi yazdınız. Sonra Adalet Hanım geçen hafta Taraf gazetesinde Ayça Örer’e verdiği röportajda “Elif Şafak beni kullandı, yazdıkları gerçeği yansıtmıyor” dedi. Kırıldınız mı?Aslında bu konu konuşmak istediğim bir konu değil. Ama çok kırıldım. Siyah Süt’ü okuyan herkes bilir, okurun bunun farkında olduğunu biliyorum, Adalet Hanım’dan çok saygıyla bahsettim. Benim için kıymetli bir insan. Kitapta da verdiğim kıymeti yansıttım. Adalet Hanım her şeyden önce Fikrimin İnce Gülü’nün, Ölmeye Yatmak’ın yazarı. O romanlarla özdeşleştiriyorum. Onun dışında polemiğe girmek istemiyorum. Benim için Adalet Hanım artık Fikrimin İnce Gülü’nün yazarı. Kafamda o romanların yazarı Adalet Hanım.İyi bir kitap okuyorsam yazarının da olağanüstü biri olduğunu varsayarım ben. Siz de mi öylesiniz?Yazı ve yazar arasında birebir örtüşme olduğunu düşünmüyorum. Hatta bir yazarın kendisini hiç sevmeyebiliriz ama yazdıklarını sevebiliriz. İyi kitapları gerçekten iyi insanlar mı yazıyor kuşkuluyum. Yazıyı sürekli kılan iki şey var biri hınçla yazmak, diğeri aşkla yazmak. Ben aşkla yazıyorum, onu biliyorum.“Aşk”ı hayatımdan yola çıkarak yazdımBu kitabı yazabilmek için kaç yardımcı gerekti size?Mutlaka bir yardımcı olmalı. Bir de annem. İki bebek olduğu için. Şehrazat Zelda 2,5 yaşında, Emir Zahir 7 aylık. Tek başıma çekip çevirebileceğim bir iş değil bu. Roman da çocuk gibi, o da ilgi bekliyor. Bir gün ihmal etsem ertesi gün döndüğümde küsüyor. Ama bu sefer müthiş aktı. Geceleri çok çalıştım. Gecenin sessizliğini müzikle bozarım. Radyo, televizyon, camlar hep açıktır. Önce hangi fikri buldunuz “Aşk” romanına başlarken? Tasavvufla ilgili bir şey yazma fikri bir iç ses olarak uzun zamandır vardı. Aşk üzerine yazmak istediğimi de biliyordum. Ama beni heyecanlandıran Zahara karakteri oldu. Ben modern sufiyi, kadınların aşık olacağı, benim aşık olabileceğim bir adam yaratmak istedim. Uzun zaman kitabın adını Zahara koyarım diye düşündüm hatta. 13. yüzyıl beni hep çeken, bugünle de parallellikleri olduğunu düşündüğüm bir dönemdir. Bugünün insanı için tasavvuf ne? Herkesin bunun içine bir çağrılış öyküsü var. Benim tasavvufa çekilmem de öyle oldu zaten. Kendi hayat hikâyemden yola çıktım, tabii ki Ella ben değilim ama oradaki bütün karakterlerden vardır bende.İngilizce yazdınız... İki çocukla yazdığınızı bile anlayabilirim ama İngilizce yazmayı hiç anlayamıyorum. Yazının müziği çok önemli. İngilizcem anadilim kadar iyi değil tabii ki ama bana heyecan veriyor. Keşke başka bir dilde de aynı şekilde yazabilsem. İngilizce çok matametiksel. Türkçe çok daha duygusal bir dil. Ben zaten duygusal bir insanım. Yazarken İngilizce’nin yarattığı mesafe bana iyi geliyor. Bu üçüncü İngilizce yazdığım roman.Ella sıradan bir kadın... Zahara sıra dışı bir adam... Bu özellikle tercih edilmiş bir denge mi?Evet. Benim için önemli olan sıradan bir kadının tasavvuf aracığıyla dönüşüydü. Ella yazdıkça gelişti aslında. Yarına odaklı bir kadın. Bu benim de kafamı kurcalayan bir şey. Zahara o kadına “Sana yarını vaadetmiyorum” diyor. Karakterlerin ne yaşacağını önceden bilmiyorum. Bilerek de yazılabilir. Ama o bana mühendislik gibi geliyor. Ben kahramanın başına ne gelecek bilmiyorum. Bu riskli bir yazım tarzı. Ben o riski seviyorum. Mevlana’yı anlatırken de, kendi hayalimdekini anlattım.Mevlana ve Şems’in aşkı, Ella ve Zahara’nın aşkı... Sizi bize tam ne diyorsunuz? Ella evliliğini bırakıp Zahara’ya gidiyor. Bu dürüstlük. O kadar bilincindeki mutsuz olduğunun. Bastırmış hep. Sonra hiç tanımadığı, hiç bilmediği bir adama aşık oluyor. Ruhani bir aşk bu. Özünü biliyor onun. Hepimiz bir yerlerde bir noksanlık duygusu yaşıyoruz. Onu tamamlamak üzere aşık oluyoruz. Hep bir tamamlanma arzusu var. Bu bir yolculuk. Her şey bir yolculuk aslında. Kitap okumak da bir yolculuk. Bir kitabı bitirdiğinizde hâlâ aynı insansak o çok iyi bir roman değildir. Eyüp beğendi mi kitabı? Eyüb’ün favorisi Mahrem’dir. Ona göre ben daha Mahrem’i aşamadım. Bu kötü bir şey aslında.

Devamını Oku

Sağ ve sol ilk kez birleşmişti!

13 Mart 2009

Şule Perinçek’i röportaj yapmak için aradığımda “Doğu’yla da konuşmak ister misiniz” dedi. Hem cazip geldi hem de göz teması olmadan hiçbir röportajın yeterince gerçek olamayacağını bildiğim için, çok da önemi yoktu. Şule Hanım’ın gözleri daha önemliydi. Zaten öyle de oldu, cezaevinden gelen cevaplar Şule Hanım’ı yenemedi. İşte Perinçekler...Ümraniye’de bombalar bulunduğu 12 Haziran 2007 günü kortunuz mu? Korkmadım ama meselenin milli tavrın üzerine gitmek olduğu otaya çıkınca, bunun merkezinde de biz olduğumuz için sürpriz değildi işin bize doğru gelmesi. Sabaha karşı dört gibi geldiler. Can’la ben yalnızdık. Doğu (Perinçek) Ankara’daydı. Aynı anda iki tarafı bastılar. Kapıyı açmadan kimlik görmek istedim. Kapının altından kimliğini atmadı tabii “Yanımızda muhtar var, kapıcının karısı var” dediler. Açtım “Bir dakika bekleyin giyineyim” dedim. Sonra arama emrini istedim. Gittim gözlüğü aldım. Kapıda öyle beklediler. Okudum, yapacak bir şey yok, “Buyrun” dedim. Tek bir şey rica ettim. Evde 10-15 bin kitap var. Ve hepsi bir mantığa göre dizilmiş. Ezbere biliyoruz. Doğu benden “Üçüncü rafın sağ tarafındaki baştan beşinci kitap” diyerek ister kitabı. Ve bunu tekrar dizmek çok zor. Bozmamalarını istedim. “Raf raf bakıp yerine koyun” dedim. Tek tek, sayfa sayfa her şeye baktılar. İçeride parti dosyaları da var. Onlara baktırmak istemedim. Polisin bunlara bakması yasal değil. Parti iç yazışmaları. Ancak Anayasa Mahkemesi kararı olması lazım. “Evde tutmasaydınız o zaman” dediler. Satır satır okudular.Önce telaşlandım ama ilk görüşe gidince içim rahatladıKaç saat kaldılar?Sabah 04.00’ten akşam 07.00’ye kadar... Mantıklı bir arama değildi.Doğu Perinçek’le o sırada haberleşebildiniz mi?Genel Merkez’de kaldığımız bir oda var, oradaydı Doğu. Telefon bağlantılarını kestiler zaten. Aynı anda girmeleri bu yüzden, haberleşmeni istemiyorlar. Doğu’yu göz altına aldılar. İstanbul’a getirmişler. Tutuklayıp cezaevine götürülünce, “Can güvenliği açısından güvenli bir cezaevi mi?” diye endişe ettim. Çünkü sağda da, solda da bize karşı tehdit var. Tekirdağ’a gittiler, “Hangi koğuşta, kiminle?” diye telaşa düştüm bu sefer. İlk görüşe gidince de rahatladım. Açık görüşlerde kocaman bir masada birlikte oluyoruzNe konuşuyorsunuz görüşlerde?Kağıt kalemle geliriz biz karşılıklı. Plastik kalem kağıt götürüyorum yanımda. Azar işitiyorum sürekli. “Atatürk eserleri geç kaldı, niye basılmıyor” diyor. Dergiyi, ulusal kanalı soruyor. “Aydınlık’ın kapağı niye öyle oldu da, böyle oldu da...” Sonra bütün binada dolaşıp söyleşiler yapıyorum, hâl hatır soruyorum. Bilgi toplayıp Doğu’ya aktarıyorum. “Şöyle şeyler tartışılıyor, şunlar konuşuluyor” diye... Pazartesi günleri 10 dakika telefon hakkı var. Çarşambaları görüş günü. 45 dakika camlı bölmede telefonla görüşülüyor. Her ayın ilk çarşambası da açık görüş var. Açık görüşlerde kocaman masada oluyoruz zaten. Hep beraber konuşuyoruz. Gide gele yakınlık oldu mahkum yakınları arasında da. İçeride de öyle. Kimse kimseyi tanımazken, tanışmalar başladı. Asıl şimdi yavaş yavaş örgüt oluyorlar. Duruşmaları izliyor musunuz?İlk gün oğlum Can’la beraber duruşma salonuna gittim. Çıldırdım. Avaz avaz bağırdım. Adamın biri dışarda oturuyor ve “Mübaşirler buraya, sen oraya geç”, Kemal Alemdaroğlu’na “Sen şuraya git” falan diyor. “Kim bu ya?” dedim. “Drej Ali” dediler. Deli oldum, “Kim bu Drej Ali de burada düzeni sağlıyor” dedim. Sonra haksızlık yaptığımı düşündüm. Çünkü onun da oraya getiriliş sebebi Drej Ali olması nedeniyle değil. Ulusalcı olması nedeniyle.İnsan kocasız yaşar ama vatansız yaşayamaz, Türkiye’yi bölüyorlarSizinle, Ergenekon davasından tutuklu, hatta bu örgütün sivil kanadının lideri olduğu söylenen eşiniz Doğu Perinçek nedeniyle röportaj yapmak istedim. Amacım sizinle bu örgütü tartışmak değil. Ama şunu da söylemek zorundayım, birbirinden ideolojisi, yaşam tarzı, inancı, fikri farklı insanları sadece milli tavrı nedeniyle birlikte suçluyorlar diyorsunuz ya... Ama bir bakıyorsunuz bu insanların hepsi mutlaka bir yerlerde birbiriyle görüşmüş, konuşmuş, tanışmış. O milli tavrı alırken beraber hareket etmişler. Biz onları birbirinden farklı zannediyormuşuz. Onlar birbirine çoktan benzemiş, bile, öyle değil mi?İlk defa böyle bir şey oluyordu Türkiye’de, milli güçlerin bir araya toplandığı... Aralarındaki farkları dikkate almaksızın bir araya gelme vardı. Bunun önüne geçmek istediler. Çünkü bu onlar için çok tehlikeli bir şey. Bugüne kadar birbirine kırdığınız insanlar yan yana gelmeye başlıyor. Hem sağdan hem soldan. Bunu engellemek için bu dava yaratıldı. 50 yıldan beri siyaseti izliyorum, Türkiye hiç bu kadar yol ayrımına gelmemişti. Menfaatler bu kadar çatışmamıştı. Türkiye bölünecek. Size çok samimi söylüyorum insan kocasız yaşar -çoluğun çocuğun eğlencesi olacak kadar birbirimize düşkünüzdür Doğu’yla o ayrı- ama vatansız yaşayamazsınız. Bizi bölüyorlar. Birbirimizden ayırıyorlar. Kutuplaşmaya baksanıza. Türk milletinin birliğinin bütünlüğünün menfaati neredeyse ben orada olurum.Ama bir taraftan da İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı, Ergenekon tutuklusu Hikmet Çiçek “Uğur Mumcu yaşasaydı ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyen vatansızların yanında olmazdı” diyor. Hrant Dink’in katledilişini kınayan bir tavrın sloganı bu. Bunu söyleyenlere vatansız diyorsunuz. Karşı komşum Ermeni. Azınlıklar biliyorsunuz ki devletle ters düşmeye korkar. Evimin basıldığı sabah komşum hemen gelip, “Arabam burada, ihtiyacınız olan ne varsa hiç çekinmeden söyleyin” dedi. Çünkü o da biliyor bizim söylediğimiz şeyin ülke menfaati için olduğunu. Ermeni soykırımı iddiaları planın bir parçası. Tabii ki ülke savunulurken bir kıyım olmuş ama karşılıklı olmuş bu. Rus arşivleri orada, büyük oğlum Mehmet gidip bulabiliyor da onlar mı bulamıyor. Belgeler de soykırım olmadığını söylüyor. Bir göç var, kaçı yollarda öldü bilinmiyor. Ayrıca seni arkandan vurmak isteyen birine de bir savunma yapacaksın herhalde.“Başbuğ-Kıvrıkoğlu zirvesi Ergenekon şeması yüzünden”Tutuklanan paşalardan veya askerlerden daha önceden yakın görüştüğünüz biri var mı?Hiçbirini tanımıyorum yakından. Görmedim bile. Bir tek Tuncer Kılınç’la görüşüp oturdum. MGK Genel Sekreteri’yken, Atatürk kitaplarıyla ilgili. Genelkurmay’da bazı belgelere ulaşamıyorduk.Doğu Perinçek ifadesinde Ergenekon örgütünün bir numarası Hüseyin Kıvrıkoğlu dedi. Aynı gün Kıvrıkoğlu-Başbuğ görüşmesi oldu. Gazetelerde fotoğraflar çıktı. Bu tesadüf mü sizce?MİT’in Ergenekon şeması böyle. O dönem Kıvrıkoğlu var çünkü. O dönem ordunun hizadan çıkış dönemi. O da İlker Başbuğ’a şema yüzünden gitmiştir, şema ona da gitmiştir tabii... O da “Bu ne” diye sormak için gitmiş olabilir. Bilmiyorum açıkçası.Doğu Perinçek ifadesinde söylenen suçları reddetti ama “3 CD özellikle üstümüze yapıştırılıyor” dedi. CD’ler suç unsuru taşıyor sanırım. Ne varmış içlerinde?Yargıtay’ın krokisi, Yaşar Büyükanıt’a suikast planı, bir de Tayyip Erdoğan’ın güzergahı varmış. Tutanaklarda yok bu üç CD.Doğu’yla temelde aynıyız ama taktiklerde farklı şeyler düşünüyoruzKaç avukatı var Doğu Perinçek’in?1000’e yakın vekalet aldı. Doğu’nun kendisi de hukukçu zaten. Savunmasını kendi yaptı, hatta avukatlar “Bize iş bırakmadınız” dedi. Silivri’de ev tutuldu. Kollektif bir çalışma yapıldı. Dönüşümlü orada kalıyorlar. 2500 sayfalık iddianame. Duruşmanın ilk günü avukatlara kısıtlama geldi. İçeriye 3 avukat alabiliyorsunuz. Siyasi olarak farklı düşündüğümüz avukatlar da var aralarında.Doğu Perinçek için “Hayatı çelişkilerle doludur. Devrimci, Maocu, Apocu, Ulusalcı olmuştur. Kıbrıs konusu, Kürt konusu bunlara çok iyi örnektir” diye yazıyor internette. Ben sizi merak ediyorum. Siz de beraber mi değişiyordunuz eşinizle, yoksa kavga mı çıkıyordu bu değişimlerde?Temelde aynıyız tabii. Ama siyasette, taktiklerde farklı şeyler düşündüğümüz oldu. Temelde farklı olsaydık evli de kalmazdım zaten. Ana çizgide ayrı düşsek evliliğimi bitirirdim. Ayrıca siyaset, zamanına, konjonktüre göre değişmesi gereken bir şey zaten. Bazı hatalar yapıldı bence de ama bunları sonra düzelttik. Kıbrıs konusunda dengeler değişti diye bakışımız da değişti. Kürtlerin hakkını yine savunuyorum. Kürt köylüsü ile Türk köylüsünü ne olursa olsun ayıramam. Ama gerçekçi olmak lazım. Atatürk bunu “maddeyi sevmek” diye tanımlıyor. Bugün Kürtleri etnik grup olarak kabul etmek bölünmektir ve ülke yararına değildir. Kürtlerin de yararına değildir. Çünkü arkasında Amerika var. Buna değişmek diyemeyiz. Gerçekçiyiz.SolculuĞun temelİnİn ulusalcIlIk olduĞunu düŞünüyorumDev- Genç başkanlığından arada başka duraklara uğrayıp, sonunda da ulusalcı olmak, gerçekten tuhaf değil mi?Solculuğun ulusalcı olmamak olduğunu varsaydığınızı anlıyorum sorunuzdan. Ben ulusalcı olduğum için solcu oldum. Cumhuriyetçi bir aileden geldim. Vatan sevgisini öğrendik. Dedem Çanakkale’de şehit oldu. Babam doktordu ve parası olmayana bakan bir doktordu. Solcu olmamdaki yollar böyle döşendi diye düşünüyorum. Solculuğun esas temelinin ulusalcılık olduğunu düşünüyorum. Memleketini sevmeden ne yapabilirsin ki? Milli demek başı dik olmak demek. Vatanını sevmek demek.Sol kavramını böyle açıklamam doğrusu ama illa ki bir şey sevmek üzerinden anlatacaksak, sol insanı sevmektir demeyi tercih ederim. Vatan sevmenin bir ideoloji olması bana tuhaf geliyor. Solcu olma öykünüzü merak ettim açıkçası.İstanbul’dan Ankara’ya gittim. Doktor olmak istiyordum. Ellerimle yapabileceğim bir şey istiyordum, hâlâ da dokunmayı severim. Lisede Amerika’ya gitmiştim. Vietnam savaşı vardı, bu konuda konuşmalar yapıyordum. Babam istemedi. “Sana siyaset yakışır” dedi. Babamla Ankara Siyasal’a kayıt olmaya gittik. İşgal var okulda. Davullar, zurnalar... Dönme niyetindeydim aslında kaldım. Birinci sınıfta, ayrılmalar olmaya başladı sol içinde. Kim ne diyor, kimi seçmek lazım hiç anlayamıyordum. Mesela eğitimlerde yeni devrimci olan arkadaşlara anlatırken hiç yabancı kelime kullanmam o yüzden. Bir gün kantindeyim, İşçi Köylü dergisini satmak için bir grup geldi, masasanı kurdu. Buz gibi bir hava oldu kantinde. Kavga çıkacak belli. Hangisi ne diyor bilmiyordum ama o gelenlerin dergilerini satmaları hakları diye düşündüm. Topuk seslerimi hâlâ anlatırken duyuyorum, masaya doğru yürüdüm, bir dergi satın aldım. O günden sonra aydınlıkçı oldum. O dönemde tanıştık Doğu’yla ama 1974’de evlendik.Peki, solcu olmak ulusalcı olmaktır dediniz ya, Ordu da solcu mudur?12 Mart ve 12 Eylül ordusu ile bugünkü ordu arasında fark var. Zaten bu fark olduğu için Ergenekon davasının merkezinde ordu duruyor. Amerika kendisi söyledi, ordu hizadan çıktı. Dolayısıyla zaten benim benimseyeceğim çizgiye geldi yani. Bugün ordunun bir kısmıyla aynı safdaysam bundan gurur duyarım. Ben devrimciyim. Devrim yapmak istiyorum ülkede. Bunu ordu gücü olmadan yapabilir miyim? Çok olmam lazım zaten. Silahlı kuvvetiniz olmadığı vakit devrim de yapamazsınız. İlk başta “Bu insanlarla ne işimiz var bizim, aynı çatı altına gelmemiz mümkün olmayanlarla aynı anda suçlanıyoruz” dedim. Çünkü şundan emindim Ergenekon diye bir örgüt yok, bizim de bununla ilgimiz yok. Başka birine kefil olamam ama bizim partinin 35 yıldır her kararına imza attım ben, biliyorum ne olduğunu. Ama sonra anladım ki oraya getirilenlerin yanlışları, hataları olabilir, suçlara bulaşmış olabilirler ama oraya getirilme nedenleri hiçbirinin suçu değil. Ortak nokta, bulunduğun yerde milli bir tavır almış olman.DOĞU PERİNÇEK CEZAEVİNDEN YANITLADITolon ve Eruygur Paşaların çıkması beni yaralamıyor aksine seviniyorumErgenekon sanıklarından en yakın olduğunuz kişiler kimler?Elbette İşçi Partisi önderleri. Bunun dışında Prof Dr. Emin Gürses gibi içi dışı bir, yürekli, devrimci aydınlar. 21 kişilik koğuşlardan farklı olarak, üç hücreli koğuşta kalıyorum. İP MKK Üyesi Adnan Akfırat ve İP Merkez Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek’le. Diğer tutuklularla görüşemiyoruz.Tolon ve Eruygur’un hastalanarak dışarı çıkması sizi yaralıyor mu?Niçin yaralasın? Sağlıkları bozulduğu için üzülüyorum, dışarı çıktıkları için seviniyorum. Kuddusi Okkır resmen öldürüldü. Org. Şener Eruygur resmen infaz edildi; bilinci katledildi. Diğer general ve subaylar gerçekten hasta oldukları için hastaneye götürüldü ve serbest bırakıldılar.Ergenekon tutuklularından Zekeriya Öztürk “İşçi Partisi 2003’ten beri darbeyi bekliyordu” diye ifade verdi. Ergenekon Davası’nda Zekeriya Öztürk’ün bilgisayarından çıkan belgeler, onun 2003 yılında Ulusal Kanal’a görevli olarak yollandığını kanıtladı. Mektupları var, kendisini görevlendirenlere yazdığı. Yine yazışmaları var; ABD Elçiliği’yle her gün görüştüğünü, ABD adına belli karanlık hizmetler karşılığı insanlara yurtdışına çıkma olanağı, can güvenliği ve lüks yaşama güvencesi vaat eden. Öztürk, mahkemede bu belgelerin kendisine ait olduğunu kabul etti. Size yazılı ifademi gönderiyorum. Aydınlık hareketine beraber başladığınız Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Nuri Çolakoğlu, Gün Zileli, Soner Yalçın ve daha birçok isimle ayrı düştünüz. Sizi terkettiler. Hepsi mi hatalı? Soner Yalçın kardeşimizi nasıl o listeye yazarsınız! Nuri Çolakoğlu da farklıdır; sistemin içinde yaşasa da, kötülük yapmayı bilmez. Benim döneklerim, Ethem Sancak, Şahin Alpay, Halil Berktay, Cengiz Çandar, Hadi Uluengin gibi sistemin entelijansiyasındadır. Mihri Belli sizin için “Perinçek, yeterince askere yakın olmadığımız için bizden ayrıldı” demişti...O tarihlerde THKO ve THKP/C içindeki militanlardan sorabilirsiniz. 9 Mart sabahı nasıl darbeyi beklediklerini. Bunu yakalandıktan sonra 3,5 saat sevgili Deniz Gezmiş’le de Ulucanlar Hapishanesi’nde konuştum. İsterseniz ayrıntılarıyla anlatırım. Hasan Cemal de bilir, kimlerin darbenin içinde, kimlerin dışında ve karşısında olduğunu. Perinçekler karşısındaydı.

Devamını Oku

'Müsteşarın makam otomobilini altından aldı, Ecevit’e yolladı'

8 Mart 2009

Hikâye çok karışık. Sabah Gazetesi’ni Başbakan’ın yakın arkadaşı Ahmet Çalık aldıktan sonra Medya Grup Başkanı da Başbakan’ın damadının erkek kardeşi Serhat Albayrak oldu. O da danışman olarak Başbakan’ın basın danışmanı Ahmet Tezcan’ı işe aldı. Ahmet Tezcan bu nedenle Başbakanlık Basın Müşavirliği’nden istifa etti. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan bundan hoşlanmadı. Sorunlar yaşandı. Babahan, Sabah’tan ayrıldı. Bir süre sonra da Ahmet Tezcan, Serhat Albayrak tarafından kovuldu. Yerimiz olsaydı bu çok enteresan hikâyeyi okuyacaktınız. Orada neler olmuş, inanamazsınız. Bu da artık başka bir pazara kaldı!Başbakan 7 gün 24 saat çalışır, duygusal ve merhametlidirİki buçuk yıl Başbakan’ın basın danışmanlığını yaptınız. Sizden sonra gelen Akif Beki ayrılırken “Çok yoruldum” demişti. Başbakan’ın basın danışmanı olmak çok zor ve yorucu bir görev mi?Yedi gün, 24 saat çalışır Başbakan. Dehşet çalışkandır. Bundan besleniyor. Bir günde 3 şehir, hatta bir günde 3 ülke gezdiğimiz olurdu. 2.5 yıllık süre içinde 58 ülkeye gittim. Bazılarına 7-8 defa. Çok küçük şekerlemelerle kendisini dinlendiren biri. Bu iyi bir şey değil ama. 5 yıl önceki resimlerine bakarsanız 15 yaş almış gibi. Başbakan’la çalışmak bu anlamda zordur. Çok da zevklidir Başbakan’la çalışmak. Çok espri yapar. Bazen öyle takılmalar yapar ki anlayamazsınız, ciddiye alır, bunalıma girersiniz. Sonra bir bakarsınız şakaymış. Görüntüsünün aksine çok duygusal ve merhametlidir.Bir röportajınızda da “Çok vefalıdır” dediğinizi okudum. Siz ne zaman tanıştınız Tayyip Erdoğan’la?Güneş Gazetesi’nde köşe yazarıydım, Tayyip Bey de İstanbul İl Başkanı. Erbakan’ın bir yemeğiydi. “Amma da yakışıklı adam, gencecik” demiştim. 1991 senesiydi. Sonra basın danışmanı olana kadar birkaç defa ayak üstü sohbet ettim. Oy bile vermedim AKP’ye. Belediye Başkanlığı’na geldiğinde birbirimizi uzaktan tanıyorduk, o beni yazılarımdan biliyordu. Basın danışmanlığı teklifi etmişti o sırada. Ama Kanal 7 beni kandırdı. Haber müdürü yaptılar. Çok iyi tanımıyordum açıkçası. Nikâhımı kıymıştı belediye başkanıyken. Birbirimizi çalışırken tanıdık. Ben hakikaten çok sevdim Başbakan’ı. O, vefanın somutlaşmış halidir. Başına ne geliyorsa bundan geliyor zaten.Tayyip Erdoğan’la biraz sohbet eden herkes ona aşık olurBaşbakan sizi sever mi?Sanırım sever. Patavatsız bir tarafım da vardır benim, bir gün dayamadım dedim ki: “Efendim, Cemil Meriç’in bir sözü vardır, ‘Hayır diyebilmek fazilettir’ diyor. Gördüğüm kadarıyla siz bu faziletten yoksunsunuz.” Yaşlı kadın, çocuk, muhabir kızlar... Dayanamıyor, onlar seslendi mi durmamayı nezaketsizlik kabul ediyor. Döndü bana “Sizi niye aldık?” dedi. “Ben hayır derim de siz sonra evet deyince olmuyor” dedim. “Siz de öyle hayır diyeceksiniz ki bana gelme ihtiyacı hissetmeyecek” karşılığını verdi. Doğru söyledi yine. Sofrada çok keyiflidir. Dar kapsamlı yemeklerde çok iyidir. Çok arkadaşımı gördüm, inanılmaz ön yargılı olup biraz sohbet ettikten sonra aşık olan. Samimi biri çünkü. İş dışında da görüşür müsünüz? Aradı mı mesela Sabah Gazetesi’nden kovulduğunuz zaman?Çalıştığım dönemde de içeriye girip “Başbakan ve memuru olmadan konuşmak istiyorum” dediğim olmuştur. Bu süreç içerisinde çok özel şeyler yaşadık. Kovulduktan sonra beni hiç aramadı. Aramasına gerek olacak bir durum da yok zaten. Serhat Albayrak beni hür iradesiyle aldı, hür iradesiyle de gönderdi. Aramasını bekliyor musunuz peki? Aramazsa kırılır mısınız?Hayır. Kırılmam söz konusu değil. Araması gerekirse arar, aramak isterse arar, ben ararsam mutlaka çıkar, o an müsaitse. Bir problemimiz olmaz.30 saniyelik konuşmam yüzünden operasyon yaptıKendinizi nasıl hissederdiniz Başbakan’la çalışırken? En öndeki duyguyu merak ediyorum. Korku, sevgi, saygı, kızgınlık, ayrıcalıklı, mutlu...Hep hissettiğim, yetişememekti. İyi çalışırdık ama. Bazıları 2 dakika diye girer yanına, yarım saatte çıkmazdı. Ben, 2 dakika, 3 dakika, 10 dakika derdim, dediğim kadar da sürerdi. “10 dakika görüşebilir miyiz?” dediğimde eline kağıt kalem alırdı, çünkü not tutacak, bir şey anlatacağım belli ki. 2 ya da 3 dakikayı ayakta dinlerdi. Bir kere “30 saniyeniz var mı?” dedim. “30 saniyede ne anlatabilirsin ki?” diye merak etti. “Anlatırım efendim” dedim, bir cümle söyledim, operasyon yaptı. 30 saniyelik bir şeydi ama etkisi hâlâ sürüyor. Akif Beki ile aranız nasıldır? Çalışma stilleriniz farklı sanırım. Çok dedikodu var anlaşamadığınıza ilişkin?Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Bizimkiler farklıydı. Birbirine uymadı yoğurt yiyişlerimiz. Ne yapacaksın?Başbakan adına konuşmak tam Beki’nin yapacağı iştiAkif Beki için hırslı, her şeyi kendi yapmak isteyen, Başbakan’ın çevresinde kendisinden yakın kimseyi istemeyen, Ömer Çelik’i ve sizi uzaklaştıran biri deniyor. Bunlar doğru mu?Hırslı demeyeyim, cevval ve atak diyeyim. Beni uzaklaştırdı desem iftira olur. Benim geri çekilmem sistemin iyi işlemesi içindi. Söylemek istediğim bir şey varsa söylerdim, Başbakan’la özel konularda, stratejik noktalarda fikir alışverişi mutlaka yapardık. Basın sözcülüğü Akif için uygun bir iş. Başbakan adına konuşacaksın çünkü. Ben olsam Başbakan adına konuşmaya başlar, kendi adıma bitiririm. Sıkıntı olur yani. Ama basın sözcülüğünün oluşturulmasını ben istemiştim. Baş danışman Nabi Avcı Bey istemiyordu. Ben Nabi Bey’e bağlıydım, bana bağlı da basın merkezi bölümü vardı. Ben benim bölümümün lağvedilmesi ve bir basın sözcülüğü birimi olması gerektiğini söylüyordum. Nabi Bey’e de gülerek “Size rağmen yaptıracağım” demiştim. Hakikaten de yaptırdım. Başbakan’la konuştum. Makul karşıladı. Müşavirliğin lağvedilmesini kabul etmedi. Kaçmak istediğimi anladı.Kaçmak mı istiyordunuz?Benim yabancı basınla karşılaştığım zaman doğru dürüst konuşabileceğim İngilizcem yok. Kendime yemek ısmarlarım ama yabancı bir gazeteciyle istediğim kıvamda konuşamam. Başbakan’ın tercümanlı bir basın müşaviri olmamalı. Bu alil bir görüntü. Benim bir önemim yok ki. Bunu Türkiye Cumhuriyeti’ne yakıştıramam. Doğru bir mekanizma kurulsun, kim altta kim üstte önemi yok ki. Nasılsa hicazdan başka makam tanımam ben.Başbakan’la sık görünenler kamuflaj malzemesidir aslında“Akif Beki, Ömer Çelik’i Başbakan’ın yanından uzaklaştırdı” diyorlar, doğru mu? Uzaklaştırmak diye bir şey yok, rekabet olabilir. Başbakan’ın çok farklı danışmanları vardır. Değişik inanç ve görüşlerde olan insanları danışman olarak kullanır. Bunları kimse bilmez. Onlara daha fazla itibar eder. Başbakan’ın yanında çok görülüyor olmak Başbakan’ın onu çok dinlediği anlamına gelmez. Yani kamuflaj malzemesi de olabilirsiniz. Egemen Bağış, Ömer Çelik, Cüneyd Zapsu... Her birinin müthiş farklı ve yetenekli tarafları var. Cüneyd Zapsu’nun yaptıklarını yapabilmek mümkün değil. Öyle hizmetleri vardır ki, değme babayiğit yapamaz. O yüzden birini kestiğinde onun yaptığını kendin yapamıyorsan iş yanlış olur. Ömer Çelik siyasi konularda devreye giren, hızlı bir şekilde çözüm üreten yüksek bir zekâdır. Kofi Annan, Ömer içeri girdiği zaman “Win-win” diyordu ona. Bir kalemde silinip atılabilecek bir adam değildir. Keza Egemen Bağış. Hepsini ben yapayım diyen ya tıkaç olur ya takoz.Başbakan’ın muhabirlerle arası çok iyidir özellikle kadın olanlara hiç kıyamazSizin zamanınızda sanki her görüşten gazeteci Başbakan’la buluşabiliyordu. Akif Bey’den sonra bu daraldı. Basın danışmanı farkı mı yoksa Başbakan mı giderek daha fazla gerginleşiyor?Başbakan basının haklı eleştirisine asla karışmıyor, tepki duymuyor. Ne kadar zararı olursa olsun. Haksızlık olursa, belden aşağı vurulursa çok sinirleniyor. Fatih Altaylı’ya teşekkür ettiğini biliyorum. Partideki kadın kollarındaki yöneticilerden biriyle ilgili usulsüzlük yolsuzluk yaptığına dair bir yazı yazmıştı. Başbakan araştırılmasını istedi. Fatih Altaylı haklı çıktı. Atasay Kuyumculuk’un yıldönümü yemeğinde Fatih Altaylı’yla karşılaştık, kulaklarımla duydum teşekkür etti o yazıdan dolayı.Uçağa binecekleri, röportaj yapacakları Başbakan’ı kızdırmayanlardan mı seçiyorsunuz yine de değil mi?Benim aktif olduğum dönemde uyguladığım ile Akif Beki’nin uygulaması arasında fark var dediğiniz gibi. Ben mümkün olduğunca grup dengesi gözetirdim. Ne kadar çok sayıda farklı gazeteciyle görüşürse Başbakan, o kadar doğru olduğuna inanırdım. Cuma sabahlarını gazetelere, kahvaltıya ayırmıştık. Hatta Vatan’la başlamıştık. Bu fikri beğenmişti, “Kiminle başlayacağız?” dedi. “Vatan” dedim. Vatan o sırada acayip çakıyordu. “Niye Vatan’la, çok saldırıyorlar bugünlerde” dedi. Ben de “Bence iyi olur, gidip dinleyelim bir” dedim. Sedat Ergin çok köylüce bulmuştu benim düzenimi, çünkü ben sabah kahvaltılarına internet müdürlerini de çağırıyordum. “Kimseye özel tavrımız yok” demek istiyordum. Muhabirlerle arası çok iyidir Başbakan’ın. Çiçek atar ya konuşmalarında, muhabirlere doğru atar özellikle, kadın muhabirlere. Kıyamaz onlara. Genel yayın yönetmenleri, yazarlar, muhabirler yurt dışı gezilerinde çok sorun yaratır. Hiçbiri ötekini istemez. Başbakan telef olur. Hepsine ayrı toplantı yapar. Gık da demez.Çerkez Ethem senaryosu yazmak istiyorumŞimdi ne yapmayı planlıyorsunuz? Tekrar gazetecilik mi? Teklif var mı hiç?Yazmayı düşündüğüm çok şey var. Roman yazmak istiyorum. Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile babam arasındaki bir mesele var. Bunu yazmak istiyorum. Ama babanız kadar yeteneğim ve cesaretim olmadığı için film senaryosu şeklinde yazmayı planlıyorum. Dr. Hikmet Bey’in annesi Münire Hanım Kırşehir’de, Dr. Hikmet cezaevindeyken bizde 2 sene misafir olmuş. O dönemi yazmak istiyorum. Bir Çerkez Ethem senaryosu yazmak istiyorum. Ve her şeyden öte bir yerde yazmak istiyorum. Teklif henüz yok ayrıca neresi olduğu fark etmez. Erkekçe Dergisi’nde bile röportaj yapmış adamım ben.Ecevit’i çok severim, yanımda ağladığı olmuşturDr. Hikmet Kıvılcımlı’yı yazmak istemeniz ilgi çekici... Türk sosyalist hareketinin önde gelen bir isminden bahsediyoruz. Babanız ne iş yapıyordu?İlginçtir. Babam kamyon şöförüydü ama arabasının torpido gözünden Said Nursi’nin kitaplarını eksik etmezdi. Babamın adı Ali Hikmet’ti. Dr. Hikmet Bey’in de adı Ali Hikmet’miş. Komünizme karşıydı babam ama komünistlere karşı olmadı hiç. İki Ali Hikmet’in bir anne figürü etrafında insanca duruşu çok özel bence. Bunu mutlaka yazmalıyım. Tasavvufla çok sıkı ilgilendiğim bir dönemde Çağrışım diye bir dergi çıkarmıştım. Bu dergi sayesinde rahmetli Bülent Ecevit ile tanıştım ve büyük dostluk kurduk. Çok iyi görüşüyorduk. Özel sohbetlerimiz çok olmuştur. Yanımda ağladığı olmuştur. Çok severdik birbirimizi. (Gözleri yaşardı Ahmet Tezcan’ın. “Ağlıyor musunuz?” diye sordum “Sanırım özlemişim Bülent Bey’i” dedi.)Rahşan Hanım sizi sever miydi, önemli olan bu bence?Rahşan Hanım’la da birbirimizi severiz. Ama kendisine vefasızlığım daha doğrusu edepsizliğim vardır. Ona borcum var bu konuda. Çok hoş hanımdır Rahşan Hanım. TGRT’de çalıştığım dönemdi, kafeteryada otururken telefon geldi “Tezcan burada mı?” dediler, telefona gittim, “Ahmet Bey merhaba ben Bülent Ecevit” dedi. “Pazar günü İstanbul’a geleceğiz Rahşan Hanım’la, valideden kalan bir evimiz var, teşrif eder misiniz?” diye sordu. “Memnuniyetle, iki arkadaşımla beraber gelebilir miyim?” dedim. Ömer Lütfü Mete ve yönetmen İsmail Güneş de Ecevit’i tanısın istedim... Çünkü inanılmaz karşılardı, hatta Ömer Abi’nin Ecevit’i yerden yere vuran bir romanı vardı. Gittik, 4.5 saat oturduk. “Hoşgeldin” dedikten sonra Rahşan Hanım çekildi. Biraz sonra “Bülent Bey” diye seslendi kapıdan tepsiyi uzattı, çaylar vardı. Sonra tekrar geldi aynı şekilde kek getirdi. Kapıdan bir adım içeriye girmedi. Bizi dinliyordu, kapıdaki etek hışırtısından belliydi, ama içeriye gelmedi. Tam bir Osmanlı kadınıdır. Ömer Abi çıktıktan sonra Rahşan Hanım için “Bu kadına aşık olunur be” dedi.Tayyip Bey’in arası iyi miydi Ecevit’le?Büyük saygı duyardı Tayyip Bey. Ben Ankara’ya geldikten iki sene sonra ziyaret edebildim Ecevit’i. Özür diledim. O da bana “Geldiğinizi duydum, sizi çok da özlemiştim ama herhangi yanlış anlaşılmaya neden olmamak için aramadım” dedi. Ben de “Size olan muhabbetimi herkes biliyor, asla rahatsızlık duymam” dedim. Kalkarken de “Ahmet Bey sizin için bir sakıncası olmayacaksa Tayyip Bey’e saygılarımı iletin” dedi. Tayyip Bey de çok saygı duyardı. Hatta bir gün Ecevit’in manevi oğlu Recai beni aradı “Ecevit’in zırhlı Mercedes’i sürekli bozuluyor, yedek parçaları da 2 ayda anca geliyor. Çok rahatsız biliyorsun, bir araba sağlanabilir mi, markasının hiç önemi yok” dedi. Hemen Başbakan’a ilettim. Müsteşar Bey o zaman Ömer Dinçer’di. Başbakan “Müsteşar Bey hemen Bülent Bey’e Mercedes tahsis edin” dedi. O da “Bakanlardan boşa çıkacak araba var, hemen hallederiz” dedi. Tayyip Bey çok sinirlendi “Ne demek bakanlardan boşalacak araba var” dedi. “Kaç para Mercedes?” diye sordu. “Hemen sipariş vereceksiniz” dedi. Ömer Bey’e de “Yarın kendi makam aracınızı geçici olarak Bülent Bey’e vereceksiniz, araba geldiğinde hemen değiştireceksiniz ve kendisinden özür dileyeceksiniz elde sıfır araç olmadığı için” dedi. Bülent Bey hastanedeyken Rahşan Hanım’ın bindiği araç o sıfır Mercedes’ti.Abdullah Gül’le aranız nasıldı?Çok beraber olmadık. Birebir çalışmamız olmadı.İŞTE AHMET TEZCAN'IN MERAK EDİLEN KOVULMA ÖYKÜSÜ Yedi ay önce Başbakanın basın müşaviriydiniz, istifa ettiniz Sabah gazetesi yönetim kurulu yayın danışmanı oldunuz ve yaklaşak bir ay önce kovuldunuz. Siz gerçekten sabah gazetesinden kovuldunuz mu? Bu benim aklıma hiç yatmıyor...- Kovuldum. Beni Serhat Albayrak işe aldı ve Serhat Albayrak çıkardı. Bence son derece makul. Bu sertlikte olmamıştır. Başbakanın eski basın müşavirisiniz, Serhat Albayrak başbakanın damadının erkek kardeşi, Ahmet Çalık başbakana yakın bir işadamı. Serhat Albayrak'ın babası Sadık Albayrak arkadaşınız ve başbakanın dünürü.- Olabilir. İş başka, arkadaşlık başka. Olmadı. "Sizinle çalışmama kararı aldık" dendi. İnsan kaynakları müdürü aradı, bildirdi. Sonra Serhat Albayrak'la üç dakika görüştük. "Hayırlısı olsun" dedim, çıktım. Yerinize biri geldi mi?- Gelmedi. İhtiyaç yok bence. Dolu bardağı dolduramazsınız. Bardak dolu. Peki, siz bardağın dolu olduğunu daha önceden hismetmiş miydiniz? Yoksa kovulmanız büyük sürpriz mi oldu? - Sürpriz olmadı. Biliyordum, ayak sesleri vardı bunun. Çalışma stilimiz birbiriyle örtüşmedi. " Yavaş yavaş, grup içi dengeler" denen bir uygulama vardır ya, ben biraz hızlıydım. Hatta haddinden fazla hızlıydım. Genel yapı içinde uyum kaybolmuştu. Grup sinerjisi yoktu. Sabah, ATV, Yeni Asır, dergiler birbirinden çok kopuktu. Ben koordinasyon olsun istedim. Çünkü karşılaştığım yapı babıali tarihinde görüp görebileceğim ender bir yapıydı, benim için zenginlik oldu açıkcası. "Bu da olabiliyormuş demek ki" dedim yani. Yayın politikasında da aklıma yatmayan işler vardı. Gerçek anlamda gazetecilik yapılmıyordu. Biraz danışmanlığın ötesine geçtim galiba ben de.Üç maymunu oynayamadım. Ahmet Çalık iyi niyetli bir insan. Eylülde, Ramazan bayramında herkese yarım maaş ikramiye dağıttı herkese. Fakat buna rağmen Ergun’un seçtiği belli birilerine "aman bunlar başka gazeteyegidecek" diye yedi sekiz maaş ikramiye dağıtıldı. Kibar soygun yapıldı. büyük üç kağıttı. Çünkü asla gitmeyecek olanlara, gidecekmiş gibi gösterilip dağıtıldı o paralar. Bu büyük huzursuzluk yarattı. Ergun gitti, onunla birlikte aman gidecekler denilip de parayı alan herkes orada hala. Olacak iş değildi. Gazetecilik düzgün yapılmıyordu. Oradadaki bazı entrik zekalar, bu zekalarının onda birini gazetecilik yapmak için kullansalar gerçekten Sabah gazetesi uçardı.Kendi de yazdı ya zaten veda yazısında ( Ergun Babahan) Bu kadar arabesk bir veda yazısı da hiç görmemiştim. Ama şu anda kimlerle olduğuna bakarsanız o yazının çelişkileri de çıkar ortaya. O yazıda " bir hayat tarzını ve ayrıcalıkları bırakıp gidiyorum" diye yazdı. Gazetecilik yerine bir hayat tarzı ve ayrıcalıklara odaklanmışlardı işte. Biz gelene kadar –Rıdvan Memi ile birlikte- o gazete Deniz Feneri ile ilgilihaber yapmamıştı. Böyle bir vaka vardı. Bir vakıayı hiç görmemekle tamamen yalan haber yazmak arasında hiç fark yok. Deniz Feneri'ni görmeyeceksin Zahit Akman'ın basın toplantısını Yeni Şafak ve Starla aynı gün yayınlayacaksın. Olur mu öyle şey? Olanı olduğu gibi ver bütün tarafların görüşünü de koy, hakkaniyetli ol, gazetecilik neyi gerektiriyorsa onu yap. Sonra Genelkurmay brifingi için 4. dünya ülkesi gibi "başbuğ kriterleri" diye manşet atacaksın, buna da gazetecilik diyeceksin. Benimle aynı gün işe başlayan Haber Koordinatörü Rıdvan Memi bu anlayışı değiştirmek için tam 4 ay ne çileler çekti orda, birinci dereceden şahidiyim. Dayanılmazdı gerçekten. Sizin Ergun Babahan'la en başından iyi başlamadı zaten ilişkiniz değil mi? Sizi yazı işleri toplantısından kovdu. En azından böyle yazıldı.- Çok kabaydı gerçekten. Ben toplantıya geldim arkadaşlara oda oda dolaşacağıma toplu merhaba demek istedim. "De bakalım merhabanı" deyince benim tepem attı. Ama o tavır şahsıma değildi, pozisyonumaydı. Yerini koruma refleksiydi Ergununki. Dolayısıyla oradan kovulan ben değildim. Bunu gördüm. Güldüm, çıktım odadan. İlk geldiğim gün başlamıştı problem.İstanbul'a gelip Serhat Albayrak'la anlaştığım gün Ergun'la binanın girişinde karşılaştık, ona bildirmemişler sanırım beni almak istediklerini, "ooo nasılsın" diye tokalaşıp öpüştük, ben ayrıldım Ankara'ya döndüm istifamı vermek için. Benim kurum içi duyurum yapıldığında Ankara'daydım. Ankara büroyu ziyarete gittim. Okan Müderrisoğlu ve bütün arkadaşlar ordaydı. Konuştuk, sohbet ettik. Sonra Okan Müderrisoğlu'na yapmadıklarını bırakmamışlar "neden onunla ilgilendin" diye. Üç gün sonra da yazıişlerindeki ohadise yaşandı. Komedi yani... Siz kovulduğunuza göre, Serhat Albayrak da hükümeti ne olursa olsun desteklemek istiyor demek ki diyeceğim ama Ergun Babahan da Sabah'dan gitti. Kim aslında ne istiyor, anlamadım. - Öyle bir şey söz konusu değil. Ergun gitmedi o da benim gibi kovuldu. Haber Koordinatörü Rıdvan Memi, yeni bir haber yapılanması istemişti. Buna çok ihtiyaç vardı çünkü. Ergun karşı çıktı. Çok ciddi kriz oldu. Rıdvan Memi, benim yapılanmam şudur dedi. Ergun kabul etmedi. Araya birşeyler soktu, muğlak bıraktı. Derken yönetim hem Ergun'un hem Rıdvan'ın gitmesine karar verdi. Ergun Babahan kovulabileceğini hiç düşünmedi bence. Ahmet Çalık'a da herhalde çok aracı gitti, biliyorum ama Ahmet Bey fikrinden geri dönmedi. Ergun Babahan, zekasını gazetecilik için kullansaydı Ertuğrul Özkök'ü yerinden sarsardı. Yazık oldu, bence büyük bir fırsatı kaçırdı.

Devamını Oku

Kurtlar Vadisi Pusu neleri bildi?

1 Mart 2009

1997 yılında Bahadır’ı tanıdığımda 23 yaşındaydı. Bense 25. Çok iyi anlaşmıştık, birbirine güvenen, hiç ayrılmayan iki yakın arkadaş olmuştuk. Sonra hayat bizi ayırdı. O Kurtlar Vadisi’ni buldu ben aşkı... Çok az görüşür olduk. Yeni uğraşlarımızı daha çok sevmiştik sanırım. Ama görüşemememiz Bahadır’ın iyi bir arkadaş olduğunu bana unutturamaz. Fakat ne garip ki unutmadığım arkadaşlık da, bana Kurtlar Vadisi Pusu’da bunca şeyi nasıl bildiklerini sormamı unutturamadı. Hatta belki de cevaplara inandıramadı...Hrant Dink cinayetini anlattık diye o cinayetle suçlandıkİki ay aradan sonra tekrar Show TV’de Kurtlar Vadisi Pusu başlıyor. 49 bölüm yayınlandı bugüne kadar. “Ergenekon’u, olmadan önce bilen dizi” olarak anılmaya başladınız... Siz her şeyi nasıl biliyorsunuz gerçekten? Biz Pusu’ya başladığımızda, iş dünyasının gücünü, Türkiye’yi nasıl tekelleştirdiğini, nasıl manipüle ettiğini anlatmaya karar verdiğimizde, bunu devlet içindeki çeteler eliyle yaptıklarını söyleyerek anlatmayı tercih ettik. Polat önce mafyayla mücadele etti, şimdi devlet içindeki yapılanmalarla mücadele ediyor. Konsept olarak bunu seçtik. Polat için devlet önemli bir figür. 2006’da buna çalışmaya başladık. Mafya denilen şeyin de devlet içinde oluşturulduğunu, bir piyon olduğunu, arka planı çözmezsek güçlü bir devlet olamayacağımızı Polat gözüyle anlatan bir dizi bu... Sonra Türkiye’de de süreç bizim istediğimiz yere geldi. Ergenekon davasının her karesini anlattık, sonra bir baktık ki Türkiye’de böyle bir şey varmış. Gladio’yu anlatmayı deniyorduk çünkü. “İddianame Kurtlar Vadisi seyredilerek mi yazıldı?” bile dendi. Bu bizim hayâl dünyamız aslında. Başarımız şu: Bu yapılanmanın tasfiye edileceğini tahmin ediyorduk. Soğuk savaş dönemi bir tek Türkiye’de temizlenmedi, bunun geleceği belliydi. Yine de bir kuşku duyuyor insan ister istemez, sizi rahatsız ediyor mu insanlarda oluşan bu kuşku? Bize ırkçı demeleri bizi çok üzdü. Biz ırkçılık yapmadık. Bu çok zorumuza gidiyor. Biz hiç kimseye öteki demedik. Hrant Dink cinayetini anlattık. Bizi o cinayetle suçladılar. Biz “Daha iyi devlet nasıl olur?” diye umut vermek istiyoruz. Doğru şeyler istesin millet istiyoruz. Türkiye bu bölge için önemli. Biz evimizdeyken de bunları düşünüyoruz. Olanlara tepkimiz var, fikrimiz var ve bir dizi yapıyoruz. Ne şanslıyız, Kurtlar Vadisi gibi bir fırsatımız var hayatta.Bize yapılan ithamlara Raci Şaşmaz yanıt verecek Ortağınız, yapımcı Raci Şaşmaz konuşmayı tercih etmiyor. Röportaj da vermiyor. Neden böyle saklanıyor?Hakkımızda yapılan propagandaların, senaryomuzda olduğunu iddia ettikleri karanlık noktaların hepsine Raci Şaşmaz çok yakında cevap verecek. Birinci tanık olarak. Bunu kendisiyle konuştuk, Kurtlar Vadisi’nin tarihini anlatacak. Ya kitap çıkaracağız ya kendi internet sitemizde bir zemin yaratacağız. Kimin, kiminle, neyi var ortaya çıkacak. Tarih, açıklamalarıyla itham edildiğimiz her şeye cevap verecek. Pana Film kurulduktan sonra, 2004’ten sonra yani bize bir tek belge veren, ne yazacağımızı söyleyen bir kişi varsa lütfen açıklasın, hesaplaşalım. Biz taraf değiliz. Farklı bir şey söylüyoruz. İleride daha iyi anlaşılacak bu.Seyirciniz ne diyor? Onların bu kuşkulara çok aldırdığını sanmıyorum, değil mi?Seyirci çok baskı yaptı tekrar başlayalım diye. Türkiye gündeminin bu kadar dolu olmasından dolayı dizi izleyicisi başlamamızı istiyordu. “Türkiye’de neler olup bittiğini başlasa da bir anlasak” diyorlar. Sevdiklerimizden çok baskı gördük başlayalım diye... Eskiden karakterlerin gerçek hayatta kim olduğunu sorarlardı, şimdilerde en çok “Siz daha önceden Türkiye’de olacakları nasıl biliyorsunuz?” diye soruyorlar. Seyirci bizi kanaat grubu olarak görüyor. Bunu seyirci yaptı, biz istemedik. “Hadi, olayların arkasını bir de sizden dinleyelim” diyor seyirci.Osman Sınav ile Soner Yalçın’a biz kefil olamayızOsman Sınav’ın yapımcı olduğu dönemde Jandarma İstihbarat Başkan Yardımcısı, şimdinin Ergenekon davasında tutuklanan Albay Atilla Uğur’la yakın olduğu, ondan bilgi aldığı yazılmıştı. 5 yıl geçti, Show TV patronu Mehmet Emin Karamehmet’in de aynı askerle görüşmeler yaptığının kayıtları ortaya çıktı. Osman Sınav 2004 yılında diziyi niye size bıraktı, o da bunu hiç açıklamadı...Raci Abi, ben, Cüneyt birbirimize kefiliz. Ama Osman Sınav ve Soner Yalçın’la sadece çalıştık. Dostlarımız oldular. Ama iş bitince ayrıldık. Kimlerdir, kimle görüşürler, ne yerler, ne içerler bilemeyiz. Bizim dostça çalıştığımız kişiler bunlar. Hayatları nasıldır, bu anlamda kimse kimseye kefil olamalıdır zaten. Ama Osman Sınav o dönem gerçekten kaçtı. Bize devretti. Bırakmaması için Raci Şaşmaz çok uğraştı ama ikna edemedi Osman Sınav’ı. Zor bir dönemdi. Gençtik, paramız yoktu. Zorluklar çoktu. Ama başardık. Biz istemiyorduk almayı. Yapımcı olmak istemiyorduk. Senaryo yazarak çok eğlenen, iyi para kazanan, bu işi yapan gençlerdik. Raci Abi projeyi yarı yolda bırakmak istemedi, çocuğuydu onun. Raci Şaşmaz’ın bir şeyi yarıda bıraktığını hiç görmedik. Vicdanen bırakamadık, devam ettik. Zaten kriz durumlarında güçlü bir irademiz oluyor. Show TV de 28 yaşında bir muhataba saygıyla davrandı, daha doğrusu bir zar attılar, tuttu. Herkes olmaz diyordu.Bir de Soner Yalçın var. Dizinin konsept danışmanıydı. 2006’da sanırım küsüp ayrıldınız. Ne oldu?Küsmedik. Kurtlar Vadisi Irak’ı çektikten sonraki sezon Kurtlar Vadisi’ni bitirmeyi düşünüyorduk. Soner “Devam edecek misiniz?” dedi. “Etmeyeceğiz” dedik. Öpüştük, ayrıldık. Sonra biz tekrar yapmaya karar verdik. O süreçte ayrılmış olduk Soner’le. Zaten Kurtlar Vadisi Terör için de bir danışmana ihtiyaç yoktu.Raci (Şaşmaz), Bahadır ve ben hem ortak, hem arkadaş, hem yapımcı, hem senaristiz. Her öğlen 13.00 gibi şirkette buluşuruz. Tretmanımız varsa hemen yazmaya başlarız. Bahadır ortada oturur, bilgisayar önündedir, Raci sağda, ben solda. Üç-dört saat çalışırız. Ara veririz sonra. Bazen bir günde bitiyoruz. Bazen dört günde yazamıyoruz. Değişiyor.Stoksuz çalışıyoruz. Ekibe bir tretman veriyoruz, sonra onu tamamen değiştiriyoruz. Son dakikada prodüksiyon ekibine büyük kazıklar atan bir ekibiz. Yapımcı gözüyle değil, hep senarist gözüyle çalışıyoruz. Bir senaryo doktorumuz var. Senaryo uzmanımız. O olmadı derse olmaz. Herkes mutlaka onay vermeli, yoksa tamamdır diyemeyiz. Asistan arkadaşlarımıza da soruyoruz.Raci Abi en fazla itiraz edendir. Ana muhalefettir. O itiraz ederse hemen Anayasa Mahkemesi’ne gider kararınızı iptal ettirir. Raci Şaşmaz kabul etmezse olmaz. Ama haklı da çıkar. Özal’ın Demirel’i kimse o Cüneyt’tir. Ben de kararlı muhalefetimdir, dönmem. Raci itiraz ederse onu dinleriz. Müthiş bir sağduyusu vardır çünkü. Onun hislerine güveniriz. İyi bir fikir bulan, sabah mutlaka en erken gelir. Daha konuşkan olur. Hemen anlatamaya başlar. Çok güleriz yazarken ve tartışırız. Birbirimize sürekli muhalefet ederiz.Kendi aramızda sürekli kavga ederiz. Siyasi fikirlerimiz birbirimizden farklıdır. 15-20 yıldır arkadaşız. Bahadır Raci’yle üniversiten arkadaş, Raci ve ben, Elazığ’dan arkadaşız. İstanbul’da beraber yaşıyorduk. Raci “Yahu bir şey olsa da üçümüz bir iş yapsak” diye düşünürdü hep. Senaryo, film falan aklımızdan geçmiyordu. Raci icaret yapmayı istiyordu. Ben hakimdim, istifa ettim.Polat da bazen itiraz eder. Sağduyusu çok kuvvetlidir. Duygusaldır Necati Abi, hemen de söyleyemez. Sıkıntılıdır. Ama üç saat durup, birden söyler. Biz itiraz ederiz önce. Polat karakterini hepimiz farklı yönüyle seviyoruz. Birimiz Polat’ın aşk yönünü seviyor belki, birimiz ideolojik yönünü, Raci ise eylemsel tarafını... Karakterimiz yaşayan bir karakter, biziz yani. O yüzden evlenemedik belki...Müjde! Polat bu ay dünyaevine giriyorBahadır Özdener: Kurtlar Vadisi sürprizlerle başlıyor. İlk 4 bölümde Polat hiç yapmadığı bir şey yapacak mesela. Evleniyor mu yoksa? Ben söylemiyorum ama siz söylediniz...Doğruysa, sadece kafanızı sallamanız yeterli.. Polat evleniyor röportajı güzel olur bence (gülerek)..O halde yazıyorum. Bence evleniyor çünkü. Başka ne var? Bir de, düşmanları tarafından başına hiç olmadık bir şey gelecek. O güçler Polat’a büyük sürpriz yapacak. Seyirci de çok şaşıracak. Yeni bir oluşum, yeni tarz yapacak düşmanları. Polat çok büyük bir oyunla başbaşa kalacak. Saçları kalacak mı, beyazlayacak mı bilemeyiz. Polat’ın zekâsını gören uluslararası bağlantılı güç büyük bir zekâ gösterecek, Polat da bununla baş edecek. Haziran’a kadar hikâyemizi biliyoruz yani.Dizi devam etsin diye taviz verdik“Show TV’de kriz nedeniyle reklam geliri azalınca ve kendi gelir girdilerinde sorun olunca onlar da bize ödeyemedi. İşin kaliteli yürümesi için durdurmak en iyisiydi. Biz durdurmak istedik. Büyük borçlu, büyük alacaklı olacaktık o dönem devam etseydik. Yapım kalitesi düşecekti. Aranın sonunda da, onlar biraz fedakârlık yaptı, biz biraz fedakârlık yaptık ve ortada buluştuk. Bu krizde bu diziyi yapmak pek mümkün değil. Ama biz özveride bulunacağız. Pana Film bunun için taviz verdi. Vadeleri geniş tuttuk. Ama oyuncu azaltmayı hiç düşünmedik. Kalabalık kadromuz aynen devam edecek.”Raci Abi ve Mehmet Emin Karamehmet ilişkisi özeldir“Dizinin çok talibi oldu. Büyük paralar da önerdiler. Ama yayınımızın sürdüğü kanalda devam etmek istedik. Nasip biraz da. ATV ve Doğan Grubu’yla görüşmelerimiz oldu. Show’la da hiçbir düşmanlığımız olmadı bu görüşmelerimiz yüzünden. Hatta onlar nerede olursa olsun diziye devam etmemizi istiyorlardı. Küçük kanal çalışanları ve patronaj seviyesi dizinin hayranı. 2002’den beri çalışıyoruz Show’la. Yakın ve dostane bir ilişkimiz var. Temelinde de yapımcımız Raci Saşmaz ve SHOW TV’nin sahibi Mehmet Emin Karamehmet’in ikili hukukları var. Kurtlar Vadisi serüveninde bu ilişkinin önemi çok büyük. Hiçbir zaman aramızda sorun olmaz. Show TV’de rahat ediyoruz. Sözleşmelerimizi kendimiz yaparız. Normal dizi sözleşmesi değildir. İstediklerimizi rahatlıkla alıyoruz, çünkü yöneticiler de hakkımızı teslim ediyor. Değiştirilemez maddelerimiz var. Formata dokunamazlar, gün ve saati değiştiremezler, verdiğimiz kaseti tamamen yayınlamaları gerekir. Sözleşmemizde dizi 70 dakika ve üstü olarak belirtiliyor.”Kurtlar Vadisi Pusu neleri bildi?Türkiye’yi bir çetenin idare ettiğini Kaotik eylemlere girişmek için kolları sıvadığını Uğur Mumcu cinayetini (İskender Küçük başta PKK olmak üzere tüm bağlantıları çözen gazeteciyi İslami örgüt tarafından aracı havaya uçurularak öldürüyor) Hrant Dink suikastini Danıştay saldırısını (İskender Küçük İslamcı vatansever gruplarca yaptırılmış gibi gösteriyor) Gazi Mahallesi olaylarını (İskender Küçük Muro’ya kenar mahallelerde bombalı eylemler yaptırmak istiyor, ateş açtırıyor) Ergenekon PKK bağlantısını Rahip Santoro cinayetini Kahramanmaraş katliamını Malatya’daki kitapevi suikastini Ordunun Amerika’dan vazgeçip yüzünü Rusya’ya döndüğünü (İskender Polat’la konuşurken “Önceden ABD dost idi, şimdi onlar düşman Rusya dost” der...) Bakalım yeni bölümlerde neler olacak...

Devamını Oku