Şule Perinçek’i röportaj yapmak için aradığımda “Doğu’yla da konuşmak ister misiniz” dedi. Hem cazip geldi hem de göz teması olmadan hiçbir röportajın yeterince gerçek olamayacağını bildiğim için, çok da önemi yoktu. Şule Hanım’ın gözleri daha önemliydi. Zaten öyle de oldu, cezaevinden gelen cevaplar Şule Hanım’ı yenemedi. İşte Perinçekler...
Ümraniye’de bombalar bulunduğu 12 Haziran 2007 günü kortunuz mu?
Korkmadım ama meselenin milli tavrın üzerine gitmek olduğu otaya çıkınca, bunun merkezinde de biz olduğumuz için sürpriz değildi işin bize doğru gelmesi. Sabaha karşı dört gibi geldiler. Can’la ben yalnızdık. Doğu (Perinçek) Ankara’daydı. Aynı anda iki tarafı bastılar. Kapıyı açmadan kimlik görmek istedim. Kapının altından kimliğini atmadı tabii “Yanımızda muhtar var, kapıcının karısı var” dediler. Açtım “Bir dakika bekleyin giyineyim” dedim. Sonra arama emrini istedim. Gittim gözlüğü aldım. Kapıda öyle beklediler. Okudum, yapacak bir şey yok, “Buyrun” dedim. Tek bir şey rica ettim. Evde 10-15 bin kitap var. Ve hepsi bir mantığa göre dizilmiş. Ezbere biliyoruz. Doğu benden “Üçüncü rafın sağ tarafındaki baştan beşinci kitap” diyerek ister kitabı. Ve bunu tekrar dizmek çok zor. Bozmamalarını istedim. “Raf raf bakıp yerine koyun” dedim. Tek tek, sayfa sayfa her şeye baktılar. İçeride parti dosyaları da var. Onlara baktırmak istemedim. Polisin bunlara bakması yasal değil. Parti iç yazışmaları. Ancak Anayasa Mahkemesi kararı olması lazım. “Evde tutmasaydınız o zaman” dediler. Satır satır okudular.
Önce telaşlandım ama ilk görüşe gidince içim rahatladı
Kaç saat kaldılar?
Sabah 04.00’ten akşam 07.00’ye kadar... Mantıklı bir arama değildi.
Doğu Perinçek’le o sırada haberleşebildiniz mi?
Genel Merkez’de kaldığımız bir oda var, oradaydı Doğu. Telefon bağlantılarını kestiler zaten. Aynı anda girmeleri bu yüzden, haberleşmeni istemiyorlar. Doğu’yu göz altına aldılar. İstanbul’a getirmişler. Tutuklayıp cezaevine götürülünce, “Can güvenliği açısından güvenli bir cezaevi mi?” diye endişe ettim. Çünkü sağda da, solda da bize karşı tehdit var. Tekirdağ’a gittiler, “Hangi koğuşta, kiminle?” diye telaşa düştüm bu sefer. İlk görüşe gidince de rahatladım.
Açık görüşlerde kocaman bir masada birlikte oluyoruz
Ne konuşuyorsunuz görüşlerde?
Kağıt kalemle geliriz biz karşılıklı. Plastik kalem kağıt götürüyorum yanımda. Azar işitiyorum sürekli. “Atatürk eserleri geç kaldı, niye basılmıyor” diyor. Dergiyi, ulusal kanalı soruyor. “Aydınlık’ın kapağı niye öyle oldu da, böyle oldu da...” Sonra bütün binada dolaşıp söyleşiler yapıyorum, hâl hatır soruyorum. Bilgi toplayıp Doğu’ya aktarıyorum. “Şöyle şeyler tartışılıyor, şunlar konuşuluyor” diye... Pazartesi günleri 10 dakika telefon hakkı var. Çarşambaları görüş günü. 45 dakika camlı bölmede telefonla görüşülüyor. Her ayın ilk çarşambası da açık görüş var. Açık görüşlerde kocaman masada oluyoruz zaten. Hep beraber konuşuyoruz. Gide gele yakınlık oldu mahkum yakınları arasında da. İçeride de öyle. Kimse kimseyi tanımazken, tanışmalar başladı. Asıl şimdi yavaş yavaş örgüt oluyorlar.
Duruşmaları izliyor musunuz?
İlk gün oğlum Can’la beraber duruşma salonuna gittim. Çıldırdım. Avaz avaz bağırdım. Adamın biri dışarda oturuyor ve “Mübaşirler buraya, sen oraya geç”, Kemal Alemdaroğlu’na “Sen şuraya git” falan diyor. “Kim bu ya?” dedim. “Drej Ali” dediler. Deli oldum, “Kim bu Drej Ali de burada düzeni sağlıyor” dedim. Sonra haksızlık yaptığımı düşündüm. Çünkü onun da oraya getiriliş sebebi Drej Ali olması nedeniyle değil. Ulusalcı olması nedeniyle.
İnsan kocasız yaşar ama vatansız yaşayamaz, Türkiye’yi bölüyorlar
Sizinle, Ergenekon davasından tutuklu, hatta bu örgütün sivil kanadının lideri olduğu söylenen eşiniz Doğu Perinçek nedeniyle röportaj yapmak istedim. Amacım sizinle bu örgütü tartışmak değil. Ama şunu da söylemek zorundayım, birbirinden ideolojisi, yaşam tarzı, inancı, fikri farklı insanları sadece milli tavrı nedeniyle birlikte suçluyorlar diyorsunuz ya... Ama bir bakıyorsunuz bu insanların hepsi mutlaka bir yerlerde birbiriyle görüşmüş, konuşmuş, tanışmış. O milli tavrı alırken beraber hareket etmişler. Biz onları birbirinden farklı zannediyormuşuz. Onlar birbirine çoktan benzemiş, bile, öyle değil mi?
İlk defa böyle bir şey oluyordu Türkiye’de, milli güçlerin bir araya toplandığı... Aralarındaki farkları dikkate almaksızın bir araya gelme vardı. Bunun önüne geçmek istediler. Çünkü bu onlar için çok tehlikeli bir şey. Bugüne kadar birbirine kırdığınız insanlar yan yana gelmeye başlıyor. Hem sağdan hem soldan. Bunu engellemek için bu dava yaratıldı. 50 yıldan beri siyaseti izliyorum, Türkiye hiç bu kadar yol ayrımına gelmemişti. Menfaatler bu kadar çatışmamıştı. Türkiye bölünecek. Size çok samimi söylüyorum insan kocasız yaşar -çoluğun çocuğun eğlencesi olacak kadar birbirimize düşkünüzdür Doğu’yla o ayrı- ama vatansız yaşayamazsınız. Bizi bölüyorlar. Birbirimizden ayırıyorlar. Kutuplaşmaya baksanıza. Türk milletinin birliğinin bütünlüğünün menfaati neredeyse ben orada olurum.
Ama bir taraftan da İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı, Ergenekon tutuklusu Hikmet Çiçek “Uğur Mumcu yaşasaydı ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyen vatansızların yanında olmazdı” diyor. Hrant Dink’in katledilişini kınayan bir tavrın sloganı bu. Bunu söyleyenlere vatansız diyorsunuz.
Karşı komşum Ermeni. Azınlıklar biliyorsunuz ki devletle ters düşmeye korkar. Evimin basıldığı sabah komşum hemen gelip, “Arabam burada, ihtiyacınız olan ne varsa hiç çekinmeden söyleyin” dedi. Çünkü o da biliyor bizim söylediğimiz şeyin ülke menfaati için olduğunu. Ermeni soykırımı iddiaları planın bir parçası. Tabii ki ülke savunulurken bir kıyım olmuş ama karşılıklı olmuş bu. Rus arşivleri orada, büyük oğlum Mehmet gidip bulabiliyor da onlar mı bulamıyor. Belgeler de soykırım olmadığını söylüyor. Bir göç var, kaçı yollarda öldü bilinmiyor. Ayrıca seni arkandan vurmak isteyen birine de bir savunma yapacaksın herhalde.
“Başbuğ-Kıvrıkoğlu zirvesi Ergenekon şeması yüzünden”
Tutuklanan paşalardan veya askerlerden daha önceden yakın görüştüğünüz biri var mı?
Hiçbirini tanımıyorum yakından. Görmedim bile. Bir tek Tuncer Kılınç’la görüşüp oturdum. MGK Genel Sekreteri’yken, Atatürk kitaplarıyla ilgili. Genelkurmay’da bazı belgelere ulaşamıyorduk.
Doğu Perinçek ifadesinde Ergenekon örgütünün bir numarası Hüseyin Kıvrıkoğlu dedi. Aynı gün Kıvrıkoğlu-Başbuğ görüşmesi oldu. Gazetelerde fotoğraflar çıktı. Bu tesadüf mü sizce?
MİT’in Ergenekon şeması böyle. O dönem Kıvrıkoğlu var çünkü. O dönem ordunun hizadan çıkış dönemi. O da İlker Başbuğ’a şema yüzünden gitmiştir, şema ona da gitmiştir tabii... O da “Bu ne” diye sormak için gitmiş olabilir. Bilmiyorum açıkçası.
Doğu Perinçek ifadesinde söylenen suçları reddetti ama “3 CD özellikle üstümüze yapıştırılıyor” dedi. CD’ler suç unsuru taşıyor sanırım. Ne varmış içlerinde?
Yargıtay’ın krokisi, Yaşar Büyükanıt’a suikast planı, bir de Tayyip Erdoğan’ın güzergahı varmış. Tutanaklarda yok bu üç CD.
Doğu’yla temelde aynıyız ama taktiklerde farklı şeyler düşünüyoruz
Kaç avukatı var Doğu Perinçek’in?
1000’e yakın vekalet aldı. Doğu’nun kendisi de hukukçu zaten. Savunmasını kendi yaptı, hatta avukatlar “Bize iş bırakmadınız” dedi. Silivri’de ev tutuldu. Kollektif bir çalışma yapıldı. Dönüşümlü orada kalıyorlar. 2500 sayfalık iddianame. Duruşmanın ilk günü avukatlara kısıtlama geldi. İçeriye 3 avukat alabiliyorsunuz. Siyasi olarak farklı düşündüğümüz avukatlar da var aralarında.
Doğu Perinçek için “Hayatı çelişkilerle doludur. Devrimci, Maocu, Apocu, Ulusalcı olmuştur. Kıbrıs konusu, Kürt konusu bunlara çok iyi örnektir” diye yazıyor internette. Ben sizi merak ediyorum. Siz de beraber mi değişiyordunuz eşinizle, yoksa kavga mı çıkıyordu bu değişimlerde?
Temelde aynıyız tabii. Ama siyasette, taktiklerde farklı şeyler düşündüğümüz oldu. Temelde farklı olsaydık evli de kalmazdım zaten. Ana çizgide ayrı düşsek evliliğimi bitirirdim. Ayrıca siyaset, zamanına, konjonktüre göre değişmesi gereken bir şey zaten. Bazı hatalar yapıldı bence de ama bunları sonra düzelttik. Kıbrıs konusunda dengeler değişti diye bakışımız da değişti. Kürtlerin hakkını yine savunuyorum. Kürt köylüsü ile Türk köylüsünü ne olursa olsun ayıramam. Ama gerçekçi olmak lazım. Atatürk bunu “maddeyi sevmek” diye tanımlıyor. Bugün Kürtleri etnik grup olarak kabul etmek bölünmektir ve ülke yararına değildir. Kürtlerin de yararına değildir. Çünkü arkasında Amerika var. Buna değişmek diyemeyiz. Gerçekçiyiz.
SolculuĞun temelİnİn ulusalcIlIk olduĞunu düŞünüyorum
Dev- Genç başkanlığından arada başka duraklara uğrayıp, sonunda da ulusalcı olmak, gerçekten tuhaf değil mi?
Solculuğun ulusalcı olmamak olduğunu varsaydığınızı anlıyorum sorunuzdan. Ben ulusalcı olduğum için solcu oldum. Cumhuriyetçi bir aileden geldim. Vatan sevgisini öğrendik. Dedem Çanakkale’de şehit oldu. Babam doktordu ve parası olmayana bakan bir doktordu. Solcu olmamdaki yollar böyle döşendi diye düşünüyorum. Solculuğun esas temelinin ulusalcılık olduğunu düşünüyorum. Memleketini sevmeden ne yapabilirsin ki? Milli demek başı dik olmak demek. Vatanını sevmek demek.
Sol kavramını böyle açıklamam doğrusu ama illa ki bir şey sevmek üzerinden anlatacaksak, sol insanı sevmektir demeyi tercih ederim. Vatan sevmenin bir ideoloji olması bana tuhaf geliyor. Solcu olma öykünüzü merak ettim açıkçası.
İstanbul’dan Ankara’ya gittim. Doktor olmak istiyordum. Ellerimle yapabileceğim bir şey istiyordum, hâlâ da dokunmayı severim. Lisede Amerika’ya gitmiştim. Vietnam savaşı vardı, bu konuda konuşmalar yapıyordum. Babam istemedi. “Sana siyaset yakışır” dedi. Babamla Ankara Siyasal’a kayıt olmaya gittik. İşgal var okulda. Davullar, zurnalar... Dönme niyetindeydim aslında kaldım. Birinci sınıfta, ayrılmalar olmaya başladı sol içinde. Kim ne diyor, kimi seçmek lazım hiç anlayamıyordum. Mesela eğitimlerde yeni devrimci olan arkadaşlara anlatırken hiç yabancı kelime kullanmam o yüzden. Bir gün kantindeyim, İşçi Köylü dergisini satmak için bir grup geldi, masasanı kurdu. Buz gibi bir hava oldu kantinde. Kavga çıkacak belli. Hangisi ne diyor bilmiyordum ama o gelenlerin dergilerini satmaları hakları diye düşündüm. Topuk seslerimi hâlâ anlatırken duyuyorum, masaya doğru yürüdüm, bir dergi satın aldım. O günden sonra aydınlıkçı oldum. O dönemde tanıştık Doğu’yla ama 1974’de evlendik.
Peki, solcu olmak ulusalcı olmaktır dediniz ya, Ordu da solcu mudur?
12 Mart ve 12 Eylül ordusu ile bugünkü ordu arasında fark var. Zaten bu fark olduğu için Ergenekon davasının merkezinde ordu duruyor. Amerika kendisi söyledi, ordu hizadan çıktı. Dolayısıyla zaten benim benimseyeceğim çizgiye geldi yani. Bugün ordunun bir kısmıyla aynı safdaysam bundan gurur duyarım. Ben devrimciyim. Devrim yapmak istiyorum ülkede. Bunu ordu gücü olmadan yapabilir miyim? Çok olmam lazım zaten. Silahlı kuvvetiniz olmadığı vakit devrim de yapamazsınız. İlk başta “Bu insanlarla ne işimiz var bizim, aynı çatı altına gelmemiz mümkün olmayanlarla aynı anda suçlanıyoruz” dedim. Çünkü şundan emindim Ergenekon diye bir örgüt yok, bizim de bununla ilgimiz yok. Başka birine kefil olamam ama bizim partinin 35 yıldır her kararına imza attım ben, biliyorum ne olduğunu. Ama sonra anladım ki oraya getirilenlerin yanlışları, hataları olabilir, suçlara bulaşmış olabilirler ama oraya getirilme nedenleri hiçbirinin suçu değil. Ortak nokta, bulunduğun yerde milli bir tavır almış olman.
DOĞU PERİNÇEK CEZAEVİNDEN YANITLADI
Tolon ve Eruygur Paşaların çıkması beni yaralamıyor aksine seviniyorum
Ergenekon sanıklarından en yakın olduğunuz kişiler kimler?
Elbette İşçi Partisi önderleri. Bunun dışında Prof Dr. Emin Gürses gibi içi dışı bir, yürekli, devrimci aydınlar. 21 kişilik koğuşlardan farklı olarak, üç hücreli koğuşta kalıyorum. İP MKK Üyesi Adnan Akfırat ve İP Merkez Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek’le. Diğer tutuklularla görüşemiyoruz.
Tolon ve Eruygur’un hastalanarak dışarı çıkması sizi yaralıyor mu?
Niçin yaralasın? Sağlıkları bozulduğu için üzülüyorum, dışarı çıktıkları için seviniyorum. Kuddusi Okkır resmen öldürüldü. Org. Şener Eruygur resmen infaz edildi; bilinci katledildi. Diğer general ve subaylar gerçekten hasta oldukları için hastaneye götürüldü ve serbest bırakıldılar.
Ergenekon tutuklularından Zekeriya Öztürk “İşçi Partisi 2003’ten beri darbeyi bekliyordu” diye ifade verdi.
Ergenekon Davası’nda Zekeriya Öztürk’ün bilgisayarından çıkan belgeler, onun 2003 yılında Ulusal Kanal’a görevli olarak yollandığını kanıtladı. Mektupları var, kendisini görevlendirenlere yazdığı. Yine yazışmaları var; ABD Elçiliği’yle her gün görüştüğünü, ABD adına belli karanlık hizmetler karşılığı insanlara yurtdışına çıkma olanağı, can güvenliği ve lüks yaşama güvencesi vaat eden. Öztürk, mahkemede bu belgelerin kendisine ait olduğunu kabul etti. Size yazılı ifademi gönderiyorum.
Aydınlık hareketine beraber başladığınız Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Nuri Çolakoğlu, Gün Zileli, Soner Yalçın ve daha birçok isimle ayrı düştünüz. Sizi terkettiler. Hepsi mi hatalı?
Soner Yalçın kardeşimizi nasıl o listeye yazarsınız! Nuri Çolakoğlu da farklıdır; sistemin içinde yaşasa da, kötülük yapmayı bilmez. Benim döneklerim, Ethem Sancak, Şahin Alpay, Halil Berktay, Cengiz Çandar, Hadi Uluengin gibi sistemin entelijansiyasındadır.
Mihri Belli sizin için “Perinçek, yeterince askere yakın olmadığımız için bizden ayrıldı” demişti...
O tarihlerde THKO ve THKP/C içindeki militanlardan sorabilirsiniz. 9 Mart sabahı nasıl darbeyi beklediklerini. Bunu yakalandıktan sonra 3,5 saat sevgili Deniz Gezmiş’le de Ulucanlar Hapishanesi’nde konuştum. İsterseniz ayrıntılarıyla anlatırım. Hasan Cemal de bilir, kimlerin darbenin içinde, kimlerin dışında ve karşısında olduğunu. Perinçekler karşısındaydı.
Sağ ve sol ilk kez birleşmişti!
Ergenekon, bu milli iradeyi tehlikeli görenlerce yaratıldı
Haberin Devamı