Dinci bir filmde kimse oynamak istemiyor!

Ahmet Hakan’ın yönetmen kardeşi Mahmut Fazıl Coşkun, ilk filminde bir müezzin ile rahibe adayının sıradışı aşkını anlattı

Haberin Devamı

Tanınmış yazar Ahmet Hakan’ın kardeşi Mahmut Fazıl Coşkun, “Uzak İhtimal” isimli ilk filmi için “İnsanlar ön yargılı. Dinci bir film mi bu diye önyargıyla yaklaşıyor. Din bu filmde sadece bir fon olarak kullanıldı. İki insan hikayesinin anlatıldığı bir fim bu. Rahat bir film. Ben de rahat bir insanım çünkü” diyor. Yarışma 1 Şubat’ta sonuçlanacak. Umarım Mahmut Fazıl Coşkun, filminin hakettiği bir ödülle geri döner.


Hayâl kırıklığı yaşamamak için ödüle şartlanmadım

Beni bağışlayın lütfen, filminizi seyretmedim ama biliyorum ki hiç kimse seyredemedi daha.


Evet, hâlâ bitmedi çünkü. Yarışmaya gidiyoruz ama galiba film bizim arkamızdan gelecek. Gönderecekler. Çünkü gösterim günümüz haftaya. Hâlâ vaktimiz var. Film beş bobin, ilk bobinde sorunlar var, onu gidermeye çalışıyoruz.


Sakin gözüküyorsunuz... Heyecanlı değil misiniz?

Aslında çok heyecanlıyım ama filmle arama bir mesafe koymaya çalışıyorum. Çok sahiplenmek istemiyorum. Ödüle de şartlanmadım ki hayal kırıklığı olmasın. Kazanamayabiliriz. Üç filme birden ödül verecekler gerçi. Bir de çok yorgunum. Çok sorun çıkıyor, bu kadarını tahmin etmiyordum açıkçası. O yüzden heyecanlı mıyım, hissedemiyorum.



Uzak İhtimal, ilk sinema filminiz değil mi?

Aslında siz belgeselcisiniz, biyografik belgeseller çektiniz daha önce.


Sinema okudum ben, hep film yapmak istiyordum. Belgeselle sinema da sanıldığı kadar uzak değil birbirlerine aslında. İkisinde de kurgu ve hikaye var. Benim çektiğim biyografik öykülerde sinema dokusu çok vardı. Ama televizyon için yapılan belgeseller olduğu için yine de televizyon projeleri sınırları içerisinde yapıyorsunuz ve tam bir film tadında olmuyor. Ama bildiğiniz klasik belgesel yapısından da farklı işlerdi yaptıklarım. En azından ben böyle düşünüyorum.


Kanal 7 benim için korunaklı bir yerdi

Farklı kişiler seçmişsiniz belgesel yapmak için. Gençlerin çoğunun bilmeyeceğini düşündüğüm karakterler bunlar: Şair Cahit Zarifoğlu, Fransız düşünür Roger Garaudy, Bosna halkının efsanevi lideri Aliya İzzetbegoviç... Kendiniz mi seçtiniz bunları?

Aliya’yı kanal seçmişti.


Kanal 7 değil mi? Orada çalıştınız mı siz?

Elektrik mühendisliği okudum. Lisede de başarılı bir çocuktum. Ailem mühendis olmamı istedi. Ama girdiğim an anladım ki, bu iş bana uygun değil. Film yapmak istiyordum. Burada bir okula gitmem için tekrar sınava girmem gerekiyordu. Okulu bitirince ben de Amerika’ya gittim, UCLA’e. Bitirmeden de gitmemi istememişti bizimkiler. Ama döndüğümde Türkiye’de tam 2001 krizi başlıyordu. Film yapmak için para falan bulabileceğiniz bir zaman değildi. Ağabeyim de Kanal 7’deydi. Ben de belgesel bölümünde başladım. O dönem için korunaklı bir yerdi benim için. O bölüm kapandı sonra. Onların projesiydi Aliya. Ama standart bir iş istiyorlardı. Ben işi biraz daha derinleştirip farklı bir hale soktum.


Peki Roger Garaudy? Müslümanlığı tercih etmiş olması yüzünden mi çekiciydi yoksa gerçekten düşünür olması mı etkileyiciydi?

Garaudy’i ben seçtim. Enteresan bir adam. Müslümanlığı bizim Kanal 7 için çekiciydi. Ben belgeselin adını Komünist koydum. Kanal bana “Bu adam müslüman değil miydi, niye komünist diyorsun?” dedi. Adını değiştirdiler sonra. Garaudy Belgeseli koydular. Oysa o kendisine komünist diyor. Anlattığı sosyal adalet dokusunu filan müslümanlıkta gördüğü için müslüman oluyor. Ama bu içsel bir dönüşüm değil. Kaddafi’yi tanıyor. Bana “Erbakan ne yapıyor?” gibi sorular sormuştu.



Belgesel yapmaya devam edecek misiniz?

Hâlâ devam ediyoruz aslında, El Cezire’ye belgesel çekiyoruz. Abdülhamit, Mehmet Akif Ersoy, Osmanlı arşivleri var şu an üzerinde çalıştığımız.


Büyük prodüksiyonlu, büyük paralar harcanan bir film yapmayı ister miydiniz? Her yönetmenin hayali bu mudur?

Ben daha çok küçük insan durumlarıyla ilgileniyorum. Onların birleşerek bir şey söylediği filmleri seviyorum. Büyük hayallerim yok, büyük paraya da ihtiyacım yok, o yüzden. Bu hikayede de öyle. Üç insanın hikayesi. Müezzin ve rahibe dışında bir de yaşlı sahaf var. Sanat filmi değil, gündelik gözüken bir görselliği var filmin.


Din bu filmde atmosfer olarak kalıyor


Filmin konusu kim buldu? Müezzin ve rahibe adayı bir kızın aşkı...


Murat Menteş’in Dublörün Dilemma’sı adlı bir romanı var. Onu okuduktan sonra onunla beraber bir şey yapmak istedim. Buluştuk, konuştuk. Senaryo yazmaya karar verdik, “Kız Meselesi” diye bir film yapmaya karar verdik. “Kız Meselesi”nde imkansız şeyler olsun derken, aklıma müezzin ve rahibe kızın aşkı fikri geldi. Buna da “Din Meselesi” deriz diye düşündük. Sonra bir de para meselesiyle ilgili bir film yaparız. Bütün bunlara “Üç Mesele” adını veririz dedik. Sonra iş değişti. “Kız Meselesi” tek başına bir senaryo oldu. Murat yazdı. “Din Meselesi”ni ben ayrı yazdırdım. Yaptığımız filmin adı da “Uzak İhtimal”e dönüştü. Uzun bir senaryo çalışması oldu. Adını uzunca bir süre bulamadık filmin. İngilizce ismi Wrong Rosary. İçinden bir sahneyle ilgili, “Yanlış Tespih.” Türkçesi kötü oluyordu, biz de “Uzak İhtimal” dedik.


Peki bu gerçekten bir din meselesi filmi mi?

Kesinlikle hayır. İnsanlarda bu önyargı var ama... Dinci film mi acaba diye? İnsanlar dinci bir filmin içinde olmak istemiyor. İki insan hikayesinin ön plana çıktığı bir film. Din meselesi geriden hissedilen bir şey. Rahibe adayı genç bir hanımla, İstanbul’a yeni tayin olmuş genç bir müezzin arasındaki yaşanamayan aşk. Söyleyemiyorlar. İzleyeceğiniz şey, onların hissettikleri. Dinci bir film değil. Rahat bir film. Çünkü ben de öyleyim.


Niye müezzin ve rahibe adayı figürünü kullandınız. Anlattığınız aşkı, imkansız yapan müezzin olamaz. Müezzin zaten evlenebilen, aşık olabilen bir din adamı değil mi?

Bunların aşklarının olmamasının sebebi dinsel değil. Filmi seyrettiğinizde anlayacaksınız. Dışarıdan böyle gözüküyor biliyorum. Din bu filmde atmosfer olarak kalıyor. Dini, atmosfer olarak kullanacak şanstayım. Babam müftü. Doğal olarak hayatım dini çevrelerin içinde çok geçti. Bu tip adam çok tanıdık. Benim rahat tanımlayabileceğim biri. Kilisedeki zangoçlara benzetirim ben müezzinleri. Zangoç biraz hademe gibi. Müezzin tam öyle değil ama imamın yardımcısıdır. Sesi güzeldir. Ezan okur.
Ahmet’in yaşadığı travmalar benim hayatımda yok


Hayatı dini çevreler içinde geçen bir çocuk için sinema çevreleri çok mu farklı dünyalardır?

Ben Ahmet (Hakan) kadar keskin bir farklılık yaşamadım hayatımda. Ondan 7 yaş küçüğüm. Hayat değişti. Dönemlerimiz farklı. O İmam Hatip’li, ben değilim. Onunki daha farklı olmuştur. Onun yaşadığı travmalar benim hayatımda yok, öyle söyleyebilirim. Ben hep böyleydim. Evin küçüğü olmakla ilgili belki de. Aynı aileden çıkmamıza rağmen farklı hayatlar yaşadık, farklı insanlar olduk. Ailemizde de katı sert bir dini tutum yoktur zaten. Babam ve annem yumuşacık insanlardır. Klasik bir Türk babasıdır. Çocuklarının başarılarıyla mutlu olan biridir. Din bizim ailemiz için bir fon gibi.


Senaryo ekibinde başka kimler vardı?

Tarık Tufan, Görkem Yeltan. Bir de ayrılan bir arkadaşımız var, o sonra Sıla dizisinin senaryo ekibine gitti. Parasız bir dönemiydi, tercih yapmak zorunda kaldı. Senaryomuzu okuduğunuzda bir şeye benzemiyor. Başka bir yönetmenin çekebileceği bir yazılımı yok. Biz ne olduğunu bildiğimiz için çekebildik. Film senaryodan daha iyi oldu.


Kaç dakika film? Filminize aşık oldunuz mu her yönetmen gibi siz de? Montaj bir filmin en zor kısmı bence, çünkü yönetmenler tek bir sahneyi bile kesip atamıyor. Siz de böyle bir duygu yaşadınız mı?

90 dakika. Çok da attık. Ben tam tersini yaşadım, “Her sahneyi kesip atalım” diyen bendim. Çevremdekiler “Hayır, bu sahne iyi” diyordu. Ben tam tersine hiç beğenemiyorum. Çok pimpirikliyim. Asla emin olamıyorum yaptığım işlerden. Kötümserim. Benim işlerim zaten mükemmel olmuyor ama içinde bir sıcaklık oluyor. Kusursuz çizgide bir iş yapabilme potansiyelinin de bende olduğu düşünmüyorum.


Borçlandınız mı?

Para sıkıntısı çok yaşadık. Üç hafta çektik. Son 1 haftayı 2 ay sonra çekebildik. Kültür Bakanlığı destek oldu. Bank Asya sponsor oldu. Galata ve Karaköy civarında çektik. Görkem Yeltan dışındaki oyuncular adı bilinen oyuncular değil. Sinema çalışanları çok zor durumda. Verilen sözler tutulmamış. Alacaklarını alamamışlar. O yüzden size de sertler. Artık müsamaha gösterecek durumda değiller. Tolere edemiyorlar. Onu anladım. O yüzden çok sıkıntı yaşadık. İnsanlar bize fazla tahammül göstermedi. Görkem hiç para almadı. Kazanırsak ona çok iyi bir para vereceğiz. O bizim için çok ayrı biri.


Ağabeyim filmi beğendiğini söyledi umarım samimidir

Mehmet Güreli’nin (ressam, yazar, müzisyen, sinemacı) çektiği Peyami Safa’dan uyarlanan Gölge filminde de Görkem Yeltan para almadı bildiğim kadarıyla.

Zaten bizi de Mehmet Güreli tanıştırdı. Çekim aşamasında da yazım aşamasında da çoğu zaman bizimleydi. Çok sevdiğim biridir Mehmet. Gölge filmini de çok sevdim. Aynı format çektik zaten, 16 mm. Tarzımız farklı ama kullandığımız kamera aynı.


Rotterdam Film Festivali’ne katılmak nereden aklınıza geldi?

Bizim böyle bir niyetimiz yoktu aslında. Genel olarak festivallere katılmak istiyorduk ama filmimizi yavaş yavaş yapıyorduk. Kurgucumuz Çicek Kahraman bir gün “Burada Rotterdam’dan birileri var, Türk filmleri gösterisi olacakmış orada, film topluyorlar, filmi ona göstermek istiyorum” dedi. Ben de “Olur” dedim. Sonradan öğrendim ki başka bir A sınıfı film festivalinde yarışma hakkını kaybediyor film, bir tanesinde yarıştığında... Rotterdam da 4. büyük film festivaliymiş. Göndermeyiz diye konuşuyorduk kendi aramızda. Sonra Çiçek aradı “Rotterdam’dan gelen hanım seninle görüşmek istiyor” dedi. Ludmila Cuikova beni aradı, “Filminizi çok beğendim, bunu yarışmaya sokmak istiyorum” dedi. Çünkü şimdi orada bir de Genç Türk Sinemacılar gösterimi var. Ben de bu beğeniden etkilendim ve “Evet” dedim. 14 film arasına girdik.


Seyrettirdiğiniz insanlar beğendi mi filmi? Ağabeyiniz Ahmet Hakan izledi mi?

Seyrettirdim tabii, beğendiğini söyledi. Umarım samimidir.

Rotterdam Film Festivali’nde yarışan ilk Türk filmi, Uzak İhtimal...

Ahmet Hakan’la röportaj yaptığımda, röportaj bittikten sonra bir süre vedalaşmak için beklemiştim. Çünkü telefonu çalmıştı, o konuşmaya başlarken de ben de balkona çıkmıştım. Sesi balkona kadar geliyordu ve şunu dediğini duydum: “Fihrist gibi kullanılmaktan hoşlanmam.”
O an “Hay Allah! Ahmet Hakan’ı telefon numarası istemek için arayamayacağım, çünkü o cümleyi hele o sesle beraber duymak istemem” demiştim içimden ve çok üzülmüştüm. Çünkü eminim, telefonunda kimbilir benim ulaşmak istediğim kimlerin telefonu vardır ve röportaj yapmanın benim için en zorlu telefon bulma bölümünde çektiğim tüm sancıları hafifletebilir. Ama hafta başı harika bir haber okudum gazetede: “Ahmet Hakan’ın erkek kardeşinin yönetmenliğini yaptığı ’Uzak İhtimal’ Rotterdam Film Festivali’ne katılan ilk Türk filmi oldu.” Devamı da şu:
Film Galata’da bir müezzin ve bir rahibe adayı kız arasında yaşanan, söylenmemiş aşkı anlatıyor.
Evet, kesinlikle şu an düşündüğünüz şeyi yaptım ve hemen Ahmet Hakan’a mesaj çektim.
Beni aradı “O gün böyle dediğinizi de biliyorum ama Mahmut Fazıl’a ulaşmak istiyorum, sizden başka aklıma kimse gelmedi” dedim.
Müthiş bir nezaketle telefonu verdi. Korktuğum hiçbir şey olmadı. Bu anı içimde bu kadar büyüttüğüme utandım açıkçası. Ve beni ”korkutan” abiden sonra kardeşi büyük bir merakla aradım tabii ki. Filmini ve kendisini çok merak ediyordum.
Yumuşak ve heyecanlı bir sesle karşılaştım, randevulaştık. Ertesi gün Sultanahmet’teki Yeşil Ev’de (Harika güneşli bir gündü) buluştuk.
“Ben burada evlendim” dedi.
Ben de “Bab-ı âli Cağaloğlu’ndayken babamla buraya çok sık gelirdim. Hâlâ çok güzel” dedim. Kahvelerimizi söyledik.
“Bana en başından film tadında anlatır mısınız öykünüzü” dedim. “İyi anlatıcı değilimdir, umarım memnun kalırsınız” diye uyardı. Bunu söylerken içten, kibar, çekingen, hatta utangaç bir hali vardı. O an onu çok sevdim, bütün ödülleri almasını istedim ve gayrı ihtiyari ağzımdan şu sözler döküldü: “Ağabeyinize hiç benzemiyorsunuz.” O da gülerek “Teşekkür ederim. Ahmet biraz gergindir” karşılığını verdi. “Gerçi yaşı ilerledikçe o da değişiyor, şimdi daha iyi” diye de ekledi.


Rotterdam Film Festivali 21 Ocak-1 Şubat arasında

Bu yıl 38. yapılan Rotterdam Film Festivali, 21 Ocak günü başladı. Hollanda’nın en büyük kültürel etkiliği diye kabul edilen bu festivalde ilk kez bu yıl bir Türk filmi yarışıyor. Yarışma 1 Şubat’a kadar sürecek. Festival boyunca dünyanın değişik ülkelerinden 200’ün üzerinde uzun metraj film ve 400 dolayında da kısa metraj film gösterilecek. Bu yıl ayrıca festivalde Genç Türk Sineması adı altında bir bölüm de hazırlandı.

DİĞER YENİ YAZILAR