Ne güzel, bir sınav günü daha geldi çattı! Bütün yıl gösterdiğimiz gayretin karşılığını alma günü yarın. Sınavı sevin, sınavla kavga etmeyin. Ne güzel ki, böyle bir sınava girebiliyorsunuz. Bir düşünsenize, 75 milyonluk bir ülkede bu sınava katılabilen insan sayısı sadece 1 milyon 840 bin kişi. Bunlardan yaklaşık 370 bini lisans bölümlerine, 350 bini de önlisans programlarına alınacak; yani 75 milyonda 720 bin kişi ayrıcalıklı olacak. Bunların dünya görüşleri farklı olacak, kariyerleri farklı olacak, gelirleri yüksek olacak, çocuklarını daha farklı yetiştirecekler vb. Eee, bütün bunları sağlayacak olan, pazar günü katılacağınız sınav; bütün bu güzellikleri sağlayacak olan şey, nasıl kötü bir şey olabilir ki! Sevin sınavı!Son ipuçlarıSınava sayılı saatler kaldı... Olaya bir de şu açıdan bakmaya ne dersiniz: LYS öncesinde böylesine kolay bir sınava girmek, sizler için oldukça avantajlı bir durum. Bu sınavı, bir antrenman maçı olarak yorumlayın. Kolay bir rakip, iyi hazırlanmışsınız, olayı ciddiye alıyorsunuz, bütün şartlar lehinize; daha n’olsun...Şimdi birkaç ipucu daha vereceğiz sizlere, bunlara dikkat ettiğinizde, daha bir güzel geçecek sınavınız...Uyku tutmazsa...Varsın tutmasın! Öncelikle şunu belirteyim: Normalde kaçta yatıyorsanız, bu gece de yine aynı saatte yatın; ne daha erken, ne daha geç! Hayatınızın normal akışında bir farklılık yapmayın. İdeali o gece uyumaktır, ancak uyuyamazsanız panik yapmayın; uyuyamamayı dert etmeyin. Merak etmeyin yrın sınavda uyuklamazsınız, bildiklerinizi birbirine karıştırmazsınız. Bir gecelik uykusuzlukla bir şey olmaz, bir yıllık çabalar boşa gitmez... Sınav anında değil beyniniz, tüm hücreleriniz tetikte olacak. Sorular önünüze koyulduğu zaman, ne uyku sorununuz kalır, ne de başka bir sorununuz; gözleriniz faltaşı gibi açılır...Sınav ne istiyor?YGS bilindiğinin aksine sadece 9’ncu sınıf bilgilerini değil, ilköğretim bilgilerini kapsıyor. YGS soruları, öğrencilerin temel bilgilerini sorgulayan türden ve ağırlıklı olarak ilköğretim ikinci kademeyi kapsıyor. Türkçe soruları okuma ve anlama ağırlıklı, matematik temel işlem bilgileri ağırlıklı sorulardan oluşuyor, fen bilimleri soruları temel ilke ve kavramlarıyla düşünme becerilerini yokluyor. Dolayısıyla öğrencilerin sınavdan korkmalarını gerektirecek bir durum yok!Sınava başladığındaSınav başladığı anda tüm bildiklerinizi unuttuğunuz hissine kapılabilirsiniz, sanki beyninizde hiçbir şey kalmadı gibi gelebilir. Doğaldır, bu hisse kapılan sadece siz değilsiniz; bu satırları yazan bende de aynı şeyler oldu, o duyguyu ben de yaşadım. İlk soruyu çözdüğünüz anda bu duygu kendiliğinden ortadan kalkacak, inanın bana!İlkini çözdüğünüzde...Doğru cevabı bulduğunuz halde eliniz bir türlü yanıt kağıdına gitmeyecek; soruyu tekrar çözmeye başlayacaksınız, yine aynı yanıtı bulacaksınız, değişen bir şey olmayacak. Artık kaçamak noktanız kalmadı, eliniz mahkum işaretleyeceksiniz, ama yine de içinize sinmeyecek; ‘vardır bu işte bir bit yeniği’ diyeceksiniz. Demeyin... Boşuna zaman kaybetmeyin, sınavı gözünüzde çok büyüttünüz ya; nedeni ondan! ‘Böylesi büyük bir sınavda, böyle kolay soru sormazlar’ diye düşüneceksiniz, ama bu düşünce size boşuna zaman kaybettirecek, aynı soruyu bir kez daha çözdürecek. Güvenin kendinize biraz...Yanıtları işaretlerkenSoruları tek tek yanıt kağıdına işaretlemek, dikkat ve zaman kaybına neden olur. Neden mi? Bir düşünsenize, kafanız 160 kez sorulara, 160 kez de yanıt kağıdına gidecek. Bu geliş gidişler hem dikkatinizin dağılmasına, hem de zamanınızın boşa geçmesine neden olacak.Tüm soruların bir seferde yanıt kağıdına geçirilmesi de son derece riskli bir durum. Nedeni şu: İşaretlerken bir kaydırma yaparsanız, ondan sonraki tüm yanıtlar kayar; felaketi bir düşünsenize... Başka bir şey daha var: Tüm soruları işaretlemek için kalan zamanı ayarlamak da oldukça zor olsa gerek... Bu işlem için son kaç dakikayı ayıracağız, ya ‘süre doldu’ derlerse!En iyisi... Soruları sayfa sayfa yanıt kağıdına geçirmek. Böylelikle hem kaydırma riskini en aza indirgemiş olursunuz, hem dikkatimizin dağılmasını önlemiş olursunuz, hem de zamanı daha verimli kullanırsınız...MUTLU SINAVLAR...
Bugün son gün. Defter kalem yok. İnsanlarla bir arada bulunun. Sınavdan hiç söz etmeyin. Başka konulardan konuşun. Güzel günlerin hayalini kurun. YGS için yapılan tanımlardan belki de gerçeği en iyi yansıtanı; ‘YGS, bir hazırlık sınavıdır’ olanıdır, yani LYS’lerden önce yapılan ‘hazırlık sınavı’. Şu anda mevcut üniversiteye giriş sisteminin birinci aşaması bu pazar günü yapılacak. Öğrenciler açısından sistemin ilk aşaması ve ilk örneği olmasından dolayı bir heyecan sebebidir. Ancak unutmamak gerekir ki, Lisans Yerleştirme Sınavları öncesinde, yaklaşık yüzde 28 ila 40 katkısıyla böyle bir deneyim yaşamak sizi iyi motive edecektir. Başarısızlık riski bizim kaygımızı artıran temel nedendir. Kaygımız ise performansımızı olumsuz yönde etkiler. Hepsi birbirine bağlı bu süreçlerin en başında sınavın tanımı yer alır. Yükseköğretime Geçiş Sınavı’na ne anlam yüklüyorsunuz hayatınızın sınavı olarak mı görüyorsunuz, yoksa aşılması gereken bir sınav olarak mı görüyorsunuz?YGS’de beklentinizin altında bir sonuç çıkarsa, sakın yelkenleri suya indirmeyin, önünüzde eksiklerinizi telafi edeceğiniz koskoca 2 ay var oturun muhasebenizi yapın, planınızı programınızı yapın tekrar yola koyulun.***Geçen iki yılda çok farklı sonuçlarla karşılaştık. Adayların pek çoğu YGS’yi şöyle değerlendirdi: “YGS’e beklediğim gibi geçmedi, burada yapamazsam, LYS’de hiç yapamam!”Böyle düşünen adaylar çok büyük hata yaptı hata yaptıklarını da LYS’den çıktıktan sonra anladılar, ama iş işten geçmişti. LYS’de beklediklerinden daha iyi bir sonuç aldılar, ama bu kez daha iyi hazırlanmadıklarına, olaya motive olmadıklarına, işe sıkı sarılmadıklarına yandılar; ama geçmiş olsun...YGS’den sonra bir ay çalışamayan, çalışmayı bırakan adaylar bile oldu onları tekrar motive edebilmek için canımız çıktı. Neymiş efendim, ‘YGS istedikleri gibi geçmemiş’. Sınava son bir ay kala toparlandılar, o da yetmedi tabii. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Kafalarını taşlara vurdular, ‘ne yaptık biz’ dediler çünkü LYS iyi geçmişti. Çalışsalardı, daha da iyi geçecekti. N’aptılar? Cevap: KENDİ ÖNLERİNİ KESTİLER!Bazıları da şımardı, hemen havaya girdi ‘bu iş oldu’ dedi. Bu iş, ‘ne oldu, ne de bitti’ sadece daha ilk basamağı geçtik. Bu sınav nasıl geçtiyse geçti, yapmanız gereken tek şey var: İlk birkaç gün dinlendikten sonra hemen yola koyulmak, eski defterleri kapatmak...*** Kaldı, 2 gün girdik son 2 güne. Bunu heyecanınızı artırmak için söylemiyorum. Demem başka... Bu son günlerde yalnız kalmayın, yani kendi başınıza kalmayın insan arasına karışın. Kendi başınıza kalırsanız, ne olacağını çok iyi biliyorum, oturup ‘kuracaksınız’. ‘Kazanacak mıyım, kaybedecek miyim’ falı açacaksınız. İnsan yalnız kalınca hep felaket senaryoları yazar, hep karamsar düşünür, düşüncelerin yüzde 80’i hep olumsuzdur. Onun için yalnız kalmamaya gayret gösterin. İnsanlarla bir arada bulunun, ama insanlarla habire sınavı konuşmayın; hatta sınavdan hiç söz etmeyin, başka konulardan konuşun.***Bugün de de deneme sınavı çözebilirsiniz, bir sakıncası yok; ama sınavla kavga etmeden! N’olur, gözlerinizi yapamadıklarınıza değil, bir kez de yapabildiklerinize çevirin. Gerçek sınavda daha kolay sorularla karşılaşacaksınız, inanın bana!Son gün, cumartesi günü sınav mınav yok defter kitap da yok, hiçbir şey yok. Güzel günlerin hayalini kurun. Eee, her güzel şeyin bir bedeli vardır hem iyi olacak, hem güzel olacak hem de fazla yorulmadan ve fazla sıkıntı çekmeden olacak!Nasıl olacak bu?Yok öyle şey hayatta da yok, sınavda da yok!Bunun bir bedeli var, o da biraz çalışmak, biraz yorulmak...O kadar da olsun artık!*** YGS puanlarının LYS puanlarına katkısı MF-1, MF-2, MF-3 ve MF-4 puan türlerinde 500 puanın yaklaşık 177 puanı YGS’den geliyor, yani toplam puanın yüzde 35’ini YGS puanları oluşturuyor.TM-1, TM-2 ve TM-3 puan türlerinde 500 puanın yaklaşık 160 puanı YGS’den oluşuyor, yani toplam puanın yüzde 32’sini YGS puanı oluşturuyor.TS-1 ve TS-2 puan türlerinde 500 puanın yaklaşık 140 puanı YGS’den geliyor, yani toplam puanın yüzde 28’ini YGS puanları oluşturuyor.Özetlersek, YGS’nin LYS puanlarına katkısı puan türlerine göre değişmekle birlikte, yaklaşık yüzde 28 ila 40 arasında değişiyor. Bunlar oldukça yüksek ve önemli oranlar. YGS, asla hafife alınmayacak, ciddiyetle yaklaşılması gereken bir sınav. YGS‘yi ‘nasıl olsa aşarım, o kadar önemli bir sınav değil’ olarak değerlendirmeyin Bu sınavdan olabildiğince fazla puan çıkarıp, LYS’lere avantajlı bir şekilde girmeye çalışın.YARIN: Kısa yoldan puan hesabı (diğer puan türleri), son gün ne yapalım, sınav için son uyarılar
YGS’de korkacak bir şey yokAdı geçen birkaç kurum var, bunların içinde ilk akla gelen TÜBİTAK’tır, sonra da MEB ile ODTÜ’nün adı geçer. Şimdi burada bir durun! Öncelikle şunu çok iyi bilin: Bu sınavı yapmakla yükümlü tek bir kurum vardır, o da ÖSYM’dir. ÖSYM’nin kuruluş amacı bu zaten, yükseköğretime öğrenci seçmek ve yerleştirmek. ÖSYM’nin dışında hiçbir kuruluş bu sınavı ne hazırladı, ne de uyguladı. Yok efendim, soruları bir yıl TÜBİTAK, bir yıl ÖSYM hazırlıyormuş, TÜBİTAK’ın hazırladığı yıl sorular çok zor oluyormuş...Bunların hepsi ‘...mış, muş’, kısacası ‘şehir efsanesi’. Bu aslı astarı olmayan düşüncelerle kafanızı yormayın.***Kulağıma gelen başka şeyler de var: Bu yılı geçtim, şimdi gündemimizde önümüzdeki yıl var: ‘Efendim, önümüzdeki yıl sınav ocak ayında olacakmış...’Daha bu yıl bitmedi, bu yılın sınavları yapılmadı, yenilen içilen bir şey yok, nasıl böyle bir karara vardınız. Hadi öğrencileri anlarım, eğitimciler bile bu takılmış durumda; her öenüne gelen aynı soruyu soruyor: “Seneye sınav ocak ayında mı yapılacak?”Var mı, buna dair bir açıklama; cevap kocaman bir YOK!Var mı, ÖSYM’nin sitesinde buna dair ibare; cevap kocaman bir YOK! İşin ilginci, bunu ortaya atan da bir müddet sonra buna inanmaya başlıyor ve bu katlanarak çoğalıyor, dalga dalga memleketi istila ediyor.***Gelelim, YGS’nin LYS’ye katkı oranına!Efendim, bu konuda da bir şaibedir dolaşıyor; bir rivayete göre katkı oranı yüzde 40’larda, bir başka rivayete göre de yüzde 18’lerde seyrediyor.Diyelim ki bu katkı yüzde 40, yüzde 40’lık mı çözeceksiniz ya da yüzde 18; o zaman da katkısı az diye yüzde 18’lik mi yapacaksınız.Bırakın bunları, siz mümkün olduğunca fazla soru çözmeye çalışın. Katkısı az ya da çok, kimin neti diğerinden fazlaysa, onun puanı daha yüksek olacak. Siz, işinize bakın, doğru sayılarınızı artınmanın yollarını arayın. ***Sınav nasıl olacak?Ben de çok merak içindeyim, acaba sorular nasıl olacak; zor mu olacak, kolay mı olacak?Sorular bitti, bitti... Soru moru kalmadı etrafta, sorular tükendi; çıkan ve çıkabilecek tüm sorular önünüzde; uzaydan soru falan gelmeyecek artık. Alın test kitaplarını, alın dershanelerin deneme sınavlarını, koyun önünüze soruların birbirine ne kadar benzediğini göreceksiniz.1974 yılından beri bu sınavlar yapılıyor; sınavların adı değişiyor, adedi değişiyor, puan türü değişiyor, soru miktarı ve süresi değişiyor, ama tek bir şey değişmiyor; SORULAR!Tavsiyem şu: Sınavın nasıl olacağını düşüneceğinize, oturun önünüzdeki soruları çalışın; mümkün olduğunca ‘tanış’ soruları çoğaltın.***Dershaneye gidenler bilir, yıl içinde size toplam 160 bin dolayında soru veriliyor; 50-60 deneme sınavı yapılıyor, konu tarama testi, konu tekrar testi vb. Bir sürü test, verilmeyen, sorulmayan test kalmıyor. N’olur, biraz rahat olun; daha ne sorulacak, lütfen bana bir söyler misiniz? Size verilenlerden farklı bir testle karşılaşmayacaksınız, bunu bilin!***1 Nisan’da bir şey olmayacak!Ne demek şimdi bu?Herkes 1 Nisan’dan korkuyor; ‘acaba kazanacak mıyız, kaybedecek miyiz’ sorusu hep aklınızı kurcalıyor.Neden korkuyorsunuz ki?Sınav günü bir şey olmaz, sınav günü kazanılmaz, sınav günü kaybedilmez. Sınav, sınavdan önce kazanılır, sınavdan önce kaybedilir. Sınavdan önce çalışmayı tercih ettiyseniz, bilin ki KAZANACAKSIZ! Sınavdan önce az çalışmayı, çok yorulmamayı tercih ettiyseniz, bilin ki ZORLANACAKSINIZ!
Evet, sınava 4 gün kaldı. Şimdi yapacağınız ilk şey şu: Defteri, kitabı, deneme sınavını bir kenara bırakarak, doğruca sınava gireceğiniz okulu görmeye gitmek! Bu vakit kaybı değil, yapmanız gereken en önemli şey. En fazla bir saatinizi alır. Varsın alsın..Sınava gireceğiniz okulu gidip gördüyseniz sorun yok ama “ne gerek var, okul kaçmıyor ya” derseniz, durun biraz!Böyle diyorsak, vardır bir bildiğimiz. Bu gözler neler gördü...Çocuk sınav sabahı okula gidiyor, bir bakıyor okul yerinde yok! Şaka değil, gerçekten bu olay yaşandı. Meğer okul taşınmış, çocuğun elindeki bilgiler eski... Okul yeni adresi ÖSYM’ye bildirmemiş. Okulun taşındığından ÖSYM’nin haberi yok. ÖSYM nereden bilsin okulun taşınıp taşınmadığını. Eski adresi basıyor belgeye, gönderiyor çocuğa... Çocuk da önceden gidip okulu kontrol etmemiş, sonrası felaket!Bu olay, aynıyla vaki...Onun için demem şudur: İLK ÖNCE SINAV MERKEZİ GİDİLİP GÖRÜLECEK!***Şu anda neler hissettiğinizi çok iyi biliyorum: Kıvranıp duruyorsunuz, “deneme sınavı mı çözmeliyiz, yoksa konu mu çalışmalıyız” sorusu akıllarınızı kurcalayıp duruyor. Deneme sınavı çözmeden duramıyorsunuz, çözerken de tedirginlik yaşıyorsunuz. Konu çalışırken de “aslında şu anda sınav çözmem gerekir” diye düşünüyorsunuz.Tedirginliğe gerek yok. Yeni konu öğrenmeye artık son vermelisiniz. Şimdi eldekileri muhafaza etme zamanı, eldekileri kalkındırma zamanı. Bunun yolu da deneme sınavı çözmekten geçiyor. Ancak... Duyduğuma göre günde iki deneme sınavı yapanlar varmış. Bu kadarına gerek yok, abartmayın. Bu doğru değil. Günde bir sınav yeter. Cuma gününe kadar deneme sınavı çözebilirsiniz, bir sakıncası yok. Çok sınav yapacağınıza, az sınav yapın ama şunlara dikkat edin: Boş bıraktığınız soruların nedenlerini araştırın, yanlış verdiğiniz yanıtların muhasebesini yapın. ÇOK SINAV YAPARAK PUAN YÜKSELMEZ, AZ OLSUN ÖZ OLSUN!***Bir şey diyeceğim, şimdi bana kızacaksınız: BU SINAV, SİZİN DENGİNİZ OLAN BİR SINAV DEĞİL! Eğri oturalım, doğru konuşalım. YGS, ilköğretim düzeyine hitap ediyor, ilköğretimin ikinci kademesine...Ben, size sınavı ciddiye almayın demiyorum; fazla abartmayın, kasmayın diyorum. Korku dağları bekliyor, ne gerek var bu kadar korkuya. Sınavın altında eziliyorsunuz, hiç gereği yokken...Türkçe ve Sosyal Bilimler testlerinden 6’şar net yapan öğrenci rahatlıkla 140 puan barajını aşıyor. Bu iki testten 12’şer net çıkaran aday da 18 0 puan barajını aşıyor. 160 sorudan toplamda 12 net çıkaran 140 barajını, 24 net çıkaran da 180 barajını aşıyor. Öncelikle rahat olun. Ancak şunu da aklınızdan çıkarmayın: YGS, “nasıl olsa aşarım” sınavı değil, “nasıl daha fazla avantaj sağlarım” sınavı. Mümkün olduğunca YGS’den fazla puan almaya bakın. LYS’ye avantajlı gidebilmenin yolu YGS’den geçiyor. LYS puanlarının neredeyse yüzde 40’ı YGS’den geliyor. YGS, fazla anlam yüklenmeden ciddiye alınması gereken bir sınav.***YGS, dershanede girdiğiniz sınavlardan farklı olmayacak; hatta daha kolay bir sınavla karşılaşacağınızı şimdiden söyleyebilirim.Bu sınav Türkiye geneline göre hazırlanıyor. Yani her seviyedeki öğrenciye hitap edecek türden sorular koyuluyor. Soruların yüzde 10’u çok kolay, yüzde 20’si kolay, yüzde 40’ı da normal düzeyde. Yani sınavın yaklaşık yüzde 70’i rahatlıkla yapılabilir düzeyde. Oysa dershanelerdeki sınavlarda zor soruların oranı daha fazla. Dolayısıyla daha zor sorularla sizin standardınızı artırmaya çalışıyorlar.Şu ifade, bence doğru ve geçerli bir ifade değil: “Hocam, deneme sınavlarında yapıyorum, ama gerçek sınavda yapamıyorum.”Kocaman bir hayır!Neden mi?Çünkü sınava bakış açınız değişiyor, sınavı yorumlama tarzınız değişiyor. Birinde “kaybedecek bir şeyim yok, nasıl olsa deneme sınavı” diyorsunuz, diğerinde de “kaybedersem mahvolurum” diyorsunuz. Bence ikisi de yanlış. Sınavları ne hafife alın, ne de sınavlara gereğinden fazla bir anlam yükleyin. Böyle yaptığınız takdirde elinizi ayağınızı kıpırdatamaz duruma gelirsiniz.Bu sınav, güle oynaya yapacağınız bir sınav. Biraz rahat olun, kırın zincirlerinizi...YARIN: Sınav istatistikleri, sınavda yapılan yanlışlar, kısa yoldan puan hesabı...
YGS İÇİN UYARILAREğer deneme sınavlarında her zaman önce Türkçe sonra matematik, sosyal, fen testlerini çözdüyseniz Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda da (YGS) bu sıralamayı aynen uygulamalısınız.1 milyon 805 bin 433 kişinin gireceği 1 Nisan Pazar günkü YGS’de başarılı olmak için nasıl bir yol izlemelisiniz? Sınavda nelere dikkat etmelisiniz? Bunun için aşağıdaki önerilerimizi dikkatle okuyun... PANİK YAPMAYIN: Yıl içinde birçok deneme sınavına girdiniz, önceki yıllarda çıkan soruları incelediniz ve çözdünüz. 1 Nisan Pazar günü gireceğiniz sınav, bunlardan farklı olmayacak.NE ÇOK HIZLI NE DE ÇOK YAVAŞ: Soruları çok hızlı yanıtlayıp bunun neticesinde bol hata yapmak doğru olmadığı gibi, aşırı titiz davranıp her soru üzerinde gereğinden fazla zaman harcamanız da yanlış olur. Hızlı ama isabetli olmalısınız.DERİN NEFES ALIN: Sınava başladığınız anda her şeyi unuttuğunuz duygusuna kapılabilirsiniz. Bu, geçici bir durumdur. Birkaç soruyu yanıtladıktan sonra bu duygu kendiliğinden yok olur.ZOR SORUYLA UĞRAŞMAYIN: Size önemli bir ipucu: YGS’de sorular 5 farklı kategoride hazırlanıyor. Soruların yüzde 10’u çok kolay, yüzde 20’si kolay, yüzde 40’ı normal, yüzde 20’si zor ve yüzde 10’u da çok zor düzeydedir. Soruların yüzde 70’i rahatlıkla çözülebilecek türden. Zor sorularla uğraşıp vakit kaybetmek yerine, o süre zarfında 3 kolay soruyu yanıtlamanız daha akıllıca olur. Şunu unutmayın: Zor soruların da kolay soruların da puan değeri aynıdır. Dolayısıyla kısa sürede ne kadar çok doğru soru yaparsanız o kadar iyi olur.KOLAY SORULARDAN BAŞLAYIN: Önce hangi testten başlıyorsanız, o testin bütün sorularını gözden geçirin. 1-2 dakikanızı bu işe ayırın. Bu, zaman kaybı değildir.SORULARA TAKILMAYIN: Bir soruyu belli bir süre geçtiği halde çözemiyorsanız, o soru üzerinde daha fazla uğraşmayın. Her bir soruyu yanıtlamak için 60 saniyelik süreniz var. Eğer zamanınız kalırsa o soruya geri dönersiniz.ACELECİ DAVRANMAYIN: Doğru yanıtı bulduğunuzu zannederek diğer seçeneklere bakmamanız sizin zararınıza olur. Mutlaka sorunun bütün seçeneklerini okuyun. SON DAKİKA DEĞİŞİKLİĞİ YAPMAYIN: Aday, bugüne kadar girdiği deneme sınavlarının hepsinde önce Türkçe testinden başlamış, daha sonra Temel Matematik ve sırasıyla Sosyal Bilimler ve Fen Bilimleri testlerini çözmüş olsun. Yani sistemini bu şekilde kurmuş, yöntemini de bu şekilde belirlemiş. Ancak aday sınavda Sosyal Bilimler testinden başlarsa daha önce alışık olmadığı bir durumla karşılaşmış olur. Bu, adayın dengesini bozar. Tavsiye: Alışık olduğunuz düzeni değiştirmeyin.TÜM TESTLERİ YANITLAMAYA ÇALIŞIN: Genelde TS öğrencileri Temel Matematik ve Fen Bilimleri testlerini çözmekten kaçınırlar. Önyargılı davranıp bu testlerle uğraşmazlar. Bu, yapabileceğiniz en büyük hatadır. Sadece iki testi çözerek başarıya ulaşmanız zor. Evet, ağırlığı tabii ki bu testlere vereceksiniz ama yetmez. Riskli olur. Gücünüz yettiğince bu testleri de yanıtlamaya çalışın. Bu alandaki diğer adaylara ancak bu şekilde fark atabilirsiniz.KISA MOLALAR VERİN: Aynı soruyu veya aynı satırları tekrar tekrar okuyorsanız, zihninizin dinlenmeye ihtiyacı var demektir. Kalemi, kağıdı bir kenara bırakın, gözlerinizi kapatın ve arkanıza yaslanın. İşlerin iyi gittiğini kendinize telkin edin. Dinlendiğiniz bu süreyi, bir yenilenme, güç toplama süreci olarak düşünün.ATMAYIN: Cevabından yüzde 100 emin olmadığınız soruları boş bırakın. Cevap şıklarından ikisini elediğinizi varsayalım. Bu durumda tahminde bulunursunuz ve şöyle düşünürsünüz: Yüzde 50 şansım var. İşte, en büyük hatayı yaptınız. Neden? Kumar oynadınız. Çünkü sorunun yanıtından yüzde 100 emin değilsiniz.KARIŞIK GÖRÜNEN SORULARDAN KORKMAYIN: Soru kökünün veya soru metninin uzun oluşu, sizin için daha fazla ipucu anlamına gelir. Bu nedenle ilk etapta karmaşık gibi görünen ve uzun metinli sorular, daha kolay çözülebilen sorular olarak algılanmalıdır.ÖNCE SORUYU OKUYUN: Paragraf tipli sorularda (Türkçe ve Sosyal Bilimler) paragraftan önce soru kökünü okuyun. Böylelikle zihin, sorulan soruya göre paragrafı okuma eğiliminde olur.ALTI ÇİZİLİ VE KOYU İFADELERE DİKKAT EDİN: Soru kökü bazen ‘olamaz’, ‘değildir’, ‘yanlıştır’ veya ‘mamalıdır’ gibi olumsuz ifadeler taşıyabilir. Zihin hep olumlu soru kalıplarına şartlandığından, olumsuz ifadeler gözden kaçabilir. Altı çizili ve koyu yazılan ifadelere dikkat edin.YGS’yi gözünüzde fazla büyütmeyin1 NİSAN Pazar günü gireceğiniz sınav, hayatınızdaki sınavlardan sadece biri. Fazla abartmaya gerek yok. Sınava gereğinden daha fazla bir anlam yüklemeyin. Bu sınavı kazandığınızda tüm sınavları kazanmış olmayacaksınız, kaybettiğinizde de ‘hayat sınavı’nı kaybetmiş olmayacaksınız. Normalde bir gününüzü nasıl geçiriyorsanız, neler yapıyorsanız yine aynı şekilde davranın. Farklı bir şey yapmak için kendinizi zorlamayın. Böyle bir arayış içinde olmayın. Eğer istiyorsanız son gün ders çalışabilirsiniz. Ama buna çalışma değil de göz gezdirme diyelim. Boş oturmak sizi tedirgin edecekse tabii ki çalışabilirsiniz. Kendinizi yıpratmadan, fazla sorgulamadan, bilmediklerinizi abartmadan çalışanızda bir sakınca yok.Sınav psikolojik sorunlar yaratıyorBAŞARI düzeyi ne olursa olsun, öğrencinin sınava hazırlık süreci akademik açıdan ve sağlığı yönünden en iyi şekilde takip edilmelidir. Bu sınavda, psikolojik faktörler de yadsınamaz derecede önemlidir. Sınav günü yaklaştıkça birçok öğrencide psikolojik kaynaklı problemler görülür. Bunlar uykusuzluk, iştahsızlık, dikkat dağılması, asabi davranışlar, bilgileri birbirine karıştırma, kalp atışlarının düzensizleşmesidir. Bu süreçte öğrencinin en büyük desteği ailesi, rehber öğretmeni ve uzmanlardır.Zamanı iyi ayarlayınHER bir teste ne kadar zaman ayıracağınızı baştan belirleyin, zamanı gelişigüzel kullanmayın. YGS-1 ve YGS-2 ağırlıklı puanlar için 160 dakikanın 100 dakikasını Temel Matematik ile Fen Bilimleri testlerine, kalan 60 dakikalık süreyi de Türkçe ile Sosyal Bilimler testlerine ayırabilirsiniz. 60 dakikalık sürenin 35 dakikasını Türkçe testine ayırmak daha mantıklı olur. YGS-3 ile YGS-4 puanları için 110 dakikayı Türkçe ve Sosyal Bilimler testlerine, geri kalan 50 dakikayı da Temel Matematik ile Fen Bilimleri testlerine ayırabilirsiniz. Kalan süreyi bu iki testten kolaylıkla yapabileceğinize inandığınız sorular için kullanın. YGS-5 ve YGS-6 puanları için 100 dakikayı Temel Matematik ile Türkçe testlerine, 35 dakikayı Fen Bilimleri testine, 25 dakikayı da Sosyal Bilimler testine ayırabilirsiniz.Anne babanın görevleri- Öğrenciyi, elinden gelenin en iyisini yaptığına inandırmak n Sonuç ne olursa olsun desteklediklerini ona hissettirmek- Önemli olanın her zaman sağlığı olduğunu her fırsatta belirtmek n Uyku düzeni için gerekli ortamı ve sağlıklı beslenmesini sağlamak- Güven duyduğunu belli etmek ve öğrencinin özgüveninin artmasına katkıda bulunmak n Sosyal faaliyetlere götürmek. Bunun olumlu etkilerini anlatmak.
Sabancı Üniversitesi ile Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın işbirliğiyle oluştu-rulan Bilişim Teknolojileri Meslek Edindirme Programı BİTMEP, lise mezunu gençlere istihdam yaratmaya yönelik örnek bir proje olarak dikkat çekiyor.Sabancı Üniversitesi ile Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO), gençlere istihdam yaratmaya yönelik bir projeye imza attı. Üniversite-sanayi işbirliğine örnek oluşturan bu proje, “Bilişim Teknolojileri Meslek Edindirme Programı BiTMEP” adını taşıyor. BİTMEP, başta sanayi odaları, üniversite, özel şirket ve eğitimle ilgili faaliyet gösteren vakıflar olmak üzere çeşitli oluşumların bir araya gelerek oluşturdukları sinerjiyle toplum yararını gözeten bu proje hem önemli çalışmaların hayata geçirilmesi hem de Türkiye’nin çeşitli bölgelerine yayılması bakımından önem taşıyor. BİTMEP, lise mezunu gençlere meslek, bilişim sektörüne de iş gücü kazandırmak amacıyla kurulmuş bir program. Matematik altyapısı bulunan gençlerin 6 aylık bir dönem sonucunda yazılım altyapısı kazandırılarak sektöre iş gücü sağlanması, işsiz gençlerin istihdam edilmesi hedefleniyor.400 saat eğitimBİTMEP’in ilk tohumu, Bursalı işadamı Osman Canik’in harekete geçmesi ve inisiyatifiyle atıldı. BTSO’nun finansal desteği sağlandı, Sabancı Üniversitesi Bilişim Teknolojileri Yüksek Lisans Programı öğretim üyeleri verilen eğitimin tasarım ve uygulamasını gerçekleştirdi, BTSO Eğitim Vakfı (BUTGEM) Eğitim Merkezi’nde de ilk olarak 40 gencin eğitimine 2011 Ekim ayında başlandı. Matematik alt yapısı güçlü olan lise mezunu her gencin başvurabileceği programa kabul edilmek için yazılı ve sözlü sınavda başarılı olmak şartı aranıyor. Her dönem yalnızca 40 öğrenci kabul ediliyor. Programın 12 Mart’ta başlayacak olan ikinci dönem eğitimi için başvurular 2 Mart tarihinde sona erdi. BİTMEP’e kabul edilen gençler teorik ve pratik eğitimle mesleki İngilizce alanlarında toplam 400 saat eğitim alıyorlar.BiTMEP projesi planladığı gibi BUTGEM’de eğitimlere devam ederken Bitlis Eğitim ve Tanıtım Vakfı BETAV’ın desteğiyle yeni dönem bu eğitimden doğu ve güneydoğu Anadolu’daki gençler de yararlanabilecek. Bu nedenle Sabancı Üniversitesi, Bitlis Eren Üniversitesi, BETAV yöneticileri, Bitlisli ve Bursalı sanayici ve iş adamları Bursa’da bir araya geldi. Sabancı Üniversitesi’nin bilişim teknolojilerini doğu ve güneydoğu Anadolu’ya yaymak için yaptığı çalışma kapsamında pilot okul seçilen Bitlis Eren Üniversitesi ile Sabancı Üniversitesi arasında protokol imzalandı. Örnek gösterilecek özellikteki bu protokol bağlamında Sabancı Üniversitesi Bursa BUTGEM’de olduğu gibi Bitlis Eren Üniversitesi’ndeki eğitmenlerin eğitimini gerçekleştirecek. Eren Üniversitesi de Diyarbakır, Adıyaman, Elazığ, Muş, Siirt, Mardin, Tunceli ve Şanlıurfa üniversiteleri aracılığıyla bu eğitimi yaygınlaştırma misyonunu üstlenecek.Sağlıklı bir çözümBiTMEP projesiyle Türkiye çapına yaygınlaştırıldığında yılda ortalama 3 bin programcının yetiştirilmesi hedeflenerek 10 yıl içinde 30 bin programcının hem genç girişimcilere hem de sektörün istihdam ihtiyacına cevap verecek iş gücü olarak ekonomiye büyük katkıda bulunulacağı öngörülüyor. Uzmanlara göre, Türkiye’de bilişim sektöründe özellikle yazılım alanında endüstrinin her kademede yetişmiş eleman bulmakta zorluk yaşadığı bilinen bir gerçek. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yalnızca bilgisayar mühendisliği alanında eleman yetiştirerek sektörün istihdam ihtiyacına çözüm getirmenin mümkün olmadığı görülüyor. Sorunun sağlıklı ve kalıcı çözümü de her kademede bilişim elemanı yetiştirmek üzere eğitime yatırım yapmaktan geçiyor.Bilgi için: 0216-483 90 97
Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın, Türkiye’de yükseköğretimin kalitesini olumsuz etkileyen sorunların arkasında Yükseköğretim Kanunu’nun olduğunu söyledi. Aydın, bu yasanın artan üniversite sayısını kaldıramayan merkeziyetçi ve tek tip üniversite modelini esas alan bir yapısının bulunduğunu belirtti.Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın ile üniversitelerde kalite konusunu konuştuk. Kaliteye ulaşmak için tüm alanlarda başarı gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Aydın, “Başarının ölçümü sadece ülke içinde yapılacak denetimlerle değil, aynı zamanda uluslararası denetimlerle gerçekleştirilmelidir” dedi. Aydın konuyla ilgili olarak şunları söyledi: Türkiye’de yükseköğretime katılım uluslararası standartlara göre düşükse de (20-24 yaş arası nüfusun yüzde 45’i üniversite öğrencisi), bu oran 5 yılda 8 puan arttı. 2000-2001’de yüzde 12.27 olan yükseköğretimde okullaşma oranı 2009-2010’da yüzde 30.42’ye çıktı. 1984’de 322.320 olan öğrenci sayısı 2011’de 3.817.086’ya, 20.333 olan öğretim elemanı sayısı da 111.495’e yükseldi. Bu sayısal artışlar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de rekabet ve kalite arayışını beraberinde getirdi.Türkiye son sıralardaGenel olarak, Türkiye’deki üniversitelerin kaliteye ulaşmasını etkileyen hususların başında özerklik konusunda yaşanan sorunlar geliyor. Merkezi yapılanmayla yönetilen yükseköğretim kurumlarının kaliteye ulaşmak için izleyecekleri strateji konusunda karar veremiyor olmaları veya stratejinin uygulanmasında üst otoriteye bağımlı olmaları, önemli bir engeldir. Avrupa Üniversiteler Birliği’nin Avrupa’daki üniversitelerin özerkliğini örgütsel, finansal, kadro/işe alma ve akademik açılardan değerlendirdiği 2011 raporunda Türkiye tüm alanlarda son sıralardadır.Tek tip üniversiteTürkiye’de yükseköğretim kalitesini olumsuz etkileyen çok sayıda sorunun arkasında mevcut sistemin temelini oluşturan 1981 tarihli 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun artık çok eskimiş ve artan üniversite sayısını kaldıramayan merkeziyetçi ve tek tip üniversite modelini esas alan yapısı var. Sistem, hem yükseköğretim kurumlarında kalite denetlemesi hem de uluslararası standartlarda kaliteli bir yükseköğretim sistemine sahip olma stratejisinin belirlenmesi görevini YÖK’e verdi. Üniversitelere kalite konusunda söz hakkı bırakmayan sistem, üniversitelerdeki iç yapılanmayı da rektörlükler üzerine bina ederek, merkeziyetçi ve katı şekilde planlanmış. Hem YÖK hem de rektörlüklerin merkeziyetçilikten uzaklaştırılarak, koordinasyon ve planlamadan sorumlu hale getirilmeleri ve karar vermede dikeyden ziyade esnek ve yatay yapılanmalara gidilmesi kalite yönünde atılacak adımları kolaylaştırır. Üniversite düzeyinde yapılan seçimlerle atamalarda YÖK ve cumhurbaşkanına verilen geniş yetkiler konuyu siyasallaştırıyor, kalite değerlendirmesini arka plana atıyor. Rektör atanan kişilerin yetkilerini üst otoriteye bağlı olarak kullanmaları program geliştirme, öğretim üyesi alma, öğrenci sayıları, yatırım yapma gibi özgürlüklerinin kısıtlanmasını beraberinde getiriyor. Devlet üniversiteleriyle kıyaslandığında kısmen daha rahat olduğu düşünülen vakıf üniversitelerin dahi benzer kısıtlamaları yaşadıkları düşünülürse Türkiye yükseköğretim sektörünün uluslararası düzeyde rekabet şansının düşük olduğu ortaya çıkar. Kalite arayışındaki kurumların fark yaratabilecekleri alanların başında kaliteli öğretim üyesi istihdamı gelir. Kaliteli öğretim üyesinin öğrenci ve araştırmada kaliteyi getireceği açıktır fakat geçerli mevzuat üniversitelerin akademik personel istihdamındaki yetkilerini kısıtlayarak rekabeti olumsuz etkiliyor. Bu sorun vakıf üniversitelerinde kısmen aşılmış durumda. Denetleme, değerlendirme, şeffaflık ve hesap verebilirlik üniversitelerin kalite arayışında ön şartlardır. Rekabetin küreselleştiği günümüzde artık üniversitelerin sadece ulusal değil, uluslararası alanda da başarılı olmalarını gerektiriyor.Altyapı ve müfredatYabancı öğretim üyesi ve öğrenci çekmek ya da öğretim üyeleri ve öğrencilerinin uluslararası alanda kabul görmesini sağlamak için çaba sarf eden üniversitelerin bu kapsamda kalite standartları yüksek programlar, müfredat, altyapı, sosyal imkânlar gibi unsurları bünyelerine kazandırması gerekir. Türkiye’deki üniversitelerin mevcut dezavantajı göz önüne alınırsa kalitenin artırılmasında Bologna Süreci ve uluslararası akreditasyon uygulamalarının önemi ortaya çıkar. Her ne kadar 2010’da oluşturulan Türkiye Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi ardından tespit edilen alan ve program yeterliliklerinin tüm üniversitelerde Aralık 2012’ye kadar hayata geçirilmesi öngörülmüşse de bugüne kadar ancak sınırlı sayıda üniversite Bologna süreciyle uyumlu olduklarını belgelendirebildi.Koşulların yetersizliğiBilim ve teknolojide yaşanan gelişmelere ayak uydurabilen, yeniliğe açık, sorgulayan, düşünen ve üreten bireyler yetiştirmek, bu bireylerin üniversite sonrasında iş piyasası ve toplumda iyi yerlere gelmelerini sağlamak hem eğitim-öğretimin başarısını hem de topluma sunulan hizmetin kalitesini gösterir. Sadece öğrencilere değil, öğretim üyeleri ve idari personele sunulan imkân ve koşulların yetersizliği de kalitenin oluşması ve yerleşmesinde önemlidir. Ayrıca kalite yönünde belirlenecek stratejilerle atılacak adımların ulusal değil, uluslararası bazda düşünülmesi gerektiğidir. Tepeden inme politikalar yerine tabanı kapsayan, herkesin söz sahibi olduğu stratejiler üretmek süreci kolaylaştıracağı gibi kalitenin daha hızla yerleşmesine katkı sağlayacaktır.Önemli bir proje“Kadir Has Üniversitesi’nin üç devlet üniversitesiyle birlikte yürüttüğü Tam Maliyetleme Projesi’nin yükseköğretim sistemine yaygınlaştırılması önemlidir. Üzerinde çalışılan modelde üniversite çapında eğitim-öğretim, araştırma ve diğer faaliyetler için gelir giderlerin gerçekçi, ölçülebilir ve şeffaf raporlanması öngörülüyor.”Emekleme dönemindeyiz“Yükseköğretim Kurumları Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Komisyonu’nun kurulması önemli bir adım olmakla birlikte kalite konusunda Türkiye’deki çalışmalar henüz emekleme dönemindedir.”
Prof. Sağlamer, üniversitelerin 3 ana gruba ayrılmaları gerektiğini belirterek bunu şöyle açıklıyor: Birinci grup dünya ölçeğinde yarışabilen üniversiteleri, ikinci grup lisans ve lisansüstü programlara eşit ağırlık veren bölgesel gelişmede önemli roller üstlenmeye kararlı üniversiteleri, üçüncü grup ise yeni kurulan üniversiteleri kapsamalıdır. İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gülsün Sağlamer, giderek artan belirsizlik ortamında eğitimin yeniden yapılandırılması ve kapsamlı reformların gerçekleştirilmesi tüm ülkelerin gündemlerinin en önemli sorunlardan birini oluşturduğunu belirtti. Sağlamer konuyla ilgili şunları söyledi: ABD ve Avrupa ülkeleri, kapsamlı reformları yıllardır sürdürmeye çalışırken Türkiye 1982’de bir özel dönemde uygulamaya konan 2547 sayılı yasadan kendisini yıllardır kurtaramıyor. Şüphesiz ki bu yasa ülkemizin yükseköğretiminin gelişmesine sayısal açıdan önemli katkılar sağlamış olsa bile merkezi bir sistem olarak özerkliği ortadan kaldıran yapısıyla üniversiteleri bitmeyen bir moral sorunuyla karşı karşıya bıraktı. İktidara gelmeden önce bu yasayı ve YÖK’ü kaldırmayı vaadeden siyasi partiler, iktidara geldikten sonra söylemlerini değiştiriyor. Son 30 yılda bazı başarılı dönemler yaşanmış olsa bile genelde YÖK verdiğinden fazlasına mal olmuş bir yapı olarak karşımızda duruyor.2011 dünya sıralamasında ilk 300’e girenler TÜRKİYE genç nüfusunu en iyi biçimde eğitmek ve genç kuşaklarına iyi bir gelecek sunmak üzere önemli atılımlar yapıyor. Ancak sayısal olarak sağlanan artışlar önemli bir gelişme olarak kabul edilse bile Türkiye’de yükseköğretim kurumlarının bağımsız kalite güvencesi sistemlerine sahip olmaması, verilen diplomaların eşdeğerliğine gölge düşürüyor. Aynı yasa altında yönetilen fakat birikim ve kaliteye sahip olan üniversitelerimizin ne güçleri ve birikimleri ne de sorunları birbiriyle karşılaştırılamayacak kadar birbirinden uzaktır. Burada büyük başarılar kazanan öncü üniversitelerimizi unutmamamız gerekir (İTÜ, ODTÜ, BÜ, Bilkent). Bu dört üniversitemiz aynı zamanda “Times Higher Education”ın 2011 yılı dünya sıralamasında ilk 300’e girmeyi başardı. Gruplar arasındaki geçiş esnek bırakılmalı BURADA uzun zamandır tartışılan ama bir türlü gerçekleşme aşamasına konulamayan bir modeli kısaca açıklamak yararlı olabilir. Bu model aynı yasa altında üniversitelerimizin özelliklerine göre gruplanmalarını ve yönetilmelerini benimsiyor. Burada modelde 3 ana gruptan söz edilebilir: Birinci grup halen dünya ölçeğinde yarışabilen veya yarışma kapasitesi olan üniversitelerimizi kapsamalıdır. Bu üniversiteler lisans eğitiminden daha fazla lisansüstü eğitime ve araştırmaya odaklanmalıdır. Bu kategoride 20 civarında üniversitemiz sıralanabilir. İkinci grup lisans ve lisansüstü programlara eşit ağırlık veren bölgesel gelişmede önemli roller üstlenmeye kararlı üniversiteleri kapsamalıdır. Bu grupta 50 civarında üniversite sıralanabilir. Üçüncü grup ise yeni kurulan üniversitelerimizi içine almalıdır. Bu gruplar arasında geçiş esnek bırakılmalı ölçütleri karşılayan üniversite bir gruptan diğerine geçebilmelidir. Birinci grup ta-mamen özerk ve hesap verebilir bir sisteme sahip olmalı, önemli araştırma finansal kaynakları bu gruba dünyada yarışmaları için tahsis edilmelidir. 163 üniversitede ancak 9 kadın rektör var YÖK bir koordinasyon kuruluna dönüştürülmeli, adı değiştirilmeli ve birinci grup üniversiteler YÖK sistemi dışına çıkarılmalıdır. Türkiye’de yükseköğretimin yeniden yapılanması çoktan yapılması gereken bir reformdur. Politik çekişmelerin dışında dünyada geçerli ölçütler çerçevesinde bu yapılanmanın gerçekleşmesi için tüm karar vericiler kendi politik kimliklerinden kurtulmalıdır. Türk üniversitelerinin özerk, hesap verebilir, liyakata dayalı üniversiteler olarak gelişmelerini sürdürmeleri ne pahasına olursa olsun sağlanmalıdır. “Ne yapmalı?” sorusunun yanıtını dünyadaki gelişmeleri takip ederek EUA/IEP’nin Türk yükseköğretimini değerlendiren raporu dikkate alınarak bu gelişmelerden haberdar ve bunları özümsemiş üyelerle paydaş temsiline dayanan bir kurulun kapsamlı, şeffaf süreçler içinde çalışmasıyla bulabiliriz. İTÜ’nün ilk kadın rektörü olarak bugün Türkiye’de 163 üniversitede ancak 9 kadın rektör bulunmasını üzüntüyle karşılıyorum. Üniversitelerde kadın profesör sayısında Avrupa’da en önde olan ülkemiz, kadın yönetici düzeyinde çok arkalarda kalmış durumda.