Meslek seçiminin hayatımıza yön veren en önemli kararlardan biri olduğunu belirten Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkan Vekili Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu, ailelerin çocuklarına yeteneklerini geliştirme fırsatı vermeleri gerektiğini söyledi. Kulaksızoğlu, aileye düşen görevlerden birinin çocuğa okul ve meslek seçimi konusunda baskı yapmamaları olduğunu da vurguladı.Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkan Vekili Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu’nun üniversite, meslek ve meslek seçimi konularında görüşlerine başvurduk. Kulaksızoğlu’nun açıklamaları özetle şöyle: Üniversiteler bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğe sahip, yüksek düzeyde eğitim-öğretim, yayın ve bilimsel araştırma yapan enstitü, fakülte ve yüksekokul gibi birimlerden oluşan öğretim kurumlarıdır. Her kurum gibi üniversiteler de farklı gelişmişlik düzeyindedir. Üniversite gibi bir kurumun niteliğini her şeyden önce çalıştırdığı öğretim elemanları belirler.Öğretim elemanının yayınladığı ulusal ve uluslararası yayınlar, bu yayınların belirli bilimsel indekslerce taranan dergilerde çıkmış olması, yayınlarına yapılan atıf sayısı, alan bilgisi, ders anlatma becerisi, eğitimsel görsel işitsel araçları kullanıp kullanmaması, yenilikleri takip edip etmemesi, öğrenciyle kurduğu iletişimin kalitesi, derste öğrenciyi etken tutma ve sınıf yönetim becerisi, zamanı verimli kullanması gibi birçok özellik öğretim elemanının niteliğini yansıtır.Öğrenciye ait özellikler de bir üniversitenin niteliğinin belirleyicilerindendir. Öğrencinin okuyacağı alanı isteyerek seçmesi, alanı öğrenmeye yönelik güdüsü, konular hakkındaki ön bilgisi, ders çalışma becerisi ve kitap okuma alışkanlığı, üniversitede geçirdiği zaman, katıldığı serbest zaman etkinlikleri ve zamanı kullanma becerisi gibi birçok özelliği üniversitenin niteliğini artırır.Maddi gücü yüksek olmalıÜniversitedeki ders araç gereçlerinin ve laboratuvarın, araştırma birimlerinin varlığı ve kullanıma açık olmaları ve öğretim elemanlarının bunları kullanma sıklığıyla üniversitenin binalarının ve yeşil alanlarının fiziki koşulların uygunluğu da üniversitenin kurumsal niteliğinin olumlu olarak ortaya çıkmasına yardım eder. Bir yükseköğretim kurumunun parasal kaynakları ne kadar güçlü ise öğrenci başına harcanan para ne kadar yüksekse, üniversitenin niteliği de o oranda artacaktır. Harcanan para binaların donanımını, kütüphanelerin zenginleştirilmesini, üniversitenin sağlık, spor ve kültür hizmetlerinin daha da kaliteleşmesini sağlar. Öğretim elemanlarının tatmin edici ücretler alması, öğretim elemanlığına talebi artıracaktır.Meslek, devamlı olarak yapılan, yaşama maddi ve manevi doyum veren, belirli bir eğitim ve tecrübeyi gerektiren, bir dereceye kadar bilgi ve beceri isteyen toplumda belirli bir ihtiyacı gideren ve genel ahlak kurallarıyla çelişmeyen faaliyettir. Meslek hem para kazanarak yaşamını devam ettirmenin bir yoludur hem de kendini geliştirme ve gerçekleştirmek için bir araçtır. Mesleğimiz hangi çevrede yaşayacağımızı, kimlerle iletişim içinde olacağımızı ve yaşama şartlarımızın nasıl olacağını belirler. O nedenle meslek seçimi, alacağımız önemli karalardan biridir. Birbirinden değişik binlerce meslek vardır. Bunları farklı özelliklere göre sınıflandırabiliriz:- Uzmanlık isteyen meslekler- Beceriye dayalı mesleklerUzmanlık isteyen meslekler üniversite diploması gerektirmekte, beceriye dayalı mesleklerde diploma aranmamaktadır.İşte ailelere düşen önemli görevlerPROF. Dr. Adnan Kulaksızoğlu velilere düşen görevleri şöyle sıraladı:- Çocuk ve ergene kendilerini tanıma, ilgi ve yeteneklerini geliştirme fırsatı verme,- Önyargı oluşturmama,- Tatillerde çalışma ve iş tecrübesi kazanmaları için yönlendirme, sorumluluk verme,- Mesleki değerlerini (hizmet etme, kendini geliştirme, para kazanma, işbirliği yapma, vb.) geliştimek için çocuğa fırsat tanıma,- Okul ve meslek seçiminde kesinlikle baskı yapmama.Kulaksızoğlu daha sonra şunları söyledi: “Meslek seçimi, hayatınıza yön veren karalardan biri olduğuna göre bireyin önce şu soruların cevaplarını vermesi doğru karar almasını sağlayacaktır: “Yapmaktan hoşlandığım ve hoşlanmadığım faaliyetler neler? Kapasitemi tanıyor muyum? Gelecekte ne yapmak istiyorum, mesela on yıl sonra kendimi nerelerde görüyorum? Meslekleri yeterince tanıyor muyum? Seçmek istediğim meslek yeteneklerimle uyuşuyor mu?” Meslek seçmek isteyenlerin bu soruların cevaplarını aramaları yanında üniversiteye dayalı meslek edinmek isteyenlerin seçmek istedikleri yükseköğretim programına dair bilgi toplaması, o alandan mezun meslek elemanlarıyla görüşüp değerlendirme yapması doğru kararlar vermelerine yarayacaktır.”
500’ÜN üzerinde proje yarışmaya katıldı. İlk elemeden kalanlara yaz aylarına kadar eğitim verilecek. Son elemelerde birinciye 100 bin, ikinciye 50 bin ve üçüncüye 25 bin TL ödül verilecek. Dereceye giren yarışmacılar da çesitli akademik ödüller kazanacak. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin ile bilim ve teknolojiyi konuştuk. Yıllardır hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan teknolojinin artık hepimizin vazgeçilmezi olduğunu ifade eden Şahin, şu açıklamalarda bulundu: İnsanoğlu, bugünkü uygarlık düzeyini, ulaştığı sosyal ve ekonomik refahı teknolojik gelişmelere borçludur. Bu gelişmelerin ana kaynağı buluş ve yenilikler, buluş ve yeniliklerin temel kaynağı ise araştırma ve geliştirme faaliyetleridir. Modern çağın teknolojik olarak gelişmişliğinin temelinde AR-GE faaliyetleri bulunur.Bilim teknoloji alanında ülkemizin hak ettiği yerde olması gerektiği inancıyla İTÜ olarak öncelikle beklentiyi tespit etmeye çalıştık. Yüksek profilli iş gücü ihtiyacı, daha efektif bir üniversite-sanayi işbirliği, global ölçekte teknolojik rekabet üzerine gitmemiz gereken konulardı. Biz klasik bir eğitim anlayışındaki üniversite yapısının üstünde, rekabetçi ekonomi için katma değer yaratan bir kurum olma misyonuyla yapılan tüm çalışmalarımız için yol haritamızı çizdik. Stratejilerimizi ve gelişme modellerimizi bunun üzerine kurduk.Gençlere yatırım yapıyoruzSon yıllarda ülkemizde mühendislik çalışmalarında ve ileri teknoloji yatırımlarında artış gözleniyor. Üniversitemizde yer alan ‘Rotorlu Araçlar Teknoloji ve Araştırma Merkezi’nde (ROTAM)’ önemli projeler yürütülerek ülkemize katkılar sağlanıyor. Türkiye’nin ilk helikopteri ‘Arıkopter’ ve insansız hava araçları yapılıyor ve bu alanda uzman kişiler, bu projeler aracılığıyla yetişiyor. Türkiye’nin ilk elektrikli minibüsü, ilk güneş teknesi, ilk küp uydusu ve ilk hidrojen teknesi akademisyenlerimiz başkanlığında öğrencilerimizin destekleriyle yapıldı. Geleceğin teknolojilerinde nano teknoloji önemli bir rolü bulunduğu bilinciyle Kalkınma Bakanlığı desteğiyle ‘Nano Teknoloji Merkezi’ni kurduk. Türkiye’nin ilk LPG yakıtlı dizel motorunu üreten ‘Otomotiv Teknolojileri Araştırma Geliştirme Merkezi (OTAM)’ ileri teknoloji alanında ülkemizi hedeflenen seviyeye çıkartmak için aralıksız çalışılıyor. Yine teknokent çatısı altında kurduğumuz ‘ARI Çekirdek’ projesiyle ulusal teknolojik kalkınma için genç nesillere yatırım yapılması planlanıyor.500’ün üzerinde proje katıldıProje kendi teknolojisini geliştirecek girişimci nesiller yetiştirmeyi hedefliyor. Genç girişimcilere tamamen ücretsiz ürün geliştirme imkânı sağlayan projeye başvurular ocak ayında tamamlandı. ‘ARI Çekirdek’ projesi Türkiye çapında gerçeklestirildi. 500’ün üzerinde proje yarışmaya katıldı. İlk elemeden kalanlara yaz aylarına kadar eğitim verilecek. Daha sonra elemeler yapılacak. Birinci olan özgün projeye 100 bin, ikinciye 50 bin ve üçüncüye 25 bin TL ödül verilecek. Dereceye giren diğer yarışmacılara da çesitli akademik ödüller verilecek. Dereceye girenlere üniversite bünyesinde ofis ve ofis hizmetleri de sağlanacak. Amaç, kendi projesini geliştirecek gençlere destek sağlamak.45 milyon dolar bütçeli proje‘Dijital Türkiye Üssü Projesi’ için çalışmalara başladık. Ulusal ve uluslararası en büyük bilişim şirketlerinin AR-GE departmanlarının yerleşeceği 60 bin metrekarelik yeni merkezi, Türkiye’nin dijital üssü olacak.45 milyon dolar bütçeli bu projeyle bilişim için büyük şirketler, yaptıkları tüm AR-GE faaliyetlerini akademisyenlerimizin danışmanlığında İTÜ’de yürütecek. Birçok ülkede uygulanan performans ve rekabete dayalı yükseköğretim sisteminin ülkemizde de uygulanması durumunda büyük başarılara daha hızlı ulaşmasına neden olacak, belli özerklikte çalışacak olan üniversiteler övünç kaynağımız olan bilim ve teknolojiler üretecektir.
Muzaffer Şahin, psikolojik ihtiyaçların geçmişte toplum kesimlerinin gündelik yaşamları içerisinde pek yeri olmadığını ancak geleneksel bakış açısının değişmesi ve eğitim seviyesinin yükselmesiyle birlikte hayatımızdaki öneminin giderek arttığını ifade etti.ŞAHİN, “Bu etkenler hem akademik bir disiplin hem de bir meslek alanı olarak psikolojinin toplumsal alandaki temsilini, bilinirliğini, saygınlığını, popülaritesini ve de tercih edilirliğini üst seviyelere çıkarmaya başladı” diye konuştu.Psikoloji bölümlerinin, üniversite sınavına giren öğrencilerin en çok tercih ettiği bölümlerden biri durumuna geldiğini ifade eden İstanbul AREL Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Şahin, devlet üniversitelerinde 40-50 civarında olan kontenjanların, bazı vakıf üniversitelerinde 100’ü geçtiğini belirtti. Bu durumda her yıl yüzlerce yeni psikoloğun alana katıldığını kaydederek şu bilgileri verdi: Toplumda sosyal yapının değişmesi, ekonomik düzey ve eğitim düzeyinin yükselmesiyle birlikte tabular yıkılmaya, önyargılar değişmeye başladı. Eskiden bireyler psikoloğa gidemez, bunu kendisine yakıştıramazdı. Gitmek istese de ekonomik olanakları buna elvermezdi. Toplumumuzdaki geleneksel bakış açısının değişmeye başlamasıyla insanların psikolojik destek aramaya daha fazla yönelmesi sonucunda psikolojinin değeri artmaya başladı. Toplumsal alandaki saygınlığıZamanında geniş toplum kesimlerinin gündelik yaşamları içerisinde pek yeri olmayan psikolojik ihtiyaçların da eskisine nazaran daha önemli ve gerekli bir yer edinmeye başladığını söyleyebiliriz. Tüm bunlar da hem akademik bir disiplin olarak hem de bir meslek alanı olarak psikolojinin toplumsal alandaki temsilini, bilinirliğini, saygınlığını, popülaritesini ve de tercih edilirliğini üst seviyelere çıkardı. Çocuklarının doktor, avukat veya öğretmen olmalarını isteyen anne-babalar artık onları psikoloji bölümlerine de yöneltmeye çalışıyor. Kamusal alandaki hemen hemen her konuda psikologların görüşleri alınıyor ve de psikolojik kavram ve açıklamaları gündelik yaşantımızın rutin bir parçası haline geliyor.Kontenjanlar 3-4 kata çıktıPsikolojinin bir meslek olarak çok tercih edilen bir alan haline gelmesi tabii ki öncelikle vakıf üniversitelerinin ilgisini çekti. Özellikle son 5 yıl içerisinde açılan çok sayıdaki yeni vakıf üniversitesiyle psikoloji bölümlerinin kontenjanları eskiye göre 3-4 katına çıktı ve bu kontenjanlar giderek de artıyor. Yukarıda saydığımız nedenlerin arasına üniversitelerdeki lisans programlarının bir çoğundan mezun olan öğrencilerin iş bulmakta sıkıntı çekmesi ve psikolojinin bu açıdan birçok bölüme göre daha iyi konumda olmasını da eklememiz gerekiyor. Kaldı ki psikoloji bölümüne yerleşen öğrencilerin belirli bir kısmı bu bölümü sadece iş olanakları açısından tercih ettiğini belirtiyor. Son yıllarda psikologların bazı başka bölüm mezunlarına göre daha çok istihdam edildiklerini söylemek mümkün. Alandaki psikolog sayısının giderek artması devlet kurumlarında çalışan psikolog kadrolarında doluluk oranlarını arttı. Bunun önemli örneği KPSS puanlarının birkaç yılda 60-65 civarından 85’lere kadar çıkmış olmasıdır.İletişim kalitesinin önemiToplumun psikolojiye bakış açısının değişmesiyle birlikte çocukların, ergenlerin, çiftlerin sorunlarını çözebilmek için psikologlara sıklıkla başvurmaya başlamasıyla birlikte özel klinik, hastane ve terapi merkezlerinde, psikolog ihtiyacının artmaya devam edeceği öngörülüyor. Eğitim ve adalet kurumlarında, orduda, işletmelerde, endüstri ve siyaset alanlarında psikologlara, psikolojik danışmanlara ihtiyaç duyulmaya başlandı. Çocuğun sağlıklı bir birey olabilmesi için ebeveynlerin çocukla doğduğu andan itibaren kurduğu iletişimin kalitesi onun fiziksel ve psikolojik sağlığı için çok önemlidir. Maalesef anne ve babalar çocuğun gelişim sürecini yeterince bilmiyor. Bu nedenle davranış problemleri ortaya çıkıyor. Çocuğun sağlıklı bir birey olabilmesi için farklılıklarının hoşgörüyle karşılandığı ortamların sağlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Çocuğa ihtiyaç duyduğu sevgi ve şefkat verilirse, koşulsuz kabul edilirse, farklılıklarına saygı gösterilirse çocuklar psikolojik açıdan sağlıklı bir yaşam sürdürebilir.Problem yaşayan ailelerÇocuk eğitimine verilen önemle birlikte, gelişim alanında uzman psikolog ve pedagoglara duyulan ihtiyaçlar arttı. Ergen çocuklarıyla problem yaşayan aileler bu alanda uzmanlaşmış psikologlara başvurmaya başladı. Çocukların ve gençlerin yaşadıkları sorunları çözebilmek için aile terapistlerine, evlilikte ortaya çıkan sorunların çözümü için çift terapisine ihtiyaç arttı. Psikolojik sağlığı iyi olan bir psikolog ancak insanların sorunlarını çözmesine yardımcı olabilir. Tüm psikologların kendileriyle ilgili farkındalık düzeyinin yüksek olması beklenir. Yukarda sunulan verilerin ışığında psikolojinin yıldızının parlamaya devam edeceği, alanında iyi eğitim görmüş psikologların istihdam olanaklarının artacağı öngörülüyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Nesin ile matematik üzerine konuştuk. Bu dersle ilgili başarının ve başarısızlığın nedenlerini sorduk. İşte Ali Nesin’in cevabı: Dahi denebilecek çok zekiler ve özürlü denebilecek çok aptallar dışında, insanlar arasında zekâ bakımından pek büyük ayrım olduğunu sanmıyorum. Kiminin matematiğinin iyi, kimininse kötü olmasının çeşitli nedenleri olmalı. Düşünebildiğim nedenlerden önemli bulduklarım şunlar:Matematikte başarısızlığın başlıca nedeni, sürekli çalışma istemesidir. Tarih dersinde bir konuyu kaçıran öğrenci, o konuyu hiç anlamadan da pekâlâ bir sonraki konuyu anlayabilir ve sınavı başarabilir. Matematik bir piramide benzer, taban olmazsa tepe inşa edilemez. Bir kez matematiği anlamadığına inanan öğrenci psikolojik olarak etkileniyor hatta çöküntüye uğruyor. Ondan sonra kendini toparlaması ya zor ya da olanaksız oluyor.- Bugünkü eğitim sitemimiz ezberciliğe mahkûmdur. Daha da acısı, en az ezbere dayanması gereken matematik bile ezbercilikten kurtulamaz. Türkiye’de her yıl 1.7 milyon genç üniversiteye girmek istiyor. Üniversite sayısı talebe cevap veremiyor. 1.7 milyon genç arasından üniversiteye gidecek 300 bin genç seçilecek. Bu seçim nasıl yapılacak? Sınavla elbet. Sınav kâğıtlarının çabuk okunabilmesi için sınavların seçmeli olması gerekir. Yani ezberi cezalandırmayan, tam tersine ödüllendiren bir sınav sistemi. Bugünkü anlayışla matematiğin ezbere dayanması bir zorunluluktur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bunda bir suçu yoktur.- Matematik, bilimlerin en soyutudur. Soyut düşünebilmekse zordur. Soyut düşünebilme becerisinin nasıl kazanıldığını bilmiyorum. Sanırım kimse bilmiyor. Deneyimlerime göre müzik, resim, edebiyat, kompozisyon yazma, sözlü tartışma soyut düşünmeyi öğreten uğraşlardır. Televizyon soyut düşünmeyi köreltir.- Matematik, öğrenmekten ve ezberlemekten çok, anlamaya dayanır. Matematikçi çalışarak, uğraşarak, emek vererek, dişini tırmağına takarak, kendi kendine öğrenir. Başkalarının bulduklarını birçok kez kendi kendine bulur. Matematikçi, başkalarının söylediğine inanmaz, kendi ikna etmek ister. Her konuda olduğu gibi matematikte de başarı kazanmak için bir konu üzerine yoğunlaşabilmek gerekir. Televizyon, ne yazık ki bunu engelliyor.‘Matematik dersleri araştırmaya yönelik olmalı’BURADA, bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan bir matematik eğitimi önereceğim. Ancak önereceğim bu eğitim sisteminin uygulanabilmesi ve yararlı olabilmesi için bir iki konuda anlaşmamız gerek. Eğitimin amacı, öğrenciye bilgi aktarmaktan çok, bilgiye ulaşmanın yollarını ve bilimsel yöntemleri öğretmek olmalıdır. Öğrenci ortaöğretimi bitirdiğinde kendi kendine öğrenebilmeli, araştırabilmeli, düşünebilmeli, sorunlara özgün çözüm üretebilmelidir. Eğer bilginin ikinci derecede önemli olduğunda anlaşabilirsek, o zaman bugün okullarda okutulan matematiği sorgulayabiliriz. En azından, matematik söz konusu olduğunda bilgi ikinci derecede önemlidir.Konular kısa olmalıÖrneğin, ortaöğretimde matematik derslerinde matris çarpımları neden öğretilir? Öğrenci matrisin nereden geldiğini anlayacak düzeyde bile değildir o yaşında. Bana kalsa, ilk ve ortaöğrenimde, matematiği, birbirinden olabildiğince bağımsız, bir iki haftada işlenebilecek kısa konular olarak okuturum. En azından öğrenimin ilk 8-9 yılında. Bu ders bilgi öğretmeye değil araştırmaya, düşünmeye, doğru soru sormaya, kendi kendine öğrenmeye yönelik olmalıdır.Sıkıntı çekmesinlerKonular bir oyun biçiminde, öğrencileri sıkmadan sunulmalıdır. Hiçbir konuya bir aydan fazla süre ayrılmamalıdır ki belli bir konuyu sevmeyen, anlamayan bir öğrenci fazla sıkıntı çekmesin. Bu yöntemi uygulayacak kitap yazmak kolay değildir. Hem matematiği ve pedagojiyi iyi bilmek hem de dili ve teknik olanakları iyi kullanmak gerekir. Ayrıca bu yöntemi uygulayacak öğretmenleri eğitmek gerekir. Matematiğin geniş kitlelere sevdirmenin başka yolunu bilmiyorum.“Matematik bir piramide benzer. Taban olmazsa tepe inşa edilemez” diyen Prof. Dr. Ali Nesin, bir kez matematiği anlamadığına inanan öğrencilerin psikolojik olarak etkilendiğini, hatta çöküntüye uğradığını söyledi
MEF Okulları kurucusu Dr. İbrahim Arıkan, öğrencilere bilim ve teknolojideki gelişmeleri kavratmanın ve öğretmenin zorunlu olduğunu söyledi. Arıkan, toplumsal gelişme sürecinin en büyük sorumluluğunun öğretmenlere düştüğünü de vurguladı.MEF Okulları kurucusu Dr. İbrahim Arıkan, günümüzde gelişen teknolojiye bağlı olarak eğitim kurumlarının görevlerinin neler olacağı hakkında bilgi verdi: Hiçbir insan uygar olarak doğmaz. İnsanın gelişip sosyalleşmesi, doğduğu günden başlayıp ömrünün sonuna kadar devam eden uzun ve zorlu bir süreçtir. İnsanın sosyalleşip gelişmesinde ve bir birey haline gelerek toplumsal hayatta rol almasında, aile ve toplum ne kadar önemliyse okuduğu okulu ve öğretmenleri de o kadar önemlidir. Bireyi etkileyen ve onun kişiliğini şekillendiren olayların en etkili olanı, bireyin aldığı eğitimdir.Bugünkü küresel dünyamızda bir ülkede üretilen bilgi ve teknoloji, anında diğer ülkelere ulaşmaktadır. Ülkeler ve eğitim kurumları, bilim ve teknolojideki bu hızlı gelişmeye ayak uydurmak durumundadır. Bilim ve teknolojideki gelişme ve değişmenin etkisinde kalan toplumlar sadece eğitim alanında değil, sosyal ve ekonomik yönden de devamlı değişim göstermek durumunda kalıyorlar.Bireylerin ve toplumların yeni teknolojilerle, yeni yaşam tarzına uyum sağlamalarını gerçekleştirmek de eğitim kurumlarına düşmektedir. Eğitim kurumları, bu görevlerini yerine getirebilmek için yeni eğitim metotlarına ve teknolojideki gelişmelere ayak uydurmaya çalışıyorlar.Okullar laboratuvar, teknolojik aletler ve bilgisayarlarla donatıldı. Dün lüks olarak görülen ders araçları, bugün lüks olmaktan çıktı. Hatta bir zorunluluk haline geldi. Teknolojik imkânların artışıyla birlikte derslerin programı, dolayısıyla programların içerikleri ve kapsamları da değişti. Toplumlarda yaşanan bilimsel ve teknik gelişmelerin sistematik bir biçimde okul çağındaki öğrencilere kazandırılması, onların toplum hayatına ve gelişen yaşam tarzına uyum sağlamaları ve toplumsal gelişmeleri özümsemeleri için gereklidir. Bu gerekliliğin sürdürülebilir bir biçimde yerine getirilmesi, öğrencinin nasıl öğreneceğini öğrenmesiyle mümkündür.Esasen bu gereklilik, Türk Milli Eğitimi’nin de ana hedefleri arasındadır. Eğitim-öğretim sürecinin her kademesinde tüm öğrencilere bilim ve teknolojideki gelişmeleri kavratmak, öğretmek ve kullanılır düzeye getirmek zorunludur. Bunu da öğretmen başarabilir. Teknolojiden de önce, teknolojiyi öğretecek ve kullandıracak öğretmene ihtiyaç vardır. Toplumsal gelişme sürecinin en büyük payı ve sorumluluğu öğretmenlere düşmektedir.Atatürk, öğretmenlere “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştireceksiniz” diyerek toplumda oluşması gereken objektif ve sistematik düşüncelerin önemini ifade etmiş, bunun sorumluluğunu da öğretmenlere vermiştir. Ulu Önder’in vasiyetini gerçekleştirecek öğretmen, kendi alanındaki tüm gelişmelerle dünyadaki ve ülkemizdeki bilimsel ve teknik gelişmeleri, ayrıca eğitim-öğretim metotlarındaki değişimleri takip eder.Kültürel ve sosyal faaliyetlere katılır. Bilgiye ulaşmak için araştırır ve okur. Başarılı öğretmenlerin yaptıkları da budur. Bu özelliklerdeki öğretmenlere her toplumun ihtiyacı vardır. Bizim toplumumuzun ise daha çok ihtiyacı var. Yarım asra yaklaşan eğitim deneyimimi siz sevgili öğretmen arkadaşlarımla paylaşmak istedim. İnanıyorum ki, yukarıda söylediklerimi siz benden daha iyi biliyor ve uyguluyorsunuz. Bununla birlikte, bilginin ve deneyimlerin paylaşılmasında yarar gördüğümden bu bilgileri aktardım.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Arıboğan, “Dünyanın yeni düzenine ayak uyduran eğitim sektöründe tasarım ve yaratıcılıkla ilgili bölümler popüler olacak” dedi.İSTANBUL Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile küreselleşen dünyada eğitim sektörünün yeni yerini konuştuk. Arıboğan özetle şunları söyledi: “Dünyanın sadece küreselleşmekle kalmadığı bununla beraber alışageldik düzeninden ayrılarak sanal bir ortama doğru ilerlediği günümüzde eğitim sektörü de bu düzene ayak uyduruyor.Dünyayı takip ederek teknolojideki bu dönüşümün insan ve toplum üzerindeki etkilerini izlemeli ve bu gelişmeleri kendimize uyarlamalıyız. Üniversiteler varolduğundan bugüne kadar evrim geçiriyor. Öğretime odaklanmış bir yapıya sahip üniversiteler bugün artık inovasyona, yaratıcılığa, eleştirel düşünceye imkân veren kurumlar haline gelmelidir. Bu evrimin en son aşaması üniversiteyle iş dünyasının buluşması oldu.İş dünyasının üniversiteye, üniversitenin iş dünyasına kendi bilgi birikimlerini aktarmasıyla dolan ortak bilgi ve değer havuzu, işgücünün nitelikli hale gelmesini, maliyetlerin düşürülmesini, doğru istihdam politikalarının kurgulanmasını ve üretimin çarpan etkisiyle hızlanmasını sağlıyor.Eğitim ve araştırmaİstanbul Bilgi Üniversitesi olarak iş dünyasıyla ilişkimizi yalnızca bu çağın gereği olarak görmüyor, yüzlerce yıllık geleneksel üniversite olgusunun temelleri olan eğitim ve araştırmanın tamamlayıcı parçası sayıyoruz. Taşıyıcısı olduğumuz hümanizm, adalet, paylaşım gibi evrensel etik değerlerin iş dünyasıyla buluşmasında da bir köprü kurmaya çalışıyoruz. Bu dönemde öğrencilerle beraber hocalar da kendilerini bu sürece dahil etmeli ve değişime ayak uydurmalılar. Teknolojideki bu hızlı gelişmeler meslek gruplarının da değişmesine sebep oldu.Reklamcılık, halkla ilişkiler, psikoloji, sosyoloji talep görmeye devam ederken tasarım ve yaratıcılıkla ilgili bölümler öne çıkacak. İnsana dair onu tanımaya ve ona yön vermeye yönelik tüm meslekler önümüzdeki dönemlerde popüler olacak.”Geleceğin mesleği geleceğin sektörü lojistikLojistik sektörü büyürken Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu, öğrencilerine sektör duayenlerinden oluşan 20 kişilik danışma kurulunun destek verdiği müfredatla eğitim vermeyi sürdürüyor.Küreselleşen dünyada artık her işi yapan değil, bir işi tam ve doğru yapan, yetişmiş kalifiye elemanlara ihtiyaç arttı, bununla birlikte üniversitelerin farklı alanlarda program açması yerine belli alanlara odaklanması daha fazla önem kazandı. Bu gerçekten hareketle dünyadaki ve ülkemizdeki gelişmeleri yakından takip eden lojistik sektörünün öncüleri, sektördeki nitelikli eleman açığını karşılamak amacıyla Türkiye Lojistik Araştırmaları ve Eğitimi Vakfı’nı (TÜRLEV) ve TÜRLEV de Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nu 2008 yılında kurdu.Lojistik sektörü büyürken lojistik eğitimi almış elemanlara ihtiyaç da her geçen gün artıyor. 10 yıl öncesinin ÖSYS kılavuzlarına bakıldığında hiç lojistik bölümü yokken bugün lojistik ve alt dallarına yönelik birçok bölümün, programın olması tamamen lojistik sektörünün nitelikli eleman ihtiyacını karşılamaya yöneliktir. Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu, öğrencilerine sektör duayenlerinden oluşan 20 kişilik danışma kurulunun destek verdiği müfredatla eğitim veriyor. Sektörde ihtiyaç duyulan alanlarda öğrenci yetiştiren yüksekokulun 500’e yakın mezunu var ve bunların yüzde 90’ı sektörde istihdam ediliyor.Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nda, kuruluş misyonuna uygun olarak açılan programların tamamı lojistik eksenli olup, her biri lojistik bütününün içinde yer alan özgün programlardır. Bu programlardan mezun olan gençlerin her birinin lojistik sektöründe yapacağı görevler ayrıdır. Hepsi bir araya geldiğinde en doğru hizmeti vererek lojistik bütününü oluşturuyor. Açılan programlardaki derslerin içerikleri ve uygulamaları lojistik sektörünün anlatıldığı bir yapıdadır. Öğrencilerin edindikleri teorik bilginin pratik uygulamalarla hayata geçmesini sağlamak Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nun en önemli hedeflerinden biridir. Bu amaçla sektörde faaliyet gösteren pek çok kurum ve kuruluşla “işbirliği protokolü” imzalandı.Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu, başta Avrupa olmak üzere birçok ülkedeki okullarla karşılıklı işbirliği ve eğitim-öğretim anlaşması imzaladı. Finlandiya’da bulunan HAMK University of Applied Sciences ile yapılan ikili anlaşmayla öğrenciler, gerekli koşulları yerine getirmeleri halinde HAMK UAS’da, herhangi bir eğitim ücreti ödemeksizin lisans tamamlama hakkı kazanıyor. Erasmus Extended Charter sahibi bir yükseköğrenim kurumu olan Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu, “Avrupa Birliği Hayat Boyu Öğrenme Programı” ana başlığı altında yer alan “Erasmus Yükseköğrenim ve Leonardo da Vinchi Mesleki Eğitim Programları” çerçevesinde akademisyenleri, öğrencileri ve iş dünyasını içine alacak şekilde tasarlanan muhtelif projeleri gerçekleştiriyor.Nedir bu lojistik?LOJİSTİK, bir ürünün üretiminin ilk halkasından tüketildiği noktaya kadar geçen bütün taşımacılık serüvenidir. Bir ürün, üretildiği yerde tüketilmiyorsa kesinlikle lojistiğe ihtiyacı vardır. Artık hiçbir ürün üretildiği yerde tüketilmiyor. Günümüzde gelişen ulaşım ve iletişim teknolojileri sayesinde dünya küresel bir köye döndü, hammaddeye yakın noktalarda kurulan tesislerle üretim, tüketim noktalarından uzak coğrafyalara kaydı. Bu da lojistiği vazgeçilmez kılıyor. İTÜ’nün yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de her ürünün üzerinde en az yüzde 15 lojistik maliyet bulunuyor. Bir ürünü üretirken ürünün hammaddesinden tasarruf edilmeye kalkışıldığında maliyet avantajı yakalanıyor ancak ürünün kalitesinden taviz veriliyor. Oysa lojistiği profesyonelce yapıldığında lojistik maliyetlerden tasarruf ediliyor ve bu da kaliteyi düşürmeden rekabet avantajı sağlıyor.Beykoz Lojistik’in Fulbright bursu alan üç öğrencisi varHER yıl Türkiye’de 629 meslek yüksekokulu öğrencileri arasından seçilen ve sınırlı sayıda verilen “Fulbright Meslek Yüksekokulu” bursiyerleri arasında Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nun 3 öğrencisi bulunuyor. Dış Ticaret Programı mezunu Derviş Cemal Öğünç City College of San Fransisco’da (California), İşletme Yönetimi Programı mezunu Özlem Uzun Heartland Community College’de (Illinois) Haziran 2011’den beri öğrenim görüyor. Halen Bilgisayar Programcılığı 1. sınıf öğrencisi olan Ömer Oluk ise 2012 yılı Haziran ayından itibaren kendi bölümüyle ilgili olarak seçeceği bir okulda öğrenim görecek. Derviş Cemal Öğünç, “Yabancı dostlarımla bir zamanlar hayalim olan yerleri ziyaret etmek ve yeni bir dünyayı keşfetmek Fulbright bursuyla kazandığım en önemli deneyimlerden biri oldu” diye konuştu.Programlar1736 öğrencinin eğitim gördüğü Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nda şu programlar bulunuyor:- Lojistik - Dış Ticaret - İşletme Yönetimi - Deniz-Liman İşletmeciliği - Sivil Hava Ulaştırma İşletmeciliği- Enerji Tesisleri İşletmeciliği - Halkla İlişkiler ve Tanıtım - Bilgisayar Programcılığı - Uygulamalı İngilizce ve Çevirmenlik - Sivil Havacılık Kabin Hizmetleri - Mobil TeknolojilerBurs olanakları2010-2011 eğitim öğretim yılında 1085 kontenjanının 108’ini tam burslu, 562’sini yüzde 50 burslu, 343’ünü yüzde 25 burslu kontenjana ayıran Beykoz Lojistik MYO’da genel lise mezunları da burslu kontenjanlara yerleşebiliyor. Eğitim ücretleri üzerine burslar uygulandığında İstanbul’da yaşayan aileler, şehir dışında bir devlet üniversitesinde öğrenci okutmanın maliyetinin de altında maliyetlerle çocuklarını okutabiliyor.
Psikiyatrist Prof. Dr. Bengi Semerci, sevmedikleri ve istemedikleri işi yapan kişilerin yeter-li performansı gösteremediğini ifade ederek, “Bir insanın tüm yaşamı boyunca sevmediği ve mutsuz olduğu bir işi yapması, sanırım ona verilebilecek cezaların en büyüğüdür” dedi.Psikiyatrist Prof. Dr. Bengi Semerci ile meslek seçimini, liselere ve üniversiteye giriş sınavlarında öğrencilerin yaşadığı kaygıları, ailelerin çocuklarından neler beklediklerini konuştuk. Semerci bu konularda özetle şu bilgileri verdi: Çocuklar okula başladıkları andan itibaren değerlendirilmeli. “Neyi daha iyi becerebiliyorlar, hangi konularda daha başarılılar?” gibi soruların yanıtları yıllar içinde aranmalı. Toplanan bu bilgilerle, aralarda çocuğun eğilimleri desteklenmeli ve test edilmeli. Sonra çocuk zaten “hangi alanda başarılı ve mutlu olurum?” sorusunun yanıtını bilerek meslek seçimi aşamasına gelecektir.Bilmeden seçiyorlarBizim çocuklarımızın yönlendirilmesi ise farklı oluyor. Okul sisteminde beklenti, çocuğun herşeyde başarılı olmasıdır. İlk öğretimi bitiren çocuklarımızın eğer özel ilgili bir ailesi ve öğretmeni yoksa, eğilimlerini ve yeteneklerini bilmemize olanak yoktur. Beklenti, herşeyde başarılı olan çocukların; genelin “iyi” kabul ettiği mesleklere yönelmesi, diğerlerinin becerebilirlerse herhangi bir üniversiteye girmeleridir. Oysa çocuklar bu seçimi yaparken yeteneklerini bilmedikleri gibi, çoğunlukla mesleklerin ne yaptıklarını, sürecin ne olduğunu da bilmeden seçim yapmak zorunda kalıyorlar.Kliniklerde izliyoruzKitapçıkta yer alan fakültelerin çoğunu bitirdikten sonra ne olunacağını bilmeyen, ama o bölüme bile girmeyi şans ve başarı sayıp, sonra sorunlarla boğuşan gençleri kliniklerde izliyoruz. Aileler ne istiyor? Tabii ki bütün aileler çocuklarının iyi bir meslek sahibi olmasını ve para kazanabilmelerini istiyor. Genellikle mutlu olup olmayacakları ikinci planda kalıyor. Çünkü ailelere koşulların öğrettiği, “bir insan saygın bir işe sahipse ve para kazanıyorsa mutlu olur” bilgisidir. Oysa ülkemiz; sahip olduğu, okuduğu, emek verdiği işi sevmeyen, hatta nefret eden, aklı hâlâ başka işlerde olan mutsuz genç erişkinlerle dolu. Sevmedikleri ve istemedikleri işi yapan mutsuz kişiler, hiç bir zaman yeterli performansı gösteremiyor. Bir insanın, tüm yaşamı boyunca sevmediği ve mutsuz olduğu bir işi yapması, sanırım ona verilebilecek en büyük cezalardan biridir.Doğru yönlendirmeliyizElbette çocuklarımızı yönlendirmek, doğruyu göstermek görevimizdir ama yönlendirmeler bizim arzularımız için olmamalıdır. Her şeyden önce çocuğumuzun kapasitesini ve yeteneklerini gerçekçi değerlendirmek, hem bizi hem de çocuğumuzu mutlu ve başarılı yapacaktır. Onu yapamayacağı şeylere zorlamak, sadece mutsuz olmasına değil, başarısız olup, yaşamdan kopmasına neden olabilir. Bu meslek seçim sisteminde ve sonrasındaki ekonomik sorunlarda rahat olmak pek mümkün değil ama başından beri çocuğu iyi değerlendirir, yeteneklerini fark etmesini sağlayarak, doğru yönlendirirsek istekelermizi sağlıklı bir şekilde gerçekleştirebiliriz. Sonuçlar elinizde, seçimleri sisteme rağmen, mümkün olduğunca başarılı ve mutlu olacağınız şekilde yapmanızı diliyorum.Üniversiteli olmakBu seçimi sadece puana ve toplumsal yanlışlara bırakmayın, siz yapın. Çünkü seçeceğiniz sadece bir iş değil, kimliğinizin önemli bir parçasıdır. Üniversiteye başladığı zaman insan burayı bitirince her şeyin kolaylaşacağı duygusu taşır. Sonra üniversiteye girmenin aslında maratonun sonu değil, başlangıcı olduğunu fark eder. Üniversite yaşayan bir sistemdir. Bilgilerin, yeni düşüncelerin, buluşların üretildiği bir sistem. Gerçek bir üniversite istiyorsanız şikâyet etmek yerine orayı bir üniversite yapmaya çalışmalısınız. Herkesten isteyin; rektörden, dekandan, öğretim üyelerinden, diğer çalışanlardan, YÖK’den, özel üniversite ise sahibinden, devletten üniversitenizi isteyin. İsteyin derken gerçek üniversiteli olma hakkınızı istemekten bahsediyorum.*****Sınav kaygısını yeninSINAV kaygısı sadece büyük sınavlara özgü değildir. Bazı çocuklar için her sınav bir kaygı kaynağıdır. Sınavla ilgili yarattığı olumsuz düşünceler, sınavın kötü geçeceğine ilişkin inanışlar bu kaygının kaynağıdır. Eğer çocuk ailesinin başarıyı çok istediğini hissederse bu şekilde büyütülmüşse “ailesinin sevgisinin başarısına bağlı olduğunu, başarısız olduğunda sevilmeyeceğini” düşünür. Liselere ve üniversiteye giriş sınavı öncesi, aileler bir yandan çocuklarına “sınavın önemli olmadığını, elinden geleni yapmasını söyler”, bir yandan çok çalışmasını ister ve bir yandan da konuşmaların içine “bu sınavı kazandığında her şeyin daha iyi olacağı, yaşamını değiştireceğini” sıkıştırır.Sonra çocuğun kaygısına şaşırır ve baş etmesini bekler. Bunun dışında, kendine güvensizlik, karamsarlık, daha önceki başarısızlıklar, beklentilerin gerçeğe uygunsuzluğu ve bilgisiz olmak kaygı nedenleridir. “Kazanamazsam benim sonum olur, ailem çok fedakârlık yaptı. Onların yüzüne bakamam, kazanamazsam rezil olurum, arkadaşlarım ne düşünür” gibi düşünceleri olumlu hale çevirmek, kaygıyı azaltmak için önemlidir. Aileler, çocuklarına her koşulda yanlarında olacaklarını hissettirmeleri gerekir. Çocuğumuzun geleceği, eğitimli, sosyal olması, iyi bir okulda okuması çok önemlidir ama yaşamı ve sağlığı herşeyden önce gelir. Birbirinize güvenirseniz üstesinden gelinmeyecek hiçbir sınav yoktur.İstenileni anlayınSınav sabahı ve sınavda şunları yapmaya çalışın:- Bilmediklerinizi değil, bildiğiniz şeyleri aklınıza getirin.- Sınava girmeden önce sizi rahatlatan durumu bilerek davranın. Yani arkadaşlarla konuşma, aileyle olma, yalnız kalma gibi.- Sınav süresini iyi ayarlayın. Kaç soru olduğunu, her soruya ne kadar zaman ayırabileceğinizi gözden geçirin.- Yönergeleri dikkatli okuyun. İstenileni tam anlamak önemlidir.*****‘Zamanınızı iyi kullanın çünkü telafisi yoktur’Yükseköğretim çağındaki gençlere seslenen İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın, “Zamanınızı iyi kullanın” dedi.İSTANBUL Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın; yükseköğretimde kalite ve kalite güvencesi konusunda bilgi verdi, gençlere tavsiyelerde bulundu: Üniversite eğitimi, 11. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar, toplumların seçkinleri diyebileceğimiz “elitlere” sağlanan bir imkân olmuştu. Yükseköğretimin geniş kitleleri kucaklayabilmesi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başladı ve küreselleşmeyle beraber artan bir hızla günümüze kadar devam etti. Bu büyüme beraberinde, doğal olarak büyümenin sağlıklı olup olmadığının kontrol edilmesi gereğini ortaya çıkardı.Ulusal değerlendirmeAraştırma kalitesi ölçütleri arasında etki katsayısı yüksek dergilerde yayımlanan özgün bilimsel yayınların artması, yapılan araştırma çalışmalarının sanayide ürüne dönük sonuçlar vermesi, alınan uluslararası patentler sayılabilir. Kalitenin değerlendirilmesi, önce kurumun kendi öz değerlendirmesini, daha sonra uluslararası düzeyde katılıma da yer veren ulusal bir değerlendirmeyi gerektirir. Ülkemiz yükseköğretim kurumlarının bu tür bir denetlemeyle ilk karşılaşmaları 1990’lı yıllarda oldu. Dünyadaki özelikle son çeyrek yüzyılda meydana gelen gelişmeler, bir yandan üniversitelerin birbirleriyle işbirliği yapmalarına daha fazla olanak sağlarken diğer yandan birbirleriyle rekabete girmelerine yol açtı. Üniversitelerimiz de bu yeni ortamda uluslararası platformda kendilerine saygın yer edinmek istedi. Yükseköğretimde kalite güvencesi çalışmalarının en önemli öğesini, eğitim-öğretimle ilgili hususlar oluşturuyor. Yani gençlerimizin aldıkları eğitim-öğretimin kaliteli olmasına yöneliktir. Bu nedenle yükseköğretim çağındaki gençlerimize seslenmek istiyorum: Sevgili gençler, zamanınızı özenle kullanın, çünkü zamanın telafisi yoktur. Önünüzdeki hayatın kalitesi bugün zamanınızı nasıl değerlendirdiğinize bağlıdır. Dersten çıktığınızda, günü tamamlayıp dinlenmeye çekildiğinizde, o dersten neler öğrendiğinizi, o günün size neler kattığını sorgulayın. Eksik olduğunuzu düşündüğünüz yerlerde hocalarınızdan yardım talep edin, sorun, öğrenene, özümseyene kadar sorun. Eğitim-öğretiminizi bitirdikten sonraki “siz”i, mezun olduktan sonra hangi bilgi, beceri ve yetkinliklerle donatılmış olacağını, bugünkü “siz” belirleyeceksiniz.*****Uzaktan eğitim yaygınlaşıyorİSTANBUL AREL Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi Müdürü Prof. Dr. Cuma Bayat, günümüzde artan yükseköğretim ihtiyacını karşılamakta zorlanan örgün eğitime alternatif olarak uzaktan eğitime dayalı bir eğitim yöntemi geliştirildiğini belirtti. Bayat bu konuda şunları söyledi: “Ülkemizin yükseköğretimine yeni bir boyut kazandırmak amacıyla İstanbul Arel Üniversitesi, kurmuş olduğu Uzaktan Eğitim Araştırma ve Geliştirme Merkezi (ARELUZEM) vasıtasıyla gerek üniversitelerin önünde bekleyen gerekse yaşam boyu öğrenme ihtiyacı duyan insanlarımızın eğitimine önemli hizmetler sunmak üzere kuruluşunu tamamladı.Uzaktan Eğitim Sistemi, iş hayatının yoğun temposu nedeniyle üniversite ortamında eğitimini tamamlayamayan bireylerin eğitimlerine devam etmesine veya kariyerlerini tamamlamalarına, üniversiteye olan fiziksel mesafe veya maddi olanaksızlıklar nedeniyle eğitimini sürdüremeyen bireylerin yeniden üniversiteye dönmesine, üniversite mezunu olmakla birlikte “Hayat Boyu Öğrenme” hedefini benimseyen bireylerin ikinci bir meslek edinmesine olanak sağlıyor. Ulaşım sorunları yüzünden ön lisans, lisans veya yüksek lisans eğitimi alamayan engelli öğrenciler, diğer öğrencilerle aynı şartlarda derslere katılma olanağına kavuşuyor. Canlı derslerde Adobe Connect yazılımını kullanıyoruz (http://connect.arel.edu.tr). Öğretim yönetim sistemi olarak e-nocta yazılım firmasının geliştirmiş olduğu ABLMS’dan da yararlanıyoruz (http://lms.arel.edu.tr). Bu öğretim sistemi aracılığıyla derse zamanında katılamayan veya yeniden izlemek isteyen öğrenciler, arşivde kaydedilmiş olan derslere istedikleri anda ulaşabiliyor, bütün akademik faaliyetlerini bu sistem üzerinden yapıyorlar.”
VAKIF ÜNİVERSİTELERİ BAŞKANI RİFAT SARICAOĞLUYükseköğretimde liberalleşme eğiliminin gözlendiğini belirten Sarıcaoğlu, “Önümüzdeki yıllarda müfredatın liberalleşmesi o kadar gelişecek ki, başarılı öğrenciler için dört yıldan önce mezun olma şansı doğacak” dedi.Vakıf Üniversiteleri Başkanı Rifat Sarıcaoğlu ile dünyada üniversitelerin dönüşümü ve yeniden yapılanmasını konuştuk. Sarıcaoğlu konuyla ilgili şu bilgileri verdi: Bir süredir yükseköğretim alanında bir liberalleşme gözleniyor. Önümüzdeki yıllarda bu eğilimin daha da güçleneceğini vurgulamak gerekiyor. Liberalleşmenin iki unsuru söz konusu. Birincisi, üniversitelerin devletten aldıkları fonların azalacak. Bu sayede uzun zamandır tartışılan üniversite özerkliği, kendi kaynaklarını yaratma ve çeşitlendirme anlamında mali özerklikle de desteklenmiş olacak. Liberalleşmenin ikinci unsuru ise müfredatlara ilişkin olacak. Yakın dönemde dünya üniversitelerindeki eğilim, öğrencilerin farklı programlardan istedikleri dersleri alarak bir bakıma kendi müfredatlarını oluşturmaları yönünde gelişecek.Katı bir okuma listesiBunun bugün öğrencilerimize sunduğumuz üniversite eğitiminden farkını şöyle bir benzetmeyle açıklayabiliriz: Günümüzde öğrencilerimizi zengin bir kütüphaneye sokuyoruz. Kütüphanedeki kitaplar çok çeşitli. Fakat biz öğrencilerimize katı bir okuma listesi veriyoruz. Bu listenin dışına çıkmak mümkün değil. Ancak az sayıda seçmeli dersle listeyi çeşitlendirebiliyoruz.Geleceğin üniversitesinde ise öğrenciler zengin bir kütüphaneye girdiklerinde kendi okuma listelerini kendileri belirleyecek. Bir bakıma raflardan istedikleri kitabı seçebilecekler. Bunun yolu da öğrencilerin katı program müfredatına bağlı kalmaksızın ders almalarından geçecek. Yaratıcı, gündelik hayatta ve iş dünyasında karşılığı olan dersler öne çıkacak. Müfredat liberalleşmesi o kadar gelişecek ki, öğrenciler parlak bir dersin hocası başka bir üniversitede olsa bile o dersi alma şansına kavuşacaklar. Üniversiteyi 4 yılda bitirme baskısı ortadan kalkacak. Dileyen öğrenci eğitimine ara verip bir süre profesyonel hayatta deneyim kazanabilecek. Başarılı öğrenciler için 4 yıldan önce mezun olma şansı doğacak.Kaynak yaratma becerisiYükseköğretim alanındaki liberalleşme eğitimin online uygulamalarla desteklenmesiyle de ivme kazanacak. Örneğin İtalya’daki bir öğrenci Türkiye’de verilen bir dersi alabilecek. Etkileri küresel ölçekte hissedilen krizin üniversiteleri de etkilemesi kaçınılmaz. Kriz sürdükçe hükümetler merkezi bütçelerinden araştırmaya ayırdıkları payı azaltacak. Fakat bununla birlikte rekabet ortamında kaliteye önem veren üniversiteler araştırmaya ayırdıkları fonları artırma çabasında olacak. Böylelikle kaynak yaratma becerisinin önemi bir kez daha gündeme geliyor. Kaliteli özel ve vakıf üniversitelerinin özel sektörle işbirliği artacak.Küresel güç dengeleriŞu anda dünyanın en üst düzey 20 üniversitesi hangileridir diye sorarsak, listede Amerikan ve İngiliz üniversitelerinin ağırlığını görürüz. ABD’nin yakın gelecekte, ekonomisindeki gücüyle bu konumu kaybetmeyeceğini öngörebiliriz. Fakat liste kesinlikle bugüne oranla çeşitlenecek. Farklı ülkelerin üniversiteleri de en iyiler listelerinde yer bulacak. Peki küresel güç dengelerindeki değişiklikler Türkiye üniversitelerini nasıl etkileyecek? Bu noktada geleceği anlatan kilit kavram olarak üniversitelerin uluslararasılaşması beliriyor. Türkiye üniversitelerinin uluslararasılaşması Türkiye’nin bölgesel güce dönüşmesiyle paralel bir süreç. Ekonomik büyümesi ve istikrarıyla Türkiye, yakın zamanda bölge ülkelerindeki öğrenciler için daha da güçlü bir çekim merkezi haline gelecek.Geleceğin üniversitesinde hangi bölümler öne çıkacak? Her şeyden önce geleceğin önemli mesleği yönetim olacak. Dolayısıyla küresel perspektifi yönetimle birleştiren programlar için ciddi bir talep olacağını öngörmekteyiz. Türkiye bölgesel güç olarak konumunu sağlamlaştırdıkça enerji koridoru olma özelliğini de güçleniyor. Bu çerçevede iş dünyası enerji yönetimi eğitimi almış gençlere ihtiyaç duyacak. Üniversite-sektör işbirliğiUluslararasılaşmayla birlikte ülkemizin yüksek öğretim sistemi de giderek liberalleşecek. Örneğin 2023’e geldiğimizde merkezi sınav sisteminin olmayacağını söyleyebiliriz. Böylelikle öğrencilerin üniversitelere erişimi kolaylaşacak. Önümüzdeki dönemde yükseköğretim sistemimizi yeniden yapılandırmamız gerekiyor. Bu çerçevede Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın bilişim teknolojileri vadisi projesini, üniversite ve sektör işbirliğini canlandıracak bir proje olarak değerlendirmek gerekiyor. Yakın zamanda yetkileri kalite kontrol ve koordinasyonla sınırlandırılmış bir YÖK’ün, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile bütünleşmesi de üniversitelerin daha dinamik bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunacaktır.Haliç Akpınar’ı ağırladıTÜRK sinema ve tiyatro dünyasının ünlü sanatçısı Metin Akpınar Haliç Üniversite’sinde öğrencilerin sorularını cevapladı. Haliç Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Gündüz Gedikoğlu, Rektör Prof. Dr. Sait Sevgener ve tüm akademik kadronun katıldığı söyleşi, Mecidiyeköy Kampüs’ünde gerçekleşti. Akpınar sözlerine, “Değerli öğrenciler sizlere beynimi, gönlümü açmaya geldim. Sanat, aşk, politika, din ve güncel konulardan ne sormak isterseniz cevaplamaya hazırım” diyerek başladı.Bir öğrencinin “Türk tiyatrosunun durumu nedir?” sorusunu Akpınar şöyle cevapladı: “Bugün Türkiye’de 35 bin tiyatro koltuğu ve 3 bin 500 tiyatrocu var. Eğer nüfusunuz 7-8 milyon ise bu sayılar oldukça iyi. Ama ülkemiz nüfusuna bakıldığında Türkiye’de tiyatronun varlığından bahsedilemez.” “Nota bilmem”Başka bir öğrenci, “Politikaya atılmayı düşündünüz mü?” diye sordu. Akpınar “Politika bir sanatçının tek başına yapabileceği bir şey değildir. İnanmış bir grubun topluca hareket etmesi ve çalışması gerekir” dedi.Bir diğer soru ise şöyleydi: “Sesiniz çok güzel. Neden albüm yapmıyorsunuz?” Akpınar bu soruyu “Ben şarkı söyleme taklidi yapıyorum. Usul, nota bilmem. Kulak hafızam var. Biraz bozarak hafız tarzıyla söylerim. Klasik Türk sanat müziğini severim. Albüm yapmak için ciddi birikim gerekir. Ancak böyle bir düşüncem var. Gelecek nesillere bir albüm bırakmak isterim” diye cevapladı. Öğrenciler Akpınar’ı alkışlarla uğurladı.Arel, Trakya Teknoparkı’nı kuruyorİSTANBUL Arel Üniversitesi, Trakya Bölgesi’ndeki pek çok firma için araştırma, geliştirme ve teknoloji faaliyetlerini gerçekleştirecek “Arel Trakya Teknoparkı”nı yakında hayata geçiriyor. Proje için 150 dönümlük bir alan tahsis edildi, pilot projeler oluşturuldu. Rektör Prof. Dr. Ömer Asım Saçlı, üniversite-sanayi işbirliğini iki yönlü bir çalışma olarak değerlendiriyor. Teknopark Projesi’nin, Trakya bölgesinin bilimsel ve teknik alanda yenileşme altyapısı için başlangıç noktası olacağını belirten Saçlı, teknoloji transferi, ticari faaliyetlerin teşvik edilmesi, yeni faaliyet türlerinin geliştirilmesi ve bölgesel girişimlerin desteklenmesi İstanbul Arel Üniversitesi’nin kuracağı Teknopark’ın üstleneceği başlıca görevler olacağını vurguladı. Ayrıca projenin, küçük ve orta büyüklükteki yenilikçi işletmelerin kendilerini geliştirmeye yönelik araştırma faaliyetlerinin, bilginin, buluşların ve bilime dayalı teknolojinin ticarileştirilmesine de olanak sağlayacak. Proje kapsamında, Silivri ve çevresindeki Trakya Bölge girişimcileriyle yükseköğrenim mezunları, Arel Trakya Teknopark’ın proje ve çalışmalarına katılacak.Prof. Sezgin ‘Onur’landırıldıİZMİR Ekonomi Üniversitesi’ni başarıya taşıyan ve kurulduğu günden itibaren rektörlük görevini sürdüren Prof. Dr. Attila Sezgin’e, Mütevelli Heyeti tarafından “Onursal Üye” sıfatı verildi. Sezgin, uzun süredir devam eden sağlık sorunları nedeniyle1 Ocak’tan itibaren kendi isteğiyle rektörlük görevinden ayrılacak. Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş, “Hocamız kendi isteğiyle görevinden ayrılıyor. Ancak bu demek değil ki, Prof. Dr. Attila Sezgin bizimle olmayacak. Mütevelli Heyeti tarafından verilen ‘Onursal Üye’ sıfatıyla üniversitemize katkıda bulunmaya devam edecek” dedi.Yaşar Üniversitesi dünya ligine girdiÜNİVERSİTE eğitiminde uluslararası düzeyde prestij kurumu olan Commission on English Language Program Accreditation (CEA), Türkiye’de ilk kez Yaşar Üniversitesi (YÜ) Yabancı Diller Yüksekokulu’na yabancı dil eğitimi alanında akreditasyon verdi. Böylece Yaşar Üniversitesi, dünyada ilk 100 üniversite arasına girerken ülkemizde de bir ilke imza attı. CEA, aralarında ABD Savunma Bakanlığı Lisan Okulu olmak üzere Washington, Boston ve Michigan üniversiteleri gibi dünyaca ünlü pek çok yükseköğretim kurumunu akredite etmiş bir kuruluştur. CEA Genel Direktörü Teresa O’Donnell, YÜ’nün lisan eğitimi alanında uluslararası yeterliliği kabul edilen ilk Türk üniversitesi olduğunu açıkladı. Bu başarının uluslararasılaşma hedeflerinin önemli bir adımı olduğunu belirten YÜ Rektörü Prof. Dr. Murat Barkan, henüz 10’uncu yılını kutlayan bir üniversite için bu akreditasyonun çok önemli bir başarı olduğunu dile getirdi.Barkan, “Uluslararasılaşma stratejimizin önemli ayaklarından birisi de eğitimde uluslararası kalite duyarlılığının üniversitemizin tüm birimlerine ve dolayısıyla öğrencilerimize yansımasıdır. Verdiğimiz eğitimin ve diplomaların dünya kalitesinde olması, öğrencilerimize ve işimize karşı duyduğumuz sorumluluğun önemli bir parçasıdır” dedi. YÜ Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü Engin Ayvaz ise akreditasyonun kaliteli eğitim verdiği iddiasında olan yükseköğretim kurumları için önemli bir ölçüm aracı olduğunu belirterek şunları söyledi: “Ancak akreditasyonun kimden alındığı da en az akreditasyon kadar önemlidir. O yüzden akreditasyon kurumunu yetkilendiren ve tanıyan üst kuruluşlara ve akreditasyon almış diğer kurumlara da iyi bakmak lazım. CEA akreditasyonuyla İngilizce eğitiminde ABD üniversitelerinin tabi olduğu kalite standartlarıyla uyumlu olduğumuzu ve bu kaliteyi sürdürebileceğimizi belgelemiş olduk.Önemli bir prestij ve kalite belgesi olan ve sınırlı sayıda programın sahip olduğu bu akreditasyonu ülkemizde ilk ve tek alan üniversite olmamız da bizim için ayrı bir gurur vesilesidir” dedi. YÜ Yabancı Diller Yüksekokulu tarafından verilecek diploma ve sertifikaların üzerinde bundan sonra “CEA” ibaresi yer alacak. Böylece sertifika ve diplomalar dünyada geçerlilik kazanacak.