Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın, Türkiye’de yükseköğretimin kalitesini olumsuz etkileyen sorunların arkasında Yükseköğretim Kanunu’nun olduğunu söyledi. Aydın, bu yasanın artan üniversite sayısını kaldıramayan merkeziyetçi ve tek tip üniversite modelini esas alan bir yapısının bulunduğunu belirtti.
Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın ile üniversitelerde kalite konusunu konuştuk. Kaliteye ulaşmak için tüm alanlarda başarı gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Aydın, “Başarının ölçümü sadece ülke içinde yapılacak denetimlerle değil, aynı zamanda uluslararası denetimlerle gerçekleştirilmelidir” dedi. Aydın konuyla ilgili olarak şunları söyledi: Türkiye’de yükseköğretime katılım uluslararası standartlara göre düşükse de (20-24 yaş arası nüfusun yüzde 45’i üniversite öğrencisi), bu oran 5 yılda 8 puan arttı. 2000-2001’de yüzde 12.27 olan yükseköğretimde okullaşma oranı 2009-2010’da yüzde 30.42’ye çıktı. 1984’de 322.320 olan öğrenci sayısı 2011’de 3.817.086’ya, 20.333 olan öğretim elemanı sayısı da 111.495’e yükseldi. Bu sayısal artışlar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de rekabet ve kalite arayışını beraberinde getirdi.
Türkiye son sıralarda
Genel olarak, Türkiye’deki üniversitelerin kaliteye ulaşmasını etkileyen hususların başında özerklik konusunda yaşanan sorunlar geliyor. Merkezi yapılanmayla yönetilen yükseköğretim kurumlarının kaliteye ulaşmak için izleyecekleri strateji konusunda karar veremiyor olmaları veya stratejinin uygulanmasında üst otoriteye bağımlı olmaları, önemli bir engeldir. Avrupa Üniversiteler Birliği’nin Avrupa’daki üniversitelerin özerkliğini örgütsel, finansal, kadro/işe alma ve akademik açılardan değerlendirdiği 2011 raporunda Türkiye tüm alanlarda son sıralardadır.
Tek tip üniversite
Türkiye’de yükseköğretim kalitesini olumsuz etkileyen çok sayıda sorunun arkasında mevcut sistemin temelini oluşturan 1981 tarihli 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun artık çok eskimiş ve artan üniversite sayısını kaldıramayan merkeziyetçi ve tek tip üniversite modelini esas alan yapısı var. Sistem, hem yükseköğretim kurumlarında kalite denetlemesi hem de uluslararası standartlarda kaliteli bir yükseköğretim sistemine sahip olma stratejisinin belirlenmesi görevini YÖK’e verdi. Üniversitelere kalite konusunda söz hakkı bırakmayan sistem, üniversitelerdeki iç yapılanmayı da rektörlükler üzerine bina ederek, merkeziyetçi ve katı şekilde planlanmış. Hem YÖK hem de rektörlüklerin merkeziyetçilikten uzaklaştırılarak, koordinasyon ve planlamadan sorumlu hale getirilmeleri ve karar vermede dikeyden ziyade esnek ve yatay yapılanmalara gidilmesi kalite yönünde atılacak adımları kolaylaştırır. Üniversite düzeyinde yapılan seçimlerle atamalarda YÖK ve cumhurbaşkanına verilen geniş yetkiler konuyu siyasallaştırıyor, kalite değerlendirmesini arka plana atıyor. Rektör atanan kişilerin yetkilerini üst otoriteye bağlı olarak kullanmaları program geliştirme, öğretim üyesi alma, öğrenci sayıları, yatırım yapma gibi özgürlüklerinin kısıtlanmasını beraberinde getiriyor. Devlet üniversiteleriyle kıyaslandığında kısmen daha rahat olduğu düşünülen vakıf üniversitelerin dahi benzer kısıtlamaları yaşadıkları düşünülürse Türkiye yükseköğretim sektörünün uluslararası düzeyde rekabet şansının düşük olduğu ortaya çıkar. Kalite arayışındaki kurumların fark yaratabilecekleri alanların başında kaliteli öğretim üyesi istihdamı gelir. Kaliteli öğretim üyesinin öğrenci ve araştırmada kaliteyi getireceği açıktır fakat geçerli mevzuat üniversitelerin akademik personel istihdamındaki yetkilerini kısıtlayarak rekabeti olumsuz etkiliyor. Bu sorun vakıf üniversitelerinde kısmen aşılmış durumda. Denetleme, değerlendirme, şeffaflık ve hesap verebilirlik üniversitelerin kalite arayışında ön şartlardır. Rekabetin küreselleştiği günümüzde artık üniversitelerin sadece ulusal değil, uluslararası alanda da başarılı olmalarını gerektiriyor.
Altyapı ve müfredat
Yabancı öğretim üyesi ve öğrenci çekmek ya da öğretim üyeleri ve öğrencilerinin uluslararası alanda kabul görmesini sağlamak için çaba sarf eden üniversitelerin bu kapsamda kalite standartları yüksek programlar, müfredat, altyapı, sosyal imkânlar gibi unsurları bünyelerine kazandırması gerekir. Türkiye’deki üniversitelerin mevcut dezavantajı göz önüne alınırsa kalitenin artırılmasında Bologna Süreci ve uluslararası akreditasyon uygulamalarının önemi ortaya çıkar. Her ne kadar 2010’da oluşturulan Türkiye Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi ardından tespit edilen alan ve program yeterliliklerinin tüm üniversitelerde Aralık 2012’ye kadar hayata geçirilmesi öngörülmüşse de bugüne kadar ancak sınırlı sayıda üniversite Bologna süreciyle uyumlu olduklarını belgelendirebildi.
Koşulların yetersizliği
Bilim ve teknolojide yaşanan gelişmelere ayak uydurabilen, yeniliğe açık, sorgulayan, düşünen ve üreten bireyler yetiştirmek, bu bireylerin üniversite sonrasında iş piyasası ve toplumda iyi yerlere gelmelerini sağlamak hem eğitim-öğretimin başarısını hem de topluma sunulan hizmetin kalitesini gösterir. Sadece öğrencilere değil, öğretim üyeleri ve idari personele sunulan imkân ve koşulların yetersizliği de kalitenin oluşması ve yerleşmesinde önemlidir. Ayrıca kalite yönünde belirlenecek stratejilerle atılacak adımların ulusal değil, uluslararası bazda düşünülmesi gerektiğidir. Tepeden inme politikalar yerine tabanı kapsayan, herkesin söz sahibi olduğu stratejiler üretmek süreci kolaylaştıracağı gibi kalitenin daha hızla yerleşmesine katkı sağlayacaktır.
Önemli bir proje
“Kadir Has Üniversitesi’nin üç devlet üniversitesiyle birlikte yürüttüğü Tam Maliyetleme Projesi’nin yükseköğretim sistemine yaygınlaştırılması önemlidir. Üzerinde çalışılan modelde üniversite çapında eğitim-öğretim, araştırma ve diğer faaliyetler için gelir giderlerin gerçekçi, ölçülebilir ve şeffaf raporlanması öngörülüyor.”
Emekleme dönemindeyiz
“Yükseköğretim Kurumları Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Komisyonu’nun kurulması önemli bir adım olmakla birlikte kalite konusunda Türkiye’deki çalışmalar henüz emekleme dönemindedir.”
‘Yükseköğretimde kaliteyi artırmak için yasa yetersiz’
Haberin Devamı