Gül’den “özgür, eleştiren, tarafsız ve bağımsız medya” çağrısı

1 Ekim 2013

Geçen yıl 20 Eylül günü AKP Kongresi’nde Başbakan R. Tayyip Erdoğan, 1 Ekim’de de TBMM açılışında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül konuşmuş, bu da bize iki lideri kıyaslama imkânı vermişti (http://www.rusencakir.com/Gul-ile-Erdogani-ayiran-5-nokta/1838). Bu yıl da benzer bir durum söz konusu oldu. Önceki gün Başbakan demokratikleşme paketi, dün de Cumhurbaşkanı, yine Meclis açılışı vesilesiyle birer konuşma yaptılar ve bu sayede bir kez daha iki lider arasındaki benzerlik ve farklılıkları değerlendirme şansı yakaladık.Gezi’ye bakış farkıSanıyorum Gül ile Erdoğan arasındaki en güncel ve hayati fark Gezi olaylarına bakışlarında karşımıza çıkıyor. Aslında bu farka olayların ilk günlerinde, Erdoğan Kuzey Afrika gezisindeyken de tanık olmuştuk. Fakat Başbakan, daha gezi sürerken inisiyatifin Gül ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın eline geçmesine izin vermemiş, kontrolü tümüyle eline alması üzerine de bu ikili sessizliği tercih etmişti.Gül, Gezi’ye farklı baktığını net biçimde BM Genel Kurulu için bulunduğu New York’ta göstermişti. Dünkü konuşmada da “Gezi Parkı’nda çevre duyarlılığı ve şehir estetiği kaygılarını sergileyen gençlerin barışçı eylemlerini, demokratik gelişkinliğimizin yeni bir tezahürü olarak gördüm. Uzun yıllar yargısız infazlarla, işkenceyle ve vahim insan hakları ihlalleriyle anılmış olan ülkemizin, bu kez, gelişmiş demokrasilerdekilere benzer kaygı ve taleplerle gündeme gelmesinden çekinilecek bir husus yoktu. Bu nedenle, gerek ben, gerek Hükümet yetkilileri, ‘iyi niyetli mesajların alındığını’ eylemlerin hemen ardından ifade ettik” diyerek tekrarlamış oldu.Gül’ün Gezi olayları sırasında hayatını kaybeden “tüm” vatandaşlara Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı dilemesini de herhalde Erdoğan’dan bir başka farkı olarak kayda geçmek gerekecek. Son olarak “başta aşırı güç kullanımı olmak üzere tüm hukuk ihlalleri”nin araştırıldığını, yargı süreçlerinin devam ettiğini vurgulamasının da altını çizmeliyiz.Medyaya özel vurguGezi sürecinde “demokrasi sandıktan ibaret değildir” dediği için Başbakan’la ayrı düştüğü izlenimi doğmuş olan Gül’ün “200 yıllık anayasa ve demokrasi geleneğimizin en önemli unsuru, hâkim güvencesinde yapılan seçimlerdir. Yani, sandıktır” demiş olması dikkat çekiciydi. Hemen ardından, her türden kutuplaşmanın zararlarına değinen Cumhurbaşkanı’nın “Esasen toplumsal meselelerde, hayata geçirilebilir çözümler, daha çok gri alanlarda, orta yolda ve uzlaşıda bulunabilmektedir. Çünkü insan fıtratı, kalıpları, kampları, ön kabulleri, ön yargıları ve ötekileştirilmeyi sevmez. Aslında kutuplaşmadan uzaklaşan ülkeler normalleşir. Yapılan reformlar ancak kutuplaşmanın yaşanmadığı dönemlerde kalıcı olur, kök salar” sözlerini özel olarak not etmek gerekiyor.Gül geçen yıl olduğu gibi bu sefer de medyaya ve basın özgürlüğüne konuşmasında özel bir yer ayırmış. Onun “özgür, eleştiren, tarafsız ve bağımsız bir medya” çağrısı gerçekten Türkiye’nin en acil ihtiyaçlarının başında geliyor.Gül, geçen yılki gibi yine lafını dolandırmadan “Kürt sorunu” dedi, çözüm sürecine desteğini tekrarladı, fakat bunun “bir pazarlık süreci” olamayacağını belirtip “Sorunun özü de, çözümü de demokrasimizin standartlarının daha da yükseltilmesinde yatmaktadır” diye konuştu. Bu arada Başbakan tarafından açıklanan demokratikleşme paketinden duyduğu memnuniyeti de dile getirdi.Gül’ün konuşmasının en sonunda “Hayatım boyunca, halka hizmeti Hakk’a hizmet bilerek, yüce milletimizin hizmetinden hiç ayrılmadım. Bundan sonra da bu anlayış ve şuurla milletimizin hizmetinde olmaya devam edeceğim” demiş olmasını, cumhurbaşkanlığına yeniden aday olsun ya da olmasın, siyasetin içinde kalmakta kararlı olduğu şeklinde yorumlamak herhâlde yanlış olmaz.

Devamını Oku

Türkiye daha fazlasına ve iyisine layıktı ve hazırdı

30 Eylül 2013

Başbakan Erdoğan’ın dünkü basın açıklamasının (“basın toplantısı” diyemiyorum çünkü salonu dolduran onca gazeteci, ki içlerinde genel yayın yönetmenleri ve Ankara temsilcileri de vardı, kendisine tek bir soru bile soramadılar. Bazı yayın kuruluşlarının bu açıklamaya davet edilmemesi de apayrı ve büyük bir sorundu) ilk bölümünde söylediklerinden, demokratikleşme paketinin bazı beklentileri karşılamayacağını anlamak mümkündü. Nitekim öyle oldu: Özellikle KCK tutuklularını ilgilendiren Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) herhangi bir değişiklik yok; Nevşehir Üniversitesi’nin adının Hacı Bektaş-ı Veli Üniversitesi olarak değiştirilmesi dışında Alevilerin beklentileri karşılanmadı ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması yine bir başka bahara kaldı.Sonuncu konunun karmaşık bazı diplomatik süreçlerle ilgili olarak pakette yer almadığı; Alevi sorunuyla ilgili ayrı bir paket hazırlandığı söyleniyor. Bu iddialar doğru olsa bile yine de beklemek gerekecek. Kaldı ki TMK hakkında herhangi bir rivayet de söz konusu değil.Hükümetin takvimiPaketle ilgili görüşüm başlıktaki gibi: Türkiye daha fazlasına ve iyisine layıktı ve hazırdı. Ancak hükümet ve Başbakan Erdoğan yaklaşan üç (yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel) seçimi göz önüne alarak, atılması zaruri ve kaçınılmaz olan demokratikleşme adımlarını belli bir takvime bağlamışa benziyor. Örneğin ana dilde eğitim, daha önce de defalarca yazıp söylediğimiz gibi, eninde sonunda gerçekleşecek; gecikmesi ise Türkiye’ye zaman ve enerji kaybına mal olacak. Bu açıdan bakıldığında özel okullarda ana dilde eğitime imkân tanınması hiç kuşkusuz son derece önemli bir adım. Ardından devlet okullarında ana dilde eğitimin geleceği de kesin ama zamanı belirsiz.Alfabe yasaklarının kalkması, seçimlerde Türkçe dışında dil ve lehçelerde propagandaya izin verilmesi, yerleşim birimlerinin isimlerinin iadesi gibi düzenlemelerin özellikle Kürt sorununun çözümüne katkıları asla yabana atılamaz. Bununla birlikte paketteki en önemli düzenlemelerin özel okullarda ana dilde eğitimin önün açılmasına ek olarak kamuda (bazı konumlar hariç) baş örtüsü yasağının kaldırılması olduğunu söyleyebiliriz.“Yetmez ama evet” değilPakette olmayanları söylemek olanları küçümseme anlamına gelmez; olanları önemsemek olmayanları söylemeyi (ve talep etmeyi) engellemez. Savunduğum bu yaklaşımı 12 Eylül referandumunun ünlü (ve abes) sloganı “yetmez ama evet” ile özetlemeye çalışmak yanlış olacaktır. Zira çok ciddi bir yöntem farkı söz konusu. O sloganı benimseyenler hak ve özgürlükleri mücadele ederek “alma”yı değil de birilerinin (devletin) onları kendilerine “vermesi”ni önemsiyorlardı. Bu pakete de “yetmez ama evet” zaviyesinden bakanların, Türkiye’de bu hakları elde etmek için verilmiş olan nice mücadeleyi, fedakârlığı ve mağduriyeti geri plana ittikleri anlaşılıyor.Sonuçta kimse kimseye durup dururken bazı hak ve özgürlükleri bahşediyor değil. Hatta çoktan hak edilmiş olan birçok hak ve özgürlüğün yürürlüğünün geciktirilmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız.Paketin çözüm sürecine etkisiBu paketin çözüm sürecine nasıl etki edeceğini anlamak için Kandil (PKK) ve tabii ki İmralı’dan (Öcalan) gelecek değerlendirmeleri beklememiz lazım. Çözüm süreci, iç içe geçmiş olan Kürt ve PKK sorunlarını birlikte çözmeyi hedefliyor. Pakette Kürt sorunuyla ilgili epey madde var ancak PKK sorunuyla doğrudan ilgili herhangi bir şey gözükmüyor. Eğer TMK değiştirilseydi KCK davalarından içeride olan çok sayıda siyasetçi, yerel yönetici, gazeteci vb. tahliye olur, bu da Kürt siyasi hareketinin sürece angajmanını artırabilirdi.Şimdi soru şu: Bu paket durmuş olan geri çekilmeyi kaldığı yerden yeniden başlatabilir mi? Eğer PKK yöneticileri ve asıl olarak da Öcalan, Kürt sorunundaki düzenlemeleri hükümetin sürece yönelik iyi niyetinin kanıtı olarak görürlerse bu pekâlâ mümkün.Bu son derece hassas konuda herhangi bir spekülasyon yapmayalım ve Kandil ile İmralı’dan gelecek açıklamaları bekleyelim.

Devamını Oku

İran yalnızlık çemberini kırarken

28 Eylül 2013

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile ABD Başkanı Barack Obama arasındaki, Ruhani’nin bir tweetiyle dünyaya duyurulan telefon görüşmesini dün geceyarısı kaleme aldığım analizde (http://www.rusencakir.com/Ruhani-Obama-telefon-gorusmesi-Tarihiden-de-ote/2121) “tarihiden de öte” diye tanımlamıştım. Aradan geçen süre zarfında görüşmenin ayrıntıları biraz daha netleşti, ilk tepkiler verildi ve “tarihiden de öte” tanımlamasının hiç de abartı olmayabileceğini gördük.Sanıyorum işin püf noktası, Ruhani’nin (nedense daha sonra silinen) bir tweetinde aktardığı Obama’nın şu sözlerinde: “Size ve İran halkına saygılarımı sunuyorum. ABD ile İran arasındaki ilişkilerin bölgeyi büyük ölçüde etkileyeceğine eminim. Eğer nükleer konuda ilerleme sağlayabilirsek, bundan Suriye gibi diğer sorunlar kesinlikle olumlu bir şekilde etkilenecektir.” Obama’nın bu sözleri hem İran’ın bölgesel bir güç olduğunun teyit ediyor, hem de Ortadoğu ile yakından ilgili olan ABD’nin buradaki sorunların çözümünde İran’la işbirliği yapmaya açık olduğunu gösteriyor.Direnen aktörlerTabii kolay bir süreç söz konusu değil. Öncelikle her ne kadar dini lider Ali Hameney, Ruhani’yi destekliyor görünse de İran’daki “derin devlet” unsurlarının değişik aşamalarda ciddi engeller çıkarması şaşırtıcı olmaz ki daha ilk andan itibaren yaşanan, Ruhani’nin tweetlerinin esrarengiz iptali, ülkesine dönüşünde Ruhani’yi ihanetle suçlayan bazı göstericilerin ayakkabı ve yumurta fırlatması gibi olaylar Amerikalıların kafasını karıştırmış durumda.Ama daha büyük bir direncin bölgedeki diğer bazı aktörlerden geleceği kesin. Tabii ki ilk olarak akla İsrail geliyor. Ne var ki Obama’nın Ruhani ile telefon görüşmesinden birkaç gün önce İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu ile buluşmuş olduğunu biliyoruz. İsrail’in Washington ile Tahran arasındaki yakınlaşmayı tedirgin ama temkinli bir şekilde izleyeceğini tahmin edebiliriz.Ruhani-Obama telefon görüşmesinin, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerini, İsrail kadar, hatta belki daha da fazla rahatsız ettiği muhakkak. Çünkü söz konusu ülkeler bir süredir bölgede yaşanan “Şii uyanışı”ndan ve bunun kendi ülkelerindeki Şii toplulukları da kapsamasından endişeli ve İran’ın nüfuz artışını kontrol altına almak ve mümkünse geriletmek için çok ciddi çaba sarf ediyorlar. Örneğin Suriye krizini kesinlikle bu bağlamda değerlendirebiliriz. Ancak bu ülkelerin İsrail kadar, telefon görüşmesi ve twitter mesajlarıyla başlayan bu süreci engelleme kapasiteleri yok.Gül’ün tweetleriTürkiye’ye gelince: Aslında İran’ın uluslararası toplulukla sorunlarının çözüm yoluna girmesi, diğer bir deyişle normalleşmesi kesinlikle Türkiye’nin lehine olacaktır. Örneğin bu sayede, istemeyerek sürüklendiği belli olan mezhep geriliminden sıyrılma imkanına kavuşacak ve kendi iç barışını da teminat altına alacaktır. Ne var ki Suriye krizinde Ankara’nın muhalefeti, Tahran’ın da rejimi desteklemesiyle birlikte bölgemizin en temel istikrar unsurlarından olan Türkiye-İran dengesi ciddi ölçüde sarsılmış durumda. Tekrar eski günlere dönmek için bir süre beklemek ve Tahran-Washington yakınlaşmasının ilk meyvelerini beklemek gerekecek.Bu noktada, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün haberi öğrendikten kısa bir süre sonra twitter hesabından İngilizce olarak, Ruhani-Obama görüşmesini coşkuyla kutlaması ve memnuniyetini belirtmesi umut verici, fakat uygulanan Suriye politikasının yanlışlığı nedeniyle fazla iyimser olmak mümkün değil.

Devamını Oku

New York’ta Gül’e en sık sorulan sorular

27 Eylül 2013

New York - Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için bulunduğu New York’ta devlet yöneticileri, siyasetçiler, gazeteciler; finans ve iş dünyasından yöneticiler ve akademisyenlerle çeşitli vesileler dolayısıyla bir araya geldi. Muhatapları Gül’e en çok, Türkiye’nin Suriye’deki El Kaide ile bağlantılı veya El Kaide çizgisine yakın gruplara yardım edip etmediğini sordular.Perşembe günkü yazımızda (http://www.rusencakir.com/Terorle-mucadele-konusunda-ofanstan-defansa/2118) Washington Post gazetesindeki mülakattan hareketle bu hususun altını çizmiş ve Gül’ün bu iddiaları kesinlikle yalanladığını söylemiştik. Bu soru kendisine o kadar sık soruldu ki, yazımızın çıktığı gün, sadece ABD’nin değil dünyanın en etkili düşünce kuruluşu olduğunu söyleyebileceğimiz Dış İlişkiler Konseyi’ndeki (CFR) konuşmasının ardından aynı soru gelince Cumhurbaşkanı dayanamayıp sözlerine şöyle başladı: “Buradaki temaslarımda şunu gördüm: Suriye’deki rejim ve onun yaptıkları unutulmuş. Odak kaymış. Rejimin değil aşırı güçlerin yaptıkları merkeze alınmış. Eksenin böyle kaymasını garip karşılıyorum.”Gül’e Suriye konusunda, uluslararası bir müdahale olursa Türkiye’nin müdahaleye dâhil olup olmayacağı, kimyasal silahlarla ilgili tasarlanan süreç hakkındaki düşünceleri de soruldu. Suriye’den sonra en çok, bir ölçüde buna bağlı olarak, İran konusu gündeme geldi. Gül’ün salı günkü öğle yemeğinde ABD Başkanı Obama’ya, İran’da Ruhani ile başlayan dönemin yeni bir uzlaşma için önemli bir fırsat olduğunu, iyi değerlendirmek gerektiğini söylediğini dünkü haberimizde aktarmıştık. CFR’daki toplantıyı yöneten, kurumun başkanı Richard Haass İran’ın nükleer programı hakkındaki düşüncelerini sorunca Gül’ün cevabı şöyle oldu:“Komşu bir ülkenin kimyasal ya da nükleer silahlara sahip olmasını tolere edemeyiz. Başından beri İran’ın barışçıl amaçlı nükleer çalışmalarını onayladık, nükleer silah ihtimaline karşı çıktık. Hafife almamız mümkün olabilir mi? Her şeyden önce böyle bir silaha sahip olanın yürüyüşü, davranışı bile değişir. Kullanmasa bile biz onun ağırlığını komşu olarak hissederiz.”“Bunu sormanızı bekliyordum”Gül’e dış politika dışında Türkiye’de olup bitenler ve gelecekte olabilecekler hakkında da çok soru soruldu. Bunların başında hiç kuşkusuz Gezi olayları geliyor. İlkin Merrill Lynch’teki toplantı sırasında kendisine yöneltilen bu soruya Gül’ün verdiği cevabı önceki haberlerimizde dile getirmiştik. Cumhurbaşkanı özetle, çevre ve şehircilik duyarlılığıyla başlayan protestoların Türkiye’nin gelişmiş ülkeler liginde olduğunu gösterdiğini ve bu nedenle gurur duyduğunu; fakat daha sonra “aşırı uçlar”ın inisiyatifi ele geçirdiğini ve polisin de müdahale etmek zorunda kaldığını söylüyor. Bu arada “orantısız güç kullanımı” şikâyetlerinin de soruşturulduğunu vurguluyor.CFR’da Gezi sorusu biraz gecikti ve Gül’ün de ilk tepkisi “Ben de bu soruyu sormanızı bekliyordum. Hatta sormasaydınız ben kendim anlatacaktım” oldu. Gezi sorusunu soran önemli bir düşünce kuruluşunun kadın yöneticisi, şunu eklemeyi de ihmal etmemişti: “Sizin Gezi konusunda Başbakan Erdoğan’dan daha ılımlı davrandığınızı düşünüyorum.” Gül tabii ki bu yorum hakkında herhangi bir yorum yapmadı.Gül’ün geleceğiAma asıl, aynı kişi “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yeniden aday olacak mısınız?” diye sorunca salonun en çok merak ettiği konunun bu olduğu anlaşıldı. Hatta oturum Başkanı Haass, en ön sıradaki Hayrünnisa Gül’ü işaret ederek “First Lady de herhâlde şu an ne cevap vereceğinizi merak ediyor ve size bakıyor” dedi. Bunun üzerine Gül de, heyetindeki biz gazetecileri kastederek “Ben de gazeteci arkadaşlara bakıyorum. Çünkü onlar da bu sorunun cevabını çok merak ediyorlar” dedi ve bizler sorduğumuzda yaptığı gibi aynı cevabı verdi: “Önümüzde üç seçim var. Zamanları ve kuralları belli. Kaygılanmaya gerek yok.”New York’ta şunu gözledik: Amerikalılar da en az bizim kadar Gül’ün alacağı siyasi kararları, Başbakan Erdoğan ile aralarındaki ilişkinin nasıl seyredeceğini ve bunun Türkiye’ye nasıl yansıyacağını merak ediyorlar.

Devamını Oku

Gül: Türkiye’nin geleceğiyle ilgili asla siyasi bir risk yok

26 Eylül 2013

Türkiye’nin üç seçimi risk yaratmadan yapacağının altını çizen Gül, ABD’de Obama ile yemekte dünya sorunları konusunda ayrıntılı fikir alışverişlerini bulunduklarını da söyledi.BM Genel Kurulu vesilesiyle New York’ta temaslarını sürdüren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, heyetindeki gazetecilerle Türk Evi’nde sohbet etti. İşte sohbette öne çıkan bazı sorular ve Gül’ ün cevapları:- Salı günü öğle yemeğinde Obama ile aynı masadaydınız. Neler konuştunuz?Gül: Yemekte epeyce konuşma fırsatımız oldu. Bir ikili görüşme yapsak ancak o kadar konuşurduk herhâlde. “Konuşmanı dinledim” dedi. Bazı konuları, mesela kimyasal silahlarla ilgili sürecin BM Güvenlik Konseyi’ne sağlam bir şekilde bağlanmasını o da dile getirdi. “Ben biraz daha ileri giderek söyledim” dedim. “Özellikle Suriye konusunda dediklerinin hepsini dinledim” dedi. Suriye ile ilgili düşündüklerimi tekrar doğrudan Suriye’de boşluk oldukça normal insanlar da radikalleşir. O şartlar insanı öyle yapar. Yanında sevdiklerinin öldürüldüğünü gören insan ne hâle gelir? Bu ileride büyük sorun olur. Onun için bunu iyi düşünmelerini ve kararlarını alırken bunu gözden kaçırmamalarını söyledim. Onlar uzakta ama bunun bize doğrudan etkisi var. Sonra biraz da İran konuştuk. Aslında daha önce de kendisiyle bunu konuşmuştuk. İlk seçildiğinde “İran’ın yeni lideriyle yeni bir dönem başlıyor” diye çok anlatmıştım. İyi niyetle başlayan bir kişi var. Fikirleri de ortada. Yeni bir uzlaşma için bu fırsatı iyi değerlendirmek gerek. Onları hatırlattı zaten sen konuşmuştun diye. Bu yakınlaşmanın da doğru olduğunu söyledim. Mektup gönderdiler. O faydalı oldu epeyce.- Fransa Cumhurbaşkanı ile ikili görüşme nasıl geçti?Gül: Çok kapsamlı, çok verimli bir toplantı oldu. Fransa’nın AB konusunda bazı fasılların, örneğin yargıyla, temel haklarla ilgili fazılların açılmasında olumsuz pozisyonları vardı. Bunları dondurmanın ne çıkarı olabilir ki! Onlarla ilgili müspet anlamda çok önemli bir pozisyon değişikliği gördüm. Tabii Suriye konusunu, örneğin kimyasal meselesini sağlam bir yapıya kavuşturulmasını çok konuştuk. Fransızlar Suriye’de şimdiki durumun devam etmesi hâlinde radikalizmin daha da gelişeceğini ve daha ılımlı olanların giderek küçüleceğinin farkında. Sonuçta Fransızları birçok şeyde tereddütsüz gördüm.- İran’ın Cenevre’ye davet edilip, edilmeyeceği konusu netleşti mi?Gül: Genel kurulda da söyledim. Daimi 5 üye önemli tabii ama bölgedeki aktörlerden birisi de İran. Türkiye ve İran’ın orada olması lazım.- Fethullah Gülen ile görüştüğünüz söyleniyor?Gül: Ben de bir gazetede gördüm. Ne söyleyeyim artık? Yok öyle bir şey. Bazı haberlerin nasıl kaleme alındığını biliyoruz, artık alıştık. Söyleyecek bir şey yok.- Peki, Merrill Lynch’te yaptığınız konuşmanızda Gezi Parkı olayları ile ilgili söyledikleriniz medyada geniş yankı buldu ve medyada tartışıldı, biliyorsunuz. Özellikle ‘başlangıcıyla gurur duydum’ sözünüz...Gül: 10 senedir buralara giren bir insanım, Türkiye’nin algılanmasıyla ilgili çok sıkıntı olacağını tahmin etmiştim. Burada görüyorum bunu. Herkes ayaküstü de olsa Cumhurbaşkanı, Başbakan, yazar, çizer, hepsi geliyor “ne oluyor?” diye soruyorlar. Ben de “bir şey olmuyor” diyorum. Yatırımcılar, finansçılar, bankacılarla iki toplantı yaptım. Birinde onlar hiç sormadan şöyle dedim: Size anlatıyorum şimdi Türkiye’nin ekonomisini, gelin yatırım yapın diye anlatırken gözünüzden de okuyorum, “siz bunları söylüyorsunuz ama esas gel bakalım şununla ilgili ne diyeceksin?” diye düşündüğünüzü tahmin ediyorum. Bir kişi soru sordu böyle. Kafasında şu var: Uluslararası televizyonlar gereğinin ötesinde bir ağırlık verdiler. Ve bütün bu olaylar Mısır’da, Orta Doğu’da olan olaylarla aynı döneme rastladı. Bütün insanlar kafalarında bir benzerlik kuruyor. Uluslararası bir dergi Türkiye ile ilgili bir resim bastığında nasıl bir resim basılırdı? Türkiye hep el arabasıyla sürülen öteki tarafta çarşaflı hanımlar öbür tarafta elinde değnek olan insanlar... Hep bu resimler çıkardı Türkiye ile ilgili. Ama son senelerde böyle değil. İstanbul’un silüeti, Türkiye’nin büyük fabrikaları, büyük havaalanları, büyük turistik tesisleri çıkmaya başladı. Kafalarında böyle şeyler olduğu için birdenbire eski şeyler akla geliyor, yanlış bir algılama oluşuyor. Bakın dedim hepsine. Türkiye’nin problemleri 10-15 sene önce az gelişmiş ülkelerin problemlerine benzerdi: İnsan hakları ihlalleri, işkenceler, işsiz insanlar, sokaklara kasa fırlatanlar gibi... Bu gördüğünüz olayın Arap Baharı ile ilgisi yok. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili değil. En gelişmiş ülkelerde, New York’ta, Paris’te, Londra’da gördüğünüz tipte problemler söz konusu. İşte biz ülkeyi buradan buraya getirdik. Bununla da gurur duyarım dedim. Türkiye’nin problemleri artık gelişmiş ülkelerin problemlerine benzer hâle gelmiş. O noktadan bu noktaya gelmiş bir Türkiye’den gurur duyarım dedim. Türkiye’nin geleceği parlaktır. Türkiye’de bir siyasi risk yoktur. Bu da en büyük avantajımızdır. Oradan nasıl yansıdı bilmiyorum.- Böyle yansıdı. Gezi olaylarının başlangıcıyla gurur duyarım diye yansıdı.Gül: Herkes başka tarafa da çekebilir. Ondan da bir sıkıntım yok açıkçası. Ben 10 sene Avrupa Konseyi’nde milletvekilliği yaptım. Her gittiğimizde acil oturum olurdu Türkiye aleyhinde: faili meçhuller, işkenceler. Türkiye böyle bir gündemde olurdu veya ekonomik olarak fakir bir ülkenin portresi çizilirdi. Ayrıca “5. Cadde’ye gelip de gündüz 1’de lastik yakarlarsa ne yaparsınız?” diye de sordum. New York’ta ne yapılırsa bizde de polis onu yapıyor. Aşırı güç kullandığı zamanlar olmuş. Bununla da ilgili soruşturmalar yapılıyor.Seçim için heyecana gerek yokCumhurbaşkanlığı seçimini çok soruyorlar. Diyorum ki bir değil üç seçim olacak iki senede, tartışmasız şekilde yapılır, geçer gider- Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili çok soru soruyorlar mı?Gül: Bunu da çok soruyorlar. Ben de diyorum ki bir değil üç seçim olacak iki sene içerisinde. Hiç heyecanlanmaya gerek yok. Hepsinin tarihi ve kuralları belli. Nasıl yapılacağı da belli. Günü geldiğinde bunlarla ilgili kararlar alınır ve tartışmasız şekilde yapılır, geçer gider. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili siyasi bir risk yok. Bunun altını çok çizdim.- Cumhurbaşkanın mevcut yetkileriyle halk tarafından seçilmesi bir sıkıntı yaratır mı?Gül: Daha fazla bu konuya girmek istemem. Daha erken. Daha çok tartışılacak. Tabii ki başta siz olmak üzere tartışmak herkesin hakkı ama şu anda daha erken.- Siz genel olarak Suriye konusunda iyimser misiniz?Gül: İyimser olmam için hiçbir sebep yok ortada. Onun için çok daha fazla çalışmak gerekiyor.- İran’ın Suriye’deki iç savaşta Türkiye’den çok daha farklı ve aktif bir şekilde yer aldığını biliyoruz...Gül: Çünkü İran için bir varoluş sebebi. Bu nedenle İran’ı işin içine çekmek lazım. İran’ın tehdit algılamasını görmek lazım. Ona bu savaş biterse, oradaki bu kötü düzen biterse, oradaki artık sürdürülemez rejim giderse kendisine bir tehdit olmayacağını göstermek lazım.- Değişimden söz ederken İran’ın İslam Cumhuriyeti niteliği değişmeden vurgusu çok önemli. Çünkü dün Obama da konuşmasında sizin rejiminizi değiştirmeyeceğiz vurgusunu yaptı.Gül: Bu konuları epey konuştuk biz onunla. Ben Başkan Bush’a söyledim. O çok sık sorardı. Dini liderle görüşen var mı diye? Ben de herhâlde aranızda bir ben varım derdim. Gerçekten onların kendi rejimlerine bir tehdit algılıyor. Ben haklı, haksız diye konuşmuyorum. Ben biraz reel politik yapıyorum size. Ben neticeye nasıl ulaşmak gerekir onu söylüyorum.

Devamını Oku

Terörle mücadele konusunda ofanstan defansa

25 Eylül 2013

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, önceki gün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmanın sonlarında terörizm konusuna değindi ve şöyle konuştu:“Terörizm gerçek bir tehdittir, son derece tehlikelidir, insanlığa karşı suçtur ve mutlaka yenilmesi gerekir. Bunu ancak ‘benim teröristim/senin teröristin’ ayrımlarından kurtulduğumuzda başarabiliriz. Terörizme karşı etkin uluslararası işbirliği, Türkiye için ana bir öncelik olmayı sürdürmektedir.”Bunlar Türkiye’nin yıllardır her türlü uluslararası platformda tekrarladığı sözler, yani yeni değil. Ancak yeni olan bir durum var: Türkiye yakın zamana kadar terörizmden PKK’yı kasteder, uluslararası camiayı terörle mücadelede işbirliğine çağırırken, örtülü bir şekilde bazı ülkeleri PKK’yı desteklemek, en azından görmezden gelmekle suçlardı. Son çözüm süreciyle birlikte PKK’nın eylemlerini durdurmasıyla Türkiye’nin bu türden çağrılar yapması eskisi kadar gerekli ve işlevsel olmaktan çıktı. Hatta tam tersine Türkiye, Suriye bağlamında radikal İslamcı bazı gruplara destek vermek veya bunları görmezden gelmekle suçlanır oldu.Usta gazetecinin ısrarıBunun en çarpıcı örneği Washington Post’un kıdemli ismi Lally Weymouth’un Gül ile pazar günü yaptığı ve önceki gün yayınlanan mülakat. Usta gazeteci, Gül’e önce “Burada insanlar Suriye muhalefetinde aşırıların etkili olduğunu söylüyor. Katar’ı suçluyorlar, hatta Türkiye’yi Nusra Cephesi gibi gruplara silahların Türkiye üzerinden gitmesine izin vermekle suçluyorlar. Bu doğru mu?” diye sormuş. ABD’nin Suriye’deki rolü üzerine iki sorunun ardından “Sanıyorum ABD Kongresi’nin Suriye muhalefetine yardımda tereddüt etmesinin bir nedeni de Türkiye’nin Nusra Cephesi gibi radikal gruplara yardımlara izin verdiğine dair raporlar. Bu yanlış mı?” diye konuya dönmüş.Gül’ün “Bunu söyleyenler yanlış yapıyorlar ve bizi tanımıyorlar. Böyle bir suçlamayı kabul edemem ve bunu olaylara uzak kalmanın ve hiçbir şey yapmamanın bahanesi ve özrü olarak görürüm” cevabına rağmen, Weymouth, “Kongre’deki bazı oturumlarda Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriye’deki radikal gruplara yardım ettiği ve Türkiye’nin yardımların ve radikallerin kendi sınırlarından geçmesine izin verdiği iddia edildi” diye ısrar etmiş. Gül’ün buna cevabı şöyle olmuş: “Radikal gruplar Türkiye’ye gelmez fakat muhalefetteki, demokrasi için çalışan ılımlı gruplar Türkiye’de toplantılar yapıyor. Bu ılımlı gruplara yardım ettiğimizi açıkça belirttik. Bunun böyle görülmesi gerekiyor fakat tam tersini yapmakla suçlanıyoruz. Bunun, Suriye konusundaki gündemi değiştirmek için bir bahane olduğunu düşünüyorum.”Algı yönetimi başarısızlığıCumhurbaşkanı Gül’e diğer Amerikalı gazeteciler de benzer sorular yönelttiler. Muhtemelen bugün Dış İlişkiler Konseyi’nde, yarın Princeton Üniversitesi’nde yapacağı konuşmaların ardından da izleyicilerden Gezi olaylarına ek olarak Türkiye’nin Suriye’deki radikal gruplarla ilişkisi üzerine sorular gelecektir. Bunda şaşılacak bir şey yok zira heyetindeki gazeteciler olarak biz de Gül’e iki ayrı sohbette bu konuyu sorduk; muhtemelen dönüş yolunda yine bizlerle yapacağı değerlendirme mülakatında da aynı soru/sorun gündeme gelecek.Türkiye’nin Suriye’deki radikal gruplarla ilişkisi olup olmadığı, varsa ne düzeyde olduğu sorusunun bu kadar sık ve ısrarla ortaya atılmasının ana nedeni Ankara’nın “algı yönetimi”ndeki başarısızlığı olsa gerek. Örneğin Gül’ün biz Türk gazetecilere yaptığı açıklamaya kadar, bu suçlamaların onun açıklamalarındaki kadar açık ve net bir şekilde reddedildiğine tanık olmamıştık. Herhâlde bundan sonra durum değişecektir. Ne var ki Türkiye’nin terörle mücadele konusunda uluslararası platformlardaki ofansif (saldıran) pozisyonundan defansif (savunan) pozisyona geçmesi hâli bir süre daha devam edeceğe benziyor.

Devamını Oku

El Kaide’nin Suriye’de suyu ısınıyor ama...

23 Eylül 2013

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İstanbul-New York yolunda uçakta (http://www.rusencakir.com/Abdullah-Gul-Irani-dislayarak-Suriye-sorunu-cozulemez/2113 ) ve ertesi gün New York’taki Türk Evi’nde (http://www.rusencakir.com/Gul-Radikal-gruplar-bizim-icin-buyuk-guvenlik-tehdidi/2114 ) benim de aralarında olduğum heyetindeki 8 gazeteciyle yaptığı sohbetlerde söz dönüp dolaşıp Suriye’ye ve oradan da o ülkedeki iç savaşta etkili olan El Kaide ve benzeri radikal İslamcı örgütlere geldi.Gül’ün bu grupları “Türkiye’nin milli güvenliği için büyük tehdit” olarak tanımlaması ve devletin bu konuda hiçbir tolerans göstermediğini ve göstermeyeceğini vurgulaması önemli. Çünkü bugüne kadar konuyla ilgili yapılan resmi açıklamaların hiçbirisi bu kadar açık, net ve sert olmamıştı. Hatta o yüzden, gerek Esad/Baas rejimi ve onun destekçileri, gerekse Suriye’nin kuzeyinde El Kaidecilerle çatışan Kürt grupları, Ankara’nın bu radikal unsurları desteklediği, en azından varlıklarına göz yumduğu şeklinde propaganda yürüttüler, yürütüyorlar. Sanıyorum Gül’ün üst üste gelen açıklamaları bu konudaki spekülasyonlara son verecek, eğer devlet içinde El Kaide vb. gruplara doğrudan ya da dolaylı destek verenler varsa, onları da zor bir duruma sokacaktır.Üç kritik gelişmeSuriye’deki El Kaide vb. grupların varlığı başından itibaren tartışmalı bir konu olmuştur. Çünkü “terörle mücadele” ettiği iddiasındaki Esad rejimi, El Kaide konusunu sürekli sıcak tutmak isterken, muhalefet ve onların dış destekçileri de bunu gündeme getirmekten hep kaçındılar. Ancak El Kaide’nin Suriye iç savaşını aynı zamanda bir propaganda imkânı olarak görmesi ve oradaki, sık sık vahşete varan faaliyetlerini kaydedip küresel çapta yaygınlaştırmasıyla bu gerçek yalın bir şekilde ortaya çıktı.Daha önceki bir yazımızda (http://www.rusencakir.com/El-Kaide-Suriyede-kaybetmeye-mahkum/2073 ) El Kaide’nin Suriye’de kaybetmeye mahkûm olduğunu ileri sürmüştük. Aradan geçen yaklaşık iki ayda El Kaidecilerin daha da güçlendiğini, ama güç kazanmanın onların kaçınılmaz mağlubiyetini daha da hızlandırdığını gördük. Bu noktada üç gelişmenin altını çizelim:1) El Kaide vb. grupların ülkenin kuzeyinde, iç savaşta tarafsız olmaya çalışan Kürt gruplarıyla çatışmaya girmeleri;2) Kimyasal saldırının ardından gündeme gelen, Esad rejimini cezalandırmaya yönelik askeri müdahaleden vazgeçilmesinde, El Kaide vb. grupların bu yolla önlerinin iyice açılacağı endişesinin de etkili olması;3) El Kaide vb. grupların Kürtlerden sonra, uluslararası toplulukta belli bir meşruiyeti bulunan Özgür Suriye Ordusu ile de çatışmaya girmesi.Sabretmeyi bilen bir örgütKabaca bakıldığında, El Kaide vb. grupların varlığının Suriye’deki muhalefetin, onun en azından silahlı kolunun meşruiyetine ciddi olarak halel getirdiği ortada. Öyle ki birçok küresel ve bölgesel güç, Esad rejiminden çok bu tür grupların tasfiyesine öncelik vereceğe ve bazı stratejiler geliştireceğe benziyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün son açıklamalarını da bu bağlamda değerlendirebiliriz.Peki bu tasfiye mümkün olabilir mi? İmkânsız değil ama çok zor. Her şeyden önce bunun olabilmesi için Esad/Baas rejimiyle ve onun bölgedeki en büyük destekçisi İran rejimiyle belli konularda mutabık kalmak gerekir. (Cumhurbaşkanı Gül’ün İran’ın diplomasisine ve yeni Cumhurbaşkanı Ruhani’ye yönelttiği övgüleri bu bağlamda değerlendirebiliriz.)El Kaide’nin bugün Suriye’den (ve bölgeden) tasfiyesi bir şekilde mümkün olsa bile orta ve uzun vadede El Kaide tehdidi bunu gerçekleştirecek aktörlerin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanacaktır. Çünkü El Kaide’nin en dikkat çeken özelliklerinden birisi, hiç acele etmemesi, sabırlı olmasıdır.

Devamını Oku

Radikal gruplar bizim için büyük güvenlik tehdidi

22 Eylül 2013

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül BM 68. Genel Kurulu için geldiği New York’ta, heyette yer alan gazetecilerle bir sohbet toplantısı yaptı. Sohbetin ağırlığını BM ve İslam dünyasındaki kuruluşların durumu, Suriye’de El Kaide varlığı ve mezhep savaşları oluşturdu. En son olarak kendisine “Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusu yöneltilen Gül “Şimdi o konuda konuşup bütün bu söylediklerimi gölgelemek istemem” cevabını verdi.- Radikal grupların özellikle El Kaide’nin Suriye’deki varlığı gündemde. Kimse üstlenmiyor ama bu grupların kendi başına orada var olabilmeleri mümkün mü? Bazı ülkelerin desteğini doğrudan ya da dolaylı alıyor olmaları gerekmez mi?Gül: Öncelikle, acımasız bir iç savaş başladığı zaman herkes her şeyi kendisine mübah görür. Senin tarafına öyle bir kötülük yapılmıştır ki, sen karıncayı ezmeyen insan, her şeyi yapmaya başlarsın. Ve bu ortam uzadığı zaman, aşırılık, radikalizm kendisini terörizmde bulur. “El Kaide gelmiş de bir yerde ofis açmış. Her yerden adam getiriyor” gibi değil bu olay. İntihar saldırıları bu ülkelerde 10-20 sene öncesi söz konusu muydu? Yoktu. Bunlar bir hastalık. Enfeksiyon. Bu hastalık açıldığı zaman herkes gelir konar üstüne. Burada böyle bir ortam yaratıldı. Ne kadar uzun sürerse, üstesinden gelinemeyecek problemler çıkacak. Önce Suriye için, sonra bölge için, sonra dünya için. Bu iş kısa sürmeli. Biz bunu herkesle çok konuştuk. Ama en başında da Suriyeliler ile konuştuk. En sonunda Ahmet Bey (Davutoğlu) gittiğinde de, benim yazdığım mektupta da okuyoruz, bugün yaşananların hepsini biz yazmışız. Bizim söylediğimiz şeyler. Bunları onlar da görüyordur.Bu bir süreçle ortaya çıkar. Bir tarafta haksızlık, zulüm, silah söz konusu olursa, ona karşı direnç söz konusu olur. Bu ortamlar olduğu süre içinde o ülkede bir grup mücadele ederken haksızlığa karşı, kurulu düzene karşı giderek radikalleşir, giderek ekstremleşir. Ondan sonra da onların arasından terörist diyebileceğimiz gruplar çıkar. Başında belki hiçbiri terörist ya da radikal değildi. Ama bu şartlar insanları o noktaya getirdi. Karıncayı ezmeyen insanlar öyle bir noktaya gelir ki karşılıklı vahşetin içine girerler. Bu böyle bir süreçtir. Başında birkaç yüz kişiyken, binlere on binlere çıkar... Bizim için bu hayati bir konu ve büyük bir güvenlik tehdididir. Bizi birinci derecede ilgilendiriyor. Onun için biz daha çok gayret sarf ediyoruz.- Türkiye’den de gidenler var. Onlar da mı iyi niyetle gitmiştir?Gül: Olabilir tabii. Ama şunu söyleyeyim: Devlet yetkililerinin bilgisi dâhilinde kimse gidemez. Yani bu olamaz. Ama soruya “olabilir” dedim, değil mi? Neden öyle dedim? Çünkü bu işlerde “sıfır engel” mümkün değil. Tankımızla topumuzla sınırı beklediğimizde bile, teröristin karşı taraftan girmesine mani olamayabiliyoruz. Onun için Suriye sınırındaki ortam da belli. Bunlar olabilir. Bu konuda Türkiye’den de herhangi bir şey olamaması için ben de ikaz da ettim. Aman dikkatli olalım. Bunlar zor işler.‘Görmem demeyeceksiniz’- Son dönemde biliyorsunuz Suriye’nin kuzey bölgelerinde PYD güç kazandı. Türkiye de son aylarda daha diplomatik bir ilişki kurmaya başladı. Salih Müslim ağırlandı. PYD ile kurulan ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?Gül: Sizin yakınınızda bir oluşum oluşuyorsa, sevseniz de sevmeseniz de bununla ilgileneceksiniz. Görmem demeyeceksiniz. Bu bahsettiğiniz grubun başındaki o ismin yurt dışında yaptığı konuşmayı, Sayın Başbakan için söylediği sözleri de gördüm. Onun için her zaman çok dikkatli olması gerekir Türkiye’nin, dikkatli de oluyordur.- Biraz açar mısınız? Türkiye’ye davet edildi. Çok büyük bir onurlandırmaktı aslında. Ona rağmen biraz dikkatsiz ifadeler mi kullandı daha sonra? O anlamda mı dediniz?Gül: Bu görüşmeler elzem şeylerdir. Sınırınızda oluyor. Doğru yönlendirmek, aklıselimi göstermek için bu görüşmeler doğaldır. Nihayetinde bizim Suriyeli Kürtlere yönelik hiçbir zaman alerjimiz olmadı. Doğrusu biz onları Türkiye’nin akrabaları olarak görürüz. Bu ayrı, ama terör bağlantısı içinde olanlar ayrı bir şey. Suriyeli Kürtlerin hepsi de aynı çatı altında değil biliyorsunuz. Onun için biz orada herkesle ilgilenmek, herkesi takip etmek, herkesin doğru iş yapmasını, yanlışa düşmemesini sağlamak için görüşler, temaslar kuruyoruz. Gayet doğal olması gereken şeylerdir. Siz isimle zikrettiğiniz için bunu söylüyorum. Yoksa bunların hiçbirini muhatap almam. Türkiye bağlantılılarını da almam. Başkalarını da almam. Sorduğunuz için söyledim.- PKK’nın geri çekilmeyi durdurma açıklaması hakkında ne düşünüyorsunuz?Gül: Yapılan açıklamalardan öncesini zaten ilgili birimler bize bilgi veriyor. İşin bir PR (halkla ilişkiler) yanı, bir de gerçek yanı var. Yapılan açıklamaların bir kısmını politik planlama çerçevesinde yapıyorlar. Nasıl bir noktadayız? Bakalım göreceğiz.- Gerek Türkiye’de, gerek dünyada BM’ye yönelik ciddi tepkiler var. Özellikle Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin veto hakkı nedeniyle...Gül: Evet, dünya vicdanında çok itibar kaybetti. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi, etnik ve dini olarak da tam temsil kabiliyetine sahip değil. Reformu için çalışmalar var. Ama nasıl bir anayasaya kötü de olsa, değiştirene kadar uymak zorundaysak burada da aynı durum geçerli. Güvenlik Konseyi’nden bazı konularda oy birliğiyle vetosuz karar çıkması imkânsız hâle geldiği için uluslararası hukuk atlanıyor ve “legitimacy” (meşruiyet) diye bir kural çıkıyor. Balkanlar’da olan buydu. “Evet uluslararası hukuka uygun değil ama bu katliamı durdurmamız lazım” diye meşruiyet temelinden hareketle müdahale edildi. Hukukilikten meşruiyete doğru bir uygulama var. Artık bu işler belli ülkelerin koalisyonuna kayıyor. Bazıları da bu, bugün bana uygulanırsa ileride başkalarına uygulanır mı diye bir tartışmaya giriyor. Çok tartışmalı konular. Ama şu bir gerçek ki, uluslararası platformda BM’nin kredibilitesi kalmamış vaziyette. Bugün bazı ülkeler askeri müdahaleye karşı çıkarken, bir bakıyorsun birkaç yıl önce askeri müdahalenin en sertini yapmış kendisi.Olgunluk gerekiyor- Öte yandan İslam dünyasındaki kuruluşlar da çok etkisiz.Gül: İslam dünyasındaki kuruluşlar içinde de bölünmeler var. En son Suriye ve Mısır krizinden sonra çok fazla kendi içinde bölünmeler oldu. Önemli olan, problemin ortaya çıkmasını engellemek. Batı çok acılar çekti, çok kan döküldükten sonra problemleri önleyici bir diplomasi geliştirdiler. Nihayetinde bir olgunluk gerektiriyor. İslam dünyasında henüz bu olgunluk yok. Bizim arabuluculuk, kolaylaştırıcılık faaliyetlerimiz bu yüzden son 10 yılda çok yoğunlaşmıştır. İslam dünyasındaki sorun neticede liderlerle ilgili. Ancak şunu da unutmamak lazım: İslam dünyası korku duvarlarını aştı. Onun için ne olursa olsun geri dönüş olmaz.Avrupa Orta Çağ’da yaşamıştı- İslam dünyasındaki mezhep savaşları hakkında ne düşünüyorsunuz?Gül: Avrupa’nın Orta Çağ’da yaşadığını İslam dünyası şimdi yaşıyor. Diyelim ki Sünni bir diktatör var, sırf Sünni olduğu için o zalimin yanında olup, sırf Şii diye hak hukuk bilen biriyle savaşacaksın. Ya da bir Şii her türlü gaddarlığı yapacak, sadece Şiilik adına onu tutacaksın... Bunlar ilkelliğin göstergesi. Bu büyük bir tuzak. Bütün Orta Doğu için... Ayrıca kendi içinde de bölünmeler var. Sünnilik içinde 3-4 parça çıktı. Ama bu bir iklim meselesi. Önce o iklimi oluşturmamak gerekir. Onun için liderliklerin rolü çok büyük. Önce kutuplaşma ve cepheleşmeler oluyor, sonra da cephe içinde cepheler çıkıyor. Suriye’de Arap dünyasında olan budur. Böylesi bir ortama sürüklenmemek için bu tip şeylere girmeden önce çok düşünmek, her türlü çareyi denemek gerekiyor.

Devamını Oku