Bu tarz bir siyasi çatışmayı, savaşı görmemiştik, yaşamamıştık. Savaşanlar bir nefes arası vermiyor, düşünme zamanı kullanmıyor, her hamleye anında karşı hamle geliyor.Bu savaş, çoktan Gülen cemaatinin boyutunu aşmıştır; cemaat savaşın unsurlarından biridir, savaş bütün “devlet” sathında yapılıyor.Savaşın adını doğru koyalım. Bu bir “devlet kimin” savaşıdır.Bu savaşta öyle “yan” unsurlar var ki, her biri savaşın bütünü kadar önemli ve ülkenin kaderini belirleyecek nitelikte.O “yan” unsurlardan biri, darbe davaları olarak çok hızlı bir şekilde yerini aldı. Hükümet ile Gülen cemaati arasındaki çatışmanın içinden çıkan bu mesele de yeni bir bomba olarak Tayyip Erdoğan’ın önüne konuldu.“Devlet sen değilsin” kalkışmasını yürütenler Erdoğan’ın iki “suçu” için kararlıdırlar.Birincisi askeri vesayeti sona erdirme yolunda en önemli adımlar olan Ergenekon ve darbe davalarıdır. Şimdi yapılmak istenen de bu davaların bizzat Erdoğan tarafından “aklanmasını” sağlamaktır.Mermi sayan yok...Erdoğan’ın affı olmayan ikinci büyük suçu da, Kürt meselesinin demokratik çözümü için barış sürecini başlatmaktır. Bu süreç de koalisyon tarafından fiilen durdurulmuştur.Kamuoyunu etkilemek için hepsi bir araya getirilip ortaya sürülen yolsuzluk iddialarının, soruşturmalarının gündelik hedefinin de AKP’nin seçmen desteğini azaltmak olduğu çok açıktır.Bundan yerel seçimlerde büyük oy değişiklikleri çıkmayacağını operasyonun yürütücüleri de biliyordur. Asıl amaç, yıl ortasında yapılacak cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan’ın adaylığını bile zora sokmaktır.AKP, bir süredir “devlet” meselesiyle ilgili bir kavram karışıklığı yaşıyordu. On bir yıllık bir siyasi iktidarın “devlet içinde yeterince yerleşmiş” olduğu kanaati AKP’lilerde oldukça yaygındı. Bu kanaat hem üsluplarda hem de bazı olaylardaki tavırlarda sık sık ortaya çıkıyordu.Savaş şu anda ne hukukidir ne bir cemaatle itişmedir. Savaş, topyekûn bir “devlet kimin” savaşıdır. Erdoğan da hamlelerini buna göre yapıyor. Görünen o ki kimse mermi saymıyor ve saymayacak.
Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nun Başbakan Erdoğan’a ilettiği ve Başbakan’ın “sıcak” baktığı formülün ardından yeni bir formül daha çıktı.Feyzioğlu’nun önerisinde, özel yetkili mahkemelerle ilgili tek maddelik bir yasa değişikliği yapılacak ve bunların baktığı davalar yeni baştan ele alınacaktı. Formül, esas olarak Ergenekon, Balyoz ve diğer darbe, darbeye hazırlık, darbe ortamı yaratma faaliyetleri için bulundu. Söz konusu düzenleme yapılırsa, özel yetkili mahkemelerin baktığı başka siyasi davalar da baştan ele alınmak zorunda kalınacaktı.Anlaşılan bu formül birilerini kesmedi. Hürriyet yazarı Taha Akyol’un görüştüğü eski Yargıtay Onursal C. Başsavcısı Sabih Kanadoğlu yeni bir formül getirdi. Buna göre başsavcı TCK’nın 308’inci maddesine dayanarak bu davalar için Yargıtay’a başvuracak, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu da “toptan” aklama kararı verecek...308’inci madde işini hukukçular tartışsın, ama Kanadoğlu’nun Yargıtay’dan çıkacak karardan bu kadar emin olması gerçekten dikkat çekici.Hatırlanacaktır, Kanadoğlu, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmemesi için oldukça zorlama hukuk yorumları bulmuştu, formüller üretmişti ve neredeyse bunu başaracaktı. AKP’nin kapatılması davası sürecinde de adı çok geçerdi.Gerçek bir ‘devlet formülü’Kanadoğlu’nun bilumum darbe davalarıyla ilgili formül konusunda bu kadar emin olması, tabii ki akla, “ayarlar önceden yapıldı mı” sorusunu getiriyor. “Bağımsız, tarafsız yargı” tarihine geçecek bir “ayar” kuşkusu çok tabiidir, deneylerimizle sabittir.Yeni formülde Başsavcı başvurusunu sadece darbe davalarıyla ilgili olarak yapacağı için, başka siyasi davaların etkilenmesi söz konusu değildir.Bu formülde başka davaların etkilenmesi söz konusu olamaz, çünkü Başsavcı Yargıtay’a başvurusunu “orduya kumpas” ifadesine dayanarak yapacaktır.Kanadoğlu’nun formülünün işlemesi ihtimali vardır, çünkü Başbakan Erdoğan da, Feyzioğlu’nun önerisine “sıcak” bakarak bu yolun açılmasına cevaz vermiş oldu.Yargıtay’dan “tam aklanma” çıkması, gerçek bir devlet formülüdür. Bu bir af olmayacaktır, tekrar yargılama olmayacaktır, bütün faaliyetler aklanmış olacaktır.
Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, “kumpas” ifadesini kazayla kullanmamış; darbe davalarının yeni baştan görülmesi kaçınılmaz oldu.Başbakan’ın Adalet Bakanı’yla birlikte, Barolar Birliği Başkanı’nın önerisi üzerine konuşması ve üzerinde çalışma yapılacağını söylemesiyle özel yetkili mahkemelerin baktıkları bütün davaların yeniden ele alınmasının yolu açıldı.Ergenekon, Balyoz ve asker kişilerin sanık olduğu davalarda başından beri savunma hattı, tümüyle inkâr, bütün kanıtların uydurma olduğu üzerine kuruluydu. Ele geçirilmiş eylem planlarının bu kadar ayrıntılı bir şekilde nasıl uydurulabileceği bir yana, meşhur darbe günlükleri de inkâr edildi.Halkın bir kesimindeki “Türk ordusuna komplo kuruldu kanaati” değişmedi; kanaatin kuvvetlenmesi için bayağı kararlı “medyatik” çalışmalar da oldu.Bu kanaatin böyle kuvvetli oluşunun bir nedeni de, aslında “Silahlı Kuvvetler’in müdahale refleksini korumasını” sağlamak. Kimileri hâlâ, en son noktada, bir askeri müdahalenin “kurtarıcı” olabileceğini düşünüyor, buna inanıyor.Yaklaşan fırtına...Darbe davaları yeniden görülünce, şu ana kadar yeni bir kanıt olmadığına göre, çok farklı sonuçlar çıkması da büyük ihtimal olarak görülemez. Buna karşılık Ergenekon davasının son hâlinde sokulduğu karmaşadan arınması, Balyoz davasında da “emir komuta” meselesinin dikkate alınmamasıyla ilgili eleştiri ve tepkiler giderilebilir.Bu davaların yeniden görülmesinin bir başka faydası da, darbeler geçmişimizi yeniden gözden geçirmek olabilir.Hatta Hrant Dink cinayeti gibi davalarda uygulanan karartmalar da aydınlanabilir.Bir soru var ki çok kişi sormaya başladı: Bu davalar yeniden görülünce “kitle hâlinde” beraat kararları çıkarsa ne olur?Öyle olursa, 17 Aralık’ın, Gezi olaylarının esamesini okutmayacak boyutta bir darbe gerçekleşmiş olur. Gülen cemaatinin sözcüsü sayılabilecek yazarlardan Hüseyin Gülerce birkaç gündür “yaklaşan büyük bir fırtına“dan söz ediyor. O fırtına bu mudur, diye de sorabiliriz..
Bu hiç değişmedi, her zaman aynıydı: Yargıdan beğendiği bir karar çıkmışsa herkes, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını anlatır; beğenmediği bir sonuçla karşılaşan da yargının bazen siyasi bazen başka güçlerin etkisi altında karar aldığını söyler durur.Bugün yine alabildiğine yargıyı ve mevcut hukuk sistemini tartışıyoruz. Ama artık dillere pelesenk olmuş, kimsenin inanmadığı efsane giderek daha az söyleniyor.Bağımsız ve tarafsız bir yargının hiçbir zaman olmadığını görmek çok daha kolay. Gerçi kimileri hâlen “bağımsız ve tarafsız” yargının son dönemde zedelendiği kanaatinde ısrar ediyor, yargının çöküşünün son birkaç yılda gerçekleştiğine inanmak ve başkalarını inandırmak da istiyor...Tek parti döneminde “bağımsız ve tarafsız” bir yargı yoktu. Devletin organı gibi çalışan, devlet politikalarının uygulayıcısı bir yargı vardı.27 Mayıs darbesinin ardından yaşanan hukuk rezaletlerinin altında dönemin en önemli yargı mensuplarının imzası vardır. 12 Mart 1971’de de 12 Eylül 1980’de de 28 Şubat döneminde de bağımsız ve tarafsız yargı yoktu. Kürtlerle ilgili hiçbir meselede yargı bağımsız ve tarafsız olmadı, hep devlet politikalarının uygulayıcısı oldu. Azınlık vakıflarının mallarına el konulurken yargı bağımsız ve tarafsız değildi, devlet icraatlarının hukuki kılıflarını hazırlamaya çalıştı.Zihniyet değişmedikçe...Bugün hâlen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tartışılıyor, Yargı ile emniyetin ilişkileri, adli kolluk sistemi tartışılıyor. Hem de öyle tartışılıyor ki, hukukla yargıyla ilişkisi olmamış kimseler büyük büyük ahkâm kesiyor, “lifestyle” yazarları bile bu hukuki tartışmalarda görüş bildiriyor.Bütün bu tartışmalar, HSYK da, polise talimat veren savcılar da kendilerini taraf hissettikleri sürece boştur. Hangi düzenleme olursa olsun; yargı mensupları kendisini taraf hissettikçe, siyasi her gelişmede devletin yanında olmak gerektiği inanışı ve anlayışı egemen oldukça hiçbir düzenleme fayda etmez.Yargı, gerçekten üçüncü güç olduğuna kendisi inanmadıkça; devlet politikalarının uygulayıcısı değil vatandaşın haklarını savunan esas güç olduğu yolunda bir zihniyet devrimini gerçekleştirmediği sürece nafile tartışmalar devam edecektir. Ve yargı, bir devlet organı gibi çalışmayı sürdürecektir.Bu zihniyet değişikliği için uğraşacak, yapılan her düzenlemenin bu eksene oturması için çalışacak hukukçular herhâlde vardır...
Bir laf vardır, “müsademede mermi sayılmaz” diye. Söylediği şudur: Müsademeye, çatışmaya girmişsen az mermi harcadık, çok mermi harcadık diye hesap yapamazsın, elinde ne varsa karşı tarafa gönderirsin.AKP ile Gülen cemaati arasındaki çatışmada da böyle oldu. İki taraf ellerinde mermi olabilecek ne varsa karşı tarafa gönderdiler.Ama bu mermilerden biri sekti. Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın, cemaat icraatlarına karşı yazısındaki “milli ordusuna kumpas kuranlar” ifadesi, seken bir mermi olarak yeni bir süreç başlattı.Akdoğan’ın kendi ifadesine getirdiği düzeltme, bu ifadeyle ilgili elinde özel bir bilgi olmadığı sözleri bir şeye yaramadı, mermi bir kez sekmiş, beklenmedik bir yere vurmuştu.Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, Genelkurmay Başkanı’nın konuyu gündeme getirdiği ve “yeniden yargılama” önerisinde bulunduğu da son günlerin en önemli “sızma” haberlerinden biri oldu.Balyoz davası hükümlüleri ve Ergenekon davası sanıkları “yeniden yargılanma” talebinde bulunuyorlar.Başbakan’ın Başdanışmanı’nın “milli ordusuna kumpas” ifadesinin, bu ifadeyi kullanan kişinin kimliği dolayısıyla yeniden yargılanma için yeterli olduğunu savunuyorlar...Uzak gibi görünse de...Dile getirilen talep, hukuken de “siyaseten” de meşru görülmesi gereken bir taleptir. Başdanışman sözünün nereye gideceğini bilmek zorunda olan bir “siyasi” kimliğe sahiptir.Yasalarda “yeniden yargılama”, yeni kanıtlar bulunması hâlinde mümkündür. Ancak konuya erken atlayan bazı siyasilerin bu konuda “yeni düzenleme”den söz etmeleri de yeni bir hukuki kafa karışıklığının ortaya çıkmasına katkıda bulundu.Başdanışman’ın “kumpas” ifadesinin aslında seken bir mermi olmadığı, bu süreci başlatmak için bilinçli olarak ortaya atıldığına ilişkin bir görüş de var.Genelkurmay Başkanı’nın doğrudan devreye girmesi de, bu sürecin, asker kişiler için bir tür affa dönüşecek bir seyir amaçlandığı iddiasını ortaya çıkardı.Bu tartışmanın ucunda gelinecek noktada “genel af” konusu bulunuyor. Şu andaki gerilimlerin ortasında, “genel af” biraz uzak görünebilir, ama ele alınma zamanı da yaklaşıyor.
Son olayların hukuki kaynaklı olmadığının, siyasi bir çatışmanın, iktidarı değiştirmeye yönelik bir siyasi girişimin unsurları olduğunun ortaya çıkmasıyla bir tek soru herkesin ağzında dolaşmaya başladı.Bundan sonra ne olabilir?Siyasi iktidarın değişmesi süreci mi başlar yoksa Erdoğan bu krizden güçlenerek mi çıkar?Sorunun cevabını yine son olaylarla ilgili halkın algısı verecektir. Yolsuzluk operasyonu ve yargı-hükümet çatışmasını, AKP ile Gülen cemaati çatışmasını halkın çoğunluğu nasıl algılıyorsa bundan sonrası o algıya göre şekillenecektir.Gezi’den bu yanaSiyasi iktidar, Erdoğan, kendi konumunu halka anlatmak için, Gezi olaylarından bu yana “çatışmacı” bir üslup benimsedi ve aynı üslupla devam ediyor.2002-2011 döneminde, darbe hazırlıkları herkesin gözü önünde yapılırken, cumhuriyet mitinglerinden 29 Ekim krizlerine kadar çeşitli gerilim senaryoları uygulanırken AKP bu hatta girmedi, çatışmacı üsluptan kaçındı ve halk desteğini sürekli artırdı. Siyasi kriz senaryoları başarılı olmadı, “balkon konuşmalarının” gerilimleri düşürme ve geniş kesimleri “kucaklama” üslubu kazandı.Gezi olaylarından bu yana Erdoğan, iktidar karşıtı koalisyonun bütün hamlelerine “hodri meydan” çizgisinde duruyor. Bu çizgi “kendine güvenme” ifadesi olarak da alınabilir, tam tersine, öfkeyle gerilimi artırmak olarak da alınabilir.Seçimler yaklaşırkenGerilim ortamları, büyük siyasi çatışmalar toplumları yorar, Erdoğan’ın karşısındaki koalisyonun gerilim politikaları da Türk toplumunu yormuştur. İkinci Gezi girişimleri, hesapları da bu yüzden başarılı olmadı.Çatışma ortamından ne kadar çabuk çıkılırsa, iktidar karşıtı koalisyon da önemli dayanaklarını o ölçüde hızla kaybeder.Çatışma ortamı şu anda koalisyona belli bir toplumsal destek sağlıyor, birikmiş tepki ve rahatsızlıkları canlı tutuyor.Seçimlere yaklaşırken, gerilimin düşmesi, seçmen tercihlerindeki öfke ve duygu etkilerini sadece azaltır, siyasi meselelere mantıklı yaklaşma yollarını açar.
Bektaşi oturmuş, nargilesini tüttürürken münasebetsizin biri gelmiş, “Baba erenler gömleğin kirlenmiş” demiş...“Ne var yani” demiş Bektaşi.“Yıkasana...”“Yıkasam ne olacak, tekrar kirlenecek...”“Tekrar yıka...”“Yine kirlenecek...”“Yine yıka...”Bektaşi köpürmüş: “Ulan ben bu dünyaya mintan yıkamayı mı geldim!..”- Geçmişe şöyle bir göz attığınız anlarda Bektaşi’nin öfkesini anlamak kolay. Şunu yap, bunu yap, hep bir mintan yıkamışsın; o mintan hep kirlenmiş, ömür mintan yıkamakla geçmiş...***Baba erenler yine oturmuş nargilesini fokurdatıyorken, etrafındakilere de bir şeyler anlatıyormuş. Laf gelmiş ‘ay mehtabı’na... Bektaşi parmağıyla Ay’ı göstererek bir şey söylemiş.Fakat bakmış ki etrafındakilerin hepsi Ay’a değil de parmağının ucuna bakıyor.“Ay’ı görmeye bile mecali olmayanlara ne anlatayım” demiş, etrafındaki herkesi kovmuş, kendi dünyasına dalmış...- Ay var, dünya var. Gözleri ve beyinleri onları gösteren parmağın ucundan ileri gidemeyenler var.Baba erenler gibi, öfkelenip böylelerini kovmak ve kendi dünyanda yaşamak da var, parmağının ucuyla gösterdiğini görmeleri için uğraşmaya devam etmek de var.Yılın son gününde geçmişe bakarken baba erenlerin öfkesiyle burulmak da var, parmağın ucunun gösterdiğinin daha ötesine, ileriye bakarak nargileyi daha keyifle tüttürmek de var.***Yılın son günü ve gecesinde herkesin “derine daldığı” bir an vardır.O anda hissedilen, güzellik ve iyilik de olabilir, insana güven de olabilir, kin ve nefret duygularıyla burulma da olabilir.Yeni yılda herkese bol bol akıl fikir, iyilik güzellik olsun, baba erenlerin nargile keyfi sonsuz olsun...
Siyasi iktidarı değiştirmek isteyenlerin, gidenin yerine getirecekleri yeni politikalar olması gerekir. Hükümetin değişmesini, AKP’nin iktidardan gitmesini amaçlayan koalisyonun siyasi hedefleri, en az konuşulan konu.Yolsuzluk operasyonunda, iki dalgayla, birbirinden farklı yirmiye yakın iddiayı bir araya getirerek siyasi bir kuşatmayı sahneye koyanların, “sonrası” ile ilgili fikir ve planları olmalı.Operasyonun sahneye konulma şeklini, iktidar değişikliğinin hedeflerini daha çok tartışabiliriz. Ama bir hedef fiilen gerçekleşti bile.Barış süreci veya Kürt meselesinin demokratik çözümü yönünde ilerleme fiilen durdurulmuş durumda. Silahların susmasıyla başlayan sürecin bu hâliyle dondurulması sağlandı.Çatışmanın AKP ile Gülen cemaati arasında olduğu varsayımı üzerinden çeşitli zarar ve zayiat hesapları, çatışanların siyasi kayıplarının hesapları yaygın şekilde yapılıyor.Şu anda ülkenin karşılaştığı en büyük zarar, demokratik değişimlerle ilgili bütün meselelerin gündemden çıkmasıdır. Operasyonu sahneye koyanlar “asıl” hedefine şu anda ulaşmış görünüyor.Kürt siyasetinin tavrıEn tepeye doğru çıkarılmak istenen bir operasyon devam ederken siyasetin “asıl mesele”den uzaklaşmasını normal bulanlar olabilir. Yaklaşan seçimler haklı bir gerekçe gibi görünebilir.Ama böyle bakılmamalıdır. Operasyonların ardındaki esas mesele değişimin önlenmesi, asıl meselenin çözümü için kalıcı adımların atılmasının engellenmesiyse, siyasetin asıl odak noktasının da bu olması gerekir.Kürt siyasetinin şu andaki gerilimden gündelik siyasi kazanımlar için yararlanmaya kalkmadığını da görmek gerekiyor. Kürt siyaseti bu çatışmada taraf olacaksa, ancak yine temel meselenin çözümü açısından taraf olur, bu da “eskiye dönüş” çabalarının karşısında durmak anlamına gelir.Operasyonun sahneye koyucuları için ülkenin uğrayacağı zararların bir anlamı yok. Tam tersine, koalisyon barış sürecinin akamete uğramasını istiyor.Barış süreci demokratik sürecin asli unsurudur ve operasyonların amaca ulaşmamasının güvencesi de barış sürecinin, demokratik sürecin ilerlemesidir.