MİT Müsteşarı’na yönelik operasyon girişimiyle başlayan çatışma her gün biraz daha tırmanırken, savaşı başlatanların amaçlarından biri gerçekleşmiş gibi görünüyor.Barış süreci durdu, tekrar hareketlenmesi için uygun ortama ulaşmak da bayağı zaman alacak. Bu bekleme döneminde ise Kürt siyaseti gerçekçi bir duruşu seçti, çatışmaya yeni bir unsur eklememeye özen gösteriyor.Öcalan‘ın, Kandil‘in ve tüm Kürt siyasetinin bu tavrına bazı eleştiriler geliyor. Eleştirilerin nedeni, Kürt siyasetinin çatışmada AKP karşısında yer almaması, Erdoğan karşıtı ittifaka katılmamasıdır.Her siyasi olaya Erdoğan ile ilgili duygularının merceğinden bakmanın heyecanıyla yaşayanların bu sıcak ortamda barış sürecini gündemin altına itmeleri de ilginçtir.‘Karşı’ ittifak...Şu anda çatışmanın bir tarafında Gülen cemaati var, CHP var, MHP var; İşçi Partisi militan sokak gücü olarak var, kendilerini sol olarak niteleyen irili ufaklı yayın organları var.Barış süreci konusunda bu cephenin ana gövdesinin ortak özelliği “karşı” olmaları. CHP, MHP, İşçi Partisi barış süreciyle ilgili olarak aynı fikirde. Gülen cemaati ise açık beyanlarından da çıkarılacağı gibi, “devletin itibarı” gibi kavramları ileri sürerek oldukça kuvvetli bir kaygı öne sürüyor. Çatışmanın, Oslo görüşmelerinin ortaya çıkmasıyla başlamış olduğunu da hep hatırlamak gerekiyor.Hâlen temel meseleKendilerini sol olarak niteleyen çeşitli çevrelerin, sık sık devletçi ve milliyetçi dalgalarla birlikte hareket ettiği, barış süreci konusunda da fazlaca iniş çıkışlar yaşadığı örneklerle sabittir.Barış sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasının bu ülkenin birinci konusu olduğunu düşünmüş ve uzun süredir bunu savunmuş olanlar da günlük çatışmanın içinde sürüklenmişler ve Tayyip Erdoğan‘a endeksli tavırlar alarak fiilen AKP karşıtı cephenin yeni unsurları olmuşlardır.Barış süreci hâlâ temel meseledir, bugünkü çatışmaların kaynağında da bu mesele, açık konuşulmasa da önemli bir yer tutuyor. Kürt siyasetinin bunu görmesi, bu sıcak ortamda sağlam bir duruş olarak görülmelidir.
Cumhurbaşkanı’nın da gizli dinleme mağduru olması, son günlerin bütün ifşaatlarının en tepesinde bir zıvanadan çıkma hâlini gösteriyor.Açıklamayı yapan Başbakan, kendisinin de dinlendiğini, Cumhurbaşkanı’nın da dinlendiğini söyledikten sonra eliyle “daha neler neler var” işareti yapmış.Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın gizlice dinlendiği bir ortamda, “daha neler neler var”ın fazla bir anlamı kalmıyor.Bu dinlemeleri yapanların, ülkenin en tepesindeki kişiyi dinlemek için “böcek” denilen aletleri yerleştirebildiklerine göre, demek ki hiçbir korkusu, çekinmesi yok. Yakalanmayacaklarından son derece emin durumdalar ya da yakalanmak umurlarında değil; kaybedecek bir şeyleri kalmadığını düşünüyorlar.Böyle bir güven içindeler, ellerinde imkânlar var, kendilerini “ölümüne” bir savaşın yürütücüsü olarak görüyorlar.Bu “ölümüne” savaşın siyasi tahlillerini yapmaya çalışıyoruz, ama Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı dinleyecek kertede bir gözü karalığı tahlil etmek kolay değil.‘Olur böyle şeyler...’Bu nefreti, bu savaşı siyasi kavramlarla izah etmek kolay olmasa da, savaşın tarzı, yöntemleri ve gözü kararmışlık hâli “en yüksek sonucu almak” gibi bir hedefe kilitlenilmiş olduğunu gösteriyor.Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı ve başka kimseleri, haftalarca dinleyeceksiniz; amaç, onları pes etmeye kadar götürecek bir yıpratmanın “malzeme”sini elde etmek.Bu, bir siyasi mücadele yöntemi değil; çok ötesinde bir “yok etme” hırsının yöntemi.Buradan bakılınca, son dönemin çatışması içinden bir soru beliriyor. Gülen cemaatinin devlette ve yargıda kadrolaşma çabaları anlaşılabilir. Barış süreciyle ilgili çekinceleri dolayısıyla, süreci durdurma operasyonları da yine siyaset ekseninde bir mücadele olarak görülebilir.Ama mesele Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın dinlenmesine gelince Gülen cemaatini “aşan” bir hâlden kuşkulanmak çok mümkün.Türkiye gibi bir ülkenin en tepesindeki iki kişinin gizlice dinlenebilmesi üzerinde düşünürken, olayın “korkunçluğu”nun bir başka yanı gözden kaçabilir.Zıvanadan çıkmanın bile ötesine geçen bu hâldeki korkunçluğun bir tarafı da verilen tepkilerin neredeyse “olur böyle şeyler” düzeyinde kalmasıdır...
Bunca musibetten bir “iyilik” çıktı. Başbakan ve ilgili bakanlar dün yeni bir “demokrasi paketi” için karar toplantısı yaptı.Kesin içeriği açıklanmadı, ama şu ana kadar belli olanların hepsinin olumlu olduğunu söyleyebiliriz.Özel yetkili mahkemelerin kesin olarak kalkması da terörle mücadele kanununun kalkması da önemli ve “demokratik” gelişmelerdir.Soruşturma süreçlerinde “zanlı” konumunda olanların haklarının ihlalini önlemeyle ilgili düzenleme de son günlerin musibetlerinden çıkmış bir hayırdır.Gizli dinlemelerin çığırından çıkma ötesinde bir hâl aldığı herkesin malumu. Bunların gerçekten kişi haklarının korunmasına dönük ciddi düzenlemelere kavuşmasına da kimsenin itirazı olamaz.‘Zihniyet’ engeli...Darbe girişimleri ve darbe ortamı yaratma faaliyetleriyle ilgili davalarda yeniden yargılama sürecini açacak düzenlemelerin bu pakette olmadığı anlaşılıyor.Eğer dünkü toplantıda yeni bir karar alınmadıysa bu konu pakette bulunmayacak.Pakette yer alması beklenen konuların tümünün olumlu olduğunu söylüyoruz, ama yine gelip bir “zihniyet” duvarının önünde kalakalıyoruz.Yeni teknolojilerin getirdiği, sınırsız denebilecek iletişim imkânlarını sınırlama girişimleri bütün demokrasi paketlerinin önünde duran bir “zihniyet” olarak toplumun önünde dikiliyor.Bu zihniyet, siyasi alanı dar tutulmakla kamu düzeninin sağlanabileceği inancına dayalı bir anlayış olarak hayatta ve işliyor.Temel ihtiyaç...Demokrasi paketleri bu zihniyeti aşmakta, etkisiz kılmakta zorlanıyorsa, daha derin meselelerle karşı karşıya olduğumuzu görmek zorundayız.Bir zihniyet değişimi ihtiyacıyla sürekli olarak karşı karşıya kalıyorsak, çıkışın “devletçi ruh” ile açık hesaplaşmadan geçtiğini de görmek durumundayız.“Devletçi ruh” özgür siyasete düşmandır, siyasetin alanının, kapsama alanının her zaman dar tutulmasını ister.Siyaset alanının sürekli genişlemesi özgürlükçü ruhu besler, demokrasinin artık temel unsuru hâline gelmiş katılımcılığı büyütür ve bu süreçte demokrasi kendi güvencelerini oluşturur.Son demokrasi paketi hayırlı olmasına hayırlı da, ihtiyaç hâlâ bir “demokrasi kuşatması.”
Adalet Bakanı Bozdağ, iki savcının kendisiyle ilgili “tutanak tuttuğunu” açıkladı. Bakan “tutanak” dedi, ama amaç bir işlem yapılması olduğuna göre, tutanak fezlekeye dönüşecektir.Bu çok ağır bir hamledir ve amacı Bakan’ı “geriletmek”tir; hedef siyasidir.Ayrıca tutanağın ya da fezlekenin içeriğini bilmiyoruz ama bu, şu andaki savaş ortamında önemli değil.Önce MİT Müsteşarı’na, onun üzerinden Başbakan’a doğru hamle edildi. 17 Aralık operasyonuyla dört bakanın gidişi sağlandı. Şimdi de Adalet Bakanı hedef alındı.“Onlar da şunu yaptı”, “ama onlar da önce bunu yaptı” gibi gerekçeler her zaman üretilebilir; bunlar gelinen noktanın ciddiyetine mazeret teşkil edemez.17 Aralık’ın, yolsuzluk iddialarıyla ilgili kısmı daha çok tartışılacak; bununla ilgili yayın yasağı konuldu, ama şurası çok açıktır ki 17 Aralık bir siyasi operasyon olarak uygulamaya konulmuş ve sonuç da alınmıştır.Seçenek...Çatışma siyasi, ama “alanda” yargı mensupları ve istihbaratçılar var. MİT’in TIR’ları olayında durum aynı, son ortaya atılan ve Başbakan’ın yakınlarına ait olduğu iddia edilen kayıtlarda da durum aynı.Vurulmak istenen noktalar en tepelerde ve bunlardan sonuç alınması demek, ağır bir siyasi krizin ortaya çıkması demektir. Siyasi kriz, seçilmiş siyasi iktidarın ülkeyi yönetemez hâle getirilmesidir.Operasyonları planlayanların ülkenin ağır bir siyasi krize girmesinden doğacak zararları asla önemsemediği, dikkate almadığı ortadadır. Şu andaki gerilimlerin ekonomiye yansıması da asla umurlarında değildir.Gözlerin bu kadar kararmasının açıklamasını ortaya koymak kimse için kolay değil. Beddualarla bir kişinin işaret edilmesi de, ülkenin krize ve siyasi istikrarsızlığa sokulmasının ruhi müşevviklerini açıklamaktan uzaktır.Hedef siyasi iktidarın değişmesi ise, ülkeyi yönetme kabiliyetine ve ehliyetine sahip bir siyasi güç olmadığına göre, iktidar seçeneği ancak “CHP artı MHP artı devlet artı Gülen cemaati” olabilir. Bu seçeneğin getireceği de, siyasi istikrarsızlığın, daha önce birçok kez yaşadığımız gibi “kronik” bir hâle gelmesidir.
Başbakan Erdoğan’ın Brüksel’de Avrupa Birliği yetkilileriyle yaptığı görüşmeden belli bir “güven tazeleme” sonucu çıktığı söylenebilir.Avrupa Birliği açısından, tam üyelik görüşmelerinde yeni fasılların açılıp açılmamasının siyasi algılara dayandığı ortadadır.Türkiye’nin tam üyeliğiyle ilgili çekincelerin altındaki, radikal İslam meselesi de Orta Doğu‘da; Mısır ve Suriye’deki gelişmeler dolayısıyla daha da kuvvetli bir unsur hâline geldi.Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını etkileyen, radikal İslam kuşkularının giderecek tek yolun ne olduğu belli. Türkiye, Avrupa Birliği’nin olmazsa olmaz demokrasi kriterlerine uymak için çaba gösterdiği sürece, radikal İslam meselesi de bir kuşku alanı olarak gündemde alt sıralara düşecektir.Soru, ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği endeksini kaybedip kaybetmediği’dir. Yakın dönemin neredeyse bütün siyasi gelişmeleri bu soruyu fazlasıyla öne çıkardı. Gezi olaylarından, hapisteki gazetecilere, Kürt meselesinin barışçı çözümündeki duraksamalara kadar birçok unsur bu soruyu büyüttü.‘Ufunet’in çaresi belliAB ile tam üyelik görüşmelerinde yeni fasıllar açılmıyor, çünkü kâğıt üzerinde bir sorun yok ya da çok az sorun var; Türkiye’nin birçok konuda mevzuat uyumunu sağlaması güç değil.Ama kâğıt üzerinde tamamlanmış “fasıllar” Türkiye’nin yakın gelecekle ilgili iradesinin ne olduğu sorgulanmasını engellemeyecektir.Ankara’nın son birkaç yıldır gerek Avrupa Birliği reformları gerekse artık tartışması bile lüzumsuz olan demokratik reformlar konusunda yavaşladığı tespiti bizde olduğu gibi Avrupa’da da yapılıyor.Oysa beklenti 12 Eylül referandumunun ardından bu adımların daha da hız kazanarak devam edeceği yönündeydi. Bu yaygın beklentinin tersine yavaşlamaya girilmesiyle bir hava değişikliği yaşandı.Avrupa Birliği endeksi üzerine kurulacak bütün politikalar zaten toplumun çoğunluğundan onay aldı, halk desteğini çok açık olarak gösterdi.Şu anda siyasetimiz de toplumsal ilişkilerimiz de ağır “ufunet”lerle yaralı görünüyor. “AB endeksi” de açıklaması kolay, desteği kesin bir siyasi hattın adı olarak en kesin “ufunet savıcı”dır.
Gülen cemaatiyle ilgili her türlü yorum ve tahlilin önünde çok önemli bir güçlük var: Gülen’in kendisi ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Genel Sekreteri dışında cemaati kimin ve ne ölçüde temsil ettiğine, kimin görüş ve hamlesinin cemaate ait olduğuna dair soru işareti...Bir siyasi parti veya açık bir sivil toplum örgütü olarak ortada olmadığı için, her icraatın, her hamlenin veya görüşün cemaati ne kadar bağladığı sorusu sık sık ortada kalabiliyor.Hüseyin Gülerce, Zaman Gazetesi yazarı olarak, gazetenin eski yöneticisi ve Fethullah Gülen ile doğrudan ilişkili olduğu bilindiği için cemaatin sözcülerinden sayılıyor. Gülerce AKP - cemaat savaşında bazen önde tavırlar almasına rağmen, çatışmanın büyüdüğü andan itibaren daha çok itidal ve uzlaşma yolları arama önerileriyle dikkat çekti. Son olarak da “kavganın biteceği tarihi” yazdı. Ona göre kavga cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte sona erecek.Fethullah Gülen de son açıklamalarından birinde, MİT Müsteşarı’nın ifadesinin alınmasını konusuna girdi ve ifadenin terörle ilgili faaliyetler hakkında olduğunu söyledi.Bu iki sözü bir araya getirdiğimizde, çatışmanın başlangıcının MİT Müsteşarı’na dönük “yargısal” operasyon, final noktasının da cumhurbaşkanı seçimi olduğu bir çatışma alanı yaşandığını anlıyoruz.Cemaatin nihai hedefiOslo’da PKK temsilcileriyle yapılan gizli görüşmelerle başlayan bir süreç söz konusudur ve ilk aşamanın kilit ismi MİT Müsteşarı Fidan’dır.İlk hamle yapılırken ne düşünülmüş olursa olsun, cumhurbaşkanı seçimi de çatışmanın eksenlerinden birini oluşturmaktadır.Bu da cemaatin, cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili bir beklentisi olduğunu gösteriyor. Şu anda, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olmasına kesin gözüyle bakıldığına göre cemaatin iki hedefi olabilir.Birincisi Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmemesi ve siyasi hayatının sona ermesidir. Bu durumda AKP’nin yeniden yapılanması, liderlik konusu en önemli gündem olacaktır.Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse de bir anlamda günlük siyasetten uzaklaşmış olacağı için yine bir liderlik meselesi ve yeniden yapılanma söz konusu olacaktır.Her iki ihtimalde de cemaat kavgayı durdurup, AKP’nin yeni liderliği ve yapılanmasında bir uzlaşma arayacaktır.Görüldüğü kadarıyla cemaat olayı basitleştirmiştir, Erdoğan başbakanlıktan gittiğinde kavga bitecektir. AKP’nin yeni yapısında cemaatin durumunun ne olacağına ilişkin soruların hiçbirine şu anda cevap vermek mümkün değil; tek bilinen, cemaatin hedefinin uzlaşma olacağıdır.
Başbakan Erdoğan, ilişkilerde bir canlanma sağlamak için, içeride fazla gerilim olan bir dönemde Avrupa’da. Bu ziyaret, bir yandan da “sorularınıza cevaplarım var” anlamına geliyor. Batı’nın son dönemde birikmiş soruları var ve o sorulara cevap istemek de hakkı. Avrupa Birliği üye adaylığı, Avrupa’nın her sorusuna cevap istemesinin “yasal” dayanağı.Demokrasi ve hukuk devleti bağlamında sorulacak sorulara “sana ne” deme hakkı da, meşruiyetini çoktan kaybetmiş bir hak olduğuna göre Avrupa soracak, biz derdimizi anlatmaya çalışacağız.Batı’ya, Batılıya anlatmakta güçlük çekeceğimiz ve onların ısrarla soracağı konular bellidir. Zaten soruyorlar.Gezi olaylarına siyasi yorumlar, Batılı için farklı bir siyasi tahlil meselesidir, ama sormaya devam edecekleri konu, Gezi olayları ve sonrasında güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanmasıdır.“Sizde de oluyor” cümlesi bu sorunun cevabı değildir, çünkü onlarda böyle bir şey olduğu anda tepki gösterilir, aşırı güç kullanan kamu görevlisiyle ilgili gereken yapılır ve yine gerekiyorsa başka tedbirler alınır.Düşmanımız değil...İstanbul’da ve başka şehirlerden her gösteriye biber gazıyla müdahale edilmesini Batılıya anlatmak kolay değildir. Neyse ki kolay değildir. Buna verilecek cevaba Mısır’ı karıştırmak, Suriye’yi karıştırmak da karşı taraftan hep kusurun kabulü olarak alınır.Batılıya hapisteki gazeteciyi anlatmak, terörle mücadele kanunun bizdeki uygulamasını anlatmak da kolay değildir. Batılı böyle bir kanunun varlığını anlasa da uygulanma şeklini, gazeteci kimliği taşıyanların, basit siyasi faaliyetlerde bulunmuş akademisyenlerin hapse girmesini anlayamaz.Batılı, kuvvetler ayrılığı konusunu, siyasi iktidarın güçlü bir şekilde denetlenmesini ciddiye alır ve demokrasinin var oluşunun temel unsurlarından biri olarak görür. Bunun için, siyasi iktidarların yargıda bir ölçünün üzerinde etkili olmasından “kuşkulanır.”İnternetle gelen haberleşme, bilgiye ulaşma ve iletişim imkânlarının kısıtlanmasını Batılıya izaha çalışmak da beyhude bir girişim olur.Avrupa ile ekonomik ilişkilerimiz büyük, orada yaşayan vatandaşlarımız dolayısıyla insani yakınlığımız büyük, “batılı demokrasi” dediğimiz için de “ruhsal” yakınlığımız var ve Avrupa bizim düşmanımız değil.