Bir süredir, çeşitli yollarla bir korku salınmaya çalışılıyor: Seçime kadar daha neler olacak neler...Bunun kaynağı esas olarak ‘kaset’ dağıtım merkezleriydi; fakat hava giderek yayılmaya, kötümser beklentiler kaos senaryolarına dönüşmeye başladı.“Tayyip Erdoğan’ın gitmesi için her şey mübahtır” diye yürüyen koalisyonun sokağı zorlaması tekrar sonuç veriyor.Gerilim ortamları insanları, gençleri sokağa çıkarmak için en uygun ortamlardır. Bu ortam sağlanmıştır.BDP seçim bürolarına, toplantılarına yapılan düzenli ve “devlet destekli” saldırılar, sokağa Kürtleri de çıkarmak, çatışmalara girmelerini sağlamak için tekrarlanıyor.Sokaktan uzak duran AKP’li gençlerin de sokakta boy göstermeleri isteniyor.CHP’liler zaten sokakta.MHP’lilerin genel başkanlarının “sokaktan uzak durun” talimatlarını dinledikleri kuşkuludur.En kötü senaryo herkesin sokağa inmesi üzerine kurulmuştur ve ilerlemektedir.Rejim refendurumu mu?Berkin’in cenazesinin akşamında AKP’li olduğu söylenen bir genç tabanca mermisiyle hayatını kaybetti. Bir polis memuru, olayların içerisinde kalp krizinin kurbanı oldu.Sokakları öfkeli gençler doldurur, birbirleriyle çatışmalarının koşulları yaratılırken çok daha büyük ve tehlikeli gidişlerin yolu açılıyor.1960’ta 27 Mayıs öncesinde, 1971’de 12 Mart öncesinde, 1980’de 12 Eylül öncesinde yaşananların bir benzerini tekrarlamak isteyen “kuvvetler” adım adım ilerliyor.Bundan sonrası daha çok ölüm, daha çok cenazedir. Hedef de bellidir, halkın çoğunluğunun “Erdoğan artık yönetemiyor” demesini sağlamaktır.Kaos senaryosu her uygulamaya konulduğunda Türkiye çok şey kaybetti, başarılı olduğunda daha da çok şey kaybetti.Bu senaryoyu bu kez boşa çıkarmak için birinci şart olan halk desteği Erdoğan’da vardır.İkinci şart da halka bu senaryoyu çok açık şekilde anlatmak, kaosun ne olduğunu açıklamaktır.30 Mart çoktan bir siyasi referanduma dönüşmüştü, giderek bir rejim referandumuna dönüşme tehlikesi ortaya çıkıyor.Bu ciddi bir tehlikedir, kimsenin azımsamaması, çok iyi tahlil etmesi gereken bir tehlikedir.
Yine gösterdi. Çocuk ölümleriyle kararmış yüzümüzü gösterdi. Berkin’i ölüme gönderen karanlık yüzümüzü gösterdi.Bedeninden 13 kurşun çıkarılan on iki yaşındaki çocuğun yanına Berkin’i de yollayan insanların büyük oyunlarının acımasızlığını da gösterdi.Acımasız ve anlamsız.Çocuk ölümlerinin bile aşamadığı kabuklarımızı gösterdi. O kabuklar ki, her ölümde biraz daha katılaşıyor, aklımızı ve vicdanımızı iyice görünmez hâle getiriyor.Berkin ilk değil, son da olmayacak, çünkü aklımız iyiyi kötüyü ayırt edecek, vicdanımız “durun” diyecek olgunluğa erişmedi.Gördüğümüz, bildiğimizİnsanın değerinin en yüksek değer olduğu bir toplumda yaşamayı görmediğimiz, bilmediğimiz için sürekli zorlanıyoruz.Gördüğümüz, bildiğimiz, her ölümden yeni ölümler üretmek, şiddetin ve gücün imkânlarıyla başkaları için hayatı cehenneme çevirmek.Bütün insanların insanca yaşadığı bir toplumu hayal bile edemiyoruz, ufkumuz yetmiyor.Bütün insanların insanca yaşadığı, adına şimdilik demokrasi denilen bir insan ilişkileri düzeninin ister gibi yapıyoruz, ama aslında istemiyoruz.Ele güne karşı ayıp olmasın, bizi hor görmesinler; bizi geri ve ilkel bulmasınlar diye ister gibi yapıyoruz.“Gibi” yapmaya öyle alışmışız ki, asla aynaya bakmıyoruz, kendimizi görmekten kaçıyoruz.Sonra bir çocuk ölümü daha geliyor, bizi bize gösteriyor. Ölümün bütün çıplaklığıyla gösteriyor.Umut umuttur...Öyle kabuklar içinde burulmuş kalmışız ki, yine görmemek için direneceğiz.Direndikçe çocuklar ölecek, direndikçe insanlar biraz daha mutsuz olacak, direndikçe umut ve hayal kelimeleri hafızamızdan düşecek.Bu çocuk tabutunun arkasına geçsinler, onun üzerinden bize, kendilerine baksınlar. Bir daha baksınlar. Sonra eve gitsinler, kendi çocuklarına baksınlar ve onları neye mahkûm ettiklerini düşünsünler.Berkin’den önceki çocuk ölümleri, genç ölümleri kabukları kıramadı, akılları ve vicdanları düzeltemedi. Ama umut umuttur, belki Berkin bazı gözleri açar.Açmazsa da yeni Berkin’lerle ağlar, sadece ağlayarak körleşmenin en ucuna kadar gideriz.
Darbe davalarının asker sanıkları, bugüne kadar yapılan hukuk tartışmalarında af istemediklerini, tam aklanma istediklerini söylüyorlardı. Son duruma bakıldığında ise, aslında “af” çıktığı anlaşılıyor.Sanıkların aftan yararlanmalarıyla ilgili henüz bir karmaşa yaşanıyor. Af oldukça karmaşık bir şekilde çıktığı için yeni hukuk tartışmaları da başladı.Ergenekon’da tahliye yağmuru!Eski özel yetkili mahkeme, kararlara direniyor, hatta Meclis’in çıkardığı kanunu tanımadığını ilan ediyor. Ama aynı mahkemenin yedi aydır Ergenekon davası gerekçeli kararını yazmadığını, kanunun amir hükmünü herhangi bir gerekçe de belirtmeden çiğnediğini hatırlarsak başka sorular da ortaya çıkar ve bu soruların hepsi yine gelir Türk yargısının hâlinin ne olduğuna dayanır.Eski Genelkurmay Başkanı’ndan önce Hrant Dink’in katillerinden birinin tahliyesi, onları meşhur Zirve katliamı sanıklarının izlemesi bu affı planlayanların birçok şeyi hesap etmediğini gösteriyor. Danıştay saldırısının “sanığı” da çıktı, çünkü o da, hakkındaki karar kesinleşmediği için “sanık” sayılıyor.13’üncü ağır ceza tahliyeleri reddedip meydan okudu‘Balyoz’un durumu...Ergenekon davası, Hrant Dink cinayeti, Zirve katliamı, Danıştay cinayeti, insanların ölümle tehdit edilmeleri üzerinden yürüyen af kısmen olsa da KCK davasına da ulaştı. Ama KCK davasındaki gazetecilere ulaşamıyor.Deli numarası yaktı; tahliye edilemiyorAslında Ergenekon davasına af çıkmış. Ergenekon davasında yedi aydır gerekçeli karar yazmayan yargıçların meslektaşlarının yedi yıldır sonuçlandıramadığı Zirve katliamına af çıkmış.İşte tahliye çıkan sanıklarTahliye edilen Ergenekon sanıklarının bazıları oldukça yüksek sesle bazı suçlamalarda bulunuyor; yapmasınlar, tahliyelerini sağlayan affı Hükümet çıkardı.28 Şubat davası da daha önce buharlaştırılmış olduğuna göre Balyoz davası hükümlüleri açıkça mağdur hâline gelmiştir.Ergenekon’da cinayet sanıkları, cinayete teşvik edenler affa uğrarken, yalnız darbe planı yapmış, bu çalışmaya katılmış olanların hapiste olması açık bir mağduriyettir.Af çıkıyor, ama yine gizlenerek ve yamuk yumuk çıkıyor, sonra bu ülkede yaşayanların yargıya güvenmesi, adalete inanması isteniyor.
Çatışma, kullandığı bütün araçlarla düzeyi düşürdükçe, yayılması da karşısında etik ve demokrat tavırla durmanın para etmemesi de kaçınılmaz oluyor.Savaş kirleniyor, kirlendikçe her tarafı kirletiyor. Artık tek geçerli yöntem, ne olursa olsun; ardını, sonrasını düşünmeden karşı tarafa vurmaktan ibaret.Her gün, akşam saatlerinde yeni bir kayıt beklenirken, demokratik siyasi mücadelenin koşulları da biraz daha yok oluyor.Bu erimenin bir sonucu, HDP-BDP’lilere artan saldırılardır.Bir başka sonucu, Başbakan’ın hızını alamayıp “Facebook’u YouTube’u kapatırız” demesidir.Kayıt kliplerinin, gizli dinlemelerin en sıradan günlük olaylar hâlini alması, siyaset değildir; herkesi yıpratan, herkesi yoran, toplumu bunaltan bir savaştır.Siyaseten ciddi bir iniş hâli yaşadığımıza kuşku yok. Bu inişin tekrar bir çıkışa dönüşmesi de ancak gerçekten siyasete dönüşle mümkündür.Halk görüyor, söylüyor...Her şey savaşın aracı olunca katillerin sokağa salınması bile siyasetçileri uyandırmıyor. Darbe davalarının bile savaş araçlarından biri hâline gelmesi, bu davaların esasının buharlaşma sürecine girmesi de siyasileri uyandırmıyor.Kayıtlara odaklanmış bir hâlde, topluma ağır gerilimler yaşatıldığını siyasiler görmüyor.Siyasetin düzeyinin düşmesinin, siyasetin iyice güdükleşmesinin siyasetin tümünü yıprattığını siyasiler görmüyor.Yerel seçim arifesinde, halka gelecekle ilgili bir şey söylemek yerine sadece savaş sözleriyle yetinmenin siyaseti hırpaladığını da siyasiler görmüyor.Bu inişin bir çıkışı olmak zorundadır ve o çıkışı yapabilecek olan da sadece siyasettir.30 Mart’ta halk bundan sonra kendisini kimin yönetmesini istediğini söylerken, bir “çıkış” istediğini de söyleyecek.Ülkenin bu ortama bilinçli bir şekilde sokulduğunu halk teşhis etti. Halk, çıkışın anahtarının yine demokratik siyasette olduğunu da biliyor, söylemeye çalışıyor.Bu inişin çıkışı geciktikçe, 70’lere benzer bir kâbus ortamının ufukta durduğunu halk görüyor, siyaset görmüyor.
İlk tahliye edilenin Hrant Dink’in katillerinden biri olması, herhâlde vicdanı olanların bir rahatsızlık hissetmesine yol açmıştır.Bir doğruyu yaparken, bir sakatlığı düzeltirken, içine eğriler koymaya; doğruyu, tam anlamıyla doğru yapamamaya alışmışız, bahanesini de kolay buluyoruz.Bizim yargı sistemimizde, yargı zihniyetimizde “tutuklama” oldum olası sıradan bir uygulamadır, “uzun tutukluluk” hâllerinin yarattığı adaletsizlikler de yargının umurunda olmamıştır. Bu durum öteden beri böyledir de, bizim bunu fark etmemiz Ergenekon ve diğer darbe ve darbeye hazırlık davaları dolayısıyla oldu.Sıradan insanların dört duvar arasında unutulması pek de yadırganmayan ülkemizde yüksek rütbeli asker kişilerin darbe davaları dolayısıyla tutuklanmaları vicdani sorunlar yarattı.Ergenekon ve diğer darbe davalarını çok tartıştık. Geldiğimiz nokta ise, en yakınımızdaki olayları bile unutarak, neredeyse külliyen aklama beklentisidir.Ergenekon davasında, davanın içeriğini bulandıracak çok şeyler oldu. Bunların her biri de davanın esası hakkında kuşkular yarattı. Böylece davanın esası neredeyse bilinçli bir şekilde karmaşık hâle getirildi.Bu davada karar çıktı ve yasa çok açık olmasına rağmen, on beş günde yazılması gereken gerekçeli karar yaklaşık yedi aydır yazılmadı. Dolayısıyla bütün sanıklar hâlen sanıktır, hükümlü değildir.Özel yetkili mahkemelerin kalkması dolayısıyla da bu davanın ve benzeri bütün davaların en baştan görülmesi; bu arada, beş yıldır tutukluluk süresini doldurmuş sanıkların tümünün de tahliyesi gerekiyor. Hükümlü olmadıklarına göre yeni yasadan faydalanmak onların da, şu anda davaları tutuklu devam eden herkesin de hakkıdır.Bunun gibi karmaşalar bundan sonra da olacak, çünkü Türk yargısı bugün değil, çok önceden miadını doldurmuş, adalet dağıtma bilincini kaybetmiştir. Her arızayı düzeltmek için yeni bir kanun gerekir, gerekecektir. Ama her kanun da bugün olduğu gibi bir doğrunun peşine başka eğrilerin takılmasına yol açacaktır.İlk tahliye edilenin Hrant Dink’in katillerinden olması en başta hukukçularda, yargıçlarda, savcılarda, avukatlarda bir vicdan sarsıntısı ve daha derin düşünme ihtiyacı yaratmayacaksa eğer, yarının bugünü aratacağından korkmaya devam edeceğiz demektir.
Siyasetin, siyasi mücadelelerin bir ölüm - kalım, var oluş -yok oluş çatışması hâlinde yürütülmesi geri bir durumu ifade eder. Mücadele araçları ne kadar aşağıya inerse gerileme o kadar sabitleşir. Şiddetin ortaya çıkması da dibe vurmuş olunmasından başka bir şey değildir.Şu anda yaşadığımız gerilimlerin düzeyi de hepimizi hep birlikte aşağıya çeker hâle geldi. Şiddetin ortaya çıkacağı kadar dibe vurmadık, ama kıyısında dolaşıyoruz.Gizli dinlemeler, tapeler üzerinden yürüyen bir siyasi mücadele düzeyi iyice aşağıya çekti ve bu iniş maalesef devam edeceğe benziyor.En gergin seçim ortamıTayyip Erdoğan’la ilgili yoğun saldırı hatlarının oluşması da çoktandır bir siyasi durumu ifade etmiyor, durum iyice kişisel hâle gelmiş, bir kişiyi “yok etmek” üzerine kurulu bir savaştan ibarettir.Siyaset alanı, daralmak bir yana fiilen yok olmaya her gün biraz daha yakınlaşıyor.Bir yerel seçim öncesinde, yerel yönetimlerin geleceği, merkezi iktidarın alanının daralarak birçok yetkinin yerele devri üzerinde konuşma, tartışma sıfır mertebesinde.En gergin seçim ortamında sadece ve sadece Tayyip Erdoğan var, siyasetin tek konusu onun gidip gitmeyeceği.Tek boyutlu, tek kişi üzerinden yürüyen bir seçim kampanyası, muhalefet koalisyonunun fazlasıyla işine geliyor, çünkü zaten siyaset üretme, siyaset yapma fukaralığı böylece gizleniyor.Ya kaybetmeyip artırırsa?Her sabah gazetelerde ve internet sitelerinde, Erdoğan’a bağıran, Erdoğan’ın son söylediklerine cevap veren ellinin üzerinde köşe yazısı yayınlanıyor. Çoğu birbirinin kopyası bu yazıların tümünü kimsenin okuması mümkün olmasa da, bunlar sayesinde siyasetin tek boyuta, tek kişiye indirgenmesi sağlanıyor.Çok gergin olduğu kadar da siyaseten tıkız, geri bir seçim ortamını ilk kez bu ölçüde yaşıyoruz. Bunun olumsuz sonuçlarını şimdiden yaşıyoruz, ileride de yaşayacağız.Bugünkü gerilimli ortamın getirdiği bir sonuç çok açıktır: Halk 30 Mart’ta esas olarak Tayyip Erdoğan’ı oylayacak, onun için karar verecek.Peki Erdoğan oy kaybetmez, hatta artırırsa ne olacak?
Türkiye ile iş yapan Avrupalı şirketler danışmanlık hizmeti aldıkları Türklere uzun süredir ilk kez siyasi sorular yöneltmeye başlamış. Merak ettikleri, Erdoğan’ın başbakanlığının devam edip etmeyeceği, Erdoğan cumhurbaşkanı olursa yerine kimin geleceği.Bunları biz de merak ediyoruz. Ama sorulan sorulara bakıldığı zaman muhalefetin dışarıya muhtemel bir siyasi belirsizlik kuşkusunu verdiği de anlaşılıyor.Önümüzdeki seçim genel değil yerel seçim; ama muhalefetin bütün kanatlarının bu seçimi bir genel seçim havasına, hatta gergin bir genel seçim havasına sokma taktiğini Tayyip Erdoğan’ın kabul ettiği ve kendi seçim stratejisini de buna göre kurduğu görüldü.Erdoğan’ın yürüttüğü seçim kampanyası, birkaç ay sonra Çankaya’ya çıkarak, ana siyasetin üstünde kalmaya hazırlanan bir siyasinin kampanyası değil; tam tersine, bir genel seçimi daha kuvvetli bir şekilde kazanmayı amaçlayan bir siyasi hatta yürüyor...30 Mart’tan sonra...Kamuoyu araştırmaları şu anda, yerel seçime genel seçim havasında gidilmesinin iktidar partisi lehine bir dalga yarattığının işaretlerini veriyor. 30 Mart’a kadar genel seçim havası egemen olacak, 30 Mart’ın hemen ertesinde de gözler cumhurbaşkanı seçimine çevrilecek.Erdoğan bir süre önce, defalarca katı bir şekilde sahip çıktığı “üç dönem kuralı”na esnek bir yorum getirmişti. Dün de, eğer AKP böyle bir eğilim içine girerse kendi kişisel kanaatine rağmen buna uyabileceğini söyledi.Şöyle olacak: AKP’nin yetkili kurulları toplanıp tüzük değişikliği için genel kurul kararı alacak, Erdoğan çekimser kalacak ve tüzük değişecek.Erdoğan başbakan olarak yerinde kalacak, cumhurbaşkanı seçiminde de Abdullah Gül tekrar aday olacak. Erdoğan’ın cümlesi “Mevcut Cumhurbaşkanımızla devam ederiz” şeklindeydi.Erdoğan bu kapıyı biraz daha aralamış oldu; ama 30 Mart öncesinde kesin bir kararın çıkması beklenmemelidir. 30 Mart’ta siyasi denklemlerde çok fazla değişiklik ihtimalleri vardır, AKP’nin oyunu geçen seçime göre artırması hâlinde bile bu denklemler fazlasıyla değişecektir.
Eski yazıdan yeni yazıya, Latin alfabesine geçilirken bazı harfler alınmadı. Yeni alfabenin, yeni yazının öğrenilmesi ve kullanılmasının kolaylaşması için bu harflerin alınmadığı biliniyor.Dil devrimi büyük bir devrimdi, hem bir tür “kopuş”tu, hem de bir “kültür rotası” değişikliğiydi.Türkçe alfabeye alınmayan harfler tümüyle “öksüz” kalmadı, Kürtçenin Latin harfleriyle yazımında kullanıldı, Türkçe alfabedeki eksik sesler bu dilde bir yer buldu.Türkçe alfabeye geçişte, alınmayan harflerin sonraki yıllarda bir “savaş alanı” olacağını herhâlde alfabeye karar verenler düşünmemişti.Şimdi o harfler de özgür, ihtiyaç duyan kullanabilir; o harfler zaman içinde Türkçeye de bir zenginlik katabilir.Ama bu özgürlük, aynı zamanda Kürtçeye özgürlüğün, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde Kürtçenin özgürce kullanılması özgürlüğünün gerçekleşmesi anlamına geliyor. Yani bu yasak da, bir süre sonra, her yasak gibi iyice anlamsız kalacak; insanlar neden konulduğunu anlamakta güçlük çekecek.CHP’nin refleksi!Demokrasi paketlerinin sonuncusunda yine Kürtçeyle ilgili bir başka yasak daha kalktı. Siyasi partiler çalışmalarında artık Türkçe dışındaki dilleri de, Kürtçeyi de kullanabilecek. Bu yasağın neden konulduğu da bellidir, kalkmasının ne anlama geldiği de bellidir.Bunlar olurken, KCK davası kapsamında tutuklu gazetecilerin çoğunluğunun tutukluluk hâllerinin devam etmesi, içinden geçtiğimiz sürecin zorluğunu ve siyasi iradelere rağmen direnen yapıların kuvvetini de gösteriyor.Son ‘Demokrasi Paketi’ Meclis’te görüşülürken CHP yine karşıydı ve eğer Cumhurbaşkanı imzalarsa bu paket için de Anayasa Mahkemesi’ne gideceğini açıkladı.Konu demokrasi paketidir, temel hak ve özgürlüklerdir ve CHP’nin refleksi, siyasi iktidardan gelen her şeye karşı olma refleksi anında devreye giriyor.Harflerin ardından özgürlüklerine kavuşmayı bekleyen daha birçok alan var, ama özgürlükleri ve demokrasiyi savunan bir sol hareketimiz hâlâ yok.