Bu üslup iş yapıyor

21 Mayıs 2014

Birkaç gündür bir köşe yazarının lafı üzerinden çıkan tartışma, neredeyse facianın kendisinin de önüne geçti. Anında ikiye ayrıldık, bir taraf “yedirtmeyiz” diye bağırmaya başladı.Kelime “müstehak”tır, Yılmaz Özdil tarafından, Soma faciasıyla ilgili bir televizyon yayınında kullanılmıştır. Bugün “yedirtmeyiz” diye bağıranların çoğunun eğer konuşmayı dinlemediyse, sonradan da okumadığı anlaşılıyor.İfadenin tam metnini okuyanlar, eğer okuduklarını anlamak niyetiyle hareket ederlerse söylenenin çok açık olduğunu da göreceklerdir.Konuşma, “kin ve nefret söylemi” denilen durumun çok net bir örneğidir, ama ilk örneği değildir, olmayacaktır.Olmayacaktır, çünkü sorun bu üslubun “iş yapması”dır, müşteri bulmasıdır.Böyle bir ifadeye, medeni toplumlarda verilen tepkiler bellidir. Kimse siyaseten durduğu yere göre tavır almaz, ellerinde muzlarla sahaya çıkan futbolcular gibi çirkinliği hep birlikte teşhir eder.Bizde ise, kutuplaşmanın en vahim örneklerinden biri yaşanıyor, durduğumuz noktaya göre tepki veriyor, bir kin ve nefret suçunu bile savunmak durumunda kalıyoruz.Önce gazetecilerKin ve nefret üslubunun “iş yaptığı”, geniş destekçi bulduğu toplumumuzda “demokrasi” kelimesi, içerdiği bütün anlamların kuvvetine rağmen, bunun için hâlâ kırılgan, zayıf.Bu üslubun prim yapması, en kestirme şekilde, şu anda içinde bulunduğumuz “kutuplaşma”ya bağlanabilir.Ama biraz geri gider, aynı gazetecinin İngiliz futbol taraftarlarının İstanbul’da döner bıçaklarıyla öldürülmesini “zafer” gibi aktarmasını hatırlayabiliriz. Parmakla sayılacak kadar az sayıda tepkiyle karşılaşan bu davranış, tersine, bol bol takdir almıştı.Hrant Dink’e yönelik yayınlar da kin ve nefret üslubunun çok açık örnekleriydi, onlar da inanılmaz destek almışlardı.Kin ve nefret üslubunun iş yapmasının bugün kutuplaşmanın ötesinde, daha derin temelleri olduğunu görmek zor değil.Ama bu üslubun, bugün ciddi bir ayıp olduğunu anlamak ve anlatmak gerekiyor. Bunun için de basın yayın mesleğindekilerin, bu mesleğin öneminin bilincinde olanların öncelikle “kutuplaşma”nın yarattığı daralmalardan, tıkızlıktan kurtulması gerekiyor.

Devamını Oku

AB hedefi neymiş

19 Mayıs 2014

Turgut Özal, Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusunda bulunduğu zaman büyük bir heyecan uyanmamıştı. Avrupa Birliği üyeliği demek, en yaygın algıyla Avrupa’ya vizesiz gidebilmek, iş bulmak, orada adam gibi ücretle çalışmak demekti.Avrupa Birliği’nin sadece ekonomik değil, demokratik siyaset ve medeni toplum projesi olduğunu anlamamız her zamanki gibi biraz zaman aldı.Darbelerden, ekonomik krizlerden bıkmış toplum, Avrupa Birliği hedefinin bir toplumsal sıçrama olduğunu da görmeye başladı.Tayyip Erdoğan’ın iktidarının ikinci yılında Avrupa Birliği tam üye adaylığının kabul edilmesi iki taraf için de; Avrupa toplumu kadar Türk toplumu için de bu hayalin gerçekleşebileceğinin teyidi oldu.Sonra işler umduğumuz hızla yürümedi, “Avrupa Birliği’ne tam üye olsak ne olur olmasak ne olur” havasına girdik. Bu havaları desteklemek için de bol miktarda gerekçe ürettik.Birçok alanda ilerliyorduk. Bazı alanlarda kör topal da olsa ilerliyorduk, memnunduk. Avrupa Birliği’nin bizi tam üyelikle “onurlandırmasına” pek ihtiyaç da duymaz olmuştuk.Yaşamın ta kendisiBugün görüyoruz ki Avrupa Birliği kurallarının iş güvenliğiyle ilgili yönetmeliklerini tercüme etmişiz, uygulamaya koymuşuz, ama orada olmayan bazı esneklikleri de unutmamışız.Medeni bir iş güvenliği kanunu çıkarmayı başarmışız, ama o kanunun işlemesini sağlayacak altyapı tahkimini yapmamışız.Adına “fasıl” denilen konu başlıkları müzakere edildikçe Avrupalının hep eksiklerimizi gediklerimizi yüzümüze vurmasına da alışmaya başlamıştık.Şimdi biraz görebilmişizdir belki, sürekli içimizi sıkan taleplerde bulunanların bir kötülük istemediğini.Şimdi belki anlamaya başlarız, Avrupa Birliği standardı denilen şeyin gerçek hayatta ne kadar büyük anlam taşıdığını.Avrupalı sendikacının, “yüz yıldır yaşamadık” dediği bir facianın, faciaların hayatımızdan yok olup gitmesi için “Avrupa Birliği standardı” kavramının gerçekteki anlamını belki şimdi görebiliriz.Avrupa Birliği üyeliği, toplumun bütün yaşam alanlarında bir düzeyin ifadesidir.“Burada artık öyle şeyler olmaz”ın güvencesidir.Bir alanda yükselen standardın, başka alanları da yukarıya çekmesinin ifadesidir.

Devamını Oku

Diz boyu gerilik

18 Mayıs 2014

Bütün geriliğimizin su yüzüne çıkması için Soma faciası gibi büyük bir acı gerekiyormuş.Yüzlerce insanın her an ölümle burun buruna çalışmasına göz yummak geriliktir.Bu insanları koruyacak yasaları çıkarmamak, kurallara uyulup uyulmadığını izlememek geriliktir.Var olan kuralların kenarından dolaşmak da geriliktir.Medeni ülkelerde nasıl oluyor deyip o standartları hedef almamak da geriliktir.“Zaten elim kolum bağlı” diyerek görevini yapmamak da geriliktir.Facia sonrası yaşanan kargaşalar da bir başka geriliktir.Herhangi bir fayda umarak işçilerin cenazelerinin önünde, acılı evlerde yalan söylemek de geriliğin ta kendisidir.Facianın acısının en sıcak olduğu anlarda “bundan nasıl bir siyasi fayda çıkar” diye düşünmek geriliktir.İşçilerin mezarları başında dua ederken fotoğraf pozu vermek de geriliktir.Şu anda ışık yok...“Oy verdiler böyle oldu” demek, vicdani, insani ve de siyasi geriliğin zirvesidir.Soma faciası, bütün geriliğimizi; insani, vicdani, siyasi, idari geriliğimizi ortaya serdi.Şimdi en çok “bu faciadan gerekli dersler çıkarılacak” gibi laflar edilecek. Temeldeki zihniyet geriliğimizin bir ders çıkarmaya uygun olmadığı söylenmeyecek.Soma’da madende can verenler işçi sınıfının şehitleridir, bütün ülkenin şehitleridir.Onlar zihniyet geriliğimiz yüzünden şehit oldu, biz onların acısını yaşarken bile zihniyet geriliğimizin esiri olarak devam ettik.Zihniyet geriliğimiz yüzünden bu toplumun yaşadığı, bu insanlara yaşatılan acıların en sonuncusunun Soma olması dileniyor.Soma faciası bir zihniyet devrimi çığırını açabilirse böyle bir umut beslenebilir.Ama şu anda bir ışık yok, zihniyet geriliğine en mahkûm hâlimizle kıvranmaktayız.Zihniyet devrimi yapabilmek için önce hâlimizi, gerçek hâlimizi görmemiz gerekiyor.Soma faciası da gerçek hâlimizi göstermediyse, yapacak hiçbir şey kalmamış demektir.

Devamını Oku

Bir de sendika var

16 Mayıs 2014

Dört gündür çıkmayan bir ses var, sendikanın sesi. Sendika susuyor, en çok konuşması gereken anda susuyor.Biliyoruz, Türkiye’de sendikacılık devlet eliyle iğdiş edilmiştir; biliyoruz, işsizlik korkusunun bu kadar büyük olduğu bir ortamda sendikacılık yapmak kolay değildir.Tabii ki böyle bir facianın ardından, birinci sorumlu olarak gözler önce işverene dikilecektir, ikinci olarak da denetimden sorumlu olan devlete.Öğreniyoruz ki Türkiye’de Avrupa Birliği’nde yürürlükte olan iş güvenliğiyle ilgili bütün yönetmelikler geçerliymiş. Avrupa Birliği “müktesebatına“ dâhil olan bu yönetmelikler tercüme edilmiş ve son çıkan iş güvenliği kanununa uygun olarak yürürlüğe sokulmuş.Ama burada da “gibi yapmak“ hâli ortaya çıkıyor. Tercüme hatalarının yanında, yönetmeliklerde çok sayıda belirsizlik olduğunu da iş güvenliği uzmanı Cengiz Göztepe‘den öğrendik.İşçiler adınaBirçok medeni kural konuyor, ama bol miktarda “yeterli sayıda“ veya “uygun miktarda“ veya “en az iki“ gibi ifadeler kullanılıyor.“En az iki“ dendiği zaman kimse “üç“ yapmıyor. “Yeterli sayıda“ dendiği zaman “yeterli“yi herkes kendi belirliyor, “uygun miktar“ herkese göre değişiyor.Avrupa Birliği müktesebatını taşıyorsunuz, ama bu kurallara koyduğunuz belirsiz ifadelerle sadece “gibi yapıyorsunuz“.Burada çıkıyor, en büyük sendika sorusu. Avrupa işçilerinin, sendikalarının yüz yıllık mücadelelerle elde ettiklerini aslında aktarmıyorsunuz, aktarmanıza da gerek yok, çünkü altta, “sendika“ yazan yerde “mücadele“ yazan yerde büyük bir boşluk var.Maden iş kolunda üç büyük sendika var, bunların üçü de 1980 öncesinde önemli hak mücadelelerine imza atmış sendikalar. Ve bugün yoklar.Devlet onları çok hırpaladı, çok budadı ama var olmak zorundalar. Birinci sorumlu işverenin de, ikinci sorumlu devletin de denetçisi ancak işçiler adına sendika olabilir.Soma faciasının ardından çıkacak derslerden birisi, belki de önemlisi sendikalara aittir.

Devamını Oku

Soma’dan Gezi çıkarmak

15 Mayıs 2014

Büyük acılarda insani refleks, o acının etrafında bir duygusal kenetlenmedir. İnsanlar ortak acıyı, gerçekten acı olarak hissettiklerinde dayanışma ihtiyacı duyarlar.Bu acıdan, acının yansımalarından herhangi bir fayda çıkarmak isteyenler de her zaman olur, ama toplum bunlara kulak asmaz, savuşturur.Soma büyük bir acıdır, dünyada her toplumu sarsacak, dayanışma duygusunu yükseltecek, düşündürecek, ortak duygudan ortak düşünce çıkaracak bir acıdır.Dünyadaki en son büyük maden faciasından 44 yıl sonra başımıza bu işin gelmesi bizi çok düşündürecektir. Ülkemizde çalışanların durumunu, çalışanların haklarını, sendikaların durumunu herkes düşünmek zorundadır.Büyük bir acının insanlara yansımasında, duygusal patlamalar da olur, ölçüsüz tepkiler de olur, bunlar her zaman anlayışla karşılanır.Soma şehitleri içinBizde ise yine farklı bir durum oldu, büyük acının etki ve tepkilerini bir siyasi hedefte toplama girişimi anında ortaya çıktı.Soma’dan yeni bir Gezi çıkartmak için harekete geçenlerin peşlerine takılmakta acele edenlere bakılınca siyasi bir zavallılık da görebiliriz, toplumdaki çatışma duygusunun ölçüsüzlüğünü de görebiliriz.Ocaktan çıkan işçi bedenleri hâlâ taşınırken, “Erdoğan artık cumhurbaşkanı olamaz” diyebilmek bu siyasi zavallılığın zirvesidir, bir Alman dergisinin “Erdoğan cehenneme git” diye başlık atması da kör bir nefretin sınırları aşmış hâlidir.Soma’dan Gezi çıkarmayı sağlayacak ölçüde bir körleşmeyi Türk toplumu birkaç kez reddetti. Yine reddedecek, üstelik daha kuvvetli reddedecektir.Soma’dan Gezi çıkmaz, ama Soma’dan çalışanlarla ilgili, işçi hakları, güvence ve güvenlikleriyle ilgili, sendika haklarıyla ilgili kuvvetli bir toplumsal talep çıkabilir, çıkmalıdır.1 Mayıs İşçi Bayramı bir katliamdan doğdu, Soma faciasının gününü de Türkiye’nin işçilerinin, çalışanlarının bayram günü hâline getirmek için mücadele edecek olanlar Soma şehitleri için asıl görevi yapmış olacaklardır.

Devamını Oku

Sözün bittiği yer

15 Mayıs 2014

Bu tarihte böyle bir faciayı yaşamak fazla söze yer bırakmıyor. Bütün ülke, ağlıyoruz; bunca canı kurban veren geriliğimize ağlayalım.Hemen istatistikler çıktı, öğrendik, maden kazalarında dünya ikincisi olduğumuzu. Bu facianın, bilenler için beklenmedik değil, bayağı beklenir olduğunu.Geriliğimize ağlayalım. İngiliz, Fransız, Alman işçilerinin, sendikalarının uzun ve kararlı mücadeleler sonucu maden işçileri için sağladıkları güvenliğin kıyısına bile yaklaşamadığımız için ağlayalım.Birkaç gün birçok teknik açıklama dinleyeceğiz. Bu faciadan bile nema çıkarmaya çalışanların sahnenin önüne çıkma çabalarını izleyeceğiz.Acılı insanlarla birlikte ağlayacağız ve... Unutacağız. Bundan önce nasıl olduysa yine öyle olacak, bir sonraki faciaya kadar unutacağız.Nasıl yaptılarUnutmamak ve bir daha aynı acıyı yaşamamak için ilk yapılması gerekenler bellidir.Madenin sahibi ve yönetim sorumluları hemen tutuklanır, en ağır cezalarla yargılanır.Bu faciaları çoktandır yaşamayanlar, zamanında böyle yaptı.En tepedeki iki sorumlu, ilgili iki bakan, Enerji Bakanı ve Çalışma Bakanı hiç beklemeden istifa ederler.Böyle olayların yaşandığı medeni ülkelerde hep böyle oldu.Bakanlar görevleri süresince ne kadar başarılı olmuş olurlarsa olsunlar bu facianın bir siyasi sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğu taşıyanlar, kendiliklerinden ayrılırlar.Medeni ülkelerde böyle olur, böyle olmaktadır, böyle olacaktır.Bu defa öyle olmasınBizim alışkanlıklarımız onlarınki gibi olmadığı için, faciadan kaderi sorumlu tutar, toplum olarak unutmayı tercih ederiz.Bu defa öyle olmasın da şöyle olsun: Enerji Bakanı ve Çalışma Bakanı, hatta ilgili başka yöneticiler hemen istifa etsin. Bu istifalar anında kabul edilsin.Maden sahibi ve teknik sorumluların yargılanması uzun sürmesin, adalet duygusu yine zedelenmesin.Böyle olursa Çin’den uzaklaşır, medeni dünyaya, insanın en yüce değer olduğu dünyaya biraz daha yaklaşabiliriz.

Devamını Oku

CHP’ye soldan yama

7 Mayıs 2014

Yerel seçimi genel seçim havasına ve Erdoğan için bir referanduma dönüştürme siyaseti muhalefet cephesinin ortak hattıydı.Bu hatta CHP, MHP, Gülen cemaati ve sadece Erdoğan karşıtlığı üzerine tavır alanlar bir araya geldi.CHP’nin, İstanbul ve Ankara’yı AKP’den alması için olabilecek en geniş ittifak oluşturuldu. Bu ittifaka solda olduğu varsayılan kesimler de katıldı.Sağa doğru en geniş hâliyle kurulan bu ittifaktan bir seçim başarısı çıkmayınca, şimdi yine CHP’ye soldan yama aranıyor.Devletin ve üst sınıfın “esas” partisi olan CHP yakın tarihinde her sandık başarısızlığına karşı soldan destek aradı ve her zaman buldu.CHP bu kez soldan yamayı, HDP etrafında, Kürt siyasetiyle birlikte oluşturulmaya çalışılan sol harekette arıyor.Bunun için de HDP’nin önünün kesilmesi, Kürt meselesinin de birinci mesele ve demokratik gelişmenin temel düğümü olarak görülmekten çıkarılması gerekiyor.Ülkenin geleceğini belirleyecek olan temel meseleyi geriye iterek, Kürt siyasetini de “Tayyip Erdoğan taraftarlığı ve karşıtlığı” tıkızlığına çekerek sol bir kez daha “devlet tarafı”na taşınmak isteniyor.CHP biraz nefes alır ama...Kurulan şema şudur: Şu anda Erdoğan sorunu Kürt sorunundan önemlidir ve bu sorunun çözümü için CHP’nin başı çekeceği bir ittifak kurulmalıdır.Amaç sınırlıdır ve ilk aşama da Erdoğan’ın Çankaya’ya “güçsüz” çıkmasıdır.Bunu “sol” bir siyaset olarak kabul ettirebilmek için de Kürt meselesinin geriye atılması, sosyal ve sınıfsal herhangi bir tahlile girilmemesi ve de “devlet” meselesinin hiç karıştırılmaması gerekir.Has ulusalcıların toplumsal tabanındaki zayıflama dolayısıyla devlet ve üst sınıfta baş gösteren “sol yama” ihtiyacının giderilmesi için “eski liberaller” de çaba gösteriyor.Kendisini sol olarak niteleyenlerin bir kez daha devletin ve devlet partisinin hattına girmeleri, daha önce defalarca yaşandığı gibi, ancak bağımsız bir solun güçlenmesini engeller, erteler.Soldan bir yama ise ancak CHP’ye biraz daha nefes alma alanı açar; ama bu, kesinlikle bir partinin “sola açılması” olamaz.

Devamını Oku

Halk adına Meclis soracak

5 Mayıs 2014

17 Aralık’ta ne olduğu konusunda kamuoyu bir karar verdi, kararını da en açık şekilde söyledi. 17 Aralık’ta kuvvetli bir siyasi operasyon yapıldığını, birinci hedefin doğrudan Tayyip Erdoğan olduğunu kabul etti.Operasyonun boşa çıkarılması için Hükümetin yaptığı hamleleri de kamuoyu izledi.Ama aynı kamuoyu, yolsuzluk iddialarının araştırılması, soruşturulması konusunda da sessiz kalmadı.Adına “paralel yapı” denilen kimilerinin “derin devlet” diye telaffuz ettiği, kimilerinin daha güçlü yapılara mal ettiği operasyonun planlayıcılarının bazı “zayıf halkalar” tespit ettikleri, operasyonu bunların üzerine kurdukları da anlaşılıyor.Suç olmasa da etik bakımından tartışılabilecek bazı icraatları “paralel yapı” üç yıl önceden tespit etmiş, dinlemiş, izlemiş, iyi bir paketlemeyle ortaya sunmuş.Sonuçta ortada bir “fezleke” var, buna bütün iddialar konulmuş, hâkim kararıyla yapılmış bütün dinleme kayıtları eklenmiş ve 4 eski bakan suçlanıyor. Ortada böyle iddialar olduğu zaman da halk, vatandaş “araştırılmasın” demez, diyemez.Meclis’ten beklenenHükümetteki partinin, 4 bakanla ilgili olarak fezlekeye dönüşmüş iddiaların Meclis tarafından araştırılması, soruşturulması yönündeki kararı yerinde olmuştur.Yargı üzerinden ortaya çıkan çatışma ve gerilimler devam ederken, araştırmanın Meclis eliyle yapılması kararına karşı çıkmak yerine muhalefetin bu sürecin doğru işlemesine katkıda bulunması gerekir.İddialarla ilgili olarak herkesin şu andaki kanaati farklı olabilir, ama madem ki Meclis “halk adına soruşturacaktır”, bu yolu önyargılı tepkilerle tıkamaya çalışmak değil, soruşturmanın şeffaf bir şekilde yürümesini sağlamaktır Meclis’in görevi.Kamuoyunda haklı olarak çok soru işareti var ve toplum, bütün soruların cevaplarının Meclis’te ortaya çıkmasını bekler.Meclis’in çalışması, eğer 17 Aralık sonrasının havasında giderse ve kamuoyu beklediği cevapları alamazsa ortaya yeni sorular çıkar. Yeni soruların da daha çok kendisine dönük olacağını muhalefet anlamalıdır.

Devamını Oku