Bayraktan sonra

12 Haziran 2014

IŞİD olayı ortaya çıkınca bayrak krizi ve heyecanı geride kaldı. IŞİD de bir gerçek, bayrak olayı gibi.Bayrak olayında heyecan azalınca bazı sorular sorma imkanı da ortaya çıktı. Askeri bir alanda bir kişinin direğe tırmanması, bayrağı rahatlıkla indirip gitmesinin nasıl gerçekleşebildiği birinci soru.Bir diğer soru da birkaç dakikalık bir olayın neredeyse canlı yayın gibi izlenebilmesi, gayet net fotoğraflanıp anında bütün ülkeye aktarılması.İmralı’dan net talimatBunlar askeri bir alanda oluyor, hemen Genelkurmay’dan tepki geliyor, ardından Başbakan, ardından Cumhurbaşkanı sert tepki gösteriyor. Sonra da doğal olarak vatandaşlar tepkilerini gösteriyor.Abdullah Öcalan da başka Kürt siyasetçiler de bayrak indirme olayına tepki gösterince bayrak indirme olayının istismar alanları kısmen kapanmış oldu.Olayın evveliyatında Lice’deki karakol inşasına gösterilen tepkiler vardır, iki gösterici de açılan ateşle öldürülmüştür.İmralı’dan bütün bu gelişmeler üzerine net bir talimat gelmiş, gösteriler durmuştur. Aynı sırada da açık ve meşru bir talep ortaya çıkmıştır. Kandil barış sürecinin ilerleyebilmesi için İmralı ile doğrudan iletişim talep etmektedir. Bu talep çeşitli şekillerde Öcalan tarafından da dile getirilmiştir.İmralı-Kandil iletişim hattıKandil’in açıklamasında, HDP-BDP ile ilgili ağır çekince ve eleştiriler ortaya koyan siyasi iradenin ve de bu cenahta sürekli çatlak bekleyenlerin hoşuna gidecek ifadeler yer almıştır.Madem ki HDP-BDP’nin barış sürecindeki rolü ve icraatlarıyla ilgili kuşkularınız var, madem ki Öcalan’ın yürüdüğü çizgiye güven ifade ediyorsunuz, o zaman İmralı ile Kandil arasında bir doğrudan iletişim hattı açılmasını sağlayın.Talep budur ve şu anda ortaya konulmuş olan iradelere de, sürecin ilerlemesinde zaman kazanmaya uygundur.Bu, HDP-BDP’nin siyasi işlevini azaltan bir durum olmayacaktır, tam tersine siyaset yapma alanında rahatlık sağlayacaktır.Bayrak krizinin içinden barış sürecinde yeni bir aşama ortaya çıkmış oldu. Öcalan bayrak indirmeyi kınayarak, gösterileri durdurarak bu aşamaya zorunlu olarak gelindiğini de göstermiş oldu.Bu önemli bir gelişmedir, ama yine de bayrak olayıyla ilgili soruların cevaplarının da ortaya çıkması gerekmektedir.

Devamını Oku

Çadırları kim yaktırmış?

11 Haziran 2014

Gülen Cemaati’ne, hükümet ve AKP kanadı “paralel yapı” adını taktı ve sürekli olarak bu adı kullanıyor. “Paralel yapı” devletin içinde örgütlenmiş bir oluşumun devlet imkanlarını kullanarak yasa dışı yollarla siyasete müdahale eden bir “örgüt”ün adı oldu.Bu örgütün icraatlarından biri olarak son günlerde gizli dinlemelerin yaygınlığı ortaya çıktı. Polis bir soruşturma uyduruyor, takma bir isimle doğru bir numara için gizli dinleme talep ediyor, savcı tamam diyor, hakim tamam diyor.Savcı soruşturmayı, isimleri, telefon numaralarını araştırmıyor, “yakın” polisten gelen talebe imzayı basıyor, hakim de “yakın” savcının yanına imzayı basınca gizli dinleme yasal hale gelmiş oluyor.Bu yolla dinlenen isimlere bakıldığında, bir çoğu için “dinlense ne olur dinlenmese ne olur” denebilir. Bunların çoğu fikri zikri belli, yaptığı iş belli insanlar ama belli ki dinleyenlerin başka beklentileri var.Son olarak ortaya atılan “iddia” en az gizli dinlemeler kadar vahim bir durumla ilgilidir.Gezi olaylarının bir anlamda çığırından çıkmasının ilk adımı protestocuların çadırlarının yakılması olmuştu. Bu çadırlar yakılınca tepkinin tonu değişmiş ve bunları kimin yaktığı tam anlamıyla kaynamıştı.Şimdi iddia Gezi çadırlarını Gülen Cemaati’ne bağlı emniyet mensuplarının yaktırdığı şeklinde ortaya çıktı.Çadırların yakılması emrini verenin, Cemaat bağlantısı nedeniyle görevinden alınmış bir emniyet müdür yardımcısı olduğunu söyleyenler çadırları yakan polis memurlarıdır.Çadırları kim yaktı? sorusunun cevabı böylece ortaya çıkınca Gezi olaylarıyla başlayan 17 Aralık operasyonuyla devam eden süreci daha açık olarak anlamak mümkün oluyor.Gezi’den 17 Aralık’a kadar uzanan sürecin iyi yönetilip yönetilmediği bir başka konudur. Ama Gezi çadırlarının yakılması olayının bu kadar geç ortaya çıkması da başka zaaflara işaret etmektedir.“Paralel yapı”nın aslında “paralel mi” yoksa “esas yapı” mı olup olmadığı üzerine de biraz daha düşünmek gerekiyor.ÖZÜRÖnceki gün (Salı) teknik bir hata nedeniyle yazarımızın eski köşe yazılarından biri yayımlanmıştır. Okurlarımızdan özür dileriz...

Devamını Oku

Yeter ki öğrensinler

9 Haziran 2014

“Batmış bu ülke” edebiyatının yine tavan yapması üzerine “beyaz Türk ağlamaları”ndan söz etmiştik. Anlatmaya çalıştığımız, “bir kısım” beyaz Türklerin daha önce nasıl bir ülkede yaşadıklarını öğrenmemekteki ısrarlarıydı.Bunun nasıl bir ısrar olduğunu, bir okurumuzun öfkeli tepkisinde bir daha gördük. Demiş ki “geçmişimizi senden mi öğreneceğiz!..”Doğrudur, benden öğrenmelerine gerek yok.Ülkemizin yakın tarihinin bütün gerçeklerini anlatan çok kitap var. İstediklerini okusunlar, öğrensinler. Yeter ki örensinler.Bunca zamandır içinde yaşadıkları topluma inanılmaz uzakta kalmalarının nedeni, hâlâ öğrenmeye karşı direnç göstermeleridir.Neredeyse yüz yıla yakın bir süredir kendilerine verilmiş “müesses nizam” formülleri ve buradan üretilmiş korkularla yaşamaya alışmış bir kesimin, gerçekleri öğrenmeye direnç göstermesi doğal da karşılanabilir...Öfkeden kurtulmak içinKıssadan hissesi güçlü bir fıkra vardır. Bir Hıristiyan, tanıdığı bir Yahudi’yle karşılaştığında durup aniden yüzüne bir tokat atmış. Yahudi şaşkınlıkla “Ne oldu da durup dururken vurdun” diye sorunca Hıristiyan sert bir şekilde “İsa’yı siz öldürmüşsünüz” diye cevap vermiş. Yahudi daha da büyük bir şaşkınlık içinde “Yahu 2 bin sene önceydi o” dediğinde Hıristiyan’ın cevabı şu olmuş: “Olsun. Ben yeni duydum!..”Bu fıkradan çok şey türetilebilir, ama hepsinden önce, iki bin yıl geçse bile gerçekleri öğrenmek gerektiği fikrini türetmek gerekiyor.Gerçekleri bilsinler, bugünkü “beyaz Türk” öfkelerinden biraz olsun sıyrılabilsinler.Öğrenmekten korkmamalıÖzgürlükleri kısıtlı yaşamaya alıştırılmış topluma sürekli korkular dayatılarak, “özgürlüklerden düşmanlar faydalanır” anlayışının kökleşmesinde, doğrusu “müesses nizam”ın asker ve sivil bekçileri başarılı oldu.Hem “dört tarafımız düşmanla çevrili” olmak hem de “içimizdeki düşmanların tehdidi altında yaşamak” gerçekten ağır bir durum.Gözleri bir kere kapatılmış olup hâlâ kapalı hâlde ve korkular içinde kıvranarak yaşamak kolay değil.Gözlerin açılması için önce kendilerine ezberletilmiş her şeyden kuşku duyacaklar, bunun için de korkmadan gerçekleri öğrenecekler.Ondan sonra dünyaya da, ülkelerine de, insanlara da, kendi insanlarına da farklı gözle bakabilirler. Yeter ki öğrensinler.

Devamını Oku

İmralı’sız da olmaz HDP’siz de olmaz

8 Haziran 2014

Barış sürecinin başından beri, Hükümet-devlet tarafında zaman zaman, süreci “tek merkezden yürütme” fikri ortaya çıktı.Bu fikrin ağır bastığı dönemlerde Abdullah Öcalan’ın “muhataplığı” tartışıldı, BDP’nin daha çok devrede olması beklendi.Her seferinde, sürecin bir ayağında aksama, tekleme olduğunda süreç de tekledi, zaman kayıpları, odaklanma sıkıntıları yaşandı.Barış sürecini Hükümet-devlet tarafının tek taraflı hamlelerle yürütmesinin zorluğu da her seferinde ortaya çıktı.HDP-BDP bu aralar yine “kötü çocuk” olmakla suçlanıyor, sürece bağlılığı, kararlılığı sorgulanıyor.Benzer şekilde Abdullah Öcalan’ın otoritesi de sorgulanmış, böyle bir boşluğun olmadığı ise anında kanıtlanmıştı.HDP-BDP, barış süreci konusunda Öcalan’la temel bir fikir ayrılığına düşmüş olsaydı, bugünkü aşamaya gelinmemiş olurdu.Bu aşamada “eve dönüş” kısmı tartışılıyor, buradaki gündemin bu olduğu açıkça Hükümet tarafından da ifade ediliyor.“Eve dönüş”, içerde veya dışarda halen PKK örgütlenmesi içinde bulunanların bu yapıdan ayrılarak normal hayata ve yasal siyasete dönmeleridir.Bunun hukuki ve manevi dayanaklarını sağlayacak olan Hükümettir, ama hayata geçmesini sağlayacak olan HDP-BDP’dir.Öcalan’ın çok önce gündeme getirdiği “hukuki dayanak” konusunda ilerleme sağlayacak olan Hükümettir, bunun gereğinin yapılmasını sağlayacak olan HDP-BDP’dir.Geçen Nevruz’da Öcalan tarafından ortaya konulmuş yol haritasına HDP-BDP tarafından taş konulduğunu söylemek hem haksızlıktır hem de sürecin gerektirdiği güven duygusunu zedelemek anlamına gelir.Öcalan’ın “lider” durumu ve “birinci muhatap” konumunun tartışması da çoktan bitti. Öcalan, Kürtler adına koyduğu yol haritasına uyuyor, buna zarar verecek çatışmaların dışında kalınmasına da özen gösteriyor.İmralı olmadan barış sürecinin yürümesinin mümkün olmadığı çoktan görüldü, ama HDP-BDP’siz ilerleme sağlamayı akıllarından geçirenler de bu yeni oluşumun neyi temsil ettiğini iyi düşünsünler.Barış süreci İmralı’sız olamazdı, HDP-BDP’siz de olamaz.

Devamını Oku

Süreçten vazgeçenler

6 Haziran 2014

Türkiye’deki barış sürecinin, bütün benzerlerinden çok net bir farkı var, şeffaflığı, her şeyin herkesin gözü önünde cereyan etmesi.Bu şeffaflık, açıklık dolayısıyla da çok fazla laf üretilmesi, bizim en büyük zaaflarımızdan biri oldu. Genel siyaset yapma alışkanlıklarımızı barış sürecine de aktardık ve sık sık “şüyuu vukuundan beter” durumlarla karşılaşıyoruz.Barış sürecine karşı olanlar vardır ve bunların çoğu açık tavır almakta, sürece katkıda bulunacak diyalogları engelleme, her olayı abartarak “işte süreç bitti” naraları atmaktadır.Sürecin askıda kalmasıBir başka kesim daha vardır ki, mantıkları ve vicdanları barış sürecinin başarılı olmasını söylerken, bu sürecin siyasi, tarihi getirisinin Tayyip Erdoğan’a yazılması kaygısıyla kıvranmaktadır.Buradan yeni türetmeler gelmeye devam etmektedir. Bunlardan biri “Erdoğan’ı desteklemek için barış sürecini ve Kürt meselesini kullanmak, arkasına saklanmak” eleştirisiyle geldi.Bunlara göre, acil mesele barış süreci değildir, Erdoğan’dan, tam kelimesiyle “kurtulmak”tır ve barış sürecinin askıda kalması veya sekteye uğraması önemli değildir.Bu, barış sürecinden vazgeçmek için Erdoğan öfkesini kullanarak ikna çabasından başka bir şey değildir.Aynı vazgeçme hattına “Ey Kürtler Erdoğan sizi kandırıyor, oyalıyor, biz süreci böyle sürdürürseniz sadece onun ekmeğine yağ sürmüş olursunuz” çağrısı da eklendi.Ve son olarak, “Madem ki özgürlükçü bir hareketsiniz, Erdoğan ile aynı siyasi hatta hareket etmek bir yana, barış sürecinde onunla işbirliği bile yapamazsınız” baskısı ortaya çıktı.Yüz yıllık bir savaşAbdullah Öcalan’a akıl verme kuyruğuna girenler, çok şeyi unutuyor unutmuş gibi yapıyor. Neredeyse yüz yıllık bir savaş vardır, bu savaşın son ayağındaki 35 yıllık bir isyanı yöneten Öcalan bir siyasi hat çizmiştir ve bunu uygulamaktadır.Öcalan’a “Erdoğan ile aynı siyasi hatta durma” diye akıl verenler bütün yüz yılı, son 35 yılı unutarak, kendilerinin bu süreçten vazgeçmelerinin gerekçelerini süslüyor, Öcalan’a da aynı şeyi yapmasını “rica ediyor”lar.Barış sürecinden vazgeçenlerin ortak noktaları yine ve sadece Tayyip Erdoğan’dır, bu yüzden de “Cemaat-CHP-MHP ittifakının içinde ve yanında olmayız” açıklamasında “yıkılmışlar”dır.Barış süreci ilerliyor, Öcalan da onun hattındaki bütün Kürtler de bu sürecin içinde ve yanında sağlam durmaya devam ediyorlar. Barış sürecini gündelik itiş kakışlara da feda etmeyecekler, Erdoğan fobisiyle yatıp kalkanlara da kulak asmayacaklar. Süreçten vazgeçmiş değiller ve zihinleri, kendilerine akıl öğretmeye çalışanlardan çok açık.

Devamını Oku

Dağdaki çocuklar

5 Haziran 2014

Savaş kesin olarak sona ermeden önce o havayı yaşamak isteyen çocuklar, tabii ki ağabeylerin teşvikiyle dağa gittiler. Kaç çocuk gitti, kaç tanesi nerede, tam bilinmiyor. Ama gördük ki, savaşın son demlerine yetişmek isteyen çocuklar var.Bu olaydan savaşın bitmeyeceği sonucunu çıkarmakta fazla hevesliler ortaya çıktı. Onlara göre PKK çocukları dağa götürüyorsa, bu bir hazırlık anlamına geliyordu.Ama savaşın bittiğini kadınlar ilan ettiler. Sokağa çıktılar, dünyaya çocuklarını geri istediklerini haykırdılar, onları geriletmek isteyenlere de kulak asmadılar.Öcalan’ın ilanıDağdaki çocuklar olayının, barış sürecinde herhangi bir kesinti yaratmayacağı da bu vesileyle tekrarlandı. İtiş kakış halinde yürüyen bu tartışmada siyasi Hükümet ile Kürt siyaseti birbirlerini suçladılar, “çocukları getirmek senin görevin, hayır senin görevin” diye bağrıştılar, ama o noktada durdular.Bu tartışmanın arasında Abdullah Öcalan’ın kesajyarı biraz geride kalmış gibi olsa da, Öcalan sürecin yeni bir aşamaya, heyetler arasında müzakere aşamasına geldiğini bu arada ilan etti.Bu açıklama, silahların tekrar ortaya çıkması ihtimalinin kalmadığını, bu kelimelerle olmasa da teyit eden bir açıklamadır.Heyetlerin müzakere edeceği konular da bellidir. Biri silahların nereye nasıl verileceğidir, ikincisi de ülke dışındakilerin geriye dönüş ve normal hayata katılma süreçlerinin hazırlanmasıdır.İsyanın son noktasıTürkiye’deki silahların teslim edilmesi, gömülü oldukları yerlerin yetkililere bildirilmesi ve oradan alınması nispeten daha kolaydır. Ama Kuzey Irak’taki silahların Barzani yönetimine teslimi daha karmaşıktır ve Kuzey Irak’taki siyasi dengelerle bağlantılıdır. Bu meselede Kuzey Irak’taki PKK liderlerinin güvenliği meselesi de vardır.Daha önce dağda ve sınır dışında bulunanların evlerine dönüşü konusunu Hükümetin, daha önceki tecrübeler ışığında yürütme imkanları vardır, bunun manevi altyapısı da hazırdır.Sonra ne olacak? Sonra ne olacağını Abdullah Öcalan söylüyor, “size bedenen yakın olmak” diyor. Sonraki aşama budur ve bu Kürtlerin 35 yıllık son isyanının son noktası ve tümüyle demokratik siyasete geçişin ilk noktasıdır.

Devamını Oku

Çatı çatılamıyor

4 Haziran 2014

CHP ve MHP’nin, Saadet Partisi’nin de destekleyebileceği bir “çatı adayı” arayışının mecburen sona erdiğinin işaretlerini görebiliyoruz.“Çatı adayı”, her kesimden, hatta AKP seçmeninden bile oy alarak Erdoğan’ın karşısında güçlü bir rakip olması için çok düşünüldü, ama hiç bir isim öne çıkamadı.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün CHP ve MHP tarafından ortak aday ilan edilmesi fikri devam etse de, Gül’ün bu fikre sıcak bakmayacağının anlaşılması da başka bir umutsuzluk dalgası yarattı.Yeni fikir şu: Herkes, bütün muhalefet partileri kendi seçmeninin tümünü sandığa getirecek en kuvvetli adaylarını çıkartsın, böylece Tayyip Erdoğan’ın birinci turda yüzde 50’nin üzerinde oy alarak seçilmemesi sağlansın. İkinci tura kalan adaya da bütün muhalefet aynı kuvvetle destek versin, en azından başa baş bir ikinci tur ihtimali yaratılsın.Aslında olması gerekenYeni fikir gibi ortaya atılan bu öneri, aslında doğal olarak olması gereken demokratik bir yarışın ta kendisidir. Devlet başkanını halkın seçtiği ülkelerde sistem böyle çalışır, çoğu zaman da başkan küçük oy farklarıyla seçilir.Tabii o ülkelerde seçim bittikten sonra kimse seçilenin meşruiyetini tartışmaz, kimse “o benim başkanım değil” diye ortaya çıkmaz, seçimin sonucunu herkes saygıyla karşılar ve sistem çalışır.Son kamuoyu araştırmalarının tümünde seçmenin oy vereceğini söylediği iki ismin birincisi Tayyip Erdoğan, ikincisi Abdullah Gül çıkıyor. Bu araştırmalarda ikisinin toplamı yüzde 50’yi aşıyor. İki seçenekli araştırmalarda ise yüzde 53-54 oranında öne çıkan isim de Tayyip Erdoğan’dır.AKP’nin oyu yine arttıTekrarlanan belediye seçimlerinden bir sonuç çıkarmak gerekirse, AKP’nin oylarında artış olduğunu da hatırlamak gerekiyor. Yalova’da bütün partilerin CHP’yi desteklemesine rağmen AKP’nin oyu yine artış göstermiş, CHP ise MHP’nin tam desteğiyle çok küçük bir farkla birinci çıkmıştır.Yalova örneği yine cumhurbaşkanı seçiminde “çatı adayı” formülünün tutabileceği iyimserliğini yaratmış olsa da toplam rakamlar bu iyimserliği destekler nitelikte değildir.Çatı çatılamayınca muhalefette tek hedef Erdoğan’ı birinci turda seçtirtmemek olarak kalıyor ki, bunun için de çok kuvvetli bir siyasi seferberlik gerekiyor. Bunun için gereken maneviyat olsaydı zaten şu andaki hava çok farklı olurdu.

Devamını Oku

Gül’ün dönüşü

2 Haziran 2014

Cumhurbaşkanı seçimi yaklaştıkça AKP’de, Erdoğan sonrasına ilişkin tedirginliğin ortaya çıkması kaçınılmazdı, öyle de oldu.Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili bir sorunun AKP’de olduğu gibi, genel kamuoyunda da kalmadığı görünüyor.Bu aşamada Erdoğan’ın, “Ben vazgeçtim Abdullah Gül ile devam edelim” demesini bekleyen herhalde kalmamıştır.Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkarken, başbakan olarak istifasını vereceği gibi AKP genel başkanlığından da ayrılmış olacaktır.Vekil başbakan olacakHükümette bir başbakan yardımcısı, AKP’de bir genel başkan yardımcısı vekil olarak görev yapacaktır.Erdoğan yemin ettikten sonra vekil başbakan hükümetin istifasını verecek, Erdoğan da yeni bir başbakanı yeni hükümeti kurmakla görevlendirecektir. AKP’nin yetkili kurulları da toplanıp, yeni genel başkanın seçileceği genel kurul için karar alacaktır.Bir yanda genel seçime kadar görev yapması öngörülen hükümet oluşturulurken, diğer yanda Erdoğan’dan sonra partiyi yönetecek ve genel seçim sonrasında başbakan olacak yeni lider seçilecektir.Yüksek etki ve yetki haliBu her siyasi parti için, hele iktidar partisi için büyük bir değişimdir ve bazı çalkantılar yaratması kaçınılmazdır. AKP’nin iç disiplini kuvvetli bir siyasi parti olması da bu çalkantıları yok etmez, çünkü çıta çok yüksektedir.Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduktan sonra, hükümet ve parti ile kuracağı ilişki tarzı, yetkilerini kullanma tarzı, bazı sonu işaretleri taşısa da bugüne kadarki bütün Çankaya sakinlerinden farklı olacağı da kesindir.Genel seçime kadar “geçici” bir hükümet görevde olsa da hem iç hem dış politika açısından genel bir frene basma halinin olması da beklenemez, dolayısıyla bu dönemde ana politikalarda Erdoğan’ın en yüksek etki ve yetki hali kaçınılmazdır.Mesele AKP kongresindeAncak genel seçimlere bir yıldan az bir süre kala AKP’yi bu seçimde de galip çıkarma ve “2023 hedefi”ne götürme açısından bakıldığında mesele AKP kongresinde düğümlenmektedir.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün adının tekrar ve oldukça kuvvetli bir şekilde ortaya çıkmasına bu açıdan bakmak gerekiyor.Gül, bütün devlet direncine rağmen seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak 7 yıl içinde hem görevinin gereklerini yerine getirmiş hem de partisinin edindiği misyonlardan kopmamıştır.Zaten siyasetin içinde olduğu için bir “dönüş”ten söz etmek yerine, Gül’ün yeni dönemde yine en tepedeki “iki”den biri olarak devam etmesi üzerinde durmak gerekiyor.

Devamını Oku