Seçim ertesindeki masa

15 Mayıs 2015

Kısa süre önce barış süreciyle ilgili iyimser beklenti, seçim öncesinde önemli gelişmeler olacağı şeklindeydi. “Önemli gelişme” de PKK-KCK’nın kongre toplayıp, “Türkiye ile silahlı mücadelenin sonlandırıldığını” açıklaması olacaktı.Kongre için önce 15 Nisan tarihi ortada dolaşırken, kongre çalışmalarının durdurulduğu ve süresiz erteleme kararı alındığı açıklandı.Şu andaki durum, süreci yürütecek olan tarafların bütün hamleleri seçim ertesine bıraktığı noktasında görünüyor.Seçim sonrası hamleleri ise kuşkusuz 7 Haziran günü sandıktan çıkanlar büyük ölçüde belirleyecek.HDP, Hükümet ile, İmralı ve Kandil arasındaki hattı da tutarak masanın bir tarafına oturmuş bulunmaktadır. Masada hareket olmasını sağlayacak olan, izleme heyeti konusundaki kararın Hükümet tarafından hayata geçirilmemesi sürecin fiilen ertelenmesi anlamına gelmektedir.7 Haziran’da HDP’nin yüzde 10 barajı aşması ve Meclis’e kuvvetli bir grupla gelmesi durumunda barış süreci masasındaki ağırlığı da buna göre, hatta aldığı oy oranına göre yeniden şekillenecektir.Eğer HDP yüzde 10 barajı aşamaz ve bunun tepkileri sokağa dökülür, Kürt siyaseti yeni bir belirsizlik ortamına girerse bunun sürece olumsuz etkisi olacağı da ortadadır.HDP’nin Meclis dışında kalması, Abdullah Öcalan’ın “Türkiye partisi” ve “demokratik siyaset” projeleri açısından da başarısızlık sayılacağı için, bunun yansımasının sokağa dökülmesi halinde de şimdiden öngörülemeyecek birçok gelişme de ihtimal dahiline girer.Bu durumda kalan masada esas olarak Hükümet bulunacaktır, masanın karşı tarafında ise başarısız bir siyasi hareketin olması masayı büyük ölçüde “tek taraflı” hale getirebilecektir.HDP yüzde 10 barajı aşıp Meclis’e 60’ın üzerinde milletvekiliyle gelmesi halinde sorumluluğunun daha da artacağının bilincinde olduğunun işaretlerini zaman zaman veriyor. Ama zaman zaman da vasat bir Ak Parti karşıtlığı çizgisinde tavırlara takılarak, diğer muhalefet partilerinin hattına giriyor.Seçim ertesinde yine bir masa olacak ve bu masanın nasıl bir masa olacağını da 7 Haziran akşamındaki HDP gösterecek.

Devamını Oku

12 Eylül’ün basını

14 Mayıs 2015

Aradan otuz beş yıl geçti. 12 Eylül’de ne olduğunu Evren’in ölümü dolayısıyla hatırlamaya çalışıyoruz.Hatırlamaya çalışırken bir de 12 Eylül basınını hatırlatalım. Bugün hala yoğun şekilde basın tartışırken 12 Eylül basını tartışanların çoğunun hafızasında çok uzak bir nokta olarak duruyor.Önce genel durumu söyleyelim. 12 Eylül darbesinin ardından üç büyük gazete Hürriyet, Tercüman ve Günaydın darbeyi desteklemişti. Bu üç gazete de darbeye “rağmen” gazetecilik yapma çabası içinde olmadılar, desteklerini hep sürdürdüler.Bu destek Evren’e “O yayınlara nasıl izin veriyorsunuz” demeye kadar giden, meslektaşlarını sıkıyönetime ihbar etmeye kadar giden bir destekti.Darbenin ilk dalgasının ardından Milliyet gazetesi olabildiği kadar “mesafeli” durdu, Cumhuriyet de olabildiği kadar “muhalif” durdu. Cumhuriyet defalarca kapatıldı, son kapatılmayla batmanın eşiğine geldi.Gazetelerde gün sıkıyönetimden gelen ilk telefonlarla başlardı. Arayanlar önce albay düzeyindeydi, sonra yarbay, binbaşı derken astsubaylar da aramaya başladı.Talimatlar belliydi: Şu haber kullanılmayacak... Filanca haberi verirseniz şu unsuru yayınlamayacaksınız... Falanca haberde isim yer almayacak... Uzatın uzatabildiğiniz kadar.Telefon hangi yazı işleri çalışanına denk geldiyse, o talimatı dikkatle not ediyor, önce arkadaşlarına aktarıyor, sonra bir duvara yapıştırıyordu. Bir süre sonra o duvar notlarla tümüyle kaplandı. Kimse de hükmü geçmiş talimatları bile atmıyordu, “neme lazım” diye.Her haber her yazı defalarca okunuyordu, en önemli köşe yazarları bile bu kontrol sisteminden bağışık değildi.Tek muhalif görünen, bilinen Cumhuriyet dışında diğer gazeteler de çeşitli kez kapatıldılar. Askeri yönetim kendisini destekleyen basına bile güvenmiyordu.Akşamları ilk taşra baskıları yapıldığı sırada bir jip gazete merkezlerini dolaşır ilk baskılardan birkaç nüsha alır giderdi. İstanbul dışında yerel sıkıyönetim yetkilileri arasında durumdan vazife çıkaran, dağıtım kamyonlarını durdurup gazeteleri kontrol edip beğenmediklerini toplayanlar olurdu.Gazeteciler hakkında istenen hapis cezalarını, gözaltıları tahmin etmek zor değil. İstenen hapis cezalarının toplamı 3.000 yılı aşmıştı ve bunların yüzde onu da şahsıma aitti.12 Eylül basınını hatırlatmak gereği duyduk, çünkü basına “baskı”nın ne olduğunu bu konuda konuşanların bilmesi gerekiyor. Bugün 12 Eylül destekçisi olmaya devam eden gazeteci kimlikli insanları teşhis etmek için de bu bilgiler ve daha çoğu da elzemdir.

Devamını Oku

Seçim güvenliği

13 Mayıs 2015

Bu kez seçim güvenliğiyle ilgili kuşku belirten sadece muhalefet tarafı değil, iktidar tarafı da seçim günüyle ilgili bazı kuşkular taşıyor.Seçim güvenliği deyince üç ayrı durumdan söz ediyoruz. Birincisi seçimden önce, kampanya sırasında kimsenin haksızlığa, baskıya uğramaması, herhangi bir şiddete maruz kalmamasıdır.İkincisi seçim günü oy verme işleminin herkes için güvenli ve sağlıklı olmasıdır, kimseye müdahale edilmemesi, herkesi oyunu güvenli şekilde kullanmasıdır. Üçüncüsü de oy sayımı sırasında hiç bir dış müdahale olmaması, sayımın sağlıklı yapılmasıdır.Seçim kampanyası başladığından bu yana HDP’liler birkaç kez saldırıya uğradılar, bunun dışında önemli bir olay olmadı. Bundan sonra olmaması da herkesin temennisidir.İktidar partisinin ise seçim güvenliğiyle ilgili iki kuşkusu bulunuyor. Bunlardan biri, Güneydoğu’da silahlı kişilerin, PKK’lıların halka, seçmene oylarıyla ilgili baskı yaptığı yolunda. Bu kaygıyla ilgili olarak gösterilen tek örnek aslında Ağrı olayıdır.Ak Parti’nin gündeme getirdiği ikinci konu da, Gülen cemaati mensuplarının sandıklarda değişik partiler adına kendilerini görevli yazdıracakları ve oy kullanma ve sayım işlemleri sırasında çeşitli olaylar yaratarak “şaibe” tartışmaları yaratmak isteyecekleri yolundadır.Ak Parti bu konudaki kuşku ve kaygısını bildirirken, HDP de oy kullanma sırasında güvenlik güçlerinden gelebilecek sorunları şimdiden dile getirmektedir.Tabii ki bütün bunları öngörmek ve tedbirlerini almakla yükümlü kurum Yüksek Seçim Kurulu’dur ve bu kurulun çalışması bugüne kadar ki seçimlerde ciddi bir şaibeye yol açılmamasını sağlamıştır. Muhalefetin alıştığı afaki iddialarla şaibe yaratma girişimleri de her zaman YSK’dan cevabını bulmuştur.Bu seçimin de özel hassasiyetleri vardır. HDP’nin barajın sınırında bulunması ve her iki ihtimalde de siyasi sonuçlar büyük önem kazanacağı için herhalde YSK da bu konuda özel bir hassasiyet gösterecek ve herhangi bir şaibeye yol açmayacaktır.Ak Parti’nin Gülen cemaatiyle ilgili kuşkusu da yabana atılmaması gereken bir konudur. Burada da herhangi bir sorun yaşanmaması yine YSK’nın sorumluluğundadır.

Devamını Oku

Evren sevgisi

11 Mayıs 2015

Bazıları hiç olmazsa dürüstçe ortaya çıktılar, Kenan Evren’e olan sevgilerini ve 12 Eylül darbesine olan desteklerini açıkça bildirdiler.Bazıları ise 34 yıl sonra hala karınlarından konuşuyorlar, sağına soluna bol miktarda “ama” yerleştirerek “şartlar” diyorlar, “mecburiyet” diyorlar.Evren severlerin ve 12 Eylül destekçilerinin var olmalarında şaşılacak bir şey yok. Bu ülkede siyaset yapmak o kadar horlandı ve aşağılandı ki, insanların derin ya da derin olmayan bir yerlerinde “asker gel ülkeyi kurtar” duygusu canlı tutuldu.Bütün askeri darbelerin ülkeye büyük kötülük olduğunu söyletmemek için hep 27 Mayıs 1960 ve ondan sonra gelen özgürlükçü anayasa ortaya sürüldü.Kafaların karışması, “iyi darbe-kötü darbe” tartışmalarının yapılması sağlandı ve 12 Eylül öncesi operasyonlarla bu duygu iyice kuvvetlendirildi.Şimdi “irtica” tehlikesi gündemde değil, yaratılmak ve güçlendirilmek istenen duygu “ülke adım adım bölünmeye götürülüyor” duygusudur.Hazırlanmak istenen ortam, geniş bir kitlenin 1980’deki gibi “yeter artık” demesi ve buna “Bu Kürtler de istedikleri her şeyi elde etmelerine rağmen çok oluyorlar” dedirtmektir.Evren sevenler, 12 Eylül’ün “mecburen” yapıldığına inandırılmışlar “siviller yine çuvalladı görev askere düşecek” mırıldanmalarına çoktan başlamışlardır.Ellerindeki en kuvvetli kozlardan biri de darbe davalarının çökertilmiş olması ve art arda verilen beraat kararlarıdır.Evren severler ve 12 Eylül’ün açık veya gizli destekçileri darbe davalarından çıkan beraat kararlarını büyük zaferler olarak sunarken sürekli olarak bütün darbe girişimi iddialarının komplo olduğuna halkı inandırmak için yoğun faaliyet içindedirler.28 Şubat’ta da hiçbir şey olmamıştır, 12 Eylül mecburen olmuştur ve haklıdır ve ülkeyi kurtarmıştır, diye devam edildiği zaman ulaşılması amaçlanan nokta da iyice bariz hale gelmektedir.Evren’in ölüm haberinin ardından “halkın seçtiği cumhurbaşkanı” diyenler de oldu. Evet halk Evren’in cumhurbaşkanlığını anayasa ile birlikte onaylamıştı. Karşı görüş bildirmenin yasak olduğu, karşı görüş bildirenlerin tutuklandığı bir kampanya ile, şeffaf zarfların içine evet veya hayır yazılı pusulaların bükülmeden koyulduğu bir seçimle seçilmişti Kenan Evren.

Devamını Oku

Demokrasi görevi

10 Mayıs 2015

Ölenin arkasından kötü konuşulmaz, diye bir adetten söz edilir. Kenan Evren’in arkasından “kötü konuşmaya” hiç gerek yok.Yirminci yüzyılın en kanlı askeri darbelerinden birinin başındaydı. Üç yıl önce yapılmış darbe planını, üç yıl sonra uygulamaya koyarken “mecburen yaptık” demişti.Tutuklamalar, işkenceler, cinayetler hep “mecburen”di. Darbe ortamı hazırlamak da “mecburen”di. Darbe ortamı hazırlamak için insanları birbirine kırdırmak da “mecburen”di. Darbe ortamı hazırlamak için ülkeyi iç savaşa sokmak da “mecburen”di.Kenan Evren hayatını kaybettiğinde “ağırlaştırılmış müebbet hapis” hükümlüsüydü. Evren hüküm giyerken de aynı sorular soruldu. Türkiye’de darbe dönemi bitti mi? Post modern, aşırı modern, ince veya aşırı ince darbeler artık olmayacak mı?Bu soruların cevabını demokrasi ruhu ve bilincine sahip herkesin aynı açık yüreklilikle vermesi gerekiyor.Bugün o cevabı vermek için bir fırsattır. Çok önemli bir fırsattır. Evren’in cenazesine katılmamak o sorunun sembolik ama kuvvetli bir cevabıdır.Halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı Erdoğan, darbeyle cumhurbaşkanı olan Evren’in cenazesine katılmayarak o sorunun cevabını vermelidir.Cumhurbaşkanı olması Evren ruhunun devamı olan bir muhtırayla engellenmek istenen Abdullah Gül o cenazeye katılmayarak demokrasiye sahip çıkma kararlılığını göstermelidir.Evren tarafından hapse atılmış, siyaset yapması yasaklanmış Süleyman Demirel cenazeye katılmayarak malum anlayışı mahkum ettiğini göstermelidir.Ahmet Necdet Sezer, bulunduğu o makamın birinci görevinin demokrasiyi savunmak olduğunu göstermelidir.Bilumum siyasiler, Evren ile çalışmış siyasiler dahil, Evren ile mecburen aynı sofrada oturmuş, konuşmuş olanlar dahil Evren’in temsil ettiği ruhun da artık var olmadığını göstermek için cenazeye gitmemek durumundadırlar.Evren yalnız başına, ailesi ve o günlerden kalma “silah arkadaşlarıyla” ama gerçek bir yalnızlıkla toprağa verildiği zaman demokrasi görevine sahip herkes sorumluluğunu yerine getirmiş olacaktır.

Devamını Oku

‘Aksaklıklar’ ve futbol maçı

9 Mayıs 2015

1915’teki Ermeni tehcirinin soykırıma dönüşmesine karşı geliştirilmiş savunmaların en şuursuzu ve ayıplısı “onlar daha çok öldürdü” olarak ortaya çıkmıştı.Tehcir ve sonuçlarını Türk halkından gizlemek için çok çaba harcandı, Atatürk’e bile sansür uygulandı.Bunların artık aşılması gerekirken ve vicdani muhasebeyi tamamlamak kaçınılmaz hale gelmişken, anlamsız noktalara takılarak “zaman kazanma” gayretleri eksik olmuyor.Son olarak bir “kusur” olarak, tehcir sırasında bazı “aksaklıklar”ın meydana geldiği lafı ortaya çıktı.Bir buçuk milyon insanının evlerinden barklarından ayırtılıp, taşıyabilecek neleri varsa, hasta, yaşlı, çocuk hep birlikte yollara dökülmesinin yol açtığı büyük felaketi “aksaklıklar”la açıklamak aslında “kabul”ün bir adım gerisinden başka bir şey değildir.“Bu bir tehcir, siyasi durumla ve güvenlikle ilgili bir uygulama” diye savunma yapmaya çalışanlara da bir öneride bulunalım.“Bu sadece bir tehcir” diyenler bütün ailelerini, annelerini, babalarını, eşlerini çocuklarını alsınlar, yanlarına değerli eşyalarını ve taşıyabilecekleri kadar ekmek ve su alsınlar, dağlık bayırlık bir alana gidip hep birlikte yürümeye başlasınlar. Dedeler nineler de yürüyecek, küçük çocuklar kucakta taşınacak. Dağda bayırda böyle yürüyecekler. Yaşlılar artık yürüyemez hale geldiğinde, çocuklar bitkin düştüğünde baksınlar kaç dakika yürümüş olduklarına. Baksınlar kaç metre ilerlemiş olduklarına ve sonra “bu alt tarafı bir tehcir” desinler.Kendilerine eşlik eden güvenlik güçlerinin öncelikle bütün değerli eşyalarını aldıklarını sadece akıllarından geçirsinler ve yine “abartmayalım bu bir tehcir” desinler.Ermeni tehciri veya soykırımı konusu bir siyasi mesele, diplomatik bir bilek güreşi meselesi değildir. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi savunmalarını, Atatürk’ü bile sansür edecek bir anlayışla kurmuş olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle söyleyelim, “Erivan’ın elini zaten çoktandır çok güçlü hale” getirmiştir.Erdoğan geçen yıl 24 Nisan mesajında “büyük felaketi” bütün açıklığıyla söylemiş ve Türkiye resmen ve açık bir “üzüntü” ifade etmişti.Bu mesaj öncesinde, dönemin Cumhurbaşkanı Gül’ün Erivan’da futbol maçına gitmesi de yine Erdoğan’ın ifade şekliyle “Türkiye’nin elini çok ama çok güçlendirmişti.”Güçlenen el, tehciri savunmaya umutsuzca çabalayan el değildir, güçlenen el yüz yıllık bir felaketi anlamış bir vicdanın ve yüz yıllık bir felaketten bugünkü Türk toplumunun sorumlu tutulamayacağını anlatan eldir. Abdullah Gül’ün Erivan’da futbol maçı izlerken gösterdiği el de bu eldir.

Devamını Oku

Seçmenin tercih gerekçeleri

7 Mayıs 2015

Seçim araştırmalarının en çok baktığımız, dikkat ettiğimiz kısmı partilerin muhtemel oy oranları. Bu araştırmaların birçoğunun başka kısımları da var ve bunlar dikkatli okunduğu zaman seçmenin tercihini yaparken ana gerekçelerini de gösteriyor.Futbol taraftarı kararlılığının, kolumu kessen filanca renk akar güdüsünün giderek daha az geçerli olduğunu tespit etmek zor değil.Yıllar içinde en sağlam seçmeni olduğu düşünülen CHP ve MHP’nin de yakın dönemlerdeki seçimlerde yüzde 10’un altına indikleri hatırlanırsa en kararlı seçmen oranları da ortaya çıkar.Cumhuriyet kadar eski olan CHP’nin ve başka isimlerle CHP’yi temsil eden partilerin oyları 1960 sonrasında birkaç kez yüzde 30’u aşmıştır. En düşük oyu da 1999’da Deniz Baykal ile yüzde 10’un altına düşüp Meclis dışı kaldığında almıştır.Seçmen parti tercihi yaparken, öncelikle “yönetebilir-yönetemez” ayırımı yapmaktadır. “Yönetebilir”in içinde de hep ekonomi konuları öne çıkmaktadır.“Yönetebilir”in ikinci maddesi de “istikrar”dır. Seçmenin Anavatan Partisi’ni ve Doğru Yol Partisi’ni nasıl bir süratle tarihe gömdüğünü hatırlıyoruz.7 Haziran’da da oy tercihlerinde ana etkenlerin farklı olması için ortada herhangi bir neden yok. Oy hedefini yüzde 35 olarak ilan eden CHP zaten Türkiye’yi yönetmeye aday bile değildir.MHP şu andaki gücünü ve oy desteğini korumaya yönelik bir profil çizmekte, bir koalisyon ihtimali doğarsa sahneye çıkma hazırlığı yapmaktadır.HDP ise “fiili ana muhalefet” partisi olma hedefiyle, ana tabanının dışındaki kesimlerin karşısına çıkmıştır. HDP’nin seçmen tabanının da yüzde 7 olduğu bilinmektedir.Ekonomik gerekçeleri ön plana alan seçmenin Ak Parti’ye yönelmesi en doğal durum olmaktadır. Ekonomik istikrar ile siyasi istikrar bir araya geldiği zaman da Ak Parti’nin taban seçmeninin oranı yüzde 40 olmaktadır.Geçen iki seçimde olduğu gibi 7 Haziran’da da Tayyip Erdoğan isminin önemli bir ağırlık olacağını bütün kamuoyu araştırmaları da az vurgulu olsa da söylüyorlar. Bir kısım seçmen için Tayyip Erdoğan sevgisi Ak Parti’ye oy vermek için önemli bir gerekçedir. Bir kısım seçmen için de Tayyip Erdoğan karşıtlığıyla HDP’ye oy vermek ciddi eğilim haline gelmiştir.Hiç unutmayalım, Türk seçmeni her zaman mantıklı ve bütün unsurları değerlendirerek oy kullanır, “macera” istemez.

Devamını Oku

Koalisyon kâbusu

6 Mayıs 2015

Ne zaman koalisyon lafı ortaya çıksa herkesin aklına dağ gibi sorunlar üşüşür. Koalisyon denemelerinin biri için bile iyi konuşan çıkmaz.Sadece 1991’deki DYP-SHP koalisyonu diğerleri kadar büyük sorunlar çağrıştırmıyor, ama bu koalisyonun da Türkiye’yi iyi yönettiğini söylemek zor.1980 öncesi Demirel’in milliyetçi cephe koalisyonları da kâbustu, 1999’daki DSP-ANAP-MHP koalisyonu da başka bir kâbustu.80 öncesinin milliyetçi cepheleri Türkiye’yi “70 sente muhtaç etti”, 99’un üçlü koalisyonu Türkiye’yi tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birine götürdü.Şimdi edilmeye başlanan koalisyon lafı aslında altyapısı son derece zayıf bir umuda dayanıyor. Buna göre, Ak Parti 7 Haziran’da birinci çıksa bile Meclis’te çoğunluk olamayacak ve mecburen koalisyona gidilecek.Bu umudun sahiplerinin beklediği koalisyon CHP-MHP koalisyonudur, bunun güçlüğünü bilenler de ufaktan HDP’yi buraya katan ifadeler kullanmaktadır.Diyelim CHP-MHP-HDP koalisyonu oldu ve bu üç parti seçim beyannamelerindeki vaatleri yerine getirmeye başladı. Bunun arkasının yine enflasyon ve ekonomik kriz olduğunu görmek için de iktisatçı olmaya gerek yok.Siyasi konularda ise bu koalisyon üyelerinin aynı fikirde oldukları konu bulmak da kolay değil. Olacak olan, üç partinin de kendi tutukları mevzilerden ülkeyi değişik taraflara çekiştirmesidir ki, bu defalarca yaşanmış durumların tekrarından başka bir şey olamaz.Diğer koalisyon ihtimali de şöyle dile getiriliyor: Ak Parti Meclis çoğunluğu olmasa da birinci olduğu için hükümet kurma görevini Cumhurbaşkanı’ndan alacak ve koalisyon için çalışma yapacaktır. CHP ile Ak Parti’nin koalisyon arama ihtimali sıfır olarak görülecektir. HDP Ak Parti’nin seçim kampanyasının birinci hedefi olduğuna göre bu parti ile de koalisyon ihtimali çok zayıftır.Geriye MHP kalmaktadır ve Ak Parti-MHP koalisyonunun, Türkiye’yi 2023’ün yeni Türkiye’si hedefine nasıl taşıyacağı sorusunun cevabı da bellidir.“Koalisyon” lafları üzerine düşündüğümüz zaman hangi durumun ülke açısından daha iyi olacağı sonucuna varmak çok kolay.Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Ak Parti’nin Meclis çoğunluğunu elde edememesi için sadece HDP’nin barajı aşması yetmiyor, CHP’nin yüzde 30’a, MHP’nin de yüzde 20’ye yaklaşması gerekiyor.Seçime bir ay kala böyle işaretler görünmediğine göre, kimsenin “koalisyon” lafı üzerine hesap yapmaması tavsiye edilir.

Devamını Oku