Seçim yasaklarının arasına seçim anketleri de girecek. Son duyacağımız seçim araştırmalarına hep birlikte kulak kesileceğiz.Bazı araştırma kuruluşları açık şekilde “taraf” olarak çıktıkları için bütün araştırmalar aynı ağırlığı taşımıyor.Doğrudan manipülasyon ve seçmeni kandırma amaçlı araştırmalar da artık büyük ölçüde anlaşılıyor.Eski seçimlere, bazı araştırma kuruluşlarının yaptıkları tahminlerle seçim sonuçlarına baktığımız zaman da itibar edilmemesi gereken kuruluşlar ortaya çıkıyor.Son iki anketi yapan ORC ve Andy-Ar adlı kuruluşların araştırma sonuçları açıklandı. İki kuruluş da seçim sonuçları tablosunun “ortası”nda mutabık görünüyor.CHP için ORC yüzde 23.9, Andy-Ar yüzde 25.8 rakamlarını veriyor.MHP için de ORC’nin verdiği yüzde 15’e karşılık Andy-Ar’ın verdiği yüzde de 16.Ancak tablonun tepesinde, yani Ak Parti’de ve tablonun altında, HDP’de iki kuruluşun sonuçları birbirinden önemli ölçüde uzaklaşıyor.Ak Parti ORC’de yüzde 47.5, Andy-Ar’da yüzde 41.9 görünüyor. Bu araştırmalarda “kabul edilebilir sapma” yüzde 2 olsa da iki kuruluşun sonuçları yine birbirine fazla yaklaşmıyor.Benzer durum HDP’de de görülüyor. ORC HDP için yüzde 8.1 verirken Andy-Ar yüzde 10.7 veriyor. “Standart sapma”yı hesaba kattığımız zaman da iki kuruluşun yüzde 9 civarında buluştuğunu düşünebiliriz.Ak Parti’deki büyük fark nereden geliyor, sorusunun kolay cevabı iki kuruluştan birini suçlayarak, kendi beklediğimiz rakama inanmaktır.Ak Parti seçmeniyle ilgili gözlem ve bazı tahlillerden yola çıktığımız zaman ise, bu kesim seçmende halen bir “dalgalanma” olduğu sonucuna varabiliriz.Ak Parti seçmeninin bir kısmı, Kürt kökenli seçmen diyerek açalım, HDP’ye yönelmiş olsa dahi Ak Parti’nin son on günde üzerine çalışabileceği, çalışmak durumunda olduğu ve daha önce kendisine oy vermiş olan geniş bir seçmen grubu bulunmaktadır.Bu iki araştırmadan yola çıkarak üç net sonuca varabiliriz:1- Ak Parti ve HDP cenahlarındaki belirsizlikler son güne kadar, 7 Haziran’a kadar sürecektir.2- Yurt dışından gelecek oylar hem Ak Parti hem HDP için hayatidir.2- Ak Parti her durumda tek başına iktidar olmaktadır.
Ak Parti seçim stratejisinin ana hattını kendisine birinci rakip HDP’yi alarak oluşturdu.Seçim hesapları sonuçta bir matematik meselesidir. Ak Parti de en fazla milletvekilini alabilecek bir strateji kurmakta tereddüt etmedi. Ak Parti’nin CHP seçmeninden alabileceği bir oy bulunmuyor. Olsa bile oldukça küçük rakamlardan söz edilebilir.Buna karşılık MHP’den alabileceği önemli bir oy beklentisi var. Bu seçmeni kendi safına çekmek için yine HDP -PKK’yı hedef almak ayrı stratejinin bir parçası.HDP’yi terk edip Ak Parti’ye dönecek seçmen sayısı da fazla görünmüyor, ama Ak Parti için önemli olan daha önce kendisine oy vermiş olan Kürt seçmenin bu kez HDP’ye dönmemesi. Ak Parti’nin seçim stratejisinde “paralel yapı”, Gülen cemaati oldukça aşağı sıralarda bir hedef haline geldi. Bunda, devlet içindeki Gülen cemaati örgütlenmesinin devam eden operasyonlarla önemli ölçüde geriletilmiş, hatta bitirmeye yaklaşılmış olması asıl etken olsa gerek.Yargıda ve emniyetteki gücü sıfıra yaklaşmış Gülen cemaati şu anda etkinlik aracı olarak medyayı tutmaya devam ediyorsa da, seçmen üzerinde önemli bir etkisi bulunmadığı da yerel seçim ve cumhurbaşkanı seçiminde açık olarak görülmüştü.Ak Parti’nin HDP’ye dönük stratejisinin dayanaklarından birinin yurt dışı seçmen olduğunu düşünebiliriz. Avrupa’da 3 milyona yakın seçmen var, bunların 1 milyon kadarının oyu kullanması bekleniyor ve bu seçmenin birinci partisi Ak Parti ikinci partisi ise HDP. Aralarındaki fark yüksek olsa da, yurt dışından gelecek oylar halen Ak Parti için de HDP için de büyük önem taşıyor.Ak Parti’nin oy beklentisi, yine Meclis’te 300’ün üzerinde bir milletvekili sayısını gösteriyor. Ama eğer HDP barajın altında kalırsa, Ak Parti’nin hesabına yaklaşık 60 milletvekili daha eklenecek.Bunun anlamı da Ak Parti’nin anayasayı tek başına değiştirecek bir Meclis çoğunluğunu zorlamasıdır. Bu sonuç alınırsa Ak Parti’nin seçim stratejisi doğru olacaktır, alınamazsa yanlış olacaktır.Ancak her iki durumda da Ak Parti’nin Türkiye’nin Kürt vatandaşlarıyla arasına bir mesafe girmiş olacaktır ki, bunun telafisi için de yeni bir siyasi vizyona ihtiyaç duyulacaktır.
Geçen seçimdeki trafo kazasının kasıtlı olduğuna, seçim sonuçlarını etkileyecek hile yapıldığına hâlâ inananlar var.Bildik bileli her seçimde yenilen hile yapıldığını iddia eder, kendi taraftarının bir kısmını da inandırır. Bunun ustası da CHP’dir.1999’da CHP baraj altında kaldığında da, en kararlı CHP’liler hileyle bu sonucun ortaya çıktığına kendilerini inandırmıştı.Seçim sonucunu değiştirecek kadar büyük bir hilenin faili de CHP’dir, sandık çalınması, değiştirilmesinden, oyların yakılmasına kadar her şey yapılmış ve Demokrat Parti iktidarı dört yıl ertelenmişti.Söylenti çıkarmak, teknolojinin en kara kullanımlarından birine imkan vermesiyle çok kolaylaştı. Twitter denilen sistemde biri bir şey sallıyor, biraz sonra on binlerce insan buna inanarak ya da inanmış görünerek en budalaca iddiaları bile gerçekmiş gibi bütün ülkeye yayıyor.Son yayılan söylentilerden biri, HDP’nin yüzde 11-12 oy alacağına ama seçim hilesiyle oylarının yüzde 10’un altına düşürüleceğine ilişkin söylenti.Bunun için yaklaşık 1 milyon oyla oynanması gerekiyor. 1 milyon oyla oynanması, yok edilmesi veya değiştirilmesi için de yaklaşık 30 bin sandıkta “operasyon” yapılması gerekiyor. Her sandıkta bütün siyasi partilerin gözlemcileri olduğuna göre bunu başarmak için acayip bir örgütlenme şart. On binlerce insan tehdit edilecek, susturulacak, satın alınacak.Bunu başarmak için sadece on binlerce sandık görevlisi halletmek de yetmiyor, ilçe seçim kurullarında görevli binlerce hakimin de en azından satın alınması gerekiyor.Bu söylentileri çıkarmak ve yaymak aslında yenilgi bekleyenlerin kendi taraftarlarını kandırmasından başka bir şey değildir.Yüksek Seçim Kurulu, onca kritik ve gergin seçimde her zaman başarılı bir sınav vermiş, seçim sonuçlarına leke sürülmesine imkan vermemiştir. 12 Eylül askeri yönetimi bile 1983 seçimlerinin sonucuna müdahale edememiştir.Manasız söylentiler çıkarmanın da bu söylentileri çıkaranlara hiç bir zaman bir faydası olmamış, sadece bir zafiyet ifadesi olmuştur.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan önceki akşam seçimle ilgili değişik bir yorum yaptı.Erdoğan’ın cümlesi aynen şöyle: “Herhalde son ana kadar sürprizlerle dolu bir seçim olacak.”Cumhurbaşkanı “sürprizler” derken herhalde CHP’nin “patlama” yapmasını kast etmiyor, AKP’nin beklentilerin çok üzerine çıkmasını kast ediyor.Cumhurbaşkanı bu cümlenin öncesinde de “örgütlerdeki sükunet ve rehavet”ten söz etti.Bu iki cümle birleştiğinde Cumhurbaşkanı’nın seçimle ilgili uyarısı ve beklentisi ortaya çıkıyor.Kendisine gelen bilgiler dolayısıyla Ak Parti örgütlerine bu uyarıyı yapıyor. Örnek aslında geçen Ağustos ayındaki cumhurbaşkanı seçimidir. Cumhurbaşkanı seçiminde, genel seçimde Ak Parti’ye oy vermiş olan yaklaşık 2.5 milyon seçmen sandığa gitmemiştir.CHP ve MHP seçmeninin yaklaşık 2.5 milyonu da ortak adayı beğenmeyip sandığa gitmeyince ana oranlar değişmemiş ve Erdoğan yüzde 52 oyla ilk turda seçilmiştir.Seçime iki hafta kala, Erdoğan’ın sözünü ettiği “sükunet ve rehavet” buradan kaynaklanıyor olsa gerek.Erdoğan 1994’ten beri girdiği ve kampanyasını yönettiği bütün seçimleri kazandı, partisinin oyunun sürekli artmasını sağladı.Ak Parti ilk kez Erdoğan’ın yönetmediği bir seçime giriyor ve Erdoğan “400 milletvekili”ni telaffuz ederek bu seçimdeki hedefi daha da yükseğe koymuştu.Cumhurbaşkanı seçiminde oy kullanmayan 2.5 milyon Ak Parti seçmeni başka bir partiye gitmedi, bu seçimde başka bir partiye gideceğine ilişkin bir işaret de görülmüyor. Bundan çıkacak sonuç Ak Parti’nin bu seçmeni tekrar sandığa götürmek için çalışmak zorunda olmasıdır.Ak Parti politikalarına destek oyları 2007 ve 2010’da yapılan iki referandumda yüzde 68 ve yüzde 58 olduğundan yola çıkılırsa Ak Parti’nin oy tavanının epeyce yukarda olduğu sonucuna da varılabilir.Erdoğan rehavet ve sürprizlerden söz ederek, seçim öncesi iki haftanın daha da önem kazandığına işaret etmektedir.Ağustos’ta sandığa gitmeyen Ak Parti seçmeni için de, Ağustos’ta sandığa gitmeyen MHP seçmeni ve Ak Parti ile MHP arasında tercih yapacak seçmen için de son iki hafta belirleyici olacaktır.HDP’ye yönelme eğilimindeki CHP seçmeni için de, Ak Parti ile HDP arasında tereddüt eden seçmen için de kampanyanın son döneminin büyük etkisi olacağı anlaşılmaktadır.
Bir yerde bir ışık oldu mu, akıl verme koşturması başlar. Bu ara HDP’ye de dört bir yandan sürekli akıl taşınıyor.Son akıllardan biri de, seçim sonrası ola ki bir koalisyon ihtimali doğar, HDP’nin Ak Parti ile kesinlikle koalisyona girmeyeceğine ilişkin taahhüt vermesi üzerine.Bugün koalisyondan konuşmak, Demirel’in çok kullandığı deyimle “doğmamış çocuğa don biçmek” halidir.Ak Parti’nin tek başına iktidar olmama ihtimali için sadece “sıfır” denebilir. En taraflı araştırmalarda bile Ak Parti tek başına iktidar görünmektedir.Ak Parti için soru, bir önceki genel seçime göre yüzde 50’ye ulaşıp ulaşamayacağı, Meclis’te rahat bir çoğunluk sağlayıp sağlayamayacağı sorularıdır.Seçim ertesinde de Türkiye’nin birinci meselesi, ekonomiyi şimdilik bir kenara bırakırsak, medeni anayasa yapmaktır ve bu anayasanın nasıl yapılacağını da Ak Parti’nin seçim performansı belirleyecektir.Velev ki bir koalisyon ihtimali doğsa, bu koalisyonun parçası olma ihtimali CHP için sıfırdır. Ak Parti de koalisyon ortağı olarak ya MHP’yi ya HDP’yi seçecektir.Eğer HDP kendine verilen akıllara uyarsa tek ihtimal olarak Ak Parti ile MHP’nin koalisyonu kalmaktadır.Ak Parti ile MHP, gerek yeni anayasa gerekse barış süreci konusunda birbirine oldukça uzaktırlar.Aslında seçim kampanyası süresince ne söylenirse söylensin hem yeni anayasa konusunda, hem barış süreci konusunda, hatta başkanlık sistemi konusunda birbirine en yakın iki parti Ak Parti ile HDP’dir.Ak Parti tekrar tek başına iktidar olması halinde hem yeni anayasa hem barış süreci hem başkanlık sistemi için dışarıdan destek almak isteyecektir.HDP, barajı aşması, umduğu gibi birkaç puan daha yukarı çıkması durumunda fiili ana muhalefet partisi olacaktır.Ama ana muhalefet partisi olmak, CHP’nin alıştırdığı gibi her şeye hayır diyen, her olumlu gelişmeye sırt çeviren bir anlayışta olmak mecburiyeti getirmez.HDP, Türkiye partisi olurken, yeni bir siyaset anlayışının da gelişmesine katkıda bulunabilecek bir siyasi parti olma potansiyelini gösterme iradesiyle birlikte yeni konumunu sağlamlaştırabilir.Seçim kampanyası sırasında söylenenlerin bir çoğunu silmek de 7 Haziran akşamının ilk işi olursa seçmen çoğunluğunun ilk beklentisine cevap verilmiş olunur.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, parasal vaatlerin kaynağı sorulduğunda “Ben hesap uzmanıyım bulurum” demişti.Hesap uzmanlığı, vergi denetim uzmanlığıdır, hesap uzmanlığı kamu maliyesi uzmanlığı değildir, diye kimse hatırlatmadı.Kılıçdaroğlu, daha önce “oylarında anlamlı bir düşüş olursa genel başkanlığı bırakabileceğini” söylemişti.“Anlamlı düşüş”ün ne olduğu da kurcalanmadı. Oy oranı yüzde 25’te tıkanmış bir siyasi parti için, 2.5 puan düşüş bayağı anlamlıdır çünkü aldığı oyların yüzde 10’una tekabül eder.CHP genel başkanı bir süre önce de bu seçimdeki hedeflerinin yüzde 35 olduğunu söyledi. Hedef yüzde 35 olunca yüzde 25’te kalmak aşırı anlamlı bir düşüş olacağına göre Kılıçdaroğlu’nun seçim ertesi istifa etmesi de kaçınılmaz oluyor.Kılıçaroğlu son on beş güne girilirken vitesi biraz daha yükseltti, “Yüzde 30’u aştık yüzde 35’i yakalarız” deyiverdi.Kemal Bey hesap uzmanı olduğuna göre, yüzde 25’ten 30’a çıkmak için 2 milyondan fazla yeni seçmene, yüzde 35’e çıkmak için de yaklaşık 5 milyon yeni seçmene ihtiyacı olduğunu biliyordur .Bir siyasi partinin, bir önceki seçime göre oylarını 5 milyon artırması için çok önemli hizmetler yapmış olması gerektiğini de biliyordur.O zaman nereden çıktı bu “Yüzde 35’i yakalarız” lafı diye düşününce akla tek ihtimal geliyor. Bu ihtimal de Kılıçdaroğlu’nun aslında bu seçimden sonra genel başkanlık ve siyaseti bırakmak istemesidir.Eğer çevresi, tenha miting meydanları için kuvvetli gerekçeler buluyor ve Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin oylarını sürekli artırdığına inandırmayı başarıyorlarsa, onun yorumu bambaşka olur.Aslında Kılıçdaroğlu “Yüzde 35’i yakalarız”ı öyle bir havada söylüyor ki, içinden “biraz daha zaman olsa yüzde 40’a da yürürüz” diye düşündüğü bile tahmin edilebilir.Böyle bir iyimserliğe de ancak “Ha gayret eliniz varmışken yüzde 40’a yürüyüverin” demek pek uygun düşer.Hayal kurmak serbest, CHP almış yüzde 40, MHP’nin 15, HDP’nin 10’u ve küçük partilerin 5’i ile eder yüzde 70, Ak Parti’ye kalır yüzde 30. Ha gayret.
Seçim kampanyasının başından beri HDP binaları ve toplantıları küçüklü büyüklü saldırılara hedef oluyordu. Bu kez bombalar çıktı, hedef HDP’nin Adana ve Mersin il merkezleriydi.Seçim bürolarına saldırılar “spontane” ve çevreden gelen tepkiler olarak görülüyor, pek önemsenmiyordu.Bu kez gönderilen bombalarda “profesyonel” bir icraatın kokusu çok fazla hissediliyor.HDP’nin ilk tepkisi Ak Parti Hükümeti’ni suçlamak oldu, iddiaları bu saldırının arkasında Ak Parti’nin olduğu şeklinde. Bu tepkileri ilk heyecana vermek yerinde olur, çünkü HDP il binalarına atılan bombalardan Ak Parti’nin nasıl bir fayda sağlayacağını açıklamak kolay değil.Olsa olsa şu fikir doğmuştur, bu bombaların yaratacağı tedirginlikle insanlar HDP toplantı ve mitinglerine gitmekten çekinecek, bunlar daha sönük olacaktır.Bu bombalarla HDP’nin oyunun azalacağını ummak ise saflıktan öte bir durumdur.Bu seçimde her türlü şaibe ve olumsuzluktan kaçınması mecburi iki parti Ak Parti ile HDP’dir. Ak Parti’nin birinci olacağı ve çok büyük ihtimalle yine tek başına iktidar olacağı belli olduğuna göre Ak Parti seçime hiç bir gölge düşmesini istemez.Yüzde 10 barajı zorlayan HDP de her türlü kaos kuşkusundan zarar göreceğini bilmektedir.Ama bombaların atılmasına karar verenler ilk amaçlarına ulaşmış görünmektedir. Bombalar oldukça yaygın bir tedirginlik yarattığı gibi Ak Parti ile HDP’yi karşı karşıya getirmiştir.HDP Ak Parti’yi suçlarken, Ak Parti sözcüleri de bir yandan saldırıları açık olarak kınamışlar ama HDP’ye yüklenmeye devam etmişlerdir.Ak parti ile HDP arasındaki mesafe ne kadar açılırsa, barış süreciyle ilgili yeni sorunlar çıkma ihtimali o kadar artmaktadır.Ak Parti’nin HDP’yi ön plana yerleştirdiği bir seçim stratejisi izlemesi, HDP’nin de sadece Ak Parti’ye yüklenmesi seçimin ana eksenini bu iki parti üzerine kurulmasına yol açmıştır.Bombaları gönderenler de bunu bilmektedir ve bu mesafenin açılması, gerilim odağının bu iki parti arasında oluşmasını hedeflemiştir.Başbakan Davutoğlu bu gibi provokasyonları beklediklerini belirtiyor. O zaman bu provokasyonlara karşı halkı hazırlamak da siyasete, bombanın hedefindeki siyasi partilere düşmektedir.İlk bombalar çıktı ve belli bir etki yarattı, bundan sonrasının etkisiz hale getirilmesi için siyasi tedbir de Ak Parti ve HDP’den beklenecektir.
Mısır darbesi, Sisi ve idam cezasına çarptırılan Mursi üzerinden, aklımızdan çıkmayan “darbe”yi konuşuyoruz.Darbe kelimesi hala aklımızdan çıkmış değil ve çıkmaması için de kuvvetli nedenlerimiz var.Mısır, Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra krallıkla yönetildi, sonra askeri darbe oldu ve yarım yüzyıla yakın bir süre askerlerin elinde kaldı.Arap Baharı’nın Mısır’a yansıması serbest seçimler oldu ve Müslüman Kardeşler’in Mısır kolu seçimi kazandı.Sonra Milli Savunma Bakanı General Sisi darbe yaptı ve dünyada, Batı’da yeni bir tartışma başladı.Mursi yönetiminde Mısır’ın radikal İslamcı bir yönetime yöneleceği korkusunun sonucu da ABD ve Avrupa’nın Mısır’daki darbeyi “hoş görmesi” oldu.Mısır olayının Batı yönetimleri tarafından “hoş görülmesi” de aslında Adap Baharı’nın son noktası ve üçüncü dünyanın bu kesiminde demokrasinin tekrar “hayal” olmasına yol açtı.Batı’nın Mısır’daki darbeyi hoş görmesini biz hoş göremiyoruz. Batı’nın demokratik değerleri daha kuvvetli savunmasını bekliyoruz.Bekliyoruz, çünkü böyle bir uluslararası kararlılığın Türkiye’deki darbe sevenleri ve bekleyenleri de ciddi şekilde gerileteceğini umuyoruz.Türkiye’nin darbe severleri ve bekleyenleri zaman zaman uyanıyorlar. Ülkeye bazen Demokrat Parti’yi hatırlatıyorlar, bazen 12 Eylül darbesinin haklılığını ve meşruiyetini anlatarak ortaya çıkıyorlar.Yüzde 52 oyla seçilmiş olan Mursi’nin idam cezasına çarptırılmasını duyurma şekli de içerdiği “Yüzde 52” çağrışımıyla rahatsızlık veriyor.Yüksek sesle “Türkiye’de askeri darbeler dönemi bitmiştir” sözünü tekrarlıyoruz ama birileri çeşitli şekillerde korkumuzu canlandırıyor.2002 sonrasında çeşitli darbe planları yapıldığını hatırlayınca bu faaliyetlerin üzerinden daha on yıl bile geçmediğini düşünmek zorunda kalıyoruz. 2007’deki Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemeyi amaçlayan e-muhtıra da bir darbe icraatıydı.Bir de içimiz burkularak hatırlıyoruz ki bu ülkede yakın döneme kadar darbeci icraatlara karşı siyasiler hep teslim oldular, tankların üzerine de kimse çıkmadı.