Başbakan Erdoğan’ın yakın dönem yol haritası giderek daha net şekilde ortaya çıkıyor. Haritanın odağında, olması gerektiği gibi yeni anayasa bulunuyor.Meclis’teki yazım komisyonu, üzerinde tartışma olmayan maddelerde ilerliyor.Ancak tartışmalı alanlara gelindiğinde tahmin edilenler olacaktır.Vatandaşlık tanımıyla ilgili maddede MHP’nin ne yapacağı bellidir, CHP’nin tavrı ortadadır. O tanımın çevresinde yer alması zorunlu olan bazı “sivilleşme” maddelerinde de uzlaşma sağlanması imkânsız gibi görünüyor.Ancak uzlaşma sağlanmasının mümkün olmayacağı konu, başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçiş konusudur.***Başbakan, kongre konuşmasında bu konuda ısrarcı olacağını belli etti. Yine kongre ertesinde bu yıl sonuna kadar anayasanın yapılması için uğraşacağını da belirtti.Erdoğan bu çalışmada çizdiği hattı da “uzlaşma olursa olur, olmazsa kendi yolumuza devam ederiz” diyerek netleştirdi.Meclis’te başkanlık veya yarı başkanlık üzerinde herhangi bir uzlaşma olmayacağına göre, sıra bu konuya gelene kadar ortaya ortak bir taslak çıkarılması için çalışılacak, ondan sonra da AKP kendi yolunda ilerleyecektir.CHP’nin ve MHP’nin tavırları değişmeyecek, BDP ise anayasa taslağının taşıdığı demokratik ağırlık üzerinden bir siyasi tavır belirlemeye çalışacaktır. Ancak BDP’nin de başkanlık veya yarı başkanlık konusunda AKP’ye destek olması, bugünkü koşullarda kuvvetli bir ihtimal değildir.Dolayısıyla yol haritası, Başbakan’ın belirttiği gibi, AKP’nin hazırlayacağı bir anayasa üzerinden ilerleyecek gibi görünüyor. Dolayısıyla, yeni anayasanın demokratik niteliklerinin AKP içi dengelere göre oluşmasıyla ilgili sorular da gündeme gelecektir.***Bu süreç, önümüzdeki yıl, yerel seçimden önce bir sandığın daha ortaya çıkması ihtimalini de kuvvetlendiriyor. Muhalefetin topluca sert tepkileri dolayısıyla gerilim yüklenmiş bir ortamda Türk halkı ilk “sivil” anayasasını oylayacaktır.Fakat bir ihtimal daha var: Erdoğan ve AKP bu anayasada “eksiksiz demokrasi” üzerine ilerler ve sistem tartışmasını ertelerse süreç tümüyle farklı bir boyutta gelişebilir.Şu anda gündem anayasa. Günlük hayatta yerel seçime endeksli kampanya yürürken yukarıda anayasa ve sistem tartışmaları, önümüzdeki ayların esas konu olacak. Yol haritası böyle çizildi.
Meclis’in dönem açılışında Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı konuşmanın “tutuklu vekiller”le ilgili kısmı hızlı bir yankı getirdi. Cumhurbaşkanı sadece tutuklu milletvekillerinin giderilmesi gereken bir sorun olduğunu söylemedi, yine Meclis’in temsil niteliğini anlatırken “BDP’lileri Meclis’ten atmaya kalkmayın” da dedi.Bu iki güncel konuda özgürlükçü ve gerilimi giderici tavrını ortaya koyan Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının tekrar okunması, üzerinde düşünülmesi gereken kısmı “eksiksiz demokrasi” talebini aktardığı cümlelerdir.***Gül, çok açık bir şekilde “olması gereken”i anlattı:* Ülkede yazarların, düşünürlerin ve fikir adamlarının görüşlerini korkusuzca paylaşabilmeleri o ülkeye itibar kazandırır...* Gazeteciler, haberciler ve bir bütün olarak medya mensuplarının halkı haberdar etme görevlerini yerine getirirken hiçbir engelle karşılaşmamaları da temel esastır...* Hiç kimse fikirleri ve fikirlerini medya yoluyla açıklaması nedeniyle hapse düşmemelidir...* Şiddeti teşvik edenle görüş açıklayan arasında kesin bir ayrım gözetilmelidir.***Gül, ilk başbakanı olduğu siyasi partinin iktidarı döneminde önemli ilerlemeler sağlandığını belirtiyor ama... İki cümlesini birleştirerek “ama”yı ve açık uyarısını aktaralım:* “Herkesin görüşlerini rahatça ifade edebileceği özgürlük ortamı(...)nda eksikler veya yanlış uygulamalar, demokrasiyi zedeleyen görüntüler söz konusu ise bunların hepsi, hiç gecikilmeden ortadan kaldırılmalıdır.”Cumhurbaşkanı, demokratikleşme sürecini “tamamına erdirelim” diyor ve bunun için somut bir hareket planı da gösteriyor:* “Avrupa Birliği uyum yasalarına ve reformlara yönelik önceliğin yeniden tesis edilmesi ve bunların bütün vatandaşlarımız adına somut kazanımlara dönüştürülmesi sağlanmalıdır.”***Demokrasisi az ülkeler büyük sorunlarla boğuşmakta, demokrasisi eksiksiz ülkeler bunun hiçbir zararını görmemekte ve sorunlar büyümeden çözebilmektedir.Cumhurbaşkanı Gül, bunu söylüyor, “eksiksiz demokrasiden korkmayalım, hiçbir mazeret aramayalım, üretmeyelim” diyor.
Başbakan Erdoğan’ın AKP kongresinde yapacağı konuşma hakkında “yüksek” beklentiler vardı. Bu konuşmada Kürt meselesiyle ilgili bir “yol haritası” açıklayacağını iddia eden bile olmuştu.Yüksek beklenti sahipleri umduklarını bulamadı. Ama Başbakan’ın konuşmasına “olumlu” tarafından bakarsak bir “demokrasi taahhüdü” çıkarabiliriz.“Bize ülkenin yüzde 99’u oy verse bile, oy vermeyen yüzde 1’in haklarının sahibi olmak boynumuzun borcu olarak kalacaktır” sözü, yüksek bir taahhüdün ifadesidir.Bunun dışında konuşmadan ileriye dönük iki siyasi hedef çıktı.Başbakan siyasi istikrarın “kurumlaşması” için yapısal değişiklik öngörüyor. yapısal değişikliğin içeriğini açmadı, ama bu ifadeyi başkanlık veya yarı-başkanlık sistemi için ısrarcı olacağı şeklinde okuyanlar oldu.Yeni anayasaya ilişkin sözleriyle birlikte ele alınırsa, anayasa çalışmasının ilerlemesiyle birlikte bu konuların gündeme gelmesinin büyük olasılık olduğunu söyleyebiliriz.Eğer “demokrasi taahhüdü”yle birlikte ele alınırsa, bu yapısal değişikliğin içinde yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin de yer alması ihtimal dâhilindedir.***Erdoğan “Kürt meselesi” demedi; Erdoğan yerine bunu Mesut Barzani söyledi ama “Kürt kardeşlerle beyaz sayfa açmak” ifadesi de konuşma sonrası beklentileri yukarda tutacaktır.Başbakan’ın “güncel” siyasi hamlesi de, alışılmış sertlikteki üslubuyla eleştirdiği CHP’ye Kürt meselesi ve terörle ilgili olarak işbirliği çağrısı yapması oldu.Bu, temel meselede önemli bir siyasi hamle olarak görülecek ve CHP’ye sorumluluk yükleyecektir.“Demokrasi taahhüdü”nde “yüzde birin haklarına sahip çıkmak” formülü, AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a “yeni yapılanma”nın içinde siyasi partiler ve seçim kanunlarının da ele alınması yükümlülüğünü getiriyor.Erdoğan, partisinin ve hükümetin başında olacağı son iki yıla girdi. Bu dönemin ağırlığını konuşmasındaki “demokrasi taahhüdü” üzerine oturttuğu zaman, o ağırlığı Çankaya’ya da taşımış olacaktır.Başbakan’ın konuşmasını farklı okuyanlar olabilir, ama konuşmaya “demokrasi taahhüdü”nün geleceği açısından bakmak “temel mesele”nin çözüm yollarının açılmasına da katkı sağlayacaktır.*****KONGREDEKİ AYIPDemokrasi deyip duruyoruz, Başbakan “demokrasi taahhüdü”nde bulunuyor ama kongreye, sert muhalefet yaptıkları için sevilmeyen gazetelerin muhabirleri alınmıyor. Bu, tartışmasız bir ayıptır ve demokrasiyi içimize sindirme yolunda önümüzde daha ne kadar mesafe olduğunun göstergelerinden biridir.
AKP’nin kongresi, iktidar partisinin olağan kongresinin çok ötesinde anlam ve beklentilerle yüklendi.AKP, sandıktan çıkarak, her seçimde oyunu artırarak en uzun süre iktidarda kalmış partidir. Üstelik, en azından önümüzdeki üç seçimi, yerel ve genel seçimlerle cumhurbaşkanı seçimini kazanmasına da kesin gözüyle bakılıyor.Merkez iktidarda 7 yıl daha AKP olacak.Yerel iktidarların çoğunluğunda 5 yıl daha AKP olacak.Gelecek cumhurbaşkanı da yine AKP’den çıkacak ve halkın oylarıyla seçilecek.Ama AKP hedefini daha da yukarıya koyuyor, Türkiye’yi cumhuriyetin yüzüncü yılına kendi iktidarında götürmek istiyor. Bunun için 2020 genel seçimini de kazanması gerekiyor.***Yarın yapılacak kongrede aslında bu hedefi gerçekleştirecek siyasi kadrolar ortaya çıkacağı gibi, bu kadrolarla bağlantılı olarak önümüzdeki dönemin siyasi yönelimlerinin ilk işaretleri de görünecek.Başbakan Erdoğan’ın konuşmasının bunları anlatacağını bir süredir AKP çevrelerinden iletilen mesajlardan öğrendik ve bu da kaçınılmaz olarak “büyük” beklentiler yaratmış durumda.10 yıllık iktidarının ardından gelecek 12 yılda da iktidarda olması muhtemel bir siyasi partinin yeniden “inşa”sı söz konusu olduğundan değişik anlayışlar kendilerine uygun beklentiler içinde olacaktır.AKP lideri, kuşkusuz konuşmasında on yıllık iktidar süresince hayatın çeşitli alanlarında sağlanan gelişme ve kazanımları aktaracaktır. 2023’te nasıl bir Türkiye hayalini de anlatacaktır.***Büyük hayali olmayan siyasetçiler vasat siyasetçilerdir. On yıllık iktidarın ardından hâlâ halkın yarısından fazlasının desteğine sahip olan bir siyasetçinin de “vasat” olma hakkı yoktur. Bu siyasetçinin nasıl büyük hayali varsa, bu ülkede yaşayanların da o siyasetçiye yükledikleri büyük hayaller vardır.Bütün bu hayallerin üstünü örten “büyük mesele” ise belli.2023 vizyonu, hangi ayrıntılarla süslenmiş olursa olsun, kilit kelime hâlâ “demokrasi”dir. Bugün kâbusa dönmüş “temel mesele” demokrasiyi geliştirerek çözüm yoluna girmediği sürece “vizyon” kelimesi de içeriksiz kalır.Başbakan’ın konuşmasında herkes bunu arayacaktır.
Kürt meselesinde ve terörde uzun süredir asayişçi ve askeri dil öne çıkmış durumda. PKK saldırıları, şehit cenazeleriyle siyasi hamleler yapılması güç bir ortam oluştu.Fakat esas olarak en sıkıntılı, en sıkışık ortamlarda bile siyaset üretmek mümkündür.Nitekim PKK ile görüşülebileceği işareti, hatta Öcalan’ın da silahların susmasına katkısı olabileceği ifadeleriyle siyaset geri döndü.PKK ile görüşmelere ve Öcalan’ın devrede olmasına milliyetçi-muhafazakâr-devletçi siyasetler başından beri karşı.Ve karşı olduklarını da bir kez daha açıkladılar.Bu görüşmelerin içeriği ya da katkısıyla ilgili olarak baştan bir kanaat belirtmek kuşkusuz mümkün değildir. Ama herkesin bildiği gerçek şudur: Benzer sorunlarla karşılaşmış ve bu sorunu silahları susturarak çözmüş bütün ülkeler, bu gibi “gizli” görüşmelerde bulunma yoluna gitmiştir.***Amaç önce silahların susması, sonra tümüyle gömülmesidir.PKK’daki bazı unsurlar, her şeye rağmen silahlı mücadeleye devam edebilirler, ama önemli olan ana gövdenin barış sürecinde yer almasıdır.Hükümetten gelen bu kuvvetli hamlenin ardından, BDP için de siyaset yolu açılmış oluyor.BDP ve Kürt siyasetlerinden gelecek ilk hamle de PKK’nın ateşkes ilan ederek çekilmesini sağlamaktır.Görüşme kısmı da, ateşkes sağlama kısmı da bir açıdan Oslo’da kaybedilmiş güven ortamının sağlanması için ilk adımlar, “askeri çerçeve”den çıkılması için ilk hamlelerdir.***Meselenin bütünü, Türkiye’nin bütününün demokratikleşmesinin en önemli parçası olarak ortada duruyor.Siyasetin “askeri tıkanma”nın üstesinden gelerek meseleyi gerçek mecrasında yürütme görevi de ortada duruyor.Başbakan’ın Meclis’in açılışıyla birlikte CHP’yi de siyasi sürece katma girişiminde bulunacaklarını açıklaması siyasi hamlelerin devam edeceğinin işareti olarak görülmelidir.Türk halkı silahların susmasını istiyor, eğer CHP bu sürece katkıda bulunmak yerine köstek olma politikasına devam ederse kendisini bütün demokrasi sürecinin de dışına çekmiş olur ki bu tercih, CHP açısından “ülkenin geleceğinde ben yokum” diye okunur.Sadece AKP ve hükümeti için değil, CHP için de BDP için de kendi siyasi varlıkları bakımından belirleyici olacak bir dönem başlıyor.
Her gün kan dökülen bir ülkede, hâlâ “askeri darbe olur mu” sorusunun sorulduğu bir ülkede yaşayanların iyimser olması tabii ki mümkün değil. Ama toplumun yarısı “ülke kötüye gidiyor” diyorsa, diğer yarısı da “iyiye gittiğini” düşünemez.MetroPoll araştırma kuruluşunun son çalışmasında “ülke kötüye gidiyor” diyenlerin oranı kısa bir sürede, dört ay içinde yüzde 35’ten yüzde 50’ye çıkmış görünüyor.Toplumdaki karamsarlık ciddi bir tırmanış gösterirken kimse kendisini güvende hissedemez.İktidar partisine oy verenlerin üçte biri de ülkenin kötüye gittiğini düşünüyorsa güvensizlik tepeye vurmuş demektir.***Toplumun karamsarlığını giderecek olan tek “kuvvet” vardır: Siyaset.Siyasetin dümenini elinde tuttuğuna inanan insanlar, kendilerini güvende hissederler.MetroPoll’ün araştırmasının siyaset, oy tercihleri, oy verdiği partiye sadakat gibi çeşitli unsurları var. Bunların tümünden çıkan sonuç bir olumsuzluk eğilimidir.“Geçen seçimde oy verdiğiniz partiye oy vermeyi düşünüyor musunuz” sorusunun cevabında evet oranı yüzde 63’tür. Bu oran, siyasetin tümüne bakışı gösteriyor.Partilere göre evet oranlarına bakıldığında AKP’de yüzde 78, CHP’de yüzde 58, MHP’de yüzde 64, BDP’de yüzde 80 oranları görülüyor.Bunun tercümesi, AKP ve BDP’nin yine son aldıkları oy oranları civarında bir desteğe sahip olduklarıdır.***MetroPoll’ün “Erdoğan’ın başbakanlık tarzını onaylıyor musunuz” sorusuna yüzde 60 evet çıkmış. Bu oran AKP’nin oy desteğinin üzerinde, ama aynı oranın Aralık 2011’de yüzde 71 olduğu düşünülürse kafalarda azımsanmayacak bir oranda soru işareti oluştuğu görülüyor.Soru Kılıçdaroğlu için ‘muhalefet liderliği’ şeklinde sorulmuş ve evet oranı yüzde 22,4’te kalmış.CHP’ye oy vermiş olanların yüzde 40’ı da Kılıçdaroğlu’nun ana muhalefet lideri görevini yerine getiriş tarzını onaylamıyor.***Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili sorularda sadece iki isim öne çıkıyor: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan.Bu konudaki soruların cevapları üzerine “ince” yorumlar yapılabilir, ama açık, net ve basit bir işaret var: AKP’ye oy verenlerin yanı sıra AKP’ye oy veremeyenlerin bir kesimi de “tepedeki” görevler için iki isim üzerinde duruyor...
Hayvanlarla ilişkimizi düşününce inanılmaz görüntüler gözümüzün önüne geliyor. Canını kurtarmaya çalışan ayı yavrusuna çivili sopalarla vuranlar, hayvan barınağını kundaklayarak onlarca köpeği canlı canlı yakanlar...Bunlar, aynı çevrede yaşadığımız insanlar.Daha önceki yıllarda, neredeyse her sokakta belediyelerin zehirlediği kedilerin köpeklerin cesetleri görülürdü, neyse ki bir süredir bunlar olmuyor.***Bir “Hayvanları Koruma Yasası” var. Şimdi bu yasada bir değişiklik yapılması öngörülüyor. Hayvanseverler ve örgütleri de bir süredir bu yasa değişikliğinin ortaya çıkarabileceği vahim durumlara dikkati çekmeye çalışıyorlar.Çalışıyorlar, ama seslerini fazla duyurabildikleri söylenemez. İnsan hayatının bu kadar değersiz olduğu, terörüyle, trafiğiyle, töreleriyle sürekli insana kıyılan toplumumuzda gözlerini hayvanlara çeviremeyenler de olacağını anlayabiliriz.Yasada öngörülen değişiklik sokaklarda başıboş hayvan kalmamasını öngörüyor. Başıboş bütün hayvanlar toplanacak.Şu anda yürürlükte olan yasa, belediyelere bu konuda yükümlülükler getirmiştir. Başıboş hayvanların barınaklarda toplanması, onlara bakılması ve kısırlaştırılmaları belediyelerin görevidir. Ama belediyelerin çok büyük çoğunluğu bu görevlerini yerine getirmediler, getirmeleri için de zorlanmadılar.***Şehirlerde ve şehir dışı alanlarda milyonlarca başıboş hayvan var; şehirler sahipsiz, bakımsız, ilgiden yoksun kedilerle köpeklerle dolu.Bu hayvanlar yeni yasa değişikliğinin getireceği şekilde toplanırsa, var olan koşullar içinde bakılmaları mümkün olmadığından kaçınılmaz olarak bir kıyıma gidilebilir.Hayvanseverler bu noktaya dikkat çekmek istiyor. Yapması gerekeni yapmamış belediyelerin başıboş kedi ve köpekleri toplayabilecekleri barınaklar yok, bakımları için veterinerleri yok, hangi parayla beslenecekleri belli değil...***Hayvanseverler haklıdır, bu zorunlu toplamanın ardından büyük hayvan kıyımlarının gelmesi çok güçlü bir olasılıktır.İnsanın değeri yok, ne diye hayvanların peşinden koşuyorsunuz, diye düşünenlerimizin sayısının büyük oluşu dolayısıyla, o kıyımların bir insanlık utancı olduğunu söylemeye çalışanların sesleri de duyulmayacak.Ayıplar listemize, gerçek utançlar listemize bir de bunu eklemeden hayvanseverlerin uyarılarına kulak vermek çok yerinde olacaktır.
Balyoz davası kararları üzerine yapılan yorumlardan birinin sonuna bir yazar şu notu koymuş: “Tüm bu olanları tarih kitaplarına koymayın... Çocuklarımız okuyup utanmasınlar...”Olur, koymasınlar, çocuklarımız utanmasın.Ama şunları da koymayın; gizleyin, sözünü etmeyin, yokmuş gibi yapın; siz bildiğiniz hâlde utanmıyorsunuz, çocuklar da utanmasın:***Dersim’i asla koymayın.12 Mart, 12 Eylül tutuklamalarını asla koymayın.Selimiye’deki eziyetleri, işkenceleri asla koymayın.Mamak’taki eziyetleri, cinayetleri bilmiyormuş gibi yapın.Diyarbakır askeri cezaevi olmamış gibi yapın.Bu cezaevlerini öyle unutun ki, vicdan huzuruyla “Silivri Türkiye’nin Gulag’ıdır” deyin ve buna inanır gibi yapın.***27 Mayıs mahkemeleri hiç yaşanmamış, başbakan asılmamış gibi yapın.“Asmayalım da besleyelim mi” diyen darbeci paşaları kimse duymasın.Bir yazıdan, bir çeviriden yıllarca; darbecilerden, katillerden fazla hapis yatmış yüzlerce kişiyi unutun, kimseye de hatırlatmayın.Askeri yönetimlerin yaktırdığı kitapları, filmleri tümüyle unutun, böylece utanmazsınız.33 kurşunu asla aklınıza getirmeyin.Çocuğunuz eğer “1915’te ne olduğunu sorarsa, “o günün şartları” diye bir şeyler geveleyin.Bazı kimselerin annelerinin Ermeni olduğunu gizlemesinin nedenleriyle kafanızı hiç meşgul etmeyin.Sabahattin Ali cinayetini bir meczubun işlediğine inanın ve inandırın.Uğur Mumcu cinayetinin neden hâlâ karanlıkta durduğunu asla sormayın.Abdi İpekçi’nin katilinin nasıl korunduğunu unutun gitsin.Hrant Dink’in “bir arkadaş grubu” tarafından katledildiğine kuvvetle inanın.***Yüzlerce faili meçhul cinayeti, bunlarla övünen “kamu görevlileri”ni aklınıza bile getirmeyin.Özal suikastı konuşulunca “boş ver” deyip geçin.Sabancı cinayetinin arkası her kurcalandığında nasıl tıkandığının asla üzerinde durmayın.Kahramanmaraş, Sivas, Malatya olaylarının nasıl tezgâhlandığından söz edilirken anlatılanlara kulak asmayın.İşkencenin bir zamanlar ne kadar yaygın olduğunu, işkence olaylarının askeri yönetim dönemlerinde katlandığını asla aklınıza getirmeyin.Yargısız infazları asla hatırlamayın.Katillere kahraman muamelesini kimlerin yaptığını asla düşünmeyin.Bütün bunları bilmezseniz hiç utanmazsınız.Bilmezden geliyorsanız da utanmazsınız.