Hayra vesile olur mu?

14 Ekim 2012

AKP’nin “üç yıl üç seçim” planı bozuldu. Şu anda bozulmuş gibi görünüyor. Durumun nasıl kurtarılacağına ilişkin hukuki tartışmalar başladı. Ancak bunun için de “fazla” zorlama gerektiği anlaşılıyor.“Üç yıl üç seçim” planında 2013 sonbaharında yerel seçim, 2014 baharında cumhurbaşkanı seçimi, 2015 yazında da genel seçim yapılması öngörülüyordu.Hukuki bir çözüm bulunamazsa yerel seçim tekrar 2014 sonuna kalacak.Üç seçimin birbirine yakın olmasının toplum için de siyasi partiler için de “yorucu” bir süreç anlamına geldiği doğrudur. Daha bir önceki sandığın tartışması bitmeden seçmenin önüne yeni bir sandık konulacak...***Önceki duruma dönülmesiyle, önümüzdeki ilk seçim cumhurbaşkanı seçimi olacaktır. Bu da AKP’nin “tepesi”ni ilk tartışma konusu hâline getiriyor.Eğer yerel seçim daha önce yapılsa AKP’nin kendi iç düzenlemesinin önemli bir bölümü bu seçim çerçevesinde gerçekleştirilebilecekti.Yerel seçim bir yıl sonra, 2013’te yapılacak olursa, ister istemez önümüzdeki bir yılın birinci iç siyaset konusu da AKP’nin iç düzenlemesi olacak. Siyaset tümüyle buna yoğunlaşacaktır.***Eski duruma dönüş, cumhurbaşkanı seçiminin önümüzdeki ilk seçim olması ise zorunlu olarak dikkati anayasaya çevirecektir. Başbakan Erdoğan ve partisi yeni anayasa ile birlikte başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinin gündeme gelmesinde ısrarlı.Yeni anayasa tartışmaları çok “kuvvetli” olacak. Bunun yanında “Büyükşehir Belediyeleri Kanunu” ile önerilen sistem değişikliği de aslında aynı meselenin “altyapısı”nı tamamlar niteliktedir.***Yerel seçimin tekrar 2014 sonunda yapılacak olması, iktidara da, siyasetin tümüne de, topluma da temel meseleleri tartışmak için zaman kazandırabilir.Bu zamanın iyi kullanılması, temel idari yapıdaki değişikliklerle birlikte bazı “demokratik” reform hamleleri için de alan sağlayabilir.Zoraki hukuk formülleriyle, bunların yaratacağı içeriksiz tartışma ve kavgalarla zaman kaybetmek yerine “üç yıl üç seçim planı”nın bozulmasıyla kazanılan zamanın “hayra” kullanılması imkânına yoğunlaşmak yerinde olacaktır.

Devamını Oku

Seçilmiş vali

12 Ekim 2012

Suriye heyecanının arasında, bütün ülkenin yönetilme sistemini değiştiren bir yasa neredeyse hiç tartışılmıyor.Adı “Büyükşehir Belediyesi Kanunu”, ama başka yasa ve kanun hükmündeki kararnamelerde yapılacak değişikliklerle yerel yönetim sistemi büyük ölçüde değişecek.Yasayla 13 il daha büyükşehir belediyesi olacak ve bu illerde “il özel idareleri” kaldırılacak. Ancak, büyükşehir olmayan illerde il özel idareleri kalacak. Nüfusu 2 binin altındaki belde belediyeleri de kalkacak, bunlar “mahalle” olarak ilçe belediyelerine katılacak. Yasanın özeti bu.***Hükümet sözcüleri bu yasanın amacının yerel yönetimleri güçlendirmek olduğunu, “yerinden yönetim ilkesi”ne bağlı olarak sistemin genişletileceğini söylüyorlar.Yasaya, açıklanmış amacı açısından esas olarak iki eleştiri yöneltiliyor.- İl özel idareleri kaldırılıyor ama, valilerin başkanlığında kurulacak “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri” merkezi yönetimin, hükümetin bir tür denetçisi ve yönlendiricisi olarak çalışacaklardır.- Büyükşehir olmayan illerde il özel idarelerinin varlığını koruması yerel yönetimde “iki ayrı sistem” durumunu yaratacaktır.Yerel yönetim uzmanlarının eleştirilen bu iki hususu ayrıntılı olarak tartışması gerekiyor.***Esasa dönersek; eğer amaç yerel yönetimlerin güçlenmesi, “yerinden yönetim” ilkesinin hayata geçirilmesi ise bunun “tam anlamıyla” yapılıp yapılmayacağının daha açık konuşulması gerekiyor.Valilerin, devletin günlük işlerinin koordinasyonu görevini sürdürdüğü, belediye başkanlarının bir tür “seçilmiş vali” benzetmesiyle şu anda valilerin üzerinde olan birçok sorumluluğu da üstlendiği bir sistemin kesinlikle daha “demokratik” olduğuna kuşku yoktur.Bu sistemde belediye meclislerinin de bir tür “yerel parlamento” statüsü kazanmaları, kesinlikle çağdaş yönetim modellerinin en doğrusudur.***İlk anda gösterilen “eyalet sistemine mi geçiliyor” tepkilerine kulak asılmadan mevcut tasarı gerçek bir yerel yönetim reformuna dönüştürülebilir.Büyükşehir olmayan il belediyelerinin durumu da, belde sistemi de yine bu ilke çerçevesinde ele alınırsa ilk tasarıdaki tutarsızlıklar giderilebilir.“Seçilmiş valiler” sistemine geçiş çok büyük bir idare reformudur ve bir gün nasılsa geçileceğine göre, bunu erkenden yapmak bütün idari yapının demokratik dönüşümü için büyük bir adım olacaktır.

Devamını Oku

Gençlere siyaset

12 Ekim 2012

Siyaseti “kötü”, başka iş yapamayanların yaptığı bir iş gibi gören, göstermeye çalışan anlayışın vazgeçemediği çabalarından biri, gençleri siyasetten uzak tutmak olmuştur.Siyasetle ilgilenen; dünyanın, ülkesinin ve insanların daha iyi bir hayata, daha iyi bir geleceğe nasıl sahip olacağı üzerine kafa yoran genç insanların çoğalmasını “müesses nizam”lar hep kendileri için tehlike olarak görmüştür.On sekiz yaşındakiler için seçilme hakkının da getirilmesi, gençlerin siyasetle daha fazla ilgilenmelerini sağlamak için önemli bir adımdır. “Seçim yatırımı” diyerek buna hemen karşı çıkanlar “müesses nizam”ı koruma reflekslerini tekrar göstermişlerdir.Bu konudaki anayasa değişikliği hakkında CHP’nin ilk tepkisinin olumlu olması ise söz konusu “gençlik hamlesi” için umut yaratmıştır.***Bu hamlenin karşısına çıkarılan gerekçe “askerlik görevi” oldu. Zorunlu askerlik sisteminin şu andaki uygulaması genç insanların hayatlarında “kesinti” olarak yaşanıyor. Ayrıca bazı temel vatandaşlık haklarının kullanılabilmesi için “askerliğini yapmış olmak” gibi bir koşul da var.Askerlik görevi çerçevesinde, aynı anayasa değişikliğiyle, askerlik görevini yapmakta olan er ve erbaşlara da seçimlerde oy kullanabilme imkânı getirilmesi düşüncesi ortaya çıktı.Buna karşı da gelenekselleşmiş bir yaklaşım, ‘asker kişiler siyaset yapamaz, subaylar, astsubaylar oy kullanabilir, ama er ve erbaşlar oy kullanamaz. Bu sistem silahlı kuvvetler mensuplarının siyasetten uzak tutulmasını amaçlamaktadır’ yaklaşımı ileri sürülüyor.Günümüzde gerçek hayatta, askerlik görevini yapan bir gencin siyasetle ilgili fikir sahibi olmasını engellemek mümkün değildir. Geçmişte, iletişimin son derece kısıtlı olduğu dönemlerde gençlerin hayatla ilgilerini kesmek mümkündü, artık değildir.***Askerlik görevini yapmakta olan gençlerin oy kullanamayacaklarına gerekçe olarak gösterilen birkaç “teknik” sebep vardır, ama bu noktalarda duyulan kuşkuları ortadan kaldıracak tedbirler alınabilir. Yeter ki yüz binlerce genç insanın bu hakkının ne kadar önemli bir demokratik hak olduğu kavransın ve teslim edilsin.Gençlere siyasetin yollarını açacak, siyasete ısınmalarını sağlayacak bir düzenlemede tereddüt göstermek, gençlere güvensizlik anlamına gelecek kuşkular dile getirmek, demokrasi ve siyasetten duyulan korkuyu ifade etmekten başka bir şey değildir.

Devamını Oku

AB’den ‘demokratikleşme sürecine’ destek

10 Ekim 2012

Batı’nın “demokrasi takipçisi” kurumlarının hazırladığı Türkiye raporları, daha hazırlanırken bir titreme başlardı. “Bardağın boş kısmı - dolu kısmı” üzerinden konuşmak mümkün değildi, bardak hep boştu.Avrupa Birliği’nin son Türkiye raporu daha resmen açıklanmadan “dolu-boş” üzerinden tartışılmaya başlandı.Rapor ayrıntılı; bardağın hangi kısmının dolduğunu da tespit edip söylüyor, hâlâ boş olan kısımları da güçlü bir şekilde tekraren vurguluyor.Eskinin Ankara alışkanlıkları arasında bu raporlar çıktığı zaman, öfkeyle “iç işlerimize karışamazsınız” tepkisi yükseltip, her raporun hangi düşmanlıklar dolayısıyla böyle olumsuz yazıldığını anlatmaya çalışan, kimseyi de inandıramayan açıklamalar yapmak vardı.Ankara’da böyle “iç işlerimize karışamazsınız” türünden bir karşılık verme, savunma üslubunun neredeyse yok olmaya yüz tutması bile büyük gelişmedir. Bu üslubu kullanırsanız, zaten neden Suriye’yi dert ettiğinizi, Arap Baharına neden karıştığınızı açıklayamazsınız.***Avrupa Birliği ilerleme raporunun içinde dikkat çekilen her hususu aslında hepimiz biliyoruz. O hususların hepsi mevcuttur. İfade özgürlüğüyle ilgili sorunlar da var, yargının işleyişinin yarattığı mağduriyetler de var, bazı dava süreçlerinde olmaması gereken uygulamaların bu davaların esaslarına zarar vermesi meselesi de var.Eskiden bu raporlarda faili meçhul cinayetlerin, işkence olayları listelerinin sıralandığı, kanunlarda yapılması gereken değişikliklerin sayfalarca yer aldığı doğrudur. Artık bu kadar vahim raporlar yazılmaması, yapılması gereken bir şey kalmadığı anlamına da gelmez.***Son raporda yer alan olumsuz tespitlerin birçoğunun kolayca ve hızlı bir şekilde giderilebileceğini raporu yazanlar da görüyor. Tam da bu nedenle neden yapılmadığını anlamakta zorlanıyorlar.Raporun tümünü okuyanlar, “demokratik sürece destek” refleksinin metnin tümüne egemen olduğunu göreceklerdir.Bardağın dolmaya devam etmesi için, bu raporun tespitleri, önerileri de ancak “destek” olarak görülebilir, görülmelidir.Ankara son raporu bu gözle okursa, eksikleri tamamlama iradesine dönmemenin mazereti olmadığını da görecektir.

Devamını Oku

En kötü senaryo

8 Ekim 2012

Suriye’den atılan top mermileri Türk toprağına düşmeye devam ediyor, Türk topçusu da karşılık olarak ateş ediyor.Türkiye’nin “ateş hattı”na giderek daha fazla girmesini, savaşın silahlı bir parçası olmasını isteyenlerin çabaları da sürüyor.Adına “muhalifler” denilen, yapısı ve içeriği tam belli olmayan grubun böyle bir gelişmeyi istemesi doğaldır.“Muhalifler”in bir silahlı direnme gücü vardır, ancak karşılarında, savaş tecrübesi olan, silah gücü yüksek ve henüz ciddi bir bölünme işareti vermeyen Suriye ordusu bulunuyor.Yüksek zayiat veren “muhalifler” büyük olasılıkla Türk ordusunun etkili olmasıyla durumun askeri bakımdan değişmesini ve Esad yönetiminin bu şekilde havlu atmasını istiyor, umuyorlardır.***Orta Doğu’nun genel siyasi çatışma eksenlerine bakılırsa, Türkiye-Suriye çatışmasının tırmanması, Türkiye’yi İran rejimiyle de “hasım” hâline getireceği için İsrail şahinlerinin de isteyeceği bir durumdur.Mavi Marmara olayından beri Türkiye-İsrail ilişkilerinde en kötü dönem yaşanmasına rağmen, böyle bir tırmanma halinde Türkiye ile İsrail “doğal müttefik” hâline gelecektir.İsrail yönetimi, Türkiye ile ilişkisini, fazla taviz vermeden düzeltme isteğini gösteriyor. İstedikleri şekildeki düzelmenin bir savaş hâli dolayısıyla kendiliğinden gerçekleşmesi, İsrail şahinleri için en uygun durumdur.***Cumhurbaşkanı Gül, dün bu mesele üzerine konuşurken “en kötü senaryo gerçekleşiyor” cümlesini kullandı.“En kötü senaryo”nun içindeki ilk unsur sürekli can kaybı olması, bütün kuvvetiyle direnen Esad yönetiminin Suriye’yi uzun süre kan gölüne çevirmesidir.İkinci unsur da Türkiye’nin bu bataklığa çekilmesi ihtimalini artıran gelişmelerin önlenememesidir. Türk toprağına Suriye’den gelen top mermileri bir kez daha can alırsa hangi senaryoların devreye gireceği bellidir.***Suriye’de Esad rejiminin tasfiyesi, bölgede İran’ın tecrit edilmesi sürecindeki en önemli köşenin dönülmesi olacağına göre Esad’ın dış desteklerini kaybetmesi bugünden yarına gerçekleşebilecek bir olay değildir.Bataklık büyük, oyuncular büyük, “en kötü senaryo” sözünün Türkiye için de bütün bölge için de anlamı belli.Üstelik, Esad gittiği zaman bile “en kötü senaryo” ihtimalleri buharlaşmayacaktır.

Devamını Oku

Bilen var mı?

8 Ekim 2012

Sürekli iki soruyla karşılaşıyoruz. Birincisi en sıcak meseleyle ilgili: “Suriye ile savaş çıkar mı?” Bazı siyasi yorumcular “çıkmaz” diye net bir cevap veriyor. Biz de iyimser bir şeyler söylüyoruz.İkinci sorunun cevabı ise her türlü fikir idmanına açık: “Erdoğan’dan sonra AKP lideri ve başbakan kim olacak?”Batı’da oluşmuş siyasi geleneklerde, benzer durumlarda birkaç isim kolayca öne çıkar. Kendisini daha yüksek görevlere hazırlamış siyasiler, partilerinin içinde de kamuoyunda da aşağı yukarı bellidir. Bazen bir aday fazla öne çıkmıştır, bazen bir yarış olur. Yarışı kazanan sadece partisi içinde değil, genel kamuoyu gözünde de “etkili” olan kişidir...***Tayyip Erdoğan iki yıl daha partisinin ve hükümetin başında. Bu iki yıl içinde AKP’ye oy verenler de vermeyenler aynı beklentiler içinde olacak: Suriye sorununun kazasız belasız halli, Kürt meselesi ve terörde çözüm yollarının açılması, medeni bir anayasa.İki yıl böyle ağır bir gündem için kısa bir zamanmış gibi görünebilir. Ama değildir; iki “iç” mesele de neyin olmayacağı, olmaması gerektiği bilinen meselelerdir. Kuvvetli siyasi irade bekleyen meselelerdir.Erdoğan’ın iki yıl içindeki gündemi ağır, bu meselelerdeki çözüm ve yürüme tarzları, ülkenin geleceğiyle birlikte AKP’nin geleceğini de belirleyecektir. Çankaya’ya medeni anayasa yapılmasını sağlamış, silahların susması için mesafe almayı başarmış Erdoğan’ın çıkmasıyla, tersi durumdaki Erdoğan’ın çıkması arasında büyük fark vardır.***Bu süreç nasıl gelişirse gelişsin, Erdoğan’ın iki yıl sonra AKP lideri ve başbakan olmayacağı kesinleştiğine göre toplumda malum sorunun sorulması çok doğal ve meşrudur.Sorunun cevabı ne kadar gecikirse o kadar tedirginlik yaşanması da kaçınılmazdır.Tedirginlik artarsa, şu anda çok dar alanda sorulan, daha çok AKP karşıtlarının umudunu ifade eden “AKP bölünür mü” sorusu da sorulmaya başlar.Bu sorunun devamında gelecek olan da, AKP’nin bir siyasi türbülans yaşaması hâlinde eski düzeni özleyenlerin “restorasyon” hevesleriyle ortaya çıkmalarıdır.“Erdoğan’dan sonra kim” diye soranlara “sizce kim” diye sorduğunuzda gelen cevaplar, -AKP’ye oy vermiş olsun olmasın- “eski dünya”ya takılmış olanlar dışında, AKP’de “türbülans” istenmediğini gösteriyor.

Devamını Oku

O kelimeyi bile sarfetmeyin

5 Ekim 2012

O kelime, “savaş“, birden ortalıkta en çok kullanılan kelime oldu. Öyle bol kullanılıyor ki, ağızlarından savaş lafı çıkıp duranların, kelimenin içeriğiyle ilgili bir fikri olmadığından kuşkulanmak çok yerinde olur.Savaş sözcüğünü olur olmaz sarfedenler, bu korkunç durumun gerçeğe dönüşmesi hâlinde neler olacağını biraz düşünsünler.Belki neler olacağını bildikleri hâlde, öyle olmasını isteyenler de vardır.***Bol keseden savaş diyenler:- Ekonominin ne olacağını düşünsünler. Yatırım yapılmayan bir savaş ülkesinde işsizliğin varacağı boyutları gözlerinin önüne getirsinler.- Okullar, yollar, hastaneler yerine bütün kaynakların askeri harcamalar için kullanılacağını bilsinler.- Sıkıyönetim ilan edileceğini unutmasınlar.- Demokrasi, medeni anayasa gibi kavramların belirsiz bir süre için gömülüp üstünün örtüleceğini düşünsünler.- Her türlü siyasi eleştirinin, farklı fikrin “vatan haini” listelerine yazılmak için yeterli olacağını, soru soranların “moral bozmak”la ve dolaylı olarak “düşmana hizmet”le suçlanacağını da bir kenara yazsınlar.- “Hassas bölge”lerde yaşayanların göç ettirilmesinin büyük ihtimal olacağını da akıllarında tutsunlar.- Bol keseden savaş diyenlerin yaşı yetenleri, Kıbrıs savaşı sırasındaki gece karartmalarını gençlere anlatsın, gençlerin de savaş ortamı hakkında bir fikirleri olsun.- Savaşan bir ülkeye kimsenin ayak basmayacağı, hem de epeyce bir süre insanların “neme lazım” diyeceği, bol keseden savaş diyenlerin akıllarının bir kenarında bulunsun.***“Savaş” kelimesi bu kadar şuursuzca ortada dolaşırken bunları hatırlatmak gerekiyor.Bunları bilenlerin bir kısmı “büyük güçlü ülke” kavramının içeriğinde “savaş”ın olamayacağını unutmuş görünüyor.Bir kısmı ise her şeye “AKP iktidardan gitsin nasıl giderse gitsin” fikri üzerinden baktığı için Ankara’da ne kadar çok savaş kelimesi edilirse, iktidarın dili ne kadar sertleşirse o kadar memnun oluyor.Türk halkına “iç barış” verilemedi, eğer bir “dış savaş” verilirse üçüncü dünyanın her şeyi eksik ülkeleri arasına yuvarlanmanın kaçınılmaz olduğunu herkes bilmek zorunda.Savaşın kelimesini bile dillerinizden atın ve asla onun siyasi sonuçları üzerinden hesap yapmayın.

Devamını Oku

Savaş hevesi mi?

4 Ekim 2012

Suriye’deki kriz bir iç savaş boyutuna ulaşmaya başladığından beri sınırdaki toprağımıza mermi düşüyor. İlk kez can kaybı oldu ve kuşkusuz Türkiye’nin buna tepki göstermesi gerekirdi.Olayın topçu hatasından kaynaklanan bir kaza mı yoksa Türkiye’yi Suriye’ye askeri müdahaleye zorlamayı amaçlayan bir “provokasyon” mu olduğu bilinmiyor.Türkiye ile Suriye’deki Esad yönetiminin “sıcak” çatışmaya girmesinden fayda umanlar kuşkusuz vardır.Böyle bir savaş hâlininin Esad’ın gidişini daha da kolaylaştıracağını düşünenler olabilir. İran’ın da krize karışması hâlinde, oradaki rejimin de böyle büyük bir çatışma ortamında gidebileceğini hesaplayanlar da olabilir.İsrail “şahinleri” bu yolla, kaçınılmaz gördükleri bir bölgesel savaşı daha erkene almayı da hesaplıyor olabilir...***Orta Doğu, siyasetin savaşla, şiddetle yapıldığı bir bölge. Siyasi hedefleri çok kan dökülmesini sağlayarak gerçekleştirme geleneğine bağlı güçlerin etkili olmaya devam ettiği bir bölge.Türkiye’nin Suriye’ye “saldırması”nı öngören bir planın Batı merkezlerinde şu anda yürürlükte olduğuna ilişkin kanıtlar bulunmuyor.Tam tersine, uluslararası toplum, güçlü başkentler, bölgenin büyük bir yangın alanına dönüşmeden değişmesi yönünde tavır alıyor.Bu manzarada kimse açıkça savaş taraftarı görünmüyor.Ancak Türkiye’de böyle bir savaşa hevesli görünen bir dil, bazı çevrelerde kendini belli ediyor.Bu dil, Kuzey Irak’ta Kürdistan oluşumuna karşı da kendini göstermişti.Bu dil, zaman zaman bazı yazarların “Türkiye’nin yeniden imparatorluk hinterlandı yaratması” gibi özlemlerinde de ortaya çıkıyor.***Türkiye’nin Suriye politikası bu heveslerin sahipleri için uygun bir ortam yarattı. Ama Türkiye’nin, Ankara’nın savaşa hevesliymiş gibi bir görüntü vermeye hakkı yoktur.Tam tersine, Türkiye’nin Suriye politikası da, bölgedeki değişimlerle ilgili “demokrasiye destek” politikası da her türlü “savaş hevesi” görüntüsünden arındırılmakla daha güçlü olacaktır, dünyadan da destek alacaktır.Türkiye en son 1974’te Kıbrıs savaşını yaptı. Kazandı mı?

Devamını Oku