İlk “delme” girişimi

10 Eylül 2012

Erdoğan’ın, AKP tüzüğündeki “üç dönem” kuralını işletme kararlılığı konusunda parti içinden kamuya açık herhangi bir tepki duyulmadı.Böyle bir tartışma yapılıyorsa bile dışarı yansımıyor.On yıldır iktidarda bulunan, hâlen halkın yarısının desteğini almaya devam eden bir siyasi partinin ana gövdesindeki ve tepesindeki geniş bir değişikliğin sıkıntısızca gerçekleşeceğini düşünebilmek zordur.Güç dönemlerde yükü sırtlamış siyasetçilerin neredeyse toplu hâlde evlerine ya da etkisiz görevlere gitmeleri kolay değildir.AKP partileşmeden önce ve sonra önemli sorumluluk almış siyasilerin hep birlikte gitmeleri, onların arasında olmasa bile, birçok partilinin, partinin geleceği açısından da kuşku duymasına yol açabilir. Bu da doğaldır.AKP’liler bunları açıkça tartışmıyor, ama değişik çevrelerde “restorasyon” kuşkusu da haklı olarak var.***Belli ki bunlar parti içerisinde konuşuluyor. Ve “Üç dönem” kuralını delme yolunda ilk girişim de ortaya çıktı. Bu girişimin sahipleri kurala “kurucular kurulu” istisnasının getirilmesini istiyor. Yani partinin kurucuları, üç dönem kuralına tabi olmayacak ve merkez yönetiminde, Meclis’te veya bakan olarak, dördüncü dönem de görev yapabilecek.Bu “istisna” bir açıdan mantıklı gelebilir ama, AKP hareketinin en başından beri tepesinde olmakla birlikte, o gün bazı nedenlerle kurucu olmayan bazı isimler de var.AY sonunda AKP büyük kongresi toplanacak ve “değişim”in burada başlaması gerekiyor. Söz konusu “istisna” talebi de bu nedenle şimdi ortaya çıktı.***Ülke kolay bir döneminde değil. “Asıl sorun” çözüm yoluna girmediği için, bunun çevresindeki sıkıntılar da halkta ciddi sarsıntılar yaratıyor.Böyle bir dönemde halkın yarısının oy verme yönündeki iradesini devam ettirdiği ve “asıl sorun” için çözüm beklediği siyasi partinin “yeniden inşa”sının tartışılması gerekir.Eğer bu tartışmalar ve kaygılar Erdoğan’a ulaşıyorsa, en azından partinin “yeniden inşa”sının bir dönem ertelenmesi yoluna da gidilebilir. Kongrede tüzüğe konulacak bir madde ile uygulamanın “bir dönem ertelenmesi” sağlanabilir.Bu durumda muhalefet partileri de başka çevreler de Erdoğan’ın üzerine gidecek, “kendi kuralını çiğnedi” diye bağırıp yükleneceklerdir. Ama o yüklenmelerin, bugünkü koşullarda iktidar partisinin “yeniden inşası”nın yaratacağı sorunlar yanında birkaç günlük bir “sinir bozma” etkisi dışında “esame”si bile okunmaz..

Devamını Oku

Genel vaziyet

9 Eylül 2012

Başbakan, bildiğimiz diğer siyasi iktidar sahiplerinden farksız olarak eleştiri istemiyor, olumsuzlukların üzerine gereğinden fazla gidildiğini düşünüyor.Ancak manzaranın geneline bakıldığı zaman, ülke yine bir garip “türbülans” hâli gösteriyor.Böyle hâllerde eleştirilerin de ölçüsü kaçabilir, ama siyasi iktidar sahipleri bunun gerisini görmekle yükümlüdür.***AKP, 2002’de iktidar olduğunda, bir “yerleşme” evresinin ardından, ekonomik krizden çıkılmasıyla birlikte, önemli “icraatlar” hanesine giren birçok reforma imza attı.Bunları küçümseyen de olacaktır, olabilir; reformların ardında başka niyetler arayan da olacaktır.Son bir yıla bakıldığı zaman ise belli bir “duraklama” hâlini tespit edenler arasında başından beri AKP politikalarına destek verenler de var.“Demokratikleşme”, demokratikleşmenin en önemli ve tarihi parçası olan ve “temel mesele”nin çözümünün de temelini atacak olan sivil anayasa sanki iktidarın gündeminden çıktı.Yeni anayasa çalışması, Meclis’te birkaç milletvekilinin kendi başlarına yürüttükleri, kimsenin ilgilenmediği bir faaliyet hâlini almış gibi görünüyor.***“Duraklama”, başta temel mesele olmak üzere, çeşitli konu ve sorunlarda Ankara’nın klasik devletçi, “idare-i maslahatçı” dil ve üslubunun öne çıkarak sahneyi sürekli olarak kaplaması şeklinde kendisini gösteriyor.Bu üslubun egemen olduğu siyaset türü her gün karşımıza geldikçe “türbülans” hâli de yayılıyor, siyaset, gerilimler üzerine kurulu itiş kakışlarla tıkanıyor.Uludere olayı, Suriye soruları, Gaziantep bombası, derken Afyon şehitleri gibi olaylar her ülkeyi “türbülans”a sokacak büyük olaylardır. Ve bunların her biri karşısında Ankara’da bildik “devletçi savunma” sistemlerinin öne çıkması da “türbülans”ı gidermiyor, doğal olarak kuvvetlendiriyor.***“Genel vaziyet”, vatandaşın yarına bakışını belirler.Genel vaziyette olumsuzluk ağır bastığı zaman eleştirinin de ölçüsü kaçar, en uyduruk senaryolar da dinleyici bulur.Böyle bir dönemden geçiyoruz. Ve böyle dönemlere özgü tuzaklardan kurtulmakta zorluk çekiyoruz.Yaşanan “zorlanma”dan çıkılması için de siyasi iktidarın, eleştirilere takılmak yerine bunların arkasındaki “vaziyet”i isabetle teşhis etmesi gerekiyor.

Devamını Oku

Zor kazanılır kolay kaybedilir

7 Eylül 2012

Güven, öyle bir şeydir ki yıllarca uğraşılarak kazanılır, bazen bir tek kelimeyle kaybedilir.Afyon faciası duyulur duyulmaz insanların aklına gelen olasılıklar, anlamlı anlamsız iddialarla bir anda her yeri sardı.Bir sabotaj ya da terör eylemi sonucunda meydana gelmiş olmaması, bu faciaya yol açan durumun vahametinden bir şey kaybettirmiyor. Yaşanan facia, ülkemizde insana değer verilmiyor oluşunun, insan hayatının ucuzluğunun ağır kanıtlarından biridir.***Olayın ardından yetkili şahıslardan gelen tutarsız açıklamalar hızla ciddi kuşkulara dönüştü. Sorulan soru açıktı: “Yine bizden bir şeyler mi gizleniyor?”Bu soru ortaya çıktığında, sorunun asıl muhatabı olanlar, iktidar sahipleri, oturup ciddi ciddi düşünmek zorundadırlar. Çünkü insanlar, kendilerinden bir şeyler gizlendiği kanaatine vardıkları zaman, onları tersine ikna etmek ve tekrar güvenlerini kazanmak kolay değildir.***Uludere kıyımı bu açıdan ciddi bir kırılma noktası oldu. Olayın izah edilmesi bir yana, sorumlularının arandığına ilişkin inandırıcı bir durum da yaratılmadı, geçiştirme yoluna gidildi.Suriye’de düşürülen askeri uçakla ilgili daha ilk açıklamada onlarca soru kamuoyunun zihnine nakledildi. Bu soruların tümü hâlâ cevaplanmış değil.Gaziantep kıyımında anında PKK gösterildi. Bunun gibi birçok kıyımı üstlenmiş olan PKK hâlâ ısrarla bu olayın sorumluluğunu reddediyor, gözaltındaki zanlıların birçoğu salındı. Bu olayla ilgili duygulu konuşmalar dışında bir bilgi ulaşmıyor.Üçü de büyük olaydır; kanlı, toplumun tümüne acı veren, toplumu geren, kötümser duyguları tırmandıran olaylardır.***Bütün bu olanlar ardı ardına sıralandığı zaman, onlarca soru yüzlerce soruya dönüşüyor. Soruların cevaplarını vermek, söylentilerin yıpratıcı etkilerini gidermek için gerçekleri olduğu gibi anlatmak durumunda olan, siyasi iktidardır.Siyasi iktidarların en büyük güç kaynağı toplum nezdinde kazandıkları güvendir.Kendisine oy vermemiş olanlarda bile belli ölçüde bir güven duygusu yaratabilmiş bir iktidar en güçlü siyasi iktidardır.Uludere’den Afyon’a kadar “Hükümet duruma ne kadar hâkim” sorusuyla gelindi.Hükümet de kendi kendisine sormalıdır, “duruma ne kadar hâkimiz” diye.

Devamını Oku

Zor seçimler

6 Eylül 2012

2014’te yapılması gereken yerel seçimler büyük olasılıkla 2013 sonbaharında yapılacak. Bütün siyasi partilerin birinci gündem maddesi artık doğal olarak, yaklaşık bir yıl sonra yapılacak olan yerel seçimdir.Bundan 8-9 ay sonra cumhurbaşkanı seçimi, ondan bir yıl kadar sonra da 2015’te genel seçimler yapılacak...Yerel seçimlerin ülke genelindeki sonuçları aşağı yukarı bellidir. Belli olmayan, AKP’nin çok yükleneceği “sahiller”deki birkaç büyük şehirde durumun ne olacağıdır.***Bütün bunların ötesindeki önemli bir nokta şudur: Yerel seçimin odağında yine “temel mesele” yer alıyor: İktidar partisinin hedefi, Kürtlerin büyük çoğunluk olduğu şehirleri BDP’nin elinden almak olacaktır.BDP de o şehirleri elinde tutmak ve AKP oylarını geriletmek için bütün imkânları kullanacaktır.“Bütün imkânlar”ın ne olduğu da biliniyor.O şehirlerdeki sonuçlar, eğer AKP’nin oylarının artması, BDP’nin gerilemesi şeklinde olursa AKP bunu Kürt meselesi ve terörle ilgili politikasının “başarısı”, “Kürtlerin PKK’ya olan desteğinin azalması” olarak okuyacak ve sunacaktır.Tersi olur da bu şehirlerde ve ülke genelinde BDP oyları artar, AKP oyları azalırsa, bu durumun nasıl yorumlanacağı bellidir.***Bugünkü koşullar, önümüzdeki seçim kampanyasının ve sonrasının oldukça gerilimli geçeceğini gösteriyor. Erdoğan’ın bugünkü konuşmalarına bakılırsa, kampanyayı nasıl yürüteceğini de tahmin edebiliriz.Yaygın kanaat, iktidar partilerinin bu gibi durumlarda gerilimi artırmayı değil düşürmeyi tercih edeceğidir. Ancak son seçimde Erdoğan’ın tavrı tam tersine oldu. Ve seçimde de BDP oyları azalmadı, hatta bir miktar arttı.Son araştırmalar da benzer işaretler veriyor.***Eğer bu arada Başbakan’ın ima ettiği yönde gelişmeler yaşanır, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılır, bazı tutuklamalar olursa bütün bunların seçime nasıl yansıyacağını tahmin etmek güç değildir.Kürtlerin daha geniş kesimi, olanları “barışçı çözüm” yollarının AKP tarafından tıkanması olarak görecektir.Önümüzdeki “zor seçim”in zorluklarını bir ölçüde gidermenin tek yolu gerilimin düşürülmesidir. Bunu sağlamak da sadece AKP’nin elindedir. AKP’nin kararı artık hayati önem kazanmıştır.

Devamını Oku

İşte buydu “90’lar”

5 Eylül 2012

Yakın geçmişimizin kâbus yıllarıydı 90’lar. Toplumun her kesiminin “düzeleceği yok” çöküntüsüne girdiği, bu ruh hâlinin içinden çeşitli iktidar hesaplarının çıktığı, oyunların oynandığı, kanın devamı üzerine siyaset yapanların etkili oldukları yıllardı.Ankara’dakiler her gün aynı beyanatları verirdi. “Terörün beli kırılmıştır...” “Bunlar terör örgütünün son çırpınışlarıdır” gibi laflar günde birkaç kez tekrarlanırdı.Ankara’nın en tepelerinde “ya bitecek ya bitecek” gibi kararlı ifadeler hâkimdi. Bu “ya”ların ne anlama geldiği pek açık değildi ama genelde “savaşta kararlılık” olarak algılanırdı.***Şehit cenazesi haberlerinin büyük ve sık verilmesi toplumun moralini bozduğu için kısa ve küçük aktarılması istenirdi.Terör haberlerinin de “olumlu” tarafından verilmesi talep edilirdi. Yani “terör amacına ulaşamadı, maalesef birkaç şehit verdik, ama daha fazla terörist öldürüldü” formülü bu haberlerin tümü için geçerliydi.Her köşeden bir “askeri uzman” çıkar, haritalar üzerinde bu işin bitmek üzere olduğunu anlatırdı.Giderek öyle bir hava hâkim oldu ki bir gün bir gazete “Cudi’ye Türk bayrağı dikildi” diye manşet attı. Bunun “terörün kökü kazındı” anlamına geldiğini düşünüyorlardı.Ankara’da tekrarlanan lafların dışında bir şey söylemeye çalışanlar en hafifinden “terörün ekmeğine yağ sürmek”le, en ağırından “PKK yardakçısı” olmakla ve “vatana ihanet”le suçlanırdı.Meclis’teki Kürt milletvekilleri, “terörün Meclis’teki temsilcileri” olarak görülür ve onlara buna uygun muamele yapılırdı.***1991’de “Kürt realitesini tanımak”tan söz eden dönemin başbakanının bir daha böyle sözler etmemesi, daha sonra bir başka başbakanın da ağzından çıkan “Bask modeli” sözünü inkâr etmesi sağlandı.Siyasetten, meselenin toplumsal ve tarihi temellerinden söz etmeye devam edenler için de “andıç”lar devreye girdi, bu korkunun yayılması için çeşitli yöntemler kullanıldı.İşte böyle yaşadık 90’lı yılları.Aradan neredeyse 20 yıl geçti. Kurtulmak bir yana, bu kâbusu her gün, her saat hatırlıyoruz.Gelecek kuşaklar bizi hiç affetmeyecek, çünkü bu “90’lar” kâbusunun yanına “2 binler”i koymamıza ramak kaldı.

Devamını Oku

Sistemdeki arıza

3 Eylül 2012

Son kamuoyu araştırmalarında AKP oylarında belli bir düşüş görünüyor. Geçen yıl yapılan araştırmalarda yüzde 53-56 aralığına kadar yükselmiş olan AKP oyları yüzde 46-49 aralığında çıkmaya başladı.On yıldır iktidarda bulunan bir siyasi partinin hâlâ yüzde 50’ye yaklaşan bir oy desteğine sahip olması tabii ki önemlidir. 2013 sonbaharına çekilmesi düşünülen yerel seçimlerde “daha çok hizmet” talebinin bu oranı artırması da mümkündür.Ancak şu anda, doğal olarak, terör meselesinde olumlu bir gelişme sağlanamamış olmasıyla birlikte Suriye olayının yol açtığı “savaş” korkusunun etkileri görülüyor.***“Topal” olmayan demokratik sistemlerde ne olursa, bizde o olmuyor.ABD’de Demokrat Parti’nin oy desteği azalırsa Cumhuriyetçi Parti’ninki artar.Fransa’da da öyledir, sistemin arızasız işlediği diğer Avrupa ülkelerinde de öyledir.Bizim “topal” sistemde öyle olmuyor. AKP oyları yüzde 55-56 göründüğü sırada CHP’nin oy desteği yüzde 20‘ydi. AKP’nin oy desteği yüzde 46-49 görünürken CHP’nin oy desteği yine yüzde 19-20’de duruyor.Herhangi bir nedenle AKP politikalarından hoşnut olmayanlar, AKP’nin kendisine en yakın bulduğu rakibine yönelmiyor. Bu oylar “tepki oyları” olarak herhangi bir iddiası olması imkânsız küçük partilere dağılıyor ya da tepki, oy kullanılmayarak gösteriliyor.***Siyaset bilimi uzmanı olmaya gerek yok, bu topallığın tartışılmaz nedeni CHP’nin “siyaset üretmeme”ye devam etmesidir. Hükümetin Suriye politikasını eleştirirken, Esad’ı savunma konumuna düşmemek, “ben olsam şunu farklı yaparım” diyebilmek siyasi ehliyeti gösterir.Çok partili düzene geçildiğinden beri AKP en “şanslı” iktidar partisi oldu, olmaya da devam ediyor. Ülkenin temel meselesinde bir muhalefet partisi “biz iktidar olunca nasıl çözeceğimizi görürsünüz”den öteye bir şey söylemiyor, diğeri de “eski usullerle savaşalım” diyorsa o iktidar partisi gerçekten çok şanslı olmaya devam eder.Ama o şansın ülke açısından karşılığı şanssızlıktan başka bir şey değildir.Topal bir sistem, demokrasi “arıza”larına açık bir sistemdir, çünkü “şanslı” iktidarlar rekabetin olmadığı ortamlarda kendilerini değerlendirmeye pek hevesli olmazlar. *****Çok hızlı, çok dolu bir on yıldıYeni bir gazete çıkarmak her gazeteci için maceraların en zevklisidir. O gazetenin “tutması”, hayalin gerçek olmasıdır ki büyük korkular böylece biter, macera bir üst seviyede devam eder.Vatan’ı da, doğmasına karar alındığı günden itibaren böyle yaşadık. On yılda indik çıktık, ama hep çıkacağımıza olan inancımızı koruduk.Vatan’ın on yılı, vatanımızın en hareketli on yıllarından oldu. Hareketsiz, sakin bir on yılı olmayan ülkemizde bu son on yılda yaşanan her değişimin içinde olmak, değişimi anlamak ve anlatmaya çalışmak kolay olmadı.Kavramların kolay karıştığı, eski yapıların direndiği, yeni yapıların zorlandığı ülkelerde en zor iştir gazeteciliği gazeteci gibi yapmak.Vatan’ın ilk on yılına genel olarak baktığımızda eksiğimizle gediğimizle hep gazeteciliği, gazetecilik olarak yapmaya çalışmış olmakla övünebiliriz.Gazete her gün yeniden doğar, her sabah eksileriyle artılarıyla yüz binlerce kişinin önüne gider. Gazeteciliğin ne olduğunu ne olmadığını bilen gazeteci de her gün, bir önceki günün devasa emeğinin sonunda ortaya çıkan ürününün eksilerini ve yanlışlarını da görerek bir sonraki günü hazırlamaya girişir.Gazetecilik bu yüzden çok zevkli bir meslektir. Vatan da on yıldır böyle çıktığı için basının güçlü bir mensubu olmaya devam edecektir.

Devamını Oku

Diyalog yollarını açmak

2 Eylül 2012

Birbiri ardına cenazeler kalkarken, insanların içi acırken “diyalog yollarını açalım” demek temelsiz bir temenni gibi görülebilir. Ama siyaset bunun için vardır. En olmayacak gibi görünen koşulların içinden çözümler üretme, her türlü çözümü de diyalogla geliştirme işidir siyaset.Şu andaki görüntü, her türlü diyalog yollarının tıkanmış olduğu görüntüsüdür.Başbakan Erdoğan’ın BDP ile ilgili sözleri, eleştirileri de tıkanmayı giderecek yönde değildir.Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek’in iki tarafta da tepkiyle karşılanan çağrısı, bu açıdan, görüşme ortamı yaratma imkânı sağlayabilecek bir girişim olarak görülmelidir.***Diyalog yolları tıkandığında, meselenin temeli, insanlar, bu ülkenin insanlarının istekleri de tam anlamıyla “güme gidiyor.”“Akil adamlar” grubu oluşturmanın belki insanları, insanların istediği hayatları hatırlamak bakımından bir faydası olabilir. Ama “siyaset” diyalog yollarının açılmasına destek vermediği sürece böyle girişimler iyi niyetli hatta “safiyane” girişimler olarak kalır, yarattıkları etkiler de buharlaşır gider.Siyasetin üç tarafı da şu anda kilitleri açma yönünde bir harekette bulunmuyor.Gaziantep bombasının PKK’nın üstüne kalmasıyla rahatsızlığı artmış olan BDP siyaset üretmek yerine “laf yetiştirme” konumunda duruyor.Hükümet BDP’yi itmeye devam ediyor.CHP’ninse kilit açmak gibi bir derdi olup olmadığı bile belli değil.Oysa kimin kiminle konuşacağını “halk” tayin etti. “Açılım”ı başlatan AKP’ye yüzde 50 oy verdi.Türkiye Kürtlerinin bir yarısı AKP’ye diğer yarısı da BDP’ye oy vererek açık, tartışmasız bir “görevlendirme”de bulundu.***Halkın verdiği görevden “yan çizen” siyasettir. Diyalog yollarını her durumda açmak seçilerek atanmışların sorumluluğudur. Birbirini sıkıştırarak, “olmazlar” dayatarak diyalog yolunun açıldığı görülmemiştir.Mevcut durumda bütün olumsuzluklara rağmen “ne olabilir”i düşünebilecek, bunları ortaya getirebilecek bir “siyaset üretimi”nden uzak durmak en kötü tercihtir. Ve şu anda da ne yazık ki durum budur.“Bir şey olmaz, böyle gider” duygusu içinde yaşatmak, bir topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür. Toplumda bu duygu egemen olduğunda da “2023 hedefleri” dediğinizde, karşınızda boş ve inançsız bakan gözlerden başkasını göremezsiniz.

Devamını Oku

Parti kapatılır

31 Ağustos 2012

Sadece yeni anayasa teşebbüsünde değil, neredeyse her medeni hamle teşebbüsünde eski duvarlar dağ gibi oluyor, parmak sallayarak dikiliyor o hamlenin karşısına.Medeni bir anayasa için Meclis’te sessiz sedasız bir çalışma sürüyor. Gelinmiş “parti kapatma” maddesine, eski köye yeni âdet istemeyenler hemen dikilivermişler...Eski köyde hayat rahattı, yüksekte oturanlar için. Biraz aykırı bir ses çıkaranın kafasına vurulurdu; o kişi sürüm sürüm süründürülür, siyaset yapmasına izin verilmezdi. Böylece olup biterdi.Artık eski köy yok ama, eski köyün nostaljisiyle kıvrım kıvrım kıvrananlar hâlen mevcut. Her fırsatta da bir yerden çıkıveriyorlar. Meclis anayasa çalışmasında daha önce bir iki kez görünmüşlerdi. Son olarak parti kapatma meselesinde göründüler.Eski köyün nostaljisiyle kıvranan zevat, her zaman aynı bayrağın altından çıkmıyor; bazen falanca partide, bazen bir başkasında boy gösteriyorlar.***Mesele, siyasi partilerin kapatılabileceğinin anayasa metnine girip girmemesi. Tam böyle söylenmiyor ama birilerinin düşündüğü, “kapatılamaz” ifadesi anayasada yer alırsa bundan kendi deyimleriyle “bölücülerin faydalanacağı”dır. “Özgürlükler olsun, ama bu özgürlüklerden kötü niyetliler faydalanmasın” cikletinin modası da son kullanma tarihi de geçeli çok oldu.Avrupa’dan buldukları bir örnek, orada ırkçı-faşist partilerin kapatılabilmesi.Gerçekten bu örnekte samimi olsalar, söz konusu maddenin o ülkelerdeki gibi yazılmasını isterlerdi:Başta ırkçılık olmak üzere her türlü insani ayırımcılık, kin ve nefret söylemine dayanan, şiddet öneren her türlü siyasi ve sosyal örgütlenme yasaktır.Bu yasak getirilirse, medeni bir anayasanın insanı koruyan şerefli ve medeni yasağı olacaktır.Anayasanın girişinde yer alacak böyle bir madde o anayasanın medeni niteliğinin de güvencesidir.Filanca yöneticisi şunu dedi bunu dedi diye parti kapatmaya fazlasıyla alışmış olanlara meselenin böyle olduğunu anlatmak biraz uzun sürebilir.Zaten bu anayasa çalışması öngörüldüğü gibi bu yıl sonuna kadar bitecekmiş gibi görünmüyor.Yine de bilenler bilmeyenlere anlatmaya devam etsinler ki şu medeni anayasa işini yarım yamalak bırakmayalım. *****VedaYurtsan’ın cenazesine gitmek için hareket etmek üzereyken Toni’nin ölüm haberi geldi.Bütün ölümler erkendir, “genç ölüm”dür. Onlar da erken veda ettiler. Huzur içinde yatsınlar.

Devamını Oku