Önce Suriye sığınmacı kampına CHP’li vekiller giremedi. Ardından “Özgür Suriye Ordusu”nun merkez üs olarak Hatay’ı gösterdiği bir belge ortaya çıktı.Suriye Devlet Başkanı Esad ülkesindeki kalkışmayla ilgili olarak doğrudan Ankara’yı suçladı.Suriye’de gerçekte ne oluyor, sorusunun cevabını sadece biz değil bütün Batı medyası aramaya devam ediyor. Sorunun cevabı aranırken de, “Özgür Suriye Ordusu”nda radikal İslamcıların ağırlığı, özellikle de El Kaide bağlantısı ve bilinen bazı “eski mücahitler”in varlığı ortaya çıkıyor.***“Özgür Suriye Ordusu”nun, profesyonel ve uzun savaş tecrübesine sahip resmi Suriye ordusu ile giriştiği çatışmalara bakıldığı zaman “özgür ordu”nun kendiliğinden gelişen halk ayaklanması içinde oluşmuş bir silahlı güçten çok daha “profesyonel” görüntü verdiği de açık. Bütün bunlar bir araya geldiği zaman, Suriye olayında cevabı aranan sorular azalmıyor artıyor.“Özgür Suriye Ordusu”nun merkez üs olarak Hatay’ı gösterdiği belge, olayın başından beri iki tarafın da başvurduğu “dezenformasyon-yanıltıcı bilgi” operasyonlarından birisi olabilir de olmayabilir de.Bu tür dezenformasyonlar, Esad karşıtı cephe tarafından da defalarca yapıldı. Ortalıkta dolaşan “enformasyon”un hepsi doğru olsaydı, şu anda Esad’ın çevresinde, en yakınları dâhil kimsenin kalmamış olması gerekirdi.***Suriye olayı, sadece Suriye halkının özgür dünyaya katılması olayı değildir.Suriye olayı İran’ın yalnızlaştırılması olayıdır.Suriye olayı, Lübnan’a çekidüzen verilmesi olayıdır.Suriye olayı, Orta Doğu’daki çeşitli Batı karşıtı radikal İslamcı hareketlerin bir kısmının kaynaklarının kesilmesi olayıdır.***Ankara’nın Suriye olayında Batı ittifakının en önünde yer almasına ilişkin sorular da hâlâ ortada duruyor. Bu sorulara verilen “Suriye halkının özgürlüğü”, “Esad diktatörlüğünden kurtulma” gibi genel cevaplar, soruları ortadan kaldırmaya yetmiyor.Bu sorular yığıldıkça, Türk toprağının daha geniş bir savaşın alanlarından birisi olma kaygısı da devam edecektir.Gaziantep kıyımı da bu soruların bir parçası ve en kötü ihtimallerin işareti olarak ortada duruyor.
“Muhtıra” kelimesinin asıl anlamının “hatırlatma” olduğunu unuttuk, çünkü hep tehditkâr tarafıyla kullandık.“Hatırlatma” ille de “parmak sallayan”, sert ifadeli bir bildiriyle olmaz, basit bir “evet” ya da “hayır”la da olur.Andy-Ar’ın son kamuoyu araştırması biri çok açık diğeri de “anlayana” iki “hatırlatma” içeriyor.Açık hatırlatma Suriye konusunda.Soru şu: “Hükümetin Suriye konusunda attığı adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?”Cevap: Yüzde 67,1 oranında “olumsuz”.Halkına “içerde barış” taahhüdünde bulunmuş ve bu yönde adım attıkça halk desteği artmış olan AKP hükümetinin Suriye’ye yönelik adımlarının “savaş eşiği” hâli yaratmasından halk hoşlanmıyor. Hoşlansa garip olurdu.Hükümet, bu veriyi “Suriye olayını iyi anlatamamışız” diye de okuyabilir. O zaman da öfkeli “mektup teatileri”nin dışına çıkıp, Suriye olayında “herkesin önünde” olma hâlini açıklamak kadar o hâlin içerdeki terörle bağlantılarını da ikna edici şekilde ortaya koymak durumundadır.***Andy-Ar’ın son araştırmasında AKP’nin oy oranı bir yılın en düşük düzeyine, yüzde 46,7’ye düşmüş görünüyor.Aynı kuruluşun bir yıl önceki araştırmasında bu oran yüzde 55,6’ydı.Bir yıl öncesinde, Kürt meselesi ve teröre çözüm için AKP hükümetinden beklentilerin yüksek olduğu bir hava vardı.Bu son araştırmada CHP’nin oy oranı 19,5 görünüyor. CHP Genel Başkanı’nın Kürt meselesi ve teröre çözümde işbirliği çağrısıyla Başbakan’a gitmesinden sonra yapılan araştırmalarda bu oran yüzde 23,4 idi. CHP iki ay yattı,3,9 puanı gitti.MHP, terörün tırmandığı her dönemde olduğu gibi bir ayda bir puan artarak yüzde 16,1’lik bir desteğe ulaşıyor.***BDP ise bir ayda yüzde 7,1’den yüzde 8’e yükseliyor. Bunu da Kürt vatandaşların hiç de azımsanmayacak bir kesiminin daha “barışçı çözüm” konusunda umutsuzluğunun ifadesi olarak görmek gerekir.Bu yüzde 0,9’un genel oyda 500 bin dolayında yetişkini temsil ettiği düşünülürse olumsuzluğun boyutu daha iyi görülecektir.Halkın “muhtıra”sı çok açıktır, değişmemiştir. “Temel meseleyi çözün” diyor halkın muhtırası, “onu çözerken de ülkeyi ve bizi yeni bir savaş belasının içine sokmayın” diyor.
Kriz ciddidir. PKK’nın terörü tırmandırmasıyla birlikte Ankara, krizi yönetmekten uzak, tam tersine; olayların peşinden sürüklenen bir havaya girmiş durumdadır.Böyle bulanık havalarda daha önce defalarca duvara toslamış öneriler de alandaki boşluktan faydalanarak yine ortada dolaşmaya başlamıştır.Birçok siyasi kişi; bazısı açıkça, bazısı ima yoluyla, girilebilecek en yanlış yolları gösteriyor. BDP’lilerin 500 dolayında olduğu söylenen dokunulmazlık dosyalarının Meclis’te işleme konulması isteniyor.Meclis’teki bütün BDP’lilerin dosyaları işleme konulacak, ardından tutuklamalar gelecek. Ardından da BDP kapatılacak...***Bütün bunlar defalarca yapıldı. 90’lardaki kâbus yıllarında Ankara hükümetlerinin ve devletin politikası yine buydu.Hapse çok adam atarak, büyük cezalar vererek, siyasi partiler kapatılarak terörün sona ermesinin mümkün olmadığını söyleyenler de hain ilan edildi, bunların konuşulması engellenmeye çalışıldı.Bugün yine aynı yolları önermek, eğer cahillik ya da aymazlıktan kaynaklanmıyorsa, bilinçli olarak savaşın, şiddetin tırmandırılmasını istemek anlamına gelir.***PKK savaşı tırmandırıyorsa, siyasetin bundan umulanın ne olduğunu görebilmesi ve asıl onu önleyecek yolları araması gerekiyor.Meclis’te hamasi nutuklar atarak parti kapatma, vekilleri hapse atma önerileri için kamuoyu hazırlama çabaları sadece terörün ekmeğine yağ sürer.Bütün diyalog yollarının açılması, Türkiye’nin Kürt vatandaşlarının barış iradelerini ortaya koyabilecekleri ifade alanlarının genişletilmesiyle terörün alanı daralır.***Tekrar etmek zorundayız; siyasi irade her şeye rağmen barış dilini öne çıkartmak, bunun için de duygusal baskılara kapılmaktan kaçınmak zorundadır.Meclis’ten Kürt vekilleri atınca, bu vekillerin partilerini kapatınca terörün tam tersine alan kazandığını defalarca yaşayarak görmüş olmamıza rağmen bu önerilerle ortaya çıkanlar bulunması şu anda krizin yönetilemediğinin kanıtıdır.Siyaset, siyasi araçlarla hareket edebildiği, siyaset alanı herkes için açık kaldığı zaman terörün alanı daralır. Türk toplumu Ankara’dan bunu beklemeye devam ediyor.
Ekranlardaki terör tartışmalarında bir CHP sözcüsü şöyle dedi: “Hükümet gereğini yapsın, bunun için CHP’ye ihtiyacı yok ki...” Bu, tartışmanın akışı içinde ağızdan kaçmış basit bir cümle değil. CHP’nin durumunun, kendisini çaresiz hissettiğinin itirafıdır.Ana meselenin çözümü için CHP’ye ihtiyaç vardır.CHP’nin içinde bunun bilincinde olanlar da bulunuyor.Kendisini sosyal demokrat olarak niteleyen bu siyasi partinin, Kürt meselesi ve terörle ilgili olarak genel başkan değişimine kadar olan dönemdeki politikası biliniyor.Demokratik çözüm için herhangi bir önerisi olmayan CHP’nin geleneksel tavrı, AKP hükümetinin “açılım” girişimlerini her aşamada “engelleme” şeklinde oldu. Açılım, demokratik çözüm gibi kavramlar uzun süre CHP sözcülerinin ağzından duyulmadığı gibi, bu konuda zihinsel faaliyet yürütmeye çalışanlara da hep mesafeli duruldu.***Baykal-Sav yönetiminin bakışı basitti, eğer AKP hükümeti demokratik çözümde başarılı olur, hatta silahların susmasını sağlarsa, bunun siyasi getirisi de büyük olacaktı, her ne pahasına olursa olsun hükümetin mesafe alması engellenmeliydi.Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığıyla birlikte “mütereddit” döneme geçildi. Demokratik çözüm, barış gibi kelimeler CHP sözcülerinin ağızlarından duyulmaya başlandı, ama bunların tam tersi yaklaşımlar da ortadan kalkmadı.***CHP Genel Başkanı’nın bir öneri paketiyle Başbakan Erdoğan’a gitmesi bir “ilk” olarak geniş destek gördü. Ama parti içerisinde bu girişimin AKP’ye yarayacağı, hatta Genel Başkan’ın Erdoğan’ın dümen suyuna girdiği yolundaki tepkiler de uçuşup durdu.CHP, bu görüşmeden sonra ne yaptı, sorusunun cevabı belli.Terörün tırmandığı yakın günlere kadar CHP’nin herhangi bir faaliyeti olmadı. Yalnızca, “Siyasi” bir hareket olarak Meclis’i toplamak istediler.Meclis’in toplanmasını isteyenlerin, “şunları tartışalım” demeleri beklenirken, CHP’liler kendi aralarında hamaseti bol, fikri sıfıra yakın konuşmalar yaptılar, iş bitti.***Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a götürdüğü önerilerde ve bundan önce kamuoyuna açıklanmış Kürt raporunda, eski döneme kıyasla önemli sayılabilecek bakış açısı farklarının bulunduğu doğrudur.CHP’nin temel meseledeki politikasının ne olduğunu CHP’liler de anlatmakta çok güçlük çekiyor. Ama ülkenin temel meselesinin çözülebilmesi için CHP’ye hâlâ ihtiyaç var.
Bu olayların bire bir benzerlerini yaşamadık mı? Yaşadık. Ama bir kez daha aynı durumla karşılaştığımızda, yine bir kez daha sanki ilk kez yaşıyormuşuz gibi tepki veriyoruz.Siyasiler aynı sözleri tekrarlıyor. Bir alttaki siyasiler aynı sözleri tekrarlıyor.Hepsi ilk kez böyle bir olayla karşılamış gibi, aynı duygusal lafları ardı ardına sıralıyor.Gaziantep olayı da daha önceki benzerleri gibi, aynı şeyi gösterdi. Barış dilinden uzaklaşıldığı zaman, meydan savaşın devamından şöyle ya da böyle çıkarı olanlara kalıyor. Bunlar seslerini yükselttikleri zaman da koro hızla büyüyor.***Geçen yıl, seçim öncesinde AKP barış dilini bir kenara bıraktı, Kürt vatandaşların oyları üzerine BDP ile toplumu germe yarışına girdi.Siyasetin hiçbir kesiminde barış dili öne çıkmıyorsa, hiçbir siyasi hareket barış dilinde ısrar etme basiretini göstermiyorsa bunun sonuçları bellidir.Yine aynı sahneleri tekrar tekrar yaşamaya mahkûm olma hâlimiz devam eder.Türk toplumu, Kürt vatandaşların önemli çoğunluğu dâhil “çözüm” istiyor.Uludere köylülerinin kazada yaralananları kurtarmaya koşmalarının görüntüsünü de küçük tabutların verdiği acının yanına koyduğunuz zaman ortaya “her halukârda barış” umudu çıkar. Çıkmak zorundadır.Her şeye rağmen barış dilini öne çıkarmak, duygusal tepkilerin yükseldiği ortamlarda cesaret ister.Ama kocaman bir ülkeyi ağır prangasından, 70 milyon insanı kemiren kangrenden kurtarmak için de siyasi cesaret gerekiyor.***Hükümet birkaç kez bu cesareti gösterdi. Göstermeye devam etmesini istedikleri için vatandaşların yarısından fazlası AKP’ye oy verme iradesini tekrarlıyor. Habur olayı da onların kafasını karıştırmadı, Oslo görüşmeleri üzerinden yapılan ağır saldırılar da AKP’den soğutmadı.Barış dilini öne çıkaran, barış dilinde ısrar eden siyaset veya siyasetler, barış için cesaret gösteren siyasiler halkın desteğini alacaklardır.Her şeye rağmen barış dili egemen olduğu zaman da herkesin işi çok daha kolay olacaktır.
Bugün Türkiye Kürtlerinin adına; Kürt kimliği ve hakları için siyaset yaptığını düşünenlerin bütün kanatları ciddi bir dönüm noktasında olduklarını bilmek durumundadırlar. Silahla, terörle alınabilecek bir karışlık bir mesafe bile kalmamıştır.Kürt siyaseti içinde yer alanlar arasında bu dönüm noktasında bulunulduğunun farkında olanlar kuşkusuz vardır ve onların bu tespiti daha açık olarak, yüksek sesle söylemelerinin zamanıdır.PKK’nın otuz küsur yıl önce bir avuç maceracıdan oluşan “Apocular”dan bugün Türkiye Kürtlerinin yarısını kontrol eden, Kuzey Irak’ta yeri olan, Suriye Kürtleri üzerinde etkin bir örgüt hâline gelmiş olması, üçüncü kuşağın eline silah vermeye devam etmesi bu yolun sonunun gelmediğini göstermez. Kim, PKK’ya nereden bakarsa baksın, hangi sıfatları öne çıkarırsa çıkarsın, bu işin sonunun geldiğini görmek zorundadır.***Kürt siyaseti içinde, sorunun daha çok kan dökülmesiyle hızla “uluslararası” bir soruna dönüşmesi hesabını yapanlar olabilir, ama bu hesabın temelleri zayıftır.Irak’taki ve Suriye’deki koşullar Türkiye’de mevcut değildir.Türkiye’de demokratik seçimle iş başına gelmiş bir “sivil” hükümet vardır ve bu hükümet, son dönemde aldığı eleştirilerin ötesinde, “sivil toplum”un kuvvetli desteğiyle çok önemli demokratik adımlar atılmasını sağlamıştır.Kürt partisinin seçimlere katılıp, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dördüncü parti olarak yer aldığı bir siyasi ortamda, on beş yirmi yıl önceki temalarla uluslararası destek sağlamak, hele büyük güçlerin “Kürt baharı” ilan edeceklerini ummak şu anda ancak hayal hanesinde kalır.***Böyle bir hayal vardır, Suriye ile savaşa girildiği, bütün ülkede sıkıyönetim ilan edildiği, demokratik hakların “savaş hâli” dolayısıyla askıya alındığı, askeri ve polisiye operasyonların tırmandığı bir durumun hayalini kuranlar vardır.Böyle hayaller kurmak yerine, silahlı yolun bittiğini görerek, her koşulda barışçı ve demokratik süreçlerin devamı için sürekli katkıda bulunan bir Kürt siyasetini Türkiye’nin Kürtleri de bekliyor.Silahların gölgesinden çıkmak için biraz daha cesaret gerekiyorsa, Kürt siyasetinin tümü için bu cesareti göstermenin tam zamanıdır.
Gaziantep’teki kıyım haberi geldiği andan itibaren önce bütün parmaklar PKK’yı işaret etti, sonra Suriye misillemesinden söz edilmeye başlandı.PKK’nın reddetmesine rağmen, bu ihtimal sıfır değildir, Suriye’den ses çıksa da çıkmasa da Esad misillemesi ihtimali de sıfır değildir.Hangisi olursa olsun; vaziyet, ülkemiz topraklarında savaş hâlidir.Ülkesinin toprakları savaş alanına dönmüş insanların nasıl bir ruh hâli içinde yaşayacakları bellidir.İnsanların savaş durumunun daha da tırmandırılması çabaları karşısında kullanıma açık hâle geleceği de sayısız tecrübeyle biliniyor.Türkiye toprağının tırmanmaya açık bir savaş alanı hâline gelmesinden muhtelif siyasi faydalar uman güçler kuşkusuz vardır. Bu şekilde “merkezi otorite”nin çökmesine kadar gidecek bir yol daha açılmasının sonuçlarından siyasi beklentileri olanlar da vardır.***Toprağı savaş alanı olan bir ülkenin ekonomisi de pamuk ipliğine bağlı hâle gelir.Toplumsal ilişkiler alanında da her şeyi savaşın yarattığı ruhsal çöküntüler etkiler.Uludere’den başlayıp Gaziantep’e kadar gelen “tırmanma”nın tersine çevrilmesi tabii ki siyasi güç sahiplerinin elindedir ve bu, birinci görev olarak önlerinde duruyor.Türk toplumu sonsuza kadar bomba yüklü araçların, nereden geleceği belli olmayan kurşunların kâbusu içinde yaşamaya mahkûm edilemez.Bu kâbusu sona erdirmenin yolunu bulmak, Gaziantep kıyımının ardındaki parmağı tartışmaktan, şu andaki hâlimizin kime ne fayda getireceği üzerine kafa yormaktan çok daha acil bir zorunluluktur.***İster Suriye dürtmüş ve terör taşeronları yapmış olsun, ister “yerel” PKK’lılar yapmış olsun, ister merkez PKK yaptırmış olsun, isterse işin içinde akıllara gelebilecek bambaşka parmaklar olsun; sorunun özü aynıdır.Türkiye toprağı savaş alanı olmaktan çıkarılmadıkça, bundan faydalanmak isteyen onlarca “merkez” olacaktır. Böyle ağır bir mahkûmiyetten bu ülkeyi ve bütün vatandaşlarını kurtarmak için de siyasi iradenin/iradelerin çok net bir zihin açıklığına ulaşması gerekiyor.
Başbakan Erdoğan’ın medyaya yönelik üslubu eleştiri ya da tartışma değil “girişme” hâlinde devam ettikçe “toplam zarar” hanesi de büyüyor.Bu tarzla bütün medyayı hedef alır bir görüntü vermesi, gazeteci sıfatı taşıyan kimselerce asla onaylanamayacağı gibi AKP’liler tarafından da savunulamıyor.Herhalde “muhtar bile olamaz” manşeti aklına geldikçe kendisini tutamıyor Başbakan.Gazeteciler ve köşe yazarları gibi başbakanların da üslup ve ölçü ve de hakkaniyet gibi kavramlar çerçevesinde bir sorumluluk alanları vardır.Erdoğan da aklı başında herkes ve gazetecilik mesleğini önemseyen gazetecilerin istediği gibi bir medya istiyorsa, şu andaki tarzıyla bunu zorlaştırıyor.Ülkenin en güçlü siyasi kişisinin tepkisinden çekinenlerin anlamlı anlamsız “otosansür” tercihleri kuşkusuz gazetecilik ruhunun en ciddi hastalıklarından birisidir. Ancak bu çekinme hâli, “gazetecilik yapmamak” için de neredeyse genel bir bahaneye dönüşüyor. ***Başbakan’ın medyaya yönelik tavrının başka bir zararı da giderek medyanın kendi işlev ve görevi ve de “etiği” ile ilgili olarak iç tartışma yapma imkânının kalmamasıdır. Başbakan’ın sert eleştirdiği bir yazarın düşüncesini, üslubunu ya da meslek ilkelerine aykırı tavrını eleştirecek olan da, “yandaş” sıfatı yememek için susacaktır...Başbakan arada olunca meslek ilkelerini ve standartlarını savunmak bile zorlaşıyor.Kapalı kapılar arkasında ya da telefon ahizelerinde benzer suçlamalara hedef olmuş medya bu kez kalabalıklar önünde suçlanınca “şüyuu vukuundan beter” hâli de ortaya çıkıyor, medya içindeki hoşa gitmeyen her icraatta Erdoğan’ın “parmağı” aranıyor.***Başbakan’ın medyayla kavga tarzının mukadder bir önemli sonucu da şudur: Kuvvetli siyasiler medyayla kapıştıkları zaman, genel algı “bazı işlerin iyi gitmediği, savaşın bu yüzden başladığı“ şeklinde ortaya çıkar. “Başbakan neden medyaya bu kadar saldırıyor” sorusuna sokaktaki insan “herhalde bazı sıkıntılar var, Başbakan da bu yüzden geriliyor ve medyayı kontrol altında tutmaya çalışıyor” diye cevap vermeye başlar. Bu durum da “şüyuu vukuundan beter” olacak başka hâllerin tetikçisidir.Siyasetçi medyayı sevmez, medya siyasetçiye “bir gün o da gidecek” gözüyle bakar, ama ne zaman ki her ikisi de işlerini tam yapabilme imkânını gereğince değerlendirirler, demokrasi de sadece o zaman demokrasi olur.