Çocuklarını isteyen analar konusunda asıl mesele çocukların dağa zorla mı, gönüllü olarak mı gittikleri değil, PKK tarihinde ilk defa hem de ‘yurtsever ailelerin’ çocuklarını geri istemeleridir. Tabiki konuyu yakından izleyenler biliyor Abdullah Öcalan’da, diğer kadrolarda ailesinin iznini alarak bu mücadeleye girmedi. Ancak bu tez kimseyi aldatmasın. Bölgede çözüm süreciyle başlayan yeni bir dinamik var.Çocuklarını isteyen analar mevzusuyla birlikte Kürt sorununda bir ezber daha bozuldu. Uzun zamandır ‘PKK’ya karşı önce bölge halkı sesini yükseltmeli’ diyenler şimdi susuyor. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Acı ama bir kez daha söyleyelim bu ülke acılar ve gözyaşı üzerinden bölünmüş durumda. Diyarbakır’da anaların acıları gözmezden geliniyor.Taş atan çocuklardan dağa giden çocuklara...Muhafazakarlar, solcular, liberaller, dindarlar, komünistler büyük bir susukunluk içinde. Bir çocuğu PKK’da olan ‘değer ailesi’ çocuğunu neden geri istiyor? Bu soru tarihidir ve önemlidir.Türkiye, taş atan çocuklara sustu, boşaltılan köylere sustu, işkencelere faili meçhullere sesini çıkarmadı, bölgeden her gün tabutlar gelirken barış istiyoruz demedi. Bari şimdi sesini yükselt. Ama nafile, çünkü Doğu’nun acısını Batı, Batı’nın acısını Doğu anlamıyor. Sonra da bu çocuklar neden dağa çıktı diye soruluyor!Dağa çıkanlar kahraman olarak dönmek istiyor... Bölgeyi iyi bilen gazetecilerden Faruk Balıkçı, ‘örgüte katılımların üst seviyede olduğunu dile getiriken benzer durumun 1999’da yaşandığına’ dikkat çekti. Gençlerin örgüte katılımının sebebinin yeni bir savaş başlatmak değil, dağdan inilme sürecinde ‘ulusal kahraman’ olarak evine dönmek amacı taşıdığını söylüyor.Balıkçı, çocuğunu isteyen analar konusunun politik değil, insani bir mesele olduğunu dile getiriken analığın tüm ideolojilerin üstünde olduğunu belirtiyor.Lice 1994, Lice 2014!22 Ekim 1993’te Lice’de Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Bahtiyar Aydın suikast sonucu katledildi. Üzerinden yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen olay aydınlatılabilmiş değil. Ekim 93’te Lice bombardımanla yerle bir edildi. Yirmiden fazla insan öldü. 640 ev ve iş yeri hasar gördü. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Lice’ye gitti. Ancak Lice’ye girmesine izin verilmedi. Bir yıl sonra Lice’de yine büyük olaylar oldu. Bu defa Refah Partisi heyeti bölgeye gelip bir rapor hazırladı. Bakın 1994 tarihli RP raporunda ne var: ‘50 Kilometrelik bir mesafede 5-6 altı noktada askeri barikatlarla kontrol yapılması vatandaşı canından bezdirmektedir. Operasyon bölgesinde birçok yollar delik deşik (Lice, Kulp) bazı yollar 3 yılan beri stabilize edilmemiş dere taşlarından çalışılmaktadır. 18 Temmuz 1994 günü 108 evin ve 4 işyerinin yakıldığı Lice yangınını ne gazeteler yazmış ne de halkımız duymuştur. Çok sıkı askeri kontrol altındaki bu bölgede bu genişlikteki bu yangının meydana gelmesi ve ilçede sivil ve askeri itfaiye varken hiçbir söndürme çalışmasının yapılmaması, fevkalade manidardır.’Dün güvenlik görevlileri Lice’ye insanları sokmayıp, insanların mağdur olmasına neden olurken bugün süreç tersine dönmüş durumda. KCK bölgede hendek kazmak suretiyle tersinden bir mağduriyet yaratıyor. Vatandaşların araçlarının anahtarlarını toplayarak, köye giden trafolara el koyarak halkına eziyet ediyor. Yirmi yıl önce askeri kontrol noktalarında bekleyen insanlar şimdi KCK’nin kontrol noktalarında bekletiliyorlar.PKK Hizbullah yeniden çatışır mı?Bölgede en çok merak edilenlerden biri de PKK ile Hizbullah’ın doksanlı yıllarda olduğu gibi yeniden çatışmalara başlayıp başlamayacağı. Zaman zaman tansiyon yükselse de eylemsizlik hali iki tarafın da işine geliyor. Buna sebep çatışacaklarına ihtimal dahilinde değil.PKK ile Hizbullah arasında yükselen gerilimin nedeni iktidar ve egemenlik mücadelesidir. Bugün bu mücadelede geçici ateşkes sağlansa da ilerde yeniden bu rekabet ortaya çıkacaktır.Diyarbakır izlenimlerine yarın devam edeceğiz?
Uçak Esenboğa’dan havalanırken dalgın gözlerle etrafa bakıyordum. Doksanlı yıllarda bölgede büyük bir trajedi yaşandı. Boşaltılan köyler, dışkı yedirilen insanlar, faili meçhul cinayetler, işkenceden ölen insanlar, devletin yolunu kapattığı için köyüne gidemeyen insan hikayelerine tanıklık ettik.Kaderin cilvesine bakın ki bu defa devlet kaynaklı bir hak ihlali için değil PKK’lı olduğu halde örgütten çocuğunu isteyen analar için Diyarbakır’a gidiyorum. PKK, kurulduğundan bu yana ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyoruz. Bu bağlamda yeni ve tarihi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu belirtmem lazım.Birkaç yıl önce asker analarının ‘benim evladım son olsun, hiçbir ana bir daha bu acıyı yaşamasın’ çığlığı demokratik çözümün önünü açmıştı. Diyarbakır’da başlatılan bu eylem de eminim yepyeni bir sürecin kapısını aralayacaktır. Bu olaya farklı hesapla bakanlara hatırlatalım, anaların başlattığı bu inisiyatif politik değil insani bir eylem.Diyarbakır’dan yükselen çığlıkAnaların çığılığını yükselten isim Aysel Böçkün. İlk defa oğlunu isteyen o oldu. Onun bu mücadelesi diğer analara esin kaynağı oldu ve olay çığ gibi büyüdü. Dün Büyükşehir Belediyesi önünde görüştüğümüz insanlar devlete ve BDP’ye çağrı yapıp, çocuklarını geri istediklerini söylediler.Size cesur yürek bir annenin hikayesini anlatmak isterim. Aysel Böçkün’ün öyküsünü dinlediğinizde olay hakkında sanırım daha objektif bir kanaat edineceksiniz. Aysel Böçkün evli, üç çocuk sahibi. Medyayla görüşmüyor ve söyleşi vermiyor. Aysel Böçkün’ün ana ve babasını 95’te sivil polisler evden almışlar ve bir daha haber alınamamış. Bir kardeşini Lice kırsalında kaybetmiş. Bir kardeşi hala cezaevinde. Dört kardeşi ise yurt dışında.Hem devlete hem BDP’ye çağrıAysel Böçkün, kızlık soyadıyla Aysel Mordeniz. Anası evden alınırken ‘kardeşlerin sana emanet onlara sahip çık’ demiş ve bu anasını son görüşü olmuş. Çocuk yaşta, yanında kardeşiyle komşularına sığınmış. Büyüyüp evlenmiş ve kendisi de ana olmuş.Sinan, 23 Nisan’da güvercinlerini akşama kadar iyi bak diye annesine emanet ettikten sonra arkadaşlarıyla pikniğe gidip, geri dönmüyor. Diğer çocuklarla birlikte piknikten dağa götürülür. Aysel hanım oğlunu istemek için gözyaşlarıyla tüm kapıları çalmış. Onun bu samimi mücadelesi on gün sonra sonuç vermiş ve oğlu iade edilmiş. Aysel hanım, tüm anaların evlatlarına kavuşmasını istiyor. Devlete ve Kürt siyasi hareketine çağrı yapıp, çözüm sürecini hızlandırmasını istiyor.10 maddede anaların eylemi ya da ‘hey onbeşli’!1. Bu ailelerin neredeyse tamamı BDP’li. 2. İstisnaları olmakla birlikte çocuklar zorla değil, kendi istekleriyle dağa gidiyorlar. 3. Türkiye, taş atan çocuklar gerçeğinden sonra şimdi de çözüm sürecinde dağa çıkan çocuklar gerçeğiyle karşılaşıyor. 4. Anaların sessiz çığlığı tüm ülkeye büyük bir insanlık mesajı veriyor. Analar, artık bu sorun çözülmeli ne doğudaki, ne batıdaki ana ağlamamalı. 5. Olay yeni başlamakla birlikte büyüme potansiyeli taşıyor. 6. Bazıları anaların bu eylemine ‘ajan-hain-işbirlikçi’ diye yaftalamasına rağmen olay kendili ğinden başladı ve analığın ideolojisi bulunmuyor. 7. Bu olay çözüm sürecini yeniden göndeme taşıdı ve yeni bir farkındalık oluşturdu. 8. Çözüm sürecine rağmen ‘dağ mitosu’ hala gençler için bir yol olabiliyor. 9. Çözüm süreciyle birlikte bölgedeki asıl travmaların ortaya çıktığı görüldü. 10. Hükümetin sorunu PKK’nın yanlışları üzerinden değil, mevcut gerçekler üzerinden okuması ve süreci hızlandırması gerekiyor..Abdullah Öcalan ne diyecek?Bugün İmralı Adasında Abdullah Öcalan’la BDP heyeti arasında bir görüşme var. Öcalan’ın Nevroz mesajıyla başlayan dönem içerisinde sürecin hızlanması, müzakerelerin yasal alt yapıya kavuşturulması, adadaki koşulların iyileştirilmesi gibi talepleri olduğunu biliyoruz.On sekizinci BDP heyeti bugün adada olacak. Başta çocuklarını isteyen analar, BDP-HÜDAPAR gerilimi, bölgede yükselen tansiyon, HDP’de yeni yönetim, PKK’nın eylemlere yeniden başlaması gibi başlıklarda görüşlerini iletecek. Muhtemelen Öcalan, ‘kendisinin zorda olduğunu belirtip, süreçteki aksaklıklara dikkat çekecek, sürecin devam etmesini ve çocukların analarına teslim edilmesi gerektiğini’ söyleyecektir.İzlenim ve analizlerimize yarın devam edeceğiz.
Uçak Erzurum Havaalanı’na indiğinde bizi çiçek kokularıyla birlikte güneşli bir bahar havası karşıladı. Doğu Anadolu’ya bahar yeni geliyor ve her yer çiçek bahçesi gibi. Zirvesi karlı Palandöken’i geride bırakıp Ağrı’ya doğru yol alırken bölgedeki değişimi de görüyorsunuz. Son yıllarda büyük yatırımlar yapılmasına rağmen hâlen kamu hizmeti açığı var.Ağrı ile Erzurum arası otomobille yaklaşık iki saat sürüyor, duble yolun neredeyse tamamı bitmiş. Avlularında yığın hâlinde tezeklerin, toprak damlarında çanak antenlerin olduğu yoksul köyleri geride bırakarak yol alıyoruz. Eskiye nazaran sayıları azalsa da geniş çayırlarda hayvan sürüleri görüyorsunuz...Seçimin yenilenmesi kime fayda sağlar?Hasankale’yi geçtikten sonra yağmur başladı. Oldukça pastoral ve lirik bir manzaradan geçerek efsaneler diyarı Ağrı’ya vardık.Çoğu Anadolu şehri gibi Ağrı’da da tek cadde var. Şehrin kalbinin attığı caddenin adı Cumhuriyet Caddesi, başka cadde olmadığı için halk mecburiyet caddesi diyor. Ağrı’ya ilk defa 1990’da trenle gitmiştim. Hayalimdeki resimde tozlu yolları, kavak ağaçları kalmış.Ağrı’da çok sayıda kahve ve çay ocağı var. Yolda gören davet edip çay ikram etmek ve konuşmak istiyor. Kahve milletinin asil ama fakir insanları seçimden çok çözüm sürecini konuşuyor. Sürecin uzaması ve son dönemde konunun gündemden düşmesi, adı konulmamış bir tedirginlik yaratmış.Akılda seçim, yüreklerde çözüm süreci var...Esnaflar Çay Ocağı ile Şark Çay Ocağı karşılıklı konumlanmış. İkisi de dolu. Belli ki müdavimleri farklı. Nesim amca, ‘Teyyip Bey’e söyleyin çözüm sürecini devam ettirsin, çocuklar ölmesin’ derken, söylediklerimi yazamazsınız diyen Mehmet ‘hükümetin oyalama taktiği güttüğünü, Öcalan’ın muhatap alınmasının önemli olduğunu ancak serbest olmadan müzakerelerin sağlıklı biçimde ilerlemeyeceğini’ dile getiriyor.Seçimin ertelenmesi kime fayda sağlıyor?BDP’de AK Parti taraftarları da seçimi kazanacaklarını belirtirken şehirde gözle görünür bir ‘sessizlik’ var. AK Parti Ağrı’da seferberlik ilan etmiş durumda. Adıyaman Vekili Ahmet Aydın ve akil insan Emin Ekmen bir aydır burada. AK Partililer seçime asılıyor ve alacaklarını söylüyorlar. KCK davasından cezaevinden yeni çıkmış BDP’li Cengiz ‘işsiz olduğunu, seçimin kimlik seçimi olduğunu ve seçimin favorisinin kendileri olduğunu iddia ediyor.Başbakan Erdoğan meydanda yeni vaatlerde bulundu. Doğal gaz getirilmesi, elektrik borcu faizlerinin silinmesi öne çıkan hususlardı. Ancak Ağrılılar için en büyük sevinç Erdoğan’ı yeniden görmekti.Saadet Partisi kimden oy alıyor?Başbakan Adliye Sarayı’nın önündeki miting alanına 14.00 gibi geldi. Yerel gazeteciler Başbakan’ın 10 Mart’ta yaptığı ilk mitinge göre bu mitingin daha kalabalık ve coşkulu olduğunu söylediler. Ağrı’da seçim Hasan Aslan ile Sırrı Sakık arasında değil Ağrı ile Tayyip Erdoğan arasında geçiyor. Başbakan da zaten adaya değil, hizmete ve davaya oy istedi.Saadet Partisi aktif çalışıyor. Gülen hareketinin dolaylı olarak SP adayını desteklediği ve AK Parti kazanmasın diye kampanyaya destek verdiği iddiaları var. SP’nin, AK Parti’nin oylarını alacağı düşünüldüğünde mücadele daha da kızışıyor.Ağrı Dağı Efsanesi ya da Ağrı Dağı’na ateşi kim yakacak?BDP adayı Sırrı Sakık ‘demokratik siyasetin önemini vurgularken iptal edilen seçimden sonra Başbakan Erdoğan’la uzun bir görüşme yaptıklarını, başta çözüm süreci olmak üzere Ağrı seçimini konuştuklarını, seçimin Türkiye ve Ağrı için hayırlı olmasını dilerken mağdur edildiklerini belirtiyor.Ağrı’da kıran kırana bir mücadele var. Sonuç, son gün foto finişle belli olacak. Görünen o ki ilginç neticeler alınacak. Ağrı, çözüm süreci ve müzakereler; Yalova, cumhurbaşkanlığı seçimi için önemli mesajlar verecek.Ağrı Dağı Efsanesi Yaşar Kemal’in etkileyici anlatımı ve sürükleyici öyküsü ile önemli eserlerden biri. Çoban Ahmet’in, uğruna ölümü göze aldığı Gülbahar’ı alabilmek için Ağrı Dağı’na ateş yakması lazımdır. Sonucu ve konumuzla ilgisini de kitabın kendisinden okuyunuz...
Başbakan Erdoğan, Alevilerle ilgili bir paket hazırlandığını ve kanaat önderleriyle görüşebileceğini söyledi. Erdoğan, “Özellikle Alevi aydınlarımızın kararlılığı, birçok şeyi değiştirmeye yetecek” dediBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan, UETD Köln toplantısı dönüşünde uçakta gazetecilerin gündeme dair sorularını cevaplandırdı. Almanya’nın olumsuz tavırları başta olmak üzere, Ali’siz Alevilik, Okmeydanı olayları, Cumhurbaşkanlığı seçimi, Koç grubuna dair açıklamalarda bulundu. Erdoğan bunu açıkca ifade etmese de Köln konuşması Cumhurbaşkanlığı seçim startının verdiği yer oldu. Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarının söylem analizi yapıldığında Erdoğan’ın Köşk’e aday olacağı ve ilk turda seçileceğine dair bir beklenti içinde olduğunu gösteriyor.‘Ali’siz Alevilik’ çalışması- Siz Almanya’ya daha önce de gittiniz. Şimdi yapılan bu karalama kampanyasını neye bağlıyorsunuz?Özellikle burada gerek bölücü terör örgütü, gerekse “Alisiz Alevilik” diye burada bir çalışma var. Bu çalışma acımasız bir şekilde devam ediyor. Bunlar ülkemize de nüfuz etmenin gayreti içindeler. Biz bunu defaatle Alman yönetimine bildirdik, uyardık, ikaz ettik. Bakın bunlar bölücüdür ve mezhepsel bir alt yapısı var. Ama bir dil olarak da kendilerini ortaya koyamıyorlar. Burada biraz hassas olmanızda fayda var, dedik. Bugün mesela onların da mitingi vardı. Gerçi bize uzak bir yere vermişler onların miting müsaadesini. Sadece bizim bu toplantımıza yönelik yapılan bir hareket.‘Yüzde 9 destek alıyoruz’- Gezi olanlarından bu yana bir takım eylemler var. Bu eylemlerde Alevi vatandaşların öne çıktığını veya çıkarıldığını görüyoruz. Size göre neler oluyor, Almanya’daki gelişmeleri de dikkate alırsak, Türkiye’de Alevilerle ilgili bir plan mı var?Biliyorsunuz, Alevi vatandaşlarımızın arasında aslında Türkiye’de bir yeknesaklık yok. Çok farklı gruplar var. Almanya’dakilerin durumu ise, Türkiye’deki Alevi vatandaşlarımızdan çok daha farklıÖ İsim vermeyeceğim, ama bir ara CHP’den aday olmak istemişti, sonra başarılı olamadı, bir kişi var. Almanya’da bu işi kurcalayan, karıştıran o. Tabii Türkiye ile bunların kopuk olması oradan geliyor.- Aleviler partinizi destekliyor mu?Şu anda bizim Alevi vatandaşlarımızdan oy noktasında çok ciddi bir destek aldığımızı söyleyemem. Ama CHP’den sonra yine en fazla desteği biz alıyoruz. Yüzde 70’in üzerinde CHP’nin aldığı bir destek var. Biz yüzde 9 civarında bir destek alıyoruz. Öyle veya böyle, mesela (Okmeydanı’ndaki son hadiselerde) bu iki gencimizin, aslında ikisi Alevi değil, biri Alevi. Fakat o Alevi gencimizin herhangi bir olaya karışmışlığı yok. Sadece cemevindeki bir cenaze törenine gitmiş, o sırada oluyor hadise. Diğerinin ise hiç alakası yok. Ben her iki gencimize de Allah’tan rahmet diliyorum. Böyle bir eylem ortaya konulmamış olsa, bu durum söz konusu olmayacaktı. Fakat o bölge ne yazık ki, DHKP-C terör örgütü başta olmak üzere bazı örgütlerin bir kuluçka yuvası haline geldi. Şu anda tabi gereği yapılacak, o ayrı bir konu.‘Onları kararlı görmek istiyoruz’- Alevi vatandaşlarla ilgili hükümetinizin daha önce çalıştayları oldu. Raporlar yayınlandı. Yine böyle bir çalışma olacak mı, sizin bu kesimin kanaat önderleri ile görüşmek gibi bir planınız var mı?Böyle bir plan yok diyemem, var. Şu anda ilgili bakan arkadaşımın da bu yönde bir çalışması, gayreti var. Bizim üzüldüğümüz şey şu: Biz onları daha kararlı görmek istiyoruz. Onların kararlılığı, özellikle Alevi aydınlarımızın kararlılığı, bir çok şeyi değiştirmeye yetecek. Onları terörize etmeye çalışan illegal örgütlere karşı Alevi vatandaşlarımızın duruşu çok önemli. Teröre bulaşanların içinde Sunniler yok mu, Sunniler de var. Bunu da görmemiz lazım. Burada onların inanca yönelik duygularını kullanabiliyorlar, mı kullanabiliyorlar mı, mesele budur. Buna müsaade etmmemek lüzum. Ben herhangi bir inanç grubu ile görüşmede hiçbir sıkıntı yaşamıyorum. Yeter ki biz birbirimizi rahatlıkla anlayabilelim. Rahatlıkla dinleyebilelim.- Önümüzdeki dönemde yeni çalışmalar olabilir mi?“Mesela dün bir paket getirdiler. Birçok konular var. Mesela diyorlar ki maaş. Diğer grup kalkıyor diyor ki, biz bu devletin maaşlı memuru haline gelemeyiz. Mesela bizim şu anda devlet olarak, diyorlar ya cemevleri falan... Camiyi devlet yaptırmıyor ki, cemevlerini devlet yaptırsın. Yer noktasında aslında belediyelerimiz her türlü tahsisi yapıyor, burada da bir sıkıntı yok. Ama tanımlamalar konusunda sıkıntı var. Diyanet bu noktada diyor ki: “Biz buna mabet diyemeyiz”. Çünkü, Türkiye’deki Alevi vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti ne diyor? “Ben Müslümanım” diyor. Türkiye’deki Alevi vatandaşlarımız, ‘Ben, Müslümanım’ dediğine göre, o zaman bir bölünmeye zemin hazırlamamak gerek.”Cemevleri için destekBununla birlikte cemevleri noktasında tam bir fikri birliğe kavuşamamış olsak da, bunların yapımına belediyeler aracılığıyla destek veriyoruz. Nasıl camiler dernekler vasıtasıyla inşa ediliyor, idamesi sağlanıyorsa Diyanet de sadece imamı, müezzini görevlendiriyor.Bazıları Diyanet’in kaldırılmasını teklif ediyor. Diyanet, bir defa anayasa hükmüdür. Türkiye’de şu anda böyle bir şeyin yapılması kabul edilebilir mi, edilemez mi? Böyle bir şey kabul edilemez.KÖŞK ADAYI HAZİRAN ORTASI AÇIKLANACAK- Cumhurbaşkanlığı konusunda kararınızı verdiniz mi?İstişareleri daha henüz tamamlamadık. Hatta Almanya’daki STK’larla yaptığımız toplantıda oradaki başkanlar, ‘Bizi bir çağırıp, istişare yapmayacak mısınız?’ diye sordu. Bu istişarenin nereye geldiğini gösteriyor. Onlarla görüşeceğim gibi, Türkiye’deki STK’larla da görüşmelerim olabilir. Önümüzdeki haftadan itibaren onları ziyaret etmeye başlayacağım. Kendisinden özellikle ülkemizin ortak değerleri noktasında destek alabileceğimizi düşündüğümüz STK’ları ziyaret ederek onların hem geleceğe yönelik ufuk verme düşüncelerini alacağım. Yurtdışındaki STK’ları da topluca iki üç grup halinde davet edeceğim.- Adayınızı ne zaman açıklayacaksınız?Mayıs sonu demiştik ama şu gelişmelerden sonra haziranın ortaları olabilir.‘Almanya iyi bir evsahipliği yaptı’- Bu toplantıdan sonra Almanya’nın tavrında bir değişiklik bekliyor musunuz?Şimdi herhalde bizim dikkatli bir şekilde verdiğimiz mesajları değerlendireceklerdir. Bizim toplantımıza gelenler, onların zannettiği gibi bir topluluk değil. 17-18 bin kişi salona girebildi. Dışarıya ekran müsaadesi vermediler. Köln Belediyesi maalesef önceden olumlu baktı, ama sonradan müsaade etmedi. Ona rağmen gayet güzel bir toplantı oldu.- Bazı medya organlarının yazdıklarının tersine, Alman hükümetinin karşılaması gayet olumluydu, bunu neye bağlıyorsunuz?Şimdi tabi oyunu bozması bakımından çok önemli. Yani, “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın Almanya’ya gelmesini istemiyorlar” denildi. Böyle bir hava hissettiniz mi? Korumasıyla, güvenliği ile her şeyiyle ellerinden geleni yaptılar. Çok da dikkatliydiler, iyi bir ev sahipliği yaptılar. Ama tabi Türkiye’deki o bir kısım medya, Almanya’daki bir kısım medya ile adeta organize bizim oraya gidişimizi engelleme gayreti içerisinde oldu.‘Pensilvanya tam göbeğinde’- Bir gerginlik yaratılmaya çalışıldı. Bu gerginliğin Pensilvanya neresinde?Pensilvanya, bu işin tam göbeğinde. Neresinde diye bir şey yok. Tam göbeğinde. Şu anda hangi taşı kaldırsan altında o çıkıyor. Ve maalesef farklı dini gruplarla dinler arası diyaloğu kurabilen Pensilvanya, kendi ülkesinde Müslüman kardeşleri ile diyaloğu kuramamış, onları çok farklı bir şekilde itham etmeye başlamıştır. Sen bu kadar dinini bilen, dinden anlayan olarak konuşuyorsun. Ama ben önce Allah’ın, Kur’an’daki kesin hükmünün, ‘Ancak inananlar kardeştir’ hükmünün gereğini yerine getiremiyorsun. Şöyle bir sürecin içindeyiz. Türkiye’dekilerden, Pensilvanya’daki zatın arkasında, izinde olanlardan bazılarının yavaş yavaş Türkiye’den kaçmaya başladıklarını görüyoruz. Ulusal birliğimizi, güvenliğimizi tehdit eden böyle bir yapılanmayı eğer biz çökertmezsek ülkemizin geleceği için çok ciddi sıkıntı verecektir.”Erdoğan, Kurt’un babasını aradıBaşbakan Erdoğan, Okmeydanı’ndaki olaylarda hayatını kaybeden Uğur Kurt’un babası Kemal Kurt ile dün bir telefon görüşmesi yaptı. Kurt’a rahmet, aileye de sabır dileyen Başbakan Erdoğan, acılı babaya olayın takipçisi olacaklarını söyledi. Başbakan Erdoğan’ın, Uğur Kurt’un hayatını kaybetmesine yol açan hadisenin aydınlatılması için balistik incelemeler başta olmak üzere gereken her şeyin titizlikle yapılacağını belirttiği öğrenildi. Baba Kemal Kurt’un da Başbakan Erdoğan’a teşekkür ettiği, alile olarak olayın aydınlatılmasını beklediklerini dile getirdiği öğrenildi.
Roma Hükümdarı Claudius tarafından kurulan Köln, Avrupa’nın önemli kültür ve sanayi şehirlerinden birisi. Alman sanayinin kalbi bu bölgede yani Ruhr Havzasında atıyor. Başbakan Erdoğan’ın uçağı bulutlu ve hafif yağmurlu bir havada Köln Askeri havalanına indi. Başbakanlık kaynakları askeri havalanına inmemizi ve pasapor kontrolü yapılmamamasını Alman hükümetinin jesti olarak değerlendirdirler.Yazıyı yazarken henüz Başbakan Erdoğan, Köln Lanxess salonunda konuşmaya başlamamıştı. Ancak salonun dışına taşan bir coşkulu bir kalabaşığın olduğunu belirtmem lazım. Başbakan önce Almanya’da yaşayan Türklerin kurduğu Sivil Toplum Örgütü temsilcilerini kabul etti.Ren nehri Köln’ü ikiye bölerken büyük bir zenginlik ve bereket sağlıyor. Başbakan Edoğan’ın konuşmasını yaptığı salon hemen meşhur Köln Katedrali’nin yanında. Köln, Hırıstiyan aleminde; Kudüs, İstanbul ve Roma’nın ardından kutsal şehir olarak biliniyor. Gotik tarzdaki katedral Kuzey Avrupa’nın en büyük ibadethanesi olarak kabul ediliyor.Küçük İstanbul’a hoşgeldiniz!Köln ikinci dünya savaşında yerle bir olmuş. Köln’ün yeniden ayağa kalkmasında Türkiyeli işçilerin büyük emeği var. Resmi rakamlara göre Almanya’da 3 milyon Türkiye vatandaşı var. Bunların neredeyse üçte biri Kuzey Ren Eyalatinde yaşıyor. Köln’ün Keup Caddesi’ne Küçük İstanbul adını vermişler.Başbakan Erdoğan’ı yol boyunca vatandaşlar sevgi gösterileriyle karşıladı. Otelin önünde coşku zirveye çıkarken havadan gül yağdı. Başbakan Erdoğan bir yandan güllerle karşılanırken diğer yandan karşıt gösteriler de vardı. Şehrin farklı noktalarında, göçmen kaşıtlarının, aşırı sağcı partilerin ve en önemlisi Alevi Birlikleri Federasyonu’nun Erdoğan karşıtı toplantıları oldu.Almanyada yaklaşık 1.5 milyona yakın seçmen olduğu söyleniyor. Bu oranın yaklaşık % 3-4 gibi bir oya tekabül ettiği ifade edilirken bunların büyük kısmının Erdoğan taraftarı olduğu iddia ediliyor.Ozan Ceyhun ‘Erdoğan iyi ki geldi!’Almaya’da yükselen Türkiye aleyhtarı havayı ve Alman hükümetinin tavrını Avrupa Parlamentosu eski SPD Milletvekili Ozan Ceyhun’la konuştuk. Ozan Ceyhun, son dönemde Alman basınında çıkan yazılarla birlikte Başbakan Erdoğan’ın gelmesinin başka bir anlam kazandığını ve Türkler için bir gurur sınavını döndüğünü söylerken Erdoğan’ın ziyaretinden memnuniyetini dile getirdi.Ozan Ceyhun; Almanya’da Türkiye aleyhtarı havanın Alman Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyaretinden önce başladığını belirtirken, asıl nedenin Türkiye’ye karşı bir kıskançlık olduğunu iddia ediyor. Ceyhun, Almanya’nın Türkiye’Ya olan tepkisinin üçüncü köprü veya Türkiye ekonomisinin yükselmesinden değil, asıl olarak Türkiye’nin son dönemde Almanya’dan görüş almaması olduğunu vurguluyor.Ceyhun son dönemde yaşanan durumu Almanca ‘obstimme’ yani Türkiye’nin Almanya’dan onay almaması olarak değerlendirirken özellikle Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da Almanya’nın geri plana düşmesinin Almanya’nın Türkiye politikasını değiştirdiğini ifade ediyor. Ceyhun daha da ileri giderek Almanya’da bazı siyasetçilerin ‘askerlerin yönettiği Türkiye’yi, Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’ye tercih edeceklerinin altını çiziyor.Başbakan Erdoğan’ın Köln konuşması bir anlamda Cumhurbaşkanlığı seçiminin de startını verdiği bir toplantı olacak.
‘Sayın Gorbaçov, bu kapıyı açın. Sayın Gorbaçov, bu duvarı yıkın.’ Bu sözleri 12 Haziran 1987’de Berlin’deki Brandenburg Kapısı önünde dönemin ABD Başkanı Reagan, Sovyet lideri Gorbaçov’a söylemişti. İki yıl sonra Berlin Duvarı yıkıldı ve ‘demir perde’ kalktı.Alman ulusal birliğinin sembolü sayılan Brandenburg Kapısı, iki Almanya’nın birleşmesine açılmıştı. Berlin duvarının yıkılması, Soğuk Savaşın bitişini de müjdeliyordu. Duvarın yıkılmasının üzerinden çeyrek asır geçti. Ancak dünyanın pek çok yerinde yerel duvarlar varlığını korumaya devam ediyor.Pozantı’da neden bir Alman mezarlığı var?Pozantı’da otobana girmeyip, dağ yoluna kıvrıldığınızda sizi sarı bir tabela karşılar. Tabelada ‘Alman Mezarlığı’ yazmaktadır. Doğdukları yerde ölenlerin yaşadığı bu ücra Anadolu kasabasında Alman mezarlığının ne aradığı önemli bir sorudur. Merkel bu mezarlığı görmemiştir. Bu mezarlık dahi başlı başına Türk-Alman ilişkilerinin tarihselliğinin sembollerindendir.Sultan Hamid, İngiltere’nin Süveyş’i ele geçirmesiyle başlayan üstünlüğünü yeni bir küresel güçle dengelemek istiyordu. İngiltere’nin Hindi-Çin üzerindeki jeostratejik üstünlüğüne son vermek amacıyla Alman İmparatoru II. Wilhelm’le işbirliğine gitti. Bu amaçla tarihin en büyük demiryolu projesini Almanlara verdi.Dünya bilsin ki Alman İmparatoru Müslümanların dostudur!Bismarck’ın ‘ürkek ve dengeci’ doğu siyasetini terk eden Kayzer II. Wilhelm’in, ilk seyahatlerinden biri İstanbul’u ziyaretiydi. Berlin-Bağdat demiryolu hattı için Sultan’ı ikna eden İmparator, Kudüs’e de gidip hacı oldu. Şam’daki tarihi konuşmasında şunları söyledi:‘Sultan ve dünyanın her tarafına yayılmış 300 milyon Müslüman bilsin ki Alman İmparatoru kendilerinin dostudur.’ İmparator bu nutkuyla İngiltere’nin yayılmacı siyasetinin karşısına Almanya’nın iradesini koyuyor ve ‘güç oyununda’ kendilerinin de olduğunu ilan ediyordu. Dışişleri Bakanı’na iki ülke arasında askeri, ticari, ekonomi başta olmak üzere her alanda işbirliğinin artırılmasını emretti, tam üç defa daha İstanbul’a geldi.Prusyalı subaylar, Osmanlı ordusunun modernleşmesi dâhil her alanda büyük inisiyatif aldı. İttihat Terakki troykası I. Dünya Savaşına Almanya’nın yanında girdi. İki ülkenin askerleri aynı cephede savaştı ve can verdi.‘Boğaziçi’ne sığınanlardan, ortak ülkeye’Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarının en önemli meydanına yapılan Alman Çeşmesi de bu bağın sembollerinden sadece biridir. II. Dünya Savaşında Nazi yönetiminden kaçmak zorunda kalan Yahudi, Sosyalist Almanya vatandaşlarına Türkiye kucak açtı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi sınırdışı edilen Alman hocaları tarafından kurulmuştur. Prof. Neumark, İsmet Paşa’nın isteği üzerine ‘Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılanması’ için reform projesi hazırladı. Yirmi yıl Türkiye’de yaşadıktan sonra ülkesine döndüğünde ‘Alman bilgin ve sanatçılarına Türkiye Cumhuriyeti’nin böyle bir olanak tanıması, onlar için bir nimetti’ dedi. Neumark yıllar sonra ‘Boğaziçi’ne Sığınanlar’ kitabında Türkiye anılarını yazdı.Almanya ‘acı vatan’ mı, ‘ortak vatan’ mı?Alman sanayiinin iş gücü talebini karşılamak üzere 1960’larda imzalanan ‘İş gücü anlaşmasıyla’ çok sayıda Türk bu ülkeye gitti. Bugün yaklaşık 3 milyon Türkiye vatandaşı Almanya’da yaşıyor. Danimarka’nın, Norveç’in nüfusunun 5 milyon olduğu düşünülürse Almanya’daki bu Türk nüfus ‘Batı Türkiye’ olarak nitelenebilir. İlk neslin yaşadığı acılar hâlâ hafızalarda ama yeni jenerasyon, eğitim düzeyi, girişimcilik yeteneği, uyum kabiliyetiyle hem Almanya hem de Türkiye için büyük bir dinamizm üretiyor.Almanya-Türkiye ilişkileri nereye evrilecek?İki ülke arasındaki ilişkileri son dönemde yükselen tansiyon üzerinden okumak doğru değil. Berlin-Bağdat-Hicaz Demiryolunda Toros Dağları’nı delen tünellerini açan ve derin vadilerde büyük köprüler kuran Alman mühendis ve işçiler Anadolu’yu öylesine yurt bellemişlerdir ki demiryolu inşaatlarında hayatlarını kaybedenler Toroslar’a gömülmek istedi. İşte Pozantı’daki Alman Mezarlığı o yüzden orada. Almanya’nın pek çok kentinde de artık Türk mezarlıkları bulunuyor. İki ülke arasında böylesine köklü tarihsel ve duygusal bağlar varken yeni polemikler üretmenin kimseye faydası yok.İki buçuk asırdır devam eden ilişkilerde sultanlar, imparatorlar, cumhurbaşkanları, başbakanlar değişti ama iki halk arasındaki ‘duygudaşlık ve dostluk’ değişmedi. Reagan’ın zamanın ruhunu okuyarak ‘Açın Kapıyı’ demesi gibi Merkel’in de kapıları açmasının zamanı gelmedi mi?
Soma faciası tartışılmaya devam ediyor. Son beş yılda yaşanan aşırı politikleşmiş yapının nasıl bir sonuç doğurduğunu gördük. Uzun süredir makro politik meseleleri konuşan Türkiye, insanı ilgilendiren mikro meselelerde sınıfta kaldı. Soma bir kez daha ‘kral çıplak’ sözünü yüzümüze vurdu. Majör sorunları konuşurken küçük meseleleri gözden kaçırdık ve büyük bir faciaya maruz kaldık.Daha önce de söyledim. Soma, hepimizin yüzüne fener tuttu. Gerçeklikle yüzleşmemizi sağladı. Soma’yı önemsizleştirmeye çalışan ‘kraldan çok kralcılara’ hatırlatalım, 301 insan hayatını kaybetti. Bundan daha önemli bir mesele olabilir mi. Soma, AK Parti’nin rakibinin yine kendisi olduğunu bir kez daha ortaya koydu.Soma faciasına Uludere’den bakmak!Yakın dönemin krizleri hatırlandığında iktidarın kriz yönetiminin başarılı olmadığı görülür. Tekel işçileri meselesini gözünüzün önüne getirin, Van depreminde çadır dağıtma olaylarını anımsayın, Uludere sonrası verilen demeçleri hatırlayın; problem daha iyi anlaşılacaktır. Hükümet tüm bu olaylarda önce farklı bir pozisyon aldı, sonra eski pozisyonunu değiştirmek durumunda kaldı.Sanırım en canlı örnek Uludere’de yaşandı. Olaydan sonra verilen demeçler ve özellikle dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in açıklamaları hükümetin söylemleriyle eylemleri arasında büyük bir paradoks oluşturdu. Parti geçici bir akıl tutulması yaşarken ülke polemiklerle zaman kaybetti. Bu tartışmalarla geçen bir yılın sonunda, Başbakan Erdoğan, Şerafettin Elçi Havaalanı’nın açılışında Roboskili(Gülyazı) ailelerle görüştü ve taziyelerini bildirdi.Uludere olayında, hükümetin son pozisyonuyla, ilk tutumu arasında yüz seksen derece fark vardı. Bir anlamda yanlış bir tavır benimsenmiş daha sonra bu durum tashih edilmek zorunda kalınmıştı. Benzer olay KCK davalarında yaşandı. Şimdi aynı durum Soma’da var.Kopenhag kriterlerinden ILO sözleşmelerine Soma...Soma faciası, AB sürecinin önemi yeniden ortaya koydu. Türkiye, demokratikleşme meselesi başta olmak üzere yapısal reformlar konusunda AB normlarını konuşurken Soma olayı bir kez daha bu sürecin değerini hatırlattı. Türkiye yüz elli yıldır sorun çözme iradesini kaybetmiş durumda. Dışarıdan bir kaldıraç devreye girmezse patinaj yapıp yerinden sayıyor.Ülkenin içe kapandığı ve iç tartışmaların yoğunlaştığı dönemlerde dünyadan kopuyoruz. Kendi aramızdaki kaotik tartışmalar enerjinin bir anlamda toprağa verilmesine neden oluyor. Soma olayı bu anlamda acı bir ders oldu. Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin AB standartlarına ne kadar ihtiyacı olduğunu bir kez daha gösterdi.Türkiye vakit kaybetmeden ILO sözleşmeleri başta olmak üzere tüm sözleşmeleri imzalamalı ve bazı anlaşmalara koyduğu çekinceleri kaldırmalıdır.Tüm madenler kapatılmalı!Yeni Soma’ların yaşanmaması için tüm madenleri kapatıp, bağımsız denetimler yaptırılıp, gerekli tedbirler almalıdır. Buradaki işçilerin maaşları birkaç ay devlet tarafından ödenmeli ve tam bir iş güvenliği sağlanmalıdır. Aksi takdirde milletçe daha büyük acılar yaşamaya devam edeceğiz.Hükümet 2023 vizyonunu konuşurken gelinen nokta, adı konmamış başka bir krize işaret ediyor. Komplocu yaklaşımların en başta hükümete zarar verdiği çok açık. Aynı komplocu mantık nirvanaya ulaşıp 1999 depremini ‘İlluminati’yle ilişkilendirmişti.Basit düşünelim, aynı madeni yabancılar işlettiğinde neden kaza olmuyor?
Soma trajedisi Türkiye için yeni bir turnusol kâğıdı oldu. Tarih, büyük ulusların faciaları büyük bir dayanışma ve seferberlik duygusuyla aştığını gösterirken bizde tam tersi oldu. Ülke bu defa gözyaşları ve cenazeler üzerinden bölündü. Ölüm, politik karşıtlıklar üzerinden ele alındı. Bunları, olayın politik psikolojiyi ilgilendiren kısmını önümüzdeki günlerde tartışırız.Ancak Soma, hepimizin yüzüne derin bir ayna tuttu. Pis gerçekleri suratımıza vurdu. Bu coğrafyada ‘insanın ucuzluğunu ve ölümün sıradanlığını’ hepimize gösterdi. İşçi haklarını, taşeronluk sistemini, dikkatsizliği, ihmali ve kâr hırsını büyük bir trajediyle gündemimize soktu.Kalkınmacı siyaset ve sosyal politika sorgulanmalı!Kültürel kod hâline gelen ‘bize bir şey olmaz’ hastalığı can almaya devam ediyor. Kötü bir olay olduğunda bir hafta dövünüp bir dahaki felakete kadar unutuyoruz. Bu tarihsel sarmal, kuşaklar boyu kendini yeniden üretiyor.Soma, hükümetin ‘kalkınmacı siyasetini ve sosyal politika perspektifini’ yeniden yapılandırma gerçeğini de ortaya koydu. ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ prensibini benimsemiş bir siyasi kadronun tarihe işçi ölümleriyle geçecek olması büyük bir paradoks oluşturuyor. İşçi ölümleri, en az açılım süreci kadar önemli ve ivedi bir meseledir.Bir yandan kalkınma, büyüme talepleri diğer yandan insanların iş bulma arzusu iktidarları baskı altına alıyor. Bütün bunları yaparken insanı önceleyen ve sürdürülebilir bir kalkınma siyasetinin olması icap ediyor. Temel çelişki de tam bu noktada yaşanıyor.Her yıl bin kişi ölür mü?Problemi daha iyi anlayabilmek için istatistiklere bakmak yeterli. Bu konuda sicilimiz çok kötü. İş kazalarında dünyada üçüncü, Avrupa’da ise birinciyiz. ‘Batılılar sanayileşmelerini kanlı biçimde tamamladılar, biz daha başındayız’ yaklaşımı doğru ama eksik bir izah. Ayrıca mevcut gerçeği değiştirmiyor.Bir rakama göre sadece geçen yıl bin iki yüz kişi iş kazalarında hayatını kaybetti. İnsan hayatının bu kadar ucuz olmasına mı yanarsınız, yoksa kazaların sürekli tekrarına mı ya da üç gün içinde unutulmasına mı üzülürsünüz. Nerden baksanız ele alınır bir tarafı bulunmuyor.Tuzla tersanelerinde son on yılda yüz elli işçi hayatını kaybetti. İnşaatlarda her yıl ortalama iki yüz işçi can veriyor.Meclis raporu Soma için uyarmıştı!2010’da TBMM’deki siyasi partilerin konuyla ilgili önergelerinin birleştirilerek kabul edilmesiyle kurulan ‘Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı raporda, Soma madenleri konusunda da önemli tespitler yer alıyor:http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss544.pdfRaporda 25 Mart 2010’da Soma bölgesinin ziyaret edildiği belirtilerek şu ifadelere yer verilmiş: ‘Soma kömür havzasında kaza oranlarının düşük olduğu, işletmelerin henüz düşük kotlarda çalıştığı, ileri tarihlerde derinliklere inilmeye başlayınca metan gazı tehlikelerinin ortaya çıkabileceği görülmüştür. Soma Havzası’nda metan drenajı konusunda çalışmalar yapılması gerekliliği dile getirilmiştir.’Madencilik konusunda seferberlik ilan edilmeli!Taşeron sistemi, tam bir sigortalı kölelik kurumuna ve emek sömürüsüne dönmüş durumda. Yine benzer biçimde iş güvenliği, denetim, sosyal güvence dâhil, ülkenin sosyal siyaset paradigmasının topyekûn yeniden yapılandırılması zorunlu. Kabinenin en çok değişen koltuğunun Çalışma Bakanlığı olması dahi bize çok şey söylüyor.Hükümetin, anti-Erdoğan koalisyonunun irrasyonel ve nihilist tavrına bakmadan Soma faciasının hesabını, ucu kime varırsa sorması gerekiyor. ‘Algı operasyonu’ tuzağına düşmeden Soma’yı milat kabul edip, muhtemel felaketlerin önüne geçmesi lazım. Bu konu en başta hükümetin kendisi ve medeniyet tasavvuruyla imtihanıdır.