Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu çatı adayı açıkladı. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu tartışacağız ama önce bazı perde arkası gelişmeleri paylaşayım. Çatı aday dün açıklansa da önceden belirlendiği anlaşılıyor. Ekmeledidin İhsanoğlu ismini liderler ve dar ekip biliyordu. Aslında olayın rengi Kılıçdaroğlu’nun Eskişehir toplantısında belli oldu. Kılıçdaroğlu, burada Yılmaz Büyükerşen’e herhangi bir işarette bulunmazken aday konusunda herhangi bir istişarede bulunmadı.CHP kulislerinde, ‘çatı formülünün tutmayacağı, her partinin kendi adayıyla seçime gitmesi gerektiği ve CHP’nin B planının Büyükerşen olduğu’ söyleniyordu. Ancak Kılıçdaroğlu tam anlamıyla süpriz yaptı ve ‘sağ’a açılıma stratejisine devam ettirdi.CHP’nin adayı mı, MHP’nin adayı mı?Son on gündür CHP ve MHP’nin yönetim katlarında her iki partiden bazı isimlerin gidip geldiği biliniyordu. Bir anlamda partiler arasında yoğun bir arka kapı diplomasisi işlemiş görünüyor. Bilindiği gibi çatı formülünü Devlet Bahçeli açıklamıştı. Bahçeli’nin sadece formülü açıklamakla kalmayıp en başından İhsanoğlu ismini de önerdiği dile getiriliyor.Ekmeledin İhsanoğlu ismini dün Kemal Kılıçdaroğlu önermiş gözükse de liderle arasındaki mutabakat gereği bunun CHP tarafından önerilmesi uygun bulunmuş. MHP’nin hem formülü önerip, hem de ismi açıklamasının CHP tabanında rahatsızlık yaratacağı düşünülerek önerinin CHP’den gelmesi uygun bulunmuş.Dolayısıyla İhsanoğlu ismini öneren kişi Kılıçdaroğlu değil, aslında Bahçeli.CHP tabanı nasıl ikna edilecek?Daha önce de söyledim gibi yönetimden bazı isimlerin ve parti grubunun CHP’nin kendi adayıyla seçime girmesini dile getirdikleri biliniyor. Bu talebe rağmen Kılıçdaroğlu’nun MHP’nin önerdiği isimle yarışa girmesi partide yeni huzursuzluklar doğuracaktır.Özellikle Alevilerin ve Kemalist bloğun tavrı büyük önem kazanacak. Ancak her hal ve şartta CHP’de yön tartışması yeniden açılacak. Parti grubundan bazı isimlerin önümüzdeki günlerde yeni bir aday önermesi süpriz olmayacaktır.Ekmeleddin İhsanoğlu ismi ne anlama geliyor?1. İhsanoğlu ismiyle muhalefetin seçime Tayyip Erdoğan’ın belirlediği kurallarla gideceği görülüyor.2. İhsanoğlu isminin açıklanmasıyla AK Partinin alternatifinin sol’da değil sağ’da olduğu birkez daha anlaşılıyor3. Cumhurbaşkanı adaylarının son tahlilde muhafazakarlık ve dindarlıkta yarışacağı ortaya çıktı4. Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun seçimi değil kendi durumlarını daha çok göz düşündükleri anlaşıldı5. İhsanoğlu ismiyle CHP biraz daha sağa kaydı. CHP eleştirdiği muhafazkarlaşamya dolaylı olarak katkı sundu.6. CHP’nin çağdaş bir sosyal demokrat parti olma isteklerini birkez daha ötelediği görüldü7. Halk oyuyla seçilecek Cumhurbaşkanlığına apolitik bir isim önerme tuzağına düşüldü.8. Muhalefetin Ankara ve Üsküdar seçimlerini Cumhurbaşkanlığı seçimlerine modellediği görüldü9. İhsanoğlu ismiyle muhalefet bir kez daha Tayyip Erdoğan’a hayat öpücüğü vererek onun köşke daha kolay çıkmasına ve parti içi tartışmaların ertelenmesine katkı vermiş oldu.10. Genel Başkan seçildiği kurultayda ‘Devrimci Kemal’ sloganlarıyla karşılanan ve yetmişlerin devrimci şarkılarıyla kürsüye çıkan Kılıçdaroğlu’nun Ekmeleddin İhsanoğlu’nu kabul etmesi tarihi bir çelişki oluşturacak.Bir sonraki yazıda BDP-HDP cephesini analiz edeceğiz...
Ülkenin resmi gündemi farklı olsa da esas gündeminde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ramazan ayını çıkardığınızda seçim için geriye az bir süre kalıyor. Dolayısıyla muhalefet için zaman oldukça daralmış durumda. Bir taraftan doğru ismin bulunması, diğer yandan bu ismin topluma sunulması ve kampanya yapılabilmesi için adayın bir an önce belirlenmesi gerekiyor.Muhalefet bloğunun öncelikle çözmesi gereken ‘çatı aday’ bilmecesi var. En başından itibaren ‘çatı aday’ teklifinin MHP’nin, CHP’ye ‘şah-mat’ önerisi olduğunu söyledim. CHP bu teklifi elinin tersiyle iten taraf olmamak için süre kazanmaya çalışıyor, MHP ise öneri sahibi olmanın avantajını kullanıyor. Siyaseten bir kilitlenme durumu yaşanıyor.ÇATI ADAY FORMÜLÜ İŞLEYECEK Mİ?Devlet Bahçeli’nin çizdiği profile uygun bir ismi CHP’nin kabul etmesi oldukça zor. Gelinen noktada her partinin kendi adayıyla seçime gideceği anlaşılıyor. CHP’nin ‘sağ’a açıldığı’ tartışmalarının yapıldığı bir ortamda parti yönetiminin, hangi sonuç alınırsa alınsın kendi adayıyla seçime gitme arayışında olduğu öne sürülüyor. Bu bağlamda tavanda bir ittifak yerine tabanda bir ‘büyük uzlaşma’ ve koalisyon arayışı var. İstanbul toplantısı bunun önemli bir adımı oldu.Muhalefet bloğu, politik denklemi değiştirecek ismi bulmuş olsaydı zaten bunu açıklardı. Muhalefetin adayını açıklamaması taktik bir hamleden çok gerçekten doğru bir ismin henüz bulunmamasından kaynaklanıyor.CHP ADAYINI NE ZAMAN BELİRLEYECEK?Parti kaynakları bu konuları görüşmek üzere genel merkezde Pazartesi günü istişare amaçlı bir toplantı yapılacağını, nihai kararın ise 23 Haziran’da yapılacak Parti Meclisi’nde kararlaştırılacağını belirtiyorlar. CHP’nin AK Parti’nin adayını bekleyip, ona göre aday belirleme stratejisinin tuzağına düştüğü anlaşılıyor.CHP aynı yanlışı yerel seçimlerde yapmış ve Erdoğan’ın adaylarını açıklamasını beklemişti. Uygun ismi bulması kadar Kılıçdaroğlu’nun zamanı da doğru yönetmesi gerekiyor.CHP’NİN CUMHURBAŞKANLIĞI STRATEJİSİ NE?CHP’de, Cumhurbaşkanlığı seçimi 30 Mart’tan kalan bir parti içi tartışmanın gölgesinde sürüyor. Partinin oylarını yeterince artıramaması, ‘sağ’a açılma ve Gülen hareketiyle yapılan ittifak temel tartışma başlıkları olarak duruyor. Kılıçdaroğlu, yerel seçimde düştüğü toplumsal kutuplaşma tuzağına düşmeyecek bir isim ve kampanya stratejisi amaçlıyor.Bunun yanında Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisinden güçlü bir ismi cumhurbaşkanlığına aday göstermeyeceği tezi ise parti içi rekabetin sonucu olarak dile getiriliyor. Esasında bu iddia 30 Mart seçimlerinde test edildi ve Kılıçdaroğlu aday göstermez denilen Mustafa Sarıgül’ü aday yaptı.Son tahlilde CHP’nin Cumhurbaşkanlığı stratejisi yerel seçimin sonucunu tamir edecek, partiyi 2015 seçimlerine umut olarak taşıyacak ve genel başkanlık arayışını sonlandıracak üçlü bir amaç taşıyor.CHP’NİN ADAYI KİM OLACAK?Parti yönetiminin Kılıçdaroğlu’na ‘sağ’dan bir isimle seçime girmek yerine CHP’nin kendi adayıyla seçime girmesi ve ‘kaybedilecekse dahi CHP’li biriyle kaybetme’ önerisi getirdiği iddia ediliyor.Bu tez doğrultusunda Yılmaz Büyükerşen ismi öne çıkıyor. Seçimin ikinci tura kalması durumunda başa baş mücadele etmek, Büyükerşen isminin toplumsal bir karşılığının olması, Eskişehir’de yapılan icraatlar ve en önemlisi CHP’nin oyunu ileri taşıyacak bir isim olması bağlamında Yılmaz Büyükerşen üzerinde ‘büyük uzlaşma’ olduğu ifade ediliyor. CHP’nin kampanyasının ana mottosu Tayyip Erdoğan karşısında ‘Büyük Uzlaşma’ olacak.MHP ile yapılan görüşmede Mansur Yavaş, İlhan Kesici, Meral Akşener, Abdüllatif Şener, Deniz Baykal isimlerinin konuşulduğu ancak bu isimler üzerinde bir uzlaşma sağlanamadığı belirtilirken bu isimlerin dışında ‘sürpriz isim’ arayışının devam ettiği ifade ediliyor.Bütün bu tartışmalarla birlikte ‘sürpriz isim’ bulunana kadar Kemal Kılıçdaroğlu’nun B planının ve aklındaki adayın Yılmaz Büyükerşen olduğu anlaşılıyor.Bir sonraki yazıda MHP cephesini analiz edeceğiz...
Musul, IŞID (Irak Şam İslam Devleti) tarafından işgal edildi. Iraklılar, yine Irak’ın bir vilayetini merkezin güçlerine rağmen ele geçirdiler. Bununla da kalmayıp Türkiye Başkonsolusluğu’na saldırı düzenleyip görevlileri rehin aldılar. Şehirde o kadar ülkenin dış temsilciliği varken Türkiye konsolosluğunun seçilmesi oldukça manidar.Musul’un işgaliyle, çeyrek asırdır devam eden ‘Irak trajedisine’ bir sayfa daha eklendi. Problemin kökleri 1916 Sykes-Picot’a kadar gitse de bugün olanları 1990 Birinci Körfez Savaşı’ndan ayrı tutamayız. Saddam’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan süreç domino etkisi yaparak günümüze kadar devam etti.1991’de Saddam güçlerini Kuveyt’ten çıkaran Bush yönetimi beklenenin aksine Bağdat’a yürümedi. Böylece Saddam’ın katliamlarına göz yumdu. Binlerce insan hayatını kaybetti. 2003’te yeniden Irak’a giren ABD askerleri yine geride insanlık dramı bıraktılar. Bugün ise Irak’ın ve Suriye’nin bölünmesi konuşuluyor.IŞİD truva atı mı?Ortadoğu konusunda uzman SETA Dış Politika sorumlusu Ufuk Ulutaş IŞİD’le ilgili şu yorumu yapıyor. ‘...Suriye’de El-Nusra vardı, Şam’da bombalama olunca rejim de “bakın ben İslamcı teröristlere karşı savaşıyorum” mesajı verme imkânı doğdu. Ardından bu IŞİD dediğimiz olgu, El-kaide lideri Zevahiri’ye rağmen girdi Suriye’ye. Zevahiri “bizim Suriye’deki temsilcimiz El-Nusra, siz Irak’ta kalın, Suriye’ye girmeyin’ dedi. IŞİD tam truva atı gibi.’http://setav.org/tr/isid-tam-bir-truva-ati-arkasinda-baas-iran-ve-rusya-var/haber/14417IŞİD’in kontrolsüz güç olarak bölgeyi tehdit etmesinden en büyük payı Türkiye alıyor. Dokuz yüz kilometrelik sınır fazla söze gerek bırakmıyor. Batılı güçler Erdoğan iktidarıyla olan sorunlarını içerden çözemeyince bu defa Suriye’deki açık hesap üzerinden hükümete hiza vermeye çalışıyorlar.IŞİD kime hizmet ediyor?IŞİD örgütü “cihatçı” ideolojiyi benimsemiş, El-Kaide’nin Irak yapısını ikame eden, Şiileri düşman olarak gören ve Irak’tan Suriye’ye uzanan Sünni hat üzerinde bir İslam devleti kurmayı amaçlayan bir yapı. Irak’ın ABD tarafından işgali sonrası Zerkavi tarafından kuruldu.‘Sünnici-Cihatcı-Baasçı’ ideolojik bir hat üzerinde konumlanan IŞİD, Suriye’de muhalif gruplara savaşırken aynı zamanda Irak’ı parçalanmaya götürüyor. Emperyalizme karşı savaştığını söyleyen bu yapı en çok emperyalistlerin çıkarına hizmet ediyor.IŞİD dersleri ve Türkiye ne yapacak?1. Bugün bölgede yaşananların sorumlusu ABD’dir. ABD, Ortadoğu’da tam bir trajedi yaratmıştır.2. Musul’un işgaliyle başlayan süreç bölgedeki politik dengeleri radikal biçimde değiştirecektir.3. Suriye konusu nasılki zamanla yanlış hamlelerle Türkiye’nin bir iç meselesi haline gelmişse IŞİD konusu da doğru yönetilmezse baş ağrıtmaya devam edecektir.4. IŞİD’in bu hamlesini Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında imzalanan enerji anlaşmalarından ayrı turmak doğru değildir.5. Türkiye Dışişleri görevlilerinin başına gelecek herhangi olumsuz durum doğrudan müdahale imkanı doğuracaktır.6. Bölgede yükseltilen Türkiye karşıtlığının halktan çok yönetimlerde olması psikolojik harp tekniklerinin kullanıldığının kanıtıdır.7. IŞİD mevcut haliyle İslam’a değil, İslam karşıtlarının amaçlarına hizmet etmektedir.8. Çelişkiye bakın ki 2011’de Esad yönetimiyle işbirliğle suçlanan Türkiye, şimdi Esad yönetimini devirmek isteyen güçlere yardım etmekle suçlanıyor.9. Bölge yeni bir mezhep savaşları çağına sürüklenmektedir...10. Son tahlilde Suriye ve Irak, ABD ve Rusya’nın jeopolitik güçlerini sınadıkları bir alana dönüşmüştür.
‘Bu benim eğilimim değildir, benim adıma da yapılamaz. Ben alaşağı edeceğim değerlerle, yıkacağım değerleri çok iyi bilirim. Türk Bayrağı’nı aşağılamak benim tarzım değildir. Türk Bayrağı’nı alçaltmak ne benim kişiliğime yakışır ne de benimseyeceğim bir olaydır. Türk halkının incinmiş duygularını üzüntüyle karşılıyorum.Türk bayrağına ulusal özgürlük ve bağımsızlığın simgesi olarak bakan herkese diyorum ki, bizim kitlemizin böyle bayrak indirme gibi bir tutumu olamaz. Hele hele Ankara’da Atatürk Spor Salonu’nda bayrak indirme ne haddimizedir, ne de buna gücümüz vardır.’Bu açıklama 29 Haziran 1996 tarihinde Abdullah Öcalan tarafından yapıldı. Peki Öcalan bu açıklamayı niçin yaptı? Öcalan bu konuşmayı 23 Haziran 1996 Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonunda yapılan HADEP Kurultayı’nda Türk Bayrağı’nın indirilmesi sonrası yaptı.Bayrak krizine tarihten bakmakDiyarbakır’da askeri kışla içindeki bayrağın indirilmesi infial duygusu yarattı. Toplum, kanaat önderleri ve siyasetçiler sanki ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyormuşçasına açıklamalar yaptılar. Sorumluluk makamında olan insanların ergen tavrıyla yaptıkları açıklamalar çözüme, ortak akla, sağduyuya, kardeşliğe değil sadece duygulara hitap ediyor.23 Haziran 1996 günü sabahın erken saatlerinde 20 bine yakın insan Atatürk Spor Salonu’nun içini ve bahçesini doldurmuştu. HADEP ikinci kurultayı vardı. Görünüşte her şey normaldi. Salonda HADEP bayrağı, Murat Bozlak posteri ve Türk Bayrağı asılıydı. Ancak ne olduysa HADEP Başkanı Murat Bozlak konuşurken oldu. Yüzleri maskeli, kimliği belirsiz kişiler bayrağı indirdi. Böyle bir olay ilk defa oluyordu ve duyulur duyulmaz infiale yol açtı.Bayrak üzerinden Türk-Kürt çatışması planlandı...HADEP yönetiminin bayrak indirme olayını kınamasına rağmen medya bayrağın indirilmesi görüntülerini tekrar tekrar vererek büyük bir duygusal fırtına yarattı. Ankara’da cadı avı başlatıldı. Kurultaydan evlerine dönen üç partili Maraş’ta pusuda öldürüldü. Ülke tam bir akıl tutulmasına sokuldu. Ülke çapında bayrak mitingleri yapılmaya başlandı. HADEP binalarına bombalı saldırılar düzenlendi.Türkiye ne zaman ders alacak!Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı şunları söylemişti: ‘Türkiye Cumhuriyetinin varlığına ve bütünlüğüne yönelik bir davranıştır. Ortada devlete karşı işlenen bir suç vardır. Bu tür hareketler düşünce ve ifade özgürlüğü gibi kavramlarla izah edilemez. Bu olaya sebep olan eşkiyaya cesaret verme amacı gütmektedir.’Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise şu ifadeleri kullanmıştı: ‘Bu ülkenin ekmeğini yiyeceksin, suyunu içeceksin, gezip tozacaksın, sonra da sahip çıkmayacaksın. Olmaz haram olur.’‘Ben Kürtleri sevmekten vazgeçmem’‘Biliyorum rüzgar tersine esiyor. Şovenlik, düşmanlık, fanatiklik alkış alıyor şimdi. Akla sağduyuya, soğukkanlılığa, insanca ölçülere, dostluğa, barışa değer veren yok. İntikam çığlıkları her yerde atılıyor. ‘Durun bir dakika’ demek vatan hainliğiyle eşdeğer tutuluyor. Olsun ben Kürtleri sevmekten gene de vazgeçmem.’ Bu ifadeler ise 27 Haziran 1996 tarihli Yeni Yüzyıl Gazetesi’ndeki Ahmet Altan’a ait.Hafızasını yitirmiş devlet aklı her olayı ilk defa yaşıyormuşçasına refleks veriyor. Bir defa düşünmek, geçmişten ders almak yok. Bir ajan provakatör bayrağa kast etti diye bütün Kürtler sorumlu tutuluyor. Hiç düşünmüyor bölgede bayrak özgürce dalgalanırken, bir provakatörün davranışı üzerinden yangına kim, neden benzin döküyor.Hiç olmazsa Mersin’de para karşılığı çocuklara yaktırılmak istenen ‘bayrak provakasyonunu’ düşünün. Bayrağın temsil ettiği adalet ve şefkat Türk-Kürt ayrımı olmaksızın herkes için var.(HADEP Kurultayında yaşanan bayrak krizi için Eyüp Demir, ‘Yasal Kürtler’ kitabına bakılabilir. Tevn yayınları, s.399)
Erdoğansız AK Parti ne yapacak - 2AK Parti’nin durumu maraton koşarken gömlek değiştiren atlete benziyor. Maraton koşan atlet, koşmaya devam edecek, yarıştan kopmayacak bu arada rakiplerini kontrol edecek ve birinciliğini koruyacak, bütün bunları yaparken aynı anda forma değiştirecek. AK Parti’nin durumu tam budur. Liderini daha doğrusu her şeyini Köşk’e gönderecek partinin baştan sona yeniden yapılandırılması gerekiyor.Adını net olarak koymak lazım. Partide yapısal sorunlar var. Sorunların başında yeni bir siyasal manifesto ve yeni bir paradigma gerekiyor. Çünkü AK Parti kendi eliyle yeni bir sosyoloji inşaa etti. Şimdi o sosyoloji partinin klasik örgütlenmesini ve politik duruşunu aşan bir dinamik taşıyor.Yeni Türkiye’ye, eski AK Parti olur mu?Sosyolojisi değişen Türkiye’de, AK Parti’nin on iki yıl öncesinin anlayışıyla yürümesi zor. AK Parti ya dönüşerek değişecek ya da Türkiye’de yeni bir politik sayfa açılacak. Dolayısıyla partinin yeniden yapılanması varoluşsal bir anlam kazanmış durumda. Parti bayındırlık, ulaşım ve sağlık alanında büyük değişime imza attı.Ancak aynı başarıyı toplumsal ve siyasal alanda aynı ölçüde tekrarlayamadı. Çünkü önce politik bir restorasyon yapması gerekiyordu. Yani sitemsel bir rehabilitasyon lazımdı. Artık inşaa gerekiyor. Partinin son dönemde yaşadığı sorunların ardında inşaa dönemi sorunları var.Sistemi restore eden AK Parti ‘yeni’yi kurma konusunda kriz yaşıyor. Ortada somut bir problem var, AK Parti kendi eliyle yarattığı yeni Türkiye’yi, eski yaklaşımlarla yönetemez. Bunun için realist bir politik yüzleşme lazım. Dava ve misyon mu, kişisel hesaplar mı?Bu yüzleşme ve politik arayışın işaretlerini dün Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan’ın Yalçın Akdoğan söyleşisinde gördük. Akdoğan’a bir anlamda partinin siyasi komiseri ve ideologu diyebiliriz. En başta on iki yıl boyunca Başbakan Erdoğan’ın yanında duran tek isim.Çevikcan’ın söyleşisinde, Akdoğan’ın yapısal sorunları gördüğü, bunların aşılması konusundaysa ortak akla, ‘dava ve misyon’ya vurgu yapan bir yaklaşım içinde olduğunu görülüyor. Akdoğan gibi ihtiyatlı ve ketum birinin dönüşümün öneminin altını çizmesi oldukça manidar.Akdoğan’ın ‘...ben meseleye dava şuuru, bir misyona hizmet etmek olarak bakarım.’ cümlesi ile ‘Emanetçi başbakan’ olmayacak ifadeleri politik gerçekçilik bakımından önemli.http://haber.gazetevatan.com/akdogandan-carpici-aciklamalar/645488/1/gundemAK Parti’de üç tarzı siyaset!Erdoğansız dönem için yoğun çalışmaların devam ettiği belirtiliyor. Uzmanların Anadolu’yu dolaşıp kanaat önderleriyle birebir görüşmeler yaptığı ve eşzamanlı anketlerin sürdüğü iddia ediliyor.Bu çalışmalarda öne çıkan bazı tespitlere bakmakta fayda var. Milli Görüşçülerin partinin başına Numan Kurtulmuş’u istediği, İslamcı kesimde Ahmet Davutoğlu adının konuşulduğu, muhafazakar ve merkez sağ bloğun ise Abdullah Gül’ü istediği ifade ediliyor. Tabi bütün bu süreçler için belirleyici isim Tayyip Erdoğan olacak.Erdoğan’ın son on yılda merkez sağ bloğu yeniden tanımladığı ve konvansiyonel dönemin tanımlamaları aşan bir politik kimlik inşaa etiğini gözden uzak tutmamak lazım. Yani AK Parti klasik bir sağ’ı aşan bir politik pozisyonu temsil ediyor.İkinci değişim programı hazırlanıyor...Yeni dönem için ikinci on yılın değişim programı hazırlandığı ifade diliyor. Örgütlerde başlayan değişim Eylül’de yapılacak kongede yerini parti yönetiminde yapılacak büyük değişime bırakacak. AK Partinin asıl sınavı ve partileşmesi ise Erdoğan sonrası dönemde başlayacak...
Tarih 20 Eylül 1992. Yer Demir Otel. Lice’li Behçet Cantürk’ün oteli. Musa Anter, aileler arasındaki sorunu çözmek için Diyarbakır’a gelmiştir. Demir Otel’de kalmaktadır. Bölgede ‘ali kıran baş kesen’ itirafçı olarak hak ihlalleri işleyen Abdülkadir Aygan, Demir Otele gelip Musa Anter’i bir oldu bittiyle dışarı çıkardı. Musa Anteri bir otomobile bindirmesiyle karanlık sokaklarda hızla uzaklaştı.Diyarbakır’dan yükselen siren sesleri yine olağanüstü bir olayın cereyan ettiğini gösteriyordu. Haber bir süre sonra duyuldu. Musa Anter katledilmişti. Şehre karanlık çökerken, sadece şehre değil ülkenin üzerine çöküyordu. İşte AK Parti Ar-Ge Başkanlığı’nın yaptığı ‘Yeni Türkiye’nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci Çalıştayı’ eski adı Demir, şimdiki adı Liluz Otel’de yapıldı. Aslında bu sembolizm dahi ülkenin nereden nereye geldiğini göstermesi bakımından oldukça önemli.'Yeni yol haritası sonuca götürecek’Diyarbakır’da bir ilk...Dolmabahçe toplantılarından sonra ilk defa Diyarbakır’da böyle bir çalıştayın yapılması başlı başına bir sinerji yarattı. Lice’de yol kesmeler başta olmak üzere, bölgede yükselen gerilim ve anaların çocuklarını istediği, Öcalan’ın süreçten umutlu olduğunu söylediği bir süreçte bu çalıştayın yapılması onu başlı başına tarihi kılıyor. Bir anlamda AK Parti’nin sürece dair özgüvenli bir yüzleşmesine işaret ediyor.Çalıştayın katılımcı profili, aktörlerin temsil kabiliyeti, Diyarbakır’da ilk defa yapılması ve en önemlisi sürecin tıkandığı iddialarının olduğu bir konjonktürde yapılması çalıştayı gündemin üst sıralarına taşıdı.‘Sürece yasal güvence’Beşir Atalay, Efkan Ala, Mehdi Eker, Ekrem Erdem ve Zeynep Uslu öncülüğünde ve çok sayıda milletvekilinin katıldığı toplantıda sürece ivme kazandıracak öneriler getirildi. Özellikle Beşir Atalay siyasi kariyerinin en önemli konuşmasını yaptı. Efkan Ala ise sorun üreten değil, sorun çözen bir düzen arayışı içinde olduklarını belirtti.Atalay, sürecin yasal güvence altına alınabileceği, pozitif katkı beklediklerini söylerken siyasi kararlılık vurgusu yaptı. Beşir Atalay’ın, siyasi irade ve kararlılık vurgusu Başbakan dışında bir AK Partiliden duyduğumuz en net ifade oldu. Mutedil üslubuyla ve ketum tavrıyla bilinen Atalay, ilk defa atılacak adımları sıraladı. Tabiri caizse başbakan yardımcısı gibi değil Halit Yalçın’ın ifadesiyle ‘müstakbel başbakan’ gibi konuştu.Atalay’ın, ‘devletten çok devletçi, örgütten çok örgütçü’ sözü tarihi bir aforizma oldu.‘Öcalan kimin elçisi?’Hakkari’den gelen ‘entelektüel marangoz’ Halit Yalçın yürekleri titreten güzel bir konuşma yaptı. Yalçın’ı tanırım, vicdanlı ve serinkanlı biridir. Yalçın, sürecin bölgede coşkuyla karşılandığını ancak reformlar kurumsallaşmadığı için halkta karamsarlığa yol açtığını belirtti. Zira halkta ‘Acaba Öcalan, Kürt halkının temsilcisi olarak mı bu süreci yürütüyor yoksa devletin bir barış elçisi olarak mı bizi ikna etmeye çalışıyor’ sorusunu sorarak sürecin hızlanamaması durumunda sokakta şüphelerin artacağını söyledi.DTK Sekreteri Seydi Fırat ise ‘Kürt siyasetinin çözüm sürecinde hiçbir dönemde olmadığı kadar disiplinli ve kararlı durduğunu’ söylerken ‘sürecin üzerine titrediklerini’ ifade etti.Çalıştayda neler önerildi?Katılımcıların dile getirdikleri önerileri şöyle özetleyebiliriz...1- Sürece dair güven artırıcı adımlar atılmalıdır2- Karakol ve kalekol inşaatları durdurulmalıdır3- Çocuklarını isteyen analara evlatları verilmelidir4- Öcalan’la görüşmek üzere gazeteci ve akil insanlar adaya gitmelidir5- Bölgede yeni çalıştaylar yapılmalıdır.6- Kürtçe eğitimin önündeki engeller kaldırılmalıdır7- Bölgeye gelen uçaklarda Kürtçe anons yapılmalıdır8- Hakikatleri araştırma komisyonu kurulmalıdır9- Hasta mahkum ve tutuklular serbest bırakılmalıdır10- Yerli temsilcilerden oluşan üçüncü bir taraf kurulmalıdır.11- Çözüm yeri meclis olmalı ve CHP sürece dahil edilmelidir.
Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla AK Parti’nin asıl imtihanı başlamış olacak. Bu süreç o kadar hassas dengeler üzerine yürüyor ki yapılacak en küçük hata, major sonuçlar doğuracak. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle Türkiye ve bölge yeni bir sürece girecek. ‘Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa partinin başına kim geçecek, 2015 seçimlerinde AK Parti’nin durumu ne olacak’ sorularına verilecek cevaplar ülkenin geleceğini de şekillendirecek.Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasıyla birinci AK Parti dönemi sonlanmış olacak. Partinin vizyonunda ise 2023’e kadar ülkeyi yönetme hedefi var. Geçen on iki yıl boyunca pek çok icraat gerçekleştirildi. Bütün bu pratikleri ‘restorasyon’ dönemi icraatları olarak kavramsallaştırabiliriz.AK Parti’nin kendisiyle imtihanı!Partinin önünde şimdi yeni bir problematik var. Eleştirdiği ‘Eski Türkiye’ yerine, ‘kuşatıcı, kucaklayıcı, soft power’ı olan, ülkeyi küresel güç yapacak yeni bir paradigma’ koyması gerekiyor. Yeni AK Parti bunu yapabilir mi? Bu soruyu aslında değiştirerek ‘liderini kaybetmiş’ parti bunu başarabilir mi şeklinde de sorabiliriz. Doğrusu bu soruya benim cevabım temkinli evet. Temkinli diyorum çünkü parti içinden ilk defa farklı işaretler geliyor.Yeni Türkiye için yeni bir AK Parti ve yeni bir anlayış inşaa edilmezse ilk seçimlerde farklı sonuçlar alınabilir. Burada iki temel sorun var. Birincisi Erdoğan’ın koruma kalkanı üzerinden kalkmış bir AK Parti’nin krize dayanma eşiği de düşmüş olacak. Stres katsayısı yükselmiş bir Türkiye karşısında, kriz eşiği düşmüş bir AK Parti var.İkincisi ise Çankaya’ya çıkacak Erdoğan’ın parti üzerindeki ‘özgül ağırlığı’ eskisi gibi olmayacak. Bir yandan Erdoğan’ın eski gücünü kaybetmesi, diğer yandan partinin koruma kalkanını kaybetmesi yeni bir politik tablo ortaya çıkaracak.Metal yorgunluğu nasıl atılacak?Parti kurmayları sürecin sorunsuz atlatılacağını söylüyorlar ancak bu o kadar da kolay olmayacak. Bir anlamda parti RP pratiğinden sonra yeni bir metamorfoz daha yaşayacak. Aksi takdirde yaşanan metal yorgunluğu yapısal hale gelecek ve politik ömrünü tamamlamış olacak.Bu bağlamda Erdoğan sonrası dönemde partinin kadro, söylem, program ve teşkilatlarının yeniden yapılandırılması gerekiyor. Parti kadrolarının iradelerini lidere devretmeleri, bu kadrolarda ciddi bir irade sorunu ortaya çıkarmış durumda. Gerçekçi olmak gerekirse Erdoğan olmadan ‘İmralı adasına kimin gideceğine’ karar verilmesi dahi büyük sorun olacaktır. Diğer yandan büyük sorunlar karşısında partinin karar alma mekanizmalarının nasıl çalıştığı kriz yönetiminden biliniyor.AK Parti’nin geleceği...Meseleyi somutlaştırmak anlamında AK Partiyi yarış arabalarına benzetebiliriz. On iki yıldır durmadan ilerleyen bir arabanın artık pitstop’a girmesi gerekiyor. Yarış arabalarının tamir, bakım, lastik değişimi, mekanik düzenlemeler ve sürücü değişikliği için pitte girmesi gibi AK Partinin de yeniden yapılandırılması gerekiyor. AK Parti’nin pitstop’unda hem pilot değişecek, hem de yeni sürücüye uygun bir motor ve şanzıman bulunacak .Değişimin mühendisliğinde hata yapılırsa parti kendi eliyle kendini imha edecek. Partinin kurumsall aşması, kimlik inşaa süreçleri, yeni dönem hedeflerine yürümesi, değişimden güçlenerek çıkması ‘ortak akıl, kurmay zeka, özgüvenli bir politik duruş’ gerektiriyor.Denklemden AK Parti çıktığında ise büyük bir politik vakum oluşacaktır. Türkiye’nin yapısal sorunlarını çözümü başka bahara ertelenecek ve ülke yeni bir paranteze girecektir. Bu süreçte partinin en büyük şansı termodinamiği yüksek tabanı ve kompleksiz politik vizyonudur.Bir sonraki yazıda ‘Yeni Türkiye için Yeni AK Parti lazım’ analiziyle devam edeceğiz.
BDP heyetinin Öcalan görüşmesi sonrası yaptığı açıklama tartışmaları bir kez daha sonlandırdı. Başta Kandil olmak üzere bazı çevrelerce dile getirilen radikal eleştiriler bir süreliğine susacaktır. Fakat temelli son bulması zor. Bir hafta sonra yeniden ‘felaket tellalı’ ifadeler ortaya dökülecektir. İmralı çözüm süreci başladığından bu yana hep böyle oldu. Bu çevreler, BDP’ye hükümete daha fazla bir pres ve markaj önermek yerine her defasında negatif bir dil kullandılar. Bunun en çarpıcı örneği bir hafta önce Özgür Gündem’de Hüseyin Ali müstear adıyla yazan Mustafa Karasu, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ı doğrudan hedef alarak ‘Doğru söylemiyorsunuz’ dedi. Söylenenlerin içeriğinden çok bu dil ve üslup sakil değil mi? http://www.ozgurgundem.com/index.php?module=nuce&action=haber_detay&haberID=108159&haberBaslik=Be%C5%9Fir%20Atalay%20toplumu%20aldatmaya%20%C3%A7al%C4%B1%C5%9F%C4%B1yor&categoryName=&authorName=%20&categoryID=&authorID=Öcalan sürecin ardında neder duruyor?Geldiğimiz yerde PKK’nın Öcalan’ı yanlış anladığını söylemek ‘kraldan çok kralcılık’ olacak ama ortada da somut bir durum var. Öcalan yaklaşık bir buçuk yıl önce görüşmeleri başlattığında PKK için de bir paradigma değişimi öngörmüştü. Bu değişimin ana fikrini 2013 Nevroz’unda verdi. Ancak PKK ve BDP ‘demokratik siyasete’ evrilme konusunda pek istençli davranmadı.Kandil, önce Gezi’de sonra 17 Aralık operasyonunda süreci sonlandırmak istedi. Her iki olayda da Öcalan, sürecin devamını istedi ve özellikle 17 Aralık operasyonunun hükümete karşı bir darbe olduğunu ileri sürdü. Öcalan, 2010 referandumu sonrası Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘eski devleti tasfiye ettiğini’ dile getirirken ilk defa Erdoğan hükümetiyle ciddi diyalog başlattı.‘Avrupa da gelse Erdoğan’ı tasfiye edemez’Kamuoyuna yansımayan notlarda 17 Aralık sonrasında Abdullah Öcalan’ın yaşananları ‘darbe girişimi’ olarak nitelediği, ‘bunun başarılı olamayacağı, Erdoğan’ın artık devlet olduğu ve Avrupa /ABD gelse dahi onu indiremeyeceğini’ söylediği iddia ediliyor. Bu saptamalar çok önemli. Öcalan’ın nasıl olup da İmralı adasında tecrit edilmiş bir mahkumken bu değerlendirmeyi yaptığının üzerinde ayrıca düşünmek gerekiyor.Devlet-PKK ilişkilerinde paradigma değişti!2013 İmralı çözüm süreciyle müzakere pratiğinde paradigma değişimi yaşanırken PKK’nın geçmişin alışkanlıklarıyla süreci proveke edecek eylemleri yeni paradigmayla bağdaşmıyor. Çünkü yeni paradigmanın ana fikrini şiddet ve çatışma değil, müzakere ve demokratik siyaset oluşturuyor. Öcalan’ın ‘...taraflari süreci provoke edecek tutumlardan olabildiğine kaçınmaya dikkatli ve duyarli olmaya çağırıyorum’ cümlesi sanırım çok şey açıklıyor.Kürt siyasi hareketi pek farkında olmasa da sessiz diplomasi kendisine önemli kazanımlar sağladı. Kürt siyasi hareketi ‘şiddet olmadan yoluna devam etmeyi’ test ederken, hükümet çözüm sürecinin kendisine büyük bir psikolojik üstünlük sağladığını fark etti.Çözüm sürecinde sorun Türkiye’de değil, Rojava’da...Devletin ve Öcalan’ın sabırla yürüttüğü müzakereler son görüşmeyle birlikte yeni bir aşamaya geldi. BDP heyetiyle bürokratlar arasında yürüyen arka kapı diplomasisinin artık BDP heyetiyle AK Parti heyeti arasında yeni bir anlayışla devam edeceği anlaşılıyor.Çözüm sürecinde asıl sorun iç dinamiklerden çok Rojava’da yaşanan gelişmelerden kaynaklanıyor. Suriye’de yaşanan belirsizlik, dolaylı biçimde çözüm sürecinin kimyasını bozuyor. Son tahlilde Kürt sorununun çözümü siyasi irade ve kararlılık meselesi ise çözümden uzak bir yerde değiliz demektir. Süreç, yeni dönemde hızlanacak ve faz değiştirerek devam edecek...