Maden kazalarında ülkemizin bulunduğu yer aslında fazla söze gerek bırakmıyor. Soma izlenimlerimi bir cümleyle toplamam gerekirse ‘Ağla Türkiyem, yoksul ama soylu evlatlarına’ diyorum. Hiç sanmam ama inşallah bu son olur...Madenin bulunduğu vadinin halk arasındaki adı Karanlık Dere. Ülke tarihinin en karanlık faciası burada yaşandı. Yörede her ailede bir madenci var. Dede, baba ve torun madenci olmuş. Aslında yaşananların ana fikri Türkiye özeti gibi. İhmal, denetimsizlik, dikkatsizlik... Konuştuğum insanların gözünde büyük bir keder, acı ve çaresizlik gördüm.Soma, Ege’nin en verimli ovalarından birine sahip. Tarımda yaşanan sorunlar büyük bir işsizlik sorunu ortaya çıkarmış. İnsanlar köylerini terk ederek maaşlı bir işe girmeyi tercih etmişler. Ancak bu iş onlar için sigortalı kölelik ve tabut haline gelmiş. Askerimiz fakirdendir...Ölen işçilerin tamamı fakirlerin çocukları. Anadolu’da kadim gelenek Soma’da da işlemiş ve ölüm yine yoksullara düşmüş. O kadar çok hikaye var ki bir yerden sonra artık dinlemekten yoruluyorsunuz. Uzun hikayelerin ana fikri ‘işsizlik/yoksulluk/ölüm’ kader olmuş. Madenden mucize eseri çıkan Murat Yavaş’la sohbet ettik. Murat Yavaş, Cenkyeri Beldesinde yaşıyor. Kahveci Ahmet bizi alıp evine götürdü. O kadar yoksulluğun içinde ve ölümden dönmesine rağmen bizi avlunun kapısında karşıladı. Bir kızı bir oğlu var. Kurtulduğuna hala inanamıyor. Baba oğul ölüme yürüyor!Dinlediğim en yürek yakan hikaye baba oğul öyküsü oldu. Aynı ocakta, aynı vardiyada çalışan baba oğulun trajedisi. Baba madenden emekli oluyor. Geçim sıkıntısı nedeniyle yeniden madene giriyor. Oğlunu korumak ve kollamak için aynı vardiyaya yazılıyor. Yangın çıktığında birlikte çıkışa doğru yürümeye başlıyorlar. Bir süre yürüdükten sonra baba geriye dönüp baktığında oğlunu göremiyor. Dönüp oğlunu aramaya başlıyor. Ancak bulduğunda biricik evladının hayatını kaybettiğini anlıyor. Bunun üzerine tükenmişlik duygusuyla oğlunun üzerine kapanıp, kendisi de hayatını kaybediyor.Madenin kapısında konuştuğum Bülent ve Ahmet kurtarma faaliyetlerine bizzat katılmış madenciler. Bilinmesini istemiyorlar ama pek çok arkadaşını kurtarmışlar. Maden de çalışmaya devam edip etmeyeceklerini soruyorum. İkisi sözleşmiş gibi aynı anda mecbur olduklarını ve maden açıldığında yeniden işe başlayacaklarını ifade ediyorlar.İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!Enerji Bakanı Taner Yıldız’la sabah 08:00’de kriz merkezinde görüştük. Kamuoyunda tartışılan soruları kendisine sordum. Yıldız üç temel prensipleri olduğu ifade etti. 1. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın ilkesini varoluşsal bir mesele olarak gördüklerini. 2. Her ne olursa olsun şeffaflıktan vazgeçmeyeceklerini 3. Kimseyi korumayacaklarını ve sorumlulardan hesap soracaklarının altını çizdi. Soma, hükümetin imtihanına dönüşmüş durumda. Yıldız’ın sözlerinin takipçisi olacağız.Anaların yüreğinde kaynayan mahşer var!Başlarındaki beyaz tülbentleri kadar ak bir kalbe ve pazen kumaştan kara şalvarları kadar kara talihe sahip anaları gözlemledim. Acıdan konuşamıyorlar. Gözlerindeki derin yasa ve çaresizliğe şahitlik ettim. Gözyaşları üzerinden ülkeyi bölmek isteyenlere en güzel cevabı onların suskun ve asil duruşları veriyor. Soma izlenimlerimi bir cümleyle ifade etmem gerekirse ‘Ağla Türkiyem, yoksul ama soylu evlatlarına’ diyorum. Zannetmem ama inşallah bu son olur...Sorularla Soma trajedisi!Maden kazalarında ülkemizin bulunduğu yer aslında fazla söze gerek bırakmıyor. Soma izlenimlerimi bir cümleyle toplamam gerekirse ‘Ağla Türkiyem, yoksul ama soylu evlatlarına’ diyorum. Hiç sanmam ama inşallah bu son olur...Suriyeli işçiler var mı?Yetkililer devletin tezlerini söylerler diye onlara sormadım dahi. Soma’da, Cenkyeri’nde, gidebildiğim köylerde, madende çalışan işçilerle, kanaat önderleriyle, kahve milletinin insanlarıyla konuştum. Hepsi ağız birliği etmişcesine ‘Soma’da az da olsa Suriyeliler var. Tarlalarda çalışıyorlar. Ancak maden de çalışan bir Suriyeli duymadık, bilmiyoruz’ dediler.Hükümet, şirket ölü sayısını gizliyor mu?Fısıltı gazetesinde dile getirilen iddialardan biri de bu. Bazı insanlar hükümetin ve şirketin tepkilerden korktuğu için ölü sayısını sakladığını ifade ediyorlar. Hakkını teslim edelim ki yöre insanın kafasında böyle bir şüphe var. Ancak bu iddiayı bizzat Taner Yıldız’a sordum. Yıldız, süreci şeffaf biçimde yürüttüklerini dile getirirken ‘hiç kimsenin hatırı için işçi kardeşlerimize kast edilmesine izin vermeyiz’ dedi. Geçmişte benzer dedikodular karakol baskınlarında dile getirilmişti. Bir cenaze nasıl saklanabilir ki? İnsanlar şirketin kapısına dayanıp ‘evladımız nerede, verin’ demez mi?Çocuk işçi var mı?İnsanlar madende birçok ihmal olduğunu, gerekli tedbirlerin alınmadığını hatta şirketin insanları ölüme gönderdiğini söylüyorlar. Ancak küçük yaşta işçi çalıştırma konusunda ‘evet veya hayır’ gibi net cevaplar veremiyorlar. Bu konuda algı, olgunun önüne geçmiş durumda.Facia nasıl oldu?Bu soruya en tecrübeli madenciler dahi bir cevap veremiyor. Olayın çok hızlı gerçekleştiğini söylüyorlar. Soma faciası tam aydınlatılamazsa korkarım benzer olaylar devam edecek.Ölümlerin sebebi nedir?Madenciliğe hayatlarını vermiş bilge insanlar olayın sebebini çıkan yangına bağlıyorlar. Ancak herkeste büyük bir şaşkınlık var. Hiç kimse yaşananlara inanamıyor. Olayın hızla gerçekleşmesi soru işaretlerini artırıyor.Somalıların en büyük isteği ne?Üç gün sonra unutmayın bizi!Sorularla Soma trajedisi!
Soma’da, tarihimizin en büyük maden kazasını yaşadık. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum...Milletimizin başı sağ olsun...Madenden çıkan işçinin şu sözü yüreğimizi dağladı‘Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin...’Kimin kusuru varsa sonuna kadar gidilip hesabı sorulmalı...Sözün bittiği yerdeyiz!Yastayız...
CHP’de son yapılan değişiklikler çok fazla tartışılmasa da önemli. Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminin arayışını gösteriyor. Bu bağlamda yapılan değişikliklere anayasa referandumunun yaratıcı sözünü tersine çevirerek ‘yetmez ama evet’ demek gerekiyor. Çünkü bu değişikliklerin taktik bir değişiklik mi, yoksa stratejik bir değişiklik mi olduğunu yakın zamanda göreceğiz.Kemal Kılıçdaroğlu 22 Mayıs 2010 Kurultayında genel başkan seçildi. Daha sonra peş peşe seçimli kurultaylar ve tüzük kurultayları yaptı. Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasının üzerinden dört yıl geçmesine rağmen dört kurultay yapıldı.Neredeyse her yıl bir kurultay yapılması, olumlu tarafından yorumlandığında ciddi yön ve politik arayışın işareti sayılabilir. Olumsuz tarafından bakıldığında ise bu kadar çok değişimin ve iç iktidar mücadelesinin olduğu partinin nasıl olup da iktidara yürüyeceği eleştirisi getirilebilir.CHP’de isim değişikliği mi, siyaset değişikliği mi: CHP yönetiminde yapılan değişikliklerin ilk sonuçlarını cumhurbaşkanlığı seçiminde göreceğiz. Ancak değişimin söylemsel sonuçları daha yakın zamanda anlaşılacak. Bu değişiklikler parti yönetimince kurultaya gitmemek için bir ara çözüm ya da taktik değişiklikler olarak düşünülürse hata yapılır. ‘Derin CHP’de yerel seçimlerle ilgili ciddi eleştiriler var ve Kılıçdaroğlu yönetiminin bunlarla yüzleşmesi lazım.‘Sözde yeni’ mi, ‘özde yeni’ mi: Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan oluşuyla vaat ettiği ‘Yeni CHP’nin artık somut biçimde ortaya konulması gerekiyor. Yani partinin pek çok konudaki ikircikli tavrından vazgeçmesinin ve acı şurubu tabana içirmesinin zamanı geldi de geçiyor.Bu noktada Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderlik vizyonu devreye giriyor. Kılıçdaroğlu’nun hem partisini iktidar alternatifi hâline getirmesi hem de partinin yapısal sorunlarını çözmesi gerekiyor. İşi iki defa zor ve zaman Kılıçdaroğlu’nun aleyhine işliyor.Neden böyle oldu sorusu mu, nasıl iktidar olur sorusu mu: Genel Başkan seçildiğinde, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin son şansı olduğunu, eğer Kılıçdaroğlu ile iktidar alternatifi hâline gelemezse partinin bölüneceğini söylemiştim. Bu analizimde ısrar ediyorum.Kılıçdaroğlu gibi çevreden gelen ve çevrenin değerlerini yaşayarak içselleştiren bir isim CHP’nin dönüşümünü gerçekleştiremezse tabandaki ‘öğrenilmiş çaresizlik sendromu’ kurumsallaşacak ve Türkiye demokrasisi büyük yara alacak.Bu anlamda Kılıçdaroğlu yönetiminin ‘neden böyle oldu’ sorusuna personel değişikliğiyle cevap vermek kadar ‘CHP nasıl iktidar olur’ sorusunu eklemesi ve paradigma değişimini gerçekleştirmesi lazım. CHP’li yöneticiler sürekli CHP’nin ne kadar zor bir parti olduğunu ve değişimin güçlüğünü dile getiriyorlar. Bu sav doğru ancak zaten liderlik de tam bu noktada devreye giriyor.Bahçeli, Kılıçdaroğlu’na şah mat dedi: MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, ‘çatı aday’ formülünü CHP’liler olumlu karşıladılar ancak bu hamlesiyle Bahçeli’nin CHP’ye ‘şah-mat’ dediğini şimdilik fark etmiyorlar. CHP bu teklifi kabul ettiğinde tabandaki ‘sağcılaşma’ tartışmaları hızlanacak. Bu saatten sonra teklifi geri çevirdiğinde karar veremeyen ve zaman kaybına yol açan taraf olmakla suçlanacaklar.Son tahlilde CHP’nin personel değişimini aşan majör bir değişime ihtiyacı var. Kılıçdaroğlu, bu dönüşümü başarırsa CHP büyüyecek ve iktidar alternatifi olacak. Büyüme stratejisi başarısız olursa cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra parti içi iktidar mücadelesi hızlanacak ve ‘ulusalcı kanadın’ bölünme tezleri daha fazla gündeme gelecek.CHP’yi siyasetsizlik değil, siyaset büyütecek...
Metin Feyzioğlu’nun Danıştay’da yaptığı konuşmaya Başbakanın gösterdiği tepki gündeme damgasını vurdu. Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde görülmeyecek bir olay yaşandı. İnsanlar eleştirilerini tabiki dile getirecekler. Hele hukuçuların kritikleri çok daha önemlidir. İktidarlar için yol gösterici olur. Ancak konuşma iktidardan rol çalmaya döner ve politik bir özne gibi olursa bu davranış doğru olur mu?Allah aşkına azıcık geriye yaslanın ve elinizi kalbinizin üzerine koyup biran düşünün. Almanya’da, ABD’de, Fransa’da, İspanya’da böyle bir olay duydunuz mu, gördünüz mü? Barolar Birliğinin veya herhangi bir mahkeme başkanının Merkel’i veya Obama’yı, ya da Hollande’ı azarladığını veya ayar verdiğini gördünüz mü? Lütfen siz karar verin Türkiye bu yaşananları hak ediyor mu?‘Komünistler götürülürken itiraz etmeyenler!’Alman edip Martin Niemöller ne demişti; ‘Önce komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü sosyalist değildim. Sonra sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü Yahudi değildim. Sonra beni götürmeye geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.’ Türkiye’de aynı durum yaşanıyor.Pekçok kanaat önderi, bilimadamı, Baro, STK ülkede yaşanan hak ihlalleri karşısında sustular. Başbakan Menderes idam edilirken, Deniz Gezmiş, Mustafa Pehlivanoğlu dar ağacına yollanırken seslerini yükseltmediler. Maraş’da, Sivas’ta Aleviler yakılırken veya kesilirken tepki göstermediler. Üç milyon Kürt evlerinden gönderilirken seslerini çıkarmadılar.Erdoğan eleştirilerinin amacı ne?Hepsinden öte darbeler karşısında sustular veya destek verdiler. Şimdi aynı isimler demokrat-özgürlükçü maskesi altında Erdoğan’a demokrasi dersi vermeye çalışıyorlar. Ancak hikayede olduğu gibi artık çok geç. Eleştirilerinin sahiciliği yok. Geçmişte yaşanan hukuk ihlallerine tepki göstermiş olsaydılar şimdi sözlerinin anlamı olacaktı.Eleştirilerin ana fikrini salt bir hukuk ve demokrasi savunuculuğu değil, Erdoğan karşıtlığı oluşturuyor. Onun için de sahici ve inandırıcı olamıyor.‘Yerli One Minute’ yada Feyzioğlu’nun konuşması neden yanlıştı?Bu yaşananlardan sonra Feyzioğlu’nun konuşmasının içeriğinin önemi kalmadı. Çünkü Feyzioğlu, Mecelledeki ‘usul, esastan önce gelir’ sözünü unutup, usul hatası yaptı. Peki konuşmada sorun nerdeydi?1. Rutin bir protokol konuşmasında kendisinin de belirttiği gibi uzun bir konuşma yaptı.2. Kendisi seçilmiş biri olarak siyasetçilere üsttenci ve hiyerarşik bir dille ayar vermeye çalıştı.3. Hukuku ilgilendirmeyen konularda (Van konteyner kent, Dış politika stratejisi, Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylara başarılar dilemek, 76 milyonun Cumhurbaşkanı olma temennisi vs vs) cevval bir politikacı gibi nutuk irad etti.4. Hukukçu kimliğiyle ve Barolar Başkanı gibi değil, muhalefet partisi lideri edasıyla konuştu.5. Konuşması hükümete yönelik olsa da son tahlilde karşısında devlet erkanı vardı.6. Haşim Kılıç’ın olayı tazeyken böyle bir konuşma Erdoğan’da ‘yeni bir one minute’ efekti yarattı.7. Feyzioğlu son dönemde Başbakan’la sık görüştü. Bu eleştirileri Dolmabahçe’de de söyledi mi?8. Feyzioğlu başbaşa görüşmede farklı, kamusal alanda farklı konuştuğu için mi Erdoğan bu tepkiyi gösterdi?9. Feyzioğlu yalın prensibi daha ihlal etti ve Erdoğan’ın yüzüne söyleyemediği tenkidleri kamusal alanda Danıştay’ın arkasına saklanarak söyledi.10. Danıştay Başkanı Zerrin Güngör ile Metin Feyzioğlu’nun konuşması ‘içerik/usul/sure/üslup’ bakımından karşılatırıldığında olayın mahiyeti daha iyi anlaşılacaktır.
Devlet Bahçeli’nin Şükrü Küçükşahin‘le söyleşisi önemli. MHP’nin cumhurbaşkanlığı stratejisini ve olası senaryoyu ortaya koyuyor. MHP’nin stratejisinin ana fikrini sağ ve solun tek aday etrafında bir çatı koalisyon kurması oluşturuyor. Açıklamada adayın CHP’li olmayacağı net olarak anlaşılıyor. Bunun yanında olası sonuçları şöyle sıralayabiliriz:Ortak aday muhalefete fayda sağlar mı? MHP ve CHP’nin ortak adayda birleşmesi teorik olarak zor görünse de velev ki gerçekleşse dahi beklenen faydayı sağlamayabilir. Öncelikle bu mühendislik ‘muhalefetin güçsüz, Erdoğan’ın güçlü olduğu’ algısına hizmet eder. Nereden biliyorsun diye sorarsanız yakın dönemin tarihine bakılabilir.Çatı adayı CHP/MHP için potansiyel lider adayı olabilir mi? MHP ve CHP’nin ortak adayda birleşmesi son tahlilde genel başkanların işine gelmeyecek bir senaryo. Çünkü ortak adayın seçilmesi durumunda bir sonraki adımda bu partilerin birleşmesi gündeme gelecektir.Adayın seçilemeyip yüksek oy alması durumunda ise bu defa genel başkanların varlığı sorgulamaya açılacaktır. Böylece ortak aday, MHP veya CHP genel başkanlığı için potansiyel isim olacaktır.MHP-CHP tabanında birlik ve tek parti sendromu! MHP 2009 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir’de yüzde 27 oy alırken bu oran 2014’te yüzde 7’ye düştü. MHP oyları CHP adayı M. Yavaş’a gitti. CHP ile MHP arasında 2009 seçimlerinde başlayan oy geçişkenliği artarak devam ediyor. İki parti tabanda birleşiyor. Bununla birlikte çatı isim konusunda Çankırı’daki MHP’li ile Muğla’daki MHP seçmeni arasında fark olduğunu gözden uzak tutmamak lazım.Cepheleşme siyaseti paradoksu: Muhalefetin bir yandan yerel seçimlerde yaşanan kutuplaşmadan şikâyet ederken diğer yandan yeni bir blok inşa etmesi paradoks oluşturuyor. 1994 seçimlerinden bu yana girdiği tüm seçimleri ‘cephe siyaseti’ stratejisiyle kazanan Erdoğan için kurulacak yeni blok, onun köşke çıkmasını hızlandıran bir etki yapacaktır.Muhalefet kendi adayını değil Erdoğan’ı tartıştırıyor: Muhalefetin köşk seçimini Erdoğan karşıtlığı üzerine inşa etmesi, sonuçları üzerinden bir okuma yapıldığında Erdoğan propagandasına dönüşüyor. Muhalefet farkına vararak veya varmayarak kendi tezlerini anlatma yerine, Erdoğan’ın argümanlarına cevap verme durumunda kalıyor.Muhalefetin zaman sorunu: Muhalefetin adayını henüz belirleyememiş olması ve ‘Erdoğan köşke çıkamaz’ söylemi halkın bir kısmında ilan edilmemiş reaksiyona neden olurken zaman çatı bloğunun aleyhine işliyor.Politik seçimde, apolitik aday arayışı: Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle köşkün ve seçimin doğası da değişti. Köşk seçimi siyasetin yeni bir meydan okumasına döndü. Bu bağlamda muhalefetin cumhurbaşkanı adayı için apolitik bir isim ve profil araması seçimin içeriğiyle çelişiyor.2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve dejavu hâli: ‘Erdoğan köşke çıkmasın’ söylemi, 2007 seçimlerinde de yaşanmıştı. Muhalefetin bu stratejisi Erdoğan’ın seçimi kazanmasına ve Abdullah Gül’ün köşke çıkmasına yol açtı. Bugün de benzer bir denklem işliyor. Aynı söylem ve aynı denklemle aynı sonuç alınmayacak mı?Çatı adayının Kürt sorunu, AB, Ermeni meselesiyle imtihanı: Çatı adayının kampanya sırasında temel sorulara ikna edici cevaplar vermesi gerekecek. Kürt sorunu, AB, Kıbrıs, Ermeni meselesi gibi sorunlarla yüzleşmesi icap edecek. Bu sorulara vereceği cevapların bir kısmı MHP, bir kısmı CHP tabanına ters gelecek ve tam bir kilitlenme durumu yaşanacak.Tüm bu paradokslara rağmen bekleyip görmekte fayda var. Bakalım iki lider şapkadan yeni bir tavşan çıkartabilecek mi?
Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça Erdoğan, Özal; AK Parti, ANAP mukayesesi yapılıyor. Tabii ki iki lider de ‘aynı dağın yeli ve aynı sazın teli’ bir gelenekten geliyor. Birbirinin devamı olan bu isimlerin pek çok benzerlikleri ve birçok farklılıkları da var. İşte o farklar:1. Özal bürokrattı, Erdoğan doğuştan siyasetçi: Turgut Özal, mühendislik fakültesini bitirince bürokrasiye girdi ve en tepeye kadar yükseldi. DPT ve Başbakanlık Müsteşarlığı yapan tek başbakan ve cumhurbaşkanı oldu. Arada özel sektörde çalıştı, Dünya Bankası’nda görev aldı. 1977 seçimlerinde MSP İzmir adaylığı dışında ANAP’ı kurana kadar siyasetin dışında kaldı. 1983’te Başbakan olduğunda 56 yaşındaydı.Tayyip Erdoğan ise doğuştan siyasetçi. Öğrencilik yıllarından itibaren MTTB ve MSP gençlik örgütlenmelerinde yer aldı. Sırasıyla Refah Partisi’nin Beyoğlu İlçe Başkanı, İl Başkanı oldu. İstanbul Belediye Başkanı olduğunda 40 yaşındaydı.2. Özal dört eğilimi birleştirdi, Erdoğan yeniden tanımladı: Özal mühendis rasyonalitesiyle dört eğilimi birleştirip ANAP’lılık kimliği inşa etmeye çalışırken, Tayyip Erdoğan kimyagerlik yaptı. Erdoğan, merkez sağ seçmene yeni bir kimlik vererek politik mühendislik yaptı. Elli yıl sonra DP’ye yeniden ruh verdi.3. Özal 3, Erdoğan 6 seçim kazandı: Turgut Özal, 1983, 1987 genel ve 1984 yerel seçimlerini kazandı. İki referandum kaybetti. 1989’da Köşk’e çıkarken ANAP’ın oyu yüzde 20’ydi. Tayyip Erdoğan ise girdiği tüm seçimleri kazandı. Dünyada eşine az rastlanır biçimde 3 genel, 3 yerel seçim ve iki referandumu kazanarak ‘seçim sihirbazı’ olduğunu kanıtladı. RP döneminde keşfettiği ‘politik çatışmayı’ kaldıraç olarak kullandı ve cephe siyasetini başarıyla yürüttü.4. Özal’ın rakibi Demirel’di, Erdoğan’ın rakibi yok: Özal, Demirel’in DPT ve Başbakanlık Müsteşarlığını yaptı. Aralarında önce ağabey-kardeş ilişkisi vardı. Sonrasında ise sert siyasal rekabet oldu. Demirel, Özal’a ‘tapulu arazime gecekondu yaptırmam’ dedi ve Çankaya’dan indirmek için mücadele verdi.Erdoğan ise merkez sağ seçmeni AK Parti çatısı altında toplayarak bu alanda rakipsizliğini ilan etti. Zaman içinde kendisine rakip olabilecekleri de yanına aldı. Merkez sağ bloğun tek adresi oldu.5. Özal’ı askerler, Erdoğan’ı siyasal krizler getirdi: Turgut Özal’ı bulunduğu makamlara biraz kader, biraz konjonktür biraz da askerler taşırken, Erdoğan engelli koşuda birinci oldu. 12 Eylül 1980 darbesi olmasa Özal belki de emekli olacak ve köşesine çekilecekti. Tayyip Erdoğan ise gençlik kolları, ilçe başkanlığı, il başkanlığı macerası sırasında engell(emel)eri aşarak ve yasaklamalarla çarpışarak zirveye çıktı.6. Özal Amerikanvari, Erdoğan Türk tipi yöneticidir: Partisine, rakipleriyle ilişkilerine ve kampanyalarına bakıldığında Özal, Amerikanvari bir siyasetçiydi. Siyasi yasakların kalkmasıyla ilgili düzenlenen referandumda ‘No’ yazılı tişörtler giydirmesi, Cumhurbaşkanı olduğunda şortla karakol denetlemesi akıllara gelen ilk örneklerdir.Tayyip Erdoğan ise daha çok Türk tipi bir başbakan olarak hafızalara kazındı. Ailesini ve özel yaşamını medyadan uzak tutu. Özal’a göre daha muhafazakâr bir profil çizdi.7. Özal transformasyon, Erdoğan sessiz devrim yaptı: Özal, reformlarını 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlatmış ve Bülend Ulusu hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak devam ettirmişti. Özal reformlar konusunda radikal ve devrimciydi. En sevdiği sözcük ‘transformasyon’ yani değişimdi.Tayyip Erdoğan, yasaklı olduğu için dışarıdan kontrol ederek girdiği seçimlerde partisini iktidara taşıdı. Erdoğan, reformları zamana yayarak gerçekleştirdi. Bir anlamda muhafazakâr siyasetin sürekliliği için de değişimi hayata geçirdi ve sessiz bir devrim başardı.8. Özal hayal etti, Erdoğan yaptı: Otoyollar, barajlar, hızlı tren, organize sanayi bölgeleri başta olmak üzere Özal’ın başlattığı ancak bitiremediği dev projeler Erdoğan döneminde tamamlandı.Özal ‘hesap edilmiş risklerin’ adamı olurken Erdoğan tüm zamanlarda ‘sezgileri ve iç sesiyle’ hareket etti.9. Erdoğan’ın önünü açan Özal oldu: Özal’ın başlattığı iktisadi ve toplumsal liberalizasyon politikaları kısa sürece sonuç verdi. 141, 142 ve 163’ü kaldırmak başta olmak üzere Özal ‘tabu yıkan lider’ olarak tarihe geçti.Tayyip Erdoğan ise Özal’ın açtığı yoldan ilerleyerek bir anlamda Özal’ın hayallerini gerçekleştirdi. Kapitalist birikim süreçleri başta olmak üzere refahın ve demokrasinin standartlarını yükseltmek Erdoğan’a nasip oldu.10. Özal III. Selim ise Erdoğan II. Mahmut’tur: Son tahlilde Özal’ın açtığı yoldan Erdoğan ilerledi. Özal, İmparatorluğun reformları başlatan III. Selim ise Erdoğan o reformları devam ettiren ve kurumsallaştıran II. Mahmut’tur.
AK Parti’de bir gün aralıkla toplanan MYK ve MKYK’da ilginç kararlar alındı. Cuma günkü uzun toplantıda Başbakan Erdoğan herkese tek tek söz verdi. Toplantının ana gündemini dört soru oluşturdu. Öncelikle Cumhurbaşkanı kim olsun, ikincisi Erdoğan köşke çıkarsa Başbakan kim olsun, üçüncüsü üç dönem kuralı ve son olarak seçim sistemi ne olsun sorularına cevap arandı.Başbakan Erdoğan’ın köşke çıkması konusunda net bir kararın ortaya çıktığı ifade ediliyor. Ancak ‘partinin başında kalmalısınız’ diyen birkaç ismin de olduğunu belirtmek lazım. Başbakan Erdoğan’ın bu cevaplar karşısında sustuğu ve tebessüm ederek not aldığı ifade ediliyor.‘Tayyip Erdoğan’dan sonra partinin başına kim gelmeli’, sorusunda çoğunluğun sessiz kaldığı belirtilirken birkaç ismin Abdullah Gül adını telaffuz ettiği belirtiliyor. Ancak Erdoğan’ın bu konuda da renk vermediği, sadece dinleyip, yazmaya devam ettiği söyleniyor.Erdoğan: Halk kuralın değişmesini istemiyorÜç dönem kuralıyla ilgili soruda ise salonun çoğunluğunun ‘kuralın değişmemesini’, kurala takılan bazı isimlerin ise söz sırası geldiğinde ‘siyasette tecrübenin önemli olduğunu, memlekete dair söyleyecek sözlerinin bitmediğini’ dile getirdikleri ifade ediliyor. Bu sözler üzerine Başbakan Erdoğan’ın ‘siz böyle diyorsunuz ama halk ve partililer kuralın değişmesini istemiyor’ şeklinde bir karşılık verdiği söyleniyor.Daha önceden bu tür toplantılara katılan önemli bir isim şunları söyledi: ‘Tayyip Beyin bazı toplantıları, önceden aldığı kararları onaylatmak için yaptığını biliyoruz ancak son toplantılarda samimi biçimde heyetin fikrini alarak kendi kararını vermeye çalıştığını’ ifade etti.Erdoğan’ın bu düzenlemelerle özneyi ve nesneyi değiştirerek partisinde yeni bir siyaset mühendisliği ve yeni bir kimyagerlik yapmak istediği anlaşılıyor.Kural değişikliği mi kadro değişikliği mi?Üç dönem kuralının değişmemesini, önceki MKYK kararlarıyla birlikte ele almak gerekiyor. 15 Nisan’da yapılan MKYK’da boşalan üyeliklere yeni isimler getirildi. Yedek listede bulunan üç milletvekili MKYK üyesi oldu. Ayrıca Nurettin Nebati, Abdülhamit Gül ve Süleyman Soylu genel başkan yardımcılıklarına getirildi. Cuma günü yapılan MKYK ‘da ise üç dönem kuralının devamı kararlaştırıldı.Peki bu değişiklikler ne anlama geliyor? Büyük resme bakıldığında bu değişimin basit bir isim atamasından ve devam kararından öte anlamı olduğu çok açık. Son iki toplantı partinin yeniden yapılanma sürecine girdiğini ortaya koyuyor. Tayyip Erdoğan, 2009 ve 2012 büyük kongrelerinde tabanın beklediği ve istediği major değişimi şimdi adım adım hayata sokuyor.Üç dönem kuralı ve yeni atamalar Erdoğan’ın kafasındaki ‘soruların’ önemli ölçüde cevaplandığını gösteriyor. Bu bağlamda Erdoğan 2023’e gidecek dönemin kadrosunu oluşturuyor.Ak Parti’de yeniden yapılanma mı?Üç dönem kuralı nedeniyle partide ilan edilmemiş ‘Ak Saçlı-Yeni/Genç’ gerilimi yaşanıyordu. Ak saçlılar kapalı kapılar ardında kuralın değişmesini, yenilerin ise değişmemesini istediği biliniyordu. 17 Aralık süreciyle birlikte partide üç dönem kuralının kalkması gerektiği yönünde bir eğilim oluştu. Kuralının, partinin geleceğiyle ilgili risk yarattığı ve kaldırılması gerektiği yüksek sesle konuşulmaya başlandı.Hatta iki gün önce Yalçın Akdoğan Yenişafak’ta kuralın fiilen işlevini yitirdiğini bundan sonra kalksa da kalkmasa da fazla bir önemi olmadığını yazmıştı. Akdoğan ‘milletvekili ve belediye başkanı kadrolarının çoğu değişti, yani üç dönem engeline takılmadan doğal süreçlerle bir seleksiyon yaşandı. Üç dönem kısıtlaması kalksa bile fiili yenilenmenin devam edeceğinden de şüphe yok. Bu açıdan bakıldığında ‘üç dönem engeli kalksın mı, kalsın mı’ tartışması da pratik olarak başlangıçtaki değerini kaybetmiş durumda.’Partinin kurmay kadrosunda kuralın değişeceği yönünde bir hava oluşmuştu. Ancak MYK ve MKYK’da bu havanın tam tersi bir sonuç çıktı. Burada neler yaşandığını zaman içinde anlayacağız ancak anketlerde ilginç sonuçlar çıktığını belirtmeliyim. Üç dönem kararının MYK ve MKYK kadar Gül-Erdoğan görüşmesinde de konuşulduğu anlaşılıyor.10 maddede kararın politik okuması1. Kuralın değişmemesi dolaylı olarak makro düzeyde bir kadro değişimi anlamına geliyor.2. Erdoğan, partisini ‘gençleştirerek ve yenileyerek’ yeni açılımlar yapacağını işaretini veriyor.3. İnşaa sürecinin eski kadrolarla değil, yeni ve yorulmamış kadrolarla yürütüleceği anlaşılıyor.4. Kuralın değişmemesi politik restorasyon yanında, yeni dinamizm ve tazelenme sağlayacaktır5. Kadrolarını yenileyen parti yeni sürecin ruhuna uygun yapılanmaya gideceği anlaşılıyor.6. Bu karar partinin merkezdeki konumunu güçlendirecek ve yeniliklere imkan sağlayacaktır.7. Kadrolardan sonra siyasi ajandaya ve söylemin de yeniden yapılandırılacağı görülüyor.8. AK Parti’nin içe kapanacağı ve Milli Görüş’e teslim olacağı tezleri anlamını yitiriyor.9. AK Partinin hakim parti konumuna getiren ve ikinci on yılın kapısını aralayan etki yapacaktır 10. Son tahlilde tüm bu değişikliklerin temelinde Erdoğan’ın partiyi sağlama alma stratejisi var.
Almanya Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını şaşırarak dinledim. Birincisi, başka bir ülkenin iç işlerine bu derece müdahil olmak diplomatik teamüllere ne kadar sığar. İkincisi, kutuplaşmanın bu kadar arttığı bir dönemde bir kesim lehine bu kadar taraf olmak bu krizi daha da derinleştirmez mi? Üçüncüsü derin tarihsel ve geleneksel bağların olduğu iki ülke arasında bir cumhurbaşkanının ‘ayar verircesine’ konuşması bu bağlara ne kadar hizmet eder.Dördüncüsü; Orta Doğu’da bu kadar olay olurken susan, Almanya’daki Türkiye vatandaşlarına yapılanlara sesini çıkarmayan, Mısır’da olanlar karşısında tavır almayan bir ülkenin yöneticisinin böylesine sert mesajlar vermesi paradoks olarak nitelenmez mi? AB süreci, Kürt sorunu, Kıbrıs meselesi başta olmak üzere Almanya’nın bu konularda yapıcı bir tavrı olmadığını biliyoruz. Bu listeyi uzatmak mümkün ama biz kısa tutalım.Bütün bunları düşününce Almanya Cumhurbaşkanı’nın gizli AK Partili olduğu kanaatine vardım. Çünkü bu söylem, mevcut sorunları çözmek yerine daha büyük reaksiyona neden olacaktır. Öncelikle başka bir ülkenin iç işlerine karışma nezaketsizliğiyle itham edilirsiniz.Nitekim Başbakan Erdoğan partisinin grup toplantısında bunu sert biçimde ifade etti. Almanya Cumhurbaşkanı’nın bu mesajları toplumun bir kesiminde tepkiye neden oldu.AK Parti kurulduğundan bu yana yaşananlar ve özellikle kapatma davası sürecinde tanık olduğumuz olaylar Erdoğan’ı tasfiye etmek yerine daha da güçlendirdi. Rakiplerinin irrasyonel tavırları ve ‘kör gözüne parmağım’ Erdoğan karşıtlığı ters dalgaya neden oldu. Hatta Erdoğan’ın toplumsal desteğini büyüttü.Cumhurbaşkanı Gauck’un bu açıklamaları da aynı sonuca hizmet edecektir. Galiba Gauck gizli Erdoğan hayranı ve onun birinci turda köşke çıkmasını arzuluyor.Taksim tartışmasıBugün 1 Mayıs emek ve işçi bayramı. Türkiye basit bir yönetsel düzenlemeyle çözülecek sorunu yeni bir gerilimle aşmaya çalışıyor. 1 Mayıs’ı işçi bayramı ilan eden hükümet şimdi Taksim’i yasaklamakla itham ediliyor. Keşke sendikalarla bir araya gelinip sorun müzakere yöntemiyle çözülseydi.Hükümet sendikaları toplayıp kamuoyu önünde onlarla açık açık konuşaydı. 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması için son bir kez izin verip, sendikaların da olurunu almak suretiyle ‘bundan sonra toplanma alanı Yenikapı’dır’ diyerek sorunu suhuletle çözseydi. Bu formül hem hükümetin elini güçlendirmiş olacaktı hem de Taksim konusunda kimin mızıkçılık yaptığı ortaya çıkacaktı.Böylece Gezi’nin yıldönümünde olası provokasyonların önüne geçmek amacıyla Taksim’e çıkmak isteyenlere ‘makul bir hayır’ cevabı verilmiş olacaktı. Ancak görünen o ki İstanbul Valisi’nin süreci yanlış yönetmesi meselenin inatlaşmaya gitmesine neden oldu.İnşallah aklı selim ve sağduyu galip gelir ve istenmeyen olaylar yaşanmaz. İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın Diyarbakır Valisi’yken söylediği gibi, ‘Cana değil, cama gelir.’CHP’nin hatası nerde?Seçimlerden sonra CHP’deki tartışmalar son bulmuş değil. Ciddi bir arayış ve anlama çabası olduğu görülüyor. CHP’liler ne düşünür bilinmez ama tarih geri alındığında yapılan hataların büyüklüğü görülecektir.Birincisi, CHP en büyük hatasını 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaptı. O dönemde Tayyip Erdoğan’ın köşke çıkmasına karşı çıkmayıp, sürecin normal seyrinde ilerlemesine izin verseydi liderini kaybetmiş AK Parti aynı başarıyı gösteremeyecekti. Ayrıca 367 tartışmaları yaşanmayacak, Erdoğan’ın oy patlamasına zemin hazırlanmış olmayacaktı.İkinci büyük hatayı 2009 yerel seçimlerinde yaptı. O seçimde Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul yerine Ankara’dan aday olsa, Gürsel Tekin İstanbul’dan seçime girseydi muhtemelen başka bir sonuç alınacaktı. Ancak CHP, İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun dediği gibi stratejik akılla hareket etmediği için hata üstüne hata yaptı.Üçüncü büyük yanlış ise bu seçimlerde yapıldı. İstanbul’da Mustafa Sarıgül yerine Gürsel Tekin aday olmuş olsaydı yine başka bir hikâye ortaya çıkabilirdi. Ancak olayları politik gerçeklikten kopuk bir toplumsal mühendislikle anlamaya çalışan parti her defasında hata yaptı. Kendisini sürekli Tayyip Erdoğan üzerinden tanımlayan CHP, iktidar olmak için oy alması gereken sağ seçmenin gönlünü kazanmak yerine rahatsızlığa neden oluyor. Son tahlilde stratejisi olmayan taktiklerle harekete eden CHP her defasında aynı hataya düşüyor.