Çok kâr etmekle suçlanan bankalar için zor günlerin başladığı rakamlardan anlaşılıyor. Sektörde özsermaye kârlılığı hızla tek haneye doğru gidiyor. Sermaye yeterlilik rasyolarında da düşüş var.Bankacılık sektörü ve kazandığı paralar hükümetin hep gündeminde oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan mitinglerde bankacılara yüklenmeyi seviyor. Çünkü bankacılara yüklenmek, Boğaz’da yalıda oturan para babalarına yüklenmek kadar prim yapan bir durum. Tribünlere oynuyorsanız, fakir fukaraya sesleniyorsanız belli başlı cümlelerinizden bir tanesi de mutlaka finans kesiminin doymak bilmeyen kâr arsızlığı olmalı.Bazen kredi kartı cephesinden yükleniliyor bazen de ücret ve komisyonlardan. ‘Kazandığınız paraları mezara koysanız çukura sığmaz’ deniyor. Bankacılık sektörüne ceza üstüne ceza yağdırılıyor. Peki sektörün son durumu bize ne anlatıyor?Sermaye yeterlilik rasyolarına da, özsermaye kârlılığına da bakınca durumun giderek kötüleştiği hemen kendini gösteriyor. Faizler düşerken bankacılık sektöründe işler iyi gitti. Ancak faiz belli bir seviyede dip yapıp ivme tekrar yukarı dönünce karlarda ciddi bir erime söz konusu. Aktiflerdeki artış yüzde 7.9 iken, özkaynaklardaki artış yüzde 2.2’de kaldı. Üstelik bu rakamlar hemen hemen tüm bankalar sermayelerini hissedarlarına temettü olarak dağıtmayıp, bilanço içinde tuttukları halde yaşandı.Gerçek kârlılık düşükÖzsermaye kârlılığı son verilere göre yüzde 12.42’ye kadar gerilemiş vaziyette. Özsermaye kârlılığı 2006 ve 2007 yıllarında yüzde 20’lerin üzerindeydi. Yani bankaya konan her 100 liralık sermayeye karşılık 20 lira kâr elde edilebiliyordu. O oran her geçen dönem azaldı ve 2012 sonunda yüzde 15.68’e kadar geriledi. 2013 Ekim sonu itibarıyla da yüzde 12.42’ye indi. Çok üst düzey bir bankanın genel müdürü dostum, yılın son 2 ayında bankacılık sektöründe özkaynak karlılığının tek haneye kadar düştüğünü söyledi. 2013 sonuna dair bilançolar çıktığında durumu daha net görebileceğiz.Benzer bir rasyo bozulması sermaye yeterliliklerinde de dikkati çekiyor. Bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik rasyosu 2009’da yüzde yüzde 21’ler seviyesindeydi. Bugün geldiğimiz noktada yüzde 15’lere kadar çekilmiş vaziyette. Basel 2’ye göre taban sınır yüzde 8. Ancak BDDK’nın kabul ettiği alt sınır yüzde 12. Dolayısıyla BDDK’nın belirlediği pratikteki alt sınıra en çok yaklaşıldığı dönemdeyiz.2014 daha iyi olmayacakBu verilerin henüz başında olduğumuz 2014’te iyileşme ihtimali kötüleşme ihtimaline göre çok ama çok düşük. Yani hem özsermaye karlılığında hem de sermaye yeterlilik rasyolarında bozulma devam edecek gibi duruyor. Zaten o yüzden uluslararası derecelendirme kuruluşları Türk bankacılık sektörünün tehdit altında olduğunu belirtiyor, bankacılar da ‘Yeter bizimle uğraştığınız, ümüğümüzü sıktığınız’ diyorlar. (Tabii tam böyle diyemiyorlar ancak tercümesi budur...)
Belli ki hükümetin ekonomi politikalarında 180 derecelik değişiklik var. Büyümenin sırtı iç tüketime yaslanmışken 2014 yılında ihracata yönelmeyen firma acı çekecek.İlk sinyali 2013’ün son günlerinde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek vermişti. Sözlerini hatırlayalım: “Biz daha mütevazi bir büyümeyi öngörüyoruz. Türkiye’de bu yapısal reformlar devreye girip, cari açığı kalıcı bir şekilde, daha yönetilebilir, daha düşük düzeylere çekene kadar Türkiye’nin mütevazi büyüme oranlarıyla yoluna devam etmesini doğru ve sağlıklı buluyoruz. Yani sürdürülebilir yüksek büyümeden bahsediyoruz. Dünyanın içinde bulunduğu bir konjonktür var. Bizim en büyük ticaret ortağımız Avrupa Birliği (AB), resesyondan hâlâ çıkamadı. Orta Doğu’daki gerginlikleri herkes biliyor. Dolayısıyla evet, aldığımız tedbirler büyümeyi sınırlayıcı tedbirler ama büyümenin kalitesini artıran, büyümeyi daha sağlıklı, sürdürülebilir kılan adımlardır.”Yeni Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi dün pek çok ekonomiste tuhaf gelen bir açıklama yaparak bu politikayı destekledi. Zeybekçi, “ÖTV’deki artışın enflasyon üzerinde etkisi olacağına katılmıyorum. ÖTV’deki artış, fiyatlarda artışa meydan vermeyecek şekilde ekonomi düzenlemesini yapacak yani enflasyona sebep olmayacaktır”dedi.Ceteris peribus durumuZeybekçi bir anlamda ‘Ceteris paribus’ durumundan sözediyor. Latinceden ‘Diğer tüm durumlar sabitken’ şeklinde çevirebileceğimiz bu deyimi iktisatçılar kullanmayı sever ve örneğin malın fiyatının değişmesinin talep gibi bir başka etkene de bağlı olduğunu vurgulamak isterken sarfedebilirler.Yani Zeybekçi diyor ki, iç piyasa öyle bir kısılacak ki, ÖTV artışını kimse fiyatlarına yansıtmaya cesaret edemeyecek.Durgunluk döneminde de enflasyon yani stagflasyon olur elbette ancak görünen o ki hükümet zamların üreticiler ya da satıcılar tarafından hazmedileceğini düşünüyor.Ekonomiye can verinOysa bizim aldığımız duyumlar özellikle otomotivde artık firmalar için tolere edecek payın kalmadığı yönünde. Zaten kurdaki artış bir zammı gerekli kılmıştı. ÖTV oranlarındaki artışla otomotivde zam kaçınılmaz. Aşırı stokla yakalanan bir iki firma belki stoklar eriyene kadar zammı içinde tutar ancak daha sonra o da hesap makinasını eline alır.Ancak otomotiv dışındaki sektörler eğer iç piyasada satışlar bıçak gibi kesilirse zam yapmaya cesaret edemeyebilir. Görünen o ki hükümet artık tamamen iç piyasa odaklı tüketime dayalı bir büyüme istemiyor. Beyaz eşya, mobilya, elektronik aklınıza hangi sektör gelirse gelsin bir frene basma stratejisine yönelik politikalar izleniyor.Hatırlanacağı üzere önce inşaat sektörüne bir darbe vuruldu maliyetleri artıracak bir KDV düzenlemesi yapıldı. Sonra sıra taksit sınırlamasına geldi. Taksit sınırlamasını vergi zamları izledi.2008 krizinden hemen sonra durgunluk artınca ‘Alın verin ekonomiye can verin’ kampanyası düzenlenmişti. Tüketici nasıl bir gaz aldıysa ilerleyen yıllarda öyle bir can verdi ki ekonomiye, kendi borçluluğunu unuttu. Şimdi durum toparlanmaya çalışılıyor. Peki reel sektör ne yapacak?Hazır kur da rekabetçi bir seviyeye gelmişken artık firmalar kapı kapı dolaşıp tıpkı 2001’de olduğu gibi ihracatçı gömleklerini giymek zorundalar. ‘İç piyasa bana yeter’ diyen 2014’te nefessiz kalır.‘Seçim dönemine giriliyor, ortalık bu kadar karışıkken ve seçimler daha da önem kazanmışken, hükümet muslukları kısmaz, kendi ayağına sıkmaz’ diyenler yanılır, ona göre... Otomotivci ‘ÖTV bizden’ diyemediHükümetin binek otomobildeki ÖTV oranlarını artırması, otomotiv sektörünü şoka soktu. 1 Ocak’ta vergi artışlarına hazırlıksız yakalanan şirketler ellerinde hesap makineleri 2 gündür harıl harıl yeni fiyatlar üzerinde çalışıyor. Birçok markanın resmi internet sitelerinde fiyatların hâlâ güncellenmemiş olması dikkati çekti. Vergi değişikliği sonrası 1.6 litre motor hacimli araçların fiyatı yaklaşık yüzde 3.5-4 artacak. Zam oranı 2.0 litre motorlu otomobilde yüzde 5.5, süper lükslerde yüzde 6.5‘i bulacak. Yılbaşından bu yana eurodaki yüzde 28’lik yükselişe rağmen fiyatları sınırlı oranda artıran otomotiv şirketleri ÖTV artışın yanı sıra otomobillere en az yüzde 10 kur zammı da yapacak. Böylece ÖTV ve döviz kuruyla birlikte zam oranları yüzde 15’i bulacak. 40 bin liralık orta sınıf bir aracın fiyatı 6 bin lira civarında artacak. Otomotiv şirketleri daha önceki vergi artışlarında yaptıkları ‘ÖTV bizden’ kampanyalarını bu kez uygulamayacak. Eurodaki artışı henüz fiyatlara yansıtmayan markalar, kampanyalardan şimdilik uzak duruyor. Bir tek SsangYong, ÖTV artışını fiyatlara yansıtmadığını açıkladı. Otomobile gelecek zamların talepte bir düşüş yaratacağını öngören Borsa da dün otomotiv hisselerine rağbet etmedi.Zeybekçi: Kuru salıvermek lazımBugüne kadar uyguladığı politikalar nedeniyle ekonomi bakanlarından gelen sert eleştirilere hedef olan Merkez Bankası, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’yle rahat bir soluk aldı. Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen döneminden, Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan dönemine kadar bakanların yaptığı açıklamalarla hedef tahtası olmaktan kurtulamayan Merkez Bankası, yeni bakanla derin bir ‘oh’ çekecek gibi görünüyor. Zeybekçi, MB’nin uyguladığı ve 2014 yılı için açıkladığı para ve kur politikalarıyla ilgili soruya, alışıldık olmayan bir yanıt verdi: “Biraz böyle salıvermek lazım... İşi ehline bırakmak lazım. MB tamamen teknik, profesyonel tebdirler alıyor. Görev ve sorumluluklar anlamında Merkez Bankası’nın işini Merkez Bankası’na bırakmak lazım. ”Bakan Zeybekçi, ÖTV artışlarıyla ilgili bir soruyu da şöyle yanıtladı: “ÖTV artışının enflasyon üzerinde etkisi olacağına katılmıyorum. ÖTV’deki artış, fiyatlarda artışa meydan vermeyecek, ekonomi kendi düzenlemesini yapacak, yani enflasyona sebep olmayacaktır. ÖTV artışları tamamen kurdan kaynaklı artışlar olduğu için lüks tüketimin bütçe imkanlarından veya bütçe imkanlarını kullanarak karşılanmasını beklemek doğru olmaz diye düşünüyorum.” “Kur artışı geçici, ÖTV artışı kalıcı. Bu durumda kurlar geri döndüğünde ÖTV artışının geri alınması gerekmiyor mu?” sorusuna ise Zeybekçi, “İlerde kurların düştüğü durumda hükümetin bununla ilgili düzenleme yapmasını beklemek lazım” yanıtını verdi. Piyasa aynı fikirde değilEkonomistler ise zamların 2014 yılında enflasyona etkisinin yüzde 1 civarında olmasını bekliyor. Garanti Yatırım Başekonomisti Gizem Öztok Altınsaç “Toplamda enflasyonu 1 ile 1.3 puan yükseltici etki hesaplıyoruz” derken, Halk Yatırım Ekonomik Araştırmalar Müdürü Banu Kıvcı Tokalı, “ 2014 enflasyon tahminine yukarı yönlü revizyon gelmesi olası görünüyor” dedi.
Yılın son günü “CHP’nin ekonomi kurmayları ne iş yapar” diye sormuştum. Çünkü Türkiye’nin borçları ve büyüme performansı ile ilgili olarak yaratılmak istenen algı gerçeklerle tam örtüşmüyor, muhalefetin sesi sanki çıkmıyordu. Hazine Müsteşarlığı da yapan CHP’li Faik Öztrak aradı. Türkiye ekonomisinin gerçek tablosunu her fırsatta ortaya koyduklarından, ancak medyada yeterince yer bulamadıklarından şikayetçiydi.Sesleri gür çıkmıyor olabilir. Tonlamaları Başbakan Erdoğan’ın ki gibi başarılı olmayabilir.Sakin sakin, esip gürlemeden de söylenip okunsa ilgi çekebilecek bazı kıyaslamalar yapmış, bana da gönderdi. Hiç yorumsuz sadece rakamları incelemekte fayda var...AKP, kendinden önceki hükümetlerin kullandığı paranın 2 katından fazla para kullandı. Çok partili yaşama geçilen 1946’dan, 2002’ye kadar tüm iktidarlar:- 95 milyar dolar iç borç,- 130 milyar dolar dış borç,- 8 milyar dolarlık özelleştirme,n 542 milyar dolarlık vergi geliri olmak üzere toplam 775 milyar dolar para kullandı.AKP iktidarı ise:- 133 milyar dolar iç borç (2013’ün ilk yarısı itibarıyla)- 238 milyar dolar dış borç (2013’ün ilk yarısı itibarıyla)- 50.5 milyar dolarlık özelleştirme geliri (2013-Kasım itibarıyla),- 1 trilyon 257 milyar dolar vergi geliri olmak üzere (Ekim 2013 itibarıyla)Toplam 1 trilyon 678 milyar dolar para kullandı.1946’dan 2003’e kadar Türkiye’nin ortalama büyüme hızı % 5.1 oldu.- AKP’nin iktidar olduğu 2003-2013 arasındaki ortalama büyüme hızı ise % 4,8.Buna karşılık aynı ligde olduğumuz ekonomiler % 6.4 ortalama büyüme sağladı.TL’nin değerindeki şişme ve enflasyondan kaynaklanan makyaj silinince, Türkiye’de dolar cinsinden gerçek gelir artışı son 10 yılda (2002-2012) 3 kat değil 1,62 kat çıkıyor. Kişi başına gelir artışı da 1,43 kat . En büyük bela cari açık1950-2002 arasında Türkiye’nin verdiği toplam cari açık 43.7 milyar dolardı.Bu yılın sadece ilk 9 ayında verilen cari açık 49 milyar dolar. 2002 yılında 185 ülke içinde Türkiye; en fazla cari açık veren 40’ıncı ekonomi idi.2013’te 185 ülke içinde en fazla cari açık veren 5’inci ekonomi oldu. Sıcak paraya yaslanan politikalarla birlikte 2002 yılında imalat sanayinde 100 dolarlık imalat yapmak için 27 dolar ithalat yapılırken, 2007’de bu 39 dolara, 2012’de ise 43 dolara çıktı. 11 yılda ailelerin bankalara olan borcu 5.424 kat arttı.İşte madalyonun diğer yüzü.Zaten bu tablo nedeniyle, 22 Mayıs’ta Ben Bernanke, “Para musluklarını kısacağım” dediğinde, daha geçtiğimiz yıl Türkiye’ye alkış tutan OECD, IMF, Dünya Bankası gibi pek çok uluslararası kuruluş Türkiye’yi en kırılgan ülke listesinin başına koymamış mıydı?2013 pek çok sebepten dolayı hatırlamak istemeyeceğimiz, tatsızlıkların çok olduğu kötü bir yıl oldu. Umarım 2014 de sonu 13’le biten bu yıla ayak uydurmaz.Herkese iyi seneler.
Başbakan Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından gittiği her şehirde, her ilçede mikrofonu eline aldı, ısrarla ekonomi kozuna başvurdu.Hatta sözlerini öyle bir otomatiğe bağladı ki biz televizyon başında “IMF borcunu sıfırladık” kısmı mı “Bu kadar büyümenin olduğu yerde yolsuzluk olur mu?” cümlesi mi önce gelecek diye birbirimizle iddiaya girer olduk.Başbakan IMF borcunu sıfırlamanın üzerine basıyor, ekonomik büyüklük ve milli gelir açısından Türkiye’yi nerede alıp nereye taşıdıklarının altını çiziyor bunu çekemeyenlerin kumpasına dem vuruyordu.“Milli gelir biz iktidara geldiğimizde 3 bin dolarlar seviyesindeydi şimdi 10 bin doları geçti. Türkiye’yi 3 kattan fazla büyüttük. Türkiye’ye 3 Türkiye daha kattık” diyor.CHP’de onca ekonomist milletvekili var. Bir tanesi de Kılıçdaroğlu’nun kulağına “Bu tespitlerde demogoji var. Gerçekler tam öyle değil” demiyor. Ya da diyor ama Kılıçdaroğlu kürsüye çıktığında bu konulara ehemmiyet vermiyor.Vatandaş açısından savcıymış, paralel devletmiş şuymuş buymuş bir kenara asıl meselenin cebi olduğunu ve oradaki algının belirleyici olduğunu tam göremiyor herhalde.Milli gelir gerçeğiMilli gelirde gerçekten son 10 yılda Türkiye’ye 3 Türkiye daha katıldı mı önce ona bakalım. Rakamların sağı solu ile oynamak kolaydır. O yüzden istatistikler tutulurken belli bir dönem baz alınır. 1998 fiyat ve kur düzeyi baz alındığında Türkiye’nin şu an bulunan reel milli gelirinin aslında 10 bin 800 dolar değil, 6 bin 187 dolar olduğu görülüyor.Cari fiyatlarla kişi başına milli gelirde özellikle 2000’li yıllarda yaşanan hızlı artışın kaynağı ne?Sıcak para girişlerinin artırdığı döviz arzıyla kurdaki artışın enflasyonun gerisinde kalması, başka deyişle TL’de yaşanan suni değerlenme göze büyük gelen bu rakamı ortaya çıkardı.Enflasyonu düşünce sabit fiyatlarla gerçekte kişi başına düşen milli gelir 2013 sonunda büyük bir ihtimalle 6 bin 258 dolar olacak. Son 10 yılda milli gelirdeki gerçek artış yüzde 300 değil yüzde 42’ler seviyesindedir.Ayrıca ne yazık ki Türkiye büyümesini sağlıksız bir yapıyla, cari açık yaratarak kurguladı.Yani mevcut tablonun her an ciddi bir kırılganlık gösterme riski de büyük.Sadece Türkiye olmazBir de kıyas yaparken Türkiye’yi Türkiye ile yarıştırmak sağlıklı sonuç vermez. Dünyadaki gelişmeler ne olmuş, rakipler aradan geçen sürede nereden nereye gelmiş ona bakmak lazım. Aşağıdaki tablo incelendiğinde Türkiye’nin GDP’sindeki artışın Filipinler ve Güney Afrika seviyesinde olduğu, Rusya, Brezilya, Endonezya gibi ülkelerin Türkiye’den çok daha hızlı bir aşama kaydettiği görülüyor. Yani Türkiye bir yerden bir yere gelirken diğer ülkeler de armut toplamamış...IMF borcu bitti harikaBorçluluk rakamlarına da bir bakalım. IMF’ye olan borç sıfırlanmış iyi güzel de diğer taraftan Türkiye’nin toplam dış yükümlülükleri 10 senede 130 milyar dolar seviyesinden 337 milyar dolar seviyesine gelmiş. Sadece dış borç da değil, iç borç da kabarmış. 2002’de 91 milyar dolar olan iç borç toplamı 196 milyar doların üzerinde şu an. İç ve dış borcu birlikte değerlendirdiğimizde son 10 yılın bilançosu şöyle çıkıyor karşımıza: 2002’de 221 milyar dolar olan toplam borç şu an 533 milyar dolar seviyesinde. Yani borçlar azalmamış tersine artmış vaziyette.Üstelik kritik ayrıntı da 2004 ve onu izleyen bir kaç yıl içinde Türkiye tarihinin en büyük özelleştirme gelirine ulaşılmışken. 1986-2003 arasında özelleştirme geliri 8 milyar dolar seviyesindeyken, 2003-2012 yılları arasında 40 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. 2005 ve 2006 yıllarının özelleştirme geliri 8’er milyar doların üzerindeydi. 18 yıllık özelleştirme tutarı o yıllarda iki yıl üst üste kasaya girdi. Yani eldeki gümüşler satıldığı ve artık elle tutulur satılacak fazla bir değer kalmadığı halde borçlulukta aşama kaydedilemedi. Ancak dediğim gibi bunların CHP için bir önemi yok. Ayakkabı kutusu ile kürsüye çıkmayı muhalefet etmek zannediyorlar. O yüzden de sürekli Başbakan Erdoğan’ın iltifatlarına maruz kalıyorlar...
Dün cnbc-e’de katıldığım Enerji Koridoru programında İnci Özkasnak Özbek, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın sözlerini hatırlattı.Bakan Taner Yıldız “Doların 2.0’dan 2.10’a çıkması yaklaşık 4 milyar dolarlık maliyet artışı getiriyor, bu çok ciddi bir rakam. Maliyetlerimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Önemli olan bunların vatandaşlarımıza sirayet ettirmeden, kendi içinde dengeleyici bir yapıyı kuruyor olmaktır, bizim de çaba ve gayretlerimiz budur” diyordu.Elektrik ve doğalgaza zam gelip gelmeyeceği ile ilgili soruya yanıt veriyordu.Sıcağı sıcağına bu demeci dinledikten sonra ilk yorumum ‘4 milyar dolar bana biraz abartılı geldi’ oldu.O programda tam açamadım ancak neden abartılı bulduğumu matematiksel olarak izah etmeye çalışayım.Doğalgazın fiyatı öyle günlük belirlenmez. Ocak, Nisan, Temmuz ve Ekim aylarında kontratlara bakılır, o günün rayiçlerine göre fiyat yenilemesi yapılır.Yani en son Ekim ayında rakamlar revize edildi. Ekim ayında yapılan yeni kontratlarda hem Rus gazında hem de İran gazında indirim sağlandı. İran gazının 1.000 metreküpünü 512 dolarlar civarında alıyorduk, bu rakam 488 dolara indi. Rusya’dan alınan gazın 1.000 metreküpü de 452 dolarlar seviyesinden 430 dolarlar seviyesine çekildi.Yani doğalgaz fiyatında dolar bazında bir ucuzlama meydana geldi.Sağlanan bu indirimler, kurdaki artışı tolere ediyor.Üstelik Nisan ayına kadar da yeni bir fiyat belirlenmeyecek.Uluslararası piyasalarda doğalgaz fiyatlarına baktığımızda aşağı yönlü bir trend dikkati çekiyor. Kaya gazının devreye girmesi, bazı gaz ve petrol ithalatçısı ülkelerin artık ihracatçı konuma terfi etmeleri arz-talep dengesini yeni bir seviyede belirliyor.Analistlerin temelde hemfikir olduğu nokta gaz fiyatlarının bundan sonraki dönemde artmayacağı tam tersine azalacağı yönünde.Hatırlayın Rusya biraz da politik sebeplerle Ukrayna’ya sattığı gazın fiyatında yüzde 35’e varan çok ciddi bir indirime gitti geçen hafta içinde. Benzer indirimleri Türkiye dahil diğer müşteriler de talep edebilecek bundan sonra. Hele hele Kuzey Irak ve İsrail gazının devreye girmesi ile arz cephesinde işler, mevcut satıcılar açısından biraz daha bozulacak.Önümüzde seçimler var. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile seçimlerin önemi daha da arttı. Doğalgaza ve elektriğe zam yapmamak bir yöntemdir.‘Kur artıyor, enerji faturamız kabarıyor ancak biz bunu vatandaşımıza yansıtmayacağız’ diyerek zam yapmamak ise politikacı için şu an daha da cazip bir yöntemdir.
Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi yıllar geçse de hep kara delik oldu, bütçenin iki yakasını bir araya getirtmedi.Bunun temel sebebi kayıtlı çalışan sayısının azlığıydı. Yani patronlar işçi çalıştırıyor ancak primini ödemiyordu. Tabii erken emekli cenneti olma özelliğimiz de unutulmamalı.SGK’dan son rakamları aldım.Şu an kayıtlı çalışan yani prim ödeyen işçi sayısı Türkiye tarihinin en yüksek seviyesine çıkmış vaziyette. Tam 19 milyon 760 bin kişi SGK’ya prim ödüyor. Buna karşılık 10 milyon 504 bin emekli var. Temel olarak sigorta sistemi aktif prim ödeyenlerden toplanan kaynakla emeklilerin maaşının karşılanmasına dayanır. Tabii bu arada maaşların yanısıra yıllık 50 milyar TL’nin üzerine çıkan sağlık harcamalarını da unutmamamız gerekiyor. Bu para da SGK’nın cebinden çıkıyor.Yani SGK sistemi hem emekli maaşı ödüyor hem de sağlık giderlerini karşılıyor.Çalışan emekli oranına baktığımızda 1.90’ların yakalandığını görüyoruz. Bu oran ilk kez gerçekleşiyor.Geçmişte 1.6’lara kadar düşmüştü.Bu şu demek... 1.9 kişi prim ödüyor, 1 kişi emekli maaşı alıyor.Çok mu iyi oran? Kesinlikle değil.Aktüeryal dengenin sağlanabilmesi için 4 çalışana karşılık 1 emekli olması lazım. Ancak o takdirde SGK sistemine bütçeden ilave kaynak aktarmaya gerek kalmayacak. Emekli sayısını değiştiremeyiz. O zaman bu modele göre en az 40 milyon kişinin kayıtlı çalışıyor ve düzenli prim ödüyor olması lazım.Türkiye’de 55 milyonun üzerinde çalışabilir nüfus var ancak bunların sadece 28 milyon civarı işgücüne dahil oluyor. İşsizlerin de bu kategoride değerlendirildiğini unutmayalım. Yani işsizleri düşünce çalışan sayısı 25 milyonlar civarında. Dolayısıyla hiçbir zaman 1’e 4 oranı yakalanamayacak. Tüm kayıtdışılığı yok etsek bile oran 1’e 2.5’i ancak yakalayabilir.Bu arada nüfus yaşlandıkça son olarak geldiğimiz 1’e 1.9 oranının yeniden kötüleşmesi gibi de bir tehdit var.Başbakan Erdoğan’ın 3 çocuk söylemini bu rakamlar eşliğinde okumak ve değerlendirmek lazım.Tabii orada da sorun yeni gelecek nesillere iş imkanı yaratma kapasitesinde tıkanıp kalıyor.Sağlık önemli olduKayıtdışılıkla mücadelede yeterli olmasa da bir yol alındığı gerçek. Yukarıdaki rakamlar kötünün iyisi bir iyileşmeyi ortaya koyuyor. Bunun sebeplerine baktığımızda prim teşviği ve çalışan bilincindeki artış öne çıkıyor. Ancak iyileşmenin temelinde sağlık var. Çalışanlar çalışırken özellikle de yolun başındayken emekliliği fazla düşünmeyebiliyor. Ancak sağlık hizmeti alma kaygısı, işçinin sigortalı olma konusunda işvereni zorlamasına yetiyor.Aktif çalışan ihbar hattı da işverenlerin gözünü korkutmuş vaziyette.
Kuzey Irak’ın petrol ve doğalgazını piyasaya sokacak anlaşmaya Bağdat engel oluyor. Türkiye’nin tüm diplomasisine, Bağdat’a verdiği güvencelere rağmen uzlaşma gerçekleşmiyor. Bağdat belli ki Irak’ın Kuzey’indeki Kürtler’in ekonomik olarak güçlenmesini istemiyor. Tuhaf bir de tezleri var. “Güçlenirlerse ardından bağımsızlık gelir.”Asıl bağımsızlık Kuzey’in zengin rezervlerinin kullanılmasına izin verilmediği takdirde mecburiyetten gerçekleşecek, görmüyorlar. Irak’ın toprak bütünlüğü korunmak isteniyorsa bu kaynakların paraya dönüşmesi lazım. Bağdat yönetimi sırtını ABD’ye dayamış vaziyette ancak Ortadoğu’da dengelerin bir günden ötekine değil, sabahtan öğlene kadar değişebildiği unutulmamalı.Bazı dostlar bizim de bu anlaşmaya destek vermemize içerliyor. Onlar da ‘Kürtler zenginleşirse bağımsızlık isterler. Sonra Türkiye’deki oluşumları da destekleyip kışkırtırlar’ diyorlar. Ben de diyorum ki Irak’ın toprak bütünlüğü için bu anlaşma olmazsa olmaz.Ancak benim asıl yaptığım hesap, bu zenginliğin ortaya çıkmasının Türkiye ekonomisine sağlayacağı katkı. Ucuz enerjinin cari açığa katkısı işin bir tarafı. Geçiş ücretinin sağlayacağı ekstra gelirler, ucuz gaz ve petrol aşağı yukarı yıllık 5 milyar dolarlık bir ilave katkı sağlayacak.Ancak bir de ticaret var. Petrol zengini bir Kuzey Irak Türkiye’yi ayrıcı ihya edecek. Bazı rakamlar vereceğim.Bu rakamlar, Kuzey Irak’ın şimdi bile Türkiye için ne kadar önemli olduğunu çok iyi ortaya koyuyor.10 bin dolar milli gelirKuzey Irak’ın GSYH’sı 2011 itibarıyla 23.6 milyar dolar seviyesinde.Kişi başına düşen gelir son 10 yılda 10 kat artıp 500 dolardan 5 bin dolara yükseldi. Petrol satarlarsa öngörü 3 yıl içinde 10 bin dolara çıkılacağı yönünde. (Türkiye’de milli gelir de aşağı yukarı 11 bin dolar düzeyinde.)Son 5 yılda bölge toplam 16.2 milyar dolarlık yabancı yatırım yapıldı. Erbil Borsası’nın 2014’te hizmete girmesi bekleniyor.Irak, ihracat listesinde Almanya’nın ardından ikinci sırada yer alıyor. 2012 yılında Irak’a ihracat 11 milyar ABD Doları seviyesine ulaştı. Bunun yüzde 70’i Irak Kürdistan Bölgesi’ne (IKB) yönelik. Mersin Limanı’na yanaşan her 4 konteynerin biri Zaho’ya ulaşıyor. Habur sınır kapısından günlük karşılıklı olarak ortalama 4 bin kamyon ve 1.000 özel araç geçiş (giriş-çıkış) yapıyor.Irak Kürdistan Bölgesi’nde 2013 yılında 110 bin Türkiye vatandaşı ikamet izni aldı. Buna ilaveten 200 bine yakın Türkiye vatandaşı da bölgede oturmakta/çalışmakta.Fezalar Eğitim Kurumları, Irak Kürdistan Bölgesi’nde 17 okul ve bir üniversitede yaklaşık 600 öğretmen ile 10 bini aşkın öğrenciye hizmet veriyor. İhsan Doğramacı Vakfı tarafından 40 milyon dolarlık yatırımla kurulan “Bilkent Uluslararası Koleji” Erbil’de faaliyet gösteriyor.Şirketlerin yarısı TürkAcıbadem Grubu, Erbil ve Süleymaniye’de hastane işletiyor.2013 Kasım ayı itibarıyla IKB Ticaret Bakanlığı’na kayıtlı firmalardan 1.226’sı (yüzde 46) Türkiye kökenli. Bunun yanında 350 kadar Irak firması olarak tescilli Türkiye şirketi bulunduğu tahmin ediliyor.Erbil’de Ziraat Bankası, Vakıfbank, Türkiye İş Bankası, Albaraka Türk ve Bank Asya olmak üzere Türkiye’den toplam 5 banka faaliyet gösteriyor.Divan ve Dedeman’ın Erbil’de otelleri hizmet veriyor. Rixos’un Dohuk’ta inşaatı devam ediyor.Dohuk Havalimanı’nın yapımı 426 milyon ABD Doları karşılığında MAKYOL-Cengiz ortaklığı tarafından üstlenildi. Fernas-STFA-Kalyon konsorsiyumu 2012 yılında 173 milyon dolar karşılığında Erbil’in altyapısının oluşturulması projesinin ilk aşamasını aldı. ENKA 600 milyon dolar proje bedelli bir doğalgaz çevrim santral işini üstlendi. Rönesans İnşaat 1 milyar dolar proje bedeline sahip 1.000 MW’lık bir başka doğalgaz çevrim santrali ihalesini aldı.
Geliri Boğaziçi Üniversitesi’nde burslu okuyan öğrenciler için kullanılacak bir akşam yemeğinde Cem Yılmaz’ın masasında olmak için 100 bin TL verildi. Hüsnü Özyeğin ile yemek de açık artırmada 40 bin liraya yükseltildi.1863’de Robert Kolej ile temelleri atılan, 1971’de Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşen Türkiye’nin tartışmasız en başarılı eğitim kurumu, önceki akşam 150’nci yılını SwissOtel’de büyük bir bağış organizasyonu ile kutladı.Geceye 500 dolarlık davetiyeleri satın alarak katılan eski mezunlar, burslu öğrencilerin eğitiminde kullanılmak üzere 2 milyon liranın üzerinde de bağış yaptı.Bağış organizasyonunu Boğaziçi Turizm Otelcilik mezunu Cem Yılmaz, kendi deyimiyle “Rafi Portakal tadında”, yine Boğaziçi mezunu olan Jülide Ateş ile birlikte sundu. Sunmakla kalmadı, kendisi de 52 bin lira tutarında tuğla ve isimlendirme bağışı yaptı. Ve elbette esprileri ile yine bütün salonu bir oyununu sergiliyormuşcasına gülmekten kırıp geçirdi.Türkiye’de bir ilkVefalı bir Boğaziçili olan Ulus Sunset’in sahibi Barış Tansever’in ricasını da kırmayan Cem Yılmaz, organizasyona ev sahipliği yapan Hüsnü Özyeğin ile birlikte Türkiye’de ilk kez denenen ilginç bir açık artırmayı da sundu. 10 bin liradan başlayan açık artırmada en yüksek meblağı veren hem Cem Yılmaz’la hem de Hüsnü Özyeğin ile bir akşam yemeği yeme imkanı bulacaktı.ABD’de Warren Buffet, Bill Gates gibi ünlü yatırımcı ve işadamları, geliri vakıflara kalacak şekilde bu tip yemeklere katılmayı kabul ediyordu. Bu tip bir açık artırma Türkiye’de ilk kez denendi.Acaba ben mi alsam?Cem Yılmaz, önce kendisi ile ilgili açık artırmayı başlattı. 10 bin liradan başlayan açık artırma ilk turda 20 bin liraya çıktı. Cem Yılmaz espriyi patlattı: “Bu paraya evden çıkmam ben.”Sonra yavaş yavaş rakam 40 bin liraya yükseldi. Rakam Cem Yılmaz’ı da şaşırtmış olacak ki yine espriyi araya sıkıştırdı:“Çok özür dilerim yemek değil mi? Hani yanlış anlama olmasın. Yemeği Ulus’ta yiyeceğiz. Benim evim de Levent’te. Eve bırakıyorsunuz ama kahveyi Sunset’te içmiş oluyoruz. Bilin de...”Bir üst turda 45 bin TL veren çıktı, Yılmaz, yine araya girdi...“Acaba ben kendime 50 bin lira versem de hiç evden çıkmasam mı?” 45 bin liralık artırımdan sonra Management Centre Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Alper Utku 55 bin lira karşılığında Cem Yılmaz’la bir akşam yemeğinde buluşmayı garantiledi.İki çekişen birleştiAncak Alper Utku daha sonra bir jest yaptı ve açık artırmada çekiştiği İstanbul Portföy’ün patronu Alpaslan Ensari ile anlaştı. Cem Yılmaz da “Olur” deyince daha önce 9 kişi olarak düşünülen yemeğin 12 kişiye çıkarılması ve hem Alper Utku ve dostları hem de Ensari ve dostlarıyla birlikte yenmesine karar verildi. Böylece bu açık artırmadan Boğaziçi’nde burslu okuyan gençlere 55 bin TL değil, 100 bin TL gelir yaratılmış oldu.Cem Yılmaz yine esprili şekilde yenecek yemekte asla sorulmaması gereken iki soruyu da kazananlara vurgulamadan geçemedi.“O esprileri siz mi buluyorsunuz gerçekten ve ünlülerden kimlerle birlikte oldunuz’ gibi sorular olmasın lütfen...”Özyeğin’e 40 bin TLArdından yine bir Boğaziçi mezunu olan Hüsnü Özyeğin ile bir akşam yemeği için açık artırma tekrarlandı. Bu açık artırmayı da 40 bin TL karşılığında İstanbul Portföy ekibi kazandı. 150’nci yıl organizasyonuna badelsiz ev sahipliği yapan Özyeğin Ailesi, bu jestle yetinmeyip toplamda 300 bin liranın üzerinde bağışta da bulundu. Bu arada Hüsnü Özyeğin, açılış konuşmasında bankacılığa nasıl adım attığını da anlattı: “Mehmet Emin Karamehmet yatakhaneden arkadaşımdı. 32 yaşındayız. ‘Seni bankama genel müdür yapıyorum’ dedi. ‘Ben bankacılığı bilmem’ diyecek oldum. Bana dönüp ‘Ben de bilmiyorum birlikte öğreneceğiz’ diye yanıt verdi. Sonra gördüm ki Türkiye’nin en iyi bankacıları, finansçıları hep Boğaziçi’nden çıktı.”Toplanan bağış 2 milyonu geçtiOrganizasyonda 2 milyon liranın üzerinde bağış toplandı. Feyyaz Berker katılamadı ancak 100 bin TL bağışladı. Bu arada Boğaziçi Vakfı yöneticileri geceye katılamayan mazunların kendileri ile irtibat kurarak bağış yapmaya devam edebileceklerini özellikle belirttiler.- Ayşe Özyeğin: Theodorus Hall oda isimlendirme bağışı 120 bin TL.- Murat Özyeğin: Teodorus Hall oda ve bank isimlendirme bağışı 17 bin TL.- Hüsnü Özyeğin: Van Millingen Hall çalışma masası isimlendirme bağışı 100 bin TL.- Alpaslan Ensari: 10 öğrencinin 5 yıllık burs ihtiyacı 180 bin TL.- Oya Eczacıbaşı: 10 öğrencinin 1 yıllık burs ihtiyacı: 36 bin TL.- Güler Sabancı: Hamlin Hall oda isimlendirme bağışı 36 bin TL.- Cem Yılmaz: Hamlin Hall tuğla bağışı 30 bin TL.- Cem Yılmaz: Hamlin Hall oda isimlendirme bağışı 12 bin TL.- Cem Yılmaz: Van Millingen Hall çalışma masası isimlendirme bağışı 10 bin TL.