Binali Yıldırım, performansı ile kabinenin açık ara en iyi bakanlarından biri. İcraatlarına bakınca Belediye Başkanlığı görevi ona 4-5 gömlek dar gelecek. Kabine’nin diğer bakanları kızmasın alınmasın, Ali Babacan ile birlikte performansını yüksek, icraatlarını çok başarılı bulduğum bakan Binali Yıldırım’dır. Yerel seçimler öncesi Kabine’nin iddialı bakanlarının kritik illerde Belediye Başkanı adayı olacağı çok konuşuluyor. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Bey için de önce İzmir’e aday olacak denildi, ardından İstanbul için de adı anıldı. Belediye başkanlarımız da alınmasın ancak ben Binali Yıldırım için belediye başkanlığı görevinin, bu saatten sonra artık 4-5 gömlek dar geleceğini düşünenlerdenim.Geçen hafta Ankara’da bir işim vardı ve arabamla gittim. Dönüşte de Eskişehir üzerinden geldim. Yıllar önce Eskişehir’e giderken, Pamukova’dan sonra Bozüyük’e kadar çok virajlı oldukça zorlu bir yol katettiğimi hatırlıyorum. O yol gitmiş yerine halı gibi bir yol gelmiş. Yolla birlikte, sizi bazen sağınızdan bazen solunuzdan takip eden Yüksek Hızlı Tren hattı da hakikaten insana gurur veriyor. Sayısız viyadükler, 3-5 kilometre aralıklarla dağı delip geçen tüneller muazzam bir iş çıkarıldığını ortaya koyuyor. Bu yazıyı yazmaya da ne yalan söyliyeyim bu yolu katederken karar verdim. Birileri Bakan Bey’i amma da övmüşsün diyebilir. Varsın desin. Çoğunlukla Hükümet’i eleştiren biri olduğumdan içim rahat hiç gocunmam... Tekerlekli tüp geçiş Marmaray, iki gün sonra 29 Ekim’de açılıyor. 2015’te de tekerlekli araçların geçişine imkan veren tüp geçiş projesi bitecek. Hemen peşisıra Boğaz’da üçüncü köprü ile tanışacağız. İzmit körfez geçişini 1.5 satten 6 dakikaya düşürecek köprünün ayakları yükselmeye başladı. Binali Yıldırım 58,59,60 ve 61’inci hükümetlerde Ulaştırma Bakanı olarak görev yaptı. İstanbul, Erzincan ve İzmir’den milletvekili seçildi. Evet İzmir, Ak Parti için kritik bir il ve Başbakan Erdoğan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı çok istiyor. Ancak Binali Yıldırım gibi kabinenin en sağlam aktörlerinden biri aday olursa İzmir’de bir şans yakalayabileceklerinin de farkındalar. Buna rağmen ben Binali Yıldırım’ı Belediye Başkanı olarak görmek istemeyenlerdenim. Onun 10 yıllık performansına bakınca hangi ile Belediye Başkanı olursa olsun bir dar çerçevenin içinde sıkışıp kalacağını ve kabına sığmayacağını düşünüyorum. Düşünün ki elinizde çok iyi bir santrafor var ancak onu hiç alışık olmadığı bir mevkide sol bek oynatıyorsunuz.İletişim ve havacılık için ayrı bir kutu Duble yollar hakikaten hayatımızı kolaylaştırdı. Direksiyonda son derece dikkatsiz ve cahilce işler yapan bir ülkenin vatandaşı başka türlü yollarda telef olmaktan kurtulamazdı. Yol kusurundan kaynaklı kazalar ciddi ölçüde azaldı. Karayollarının dışında diğer alanlarda da çok başarılı işlere imza atıldı. Binali Yıldırım’ın bakanlığının kontrolündeki bu işleri hatırlamakta ve bunlar için de ayrı bir kutu açmakta fayda var: - Havacılıkta son 10 yılda yolcu sayısı 4 kat artış gösterdi. - 17 havaalanından 50 havaalanına çıkıldı. 10 milyon kişi hayatında ilk kez uçakla tanıştı. Uçakla seyahat, neredeyse otobüsle seyahat kadar kolay ve ucuz oldu. - İstanbul’a dar gelen Atatürk Havalimanı’nın yerini alacak 100 milyon yolcu kapasiteli üçüncü havalimanının ihalesi yapıldı düğmeye basıldı. Anadolu Yakası’nda Sabiha Gökçen Havalimanı önemli bir açığı kapattı. - Çok güçlü bir GSM altyapısı kuruldu. Operatörler arası rekabette denge çok iyi yakalandı. Ciddi bir fiyat rekabeti sağlandı. - Bilgi toplumu olmanın yolu internetten geçiyor. 40 milyon internet kullanıcısı, 16.6 milyon 3G abonesi var. 3G hızımız diğer ülkelerin hızından yüksek. - Yüksek Hızlı Tren’de Konya ve Eskişehir etapları devreye alındı. - İstanbul’da çok geç kalan metro ağına yönelik önemli adımlar atıldı. 2004’te 45 kilometre olan metro hattı uzunluğu 124 kilometreye çıktı. Proje ve ihale aşamasındakilerle birlikte 708 kilometrelik bir metro ağı kurulacak. Sezar’ın hakkı Sezar’a. Dediğim gibi ‘pazar pazar Bakan Bey’i çok övmüşsün’ diyenler çıkabilir. Unutulmasın 2004’te Pamukova’da yaşanan hızlandırılmış tren kazası sonrası en ağır eleştirileri getiren, olayı enine boyuna irdeleyip sorumluluğu bulunanları ortaya çıkarmaya çalışan VATAN Gazetesi’ydi ve o ekibin bir parçasıydım. Yarın öbür gün bir gelişme olduğunda yine eleştirebilecek olmanın da gönül rahatlığında olduğumdan varsın desinler.
2008 ekonomik krizi sonrası literatüre giren bir deyim vardı: Too big to fail. Yani batmayacak kadar büyük. Bu deyimi şayet batarsa sadece kendilerini değil bir ülkeyi hatta küresel sistemi çökertecek kuruluşlar için söylediler. Bizim Borsa’nın da benzer bir şekle bürünmesi, manipülatörleri yaşatmayacak derinliğe büyüklüğe ulaşması gerekiyor. Manipülatör şöyle düşünmeli: Çok derin boğulurum. Türkiye, dünyanın 16. büyük ekonomisi. Fakat sermaye piyasalarına bakıldığında, özellikle halka açık olan şirketlerin değeri itibariyle çok gerideyiz. En büyükler değil, KOBİ tadındaki şirketler Borsa’da. Bu yüzden de derinsizlikten kaynaklı tatsızlıklar oluyor. Ancak son dönemde BİST yönetiminin çabalarını görmezden gelmek de olmaz. Menkul kıymet borsası, altın borsası ve vadeli işlemler borsası tek bir çatı altında toplandı. Vadeli işlemler borsasında günlük hacim 3 milyar liraları geçerek rekorlar kırdı. Türkiye’nin potansiyeline yakışır bir sermaye piyasası ve İstanbul’un dünyanın sayılı finans merkezlerinden birisi olması hedefiyle yeniden yapılanan Borsa İstanbul, büyüyen, dünya ile rekabet eden, güçlü, yatırımcı dostu, etkin ve etkili borsa olma yolunda bir gayret içinde belli ki. Yakın gelecekte tarımsal ve tarım dışı emtialar da Borsa’ya gelecek. Elektrik piyasası da Borsa’da olacak. Yine tarım dışı emtia içerisinde yer alan kıymetli maden dışındaki metallerin de BİST’de işlem görmesi için çalışmalar sürüyor. Pay piyasasında yaklaşık 400-450 milyar dolar, türev piyasası, borçlanma araçları piyasası ve altın piyasası ile birlikte toplandığı zaman yıllık yaklaşık 3 trilyon dolarlık küçümsenmeyecek bir işlem hacmi var. NASDAQ OMX Group ile bir işbirliği yapıldı. Bu işbirliğinin piyasa gözetimi ve risk yönetimi dahil dünya standartlarında uygulamaları getirmesini bekleyeceğiz. Başka türlü Türkiye uluslararası bir finans merkezi olamaz. Altyapı yatırımları ile gelişmiş ülke borsalarında mikro-saniyelerle ölçülen emir gönderme hızının, 100 mikro-saniyenin altına indirilmesi hedefleniyor. Emir eşleştirme kapasitesi olarak da hedef, ilk aşamada saniyede 30.000 emir. Bu çalışmayı çok önemsiyorum. Zira teknoloji hızlı olursa, erişilebilir ve yedekli olursa yeni oyuncular gelir. Derinlik artar. Derinliğin her arttığı seviyede de bir manipülatör grup yok olur. Çünkü bu gruplar aslında yüzme bilmez. Onlar sadece kıyıda deve güreşi yapmayı bilirler.Türkiye’de sermaye piyasası yatırımcı tabanı oldukça dar... Dediğim gibi BİST yönetiminde bir hareket var. Bu tabanın genişlemesi vatandaş nezdinde de sadece arsa, ev, mevduat faizi, altın ve döviz değil, Borsa’daki çeşitli yatırım araçlarının da alternatifler arasında yerlerini almasını öncelikli hedef haline getirmişler. Bu bakış açısı bile önemli. Hadi şu deve güreşçilerini Borsa’dan kovun da gerçek yatırımcı gelsin.
Marmaray projesinin hemen ardından Ankara-İstanbul yüksek hızlı tren projesinin de kısa sürede biteceğine dair açıklamalar geliyor. Acaba bu açıklamalar gerçeği ne kadar yansıtıyor?Ya da seferler başladığı andan itibaren Ankara’dan İstanbul’a trenle 3 saatte gidileceğini söylemek mümkün mü?Şunu bilmekte fayda var. Ankara-İstanbul arasında test amaçlı seferler belki Ekim sonu değil ama 2014’ün başına kadar başlayacak da, o ideal süratlere hemen ulaşılamayacak. İdeal sürat dediğimiz hız saatte 250 kilometre. Ancak YHT ilk yıllarda 3 saat boyunca 250 kilometre hızı yakalayamayacak.Yüksek hızlı trenle Ankara’dan Pendik’e 3 saat sürecek bir yolculuğa iyimser tahminle 2015 sonu, kötümser tahminle 2018 başından önce ulaşmak mümkün olmayacak.Çünkü yol inşaatında henüz büyük sorunlar var.En büyük sıkıntı Pamukova- Arifiye arasında. Çalışmalar planlanan takvimin çok gerisinde.Arifiye-Köseköy etabında sorun daha az ama yine de var. Köseköy-Gebze etabında ise üçüncü hattı çekmede sıkıntı yaşanıyor. 2014 Mayıs’ından önce bitirilmesi neredeyse imkansız.Ancak en büyük sorun daha önce de belirttiğim 26 numaralı tünelde. İnönü-Vezirhan arasındaki bu 6 kilometrelik tüneli delmek mümkün olmadı. TBM batağa saplandı ve işler ağır aksak ilerledi. Hatta durma noktasına geldi.Şimdi bu yolun geçici varyant hattı ile aşılması planlanıyor. Ancak bu geçici çözümler trenin hızını hep azaltacak. Yani tren o ideal hızına kolay kolay ulaşamayacak.Bunun için biraz daha bekleyeceğiz.Fakat şunun da altını çizmek gerekir ki beklemeye değer.Demiryolları hep ihmal edilmişti.Oysa toplu taşımanın en büyük lüksüdür trenler.Cari açığın da ilacıdır.Enerji faturamız malum 60 milyar doların üzerinde. Bunun 35 milyar dolara yakın kısmı ulaşım sektöründe akaryakıt olarak kullanılıyor.Olabildiğince çoklu ve toplu taşıma aracı kullanırsak bu fatura azalacak.Tabii trafik çilesine de ilaç olacak.Geçenlerde Enerj Bakanı Taner Yıldız’ın verdiği rakamları bir kenara not etmiştim. Konya’daki programına havayolu ya da karayolu ile değil trenle gitmişti. Sormuş bir kişinin enerji maliyetini, 1.5 TL civarında olduğunu söylemişler.Yani 400 kişi taşıyan trenin enerji maliyeti 600 TL.Bu 400 kişi trenle değil de arabayla bu yolu katetseydi...4 kişiden en az 100 araçlık konvoy olacaktı ve maliyet de bir anda 15 bin TL’ye çıkacaktı.Bir tarafta 600 lira, diğer tarafta 15 bin TLİşte trenin cari açıkla mücadelede bu kadar keskin bir rolü olacak.
Orta Vadeli Program, 2016 tahminleri de eklenerek revize edilirken Bakan Ali Babacan’ın üzerine basa basa vurguladığı mesaj “Türk insanı maalesef tasarruf etmiyor. Önümüzdeki dönemde buna yönelik tedbirler alacağız” oldu.Çok da güzel bir örnek verdi Babacan:“Vatandaş telefon alıyor, daha aldığı telefonun taksidini bitirmeden yeni çıkan modelle değiştiriyor.”Gerçekten de cep telefonuna dünyanın parasını ödüyoruz. Petrole ve gaza ödenen enerji faturasından sonra Türkiye’nin belki de en büyük ithal girdi kalemini oluşturuyor.Babacan’ın bu sözleri sarfettiği saatlerde Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, 4G teknolojisi ile ilgili tarih veriyordu. 2014 bitmeden Türkiye’nin 4G teknolojisine geçeceğini müjdeliyordu.4G teknolojisi iyi hoş da bunu artıları ve eksileri ile değerlendirmek ve zamanlamasını tartışmakta fayda var.Türkiye’ye faturasını ve aciliyetini iyi hesaplamalıyız.Mesela şu sorulara yanıt bulmalıyız...Türkiye’de akıllı telefon penetrasyonu operatörden operatöre değişmekle birlikte yüzde 25’ler civarında. Tersten okuyacak olursak her 4 telefondan 3’ü 3G teknolojisine sahip değil. Yani yine tersten okuyacak olursak aslında şu an talep arzın önüne geçmiş değil. Henüz talebi tam yaratmamışken arzda bir adım öteye geçmek şu an akılcı mı? Tamam kabul ediyorum ki operatörlerin data gelirleri büyük bir hızla artıyor.Örnek vermek gerekirse 2013 ilk çeyreğinde Türkiye 24.233 TByte’lik internet verisi kullanmış. 2012 aynı dönemde rakam 13.822 TByte. Yani yüzde 75’lik bir artış var.Ancak yine de henüz yolun başındayız. Olayı her boyutuyla değerlendirmek zorundayız.Bir diğer önemli konu, 4G uyumlu telefonların şu an mevcut telefonların yüzde 1’ini bile bulmaması. Yani 4G’ye geçerken ciddi bir telefon masrafı çıkacak. Tam da Türkiye tasarrufu bilmiyor, yeterince tasarruf etmiyor derken...Türkiye 3G’ye 2009’da geçti ve GSM operatörleri henüz 3G teknolojisine yaptıkları yatırımın karşılığını da alamadılar.Ayrıca fiber kabloların kullanımı konusunda ve altyapı yatırımlarının masrafının bölüşülmesi konusunda da operatörler son derece isteksizler. Belli ki kanuni düzenlemeye ihtiyaç olacak, aralarında anlaşamayacaklar.Tüm bunların dışında bana “4G için Türkiye biraz daha bekleyebilir” dedirten en önemli veri ise Türkiye’nin şu an sahip olduğu 3G teknolojisinin yetenekleri.Daha önce de yazmıştım yine belirteyim. Türkiye’nin kullandığı 3G teknolojisi aslında 3.5G teknolojisidir.Şu an Avrupa’da 4G’ye geçen ülke sayısı artıyor ve hız testlerinde ortalama 40-45 megabitler görülüyor. Türkiye’de ise 3G ile biz ortalama 25-30 megabit/saniye hızları görüyoruz. Abone yoğunluğunun az olduğu yani mobil telefon trafiğinin düşük olduğu yerlerde 43 megabitleri de 3G ile görebiliyoruz.Türkiye’deki 3G hızının neredeyse Avrupa’da 4G hızına yakın olmasının sebebi 3G ile geç tanışmamız. 2009’da 3G’ye geçerken hem santralde hem de baz istasyonlarda son teknolojiler Türkiye’ye geldi ve Avrupa’nın en iyi 3G şebekesine sahip olduk. Oysa Avrupa 3G’ye çok önce geçmişti ve onların 3G ortalama hızları 7 ile 14 megabit/saniye arasında değişiyordu. Yani onlar için 4G’ye geçmek şarttı. Ortalama 10 megabitlerden 40 megabitlere çıktılar. Kıskanılacak bir durum yok ortada.Biraz daha bekleyebiliriz.Vereceğim örnekle konuyu çok basite indirgemiş olacağım ve teknoloji çılgınlarını kızdıracağım ama yine de yazacağım: ‘Bir filmi telefonumuza 7 dakikada değil 10 saniyede indirmek için biraz daha bekleyelim ölür müyüz? diye soracağım.Zaman hakikaten tasarruf zamanı.
Serpil Timuray, Türkiye'nin son dönemde iş dünyasında parlayan yıldızı. Çağdaş Türk kadınını temsil eden, rol model olmaya aday iş kadını. Ocak'ta Vodafone'daki yeni görevine başlıyor. Fiji'den Tanzanya'ya, Mozambik'ten Gana'ya gelişen pazarlar ondan sorulacak.2009 yılı Ocak ayında Vodafone Türkiye'nin CEO'su olduğunda Serpil Timuray'ın işi bir hayli zordu. Telsim döneminin kötü alışkanlıkları, Vodafone satın almasının ilk yıllarında kaybolmamıştı. İngiltere tarafından atanan Macar CEO Attila Vitai de son derece kötü bir performans sergilemişti.Oysa İngiliz Vodafone sadece satın almasına 4.5 milyar dolar ödediği Telsim'den çok şey bekliyordu. Timuray onlara müthiş bir plan sundu. Hatta o planın Londra'da sunumu yapıldığında yöneticilerin ilk tepkisi , “Konulan hedeflerin yarısı tutsa bile müthiş olur" şeklindeydi.Timuray ve ekibi vadettiği hedeflerin yarısını değil, tamamını hatta fazlasını yakaladı. Rakamlara bakacak olursak gelir pazar payı yüzde 18'lerden yüzde 30'lara geldi. Eksi EBITDA'da olan bir şirket bilançosu artıya geçti. Faiz amortisman vergi öncesi kârlılık 1 milyar TL seviyesine yaklaştı. Timuray'ın bu hırslı ve başarılı performansı Londra'nın da dikkatinden kaçmadı.Grubun %70'ini aldıVodafone dünyası iki bölgeye ayrılmış vaziyette. Bir tarafta Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya, Hollanda, İrlanda, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Macaristan, Portekiz, Yunanistan, Arnavutluk ve Malta'dan oluşan Avrupa bölgesi var. Başında Philipp Humm adında bir yönetici var. Türkiye, Hindistan, Mısır, Güney Afrika, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Tanzanya, Mozambik, Lesotho, Gana, Katar, Avustralya, Yeni Zelanda ve Fiji ise AMAP Bölgesi olarak tarif ediliyor ve başına da 1 Ocak 2014 tarihi itibarıyla Serpil Timuray geliyor. Timuray'ın görev alacağı bölge Vodafone'un 2015 stratejisine göre gerçek büyümeyi sağlayacağı alan. Vodafone CEO'su Vittorio Colao'dan sonra icrada en önemli pozisyon Timuray'ın.Humm'un bölgesinde 13, Timuray'ın bölgesinde 15 ülke var. Timuray'ın bölgesi 281 milyon aboneyi yani grubun toplam abonesinin yüzde 70'ini kapsıyor.Humm'da 122 milyon abone var ancak gelişmiş pazar olduğu için kuşkusuz gruba katkısı daha fazla. Humm, 122 milyon aboneden 28.7 milyar euro gelir, 8.9 milyar euroluk da EBITDA sağlıyor. 15 ülkeli 281 milyon aboneli AMAP Bölgesi’nin geliri 15.4 milyar euro, EBITDA'sı 4.5 milyar euro.İşte bu tabloyu değiştirmek ve 15 ülkeli AMAP Bölgesi’nde gelirleri artırmak Timuray'ın görevi olacak. Bu görevi üstlenirken Timuray, Türkiye'de başarıyı getiren reçetesini uygulayacak.Sosyal yönü de önemliMuhtar Kent, Ümran Beba gibi Türkiye'nin uluslararası alanda başarılı yöneticileri var. Şimdi bu isimlerin arasına Serpil Timuray da katılıyor. Timuray'ın 10 yaşında bir oğlu var. Annesini zaten çok az görüyordu, şimdi muhtemelen daha da az görecek.Timuray ,"Merkez ofisiniz nerede olacak?" sorusuna "İstanbul'da da Londra'da da bir ofisim olacak. Ancak bana bağlı ülkeler arasında mekik dokuyacağım için ofisim uçaklar olacak" diyor. Üstlendiği görev son derece önemli ama o mütevaziliği elden bırakmadan işin sosyal boyutuna dikkat çekiyor:"Evet gururluyum ama bir o kadar da mutluyum. Bu bölge sadece büyüme potansiyeli olan bir bölge değil, ayrıca mobil iletişimin sosyal hayata katacağı değerlere aç da bir bölge. Tanzanya'da doğum sonrası çok sık yakalanan bir komplikasyonda kadınlar ölüyor. Vodafone olarak başlattığımız bir uygulama ile o kadının hastaneye gidebilmesini sağladık. Bu gibi insan hayatına değer katacak nedenlerim olması beni ayrıca motive ediyor."Öğüt: Sonuçlar farkedilip takdir edildiSerpil Timuray, AMAP Bölge Başkanı olunca Vodafone Türkiye de yeniden yapılanıyor.Serpil Timuray'dan boşalan koltuğa 1 Kasım itibarıyla halen genel müdür yardımcısı olarak görev yapan Gökhan Öğüt oturacak.Gökhan Öğüt, Vodafone’daki yönetim değişikliğini şöyle değerlendirdi:"Bu Vodafone Türkiye'nin takdir edilmesidir. Ortaya koyduğumuz performansın farkedilmesidir. Serpil Hanım'a Vodafone'un yarıdan fazlası teslim ediliyor. Yerine de yine bir başkası değil ekipten biri tercih ediliyor. Bu da doğru yolda olduğumuzu, takım olarak başarılı işler yaptığımızı gösteriyor.Şirketin FAVÖK ve operasyonel kârı var. Nakit akışı pozitif. Bütün bu rakamlardan memnunuz ve daha iyi bir noktaya götürmek, sürdürülebilir bir başarı yakalamak istiyoruz."4G'YE GEÇİŞE HAZIRIZ AMA ZAMANLAMASI ÖNEMLİUlaştırma Bakanı Binali Yıldırım, geçen hafta içinde 2014 bitmeden 4G'ye geçileceğini söylemişti. Dün Vodafone Türkiye'de yapılan görev devir teslim töreninde Gökhan Öğüt'e 4G teknolojisi de soruldu.Gökhan Öğüt, 4G'nin Vodafone'un en önemli yatırım hamlelerinden biri olacağını söyledi ve ekledi:"3G hızımız çok iyi bir noktada. 4G'nin zamanlamasının ne olacağı çok önemli. Bugüne kadar yapılan yatırımların karşılığı alındı mı, operatörler buna hazır mı, müşteriler cihazlarıyla hazır mı ve fiber ağlara erişim politikasında hangi noktadayız. Tüm bu soruların karşılığının tartışılması gerekiyor."
Başbakan Erdoğan, Çalışma Kurultayı’nda “Aranızda anlaşın” dedi ancak işveren öyle bir rakam da ısrar ediyor ki, işçinin buna ‘evet’ demesi imkansız.İşveren bir yıl çalışmanın tazminat karşılığının 13 günlük ücretle sınırlanmasını istedi. Oysa mevcut sistemde bu, 30 günlük giydirilmiş brüt maaş.Önce mevcut sistemi en başından tanımlamakta fayda var. Kıdem tazminatı, işçinin çeşitli sebeplerle işyerinden ayrılırken işveren tarafından işçiye ödemekle yükümlü olduğu ücreti tarif ediyor.Şu anki mevcut sistemde işçinin işe başladığı tarihten itibaren, hizmet aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için, işverence işçiye 30 günlük giydirilmiş brüt ücreti tutarında kıdem tazminatı ödeniyor. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılıyor.Giydirilmiş brüt ücret ise işçiye verilen aylık brüt maaşa ilave olarak, ikramiye, yol, yemek, yakacak yardımı gibi maddi olanakların toplamını ifade ediyor.Bazı istisnai iş kolları dışında bu giydirilmiş brüt ücretin de bir sınırı var. Yani sizin maaşınız net 5 bin lira da olsa, tazminat hesaplanırken belli bir tavanın üzerine de çıkamıyorsunuz.Bu tavan her yıl devlet tarafından belirleniyor. Örneğin son olarak 2013 yılı ikinci 6 aylık dönem için kıdem tazminatı tavanı 3 bin 254 TL olarak belirlenmişti. Yani brüt maaşı bu tutarın üzerinde olanlar bile 1 yıllık çalışma karşılığı en fazla 3 bin 254 TL kıdem tazminatı talep edebiliyor. Bu tutar üzerinden bir de damga vergisi kesintisi yapılıyor.Türkiye neyi tartışıyor?Türkiye aslında çok uzun süredir esnek çalışma ve kıdem tazminatındaki değişikliği tartışıyor. Hükümet bir takım taslaklar hazırlıyor ancak işçi ve işveren kesiminden gelen tepkiler nedeniyle bir türlü de yasa taslağı haline getirip yani son şeklini verip Meclis’e taşıyamıyor.Aslında bu konu çalışma hayatını ve milyonlarca insanı ilgilendirdiği için, seçim kaygısıyla da birleşince öyle kolay kolay çözülebilecek bir konu gibi de görünmüyor.Taşeronluk makyajıHükümet kanadı, yeni uygulamanın gerekliliğini ortaya koyarken ve kamuoyu algısı yaratmaya çalışırken taşeronların ve maaşla çalışanların büyük bölümünün mevcut sistemdeki çaresizliğini, uğradığı haksızlığı ön plana çıkarıyor. Tam tazminata hak kazanacakken bilinçli olarak işten çıkarılıp sonra yeniden işe girişleri yapılanların mağduriyetinden örnek verip onca yıllık emeğine karşılık 1 TL bile tazminat almaya hak kazanamadığı gerçeğini ortaya koyuyor. Yeni düzenleme ile bu haksızlığın ortadan kaldırılacağının altı ısrarla çiziliyor.Haklılık payı büyük. Bugün pek çok işveren taşeronluk adı altında çalışanlara bu yöntemi uyguluyor ve örneğin 11 ay çalıştırıp sonra işten çıkarıyor. 11 ay çalışan işçi 1 yılı tamamlamadığı için tazminat hakkı kazanamamış oluyor. 1 gün sonra başka bir firmadan tekrar işe girişi yapılıyor. Taa ki bir 11 ay daha geçene kadar. Maaşla çalışan yaklaşık 11 milyon kişinin en az 9 milyonunun bu şekilde çalıştırıldığı ve kıdem tazminatına hak kazandırılmadığı iddiası var. Rakamın doğruluğu tartışılır ancak ciddi bir sorun olduğu gerçek.İşte bu gerçek aslında mevcut sistemin en büyük eksiği...Tüm çalışanların kıdem tazminatı almasına imkan tanıyacak bir sistem bulunmaya çalışılıyor. Fakat bu noktada da işverenin itirazı gündeme geliyor. İşveren mevcut sistemde tazminat yükünün ağırlığından dem vurarak, yeni sisteme geçişte bazı tavizler istiyor.Hükümet kanadının da kamuoyu önünde tartışmadığı hatta hiç dile getirmediği fakat konunun en can alıcı kısmı da aslında tam burası. İşveren o yazının en başında tarif ettiğimiz 30 günlük brüt maaş rakamının düşürülmesini talep ediyor.Bakan’ı da şaşırtan rakamSon olarak işveren kesiminin kapalı kapılar ardından telaffuz ettiği rakam 13 gün oldu. İşveren sözcüleri Çalışma Bakanı Faruk Çelik’e çıkarak, “Yeni sisteme ‘evet’ dememiz için, 30 günlük brüt maaşla ifade edilen tazminat hakkının 13 güne çekilmesini talep ediyoruz” dediler.Bakan Çelik, bu rakamı duyunca işçi kesiminin buna asla yanaşmayacağını işveren temsilcilerine aktardı. Hatta Bakan Çelik, arada geçen diyalogda, “Bizim de kafamızdaki rakam 20 gün ancak buna bile işçinin kolay kolay razı olacağını sanmıyorum. 13 güne ise mümkün değil kimseyi razı edemeyiz” ifadesini kullandı.İşçi ne diyecek ?İşveren kanadı ise “Yeni düşünce anlayışı, kıdem tazminatı sistemini her işçiyi kapsayacak şekilde genişletiyor. Yani yükümüz artacak. Üstelik her ay bu parayı Fon’a ödemekle yükümlüyüz. Yani gelecek yıllara doğru biriken bilançomuzda kağıt üzerinde görünen bir borcumuzu güncellememiz gerekecek. Bunun büyük bir maliyeti var. Hesap yaptık 13 günlük tazminat ile ancak bu yükün altından kalkabiliriz” tezinde ısrarlı. Bakalım bu diyaloglar taslağı nasıl bir şekle sokacak?Çalışma Bakanlığı tazminatta yeni süreyi belirlerken, işverenin istediği 13 güne yakın bir süreyi mi belirleyecek, yoksa makul gördüğü 15 ile 20 gün arasında bir süreyi mi öne çıkaracak?Ancak o süre 20 gün de olsa işçi kesiminin buna kolay kolay razı olacağını söylemek çok zor. Yaklaşan genel ve yerel seçimleri de dikkate alınca ne yalan söyleyeyim bana da yapılan çalışmanın kısa sürede neticeye ulaşması hayalmiş gibi geliyor. Sanki bu tasarı seçimler bitene kadar yine tozlu raflardaki yerini alacak gibi görünüyor. Ancak görünen bir şey daha var ki çalışma hayatını yorumlayan uzmanlar ve biz gazeteciler uzunca bir süre bir türlü son şekli verilemeyen bir taslağı yorumlamaya devam edeceğiz...Fon o kaybı önler mi?Getirilmek istenen yeni sistemin belki de en büyük avantajı ve işçileri ikna edecek silahı kurulacak fon. Her ne kadar daha önce kurulan İşsizlik Fonu gibi fonlar tam amacına ulaşmayıp Hazine’yi fonlayan en büyük enstrümanlar haline gelse de, kıdem tazminatı için oluşturulacak havuzun artıları var. Herşeyden önce 11 ay çalıştırılıp sonra bilinçli olarak çıkarılanların kıdem tazminatı alabilmesini bu fon sağlayacak. Her çalışan için bu fonda bir hesap açılacak ve ayın sonunda işveren, tazminat olarak ayırması gereken payı buraya yatıracak.Örneğin tazminat yükü 13 günle sınırlı olursa, işçinin 13 günlük giydirilmiş brüt ücretinin 12’de biri her ay bu fona devredilecek. Böylece 12 ayın sonunda işçinin hesabında 1 aylık brüt maaşının 13 gününe denk gelen bir para birikecek. (Yasaya son şekli verilmeden, bu miktarın aylık brüt maaşın 13 gününe mi, 15 gününe mi 20 gününe mi yoksa 30 gününe mi denk geleceğini söylemek imkansız.)İşte bu fon daha sonra çalışarak işveren tarafından aktarılan paranın nemalanmasını sağlayacak. Ancak uzmanlar mevcut ortamda reel faizden sözetmenin imkansız olduğuna dikkat çekiyorlar ve “Hazine faizi bile enflasyon karşısında birşey ifade etmiyor. Dolayısıyla işçinin 30 günden daha az bir süreye inen tazminat hakkının bu Fon’un göstereceği performansla telafi edilmesi mümkün olamaz. Tazminat yükü 20 gün bile olsa kalan 10 günün kaybı Fon’un göstereceği performansla kapatılamaz” diyorlar.Bu arada belirtmek lazım, bakanlık yetkilileri kıdem tazminatı ile ilgili fonun bütçe kapsamı dışında tutulması suretiyle, işçinin kıdem tazminatına ayrı bir güvence sağlanacağına, fonun denetiminin de Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu tarafından yapılacağına vurgu yapıyorlar.Çalışanın mevcut hakkı ne olacak?Kıdem tazminatı düzenlemesiyle ilgili olarak en çok merak edilen konu, mevcut hakların korunup korunmayacağıyla ilgili.Yeni yasanın geriye dönük uygulanması mümkün değil. Yani kıdem tazminatları yasa Resmi Gazete’de yayınlandığı güne kadar eski usulde her 1 yıllık çalışmaya 30 günlük brüt maaş olarak uygulanacak. Sonraki yıllar için ise yeni belirlenecek süreye göre ilave yapılacak.Fona devir zorYasa çıktıktan sonra işverenlerin birikmiş kıdem tazminatı paylarını fona devredip devretmeyeceği bu yönde bir düzenleme yapılıp yapılmayacağı da tartışılıyor.Gelen sinyallere göre mevcut haklar ‘Mevcut işverenin sorumluluğuna bırakılarak’ korunacak. Zaten bunun aksi yönde bir karar alınması da beklenmemeli.Halen çalışmakta olanların, kıdem tazminatı tutarının işveren tarafından bir anda fona aktarılması, işverene ciddi bir yük getirir ki, kabul etmek lazım pek çok işveren bu yüzden zora düşebilir, hatta sermayesini eritebilir.Fakat bazı senaryolar da var. İşverenlerin kabul etmesi durumunda, birikmiş kıdem tazminatlarını belli bir süreçte fona devretmesi, bazı vergi avantajları ve istisnalarla teşvik edilebilir. Ancak kesin olan, yasa sonrası doğacak hakların fona aktarımı söz konusu. Bu şekliyle mevcut sistemde kıdem tazminatı biriken çalışanlar, en azından yasa sonrası biriken tutarlarını güvence altına almış olacaklar. İşverenin iflası ya da ödeme güçlüğüne düşmesi halinde yasa sonrası fonda kendi hesaplarına biriken tutarı nemasıyla alabilecekler.Biriken para nasıl çekilecek?Kıdem tazminatı nedeniyle işçinin ücretinden herhangi bir kesinti yapılamayacak. İşverenler, fona ödedikleri tutarı, gelir ve kurumlar vergisi yönünden ‘gider olarak’ kaydedebilecek. Fonda işçi adına biriken paranın öyle her istendiği zaman alınması da mümkün olmayacak. Bunun için 10 ya da 15 yıl gibi uzun süreler düşünülüyor. Kesin süre yasa taslağına son şekli verildiğinde belli olacak.İşveren işçiyi kolayca kovarYeni yasa beklentisi her yönüyle enine boyuna tartışılıyor. Yasa tasarısının en çok tartışılan yönlerinden biri de “Fon olursa ve işveren kıdem tazminatı yükünden azar azar kurtulursa o zaman tensikat yaparken çok da fazla düşünmez” şeklinde. Zira pek çok patronun sırf tazminat yükünü dikkate alarak işten çıkarmalarda frene bastığı biliniyor. Ancak yeni düzenlemenin işverene bu yönde bir keyfiyet sağlayacağı kesin.İşçi yönünden bakacak olursak da, “Bunca yıllık birikmiş tazminatım var. Beni mümkün değil çıkaramazlar. Patron o yükün altına girmek istemez, tazminat yükü olmayanları gönderir” demesi ve tabiri caiz ise yan gelip yatması da mümkün olmayacak.Evlilikleri de teşvik edecekMalum, hükümet herkesin evlenmesini ve 3 hatta 4 çocuk yapmasını hedefliyor. Yeni kıdem tazminatı düzenlemesinde evliliği cazip kılacak düzenlemeler de olacak gibi duruyor.Yeni yasa çıktığında, ‘Evlenip işten ayrılana kıdem tazminatı ödenmemesi’ öngörülüyor. Bu durumda yasa çıkmadan bir an önce nişan yüzüğünü evlilik yüzüğü ile değiştirmekte fayda olabilir. Şu andaki yasaya göre, SSK’lı (4/a’lı) olarak çalışırken evlenen ve evlendikleri tarihten itibaren bir yıl içinde işinden ayrılan kadınlar, kıdem tazminatlarını alabiliyor.
Komşularla değil belki ama İngiltere ile sıfıra yakın sorun yaşıyoruz. Dilimizi ısıralım, iyi bir siyasi ilişki seviyemiz var. Bu ilişkileri ekonomik platformda daha da geliştirmek amacıyla 3 yıl önce kurulan Türk-İngiliz Tatlı Dil Platformu üçüncü toplantısını İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in İskoçya Edinburg’daki Holyrood Sarayı’nda yapmaya hazırlanıyor. 1-3 Kasım tarihleri arasında yapılacak toplantıya, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve İngiliz Kraliyet Ailesi’nden Prens Andrew’nun da katılması bekleniyor. Bu toplantıya iki ülkeden sadece 60 siyasetçi, işadamı, akademisyen, sanatçı ve medya mensubu davet edildi. Güvenlik açısından katılımcıların ismi şimdilik gizli tutuluyor.3 günlük etkinlik boyunca iki ülke ilişkilerinin yanı sıra ‘İngiltere çıksın Türkiye girsin’ başlıklı oturumda İngiltere ve Türkiye’nin Avrupa Birligi (AB) ile ilişkileri ele alınacak.Etkinligin İngiltere tarafındaki çalışmalarını ülkenin eski Dışişleri Bakanı Jack Straw yürütüyor. Straw “Bu sorunun aslında net bir cevabı yok. Ancak her iki ülke hem de AB otoriteleri bu konuyu ciddiyetle ele almalı” diye konuştu.Tatlı Dil Platformu’nun isim babası halen Türkiye’nin İngiltere Büyükelçiliği görevini yapan Ünal Çeviköz. Toplantılar ciddi ekonomik fayda sağlıyor. Jack Straw, bir önceki yılki toplantıyı hatırlatıyor ve “Büyük bir İngiliz şirketin başkanı bana gelip ‘2 günlük toplantıda Türkiye hakkında 2 yılda elde edemeyeceğim bilgiye ulaştım. İlişkiler kurdum. Şimdi yerel bir ortakla Türkiye’de yatırım fırsatlarını araştırıyorum’ dedi.İşte bu tam da bizim amacımızı özetliyor. Hedefimiz hemen iki günde sonuç almak değil. Uzun vadeli, önce birbirini tanıma anlama ve ondan sonra harekete geçmeye yönelik adımlar attırmak” diye konuştu.Davutoğlu’na eleştiriTatli Dil Platformu’nun Türk iş dünyasıyla koordinasyonunu ilk etapta gerçekleştiren Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, bu görevini Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın’a devretmiş durumda. Hamdi Akın’ın Akfen Holding Yönetim Kurulu Üyesi kızı Pelin Akın ile birlikte yürüttükleri çalışmalara Türkiye tarafında Dışişleri eski Bakanı Yaşar Yakış ve Ak Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Çavuşoğlu destek veriyor.Straw bir diğer önemli oturumun komşu ülkelerle ilişkiler olacağına işaret ediyor. Konu dış siyasete gelince ve yanımda da iki eski Dışişleri Bakanı olunca sormadan edemiyoruz. Straw bu coğrafyada Türkiye’nin yanıbaşındaki gelişmelere kayıtsız kalamayacağını söylüyor ve politik cevap veriyor.Yaşar Yakış ise çok sert. İzlenen politikaların yanlış olduğunu Suriye’de mevcut rejime tamamen sırt çeviren politikanın tehlikeli olduğunu belirtiyor. Yakış bunu Ahmet Davutoğlu ile konuşmaya çalıştığını da belirtti ve “Ancak kendisi o kadar kendinden emin ve kimseyi dinlemez bir tavır gösteriyor ki, bu çok daha tehlikeli bir durum arzediyor” diye konuştu.Otobüse metroya binen bakanİngiliz kabinesinde İçişleri, Adalet ve Dışişleri Bakanı olarak uzun yıllar görev alan, Avam Kamarası’na da başkanlık eden İşçi Partili Jack Straw ile Hamdi Akın’ın Levent Loft’taki evinde sohbet etme imkanı bulduk. İstanbul’a ilk yağmur yağmıştı ve trafik tüm gün boyunca felçti. Ofisimin ne kadar uzakta olduğunu ve ne kadar sürede geldiğimi sordu. “Özel aracımla gelmedim. Gelmeye kalksam Çağlayan’dan Levent’e 3-4 kilometrelik yolu 1.5 saatte alamazdım. Metroyu kullandım” dedim. O da bana Londra’da tüm toplu taşıma araçlarına bedava binmesini sağlayan kartını gururla göstererek “Ben de Londra’da hiçbir yere özel araçla gitmiyorum. Trafik berbat. Hem 65 yaşımı da geçince bu bedava kartı almaya hak kazandım. Bu yüzden hep metro ya da otobüsü kullanıyorum” dedi.10 bin nüfuslu beldesinin belediye başkanının bile 3 eskortsuz yola çıkmadığı bir ülkenin vatandaşı olarak, 11 Eylül 2001 sonrasında dünya siyasetine yön veren bir kişiliğin bu mütevaziliğine hem çok şaşırdım hem de kendisini çok takdir ettim.
Kurban Bayramı tatili, arefe günü de birleştirilerek yine 9 güne çıkarıldı. Başta turizme sektörü olmak üzere herkese hayırlı uğurlu olsun.Gazeteci olduğumdan ve maalesef 9 gün tatil yapamamanın kıskançlığından değil ama bu tür birleştirmeler olduğunda aklıma Başbakan Erdoğan’ın 1 Mayıs’ı tatil etmeme mazereti geliyor...2007’ydi sanırım, dediklerini hatırlayalım: “Bugünü resmi tatil ilan etmemizi bekleyenler var. Zaten Türkiye tatiller ülkesi olmuş. Yıllık çalışma günü topu topu 200 gündür. Bunun dışı tatildir. Biz hesapladık. Bir günün maliyeti 2 katrilyondur (2 milyar TL.) Türkiye bu parayı kazanmayacak kadar zengin değil.”Ee ne olacak şimdi?Gitti mi yine ülkenin milyarları...Başbakan o sözü sarfettiği yılın toplam milli gelirini 365’e bölerek bir günlük çalışmamanın maliyetini koymuştu ortaya...Biz de “Bu hesapta bir yanlışlık var, öyle bir kayıp söz konusu olamaz” demiştik.O paranın uçmadığını, uçmayacağını yine hatırlatalım ki millet rahat rahat tatil yapsın.Yazdıklarımızın bir bölümünü yeniden ortaya koyalım da, gerçekten Türkiye 1 gün çalışmayınca kabaca 2 milyar dolar kaybediyor mu anlayalım.Türkiye’nin süt veren inekleri, yumurtlayan tavukları, çiftçisinin ürettiği mısırları, arpaları, buğdayları var.Şimdi tatil diye ineklerin süt vermeyeceğini, tavukların yumurtlamayacağını ya da buğdayların o gün boy atmayacağını söyleyebilir miyiz?Elektrik, gaz, su tüketimi milli geliri etkileyen bir harcama unsurudur. Ne yani şimdi tatil diye elektriğimiz, suyumuz ya da gazımız mı kesilecek?Tatil diye uçakların uçmayacağını varsayabilir miyiz?Cep telefonlarımız ya da sabit telefonlarımız da mı çalışmayacak?Diyelim ki bankada paranız var.Banka kapalı diye paranızın faizi o gün için işlemeyecek mi?Oteller müşteri mi kabul etmeyecek?Ya da kredi taksit ödemeniz var.Tatile denk geldi diye ödememe gibi bir lüksünüz olabilir mi?Tatil günü sigara içilmeyecek mi, araçlara benzin alınmayacak mı?Tatil diye patronlar işçilerine ya da devlet baba kamu görevlilerine daha az mı maaş ödeyecek?Kira gelirleri mi azalacak?Kira da faiz de tatil dinlemez, tatil diye eksilmez.Yani Türkiye’nin milli geliri 9 gün tatil yaptı diye 18 milyar dolar erimez.9 günlük tatil vatana millete hayırlı olsun.Gönül rahatlığıyla dinlenebilirsiniz...