Euro bölgesinin sorunlu ekonomileri hakkında spekülasyonlar sürüyor. Başı Yunanistan çekiyor. Onu İrlanda, İspanya ve Portekiz izliyor. Her geçen gün olayın yeni boyutları gündeme geliyor.Dün İngiliz medyasına Avrupa Merkez Bankası kökenli bir rapor yansıdı. Bankanın hukuk bölümü tarafından hazırlanmış. Başlığı çok ilginç: “Avrupa Birliği’nden ve Avrupa Para Birliğinden Çekilme ve Çıkartılma: Bazı Düşünceler.” “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” derler. Rapor kritik bir soruya cevap arıyor. Euro’dan çekilen ya da çıkartılan bir ülkenin AB üyeliği devam eder mi? Anladığım kadar raporu yazan hukukçular “devam etmez” diyor. Fevkalade ilginç buldum.Tüketim anketleriTüketici güven endeksi Aralık sonuçları açıklandı. Eğilim anketini TÜİK ve Merkez Bankası müştereken yürütüyor. Tüketici güveni Haziran sonrasında yavaş da olsa geriliyordu. Aralık verisini merakla bekliyorduk. Küçük bir artış var. CNBC-e tüketim endeksi de Aralık’ta yükselmişti. İkisi tutarlı duruyor.Fatih Özatay’ın Radikal’de dün çıkan yazısından tüketim harcamalarını ölçmeyi amaçlayan yeni bir anketi öğrendik. Perakende Güven Anketi, Mayıs 2008’den bu yana Avrupa Komisyonu’nun desteği ile TEPAV (www.tepav.org.tr) tarafından hazırlanıyor. Bundan sonra her ay sonunda yayınlanacak.Anket tüm AB ülkelerinde aynı yöntemle gerçekleştiriliyor. Önemli bir avantaj çünkü karşılaştırma mümkün oluyor. Dün internetten tanıtım sunumunu ve verileri indirdim. Maalesef ayrıntılı inceleme yapamadım. Ancak sonucun diğer iki endeksten farklı çıktığını hemen gördüm. Perakende güven endeksi Aralık’ta düşüyor.Nasıl tefsir edeceğiz? Eğilimlerin çok belirgin olmadığı hallerde anketlerden çelişkili sonuçlar çıkmasına sık rastlanır. Özel tüketim diğer harcama kalemlerinden daha çabuk toparlandı. Ama toparlanma ivme kazanmadı. Sonuçlar bunu doğruluyor.Gelir deflasyonu ve tüketimSabit fiyatlarla, takvim ve mevsim etkilerinden temizlenmiş özel tüketimin seyrini biliyoruz. 2008’in ikinci çeyreğinde düşüş başlıyor. 2009 başında dibe vuruyor. İkinci çeyrekte hızla artıp 2007 ortalamasına yaklaşıyor. Üçüncü çeyrekte bu düzeyi koruyor. Yani özel tüketim aslında toparlanıyor.Olaya cari fiyatlarla milli gelir üzerinden bakmak anlamayı kolaylaştıracaktır. 2009’da özellikle önem kazanıyor çünkü yakın tarihte ilk kez cari fiyatlarla milli gelir düşüyor. Buna daha önce değinmiş, “gelir deflasyonu” demiştik.Cari fiyatlarla milli gelir ve özel tüketimin bir önceki yıla kıyasla çeyrek bazında değişim hızı grafikte görülüyor. Gelir deflasyonu üç çeyrek sürüyor. Buna karşılık nominal özel tüketim harcamaları sadece 2009’un ilk çeyreğinde düşüyor. İkinci ve üçüncü çeyrekte artıyor. Yani nominal gelirde azalmaya rağmen nominal tüketim harcaması yükseliyor.Böylece özellikle ikinci ve üçüncü çeyrekte gelir deflasyonunun nedeninin tüketici olmadığı çok net şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü tüketici harcıyor. Fevkalade önemlidir; geri döneceğim.
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu -PPK- yılın ilk toplantısında gecelik faizleri sabit tuttu. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olurmuş. Faiz indirimlerinin sona erdiği geçen ay anlaşılmıştı. PPK kararı da yeni bir bilgi taşımıyor. Bilinenleri tekrarlıyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 2009 bütçe sonuçlarını açıkladı. Hazine nakit dengesi bazında öngördüğümüz gibi, faiz dışında 1 milyar TL fazla, bütçede 52 milyar TL açık çıktı. Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 5.5 oluyor.Orta Vadeli Program 2009 için faiz dışında 4 milyar TL, bütçede 63 milyar TL açık hedeflemişti. İkisi de daha iyi çıktı. Maliye politikasının söylendiği ve beklendiği kadar gevşemediği anlamına geliyor.Milli gelirin yüzde 5’den fazla küçüldüğü bir yılı bile bütçenin faiz dışı fazla ile bitirdiğine özellikle dikkatinizi çekerim. Ezber bozan iki sorum var. Faiz kararları bu durumu öngördü mü? Faiz dışı fazla rekor küçülmeye katkı yaptı mı? İhale neden dolarla?“Futbol meraklıları için bu hafta gerçekleşen naklen yayın ihalesi çok büyük önem taşıyordu. Geçmişte yaşananlar göz önünde tutularak ihale televizyondan canlı yayınlandı. Önemli anları haber programlarında tekrarlandı.Manzarayı hatırlatalım. Futbol federasyonu yetkilileri masanın başında. Televizyon sahipleri ve sorumluları masanın etrafında. Bir açık artırma yapılıyor.Masanın etrafındaki herkes Türkiye vatandaşı. Nakledilecek maçlar Türkiye birinci ligi maçları. İhaleyi açan federasyon Türkiye’nin resmi bir kurumu. Buraya kadar hepsi çok normal.Sonrası biraz karışık. Çünkü fiyatlar TL ile verilmiyor. Dolarla veriliyor. Biri 100 milyon dolar diyor. Öbürü hemen 100 milyon 500 bin dolara yükseltiyor. Böyle gidiyor. Sonunda 120 milyon 500 bin dolar veren Star grubu ihaleyi kazanıyor.” Eminim son paragrafta şaşırdınız. Haklısınız. Alıntı 23 Mayıs 1999’li yazımdan. Naklen yayın ihalesinin dövizle yapılmasını eleştiriyor. Geçen 10 yılda enflasyon düştü, TL istikrar kazandı. Ama zihniyet aynı; ihale hala dolarla....Ücretli istihdamı İstihdam ve işsizlikle ilgili ölçme ve algılama sorunlarına yeri geldikçe değiniyoruz. Biri teknik: seriler çok kısa. Diğeri içerikle ilgili: kendi hesabına ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışan oranının istihdamda payı çok yüksek. Örnek: İşten atılınca akrabasına dükkanında yardım eden istihdamda sayılır. Dolayısı ile, hem ekonomik hem sosyal açıdan en güvenilir istihdam göstergesi ücret ve yevmiye ile çalışanların sayısıdır. Vatandaşın iş bulmaktan kasdettiği de odur. Nitekim işsizlik “İş aradın mı?” sorusu ile saptanıyor. 2008’den son yayınlanan Ekim 2009’a, ücretli istihdam sayıları grafiktedir. Zirve 2008 ortasındadır: 13.3 milyon. Şubat’ta 12 milyonun altına iniyor. Yaz aylarında 13 milyonu yakalıyor. Ekim’de tekrar 13.3 milyona ulaşıyor. İyi haber Ekim itibarıyla ücretli istihdamın 16 ay öncesi düzeyine geri dönmesidir. Krizdeki kayıpların telafi edildiğini gösteriyor. Kötü haber aynı dönemde çalışabilr yaştaki nüfusun 1.2 milyon kişi artmasıdır. Ayrıca bir şey söylemeye gerek görmüyorum.
IMF anlaşması tam anlamı ile yılan hikâyesine dönüştü. Doğrusu ben iyice sıkıldım. Eski yazılarıma baktım. Başlığın ilkini Mayıs 2009’da kullanmışım. Sonrasında yazı içinde küçük iğnelemelerle yetinmişim.Zaten vatandaşın gündeminde yer aldığına dair işaret yoktu. Konuyu canlı tutan dar bir çevre oldu. “IMF lobisi” dedik. Son standby anlaşmasının bitmesinden bu yana, yılmadan ve yorulmadan IMF anlaşması için bastırıyorlar. İki yıldır bıkmadılar.Başbakan Erdoğan böyle takıntıları kullanmayı biliyor. Olay biraz soğuyunca devreye giriyor. Bir konuşmanın içine “anlaşma yakın” mealinde sözcükler serpiştiriyor. Lobi hemen oltaya takılıyor. IMF muhabbeti canlanıyor.“Bu kez tamam, anlaşma yolda” deniyor. Derhal spekülasyonlar başlıyor. Kaç para gelir? Ortada sayılar uçuşuyor: 40 milyar dolar, yok 30, hayır 25... Hemen bu kaynaktan bize ne düşer hesabı başlıyor. Sonra konu külleniyor. Böyle gidiyor.Nasıl bir anlaşma?Bence hükümetin gözden kaçan bir başarısı daha var. Öyle ya da böyle, iki yıldır IMF’le anlaşma için müzakereyi sürdürüyor. Ama ayrıntılar hakkında medyaya bilgi sızmasına izin vermedi.Telekulakların bu alanda çalışmaması şaşırtıcıdır.Sonuç ortada. Bugün bile, Başbakan’ın hafta sonuna tarih verdiği anlaşmanın temel özellikleri bilinmiyor. Ne müzakere ediliyor? Geçmişteki gibi sıradan bir standby anlaşması mı? Yoksa IMF’in kriz sonrasında geliştirdiği yeni desteklerden biri mi?İkisi de anlaşma ama içerik ve uygulama açısından arada köklü farklar var. İlkinde IMF iktisat politikalarında doğrudan söz sahibi oluyor. Bütçe ve faiz kararlarında masada oturuyor. Performans kriterleri aracılığı ile yasama organına kadar uzanıyor.İkincisinde sadece genel ilkeler belirlendiği sürece katılıyor. Anlaşma çerçevesi içinde kaldığı sürece, iktisat politikası ayrıntılarını hükümete ve Merkez Bankası’na bırakıyor. Yani iktisat politikalarının fiilen tasarım ve uygulamasına karışmıyor.Düşük faiz için IMFTürkiye’nin IMF’le yeni bir standby anlaşması imzalanması için öne sürülen gerekçelere katılmadığım biliniyor. Çoğu açıkça yanlıştır. Ekonominin gerçekleri yerine eski ezberleri ya da dar çıkarları yansıtıyorlar. Bunları geçmişte eleştirdim.Geçen hafta Nomura International’dan Olgay Büyükkayalı’nın anlaşma lehine bir gerekçesi ilgimi çekti. Analizi hâkim görüşe ters düşüyor. Standby anlaşmasında para politikası için ek gevşeme fırsatı görüyor.Olgay’ın mantığını özetleyelim. Anlaşma ile bütçe çıpası sağlamlaşır. IMF parası artı sermaye girişi Hazine’nin yükünü hafifletir. Enflasyon tehlikesi olmadığına göre Merkez Bankası faizi indirir. Hem TL değer kaybeder hem hem iç talep canlanır.Analiz önemlidir. Bütçe disiplini ve artan güven sayesinde gelen faiz indirimi “sıcak para” kısır döngüsünü kırıyor. Olur mu? Bir: “IMF lobisi” tam tersini umut ediyor. İki: IMF’in bu kadar radikal değişim geçirdiğine inanmıyorum. Neyse, bekleyelim görelim...
Çin 2009’da dünyanın en çok ihracat yapan ekonomisi oldu. Bir ülkenin küresel ihracat ligindeki sırası ekonomik gücünü iyi yansıtır. ABD uzun süre liderdi. Önce Almanya geçti. Şimdi üçüncülüğe indi. Dış açıkla büyüme modeli adamı böyle çarpar.Finansal Çözümler Ltd. tarafından CNBC-e için hazırlanan tüketim endeksi Aralık sonuçları geldi. Hem geçen yıla hem bir önceki aya kıyasla ciddi artış var. Tüketimde normalleşme 2009’un son ve 2010’un ilk çeyreğinde pozitif büyümeyi kesinleştiriyor.2009 nakit dengesi Hazine tarafından yayınlandı. Faiz dışında 5 milyar TL, toplamda 49 milyar TL açık var. Bütçede faiz dışında küçük bir fazla, toplamda 50 milyar TL civarında açık olur.Beklentilerin altındadır. İyi haber midir? Nereden baktığınıza bağlı...Merkez Bankası, ödemeler dengesi verilerini açıkladı. Kasım’da dış açık 1.6 milyar dolara yükseldi. Yıllık cari işlemler açığı ise geçen yıla kıyasla 29 milyar dolar düşüşle 13 milyar dolara geriledi. Yılı o civarda bitirir.Sıkmalı mı? Sıkmamalı mı?ABD’de iktisat politikası polemikleri son günlerde tekrar alevlendi. Tartışmaları medyadan izlemeye çalışıyoruz. Temel bir soruya cevap aranıyor. Resesyonla mücadele için devreye sokulan aşırı gevşek maliye ve para politikalarını terk etme zamanı geldi mi?Tartışmanın odağında “sürdürülebilirlik” kavramını görüyoruz. İktisatçılar ikiye bölünmüş durumda. Bir kesim likidite bolluğunu ve bütçe açığını sürdürülemez buluyor. Çözümü iktisat politikalarının sıkılmasında görüyor. Diğer kesim ekonominin sürdürülebilir büyümeye geçmediğini düşünüyor. Yeni canlandırma paketleri öneriyor.Krizin çökerttiği iktisat paradigmasını savunanlar ve mali kesim iktisatçıları daha çok ilk grupta yer alıyor. Diğeri ise reel ekonomiyi önemseyen çoğu akademisyen Keynesçilerden oluşuyor.İkinci grubun ağır toplarından Paul Krugman tartışmaya New York Times’daki köşesinden katıldı. Tercümesi Sabah Gazetesi ekinde yayınlandı. 1937’de ABD ve 1996’da Japonya’da yaşananları örnek göstererek politika sorumlularını uyarıyor.O tarihlerde ne olmuş? Ekonominin resesyondan çıktığı zannedilmiş. Para ve maliye politikası desteği çekilmiş. Meğer işaretler yanlış okunmuş. Talep yetersizmiş. 1937’de ABD ve 1996’da Japonya yeniden resesyona girmiş. Gereksiz bir bedel ödenmiş.Türkiye’nin sıkıntısıBu tartışmayı önemsemek gerekiyor. Çünkü, uygulanan iktisat politikalarının kalitesi kamuoyunda sürdürülen iktisat politikası tartışmalarının düzeyine yakından bağlıdır. Başka türlü olması zaten düşünülemez.Maalesef, bu açıdan Türkiye sıkıntılıdır. Anlatması uzun bir tarihi süreç sonucu, olaylara Keynesçi paradigma içinden bakan iktisatçı sayısı çok azdır. Üstelik, varolan Keynesçilerin kamuoyunda seslerini duyurma olanağı kısıtlıdır.Dolayısı ile iktisat politikası gündemi çok sığdır. Son krizde çöken iktisat paradigması hâkimdir. Mali kesimin çıkarları öndedir. Ezberler tekrarlanır. Her koşulda sıkı bütçe ve yüksek faiz savunulur. “Eğitim çok önemli” muadili analizler (!) yaygındır. Üzücüdür. Son dakika notu: Başbakan IMF’yle anlaşma en geç bu hafta demiş. Ama ayrıntılar bilinmiyor. Anlaşılan önümüzdeki günlerde bol bol IMF konuşacağız.
IMF’le anlaşma yapmamasına rağmen Türkiye’nin kredi notunda artış sürüyor. Sıranın Moody’s’de olduğu biliniyordu. Hatta İMKB’ye yansımıştı. Beklenen gerçekleşti. Hâlâ Türkiye’nin kredi notu hakkettiğinin altındadır. Dış ticaret endeksleri TÜİK tarafından yayınlandı. Miktar endeksleri Kasım dış ticaret sayılarını değerlendirirken söylediklerimizi doğruluyor. Bayram etkisini temizledikten sonra da ihracatta düşüş, ithalatta artış var. Bu açıdan Aralık sonuçları önem kazanıyor.Kasım sanayi üretimi açıklandı. Yeni yılda TÜİK önemli bir yenilik başlattı. Toplam sanayi üretiminin takvim ve mevsim etkisinden arındırılmış serisi de aynı anda yayınlanıyor. İşimiz kolaylaştı. Bize sadece imalat sanayini hesaplamak kaldı. Bir önceki yıla kıyasla toplam sanayi yüzde 2.2, imalat sanayi yüzde 2.8 azaldı. Ama takvim düzeltmesi bu oranları toplamda yüzde 5.7, imalat sanayinde yüzde 5.1 artışa dönüştürüyor. Mevsim temizlenince toplam sanayi Kasım’da yüzde 0.2 artıyor. Sürpriz yok. Martin Wolf’un analiziPerşembe günü kriz-euro ilişkisine bakmıştım. O gün Merkez Bankası eski Başkanı Gazi Erçel’le bir toplantıya katılmak için Bursa’ya gidiyorduk. Financial Times’da Martin Wolf’un da aynı konuyu yazdığını haber verdi. Hemen okudum. Martin Wolf beğendiğim bir iktisatçıdır. Küresel mali krizle ilgili ilk uyarıları yapanlar arasındadır. “Fixing Global Finance” (Yale University Press, 2009) adlı kitabını hem keyifle hem de çok yararlanarak okudum. İlginç şekilde Wolf’la aynı soruya cevap aramışız. Yazısı söyle başlıyor: “Euro mevcut olmasa mali kriz sırasında neler olabilirdi? Kısa cevap, euro üyeleri arasında döviz krizleri yaşanacağıdır. Yunanistan, İrlanda, İtalya, Portekiz ve İspanya’nın paraları eski Alman Markı karşısında sert şekilde değer kaybederdi.” Cevaplar da benziyor. Wolf da makro dengesizlikleri düzeltmek için döviz kurunu kullanamayan euro bölgesi ülkelerini ne kadar zor ve sancılı bir düzeltme sürecinin beklediğini ayrıntılı şekilde anlatıyor. Ancak analizi benimden daha derine gidiyor. Para birliğinin başarısı için kriz halinde sorumluluk alan bir lider (hegemon) gerekir; euro bölgesinde bu Almanya’dır diyor. Maalesef Almanya’nın bu sorumluluğü üstlenmeye yanaşmadığını belirtiyor. Türkiye dersleriEuro ve kriz konusunu Türkiye için önemli dersler içerdiğini düşünerek yazmıştım. Ne alakası var diyeceksiniz. Türkiye euro bölgesinde değil. Ayrıca döviz kuru dalgalanıyor. Unutmayın, teşbihte hata olmaz!Mekanizmaları farklı olsa da Türkiye benzer bir sorunla karşı karşıyadır. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları büyümeyi dış finansmana bağımlı kıldı. Dış açık devasa boyutlara ulaştı. Hızlı büyüme için bu dengesizliğin düzeltilmesi gerekiyor.Halbuki ne gözlüyoruz? Fiilen TL bir türlü değer kaybetmiyor. Evet, döviz kuru dalgalı ama sonuçta TL aşırı değerli kalmaya devam ediyor. Öyle yada böyle, bu kritik düzeltme gerçekleşmiyor. IMF anlaşması, gecelik faizler, bütçe dengesi, vs. tartışılan tüm iktisat politikası tercihleri açısından fevkalade önemli bir konudur. Devam edeceğim.
Küresel mali piyasalar beni şaşırtmaya devam ediyor. Dün komşum Ali Ağaoğlu da yazdı. Borsaların yıl sonu yükselişini bilanço makyajına atfetmiştim. Yeni yılın artışla başlaması bu hipotezi de geçersiz kıldı. Havlu atmaktan başka çarem kalmadı.Finansal Çözümler Ltd. tarafından hazırlanan CNBC-e tüketici endeksleri Aralık sonuçları yayınlandı. Güven, Beklenti ve Eğilim endeksleri Haziran’da zirveyi gördükten sonra düşüşe geçmişti. Aralık’ta anlamlı bir hareket yok. Yatay seyrediyor diyebiliriz. Yüksek Aralık enflasyonuna Merkez Bankası’nın bakışı açıklandı. Enerjide baz etkisini ve işlenmemiş gıdada büyük artışı sorumlu tutuyor. Talep baskısını daha iyi yansıtan özel kapsamlı tüketim göstergelerinin yüzde 4’ün altında kaldığına dikkat çekiyor.Emekli zammı resmi enflasyonun kasten düşük tutulduğu şikâyetlerini de beraberinde getirdi. İki üç katı diyenler bile var. Kişisel enflasyonunu hesaplamak isteyenlere “Enflasyonmetre” (http://akat.bilgi.edu.tr) tavsiye edilir.Euronun yararı2000’de euroya geçiş heyecan yaratmıştı. Ben de euroya methiye düzenler arasında yer aldım. Avrupa Para Birliği’ne (APB) üye ülkelerin milli devletin kurucu simgelerinden birinden vazgeçmelerinin tarihi anlamını vurguladım.Şüphe ile yaklaşan iktisatçılar da oldu. Bir bölüm, özellikle ABD’de, müşterek siyasi otorite olmamasının uzun dönemde para birliğini zorlayacağını düşünüyordu. Bu görüşü destekleyen teorik argümanlar vardı. Bu açıdan “tüm krizlerin ağababası” ilginç bir fırsat oluşturuyor. Soru açıktır. Mali krizde euronun mevcudiyeti işe yaradı mı? Yoksa euronun varlığı APB ülkelerin sorunlarını ağırlaştırdı mı?Euronun yararları bence açıktır. Bugün daha iyi görüyoruz. Euro olmasa, üye ülkelerden bazıları ciddi döviz krizleri ile karşı karşıya kalabilirdi. Akla hemen Euro Bölgesi’nin zayıf halkaları, Yunanistan, İrlanda, İtalya ve İspanya geliyor.Para birimi değer kaybeden bu ülkeler kısa dönemde küresel mali krizin etkilerini daha ağır yaşayacaktı. Enflasyon ve faiz yükselecek, reel ekonomide küçülme daha sert olacak, mali kesimde hasar yükselecekti. Euro bu kötü senaryoyu engelledi.Sancılı düzeltmeAncak, iktisadın temel bir kuralı var. Ortada bir makro dengesizlik varsa, onu düzeltecek mekanizmalar gerekiyor. Döviz kuru tam bu noktada devreye giriyor. İç ve dış fiyatların ilişkisini değiştirerek orta vadede dengesizliğin düzelmesine olanak sağlıyor.Halbuki yukarıda sayılan Euro Bölgesi ülkeleri paralarının değeri ile oynayamıyor. O zaman düzeltme nasıl gerçekleşecek? İktisadın mantığı gene basit. Madem kur değişmiyor o zaman iç fiyatlar makro dengesizlik ortadan kalkıncaya kadar düşecek. Yani yeni dengeye gelir ve fiyat deflasyonu ile ulaşacak.Görüldüğü gibi söylemesi basit ama yapması çok zor bir düzeltme mekanizmasıdır. Vergi artışları, kamu harcamalarında kısıntı, uzun süren durgunluk, grevler, sokak hareketleri, siyasi istikrarsızlık vs. yani çok sancılı bir süreçtir.Bu durum iktisadın diğer temel ilkesi ile tutarlıdır. Bedava yemek yoktur; faturayı mutlaka birisi öder. Euro üyeliğinin sağladığı mali istikrarın ciddi bir bedeli olduğunu da bu şeklilde anlıyoruz. Üye ülkeler bu bedeli ödeyebilecekler mi? Göreceğiz.
Yıl sonu yazıları yüzünden yayınlanan göstergeleri ihmal ettik. Enflasyon zaten bugünkü yazının konusu. Diğerlerine kısaca değinelim.Kasım dış ticareti yılın son günü açıklandı. Bu yıl Kurban Bayramı’nın kasıma kaydığını hatırlatalım. İhracat beklendiği gibi geçen yılın altında geldi. Buna karşılık ithalat ve dolayısı ile dış ticaret açığı yükseldi. Kritik soru: Dış açık tekrar artmaya başladı mı?Reel kesim iktisadi yönelim ve güven anketi aralık sonuçları yayınlandı. İlkbahar ve yaz aylarında endeksler hızla yükselmişti. Sonra yavaş da olsa bir düşüş eğilimi belirdi. Aralıkta yatay seyrettikleri görülüyor. Hızlı toparlanma işareti değildir.Takvim ve mevsim etkilerinden arındırılmış sanayi üretimi ve milli gelir açıklandı. Ekimde sanayi üretimde artış eğilimi belirginleşiyor. Üçüncü çeyrekte milli gelir de az da olsa artıyor. Bizim bulgularımızla aynı yöndedir.Tarihi bir rekorEnflasyon aralıkta karamsarları mahcup etmedi. Tüketici fiyatları yüzde 0,5 yükseldi. Böylece 2009’da tüketici enflasyonu yüzde 6,5 olarak gerçekleşti. Geçen yıl yüzde 10 olmuştu. En azından iki nesil için en düşük yıllık artıştır. Yeni bir tarihi rekordur.Enflasyon hedeflemesi rejiminde üretici fiyatlarının rolü ikincildir. Ayrıca endeks daha çok dalgalanır. Biz de ancak ilginç bir gelişme olursa değiniyoruz. 2008’de yüzde 8,1’di. 2009’un yarısını ekside geçirdi. Yılı yüzde 5,9 artışla tamamladı. 2005’in yüzde 2,7’lik rekorunu kıramadı.Tüketici enflasyonu ile devam edelim. Yıl homojen geçmedi. İlk yarıda artış yüzde 1,8 düzeyinde kalmıştı. Ardından fiyat artışlarında belirgin bir hızlanma oldu. İkinci yarı artışı yüzde 4,7 gerçekleşti.Nasıl açıklayabiliriz? İlk akla gelen talep koşullarıdır. Şöyle bir analiz yapılabilir. İlk yarıda ekonomi hızla daralıyordu. O nedenle enflasyonda sert bir düşüş yaşandı. Yaz başında talep yavaş da olsa toparlanmaya başladı. Enflasyon hemen başını kaldırdı.Enflasyonunun uzun süre yüksek seyrettiği ülkelerde bir eşikte direnmesine sık raslanılır. Literatürde “katılık” deniyor. Türkiye için yüzde 6’yı böyle görenler var. Dolayısı ile ekonomide kısmi bir canlanmanın bile enflasyonu yükseltmesini bekliyorlar.Ayrıntılar önemliBen bu görüşe katılmıyorum. Nedenlerini yıl içinde sık sık vurguladım. Bunlara Merkez Bankası raporları da değindi. Endeksin alt kalemleri farklı bir hikâye anlatıyor. İkisini vurgulamakla yetiniyorum.Birincisi gıda fiyatlarında giderek belirginleşen eğilim kırılmasıdır. Türkiye’ye özgü değildir; küresel bir olaydır. Tarım ürünlerinin nispi fiyatları arz kökenli nedenlerle yükseliyor. 2009’u çok etkiledi. 2010’u bilmiyoruz.Diğeri “kira” kalemidir. Talep kökenli fiyat baskılarını çok iyi özümser. İki yıl önce başlayan düşüş 2009’un ikinci yarısında da sürdü. Yılı yüzde 5,3’le bitirdi. Genel endeksin altındadır. Bu da bir tarihi rekordur.Şimdilik burada duralım. 2010’da enflasyonun çok konuşulacağını tahmin ediyorum. Bakalım, yeni bir tarihi rekor kırılacak mı? Yoksa rekor 2009’da mı kalacak? Göreceğiz.
Yılı tahminlerle başlama geleneğine devam. Aslında konjonktür takvimden bağımsızdır. Trendler yılın her anında kırılabilir. Son kriz de takvime uymadı. 2008’in ikinci ve üçüncü çeyreklerinde büyüme durdu. Son çeyrekte sert bir daralmaya dönüştü. 2009’un ilk yarısında küçülme rekorları kırıldı. Son çeyreğinde ise artı büyümeye geçildi.Velhasıl 2009 homojen bir yıl olmayacaktır. Pek çok gösterge için, ilk yarıda “baz etkisi” öne çıkacaktır. Milli gelir, enflasyon, dış denge, bütçe, vs. verileri ilk yarıdaki mekanik değişimi de yansıtacaktır. Halbuki ekonominin sürdürülebilir büyüme çizgisine oturup oturmadığı ikinci yarıda, özellikle son çeyrekte ortaya çıkacaktır. Tahminlerin bu zafiyetini bilelim. Temel göstergelerAna eğilimleri öngörmekte zorlanmıyoruz. Üç aşağı beş yukarı yılın nasıl gideceği bellidir. Özetleyelim. 2010’da ekonomi büyür; enflasyon, faiz ve işsizlik yatay seyreder; dış açık artar, TL değer kaybeder. Ayrıntılara inince tahminler farklılaşıyor. Bu yıl ben de Mahfi Eğilmez’den kopya çekerek bir yenilik yaptım. Orta Vadeli Program hedeflerine (OTV) Beklenti Anketi sonuçlarını (BA) ve kendi tahminlerimi (ASA) ekleyerek bir tabloda gösterdim.Varsayımlarla sizi sıkmak istemiyorum. “Normal senaryo” diyebiliriz. İçeride ya da dışarıda olağandışı gelişmeler elbette bu tahminleri geçersiz kılar. Zaten onları öngörmek çok zordur.Büyümenin milli gelirde yüzde 5’i, iç talepte yüzde 3’ü aşacağını öngörüyorum. Bunlar beni iyimser cepheye koyuyor. Sonucu büyük ölçüde stokların alacağı değer belirleyecektir. Yıl içinde baz etkisi ile kıpırdasa bile, enflasyonun yılı yüzde 5 civarında bitirmesini bekliyorum. Yatay denebilir. Piyasa daha karamsar. Enerji ve gıda fiyatlarının seyri önem kazanıyor. Cari işlemler açığının 15 milyar dolara yükseleceğini hesaplıyorum. Bence iç talep artışı ile tutarlı büyüklük budur. Sınırlı da olsa TL’nin değer kaybetmesini öngörüyorum. Dolar kurunu yıl sonu için 1.6 TL dedim. Döviz sepetinin yıllık ortalamasına (2.0 TL) daha çok güveniyorum.İşsizliğin ölçümünde teknik sorunları sık dillendiriyorum. İşsizlik oranınında cüzi gerileme olur. Yüzde 14.3’ün çok yüksek bir işsizlik oranı olduğunu vurgulamak istiyorum.Politika değişkenleri Bu yıl bir yenilik daha var. Geçmişte bütçe açığı ve faiz tahmini yapmazdım. Çünkü bunlar politika değişkenleridir. Doğrudan hükümet ve Merkez Bankası tarafından belirlenir.Maliye politikasından gelen işaretler bütçede OVP hedefinin tutturulabileceği yönündedir. Büyüme tahminim daha yüksek olduğu için açığın milli gelire oranı da biraz daha düşük çıkıyor: yüzde 4.7. Para politikasını kestirmek daha zor. Bir yanda mali piyasaların tam saha presi, öte yanda zayıf iç talep, hedefin altında enflasyon ve TL’nin değer kazanması riski var. Benim senaryomla tutarlı yıl sonu gecelik faiz yüzde 6 çıkıyor. Piyasa ise artış bekliyor. Ya IMF? Geçmişte karşı çıktım. Hükümetin anlaşmayacağını da bildim. Bugün de karşıyım. Ancak yılbaşı zamları buram buram IMF kokuyor. Mutlu olduğumu söyleyemem.