Mali krizi 2008 sonbaharında Lehman Biraderlerin batması tetikledi. “Tüm krizlerin ağababası” dedik. ABD ve dolayısı ile dünya mali sistemi bir süre uçurumun kenarında asılı kaldı. ‘Düştü düşecek’ falları açıldı. O noktada Bush yönetimi fevkalade saldırgan iktisat politikalarına başvurdu. Ortalığa para saçıldı. Fed’in bilançosu iki buçuk katına tırmandı. Bütçe açığı milli gelirin yüzde 12’sine ulaştı. Yangın denetim altına alındı. Büyük bir ekonomik felaket önlendi.ABD kökenli kriz dalga dalga dünyayı etkiledi. Bankacılık zafiyetleri olan ülkeler benzer mali çalkantılar yaşadı (İngiltere). Diğerlerini dünya ticaretindeki daralma, sermaye çıkışları, güvensizlik, vs. vurdu. Dünya ekonomisi küçüldü.Sonra ekonomiler yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Resesyon yerini büyümeye bıraktı. Mali piyasalar canlandı. Fakat bu kez gündeme aşırı gevşek para ve maliye politikalarının nereye kadar sürdürülebileceği sorusu oturdu.Keynesci politikalar Krizin esas nedeninin küresel üretim ve talebin dağılımında biriken dengesizlikler olduğunu baştan beri söylüyoruz. Bazı ülkeler (Çin) üretimine kıyasla az tüketiyor. Diğerleri (ABD) fazla tüketiyor. İlk grup dış fazla, ikincisi dış açık veriyor. Küresel ekonomide makul ve dengeli bir büyüme için bu dengesizliğin düzelmesi gerekiyor. Ne demek? Dış fazla ülkesinde tüketimin milli gelire oranı yükselecek, dış açık ülkesinde düşecek. Yani birinde milli tasarruf oranı azalırken diğerinde artacak. Tasarruf açığını ikiye ayırabiliriz: özel ve kamu . Bazı ülkelerde özel kesimin, diğerlerinde devletin tasarruf açığı var. Akla hemen ABD ve Yunanistan örnekleri geliyor. Türkiye ilk kategoride yer alıyor.Ayırım maliye politikası açısından çok önemlidir. Sorun özel kesimin yüksek tasarrufundan kaynaklanıyorsa, gevşek maliye politikası düzeltmeyi kolaylaştırır. Düşen özel kesim talebi bütçe açığı ile telafi edilir. Resesyon-deflasyon kısır döngüsü engellenir. ABD’de keynesci iktisatçılar olayın bu yönünü vurguluyor. Düzeltmeyi zamana yaymak için bütçe açıklarından yararlanmayı savunuyor. Tüketim oranının düşürülmesini uzun döneme atmayı öneriyor. 1929’la karşılaştırma Düzeltme sürecinde Çin’in rolününe geçmeden 1929’la bugün arasındaki zıtlığı hatırlatalım. “Büyük Buhran” özel tüketimin üretimden yavaş büyümesinden kaynaklanmıştı. Üretim-talep dengesizliği ABD içinde idi. Tüketim oranının yükselmesi gerekiyordu. Bu durum bütçe açıklarını düzeltmenin aracı haline getirdi. Artan kamu tüketimi özel harcamaları da sürükledi. Maalesef vahim para politikası hataları resesyonu derinleştirdi. Önce savaş sonra refah devleti uygulamaları düzeltme sürecini tamamladı. Bu kez üretim-talep dengesizliği küreseldir . ABD’nin büyüyerek tüketim oranını düşürebilmesi için Çin’in tüketim oranını yükseltmesi gerekiyor. Tek başına ABD’nin gevşek maliye politikası sadece düzeltmeyi geciktiriyor. Çözmeden yarına taşıyor. Böylece kritik sorulara geldik. ABD’de keynesci politika Çin’i nasıl etkiler? Hangi politikalar Çin’i düzeltme sürecine katılmaya zorlar? ABD’nin açmazları nelerdir? Maalesef yerim bitti. Bu önemli konuya devam edeceğim.
Küresel piyasalar şaşırtmaya devam ediyor. Hafta tedirgin başlıyor dedik. Hiç de öyle olmadı. Tersine, dünya borsaları geçen haftanın kayıplarını kısmen telafi etti. İyimserliğin nedenlerini anladığımı söyleyemem. Dünya Ekonomik Görünümü Nisan sayısındaki büyüme tahminleri IMF tarafından güncellendi. Dünya ekonomisinin 2010’da yüzde 4.6 büyümesini öngörüyor. 2011’i yüzde 4.3’te sabit tuttu. Aşağı yönlü risklere vurguyu artırdı.Sanayi üretimi mayıs sonuçları çıktı. Geçen yıla göre toplam sanayide yüzde 15.6, imalat sanayiinde yüzde 16.5 üretim artışı var. Nisana kıyasla takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş artış ise, aynı sıra ile yüzde 1.9 ve yüzde 1.7 çıktı. Büyüme için iyi haberdir.Merkez Bankası reel döviz kuru hesaplarını yeniledi. Baz yılın eskimesi nedeni ile eski serinin yetersiz kaldığı biliniyordu. Bu arada birim ücret ve gelişmiş ve gelişen ülkeler için ayrı endeksler geldi. Ayrıntılarına bakamadım. Genelde olumlu karşılıyorum. Kriz ve reel dengesizlikler2008 krizini ABD bankacılık kesiminde biriken zafiyetlerin tetiklediği konusunda az çok fikir birliği var. Bir kesim analizi burada durduruyor. Faturayı mali kesimin içsel işleyişine ve ilgili iktisat politikalarına kesiyor. Çözümü de mali kesimde görüyor.Ben öbür cenahta yer alıyorum. Baştan itibaren krizin esas nedeninin son yirmi yılda dünya ekonomisinden biriken reel dengesizlikler olduğunu vurguluyorum. Dolayısı ile ağırlığı reel düzeltme sürecine veriyorum.2008 sonunda, mali krizin en sıkıntılı günlerinde, tavrımı dört yazılık bir dizi ile özetledim (23-30 Aralık 2008). Analizin odağında üretim ve talebin küresel dağılımında oluşan dengesizlik ve nasıl düzeleceği yatıyordu. ABD-Çin ilişkisini örnek olarak kullandım. Bir yanda sanayileşme modelini tükettiğinden fazla üretmek üzerine inşa etmiş Çin var. Kime satacak? Mutlaka birinin ürettiğinden fazla tüketmesi gerekiyor. ABD bu görevi üstlenmişti.Bu durumda düzeltme kolay tanımlanıyor: tüketimin üretime oranı ABD’de düşerken Çin’de yükselecek. Böylece reel dengesizlik ortadan kalkacak ve herkes mutlu olacak. Ne var ki bu basit formülün içinde ciddi tuzaklar gizleniyor.Tuzaklara dikkatİlk tuzak tüketim denince özel kesim tüketim harcamalarının Anlaşılmasıdır. ABD’de özel tasarrufların yükselmesi düzeltme sürecinin başladığı şeklinde tefsir ediliyor. Halbuki kamu tüketimi eklenmelidir. Bütçe açığı kamu tüketiminde artışı göstermektedir.Fevkalade önemlidir. Resesyon, yüksek işsizlik, doların (yuan dışında) değer kaybı vs. rağmen ABD’nin dış açığı sürüyor. Ekonomi canlanırsa dış açık gene eski düzeyine tırmanacaktır. Düzeltme sürecinin başlamadığına işarettir.İkincisi düzeltme formülünde tüketimin düzeyi değil üretime oranı vardır. Çok sayıda alternatif olabilir. Uç hal korkutucudur. Üretim düşer, tüketim daha fazla düşer, dış açık kapanır. “Büyük Buhran” muadili bir ekonomik çöküş demektir. Dikkat ederseniz, şu ana kadar sadece denklemin bir tarafına, ABD’ye yoğunlaştık. İlginç ipuçlarına ulaştık. Ama resmin tümünü görmek için Çin’in tavrına bakmak zorundayız. Küresel düzeltme analizine devam edeceğim.
Küresel mali piyasalar için zor bir hafta başladı. Gördüğüm kadar bütün piyasa oyuncularına tedirginlik hâkim. Borsalarda düşüşün devam edeceği düşünülüyor. Ne diyelim; korkunun ecele yararı yoktur!Ünlü W harfi yeniden gündeme geldi. Mali krizin ilk günlerinde iki dipli resesyon öngörenler çoktu. Sonra sayıları azaldı. Ama şu sıralarda gelişmiş ülkelerde yeni bir resesyon bekleyenler hızla artıyor. Ateş olmayan yerden duman çıkmazmış...ABD’de maliye politikası tartışmaları iyice ısınıyor. Sıkılsın mı? Gevşek mi bırakılsın? Mali disiplin isteyenlere Krugman çok ağır eleştiriler yöneltiyor. “Aptallık” bile dedi. Ama keynes karşıtı cephe genişliyor. Niall Ferguson da onlara katıldı.İktisat politikaları açısından fevkalade ilginç bir döneme girdik. Kriz sırasında dünya ekonomisinin genel değerlendirmesini yapmıştım. Analizi bugüne taşıma zamanı geldi. Önümüzdeki günlerde küresel ekonomiye daha yakından bakmak istiyorum.Haziran deflasyonuHaziran enflasyon verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Pazar günü tüketici fiyatlarında “küçük bir eksi ” öngörmüştüm. Yüzde 0,2 bekliyordum. Piyasaya kıyasla iyimserdim. Gerçekleşmeye kıyasla karamsar kaldım.Haziran’da TÜFE yüzde 0,6 geriledi. Fiyatların düşmesine deflasyon diyoruz. 2003 bazlı seride en büyük haziran deflasyonudur. Yıllık tüketici enflasyonu yüzde 8.4’e indi. İlk yarı fiyat artışı yüzde 3.6’da kaldı. İlginç şekilde üretici fiyatları da haziranda yüzde 0.5 azaldı. 2003 bazlı seride Haziran 2004 dışında (o da 0.5) en büyük deflasyondur. Yıllık ÜFE enflasyonu yüzde 7.6’ya indi. İlk yarı üretici fiyat artışı yüzde 4.9 oldu.Son altı ay tüketici fiyatları açısından epey maceralı geçti. Yıllık TÜFE 2009’un yaz ve sonbahar aylarında yüzde 5 civarında seyretti. Ekimde yüzde 5,1, kasımda yüzde 5,5 oldu. Sonra hızla yükseldi. Şubatta yüzde 10.1’e tırmandı.O sıralarda çok tartışıldı. Enflasyon artışı geçici mi? Yoksa kalıcı mı? Ben geçici dedim. Merkez Bankası da aynı görüşü savundu. Ama çoğunluk kalıcı olduğunu düşünüyordu. İlkbahar ayları bizi haklı çıkardı.Eğilim aşağı yönlüSanırım artık alıştınız. Eğilimi görmek için genel enflasyon dışında bazı alt göstergelere bakıyoruz. Tarım ürünleri, vergiler, enerji gibi para politikasının etkileyemediği mal ve hizmetleri dışarıda tutunca neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz.Ben kiraları çok önemsiyorum. Kiralarda düşüş devam ettiği sürece ekonomide bir talep fazlasından söz etmenin zor olduğunu düşünüyorum. Kiralar düşmeye devam ediyor. Yıllık kira artışı bir yılda 3.4 puan geriledi. Yüzde 4.2’ye indi. Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri (ÖKTG) Haziran’da çok olumlu geldi. Çekirdek enflasyon deniyor. Merkez Bankası ikisini önemsiyor: ÖKTG-H ve I. İkisinde de yıllık artış hızı yüzde 5’in altına indi. Özetleyelim. Enflasyonda düşüş eğilimi güçleniyor. Sonbaharda başka sürprizler olabilir. Dolayısıyla 2010’da faiz artırımı ihtimali yoktur. Şaşırtıcı değildir; işin buraya varacağını zaten uzun süredir söylüyordum.
Küresel mali piyasalar kötü bir hafta daha geçirdi. New York’ta Dow Jones endeksi 9.700’nin altına indi. Gelişmiş ülke borsaları son altı ayın en düşük değerlerini gördü. Buna rağmen İMKB’nin yatay seyretmesi ilgimi çekiyor. Hayırdır...Türkiye İhracatçılar Meclisi Haziran’da ihracatın geçen yıla göre yüzde 13 artarak 9.2 milyar dolara yükseldiğini açıkladı. İlk 5 ayda artış yüzde 20’lere ulaşıyordu. Yaz aylarında ihracatın teklemesi ihtimali giderek güçleniyor. Haziran enflasyonu yarın sabah açıklanıyor. İstanbul Ticaret Odası’nın Geçinme Endeksi’nde gıda fiyatları yüzde 3.5 geriledi. TÜFE’de küçük bir eksi bekliyorum. “Yüksek faiz lobisi” için kötü haberdir. Hani, nerede faiz arttırımları? Emirgan Sakıp Sabancı Müzesi’nde müthiş bir sergi var. “Efsane İstanbul: Bizantion’dan İstanbul’a Bir Başkentin 8000 yılı ”. Eylül’e kadar açık, uzatacaklarını umut ediyorum. Mutlaka ziyaret edin. Boğaz’a karşı püfür püfür bir de çay içersiniz. Üç soru, üç cevap Açıklanan ilk çeyrek büyümesi üzerine çıkan tartışmaları ilgi ile izliyorum. Böyle durumlarda Türkiye’yi çok renkli buluyorum. Hemen taraflar oluşuyor. Tefsirler zıtlaşıyor. Büyüdü mü? Büyümedi mi? Eğlendiğimi bile söyleyebilirim.Körlerin fil hikayesini bilirsiniz. Bacağını tutan sütuna, kuyruğunu tutan ipe, kulağını tutan çarşafa, hortumunu tutan boruya benzetmiş. Dördü de doğrudur. Ama olayın sadece bir yanını anlatmaktadır. Milli geliri file benzetebiliriz. Sayı tektir ama bakılan açıya göre en az üç farklı resim elde edilir. Karşılaştırmada kullanılan zaman dilimi sonucu etkiler. Konjonktürün olağan dönemlerinde etkisi azdır. Kırılma halinde çok etkiler.Geçmişle karşılaştırarak başlayalım. Bir yıl öncesine göre üretim yüzde 11.7 artmıştır. Yüksek bir büyüme hızıdır. Nereden bakarsak bakalım başarıdır. Değildir demek anlamsızdır. Geçen yıl Türkiye ekonomisi büyüdü mü? Cevap kesindir: Evet.İki yıl öncesine gidelim. Neden iki yıl? Çünkü kriz öncesi zirvedir. Resim değişiyor. İlk çeyrek milli geliri 2008’in yüzde 4.5 altındadır. Ekonomi küçülmüştür. Tersini söylemek abesle iştigaldir. Krizin hasarı telafi edildi mi? Kesinlikle hayır. En yakın geçmişe yani 2009 sonuna bakalım. Takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş veriler gerekiyor. Bir önceki çeyreğe göre büyüme yüzde 0.1’dir (yıllandırılmış yüzde 0.6). Çok düşüktür. Ekonomi bugün hızlı büyüyor mu? Cevap gene kesindir: hayır. Resmin tümü budur. Hangisini vurgulayacağınıza siyasi, ideolojik, vs. tercihlerinize göre siz karar verebilirsiniz. Tarım bilmecesi (devam)22 Mayıs yazımdan bir alıntı: “İki yılda istihdam 1.4 milyon, işsizler 1 milyon yükseliyor. İstihdam artışı tarım ve tarım-dışı arasında eşit bölünüyor. 700 bin. İkinci bilmece: tarımda istihdam neden artıyor? Türkiye “tarımlaşma mucizesi” (!) mi keşfetti?Şimdi elimizde tarımsal katma değer verileri var. Geçen yılın ilk çeyreği ile karşılaştırıyoruz. Sabit fiyatlarla tarım kesimi yüzde 3.8 küçülmüş. Buna karşılık tarım istihdamı yüzde 15.1 artmış. Çok ilginç, değil mi! Tarımda çalışan artarken üretim düşüyor. Dolayısı ile verimlilik o ölçüde azalıyor. Üretimi çalışan sayısına bölüyoruz. Bir yılda tarım kesiminde çalışan başına katma değer (sıkı durun) yüzde 16.4 geriliyor.“Fakirleşletiren büyüme” diyebilir miyiz?
Geçen yılın son çeyreğinden bu yılın ilk çeyreğine üretim artışı sadece yüzde 0.1 (binde bir). İlk çeyrekte büyümeyi kısıtlayan unsur özel kesim harcamalarının yetersizliği değil. Özel kesim harcıyor. Sıkı maliye politikasının kamu kökenli talebi düşürdüğünü zaten biliyorduk. Stok değişimi de beklendiği gibi. Yani iç talep canlı. İşte aşırı değerli TL bu noktada devreye giriyor. Ucuz döviz bir yandan ihracatı zorlaştırıyor. Aynı anda iç talep artışının yerli üretime yönelmesini engelliyorHeyecanla beklenen ilk çeyrek milli geliri dün açıklandı. Sabah erken kalkıp bilgisayar başında büyüme tahminlerime baktım. Hangi kalemlere öncelik vermek gerektiğini çıkardım. Bir anlamda ev ödevimi yaptım.Elbette bütün makroekonomik göstergeler önemlidir ama milli gelir başka türlü önemlidir. Diğerlerine kıyasla geç yayınlanır. Yayınlanan veri üç ay öncesini yansıtıyor. Ona rağmen konjonktür analizinin en temel girdisidir.Bu yüzden tek yazı yetmiyor. Ayrıntılara girmek, alt kalemlere bakmak gerekiyor. Gene öyle yapacağım. Genel değerlendirme bugün. İlk intibalar diyebiliriz. İnce analizler bundan sonraki yazılarda. Baştan uyaralım. Açıklanan veriler aslında geçicidir. Daha sonra mutlaka revizyon görür. Kesin sayıları ancak Mart 2011’de yılın tümü ile birlikte görebiliriz. Genel hatları değişmez ama ayrıntılarda farklar ortaya çıkar. Hangi büyüme? Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) bir önceki yıla göre büyüme hızı ilk çeyrekte yüzde 11.7 çıktı. Mali piyasada ortalama tahmin yüzde 11’di. Ben biraz daha iyimserdim; yüzde 12.7 öngörmüştüm. Anlamı ne? Bu yıl ilk çeyrekte üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeri geçen yılın ilk çeyreğinden yüzde 11.7 daha fazla olmuş. Ekonominin geçen yıla kıyasla bu oranda daha fazla üretim yaptığını yani büyüdüğünü söyleyebiliyoruz.Neden “geçen yıla kıyasla” vurgusuna ihtiyaç duyuyorum? Çünkü TÜİK artık bu çeyreği bir önceki ile karşılaştırmayı mümkün kılan takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş milli geliri de yayınlıyor. Eskiden kendimiz hesaplardık. TÜİK daha iyi yapıyor. Üç ayı (Ocak-Mart) önceki üç ayla (Ekim-Aralık) karşılaştırınca resim değişiyor. Geçen yılın son çeyreğinden bu yılın ilk çeyreğine üretim artışı sadece yüzde 0.1 (binde bir) düzeyinde kalıyor. Yıllandırılmışı yüzde 0.6 ediyor.Aradaki farka iktisatçılar, “Baz etkisi” diyor. 2009 ilkbaharında ekonomi çökmüştü. Onu baz alınca yüksek büyüme çıkıyor. Ama sonra toparlandı. Dolayısı ile sonbaharla karşılaştırınca büyüme yok oluyor. Yerini durağanlık alıyor. İç talep canlıBu ihtimali “Büyüme Tahminleri Değişiyor” başlıklı yazımda (20 Nisan) işledim. “Büyümesiz büyüme” ifadesini kullandım. Bir önceki yılla değil, bir önceki çeyrekle karşılaştırmanın önemini vurguladım. Her tahminci önce kendi yanılgısını anlamaya çalışır. Bir önceki yıla kıyasla büyüme, tahminimden 1 puan düşük çıktı. Farkı görmek için ana harcama kalemlerini kısaca gözden geçirdim. Özel tüketim yüzde 9.9, özel yatırımlar yüzde 22.1 artmış. Özel kesim talebinin büyümeye katkısı yüzde 11.3 çıkıyor. Benim tahminimden daha yüksektir. Yani sorun özel kesim harcamasından kaynaklanmıyor. Kamu tüketimi yüzde 1 artıyor ama kamu yatırımları yüzde 25.6 düşüyor. Kamu talebi büyümeye eksi katkı yapıyor: Yüzde 0.8. Sıkı maliye politikasının kaçınılmaz sonucudur. Ben bu kadar beklemiyordum. Sapmaya küçük bir katkısı var. Özel ve kamu harcamalar toplamı nihai iç taleptir. Büyümeye yüzde 10.5 katkı yapıyor. Bu sayı ilgimi çekiyor çünkü dağılımda hatalarıma rağmen toplamı tutturduğumu görüyorum. Hesaplaması en zor kalem stok değişimidir. Biraz keyfi şekilde bir sayı koyarız. Ben büyümeye yüzde 5.9 katkı yapar diye düşünmüştüm. Gerçekleşme yüzde 6.4 oldu. Yarım puan karamsarlık makul karşılanabilir. Stokları da ekleyince toplam iç talebe ulaşıyoruz. Büyümeye katkısı yüzde 17.9 çıkıyor. Dolayısı ile toplam iç talep benim tahminimden 0.5 puan yüksek geliyor. Buradan büyümeyi düşüren etkenin iç talep olmadığı ortaya çıkıyor. Dış talepte büyük sorunGeriye ne kalıyor? Tahmin ettiniz: Dış talep. Mal hizmet ihracatı (sıkı durun) yüzde 0.1 azalıyor. “Nasıl olur, ihracat artmadı mı?” diye itiraz ettiğinizi duyar gibiyim. Benim de içime sinmedi; ölçme hatası olabilir. Gene de aklıma iki neden geliyor. Milli gelir ihracatta katma değeri ölçer. Halbuki ihracat içinde ithal girdiler de yer alır. İhracatçı daha çok ithal girdi kullanınca aynı katma değer ile daha çok ihracat yapar. Dolayısı ile artan ihracata rağmen katma değer azalabilir. Milli gelirde hizmet ihracatı da dahildir. Yani turizm, taşımacılık, sigorta vs. gelirleri kapsanır. Bu kış turist sayısı düşmüştü. Diğer kalemlerde de benzer sorunlar yaşanmış olabilir. Neticede ihracatın büyümeye katkısı sıfır çıkıyor. Halbuki ben 1 puana yakın katkı öngörmüştüm. Sıra dış talebin diğer kalemine, yani mal ve hizmet ithalatına geldi: Yüzde 21.1 artıyor. İthalatın büyümeden götürdüğü (eksi katkısı) yüzde 5.3’e ulaşıyor. 2004’ten bu yana en yüksek değerdir. İthalatın eksi katkısını da 0.5 puan az tahmin etmişim.İhracat ve ithalat toplamı bize dış talebi veriyor. İhracatın büyümeye katkısı sıfır olunca, dış talebin büyümeden götürdüğü ithalata eşitleniyor: Yüzde 5.3. Tarihi bir rekordur . 1998 bazlı seride dış talebin büyümeyi bu kadar aşağı çektiği başka bir çeyrek yoktur. Döviz kuru ve büyümeKısa bir özet yapalım. İlk çeyrekte büyümeyi kısıtlayan unsurun özel kesim harcamalarının yetersizliği olmadığını gördük. Özel kesim harcıyor. Hem tüketiyor hem yatırıyor. Şikayet edemeyiz. Ayrıntıları ayrıca ele alacağız. Sıkı maliye politikasının kamu harcamalarını kıstığını ve bunun kamu kökenli talebi düşürdüğünü zaten biliyorduk. Eşyanın tabiatına uygundur. Bütçeyi sıkmak büyümeye kamu desteğini kesmektir.Stok değişimi de beklendiği şekilde davranıyor. Dolayısı ile iç talepte güçlü bir artış gerçekleşiyor. İlk çeyrek sonuçları, mevcut konjonktürde büyümenin tahdidinin aslında iç talep olmadığını çok net gösteriyor. İşte aşırı değerli TL bu noktada devreye giriyor. İhracat katma değerinin az da olsa düşmesinde şüphesiz olumsuz dış koşulların da etkisi vardır. Diyelim öyle olsun. Ya ithalat? İthalattaki patlamayı neye bağlayacağız?Aşırı değerli TL’nin yarattığı kısır döngüyü milli gelir verilerinden izliyoruz. Ucuz döviz bir yandan ihracatı zorlaştırıyor. Aynı anda iç talep artışının yerli üretime yönelmesini engelliyor. Böylece canlı iç talebe rağmen üretimin durağanlaşması ile sonuçlanıyor.“Şeytan ayrıntıda gizlidir” derler. Devam edeceğim.
Veri zengini bir döneme girdik. İlk çeyrek milli geliri Çarşamba açıklanıyor. Büyüme hızının çift haneli geleceği kesin; mertebesi tartışılıyor. Ben yüzde 13-14 arası öngörüyorum. Yüzde 14’ün üstü şaşırtır ama mümkündür. Bizi bir süre meşgul eder. Aynı gün Mayıs dış ticaret verileri de yayınlanıyor. Özellikle ithalatı merak ediyorum. İç talebin gücünü yansıtan en güvenilir öncü göstergedir. İkinci çeyrek büyümesi hakkında bilgi verecektir.Ay başı Perşembe’ye rastlayınca Haziran enflasyonu Pazartesi açıklanıyor. Kritik sorular var. Gıda fiyatları ne oldu? Kiralarda düşüş sürüyor mu? Para politikası kadar konjonktürün seyri açısından da ilgimizi çekiyor.Maliye politikasının tahditleriG-20 toplantısı bitti. Pazar günü beklediğim sonucu yazmıştım. “Maliye politikasında ortak payda bulunabileceğini sanmıyorum. Birtakım genel iyi niyet ifadeleri ile durum geçiştirilir. Sonra herkes kendi yoluna gider.” Aynen öyle oldu.Maliye politikasının nihai tahditleri nelerdir? Tanım gereği biri siyasettir. ABD’de çift yıllarda seçim yapılır. Temsilciler Meclisi’nin tümü, Senato’nun üçte biri ve çok sayıda vali seçilir. Vatandaş sandığa giderken maliye politikası sıkılmaz. Diğeri mali piyasaların tavrıdır. Çeşitli nedenlerle ABD’nin bütçe açığı mali piyasaları o kadar korkutmuyor. Anlayışla karşılanıyor. Ama İngiltere’ye ya da Euro Bölgesi ülkelerine aynı anlayış gösterilmiyor. Üçüncüsü dış dengedir. Asimetri tekrar karşımıza çıkıyor. ABD’nin büyük dış açığı var ama maliye politikasını sıkmıyor. Euro Bölgesi’nin dış açığı yok ama sıkıyor. Doların dünya rezerv parası kalmasının ABD’ye sağladığı ciddi avantajın somut örneğidir.Maliye politikasında ABD ile diğer zengin ülkeler arasında ortaya çıkan ayrışmayı bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. İktisadın en temel kurallarından biridir. Farklı koşullar farklı politikaları gerektirir.Mali kesimi denetimiAnalizi mali kesimin denetimine farklı yaklaşımlara da uygulayabiliriz. Kısa dönemde ABD önceliği dış açık pahasına da olsa iç talebi canlı tutmaya veriyor. Bunun için mali kesimin kredi kanalına önemli rol düşüyor. Dolayısı ile ABD mali kesimin aşırılıklarının bugün törpülenmesine yanaşmıyor. Zamansız buluyor. ‘Tekere çomak sokmayalım, bir süre daha böyle gitsin, ekonomi sağlıklı büyüme rayına otursun, işsizlik düşsün, mali kesim reformlarını ondan sonra yaparız’ diyor. Olayın diğer boyutlarını da ihmal etmemek gerekiyor. Bir: “Kökten piyasacılık” ABD’de diğer gelişmiş ülkelere kıyasla çok daha yaygın ve etkilidir. İki: Mali kesim Washington’da fevkalade güçlü bir lobiye sahiptir.Özetleyelim: Toronto toplantısı iktisat politikalarında küresel eşgüdümün aşama aşama zorlaşacağına işarettir.
Küresel mali piyasaların tadı iyice kaçtı. Gelişmiş ekonomilerde ikinci dip beklentileri borsalarda yeni bir çöküş senaryolarını besliyor. 2009 yazında başlayan hızlı yükselişi ekonomik temellerden kopuk bulduğumu epeydir söylüyorum. İl düzeyinde temel işgücü göstergeleri 2009 sonuçları TÜİK tarafından yayınlandı. 2008 yılbaşında çıkmıştı. Yeni seri başka istihdam bilmecelerini gündeme getiriyor. Örneğin en düşük işsizlik en az gelişmiş illerde görülüyor. İlginç ayrıntılar var. Haziran’da imalat sanayi kapasite kullanımı oranı yüzde 73.6 çıktı. Üç aydır bu düzeyde seyrediyor. Geçen yılın yüzde 7 üzerinde ama 2007 ve 2008’de oran yüzde 80’e yakın hareket ediyordu. Yani imalat sanayinde kapasite fazlası erimiyor. Reel kesim güven endeksi Haziran’da 3.4 puan düşüşle 112’ye geriledi. 100’den büyük olması iyimserlerin çoğunlukta olduğunu gösteriyor. Kasım’dan bu yana endeks yükseliyordu. Yaz aylarında büyümede duraklama riskine işaret ediyor. 20’ler grubu Geçenlerde meraklı bir dostum sordu: “G-20 ’nin G’si neyin kısaltması?” “Grup olmalı” dedim. Internete baktım, öyle çıktı. Türkçesi “20’ler Grubu” oluyor. Kriter toplam milli gelir (Kişi başına değil. Yani en büyük 20 ekonominin yöneticilerini biraraya getiriyor. 2008 krizi sonrasında ihtiyaç duyulan yeni bir oluşumdur. Daha önce büyük gelişmiş ekonomiler toplanırdı. Kriz onlarda patlayınca gelişen ekonomileri dışarıda bırakmak anlamsızlaştı. Çin, Hindistan derken Türkiye de büyüklere katıldı.Genelde yararlı bir gelişmedir. Yaşanan ekonomik sorunların küresel çözüm gerektirdiğinin özellikle ABD ve AB tarafından kabulüdür. Daha önce çok yazdık. Küresel düzeltme sürecinin düzgün çalışması mutlaka iktisat politikalarında eşgüdüm gerektiriyor. Bu hafta sonu dördüncü toplantı yapılıyor. Kurumların oluşması zaman alır. İlk üçünde az da olsa mesafe kaydedilmişti. Çünkü mali kriz gelişmiş ülkeler arasında eşgüdümü kolaylaştırmıştı. Buna karşılık Çin bildiğini okumuştu. Sıkmak ya da sıkmamak...Bu kez durum daha karmaşık. Zengin ülkeler arasında maliye politikasında anlaşmazlık var. ABD gevşek maliye politikası istiyor. İngiltere maliye politikasını sıktı. Almanya’nın baskısı ile euro ülkeleri de sıkıyor. Çin ise daha esnek davranıyor. Hangi koşullar maliye politikasının gevşetilmesini, hangi koşullar sıkılmasını gerektirir? Büyük Buhran’dan bu yana iktisat politikasının en tartışmalı konusu budur. Sol siyasetler ve Keynesciler bütçe açığına sıcak bakar. Mali piyasalar ve Keynes-öncesi ekoller bütçe disiplinini sever. Bazen bir taraf bazen diğeri hakim olur. Kritik bir konudur. Konjonktür dalgalarını yumuşatmakta maliye politikasına verilen rol makroiktisadın varlık sebebidir. Üstelik her koşulda geçerli kolaycı çözümler yoktur. İki tarafın da haklı olduğu yönler vardır. Toplantının sonuç bildirisini yarın öğreneceğiz. Maliye politikasında ortak payda bulunabileceğini sanmıyorum. Birtakım genel iyi niyet ifadeleri ile durum geçiştirilir. Sonra herkes kendi yoluna gider. Ya Türkiye? Maliye politikasını ilk sıkan ülkelerden biridir. 2009’un son çeyreğinde başladı. Bu koşullarda Almanya bloğunda saf tutacağını zannediyorum. Uygulanan politika ile tutarlı olan odur.
Çin Yuan’ın değer kazanmasına gerçekten izin verecek mi? Rivayetler muhtelif. G-20 toplantısı öncesi halkla ilişkiler operasyonu olarak gören çok. Nitekim Yuan değer kazanınca bankaların döviz alımına geçtiği söyleniyor. Sevinmek için erken duruyor.Hafta sonunda Kanada’da G-20 toplanıyor. Birkaç gün dünya kamuoyunu meşgul eder. Mali kriz sırasında her ülkenin yapması gereken acil işler öne çıkmıştı. Bu aşamada iktisat politikalarının küresel eşgüdümü kritik hale geldi. Somut gelişme olur mu? Sanmam. Türkiye’de giderek genişleyen bir kesim en büyük sorunun aşırı değerli TL olduğunu kabul ediyor. Müdahale isteyenler artıyor. Öneriler geliyor. Beklenmedik isimlere raslıyoruz. Eskisi gibi dalgalı kur tabusunun arkasında saklanmak zorlaşıyor. İyi haberdir.İstihdam yazım üzerine Seyfettin Gürsel aradı. Mayıs’ta Betam’ın yayınladığı bir çalışmasını internetten indirmemi söyledi. “Tarım istihdamındaki artış bilmece ama diğerlerinin açıklaması var” dedi. Konu çok ilgimi çekiyor. Mutlaka geri döneceğim.Brüt borç sabitlendiMayıs sonu merkezi yönetim borç stoğu Hazine tarafından açıklandı. Bir süredir borç göstergelerine bakmıyorduk. Nedeni biliniyor. Türkiye artık düşük borçlu ülkeler sınıfına geçti. Gözler ABD’nin, İngiltere’nin, İtalya’nın vs. kamu borçlarına çevrildi.Yayınlanan Hazine’nin brüt borcudur. Net borç 2009 sonunda kaldı. Haftaya ilk çeyrek milli geliri ile birlikte net borç verilerinin de çıkmasını bekliyoruz. Ama brüt borcun seyri de yeterince bilgi veriyor.İlk beş ayda brüt borç 15 milyar TL artışla 457 milyar TL‘ye yükseldi. Artışın 13 milyarı TL, 2 milyarı dövizle borçtan kaynaklanıyor. O arada dolar kuru da yüzde 3 yükselmiş.Enflasyonu temizleyip reel değişime bakalım. TL borcunda reel artış sıfır. Yani enflasyon düzeltmesi yapınca TL borcunun sabit kaldığı anlaşılıyor. Döviz borcunda ise yüzde 3 reel düşüş var. Dolayısı ile yılın ilk beş ayında toplam borçta yüzde 1 reel azalma gerçekleşiyor. Tanım gereği borçtaki reel değişimin reel kamu dengesine eşit olduğunu hatırlatalım. İlk beş ayda borcun reel olarak gerilemesi bütçede açık olmadığına işarettir. Net-brüt borç ayrımı mahfuzdur.Reel faiz sürünüyorDevlet borcunun reel faizini Hazine her ay farklı borç kategorileri için hesaplıyor. TL/döviz, kamu/piyasa ayırt ediyor. Tahmin edileceği gibi, bunlar içinde TL tahvil ve bonolorı için piyasaya ödenen reel faiz özel önem taşıyor.2001 krizi ile TL tahvillerinin reel faizi evresel bir rekor kırmıştı. 2003’te ortalama reel faiz yüzde 26.1 oldu. Sonraki yıllarda hızla düştü. 2004’te yüzde 17.1’e, 2005’te yüzde 12.5’a, 2006’da yüzde 9.3’e geriledi.2007’de tekrar kıpırdadı, yüzde 10,6’ya yükseldi. Ama artış geçici kaldı. 2008’de yüzde 8.2’ye, 2009’da yüzde 6.2’ye indi. Ama esas büyük sürpriz 2010’a sarktı. Ocak-Nisan döneminde TL tahvilinin reel faizi (sıkı durun) yüzde 1.7’ye düştü.Aşağıdaki grafik, bazı kesimlerin neden düşük faiz dönemine uyum sağlamakta zorlandıklarını da açıklıyor. Beyhude uğraşıyorlar, düşük faiz dönemi başladı. Alışacaklar...