Şundan bundan

11 Eylül 2010

Referandum günü geldi çattı. Temel konularda nihai kararı vatandaşın vermesi beni çok heyecanlandırıyor. İnsanoğlunun en büyük keşiflerinden biri, belki de en önemlisidir. Mucize diyebiliriz. Kristof Kolomb’un yumurtası gibi, yapınca çok basittir. Her vatandaşın bir tek oya sahip olması şimdi doğal geliyor. Ama keşfedilmesi için binlerce yılın geçmesi gerekti. Hâlâ içine sindiremeyenlerin varlığını izliyoruz.Seçim ve referandumlar mutlak toplumsal eşitliğin sağlandığı belki de tek andır. Güzel çirkinle, zengin fakirle, güçlü güçsüzle, eğitimli eğitimsizle, kahraman korkakla, genç yaşlı ile, erkek kadınla, şişman zayıfla, uzun kısa ile, vs. sadece sandıkta eşitleniyor.Böylece aramızdaki tüm farklılıklar yok oluyor. Neticede herkesin bir tek oyu var. Genelkurmaybaşkanı ve sıradan er, Rahmi Koç ve yanında çalışan müstahdemi, başbakan ve dağdaki çoban, karara etkisi aynı oluyor. Demokrasiyi çok seviyorum!Yoğun bilgi akımıYarın sonbahar sezonu açılıyor. Şeker Bayramı ve referandum yaz tatilini Eylül ortasına uzattı. Doğal olarak ekonomi geri planda kaldı. Neyse, artık hepsi bitti. Bir hafta sonra okulllar açılıyor. Normal mesaiye geri dönüyoruz.Bilgi akımı açısından yoğun bir haftaya giriliyor. Salı günü TÜİK ikinci çeyrek milli gelirini açıklıyor. Makro göstergelerin en kapsamlısı ve önemlisidir. Büyümenin tek haneli ama yüksek çıkması bekleniyor. Şeytanı ayrıntılarda arayacağız. Çarşamba günü Haziran istihdam ve işsizlik verileri yayınlanıyor. Temmuz sonuçlarını yani üçüncü çeyreği de kısmen kapsıyor. Takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş işsizlik oranı Mayıs’ta sabit kalmıştı. Haziran sonucunu merakla bekliyoruz.Aynı gün Temmuz dış ticaret endeksleri ve ödemeler dengesi çıkıyor. Temmuz’da dış ticaret açığı yükseldi. Cari işlemler dengesi ve finansman tarafı önem kazandı. Dış açıkta gidişatı daha iyi görebileceğiz. Ertesi gün Ağustos tüketici güven endeksi açıklanıyor. Aşırı değerli TL, ihracat ve yatırımları vurdu. Ekonomi, özel tüketim sayesinde ayakta duruyor. Onun da teklemesi halinde sorunlar iyice ağırlaşacaktır.İzne çıkıyorum Her yaz yazılarıma iki hafta ara veririm. Bu yıl yapmadım. Yazlığın baştan çıkartıcı ortamına rağmen yazmayı sürdürdüm. Çünkü bir nedenim vardı. Bilgi Üniversitesi iktisada giriş derslerinde on küsur yıldır aynı kitabı okutuyorum. Bir yandan insanın canı değişim istiyor; daha iyi yeni kitaplar çıkıyor, vs. Öte yanda o kitap için hazırlanmış ders notları, tablolar, grafikler, yani harcanmış emek oluyor. Bu yıl gözümü karartıp ders kitabını değiştirdim. Şimdi oturup bütün ders malzemelerini sıfırdan yenilemek gerekiyor. Önümüzdeki iki hafta tüm zamanımı o işe ayıracağım. Sonra gene beraberiz.

Devamını Oku

Bayram yazısı

8 Eylül 2010

Geçen yazımda “bu hafta önemli veri yok” dedim. Yazlıktan İstanbul’a intikal kargaşasında atlamışım. Salı Temmuz sanayi üretimi yayınlandı. İmalat sanayinde duraklama iyice belirginleşiyor. Ağustos’u da gördükten sonra bakacağım. Ağustos nakit dengesi Hazine tarafından açıklandı. Bütçe hakkında yararlı bilgi taşıyor. Sekiz aylık nakit açığı 14 milyar TL çıktı. Son dört ayda bir miktar gevşeme olacaktır. Gene de bütçe açığı hedefle uyumlu duruyor.Eylül’ün ilk Beklenti Anketi sonuçları geldi. Yıl sonu TÜFE beklentisinin yüzde 7.5’a yükselmesi ilgimi çekti. İlk sekiz ayın enflasyonu yüzde 3.5’du. Dört ayda neden yüzde 4 olacağını anlamakta zorlanıyorum. IMF’in 4’üncü Madde bağlamında hazırladığı Türkiye raporu (Staff Report) dün akşam internet sitesine kondu. Maalesef daha indiremedim. Yararlı analizler olabilir. Yazı programına ekliyorum. İstanbul’da bayramYukarıda söyledim. Dün Bodrum’dan İstanbul’a intikal ettik. Biraz “herkes Mersin’e, biz tersine” duruyor ama tam öyle değil. Bayramları İstanbul’da geçirmeyi seviyorum. Bu duygum giderek güçleniyor. Aklıma iki neden geliyor. Birini tahmin etmek kolay. Eski tabirle yaş kemale erdikçe, çocukluk günleri özlemi artıyor. Bayramın kokusu, havası, neşesi özleniyor. El öpen yerine eli öpülen statüsüne geçmekle bağlantılı olabilir. Diğeri takvimden kaynaklanıyor. Bayram günleri her gün biraz daha ısınıyor. İki ayı yazlıkta geçirdikten sonra deniz kıyısında ilave üç günün marjinal yararı azalıyor. Tersine, büyük kent özleniyor. Genç nesiller için Şeker Bayramı ilk kez sıcak mevsime rastlıyor. Bizim için bu ikinci tur. İlk Ramazan’ımın yazbaşına denk geldiğini hayal meyal hatırlıyorum. Kurban Bayramı’nı yaz ortasında Yalova’da geçirirdik. Okuyucularımın mübarek Şeker Bayramı’nı kutluyor, sağlık, huzur ve refah diliyorum. “Evet”Anayasa değişikliği referandumu bayramı da etkiledi. Pazar günü oy kullanabilmek için tatilden bir gün önce dönen çok var. Bizim mahallede “hayır” diyenler ezici çoğunluğu oluşturuyor. Katılım oranı da yüksek duruyor.Bir süredir siyaset üstüne çok ender yazıyorum. Ekonomiye ağırlık veriyorum. Gene de önemli gördüğüm anlarda tavrımı açıklıyorum. Daha önce de söyledim. Tarihe kayıt düşmeyi seviyorum.Referandumda “evet” oyu kullanacağım. Anayasa değişikliklerini genelde olumlu buluyorum. Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde kritik bir yol ayrımıdır. Süreci hızlandıracaktır. İtirazlarım ve yetersiz bulduklarım yok mu? Var elbette. “Yetmez ama evet” tezine önceleri sıcak baktım. Sonra bir mahçubiyet içerdiğini hissettim. Sevmedim. Düz “evet” bana yeterli geldi. Sonucun Türkiye için hayırlı olmasını diliyorum.

Devamını Oku

Ağustos'ta enflasyon

6 Eylül 2010

Bayram haftasına geldik. Bugün tam ve yarın yarım iş günü, sonra tatil başlıyor. Yayınlanacak önemli veri de yok. İç piyasalarda fazla hareket olmaması normaldir. Dışarısı da sakin duruyor. Ben de yazlıktan İstanbul’a dönüş hazırlığına başladım. Hoca takımı için takvim yılının “kıymet-i harbiyesi” yoktur. Esas olan ders yılıdır. Hayatın yeniden başladığının işareti sonbahardır. Yaşasın 12 dev adam! Basketbol Milli Takımı Dünya Şampiyonası’nda çeyrek finale yükseldi. Daha da önemlisi, Fransa’yı eledi. İçimi sevinç kapladı. Fransa’nın engellenemez düşüşüne bir katkı olarak düşünülebilir.Enflasyon tartışmalarıYılbaşından bu yana iktisatçılar ve mali piyasalar enflasyon verilerini çok yakından izliyor. Geri planda aralıktan itibaren tüketici fiyatlarında aniden ortaya çıkan sert yükseliş yatıyor. Doğal olarak, enflasyonun nedenleri tartışma konusu oldu. Mali piyasalar zaten 2010’da para politikasının sıkılacağını ve gecelik faizlerin 2 puan yükseleceğini öngörüyordu. Artış bu beklentilerin öne çekilmesine yol açtı.Buna karşılık, başta Merkez Bankası, benim de aralarında olduğum bir kesim, enflasyondaki tırmanmanın geçici etkenlerlerden kaynaklandığını savundu. Talep baskısı yoktur, nispi fiyat hareketleridir. Faiz artışı gereksizdir dedi.Tartışmanın bu aşamasını ikinci kesim kazandı. TÜFE’deki artışta gıda fiyatlarının payı büyüktü. Yaz başından itibaren gıda fiyatlarında bir düzeltme gerçekleşti. Yıllık enflasyon daha olağan düzeye geriledi. Ama tartışma bitmedi. Sonbaharda enflasyonun tekrar yönünü yukarı çevireceği görüşü bugün de mali piyasalarda yaygın. Dolayısı ile 2011’de para politikasının sıkılması (gecelik faizin yükselmesi) bekleniyor.Kirada düşüş sürüyorAğustos enflasyon verileri cuma sabahı TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa TÜFE artışını yüzde 0.3 bekliyordu. Geçen ağustosta eksi 0.3 olmuştu. Yani yıllık enflasyonda yarım puan artışa tekabül ediyordu. Ağustos’ta TÜFE yüzde 0.4 çıktı. Böylece sekiz aylık enflasyon yüzde 3.5’a, yıllık enflasyon yüzde 8.3’e tırmandı. Ağustosta en büyük artış yine gıda ürünleri fiyatlarında yaşandı. Buna karşılık “çekirdek enflasyon ” göstergeleri düşük çıktı.Toplam talebin enflasyona etkisini anlamak için uzun süredir kira kalemini izliyoruz. 2007 yazına kadar yıllık kira artışı yüzde 20’lerde seyretmişti. Sonra iniş başladı. Temmuzda yüzde 4.2’ye kadar geriledi. Ancak kirada düşüş eğilimi güç kaybediyordu. Taban ihtimali belirmişti. O bakımdan ağustos verisinin önem kazandığını söyledik. Şimdi ağustosta da düşüşün yavaş da olsa devam ettiği ortaya çıktı. Yıllık oran yüzde 4.1’e indi. Kapasite kullanımı, güven endeksleri vs. diğer konjonktür göstergeleri de fiyatlar genel düzeyi üzerinde talep kökenli bir baskıya işaret etmiyor. Geçici dalgalanmalar daima mümkündür. Ama enflasyonun eğilimi aşağı yönlüdür.

Devamını Oku

Kim düzeltecek?

4 Eylül 2010

Evdeki hesap çarşıya uymadı. Yaz sonu sükunetinden yararlanmak için başladığım genel değerlendirme uzadı. Bazı okuyucular sıkıldı. Neyse ki, öğretici bulanlardan destek mesajları geldi. Bu yedinci ve son yazı oluyor.Salı günü tarihin ikinci en yüksek Temmuz dış ticaret açığı açıklandı: 6.5 milyar dolar. Rekor 2008’de, petrol fiyatının bugünün neredeyse iki katına tırmandığı günlerde kırılmıştı (8 milyar dolar).Ekonominin yeni dengesinin iyi bir göstergesidir. Yatırım harcamalarında artış kısıtlıdır. İç talebi kredi ile finanse edilen tüketim taşımaktadır. Üretim teklemektedir. Ama dış açık yükselmektedir. Nedenleri konusunda az çok fikirbirliği de oluştu. Aşırı değerli TL yerli sanayiye içeride ithalatla, dışarıda diğer ülkelerle rekabet olanağı tanımıyor. Geri planda ise döviz kurunu buraya getiren ve burada tutan iktisat politikaları yatıyor.Her uçak yere inerBu yazı dizisinde Türkiye ekonomisinin iki farklı cephesine aynı tuttuk. Bir yanda faiz, enflasyon, bütçe açığı, borç oranı, kur volatilitesi, borsa endeksi, vs. mali piyasaları mutlu eden ve mutluluğunu yansıtan göstergeler var. Mali istikrar dedik.Resmin diğer tarafında ise her geçen gün daha belirginleşen reel ekonomik dengesizlikler yer alıyor. İşsizlik yüksek bir tabana oturdu. Dış açık büyüyor. Büyüme geriliyor. Yatırımlar kıpırdamıyor. Doğrudan yabancı sermaye gelmiyor. Kamuoyunu şaşırtan, ezberlerini bozan bu yeni denge sürdürülebilir mi? Hayır dedik. Piyasa ekonomisinin en temel kuralıdır. Dengesizliklerin oluşması engellenemez. Ama oluşan dengesizliklerin sürmesine izin verilmez. Mutlaka düzeltilir. Uçak analojisini severim. Uçak gökyüzünde ebediyen kalamaz. Genellikle uçağı pilot yere indirir. Yapmazsa fizik kuralları işler ve uçak düşer. Ekonominin pilotu iktisat politikasıdır. Fizik kurallarının yerini ise piyasa mekanizması alır.Ekonomik kriz uçağın düşmesine benzer. Politika sorumluları reel dengesizliklere zamanında müdahale edememiş, sorunların birikmesine izin vermiştir. Piyasalar da bu süreci desteklemiştir. Derken, bir gün birileri müziğin çoktan sustuğunu farkedir. Dans biter. Zor sorularİlk soru şöyle: düzeltmeyi kim yapmalı? İktisat yönetimi mi? Piyasalar mı? İlki tercih edilir. “İntizamlı düzeltme” kavramını küresel krizde çok kullandık. İnisiyatif iktisat politikasında olunca düzeltmenin ekonomik ve toplumsal maliyeti azalır. İkinci soru daha zor: bu yönde işaret var mı? Doğrusu ben göremiyorum. Merkez Bankası-Hazine ikilisi muhafazakar iktisat anlayışına yakın duruyor. Geçmiş politikalarda israr ediyor. Düzeltmeyi başlatmayı riskli kabul ediyor.O halde reel dengesizliklerin düzeltilmesi piyasanın keyfine kalıyor. Tercih edilmeyen durumdur. Piyasalar genellikle bir uçtan diğerine salınır. Düzelme intizamsız seyreder. Ekonomik-toplumsal maliyeti çok yükselir. En zor soru: Ne zaman? Maalesef bilmiyorum; bilen olduğuna da inanmıyorum. Hoş; bilenlerin de söyleyeceklerini hiç sanmıyorum. Ancak, düzeltme geciktikçe şiddetinin ve maliyetinin artacağı kesindir. O açıdan, ne kadar erken olursa o kadar iyidir.

Devamını Oku

Sürdürülebilir istikrar

1 Eylül 2010

Son yazıda mali istikrara rağmen reel ekonomide dengesizliklerin oluşabildiğini gördük. Şöyle bitirdik: “Enflasyon, faiz, borsa vs. mali göstergeler iyi; ama büyüme yavaş, işsizlik yüksek, dış açık büyük! Bu denge sürdürülebilir mi?” Soru böyle vazedilince cevap “Hayır, sürdürülemez” oluyor. İktisat bilgisi gerekmez. Biraz sağduyu, tarihe ve siyasete biraz aşinalık yeterlidir. Söz konusu reel dengesizlikleri taşımanın sınırı vardır. Düzeltme mekanizmaları devreye girer. İlki siyasidir. Popülist söylemler için düşük büyüme ve yüksek işsizlik ideal ortamı sağlar. Hem iktidar hem muhalefet etkilenir. Bütçe disiplinini sürdürmek zorlaşır. Biraz argo olacak ama, yüksek işsizlik daima mali istikrarı döver. Diğeri ekonomiktir. Dış açığın finansörleri tedirginleşir. Onların gözünde düşük büyüme ve yüksek işsizlik istikrarsızlık göstergeleridir. Popülizm riski artmıştır. Döviz piyasaları kıpırdar. Yani dış açık da mali istikrarı döver.Reel dengesizliklerBiraz açalım. Söylenenler bize mali istikrarın tek başına fazla anlam taşımayabileceğini, yani bazı kesimlerin iddia ettiği kadar öncelik taşıyan bir iktisat politikası hedefi olmadığını gösteriyor.Nedenlerden birine geçen yazıda işaret edildi. Mali istikrar hızlı büyüme için gerekli koşuldur ama yeterli koşul değildir. Başka türlü söyleyelim. Mali istikrara rağmen reel ekonomik dengesizlikler oluşabilir. Hatta, bunlar mali istikrarın sonucu bile olabilir.Örneği Türkiye’den verebiliriz. 2000’lerde toplum büyük fedakârlık etti. Bütçede inanılmaz faiz-dışı fazlaları ve reformları kabullendi. Mali istikrar tesis edildi. Eski kırılganlıklar kalmadı. Türkiye küresel krizi bile mali çalkantısız göğüsledi. Ama aynı anda bir başka dinamik daha çalıştı. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları TL’ye aşırı değer kazandırdı. Literatürdeki “Hollanda sendromunu” anımsatıyor. Bütçe başarısı ile eşanlı olarak dış denge bozuldu. Demek ki, istikrar kavramını mali göstergelerle sınırlamak yetersiz, hatta yanlıştır. Mutlaka reel ekonomideki dengesizlikleri de kapsamalıdır. Bu yapılmadığı takdirde mali istikrarın kendisi de tehlikeye girebilecektir.Politika ezberi bozulduYakın gelecek açısından, yukarıdaki analizin iktisat politikası çıkarsamaları çok önemlidir. Çünkü, gelinen noktanın kamuoyu ve politika yapıcılar tarafından tam kavranmadığını gösteren çok sayıda işaret vardır. Daha açık söyleyelim. Türkiye’de iktisat politikası hedef ve araçlarının nispeten kolay belirlendiği dönem bitmiştir. Mali kesimin de pek sevdiği muhafazakâr politika ezberi “Bütçeyi kıs, faizi yükselt ” şeklindedir. Bugün hiçbir anlamı kalmamıştır.Hatta, kısa dönemde amaçlananın tam tersi sonuç vermesi, sorunları büsbütün ağırlaştırması söz konusudur. Diyelim ki yapıldı. Ne olur? TL daha da değer kazanır, büyüme büsbütün yavaşlar, işsizlik artışa geçer... Muhafazakâr anlayışın her derde deva bir ezberi daha var: “Yapısal reform.” Hâlbuki sonuçları benzerdir. Ekonominin kritik makro fiyatı döviz kuru sürdürülebilir istikrarla çeliştiği sürece, yapısal reformun etkisi mikro düzeyle sınırlı kalır. Bir okuyucum itiraz ediyor: “Devam edeceğim lafından sıkıldım, sonuca gel” diyor. Haklı. Ama ben de haklıyım; zor sorular uzun cevap istiyor. Yani devam edeceğim.

Devamını Oku

Büyümesiz istikrar

30 Ağustos 2010

Yaz sonu sükûnetini genel bir değerlendirme için kullanıyoruz. İktisatta şeytan kesinlikle ayrıntılarda gizlenir. O nedenle temel makro göstergeleri yakından izliyoruz. Konjonktür hakkında ipuçları yakalamaya çalışıyoruz. Ama bir tuzağa dönüşebiliyor. Ayrıntıların içinde kaybolmak insanı bir tür körlüğe götürür. Resmin bütününü kavramasını zorlaştırır, hatta engeller. Özdeyişte olduğu gibi, ağaçlara takılınca orman unutulur. Böyle durumlarda birkaç adım geriye gidip görüş açısını genişletmek gerekiyor. Ekonomik faaliyetleri çerçeveleyen siyasi, ideolojik ve toplumsal süreçlerin dahil edilmesi bakışı zenginleştiriyor. Ayağı yere daha iyi basan analizlere olanak tanıyor. Dizinin amacı, 2010 sonbaharında Türkiye ekonomisine orta vadeli perspektiften bakmaktır. Güçlü ve zayıf yanlarını saptamak, iktisat politikası açmazlarını görmektir. Beşinci yazıya geldik. Temaları özetliyoruzBir: Bozulan ezberler. Türkiye küresel krize IMF’siz yakalandı. Ona rağmen mali çalkantı bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı. Nominal ve reel faizler “imkânsız” denen düzeylere geriledi. Enflasyonda anlamlı bir yükseliş olmadı. TL değer kazandı. İki: Kaçan fırsat . Aşırı değerli TL dış dengeyi çoktan bozmuştu. Küresel kriz ve resesyon döviz kurunda düzeltme için müsait bir ortam yarattı. Maalesef iktisat politikası gerekli desteği vermedi. Tarihi bir fırsat kaçtı. Üç: İki korku . İktisat politikası geçmiş deneyimlerden etkilenir. Toplumun hafızasında iki dengesizlik öne çıkıyor: Bütçe açığı ve dış açık. Yakın gelecekte hangisi daha büyük risktir? Uygulanacak iktisat politikası verilen cevaba yakından bağlıdır. Dört: İki hedef. İktisat politikası çıkar kavgalarının alanıdır. Her kesim kendi çıkarını politika hedefi yapmaya uğraşır. İç piyasaya üretim yapan hizmet kesimler için öncelik mali istikrardır. Sanayiciler ve işsizler için öncelik hızlı büyümedir. Biri seçilecektir.İstikrar ve büyümeİşin püf noktası, mali istikrar ve büyüme arasındaki ilişkinin doğru teşhis edilmesidir. Bu konuda kafa karışıklığı bize özgü değildir. ABD’de Keynescilerle muhafazakârlar arasında sertleşen tartışma ortadadır.Çözüm gerekli ve yeterli koşulları ayırt etmekten geçer. Mali istikrar hızlı büyüme için olmazsa olmaz gerekli koşuldur. Teorik ve ampirik kanıtlar çok güçlüdür. Ortalama büyüme hızı yüksek tüm ekonomiler mali istikrara sahiptir. Nokta. Ancak yeterli koşul değildir. Gene teorik ve ampirik kanıtlar güçlüdür. Mali istikrara rağmen yavaş büyüme olağandır. Küçülme dönemleri de olabilir. Akla hemen Japonya geliyor. Listeye girme hazırlığında başka adaylar da var. Bence aşırı değerli TL ile tetiklenen dinamikler Türkiye’yi benzer bir dengeye sürüklüyor. “Büyümesiz istikrar” diyelim. Enflasyon, faiz, borsa vs. mali göstergeler iyi; ama büyüme yavaş, işsizlik yüksek, dış açık büyük! Bu denge sürdürülebilir mi? Devam edeceğim.

Devamını Oku

Kimin çıkarına?

28 Ağustos 2010

Veri açısından önemli bir haftaya giriyoruz. Her ayın son günü (Salı) dış ticaret (Temmuz), üçünde ise enflasyon (Ağustos) açıklanıyor. Konjonktürün bu aşamasında ikisi de yararlı bilgiler içeriyor. Ekonomi geliştikçe şirket göstergeleri önem kazanıyor. İstanbul Sanayi Odası Türkiye için sanayi şirketlerini sıralıyor. İlk yarı için önce büyüklerin sonuçları (ilk 500) çıktı. Geçen orta boy kuruşların (ikinci 500) bilgileri yayınlandı.Kârların enflasyondan çok daha hızlı arttığı anlaşıldı. Kamuoyu gayri ihtiyari sanayicilerin kısa süre önce “öldük, bittik, mahvolduk!” diye sızlandıkları hatırladı. Akla Nasreddin Hocanın “biraz da biz ölelim” hikayesi geliyor.Yüksek kârlılığın bir nedeni istihdamın azalması idi. Her fırsatta tekrarlıyoruz. Olumsuz konjonktürün nihai bedelini daima sonunda işsizler öder. Geri kalan kesimler bir şekilde başlarının çaresine bakar. Genel değerlendirmenin dördüncü yazısına geldik. Önce küresel krize rağmen Türkiye’nin mali çalkantı yaşamadığını hatırlattık. Buna karşılık rekabetçi bir kur düzeyine geçiş için krizin sağladığı fırsatın kullanılmadığına dikkat çektik. Ardından, iktisat politikasının oluştuğu ortamı kavramaya çalıştık. Bu amaçla toplumun ve iktisatçıların risk algılamasına baktık. Geçmiş deneyimlerin etkisi ile, bir kesimin riski “bütçe açığında”, diğerinin “dış açıkta” gördüğünü saptadık. Böylece sıra analize ekonomik çıkarları dahil etmeye geldi. Dikkat: Bunlar maliye ve para politikasının tek belirleyicisi değildir. Ama her kesim ekonomik ve siyasi gücünü çıkarları ile uyumlu iktisat politikaları için seferber eder. İktisada giriş derslerinde örnek olarak mali kesimin ve işçi hareketinin çelişen çıkarları anlatılır. İktisat politikası sonuçlarına bakılır. Keynesyen-muhazafakar kutuplaşması da sadece teorik unsurlardan kaynaklanmaz. Özellikle işsizlik karşısındaki tavır farkını yansıtır.Halen ABD’de süren sert polemik medyada izleniyor. Paul Krugman sıkı maliye ve para politikalarını eleştirirken özellikle bunların büyük kütlenin çıkarına ters düştüğünü iddia ediyor. Sürekli “şu kadar milyon kişi işsiz kalacak” diyor. Türkiye’deki ayrışma özünde aynıdır. İşçi hareketinin tarihi zafiyetleri işsizliği geri planda tutar. Onun yerine iki tema öne çıkar: “mali istikrar” ve “hızlı büyüme”. Taraflar bunların etrafında toplanır. Doğallıkla, ikisi de ilginç koalisyonlardır. Mali istikrar başta bankacılık, iç pazara çalışan hizmet kesimlerinin (gayrimenkul dahil) çıkarınadır. En büyük risk bütçe açığıdır. IMF anlaşması ve Mali Kural desteklenir. Döviz kuru ve dış açık sorun değildir. Muhafazakar iktisadın Türkiye versiyonu diyebiliriz. Hızlı büyüme sanayicinin ve işsizlerin çıkarınadır. En büyük risk dış açıktır. Çünkü iç talebin yabancı üretime kaydığını gösterir. Rekabetçi kur talep edilir. Maalesef iktisat camiasında daha enderdir. Keynesyen iktisadın Türkiye versiyonu diyebiliriz.Genel değerlendirmede epey yol aldığımızı düşünüyorum. Ama bitiremedim.

Devamını Oku

Risk nerede?

27 Ağustos 2010

Bir süredir ABD ekonomisinin yeniden resesyona girmesi ihtimali konuşuluyor. Toparlanmanın ilk günlerinde W harfi (iki dip) sık seslendirilmiş, sonra unutulmuştu. Son veriler ciddi bir yavaşlamaya işaret ediyor. Resesyona dönüşür mü? Göreceğiz.Ancak bu durum borsaları fazla etkilemişe benzemiyor. Dow Jones 10.000’in üstünde tutunmayı başardı. Şirket kârlarının yüksekliğine ve faizlerin düşüklüğüne atfediliyor. Beklenen düzeltme bir türlü gelmiyor. Daha ne kadar böyle gider? Türkiye’de iki önemli öncü gösterge Merkez Bankası tarafından açıklandı. Ağustosta kapasite kullanımı geçen yıla göre yüzde 5,2 arttı, temmuza göre yüzde 1,2 düştü. Reel kesim güven endeksi de ağustosta 1,7 puan geriledi. Durgunluk işaretleridir.Dr. Zümrüt İmamoğlu tarafından hazırlanan “Türkiye’de Kur Bilmecesi” raporu BETAM tarafından yayınlandı (www.betam.bahcesehir.edu.tr). Vakit bulursanız okuyun. Yararlı olacaktır.Ezberler ve çıkarlarYaz sonunun sakin günlerinden yararlanıp genel bir değerlendirme yapıyorum. Bu üçüncü yazı. İlk yazıda krizin bozduğu ezberlere değindim. Küresel krize rağmen mali istikrarın sürdüğünü hatırlattım. IMF anlaşmasını ve Mali Kural’ı işledim.İkinci yazı döviz kuru tartışmalarına bir tür giriş oldu. Yaşanan ağır resesyonun daha rekabetçi bir kur düzeyine geçmek için iyi bir fırsat oluşturduğunu, ama maalesef bu fırsatın kullanılmadığını anlattım. Gene döviz kuru ile devam ediyorum. İktisat politikası bir amaca yöneliktir. Çeşitli vadelerde hedefler ve riskler arasında bir ödünleşmeyi gerektirir. Tarafların farklı öncelikleri vardır. Örneğin ABD’de tartışmayı işsizlik ve enflasyon riski karşısında tutumlar belirler. Önceliklerin oluşmasında geçmiş deneyimlerin payı büyüktür. Her toplumun şu ya da bu biçimde “ezberleri” vardır. Diğer etken farklı kesimlerin ekonomik çıkarlarıdır. Bankaların ve işçi sendikalarının işsizliğe ve enflasyona bakışları aynı olamaz.Teoride, hükümetin görevi ezberleri ve dar çıkarları aşmak, ekonominin uzun vadeli ihtiyaçlarının gerektirdiklerini yapmaktır. Fiili durum daha karmaşıktır. İktisat politikası sorumluları bu kaygan zemin üzerinde düşmeden durmaya çabalar.Hangi açık?Hemen kritik soruyu soralım. Türkiye ekonomisinin orta vadede en büyük riski nedir? Görebildiğim kadarıyla hem iktisatçı ve iktisat politikası sorumluları camiasında hem kamuoyunda iki farklı risk algılaması var.Bir kesim “bütçe açığı” diyor. Nedenleri açıktır. Türkiye 20’nci yüzyılın son çeyreğinde popülist maliye politikalarından çok çekti. Yüksek enflasyon, borç sarmalı, düşük büyüme, mali krizler vs. ağır bedel ödendi. Herkesin gözü korktu.Diğer kesim “dış açık” diyor. Onları da anlıyorum. Dış açıklar eninde sonunda bir bumerang gibi dönüp ekonomiyi vuruyor. Türkiye’den ve dünyadan bol örnek var. El parası ile zenginlik hüsranla bitiyor. Borç yiyenin kesesinden yediği ortaya çıkıyor. Döviz kuru tartışması iktisat politikasında yaşanan ayrışmanın bir alt bölümüdür. Suyun üstündeki kısmıdır. Yoksa olay daha geneldir. Az önce değindiğim çıkar boyutu da vardır. Ama yerim bitti. Bu önemli konuya devam edeceğim.

Devamını Oku