Kimin çıkarına?

Haberin Devamı

Veri açısından önemli bir haftaya giriyoruz. Her ayın son günü (Salı) dış ticaret (Temmuz), üçünde ise enflasyon (Ağustos) açıklanıyor. Konjonktürün bu aşamasında ikisi de yararlı bilgiler içeriyor.

Ekonomi geliştikçe şirket göstergeleri önem kazanıyor. İstanbul Sanayi Odası Türkiye için sanayi şirketlerini sıralıyor. İlk yarı için önce büyüklerin sonuçları (ilk 500) çıktı. Geçen orta boy kuruşların (ikinci 500) bilgileri yayınlandı.

Kârların enflasyondan çok daha hızlı arttığı anlaşıldı. Kamuoyu gayri ihtiyari sanayicilerin kısa süre önce “öldük, bittik, mahvolduk!” diye sızlandıkları hatırladı. Akla Nasreddin Hocanın “biraz da biz ölelim” hikayesi geliyor.
Yüksek kârlılığın bir nedeni istihdamın azalması idi. Her fırsatta tekrarlıyoruz. Olumsuz konjonktürün nihai bedelini daima sonunda işsizler öder. Geri kalan kesimler bir şekilde başlarının çaresine bakar.

Genel değerlendirmenin dördüncü yazısına geldik. Önce küresel krize rağmen Türkiye’nin mali çalkantı yaşamadığını hatırlattık. Buna karşılık rekabetçi bir kur düzeyine geçiş için krizin sağladığı fırsatın kullanılmadığına dikkat çektik.

Ardından, iktisat politikasının oluştuğu ortamı kavramaya çalıştık. Bu amaçla toplumun ve iktisatçıların risk algılamasına baktık. Geçmiş deneyimlerin etkisi ile, bir kesimin riski “bütçe açığında”, diğerinin “dış açıkta” gördüğünü saptadık.

Böylece sıra analize ekonomik çıkarları dahil etmeye geldi. Dikkat: Bunlar maliye ve para politikasının tek belirleyicisi değildir. Ama her kesim ekonomik ve siyasi gücünü çıkarları ile uyumlu iktisat politikaları için seferber eder.

İktisada giriş derslerinde örnek olarak mali kesimin ve işçi hareketinin çelişen çıkarları anlatılır. İktisat politikası sonuçlarına bakılır. Keynesyen-muhazafakar kutuplaşması da sadece teorik unsurlardan kaynaklanmaz. Özellikle işsizlik karşısındaki tavır farkını yansıtır.
Halen ABD’de süren sert polemik medyada izleniyor. Paul Krugman sıkı maliye ve para politikalarını eleştirirken özellikle bunların büyük kütlenin çıkarına ters düştüğünü iddia ediyor. Sürekli “şu kadar milyon kişi işsiz kalacak” diyor.

Türkiye’deki ayrışma özünde aynıdır. İşçi hareketinin tarihi zafiyetleri işsizliği geri planda tutar. Onun yerine iki tema öne çıkar: “mali istikrar” ve “hızlı büyüme”. Taraflar bunların etrafında toplanır. Doğallıkla, ikisi de ilginç koalisyonlardır.

Mali istikrar başta bankacılık, iç pazara çalışan hizmet kesimlerinin (gayrimenkul dahil) çıkarınadır. En büyük risk bütçe açığıdır. IMF anlaşması ve Mali Kural desteklenir. Döviz kuru ve dış açık sorun değildir. Muhafazakar iktisadın Türkiye versiyonu diyebiliriz.

Hızlı büyüme sanayicinin ve işsizlerin çıkarınadır. En büyük risk dış açıktır. Çünkü iç talebin yabancı üretime kaydığını gösterir. Rekabetçi kur talep edilir. Maalesef iktisat camiasında daha enderdir. Keynesyen iktisadın Türkiye versiyonu diyebiliriz.

Genel değerlendirmede epey yol aldığımızı düşünüyorum. Ama bitiremedim.


DİĞER YENİ YAZILAR