ABD’de kamu borç tavanının yükseltilmesi mali piyasalara yaramadı. Haftanın ilk iki gününde borsalarda sert düşüşler yaşandı. Yazıya oturduğumda New York borsası açılmamıştı. Diğerlerinde sıkıntı sürüyordu. Euro bölgesi Yunanistan’la başlayan kamu borcu gerginliğini bir türlü aşamıyor. İrlanda, Portekiz derken sıra galiba İspanya ve İtalya’ya geldi. Yükselen faizler bu ülkelerin zaten kırılgan olan kamu dengelerini büsbütün sıkıştırıyor. Gelişmiş ülkelerde yavaşlayan büyüme yeni bir resesyona dönüşebilir mi? Bu kritik soru son günlerde sık seslendiriliyor. Pekâlâ olabilir. Dünya ekonomisini 2008 krizine götüren reel dengesizlikler yerinde duruyor. Geçiş döneminin sancılı geçeceğini çok söyledik.Para Politikası Kurulu bugün olağan takvimi dışında toplanıyor. Merkez Bankası yönetimi küresel sorunlardan rahatsızlığını belirtmişti. Alınacak kararlar iktisat politikası duruşunu daha net görmeyi mümkün kılacaktır.Enflasyon RaporuTemmuz enflasyon verileri dün TÜİK tarafından yayınlandı. Sonuçlar piyasanın tahmininden daha olumlu çıktı. Tüketici fiyatlarında artış bekleniyordu. Yüzde 0,4 düştü. Yedi aylık enflasyon yüzde 3’e geriledi. Yıllık enflasyon yüzde 6,3’te kaldı.Geçen ay enflasyonu çok tartıştık. Çünkü iktisatçı kamuoyunda belirgin bir ayrışma oluştu. Bir kesim ekonominin ısındığını ve enflasyonun yükseleceğini savundu. Para ve maliye politikalarının acilen sıkılmasını önerdi. Ben diğer kesimde yer aldım. Enflasyon üzerinde talep kökenli ciddi bir baskı görmediğini anlattım. Ayrıntılara girdim. Fiyat davranışlarına bakarken berber fiyatlarına kadar indim. Para ve maliye politikasının sıkılmasına karşı çıktım. Bu bağlamda geçen hafta yayınlanan yılın üçüncü Enflasyon Raporu önem kazandı. Para politikasının esas metnidir. Merkez Bankası’nın analizini kapsıyor. Giderek içeriği çok zenginleşti. Adeta kaliteli bir ders kitabı kıvamına geldi. Hazırlayanları kutluyorum. Lafı uzatmayalım. Merkez Bankası’nın enflasyonda sorun görmediği ortaya çıktı. 2011 sonu için TÜFE tahminini yüzde 5,9 - 7,9 aralığında tuttu. Orta noktası yüzde 6,9 oluyor. Benim tahminimle uyumludur.Yeni bilgi var mı?Verileri değerlendirirken önce “yeni bilgi var mı?” diye sorarım. O amaçla önemsediğim alt serilere bakarım. Bunlara siz de aşinasınız. Biri kira kalemidir. Yıllık kira artışı Hazirandaki yüzde 4,4 düzeyinde sabit kalmış. Olumlu haberdir.Diğeri çekirdek enflasyondur (ÖKTG-I). Mevsim etkisi düzeltilince yüzde 0,5 artış çıkıyor. Haziranla aynıdır. Tehlike işareti değildir. Bu arada temmuzda döviz kurundaki hareketi de hatırlatalım.Üçüncüsü gıda fiyatlarıdır. Bu yıl gıda fiyatlarını sert bir dalga vurdu. Mayısta yüzde 5’lik olağandışı artışı son iki ayda yüzde 8,1 birikimli düşüş izledi. Şimdi ne olur? Gıda fiyatları tekrar tırmanır mı? Konu önemli ve ilginçtir. Ayrıntısına girmek istiyorum.
Bu yıl yazlıkta internet sorun oldu. Wireless’teki hata bir türlü bulunamıyor. Keyfine göre gelip gidiyor. Gerekli anlarda kesinlikle çalışmıyor. Murphy kanunu! Bu arada bölgede 3G servisinin olmadığı da ortaya çıktı. Teknolojiye bağımlılığın sonu böyle...Anladığım kadar ABD’de kamu borcu tavanı yükseltiliyor. Ayrıntılarını öğrenemedim. Bilek güreşini kimin kazandığını kestiremiyorum. Pek çok gözlemci gibi ben de bir şekilde anlaşma sağlanacağını düşünüyordum. Mali piyasaların komutanların istifasına tepkisini dün gördük. İMKB az da olsa yükseldi. Döviz piyasası sakin seyretti. Son baktığımda “yarım dolar + yarım euro” döviz sepeti 2.04 TL civarında seyrediyordu. Piyasa memnun duruyor.Bugün Enflasyon Raporuna bakacaktım. Düzeltme tartışmasına ışık tutuyor. Ancak yarın temmuz enflasyonunun açıklanacağını hatırladım. Sonraya bırakıyorum. Yerine dış ticaret verilerini gözden geçiriyorum.Rekora devamBir anlamda dış ticaret verileri eskisi gibi ilginç değil. Üç aşağı beş yukarı ne çıkacağı önceden biliniyor. Sonbahardan bu yana ithalat ve dış ticaret açığı her ay yeni rekorlar kırıyor. En azından yılın ilk yarısı böyle geçti.Haziranda ihracat yüzde 19 artışla 11.4 milyar dolara, ithalat ise yüzde 42 artışla 21.6 milyar dolara yükseldi. Dolayısı ile aylık dış ticaret açığı 10.2 milyar dolar ile yeni bir rekor kırdı. Artış yüzde 80 oluyor.İlk yarı (ocak-haziran dönemi) verileri ile devam edelim. İhracat yüzde 20 artışla 66 milyar dolara, ithalat ise yüzde 43 artışla 120 milyar dolara çıktı. Altı aylık dış ticaret açığı yüzde 90 artışla 54 milyar dolara geldi. Tahmin ettiniz; bu da bir rekor.Yıllık verilere geçelim. İhracat yüzde 15 artışla 126 milyar dolara, ithalat ise yüzde 37 artışla 222 milyar dolara tırmandı. Yıllık dış ticaret açığı yüzde 80 artışla 96 milyar dolara ulaştı. Söylemeye gerek var mı; bu da bir başka rekor.Beş ay önce, mart başında, mevcut konjonktürün 2011’de dış ticaret açığını 110 milyar dolara taşıyacağını müjdelemiştim. İnandırıcı durmamıştı. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.Nedeni ithalatDış ticaret açığının nedenleri konusunda kamuoyunda ciddi kafa karışıklığı var. Konjonktürü analiz ettiğim yazı dizisinde buna değindim. Sorunun ihracat yetersizliğinden değil, ithalat fazlalığından kaynaklandığını anlattım. ABD’yi örnek verdim. Sayılara dönelim. Türkiye’nin ihracat artış hızı yüzde 20’ye yakındır. Yani ihracat milli gelirden iki kat daha hızlı büyüyor. Ayrıca dünya ortalamasının da üzerindedir. İhracatçı kesimlerin ciddi bir başarısına işaret ediyor. Demek ki sorun ihracatın artmaması ya da az artması değildir. İthalatın iki kat daha hızlı yani yüzde 40 gibi sürdürülemez bir düzeyde artmasıdır. Geri planda ise aşırı değerli TL’nin yattığını sanırım artık sağır sultan bile duydu.
Geçen Salı yazımı bilgisayarın kilitlenmesi vurmuştu. Maalesef Perşembe günü karmaşık bir seyahat programı düzenimi bozdu. İlginç gelişmelere rağmen yazımı yollayamadım. “Düzeltme başladı” yazım havada kaldı.Son dönemin en hareketli haftasını geride bıraktık. Pazartesi günü kur zıpladı. “Kriz lobisi” çok umutlandı. Buna karşılık Başbakan Erdoğan bir sonraki krizin Türkiye’yi “teğet bile geçmeyeceğini” söyledi. Döviz piyasası öngördüğüm gibi sakinleşti.Perşembe günü Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, yılın üçüncü Enflasyon Raporu’nu açıkladı. Para otoritesinin ekonomik gidişattan memnun olduğu ortaya çıktı. Yıl sonu enflasyon tahminini değiştirmedi. Kur biraz daha geriledi.Cuma günü TÜİK Haziran dış ticaret verilerini açıklandı. Geçen yıla kıyasla ihracat yüzde 19 ithalat ise yüzde 43 artınca dış ticaret açığı 10.2 milyar dolar ile gene rekor kırdı. İlk yarıda yıllık cari işlemler açığı 75 milyar dolara yaklaşır.Cuma akşamı Genelkurmay Başkanı ve dört kuvvet komutanı istifa etti. Tarihi bir olaydır. Askeri vesayetin sonuna gelindiğine bir başka işaretti. Piyasa kapanmıştı. Dolar sadece 3 kuruş yükseldi. Mali piyasaların tavrını yarın göreceğiz.Buraya nasıl geldik?İktisatçının iki işlevi var. Biri gelecekle ilgili tahminleri ile ekonomik aktörlerin kararlarına yardımcı olmaktır. Diğeri olup bitenlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak genel çerçeveyi çizmektir. Bugün ikincisine odaklanıyorum.İktisat politikaları açısından yakın geçmişin iki alt dönemini ayırmak gerekiyor. İlki 2000’de başladı. Araya 2001 krizi ve Kemal Derviş girdi. AKP hükümetlerinin de benimsemesi ile 2008’e kadar sürdü. Küresel krizle birlikte sona erdi.Bu dönemin belirgin özelliği, etkileyici faiz-dışı fazlalarda somutlaşan bütçe disiplinine rağmen reel faizlerin yüksek tutulmasıdır. Sonuçları biliniyor. Paranın iç fiyatı makro temelleri yansıtmayınca dış fiyatı da ekonomik gerçeklerden koptu. TL aşırı değer kazandı.Küresel kriz ikinci döneme geçişi kolaylaştırdı. 2009’da Merkez Bankası reel faizleri düşürdü. Böylece para ve maliye politikaları uyumlu hale geldi. “Normalleşme” dedim. Faiz indirimini destekledim ama gecikmeyi eleştirdim.Ancak mekanizma tekledi. Çünkü küresel likidite bolluğu devreye girdi. Maliye politikası ile uyumlu reel faizin paranın dış fiyatını dengeye getirmesini engelledi. Düşük faize rağmen TL aşırı değerli kalınca dış açık patladı. Bugünlere ulaştık.“Düşük faiz-yüksek kur”İlk dönem tarihe “yüksek faiz-düşük kur” sloganı ile geçti. Benzetme ile, artık sonu görünen ikinci döneme “düşük faiz-düşük kur” diyebiliriz. Dolayısı ile gelen yeni dönemi “düşük faiz-yüksek kur” ifadesi özetleyecektir.Geçişle ilgili çok sayıda belirsizlik olduğu biliniyor. Bütün önemli dönüşümler gibi, bu sürecin herkesi memnun etmesi olanaksızdır. Tersine, zararlı çıkanlar, kaybedenler olacaktır. Ama bu işler hep böyledir. Akıllı davranış eski ezberlerde israr etmek yerine bir an önce yeni duruma uyum sağlamaya çalışmaktır.
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş. Döviz piyasasında cuma öğleden sonra başlayan gerginliğin bu haftaya yansıyacağı biliniyordu. Nitekim sabah kurlar tırmanışa geçti. Kısa bir süre için de olsa döviz sepeti 2.10 TL’yi gördü.Ardından Merkez Bankası’nın döviz alımlarını durdurma kararı geldi. Döviz piyasasında arz fazlası ortadan kalkınca döviz alımına son vereceğini daha önce açıklamıştı. Hangi kur düzeyinde yapacağı merak ediliyordu. Böylece öğrendik.Merkez Bankası burada durmadı. Döviz mevduatı için karşılık oranlarında bir miktar indirime gitti. Bankaların döviz likiditesini artırmayı amaçlıyor. Kur üzerindeki yukarı yönlü baskıyı kısmen hafifletir.Nitekim döviz piyasası bu kararlar sonrasında sakinledi. Sepet kur 2.08 TL civarında istikrar kazandı. Cuma kapanışın üstündedir. Ancak korkutucu bir kur hareketi değildir. Merkez Bankası’nın gidişattan memnun olduğunu sanıyorum.Vatandaşın beklentisiYazlıkta sosyal ortamlarda daha çok boy gösteriyorum. Daha fazla çarşı ve alışveriş de oluyor. Dolayısı ile daha çok insanla karşılaşıyorum. Yönelen sorulardan kamuoyunu meşgul eden konuları görebiliyorum.İşlerin dışarıda ve içeride kötüye gideceği beklentisi iyice yaygınlaşmış. Özellikle ABD’de ve AB’de olup bitenler kaygıyla izleniyor. Dünya ekonomisinin zor bir döneme girdiği ve Türkiye’nin de bu girdaba kapılabileceği düşünülüyor.Bu arada ilginç bir gelişme dikkatimi çekti. Döviz kuruna karşı duyarlılıkta belirgin bir azalma var. Eskiden kur hareketleri çok çabuk panik yaratırdı. 2001 sonrasında yaşananlar vatandaşı etkilemiş. Kurun kopup gitmesinden korkmuyor. Bana öyle geldi.Türkiye insanının müşterek hafızasında geçmiş mali çalkantıların bıraktığı izler çok derine gidiyor. Bu nedenle “kriz” sözcüğü çok kolay kullanılıyor. Babamın çok sevdiği “her gördüğün sakallıyı deden sanma” misali, her çalkantıya kriz denemeyeceğini anlatmaya çalışıyorum. Vatandaşın bu tedirginliği fiilen ekonomik kararlarına yansıyor mu? Tüketim ve yatırım harcamaları, kredi talebi vs. temel göstergeleri mutlaka etkileyecektir. Sonuçlarını fiili sayılar yayınlandığında göreceğiz.Cin şişeden çıktıGeçtiğimiz dönemde konjonktür sorunları üzerinde çok durduk. Dış açıkta somutlaşan makro dengesizliğe odaklandık. Önceliği geride yatan süreçlerin doğru anlaşılmasına verdik. Geçici sonuçlara ulaştık. Sonrasını yeni hükümetin iktisat politikası tercihlerine bağladık.Yani bir sürü soru ortada kaldı. Örneğin düzeltmenin kaçınılmaz olduğunu ama ne zaman başlayacağını bilmediğimizi söylemiştik. Öğrendik. Temmuz sonunda büyük düzeltme başladı. Cin şişeden çıktı, bir daha kolay kolay kimse geriye sokamaz.Dikkat: Düzeltme aslında kötü bir şey değildir. Tersine, ekonominin daha sağlıklı temeller üzerine oturmasını sağlar. Yararlıdır. Kritik soru diğeridir. “İntizamlı” olur mu? Gelen işaretler umut veriyor ama yeterli değildir. Dereyi görmeden paçaları sıvamayalım...
Perşembe günü Para Politikası Kurulu olağan toplantısını yaptı. Faizleri değiştirmedi. Hoş, artış bekleyen zaten yoktu. Biraz zaman aldı ama mali piyasalar sonunda düşük faiz gerçeğine alışmaya başladı. Cuma öğleden sonra döviz piyasası hareketlendi. Dolar 1.70 TL’yi, döviz sepeti (0.5 $ + 0.5 euro) 2.06 TL’yi gördü. İlginç şekilde, döviz piyasasındaki gerginlik tahvil faizine yansımadı. Ama IMKB geriledi. Kur hareketine Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nin Pamukkale Üniversitesinde yaptığı konuşmanın yol açtığı rivayeti dolaştı. Başçı ekonomik aktörleri açık pozisyon riskleri konusunda uyardı. TL’de değer kaybına yeşil ışık sayılır.Denizli’deki panele ben de davetliydim. Maalesef son anda programım karıştı. Katılamadım. Gidebilseydim birinci elden izlenimlerimi sizlerle paylaşma fırsatını bulacaktım. Yazık oldu; ne yapalım!Sıkı maliye politikasıIMF’nin G-20 toplantısı için hazırladığı rapor kamuoyunda ilgi uyandırdı. Geçen yazıda raporda yer alan Türkiye tahminlerini ele aldık. IMF piyasa beklentisinden çok farklı bir senaryo öngörüyordu. Gelen açıklamalardan ekonomi yönetiminin de yazılan senaryodan mutlu olmadığı anlaşıldı. Kısaca hatırlatalım. IMF 2012’de Türkiye ekonomisinin resesyona girmesini bekliyor. 2012 büyüme hızı pozitif (yüzde 2.5) ama son çeyrekte eksi büyüme var. Aynı anda bütçe açığı azalıyor, enflasyon 1 puan yükseliyor, dış açık ise çok az küçülüyor. Tahminler gökten zembille inmez. İktisat politikası varsayımları üzerine inşa edilir. Dolayısı ile tahminlere bakarak IMF’nin öngördüğü maliye ve para politikalarını da çıkartabiliriz. İktisadi dedektiflik sayılır.Maliye politikası kolay. Bütçe açığının milli gelire oranı tahminler arasında yer alıyor: 2012’de 0.3 puan küçülüyor. Demek ki yavaşlayan ekonomiye rağmen maliye politikasının sıkılacağı kabul ediliyor. Nasıl olacak? Dolaylı vergi artışları ile. Bu da resesyona rağmen enflasyonda 1 puan artışı açıklıyor. Sıkı maliye politikasının IMF’nin klasik reçetesi olduğu biliniyor. Bir sorun mu var? Önce bütçeyi sıkacaksın. Sıkı para politikasıPara politikası daha zor. Faizlerle ilgili tahmin verilmiyor. Mecburen diğer göstergelerden hareketle kestirmek zorunda kalıyoruz. Neyse ki IMF’yi tanıyoruz. Bu koşullarda mutlaka faiz artışı isteyecektir.Sonrasını düşünelim. Yüksek faiz TL varlıkları tekrar cazip kılar. Böylece TL değer kazanır, en azından değer kaybı engellenir. Bu ise iç talepteki yavaşlamanın dış açığa olumlu etkisini telafi eder. Neticede resesyona rağmen dış açık büyük kalır. . IMF’nin 2012 için dış açık oranı tahmini bunu tam yansıtıyor: yüzde 9.8. Kabaca 80 milyar dolar demek. Görüldüğü gibi, IMF’nin reçetesinde Türkiye büyümekten vazgeçiyor ama cari açık sorununu çözemiyor. Küresel kriz sonrasında IMF’nin yeni koşullara uyum sağladığını düşünenlerin yanıldığını daha önce yazdım. Yukarıdaki tablo beni haklı çıkarıyor. Kim de derse desin, IMF klasik reçetelerinden asla vazgeçmez. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz...
Salı günü bilgisayarımın veri çekerken kilitlenmesi sunucunda yazımı yollayamadım. Makinalara bağımlılık bu noktaya geldi. Elle yazmayı unuttuk. Okuyucularımdan özür diliyorum.IMF’in yayınladığı yeni bir rapor medyaya yansıdı. G-20 toplantısı için hazırlanmış. Küresel konjonktüre bakışını özetliyor. Yeni bilgi taşımıyor. Bilinen küresel sorunlara odaklanıyor. Geciken düzeltmeye, biriken risklere ve politika opsiyonlara işaret ediyor. Raporun sonunda IMF’nin dört yıl için (2011-14) büyüme-dış denge ve iki yıl için (2011-12) enflasyon-bütçe dengesi tahminleri yer alıyor. G-20 üyesi olduğu için Türkiye’yi de kapsıyor. Özellikle dış açığın yüksekliği kamuoyunda ses getirdi. Sayılardan IMF’nin Türkiye için nasıl bir konjonktür öngördüğünü anlıyoruz. IMF’nin analiz ve politika önerilerini pek sevmediğim biliniyor. Bu tahminlerine de katılmıyorum. Gene de tartışmayı derinleştirmesi açısından yararlı buldum.2011’de güçlü büyüme2011’de ekonomide sürprizler beklediğimi yılbaşında belirtmiştim. Nitekim 17 yıldır ilk kez yıllık tahminlerimi vermedim. Konjonktürü ne yönde gideceğini kestirmekte zorlandığımı söyledim. Haklı çıktığımı düşünüyorum.Büyüme ile başlayalım. IMF yüzde 8.7 öngörüyor. 2010’un rekor büyümesine adeta eşittir. Yüzde 5-6 düzeyinde kalan genel beklentinin çok üzerindedir. Türkiye Çin’in ardından G-20 ikincisi oluyor. Enflasyonla devam edelim. IMF yüzde 5.5 diyor. Türkiye’de beklentilerin daha düşük büyüme hızına rağmen yüzde 7-8 arasında dolaştığını hatırlatalım. Yani IMF enflasyon cephesinde bir sorun görmüyor.Bütçeye dönelim. IMF bütçe açığının milli gelire oranına yüzde 1.9 hesaplıyor. Türkiye G-20 ülkeleri arasında sıkı maliye politikası uygulayanlar arasında yer alıyor. Daha küçük çıkma ihtimali yüksektir. Gelelim en çok gürültüye yol açan dış açığa. Sıkı durun; IMF milli gelirin yüzde 10.5’una tırmanmasını tahmin ediyor. Buna göre cari işlemler açığı 80 milyar doları geçiyor. Beni şaşırtmadı. Altı ay önceden uyarmıştım. 2012’de sert inişIMF’ye göre mevcut konjonktür 2012’de kırılıyor. Büyüme hızı yüzde 2.5’e geriliyor. Son çeyrekte küçük de olsa eksi büyüme gerçekleşiyor. Kısa bir resesyon öngörüyor. Yani IMF Türkiye ekonomisinde sert iniş bekliyor. Bu noktada diğer göstergeler önem kazanıyor. Enflasyon 1 puan yükseliyor: yüzde 6.5. Bütçe açığının milli gelire oranı küçülüyor: yüzde 1.6. En ilginci dış açığın milli gelire oranı çok az iniyor: yüzde 9.8. Sorularınızı duyar gibiyim. Resesyona rağmen enflasyon artıyor, bütçe açığı azalıyor ama dış açık küçülmüyor. Neden böyle oluyor? Bilmecenin sırrı IMF’nin öngördüğü iktisat politikalarında yatıyor. Fevkalade önemlidir; analizi bir başka yazıya kaldı.
Nisan istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Mart-Mayıs dönemini kapsıyor. Hızlı büyüme istihdam yaratıyor. İşsizlik oranı üç yıl sonra tek haneye (yüzde 9.9) geri döndü. Ancak mevsim etkisi düzeltilince yüzde 10 civarında yatay seyrediyor. Haziran bütçe sonuçları Maliye Bakanı tarafından açıklandı. Bütçenin fazla verdiğini Hazine nakit hesabından öğrenmiştik. Neticede Türkiye 2011’in ilk yarısını 3 milyar TL bütçe fazlası ile bitirdi. 2010’da 15 milyar dolar açık vardı. Sıkı durun; seçim yılı olmasına rağmen 2011’de bütçe denk çıkabilir. Kısmen hızlı büyümenin vergi gelirlerini şişirmesini yansıtıyor. Varlık affına yüksek talep de ciddi bir katkı yaptı. Ufukta maliye politikasının daha da sıkılması ihtimali gözükmüyor. Euro bölgesinde üye ülkeler arasındaki bilek güreşi İtalya’ya sıçradı. Felaket senaryoları canlandı: euro dağılır mı? Bunları fazla ciddiye almadığımı yeterince yazdım. Euro/dolar paritesi hala 1.40’ın üzerinde. Böyle dağılmaya can kurban. ABD farklıdırABD kelimenin tam anlamı ile farklı bir ülkedir. Latince “sui generis” ifadesi tam oturuyor. Hükümetin hukuki nedenlerle harcamasını durdurmak zorunda kalmasına başka ülkelerde raslanmaz. ABD’de mümkündür.The Economist’in geçen sayısında çıktı. Minnesota’da eyalet yönetimi tatil edildi. ABD’de “kapandı” deniyor. Çünkü vali ile eyalet kongresi bütçede anlaşamadı. Eyalet çalışanlarına mecburen ücretsiz izin verildi. Herkes evine gitti. Geçmişte kısa bir süre için federal hükümetin başına gelmişti. Benzer şekilde, Kongre’nin kabul ettiği bütçeyi Başkan veto etti. Bütçesiz maaş ödemek mümkün olmadığından çalışanlar evlerine yollandı. Bu kez bütçede ödenek var. Sorun kamu borcuna kanunla tavan konmasından kaynaklanıyor. Kriz dönemi bütçe açıkları sayesinde borç tavana vurdu. Faiz-dışı denge hala açık veriyor. Dolayısı ile hükümet borçlanamayınca ödeme de yapamayacak. O kadar.Anlaşmazlığın gerisinde maliye politikası ayrıntıları yatıyor. Cumhuriyetçi Kongre mali disiplin için sadece harcamaların kısılmasını yeterli buluyor. Demokrat Obama bir miktar vergi artışı da istiyor. Taraflar bir türlü uzlaşamıyor. Başkanlık sistemiKavganın siyasi kökleri derindedir. Devletin gücünü kısıtlamak ABD’yi kuran felsefenin belkemiğidir. Toplumun siyasi-kültürel genlerine işlemiştir. Devlete güvenmeyi kategorik olarak reddeden kesim bile küçümsenmeyecek sayılara ulaşır. Başkanlık sisteminin toplumun devlet üzerindeki denetimini kolaylaştırdığını da unutmayalım. Yasamanın yürütmeye bağımlılığı daha azdır. Halbuki parlamenter sistemde hükümet tanım icabı mecliste çoğunluğa sahiptir. İstediği kanunu çabuk geçirir. Türkiye iyi örnektir. Bir an için kamu borcuna yasal tavan konduğunu varsayalım. Sonra faiz-dışı açık veren bir bütçe ile tavana gelinsin. Hükümetin memur maaşlarını ödememesi gibi bir durum ortaya çıkabilir mi? Asla! Bence başkanlık sistemi lehine güçlü bir argümandır.
Son yayınlanan verileri kısaca görelim. Mayısta sanayi üretiminin yıllık artış hızı yüzde 8’e geriledi. Takvim ve mevsim etkisi temizlenince Nisana göre yüzde 0,3 düşüş var. İkinci çeyrekte daha makul bir büyüme hızına işarettir. Dış ticaret miktar endekslerini izlemeye değer buluyorum. Takvim ve mevsim etkisi temizlenince Nisandan mayısa ihracatta yüzde 6 ithalatta yüzde 1,5 düşüş çıkıyor. Ekonomide yavaşlamanın dış açığa etkisi sınırlı olabilir. Mayısta yıllık cari işlemler açığı 68 milyar dolara yükseldi. Haziranda 70 milyar doları aşacağı kesinleşti. Bu gidişle yıl sonunda 80 milyar dolar hiç uçuk durmuyor. Yılbaşında işin buraya geleceğini söylemiştim.Ödemeler dengesinde ilginç bir gelişme var. Net hata noksan kalemi yeniden yükselişe geçti. Yıllık giriş 12 milyar dolara ulaştı. Dış açığın döviz kuru üzerindeki baskısını hafifletiyor. Herhalde ayrı bir yazı konusu yaparım. Öncelik siyasi sorunlardaSeçim öncesinde iktisat politikası opsiyonları üzerine uzun bir dizi yazdım. Siyasi tercihlerin önemini belirttim. Ayrıntılı bir analiz için yeni hükümeti beklemek gerektiğini ifade ettim. Seçim sonrasında beklenmedik siyasi gerginlik oluştu. Süreci izlediniz. CHP ve BDP milletvekilleri yemin etmeyi reddetti. Çabuk hallolacağını düşünmüştüm. Nitekim CHP’li vekiller bu hafta yemin etti. Sıra BDP’lilere geldi.Başbakan Erdoğan üçüncü iktidar dönemine hükümette çok az değişiklik yaparak başladı. Doğal olarak hükümete yeni bakanlar girdi. Ama hükümetin belkemiğinin aynı kaldığı söylenebilir. O açıdan “istikrar hükümeti” de dendi.Yeni hükümetin öncelikli gündeminde siyasi reformlar yer alıyor. Biri yeni bir anayasa yapılmasıdır. Türkiye 12 Eylül darbesinin giydirdiği deli gömleğini çıkarmakta gecikmiştir. Bu kez başarı ihtimali yüksek duruyor. Diğeri Kürt sorununa kalıcı çözümdür. Seçim sonuçları, meclisin yapısı, dış koşullar vs. müsait bir ortam oluşturuyor. Kendime “temkinli iyimser” diyorum. Her iki konuda teklifler somutlaştıkça görüşlerimi sizlerle paylaşacağım. Ekonomide istikrar ve...Gelelim ekonomiye. Geçmiş deneyimler bana hükümet programlarını fazla ciddiye almamayı öğretti. Bir tür icraat vaatleri kümesidir. Beni esas ilgilendiren iktisat politikası tercihleri hakkında çok az ipucu taşır.Bir gösterge ekonomi yönetiminin iki temel çıpasının değişmemesidir: Başbakan Yardımcısı Babacan ve Maliye Bakanı Şimşek. Başbakan Erdoğan’ın ekonomi yönetiminden memnuniyetini yansıtıyor. Mevcut politika anlayışı sürecek demektir.Teknik bir değişiklik ise spekülasyona konu oldu. Çağlayan’ın bakanlığı yeniden düzenlendi ve Ekonomi Bakanlığı adını aldı. Bu durum yeni hükümetin dış açık sorununa daha aktif müdahale arzusunun işareti kabul edildi. Olabilir. Ama dereyi görmeden paçaları sıvamak yanlıştır. Zor tercihler karşısında fiili uygulamayı görmeden bir şey söyleyemeyiz. Resmin kısa sürede netleşmesini bekliyorum.