Yeni yılın ilk günleri küresel mali piyasaları sevindirdi. Dünya borsaları yükseldi. Euro dolara karşı az da olsa değer kazandı. Parite tekrar 1.30’a geldi. Euro bölgesinde tünelin ucunda ışık görüldü mü? İyimserler arasında yer aldığım biliniyor.İçeride Merkez Bankası mali kesimle bilek güreşini sürdürüyor. Her gün döviz satıyor. Ancak, bu şekilde çektiği TL’yi para piyasasına geri vermiyor. İşin püf noktası buradadır. Bankaların döviz almak için önce TL bulmaları gerekiyor. Bilek güreşinde kim önce pes eder? Hangisinin cephanesinin önce biteceğine bağlıdır. Merkez Bankası’nın döviz rezervi mi? Yoksa bankaların TL likiditesi mi? Macera filmi gibi; heyecanla izliyorum.Rekoru bol yılAralık enflasyon verileri TÜİK tarafından açıklandı. Tüketici fiyatları aylık yüzde 0,6, yıllık yüzde 10,5 arttı. Böylece 2011’de Türkiye ekonomisinin kırdığı rekorlara bir rekor daha eklendi. Son yedi yılın en yüksek yıl sonu tüketici enflasyonudur.“Yıl sonu” sözcüğü önemli. Çünkü bu süre içinde yıllık enflasyonun daha yüksek olduğu aylar var. 2006’da (temmuz ve eylül), 2007’de (mart-nisan), 2008’de (mayıs-kasım arası) yüzde 10,5’un üzerine çıktı. Hatta 2008’de yüzde 12’yi bile gördü.Ancak enflasyon 2011’de bir başka rekor daha kırdı. Martta yıllık tüketici fiyat artışı yüzde 4’e geriledi. “Tarihi” sözcüğünü korkmadan kullanabiliriz. Çünkü son kırk yılın en düşük değeridir. Bu da enflasyon açısından 2011’i ilginç bir yıl yapıyor. Dip ve zirve arasında 2.5 kat oynuyor. 2003 bazlı serinin en sert hareketidir. Aşağıdaki grafik yıllık TÜFE’nin 2001’deki seyrini bize hatırlatıyor.Eğilimler değişmediYükselme eğilimi sonbaharda belirginleşti. Kasım verilerinden sonra tüketici fiyat artışının yılı çift hanede bitireceğini söyledim. 2011’in son yazısında verdiğim tabloda enflasyon için yüzde 10,4 dedim. Yarım puan üzerinde geldi. Yeni bilgi var mı? Kasımı değerlendiren yazımda yükselişi üç dışsal etkene bağladım: Gıda fiyatları, dolaylı vergiler ve TL’nin değeri. Ancak fiyatlama davranışlarının değişmediğini vurguladım. Kira artışını örnek verdim. Aralık sonuçları bu analizle uyumlu çıktı. Kirada hem çıplak yıllık artış hem mevsim etkisi temizlenip yıllandırılmışı yüzde 5 civarında yatay seyrediyor. Meraklısına not: Kuaför fiyatları da enflasyonu altında ve kıpırdama yok. Yani nispi fiyatlar değişiyor. Önemli; ayrıntısına gireceğim.Bundan sonra ne olur? İlk çeyrekte çift hanede kalır. Sonrası büyük ölçüde gıda fiyatlarına bağlıdır. Yani iki yönlü sürprizlere açıktır. Yılın ikinci yarısında düşmeye başlar. Bu çerçevede 2012 tahminimi (yüzde 6,5) tutuyorum.
Kasım dış ticaret verileri TÜİK tarafından açıklandı. Dış ticaret açığı 7.5 milyar dolar çıktı. Piyasa 8 milyar doların üzerinde bekliyordu. Yıllık ticaret açığı uzun süredir ilk kez geriledi. İthalatın düşüşe geçmesini yansıtıyor.Dış denge açısından bir başka olumlu haber Türkiye İhracatçılar Birliği’nden TİM geldi. Aralık ihracatı 12.1 milyar dolar ve yıllık ihracat 134.6 milyar dolar oldu. İkisi de tarihi rekordur.Aralık enflasyon verilerini bu sabah TÜİK yayınlıyor. TÜFE’nin 2011’i çift hanede bitirmesini bekliyorum. Bu arada İstanbul Ticaret Odası İTO Ücretliler Geçinme Endeksi 2011’de yüzde 9 yükseldi.İstisnai dönemlerMerkez Bankası yılın son günü döviz kuruna ciddi bir müdahale yaptı. Cuma günü bankanın 3 milyar dolara yakın döviz sattığı tahmin ediliyor. Kesin sayıyi iki hafta sonra öğreneceğiz. Neticede döviz sepeti yılı 2.20 TL’nin altında bitirdi. Para ve döviz piyasalarında heyecan yeni yılda devam etti. Dün sabah internet sitesine “istisnai dönemlerde uygulanacak para politikasına ilişkin basın duyurusu” kondu. Ardından döviz satışı geldi. Açılışta 2.20 TL sınırını geçen sepet kur 2.16 TL’ye indi.Duyuru ne diyor? Bir: Para politikası sıkılıyor. “Merkez Bankası 29 Aralık 2011 gününden itibaren ek parasal sıkılaştırmaya gitmiştir.”İki: Bu amaçla bankaların TL ile fonlanması hem azalıyor ve hem pahalılaşıyor. “Ek parasal sıkılaştırma asıl olarak açık piyasa işlemleri yoluyla sağlanmaktadır.”Üç: Ayrıca döviz satarak da TL likiditesi emiliyor. “Gerekmesi halinde bu işlemleri destekleyici yönde, sterilize edilmemiş (etkili) döviz satışlarının ve doğrudan müdahalelerin kullanılması söz konusu olabilmektedir.Dört: Bu tedbirler dönemin olağan dışı koşullarına tepkidir. “Ek parasal sıkılaştırmanın güçlü, etkili ve geçici olması esastır.”Bilek güreşiPazar yazımda “para politikası uzun ve tartışmalı bir konu; ayrıntılarına nasıl olsa yıl içinde gireceğim” demiştim. Doğrusu acelem yoktu. Ama çarşı karışınca evdeki hesap da bozuldu.Lafı uzatmayıp doğrudan sonuca gelelim. Merkez Bankası’na yöneltilen eleştirilere katılmıyorum. Yönetimin hedeflerini gerçekçi buluyorum. Uygulamanın da hem hedefle hem kendi içinde tutarlı olduğunu düşünüyorum.Ne oluyor? Geri planda “iki tarz-ı iktisat” ayırımı yatıyor. Geçmişte “sıcak paracılar” ve “kurcular” arasında entelektüel bir çekişme idi. Euro krizi sonrası gelişmeler olayı mali piyasalarla Merkez Bankası arasında bilek güreşine dönüştürdü.Kim kazanır? Türkiye ekonomisini kısa ve uzun dönemde nasıl etkiler? Bunlar fevkalade ilginç ve önemli sorular. Fırsat buldukça ayrıntılarına gireceğim.
Yıla tahmin vererek başlama geleneğine geri dönüyorum. 2011 istisna idi. İç konjonktürün yönü belirsizdi. Kestirmekte zorlandım. Sonuçlar beni haklı çıkardı. Öyle durmuyor ama bence 2012’de içeride belirsizlik azaldı.Aynı şeyi dünya ekonomisi için söyleyemiyorum. “Sert iniş” ihtimalinin yükseldiğini daha önce yazdım. Euro Bölgesi için o kadar karamsar değilim. Son kararlar ve uygulama doğru yöndedir. Beni Çin’de biriken sorunlar tedirgin ediyor.Doğal olarak, küresel ekonominin ve mali piyasaların seyri Türkiye’yi etkileyecektir. Ancak iç dinamikleri hafife alamayız. 2011 çok iyi örnektir. Euro krizine rağmen üçüncü çeyrekte yıllık büyüme tarihi bir rekor kırdı.2012’in işimizi kolaylaştıran önemli bir farkı var. Ekonomi yönetiminin geçen yıl devreye soktuğu yeni iktisat politikası oturmaya başladı. Yavaş yavaş sonuçları görülüyor. Yakın geleceği daha güvenle tahmin etmeyi mümkün kılıyor. Eğilimler biliniyor2012 dengeli (sürdürülebilir) büyümeye geçiş yılıdır. Dolayısı ile 2012’de iç talep artışında yavaşlama kaçınılmazdır. Özellikle özel tüketim ve yatırım harcamalarında hissedilir. Geçmiş büyümeyi bunlar besledi. 2012’de yatay seyreder. İç talebin yavaşlaması dış dengeyi olumlu etkiler. Dış koşulların ihracat artışını sınırlayacağı açıktır. Buna karşılık mal-hizmet ithalatı geriler. Yani dış dengede ciddi bir toparlanma gerçekleşir. Dış talep büyümeye artı katkı yapar. Enflasyonda iki zıt etki çarpışacaktır. Nisbi fiyatlara yansır. TL’de değer kaybı mal fiyatlarını yukarı çeker. Zayıf iç talep ise hizmet fiyat artışını kısıtlar. Merkez Bankasının analizine katılıyorum. Yıllık TÜFE önce çift hanede dalgalanır, sonra düşüşe geçer.İktisat politikasında yenilik beklemiyorum. Bütçe disiplini sürer ama açık 2011’in üzerine çıkar. Para politikası uzun ve tartışmalı bir konu; ayrıntılarına nasıl olsa yıl içinde gireceğim. Bugünkü çerçeve içinde kalacaktır. Ya döviz kuru? İç ve dış koşullar aşırı değerli TL döneminin bittiğine işaret ediyıor. “0.5 $ + 0.5 euro” döviz sepeti yılı 2.20 TL’de bitirdi. 2012 ortalaması bu düzeyde oluşur. İki yönde 20 kuruşa ulaşan dalgalar muhtemeldir.Ekodiyalog iyimserEkodiyalog ekibi geçen hafta CNBCe’de boy gösterdi. Önce 2011 tartışılıldı. Sonra 2012 tahminleri açıklandı. Bu yıl Mahfi Eğilmez tahmin vermedi. Neden sorunusu “2008’de vermedim kriz oldu” şeklinde cevapladı.Sonuçlar tabloda. Aralık tahminlerin (örnek: yüzde 7-8 arası) orta noktasını aldım. En alt satırda beş tahminin ortalamasını hesapladım. Özet: büyüme yüzde 4.4; enflasyon yüzde 7.1; cari açık yüzde 6.9; dolar kuru 1.89 TL.Bu sayılar Ekodiyalog ekibini piyasadan daha iyimser yapıyor. Kim haklı? Yaza doğru netlik kazanır. Gelecek yılbaşında hesap sormak isteyenlere tabloyu saklamalarını öneriyorum.
Çıkan yılı değerlendiriyoruz. Dünya ekonomisi için tatsız bir tablo çizerek başladık. Euro krizinin siyasi boyutunu değerlendirdik. Küresel dengesizliklere çözüm gecikti, 2012’de “sert iniş” ihtimali güçlendi dedik.Sıra Türkiye ekonomisine geldi. Konjonktürü kestirmekte zorlandığımı yılbaşında yazdım. Nitekim, ilk kez giren yıl için tahmin vermedim. 2 Ocak 2011 tarihli yazıma “2011’de Tahmin Yok” başlığını attım. Gerçekten, 2011 kelimenin tam anlamı ile şaşırttı. Son on yılın en ilginç konjonktürü diyebilirim. Ekonomi beklenenden çok farklı gelişti. Aynı anda iktisat politikası bilinenin dışına çıktı. Bir sürü ezber bozuldu. Tahminler tutmadıYılbaşında Ekodiyalog ekibi CNBCe’de Servet Yıldırım ve Mahfi Eğilmez’in misafiri olduk. Temel makro göstergeler için tahminler verildi (ben hariç). Servet ve Mahfi bunları tablo halinde yayınladı. Ortalamalar aşağıda ilk sütunda görülüyor. Ayrıca Ocak 2011’in Merkez Bankası Beklenti Anketi ve Consensus Economics sonuçlarını ikinci ve üçüncü sütuna koydum. Sağ sütunda ise aynı göstergeler için son tahminler yer alıyor.Bir: Ekonomi tam gaz büyümeye devam etti. Yüzde 5-6’ya yavaşlaması bekleniyordu. Yılı yüzde 8’in üzerinde bitiriyor. İki: Dış açık kimsenin tahayyül edemeyeceği düzeylere tırmandı. 50 milyar dolar civarı öngörülüyordu. Ekim’de 79 milyar doları gördü.Üç: TL’de değer kaybını kimse beklemiyordu. Yıl sonu dolar tahminleri 1.55-1.60 TL civarında geziyordu. Merkez Bankası’nın döviz satışlarına rağmen dolar 1.90 TL’ye geldi.Dört: İşsizlik oranının ancak yüzde 11’in altına inebileceği düşünülüyordu. Beklenenin çok ötesinde bir istihdam artışı yüzde 10’un altına indirdi.Beş: Seçim yılında bütçenin fazla sıkılmayacağı tahmin ediliyordu. Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 3 yerine yüzde 2’nin altında çıkıyor.Altı: Enflasyonun yatay seyretmesi bekleniyordu. Yılın son çeyreğinde aniden patlayarak çift haneye tırmandı.Bu arada, göreli olarak en iyi tahminlerin Ekodiyalog ekibinden geldiğini fark ettiğinizi umuyorum. Kendime de pay çıkartıyorum. Büyüme ve kurNasıl tefsir edebiliriz? Bence sorun iki temel göstergenin öngörülmesindeki zorluktan kaynaklanıyor. Bunlar büyüme ve döviz kurudur. Diğerleri türevdir. Dış açığın yüksek, bütçe açığı ve işsizliğin düşük çıkması hızlı büyümeyi, enflasyon ise TL’nin değer kaybını yansıtıyor. Yani konjonktür analizi açısından 2011’i esas ilginç kılan büyüme ve döviz kurudur. Daha açık soralım. 2011’de ekonomi nasıl böyle hızlı büyüdü? TL neden değer kaybetti? Ve en önemlisi, bu süreçte iktisat politikalarının rolü ve sorumluluğu nedir?Cevaplar 2012 için kritik önemdedir. İktisat politikasına doğru teşhisin ön koşuludur. Dolayısı ile düzeltme biçimini (“yumuşak/sert iniş”) öngörmeye olanak sağlar. Önümüzdeki günlerde mutlaka ayrıntılarına gireceğim. Okuyucularıma 2012’de sağlık, refah ve huzur diliyorum.
Son iki yazıda çıkan yılı değerlendiriyoruz. Yıllarca sadece Türkiye’ye odaklandık. Dışarıyı ihmal ettik. Ama krizle birlikte küresel konjonktürün önemi arttı. Şartlara uyduk. Dünya ekonomisi ile başlıyoruz.Kısaca hatırlayalım. 2008 adeta bir kâbus havasında bitti. 2009’da saldırgan para ve maliye politikaları devreye girdi. “Büyük Buhran” çapında bir küresel felaket engellendi. 2010’da gelişmiş ülkelerde ilk toparlanma işaretleri belirdi.Ama dünya ekonomisi üzerindeki kara bulutlar bir türlü dağılmıyordu. Ben dâhil, pek çok iktisatçı, mali piyasaların iyimserliğini sorguluyordu. Başka yerlerde başka sorunların biriktiğine dikkat çekiliyordu. 26 Aralık 2010 tarihli yazımı şöyle bitirdim: “Dünya ekonomisi 2010’u beklenenden iyi geçirdi. Ancak reel dengesizliklerde düzeltme bir türlü devreye sokulamadı. Bu da başka dengesizliklerin tohumlarının atılmasına yol açtı. Dolayısı ile 2011’e zor bir miras bırakıyor.”Euro kriziKüresel düzeyde 2011’e damgasını vuran olay hiç tereddütsüz euro bölgesini saran kamu borcu krizidir. Yıl boyunca dünya kamuoyunu ve mali piyasaları meşgul etti. Euro bölgesinin, hatta AB’nin dağılmasına kadar giden senaryoları besledi.Doğal olarak, çeşitli vesilelerle ben de konuya girdim. Genelde daha iyimser kanatta yer aldım. Birkaç kez “merak etmeyin, euro dağılmaz, şu ya da bu şekilde bir çözüm bulunur” dedim.İktisatçı için euro bölgesinin sorunları kolaydır. Yunanistan müflistir; İtalya ve İspanya’nın ise likidite sorunları vardır. İlki borç silme gerektirir. İkincisi likidite verilerek çözülebilir. Her ikisi de teknik açıdan hem mümkün hem basittir.Çözümü zorlaştıran siyasettir. İki çözüm de geçmişte sorumsuz davrananların bugün bedel ödemeden sıyırmaları anlamına gelir. Bu durum geçmişte sorumlu davranan bölge ülkelerini rahatsız eder. Üstelik alacaklılar onlardır. Çözüme direnirler.Yeni öğrendim; Almanca “borç” sözcüğü suç kavramından türetilmiş. Euro krizini tırmandıran özellikle Almanya’da siyasi karar mekanizmasını etkileyen suçluları cezalandırma arzusudur. Teknik enstrümanların yetersizliği değildir.Ufuktaki “sert iniş”Küresel ekonominin önündeki temel sorun hâlâ aynıdır: ürettiğinden fazla harcayan (dış açık veren) ekonomilerle ürettiğinden az harcayan (dış fazla veren) ekonomiler arasında üretim-harcama dengesi nasıl yeniden tesis edilecek?“Yumuşak iniş” için ikinci grup ülkelerde tüketim artışının üretim artışının ciddi şekilde üzerinde seyretmesi gerekiyor. Maalesef 2010’da bu yönde olumlu bir gelişme sağlandığını söyleyemiyoruz.Dolayısı ile dünya ekonomisinde “sert iniş” ihtimali gözle görülür şekilde yükseliyor. Bir: Yeni mali çalkantılar gündemdedir. İki: Küresel büyüme yavaşlıyor; hatta tamamen durabilir. Üç: Politika opsiyonları geçmişe kıyasla çok daha sınırlıdır.Velhasıl 2011 dünya ekonomisi için tatsız bir yıldı. Korkarım 2012 onu da aratabilir.
Uzun bir Hindistan seyahati yüzünden yazılarım aksadı. Pazar ve Salı yazılarını önceden bırakmıştım. Ama Perşembe’yi kaçırdım. Türkiye’nin gündemi çok hızlı değişiyor. Dönüşte ancak eski gazeteleri okuyup yeni verileri toparlayabildim.Bu arada “Büyüme ve Enflasyon” yazısındaki grafikte vahim hatayı fark ettim. Seyahat öncesi telaşı olmalı. Seri adlarını ters yazmışım. Anlamı kalmamış. Doğru grafik aşağıdadır. Açıklamasını tekrarlıyorum.“2010 sonrası yıllık büyüme ve enflasyonu izleyelim. 2010 başında büyüme düşük (yüzde 1.3) ama enflasyon yüksektir (yüzde 9.6). Sonrasında büyüme yüzde 8’in üstünde seyrediyor. Enflasyon yüzde 6’ya geriliyor.”Küresel borsalar iyi bir hafta geçirdi. AB zirvesinden önemli kararlar çıktığını daha önce söyledim. ABD’nin göstergeleri de olumlu geliyor. Buna karşılık Çin’de sorunlar artıyor. Ayrıca yazmak istiyorum.İki olumlu gelişmeEylül istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından açıklandı. Ağustos-Ekim dönemini kapsıyor. İşsizlik oranı yüzde 8.8’e indi. Tarihi rekordur. 2005’te başlayan mevcut serinin en küçük işsizlik oranıdır. Mevsimlik etkiden arındırınca eğilim daha belirgin hale geliyor. Haziran’da işsizlik oranı yüzde 10.1 olmuştu. Üç ayda bir puana yakın düşüş gerçekleşti: yüzde 9.2. Tahmin ettiğiniz gibi 2005 sonrasının rekorudur. İstihdam düzeyi ile iç talep arasında çok güçlü ilişki vardır. Yani 2012’ye yüksek istihdam düzeyi ile girilmesi iyi haberdir. İç talepte ani bir daralma ihtimali azaltıyor. Yumuşak iniş hedefini destekler. Sevindiricidir. Kasım bütçe sonuçları Maliye Bakanlığı tarafından yayınlandı. Bütçe yılın son ayına 500 milyon TL fazla ile girdi. Tarihi bir rekordur. Kasım sonu itibariyle bütçe fazlası sadece bir kez oluşmuştu (2006’da 100 milyon TL). 2010’un başarılı bütçe performansı borç oranına yansıyor. Hazine Kasım borç stok verilerini açıkladı. TL’de değer kaybına rağmen borç artışı enflasyonun altında çıktı. Hükümetin 2012’de maliye politikasında manevra alanı genişliyor. İyi haberdir. Şundan bundanTÜİK’in 2010 gelir dağılımı hesabı medyada geniş yer buldu. Bence yeni bilgi taşımıyor. Son yılların tedrici iyileşme eğilimi 2010’da da sürüyor. Ancak, Türkiye’yi uluslararası karşılaştırmalarda “bozuk gelir dağılımı” grubundan çıkartamıyor. TÜİK ilginç bir veri daha yayınladı: Kazanç Yapısı Anketi 2010. Eğitim, yaş ve cinsiyete göre gelir farklarına bakıyor. 2006’da başlamış ama radarıma yeni girdi. Geçmiş yıllarla karşılaştırma yapma fırsatım olmadı. Perşembe toplanan Para Politikası Kurulu mali piyasaların itiraz ve eleştirilerini dinlemedi. Mevcut politika yaklaşımına güvendiğini ve sürdüreceğini teyit etti. Üstüne Cuma günü döviz satışını düşük tutarak piyasayı şaşırttı. Desteklediğim biliniyor.
Milli gelir analizine devam ediyorum. Üçüncü çeyrekte ekonominin beklenenden hızlı büyümesi, tartışmaları da canlandırdı. Eleştirilerin çoğuna aşinayız; bir süredir duyuyor, okuyoruz. Yüksek büyüme eleştirileri yoğunlaştırdı. Geri planda uygulanan para politikasından rahatsızlık yatıyor. Ayrışmaya “iki tarz-ı iktisat” demiştim. “Sıcak paracılar” yüksek faiz istiyor. Enflasyon tehdidini öne çıkartıyor. “Kurcular” esas tehlikeyi dış açıkta görüyor. TL’de değer kaybını savunuyor.İlk kesim yaratıcı davrandı. Kolay akılda kalan (ve çarpıcı) bir slogan üretti: “Türkiye yüzde 10’lar ekonomisi oldu”. Büyüme, dış açığın milli gelire oranı ve enflasyonun ulaştığı düzeye atıf yapıyor. Doğru lafa ne denir? Yıllık sayılara bakalım. Üçüncü çeyrekte büyüme yüzde 9,5’la tarihi rekor kırdı. Dış açık ekimde 78 milyar dolara yani milli gelirin yüzde 10’una ulaştı. TÜFE artışının yıl sonunda yüzde 10’u aşacağı da kesinleşti. “Ezber” gerçeğe uymuyorDış açık konusunu talebin bileşenlerini ele alırken dolaylı şekilde gördük. Üçüncü çeyrekte yüksek büyümeye rağmen dış talebin katkısı artıya geçti. TL’de değer kaybının da katkısını unutmayalım. Önümüzdeki dönemde bu eğilim güçlenecektir.Bugün enflasyona odaklanıyorum. Önce bir hatırlatma: Büyüme ile enflasyon arasında mekanik ilişki kuran ezberlere hep karşı çıktım. Tersine, enflasyonun her yerde ve daima son derece karmaşık bir sürecin sonucu olduğunu vurguladım. Şüphesiz, talebin, özellikle iç talebin canlılığı, fiyat artışlarını destekleyen ve hızlandıran faktörlerden biridir. Ama asla tek belirleyicisi değildir. Gerçekçi bir analizin mutlaka diğer koşulları hesaba katması gerekir.Dünya deneyimi bu yöndedir. İyi bilinen bir örneği tekrar hatırlatalım. Çin on küsur yıldır yüzde 10 ve üstü büyüme hızını düşük tek haneli enflasyonla sürdürüyor. Tersine örnek ise Türkiye’nin 1990’lı yıllarıdır.İlişkiyi yakın dönem sayılarında da göremiyoruz. 2010 sonrası yıllık büyüme ve enflasyonu izleyelim. 2010 başında büyüme düşük (yüzde 1,3) ama enflasyon yüksektir (yüzde 9,6). Sonrasında büyüme yüzde 8’in üstünde seyrediyor. Enflasyon yüzde 6’ya geriliyor. Bence grafik ayrıca açıklama gerektirmeyecek kadar açıktır.Mali disiplin ve enflasyonSık sorulan bir soru var: “enflasyon konusunda nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?” İlk bakışta haklı duruyor. Büyüme yüksek, TL değer kaybediyor, gıda fiyatları artıyor, enerji fiyatları düşmüyor. Ezbere göre enflasyonun da kopup gitmesi gerekiyor.Ben de bir soru ile cevaplıyorum. “Bütçe açığı milli gelirin yüzde 1’ini geçmeyen ama yüksek enflasyon yaşayan bir ekonomi örneği verebilir misiniz?” Boş yere yorulmayın. Böyle bir vaka yoktur. Olamaz. İşin püf noktası buradadır. Kalıcı yüksek enflasyonu daima yüksek kamu açıklarının para basarak finansmanı besler. Aman dikkat: Tersi de geçersizdir. Yani büyük kamu açıkları düşük enflasyonu dışlamaz. Kriz sonrası ABD yeterince kanıttır.Uzatmayalım. Bütçe disiplini ile enflasyonun gidebileceği yer bellidir. İç ve dış maliyet şokları ile yükselebilir. Ama orada kalamaz. Çıktığı gibi inişe geçer. Benden söylemesi.
Geçen hafta toplanan AB zirvesinde çözüm kararlılığı belirginleşti. Bütçe disiplininin sert kurallara bağlanması anahtardır. Denetimi AB kurumları yapıyor. Yani üyelerin egemenliği kısıtlandı. Uymayanlara otomatik işleyen cezalar getirildi.Buna karşılık mali piyasalar hiç mutlu olmadı. Tersine, tedirginlik arttı. Borsalar düştü. Euro-dolar paritesi 1.30’un altına indi. Neden? Çünkü arzulanan kurtarma operasyonu yapılmıyor. Almanya’nın dediği oldu.Ya İngiltere? Geçmişi ile tutarlıdır. Ortak Pazar kurulurken küçümsedi. Yerine bir serbest ticaret bölgesi denedi. Yürümedi. Mecburen girdi ama gönülsüz ortak oldu. Siyasi birliğe giden sürece taş koydu. Euroya katılmadı.Neden? İngiltere’ye özgü milliyetçiliğin hikayesi uzundur. Köşe yazısını aşıyor. Neticede tatsız bir köşeye sıkıştı. Bu süreç kolayca AB’den kopuşa dönüşebilir. Yazık ama doğrusu şaşırmam.Kredi kanalı kritiktirBüyüme analizi ile devam ediyorum. Perşembe günü talebin bileşenlerine baktım. Bir: Dış talep uzun süredir ilk kez büyümeye artı katkı yaptı. Döviz kurunun payı vardır. İki: Özel harcamaların artış hızı yavaşlıyor. Ancak hala çok yüksek seyrediyor.Bugün kredi kanalının büyümeye etkisini ele alıyorum. Güçlü özel harcamanın gerisinde kredi hacminde yaşanan patlama yatıyor. Merkez Bankası her fırsatta vurguluyor. “Yumuşak iniş” için önkoşul kredi hacminin denetimidir diyor.Piyasa ekonomisinde kredi kanalı kritiktir. Çünkü bankacılık sistemi gelir olmaksızın satın alma gücü yaratabilir. Merkez Bankası’nın para basması ile eşdeğerdir. Böylece özel kesimin kazanmadığı geliri harcamasına olanak sağlanır.Nitekim tarih boyunca para politikasının asli işlevi kredi kanalının kontrolü olmuştu. Kökten piyasacı zihniyet son yirmi yılda bu yaklaşımı terketti. Bedeli ağır oldu. Sonunda küresel kriz geldi. Eski yöntemlere “iade-i itibar” edildi.Net kredi ve nominal milli gelirBanka sisteminin yarattığı satın alma gücünü nasıl ölçebiliriz? Tek başına kredi artışı gerekli bilgiyi taşımaz. Mevduat artışını düşmek gerekir. Aradaki fark bankaların özel kesime sağladığı satın alma gücüdür. Nominal büyüklükler kullanılır.Karşılaştırma için cari fiyatlarla milli gelirdeki artışı alırız. Üçüncü çeyreğe bakalım. 2010’dan 2011’e mevduat 103 milyar TL, krediler 183 milyar TL, yani net kredi 80 milyar TL artmış. Halbuki nominal milli gelir artışı 52 milyar TL’de kalmış.Grafik milli geliri sütunlar, net kredi artışı doğru ile milyar TL olarak ifade ediyor. Son bir yıl boyunca net kredi artışı milli gelir artışından büyüktür. Ayrıca ara giderek açılıyor. Dış açığın kökenindeki diğer etken budur.Grafik çok öğreticidir. Para politikasının neden kredi kanalına odaklandığını açıklıyor. Kredi patlaması, aşırı değerli TL ile birlikte dengesizliğin temel nedenidir. Zapturapt altına alınması kaçınılmazdı.