Üçüncü çeyrek milli gelir verilerini değerlendiriyoruz. Büyüme hızı yüksek (yüzde 8,2) çıktı. 1998 bazlı seride üçüncü çeyrek büyüme rekoru 2000’de kırılmış (yüzde 8,6). İkincilik bu yılın. Doğrusu kötü çağrışımlar yapıyor.Milli gelir üretimi ölçüyor. Ancak farklı talep bileşimleri aynı üretim artışına yol açabilir. Dolayısı ile eğilimleri doğru teşhis edebilmek için talep kalemlerine inmek gerekiyor.Herkesi meşgul eden soru biliniyor. Milli gelirin yüzde 10’una tırmanan dış açık iç ve dış talep arasında çok ciddi bir dengesizlik anlamına geliyor. Dengesizlik artıyor mu? Yoksa düzelme işaretleri var mı?Bu tür analizlerde önemli bir husus gözden kaçabiliyor. İktisat politikasının amacı üretim artışını yavaşlatmak değildir. Talebin bileşimini değiştirmektir. Yani iç talep artışını yavaşlatırken dış talep artışını hızlandırmaktır.Özel harcamalar ve dış talepTalep kalemlerinin etkisini ölçmek için “büyümeye katkı” yöntemi kullanılıyor. Sadece o kalemin milli gelirde yol açtığı değişimi saptıyor. Her büyüme verisinden sonra bu hesabı yapıyoruz.Mevcut konjonktürde iç talebi özel kesim harcamaları taşıyor. Özel harcamalar ikiye ayrılıyor: Tüketim ve yatırım. Bunların kendi içinde bölünmesi bu aşamada ilgimizi çekmiyor. Çeyrek bazında büyümeye katkılarını buluyoruz.Dış talep mal-hizmet ihracat ve ithalat toplamından oluşuyor. İhracat ithalattan daha yavaş artarsa büyümeye eksi katkı yapıyor. Yani talep iç üretim yerine ithalata gidiyor. Aksi halde artı katkı yapıyor.Bizi aslında son bir yıl ilgilendiriyor. Ama biraz daha geriye gidiyoruz. Resesyondan çıkışın kesinleştiği 2010 ikinci çeyreğinden başlıyoruz. Grafikte çubuklar dış talebi, çizgiler özel tüketim ve özel yatırım harcamalarını ifade ediyor.Talebin bileşimi değişiyor2010’un ikinci çeyreğinde özel tüketim büyümeye 2.3 puan, özel yatırım 5.2 puan katkı yapıyor. Özel harcamalar toplamı yüzde 7.5 ediyor. Buna karşılık dış talep büyümeden 1.9 puan götürüyor. Üç kalemin toplamı yüzde 5.6’ya geriliyor. Özel tüketimin büyümeye katkısı 2011’in ilk çeyreğinde 8.8 puanla zirveye çıkıyor. Özel yatırımın katkısı zirveyi 2010’un son çeyreğinde 8 puanla görüyor. Dış talep ise aynı çeyrekte büyümeden 5.6 puan götürüyor.Zirveden sonra özel tüketim ve yatırımın katkıları düşüşe geçiyor. Son çeyrekte tüketim 4.7 puana, yatırım 3.1 puana iniyor. Toplamı yüzde 7.8 ediyor. Dış talebin seyri daha çarpıcıdır. Önceki beş çeyrek eksi gittikten sonra son çeyrekte artıya geçiyor (0.6 puan). Böylece üretimin özel talepten daha hızlı artmasını sağlıyor (yüzde 8,4).Sayılar açıktır. Üçüncü çeyrekte yüksek büyüme hızı özel kesim talebi ve dış talep arasındaki dengesizliğin azalmasına rağmen tutturulmuştur. Umut verici bir gelişmedir. Ekonomi yönetiminin elini güçlendiriyor.
Normal olarak bugün AB zirvesine bakardım. Pazar yazımdaki “çözüm yolunda bir dizi önemli adım atıldı” cümlesine bir okuyucudan “ne gibi?” sorusu geldi. Ama dün açıklanan dış açık ve büyüme verileri konuyu ikinci plana attı.Ekimde cari işlemler açığı geçen yıla göre yüzde 24 artışla 4.2 milyar dolar oldu. Daha büyük açık bekleniyordu. (4.5 milyar dolar). Yıllık açık 79 milyar dolarla zirveye tırmandı. Uzun süre kırılamayacak bir rekordur. Bundan sonra düşüşe geçer.Esas sürprizi büyüme yaptı. Piyasa üçüncü çeyrekte milli gelirin yüzde 7 civarında artacağını öngörüyordu. Pazar günü ben yüzde 7.5 demiştim. Karamsar kaldım. TÜİK’in hesabı yüzde 8.2 çıktı.Bu arada ilk çeyrek büyümesi 0.4 puan artışla yüzde 12’ye revize edildi. İkinci çeyrek değişmedi (yüzde 8.8). İlk dokuz ayın büyüme hızı yüzde 9.6, yıllık büyüme hızı yüzde 9.5 oldu. Son on beş yılın en yüksek yıllık büyümesi hızıdır.Dolar cinsinden yıllık milli gelir 793 milyar dolara yükseldi. Dış açık gibi bu da tarihi bir zirvedir. Bundan sonra düşüşe geçer. Makul büyüme hızları ile bile önümüzdeki yıl 750 milyar dolar iyimserdir. Dolar hesabını sevenlere kötü haberdir. Konjonktür sorularıMilli gelir konjonktür analizinin en temel girdisidir. Zaten baştan bu amaçla geliştirilmiştir. Bu nedenle konjonktürün yönünü kestirebilmek için iktisatçılar heyecanla üçüncü çeyrek milli gelir verilerini bekliyordu.İktisat politikası gündemini oluşturan üç kritik soruyu hatırlayalım. Ekonomi yavaşlıyor mu? İç taleple dış talep arasındaki dengesizlik sürüyor mu? “Yumuşak iniş” senaryosu geçerliliğini koruyor mu?Tek çeyreğin sonuçları ile bunlara kesin cevap vermek mümkün değildir. Gene de, düne kıyasla daha çok bilgimiz var. Bazı eğilimleri daha iyi görüyoruz. Dolayısı ile bazı sonuçlar çıkartabiliyoruz.“Şeytan ayrıntıda gizlidir”. Örneğin farklı talep kalemlerinin büyümeye katkılarına önümüzdeki günlerde bakacağım. Nedenlerini ve anlamlarını araştıracağım. Bugün verilerin bende bıraktığı genel izlenimi özetlemek istiyorum.Bir: Ekonomide yavaşlama işaretleri artıyor. İki: Dış açığa yol açan iç-dış talep arasındaki dengesizlik azalıyor. Üç: Sayılar “yumuşak iniş” ihtimalini kısmen de olsa destekliyor.Hızlı büyüme iyidirTürkiye ekonomisinin böylesine hızlı büyümesi sevinilmesi gereken bir olaydır. Bu konuda hiç tereddüt olmamalıdır. Her büyümenin sorunları vardır. Ama hiç biri büyümenin durması kadar mahzurlu değildir.Küresel kriz sonrası deneyimi bu açıdan çok öğreticidir. Büyüme dinamiği bir kez kırılınca arkası çorap söküğü gibi geliyor. Tatsız kısır döngüler başlıyor. Gereksiz yere ağır bir toplumsal bedel ödeniyor. “Kulağımıza küpe olsun” derim.
Beklenen AB zirvesi gerçekleşti. Gene ‘dağ fare doğurdu’ diyebilir miyiz? Hayır. Çözüm yolunda bir dizi önemli adım atıldı. Krizi kısa sürede sona erdirmeye yeter mi? Sanmıyorum. Bence genel eğilim doğru yöndedir.TÜİK’in açıkladığı Ekim sanayi üretimi verisi şaşırttı. Piyasa yüzde 4.5 artış öngörüyordu. Yüzde 7.3 çıktı. Halbuki ekonomide yavaşlama bekleniyordu. Yoksa tekrar hızlanıyor mu? Önümüzdeki ayları görmeden bir şey söylemek istemiyorum.IMF’in 4.üncü madde çerçevesinde Türkiye raporu özeti yayınlandı. 2012’de yüzde 2 büyüme ve yüzde 7.8 dış açık tahmin ediyor. Temmuz’a kıyasla büyümede 0.5 puan, dış açıkta 2 puan düşüş var. IMF-tarzı ‘sert iniş’ senaryosudur. Üçüncü çeyrek milli gelir verileri yarın sabah TÜİK tarafından açıklanıyor. Büyümenin yüzde 7.5 civarında gelmesini bekliyorum. Dolayısı ile yıllık büyüme yüzde 9’u geçecektir. 2011’de rekora yakın büyüme ihtimali güçlüdür.TÜİK verileriGeçen yazıda dünyada gıda fiyatlarına baktım. 1991 sonrasında IMF’in dolar cinsinden gıda maddeleri fiyat endeksini ABD tüketici fiyatları endeksine böldüm. Gıdanın nisbi fiyatında değişimi hesapladım.Sonucu hatırlayalım. 1991-2005 arasında gıdanın nisbi fiyatı düşüyor. Yani gıda maddeleri ucuzluyor. Sonrasında ise hızla yükselmeye başlıyor. 2011’de 1991’in yüzde 15 üzerine tırmanıyor. Yani ciddi şekilde pahalılanıyor.Bugün Türkiye’ye dönüyorum. TÜİK’in 2003 bazlı (mevcut) TÜFE verilerini kullanıyorum. 1994 bazlı endeksin zafiyetleri analizi daha geriye götürmeyi zorlaştırıyor. Neyse ki dünya gıda fiyatlarındaki artış dönemi ile örtüşüyor.Kapsam farkları da var. IMF endeksi özünde uluslararası ticareti yapılan temel gıda maddelerini izliyor. TÜFE’de ise işlenmiş ve işlenmemiş tüm gıda kalemleri yer alıyor. Taze sebze-meyva, et-süt-tavuk, vs. dahil, alkolsüz içecekler hariçtir. Mantık gene aynı. Gıda ve TÜFE’de mevsim etkisini temizliyoruz. Sonra ilkini ikinciye bölerek yeni bir endeks oluşturuyoruz. Gıdanın nisbi fiyatı düşünce endeks 100 altına iniyor. Tersi halde üzerine çıkıyor. Ayrıca nisbi gıda fiyatı trendini de hesaplıyoruz. Gıda pahalılanıyorSonuçlar grafiktedir. 2003 başından 2005 yazına kadar gıdanın nisbi fiyatı düşüyor. Sonra artışa geçiyor. 2008’de 2003 düzeyini yakalıyor. Ama artmaya devam ediyor. Kasım 2010’da ulaştığı zirve değeri ile dibe vurduğu Ekim 2005 arasında 16 puan fark vardır.Trend eğrisi gidişatı çok iyi özetliyor. Perşembe günü çıkan grafiği hatırlatırım. Bu eğilim dünya ile birebir örtüşüyor. Daha açık söyleyelim. Gıda fiyatlarında hızlı artış Türkiye’ye özgü değildir. Küresel eğilime paraleldir. Bu dönemde daha hızlı artan enerji fiyatlarının yarattığı maliyet baskısı çok vurgulanıyor. Gıdada nisbi fiyat artışı daha ılımlıdır. Ancak tüketim sepetinde gıda en büyük paya sahiptir. Yani enflasyona katkısı daha yüksektir.
Yıllık tüketici enflasyonunun çift haneye yaklaşması kamuoyunu tedirgin etti. Hak veriyorum. Kronik yüksek enflasyonun geçmişte yarattığı sorunlar ve tek haneye düşürmek için gereken fedakârlık iyi biliniyor. Kimse o günlere geri dönmeyi istemiyor.Bu durum enflasyon beklentilerine olumsuz yansıyor. Aralık ayı ilk beklenti anketi sonuçları dün açıklandı. 2012 ve 2013 için beklenen enflasyonda az da olsa bozulma var. Sinek küçüktür ama mide bulandırır. Geçen yazıda dolaylı vergi artışının ve TL’de değer kaybının etkilerine değindim. Talep baskısını ölçmek için kullandığım kira artışının yatay seyrettiğini gösterdim. Bilerek bir başka nedene girmedim. Gıda fiyatları daima haber konusudur. Özellikle taze sebze-meyve fiyatlarının oynaklığı iyi manşet çıkartır. Kasımda patlıcan fiyatının yüzde 70 zıplaması dikkat çekti. Ama konu çok daha derindir. Ayrıntısına girmek istiyorum.Gecikmiş bir hesapİnternet tüm dünyanın verilerine anında ulaşma olanağını sağlıyor. Gıda maddeleri fiyatlarına küresel düzeyde bakmayı bir süredir planlıyordum. Bir türlü elim değmedi. Bu kez üşenmedim. Verileri topladım.Hammaddeler için dolar cinsinden uluslararası fiyat endeksleri IMF sitesinde yer alıyor. 10 ayrı endeks var. Bazıları 1980’e kadar gidiyor. Gıda maddeleri fiyat endeksi 1991’de başlıyor. Ekim 2011’e kadar geliyor.ABD’de tüketici fiyat endekslerini (bizim TÜFE muadili) Çalışma Bakanlığı hesaplıyor. İlgili site çok kullanıcı dostu (www.bls.gov). Aylık seriler 1913’den başlıyor.Önce iki seriyi de 1990=100 bazında yeniden hesapladım. Böylece dolar cinsinden dünya gıda maddeleri fiyatları ve ABD tüketici enflasyonu karşılaştırılabilir oldu. Sonra gıda endeksini ABD’de tüketici fiyatlarına bölerek gıdanın nispi fiyatını buldum.Gıdanın nispi fiyatı artınca gıda enflasyonu genel enflasyonu aşıyor. Yani değer 100’un üstüne çıkıyor. Tersine, gıdanın nisbi fiyatı düşünce gıda enflasyonu genel enflasyonun altına düşüyor. Yani değer 100’un altına iniyor. Gıda fiyatlarına ne oldu?Sonuçları grafiğe dönüştürdüm. Olayın daha iyi anlaşılmasını sağlamak için ayrıca gıda maddeleri nispi fiyatının basit bir trendini (kalın çizgi) ekledim. Ortaya çıkan resim çok net ve ilginçtir. 1991-2002 arasında gıda maddeleri ucuzluyor: Yani nispi fiyatı düşüyor. Oynaklık var; örneğin 1996’da kısa bir süre endeks 100’ü geçiyor. 2001’de 60’la dibe vuruyor. Gıda maddelerinin en ucuz dönemidir. Sonra eğilim yön değiştiriyor. 2008’de gıdanın nispi fiyatı da 110’a yükseliyor. Büyük resesyon 80’e indirse de hızla toparlanıp 2011’de 115’le zirve yapıyor. Gıda maddelerinin en pahalı olduğu dönemdir. Gıdanın nispi fiyatı 10 yılda neredeyse iki katına çıkmıştır. Türkiye verileri ile devam edeceğim.
Kasım enflasyonu dün TÜİK tarafından açıklandı. İstanbul Ticaret Odası Ücretli Geçinme Endeksi uyarmıştı. Tüketici fiyatlarında artışın piyasanın beklediği yüzde 1.2’nin üzerinde geleceği ortaya çıkmıştı.Tüketici fiyatlarında (TÜFE) gerçekleşen artış yüzde 1.7 oldu. Böylece 11 aylık enflasyon yüzde 9.8’e, yıllığı ise yüzde 9.5’e tırmandı. Bir haber sitesi hemen “Enflasyon coştu” başlığını atmış. Ufukta çift haneli enflasyon vardır. Geçen Aralık’ta enflasyon küçük de olsa eksi gelmişti (yüzde 0.3). Yani yüzde 0.2 bile yıllık enflasyonun yüzde 10’a ulaşmasına yetiyor. Geçme olasılığı yüksektir. Tahminlerime baktım. Gıda fiyatları bir sürpriz yapmadığı takdirde tek haneye yavaş iniyor. 2012’nin ilk yarısı çift hane civarında geçer. Hedeflenen yüzde 5-6 düzeyine yaklaşması yılın son çeyreğine kalır. Her gördüğün sakallı...Ne oluyor? Türkiye eski yüksek enflasyon günlerine geri mi dönüyor? Enflasyonun yükselmeye başladığı dönemlerde vatandaş hemen huylanır. Haklıdır. Kırk yıl süren yüksek enflasyon dönemi toplumsal bellekte derin izler bırakmıştır.O nedenle artışın ne ölçüde geçici, ne ölçüde kalıcı olduğunu saptamak önem kazanıyor. “Her gördüğün sakallı baban değildir” denir. Uyarlarsak, fiyat artışının hızlanması ille de gelecekte öyle devam edeceği anlamına gelmez. İyi bilinen örnek dolaylı vergilerin artmasıdır. Geçmişte çok yaşadık. İstikrar paketi büyük zamlar getirirdi. Amaç maliye politikasını sıkarak enflasyonu denetim altına almaktı. Yani enflasyon önce yükselir sonra düşerdi. Döviz kurunda düzeltme de aynı şekilde çalışır. Bir yandan maliyetler üzerinden fiyat artışlarını tetikler. Aynı anda toplam talebi kısarak talep enflasyonu baskısını azaltır. Yine enflasyon önce yükselir sonra düşer. Kiradan al haberiDurum açıktır. Vergi artışları ve TL’nin değer kaybı yaşam maliyetini olumsuz etkiliyor. Önemli, çünkü sıradan vatandaşı yakından ilgilendiriyor. Nominal gelirini bu oranda yükseltemeyen kesimlerin reel geliri düşüyor. Buna karşılık enflasyonu kalıcı şekilde tırmandıracak bir talep baskısının işaretleri görülmüyor. Bu amaçla uzun süredir kira kalemini beraberce izliyoruz. Orada bir hareket yok; yıllık yüzde 4.6’ya takılıp kaldı. Mayıs 2007’den bu yana yıllık TÜFE ve kira artışları aşağıdaki grafikte yer alıyor. Az dalgalanan eğri kiradır. Artış hızı 2009 sonuna kadar TÜFE’den yüksek ama sonrasında altına iniyor. İki yıldır düşük ve yatay seyrediyor. Bilgilerinize...
Merkez bankalarının küresel likiditeye eşgüdümlü müdahalesi mali piyasaları sevindirdi. Borsalar uçuverdi. Sepet kur 2.14 TL’nin altına indi. Mali kesimde primlerin yıl sonu bilançosuna göre verildiğini hatırlatalım. Bankaların para politikasından şikayetleri bitmiyor. Koç Üniversitesi öğretim üyesi Cevdet Akçay nedenini çok güzel anlatmış. Aynen alıyorum.TCMB bankalardan bilançolarını genel çerçeve ve hedeflerle uyumlu hale getirmesini istedi. Bankalar ise para politikasının kendi bilanço hedeflerine tabi olmasına alışıktı. Sonunda kimin baskın çıkacağını öngörmek kolaydı. Bazıları dersini zor öğreniyor. ”TÜİK Ekim dış ticaretini, TİM Kasım ihracatını yayınladı. Sınırlı bilgi taşıyor. Yıllık dış ticaret açığı 107 milyar dolara ulaştı. Ama ithalat artışında yavaşlama işaretleri geliyor. Yeni eğilimler 2012 başında belirginleşir. Akım ve stok ayırımıTürkiye’nin dış dünya ile ekonomik ilişkilerinde ortaya çıkan tehlikeli dengesizliği inceliyoruz. Önceliği cari işlemler açığına verdik. Dış açıkta yaşanan patlamaya farklı açılardan bakmaya çalıştık. Muhasebenin “akım-stok” ayırımını hatırlayalım. Kâr-zarar hesabı ve bilanço ilişkisi özetler. Örneğin bütçe akım, kamu borcu stok göstergedir. Dış dengenin stok muadiline Uluslararası Yatırım Pozisyonu -UYP- deniyor. Merkez Bankası yayınlıyor. Kamuoyu dış açığı genelde dış borç artışına eşitliyor. Eksiktir. Doğrudan yabancı sermaye ve IMKB’de alınan hisseler de yabancılara karşı yükümlülük oluşturur. UYP bunları da kapsar.Dış açığı yakından izliyoruz. Maalesef UYP ihmal ediliyor. Arşivi taradım. Son 2008 baharında 2007’yi ele almışım. Halbuki bu yılın üçüncü çeyrek verileri yayınlandı.Eylül sonu itibariyle sayıları özetleyelim. Türkiye’nin 514 milyar dolar dış yükümlülüğü, 178 milyar dolar dış varlığı var. Toplayınca yabancılara net 336 milyar dolar yükümlülük bulunuyor. Milli gelire oranı yüzde 42’dir.Sevimsiz bir aritmetikKamu borç dinamiğine benzer bir aritmetik kullanabiliriz. Dış yükümlülük oranını sabitleyen dış açık oranını arayalım. Türkiye’nin ortalama büyüme hızını yüzde 5.5, ABD enflasyonunu yüzde 2 alıyorum. Reel kurun oynamadığını varsayıyorum.Doğrudan sonuçlara geçiyorum. On yıl boyunca net dış yükümlülükleri milli gelirin yüzde 42’sinde tutan dış açık oranı yüzde 2 çıkıyor. Dış açığın daha büyük olması halinde net yükümlülük oranı da yükseliyor. Ya dış açık bugünkü yüzde 10 düzeyinde kalırsa? On yıl sonra net yükümlülük oranı yüzde 85’e fırlıyor. Yönetimin sürdürülebilir dış açık kabul ettiği yüzde 6 bile on yılda yüzde 60’a taşıyor. Görüldüğü gibi, aritmetiğin sonuçları tek kelime ile sevimsizdir. Sürdürülebilir net yükümlülük tanımlanabilir mi? Araştırmalar yüzde 40’ın üzerine ciddi kırılganlık nedeni diyor. Türkiye o eşiği dört yıl önce aşmıştı. TL’nin değeri açısından kritik önemdedir. Yokmuş gibi yapamayız.
Ekonomide kriz bekleyişinin iyice yaygınlaştığını bana yönelen sorulardan izliyorum. Şu sıralarda kimi görsem gelen krizin ciddiyeti hakkında beni yokluyor. Biraz deşince insanların bayağı karamsar olduğu ortaya çıkıyor. İlginç şekilde, vatandaşın görüşü kredi derecelendirme kuruluşlarının analizi ile örtüşüyor. Her zaman böyle olmaz. İkisi de ekonominin temel kırılganlık nedenini her ay yeni rekorlar kıran dış açıkta görüyor. Üçüncü çeyrek ödemeler bilançosunun yayınlanmasından sonra ben de dış açığı pertavsız altına aldım. Yapısal değişimin içerdiği ana eğilimleri saptamaya çalıştım. Doğal olarak iktisat politikası çıkarsamaları ile ilgileniyorum. Özellikle dış açıkla TL’nin değeri arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışıyorum. Daha açık söyleyeyim. Sürdürülebilir dış açık için gerekli döviz kurunu kestirmeye çalışıyorum. Bugünkü düzey yeterli mi? Yoksa TL’nin daha fazla değer kaybetmesi mi gerekiyor?Basiretim bağlanmışOECD’nin Türkiye için 2012 tahminleri medyaya yansıdı. Kamuoyu daha çok büyümenin yüzde 3’e indirilmesine odaklandı. Ayrıntılara girilmedi. Ama raporu hazırlayan Rauf Gönenç beni uyardı. Dış açık grafiğine dikkatimi çekti. Müteşekkirim.Ne göreyim? Dış açığın hayati bir ayrıntısını atlamışım. Dış açığa ve enerji-hariç dış açığa bakarken enerji açığını tek başına izlememişim. Basiretim bağlanmış. Kritik bir gelişmeyi böylece kaçırmışım. Hemen excel dosyalarıma geçtim. Veriler zaten vardı. Basit bir çıkartma işlemi ardından grafiği çiziverdim. Enerji kökenli dış açık ile enerji-hariç açığın zaman içinde değişimi görünürlük kazandı.Hazırladığım çok sayıda grafikten birini aşağıya koydum. Kolay izlenmesi için 2005’ten başlatıyorum. 2011’in üçüncü çeyreğine kadar geliyor. Sayılar yıllık ve milli gelirin yüzde oranı. Alt çizgi enerji açığını, üst çizgi enerji-hariç açığı ifade ediyor. Kritik bir eğilimEnerji açığı istikrarlı seyrediyor. 2005 başında milli gelirin yüzde 3,4’ünden küresel kriz öncesinde yüzde 5,5’a yükseliyor. Krizde yüzde 4,1’e iniyor. Sonra tekrar zirveyi yakalıyor. Dönem sonunda enerjinin dış açık artışına katkısı 2 puanda kalıyor.Ya enerji-hariç açık? 2005 başında yüzde 0,3 iken kriz öncesinde yüzde 1,5’a yükseliyor. Krizde enerji-hariç denge yüzde 2 fazla veriyor. Sonra açık patlıyor; yüzde 4,1’e tırmanıyor. Yani dış açık artışına 3,8 puan katkı yapıyor. Enerjinin iki katıdır. Analizi geçmişe uzatınca eğilim daha da vahimleşiyor. Örneğin 1998-2002 arasında enerji-hariç denge yüzde 2,4 fazla, enerji ise yüzde 3 açık veriyor. 2011’le karşılaştırınca, uzun dönemde enerji-hariç dengede bozulma 6,1 puana sıçrıyor. Bence döviz kuru açısından resim çok nettir. Enerji ithalatı kura duyarsızdır. Ve dış açık artışına etkisi sınırlıdır. Enerji-hariç açık kura duyarlıdır. Ve patlayan odur. Yani kırılganlığın esas nedenidir. Buraya bir mim koyun derim.
Toplumun doğa gibi dışarıdan kontrollü deneye izin vermediği çok vurgulanır. Doğrudur. İktisatçı toplumu kurduğu modele göre şekillendiremez. Ama modeli ile iktisat politikasına yön verir. Teori topluma dolaylı şekilde, iktisat politikası ile müdahale eder. Böylece devreye tarih girer. Uygulanan politikaların sonuçları zamanla görülür. Modelle tutarlı olup olmadığı ortaya çıkar. Toplumla ilgili tüm teorilerin nihai sınavı bizzat tarihin kendisi olur. Tarih ise çok gaddardır. Modelin şıklığına ve matematik mükemmelliğine aldırmaz. Asla affetmez. Sınavda sıfırı çakar. Örneğin bir mali krizle o güne kadar rakipsiz duran güzelim teorileri tarihin çöplüğüne yollayıverir. Bu açıdan fevkalade ilginç ve heyecanlı bir dönem yaşıyoruz. Dünün güvenilen doğruları öyle boşlukta kalıverdi. Yerine neyin geleceği bilinmiyor. Meslektaş sohbetlerinde bu günleri görmekten duyduğum mutluluğu ifade ediyorum. Kim bırakacak?Euro bölgesi dağılır mı? Nasıl dağılır? Etkisi ne olur? Bunlar ve benzeri sorular artık uçuk kabul edilmiyor. Tersine, saygın iktisatçılar bile euro’nun dağılması üzerine senaryolar yazmaya başladı. Benim de ilgimi çekiyor. İki ayrı dağılma biçimi olabilir. Biri, kamu borcu ve dış açıkla boğuşan üyelerin euro’yu bırakmalarıdır. Öncelikle akla Yunanistan geliyor. İtalya, hatta İspanya da onu izliyor. Zayıfların ayrılması hâlidir.Diğeri, kamu ve dış dengesi güçlü üyelerin euro’yu bırakmalarıdır. Bu kategoride başı Almanya ve Hollanda çekiyor. Başka kuzey ülkeleri de var. Dolayısı ile güçlülerin kaçması hâlidir. Klasik “siyasi bölünme” sürecini andırıyor. Yugoslavya ilkine örnektir. Sırp milliyetçiliği diğer milletlerin kopmasına neden oldu. Sovyetler Birliği ise Rusya’nın çekilmesi sonucunda dağıldı. Hangisini daha muhtemel? Yunanistan’a euro’yu bırakmasını öneren çok iktisatçı var. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Şimdilik ikincisine yönelik işaret az; ne var ki bu kaygan zeminde hızla değişebilir. Dağılmanın maliyetiEuro’nun dağılma sürecinin maliyeti makul düzeyde tutulabilir mi? “İntizamlı” dağılma mümkün mü? Cevabı hayır. Oyun teorisi terminolojisi ile, “kazan- kazan” ya da sıfır toplamlı değildir. Tersine, iki senaryo da “kaybet-kaybet” hâlidir. Tüm üyelerin mali kesiminde büyük hasar oluşur. Ödemeler sistemi ve kredi kanalı donar. Talep ve üretim çöker. İşsizlik patlar. Keyfi servet transferleri olur. Velhasıl hepsi ağır toplumsal ve siyasi bedel öder. İki senaryo arasında maliyetin üyeler arasında dağılımı açısından fark var mı? Örneğin ilk inisiyatif alan daha az hasarla atlatır mı? Yunanistan ayrılsın diyenler galiba bunu hesaplıyor. Ben o kanıda değilim. Sıralama sonucu etkilemez.Neticede, euro bölgesini dağıtmamak tüm üyeler için birinci tercihtir. Bence en gerçekçi senaryo da odur. Çözüm ihtimalinin hâlâ yüksek olduğunu düşünüyorum.