Temmuz istihdam ve işsizlik verileri dün TÜİK tarafından açıklandı. Haziran-eylül dönemini kapsıyor. İşsizlik oranı yüzde 8,4 ile geçen yılın 0,7 puan altında çıktı. Ancak, mevsim etkisi arındırılınca geçen aya kıyasla 0,2 puan artışla yüzde 9,1’e yükseldi.İşsizlik yükselişe geçer mi? Bence evet. Yaza kadar ekonomide yavaşlamaya rağmen hizmet kesiminde güçlü istihdam artışı vardı. Eninde sonunda duracaktı. O noktaya gelindiği anlaşılıyor. Ekonomi yönetimi için kötü haberdir.Para Politikası Kurulu perşembe toplanıyor. Kurulun önünde zor bir gündem var. Reel veriler (dış açık, sanayi üretimi, istihdam) para politikasında gevşemeyi destekliyor. Ama son zamlar fiyat istikrarını bozuyor. Sonucu merakla bekliyoruz.Özel para olur mu?Küresel düzeyde mali piyasalarla reel ekonomi arasındaki bağın iyice koptuğunu epeydir vurguluyorum. Son dönemde daha da belirginlik kazandı. Mali piyasalar adeta başka bir gezegende yaşamaya başladı.Medyada izliyoruz. Dünya konjonktürü hızla bozuluyor. IMF büyüme tahminlerini aşağı çekti. Euro krizinde kalıcı bir çözüme bir türlü ulaşılamıyor. ABD’de otomatik bütçe kesintileri yılbaşında devreye giriyor. Çin yavaşlıyor.Ama reel ekonominin yaşadığı sorunlar mali varlık fiyatlarının rekordan rekora koşmasını engellemiyor. Çünkü zengin ülkelerde reel sorunlar arttıkça merkez bankaları daha da çok likidite yaratıyor. Yani sürekli dolar, euro, sterlin, yen vs. para basıyor.Modern ekonominin zor konularından biridir. Devlet para basmayı tekeline alıyor. Böylece devreye siyaset giriyor. Halbuki parayı özel kurumlar basabilse siyasetçi karışamazdı. Acaba böyle bir para sistemi mümkün olabilir mi?Paco Ahlgren’in 2007’de yayınladığı kitabına (Ölümsüz: çev. D. Günkut, Siren Yay. İstanbul 2008) daha önce iki kez değindim. Doların yerini bir özel paranın aldığı dünyayı anlatıyor.Bu yönde görüşlere ABD sağında rastlıyoruz. Örneğin Kongre üyesi Ron Paul uzun süredir Fed’in kapatılmasını savunuyor. Küresel kriz sonrasında daha çok ilgi görmeye başladı.“Bitcoin” geliyor mu?The Economist sayesinde haberim oldu. Makalenin başlağı çok ilginç: Anonim Paracılar (Monetarists Anonymous). Hem ünlü hacker grubuna, hem Keynes-karşıtı iktisat okuluna referans veriyor.Meraklılar ayrıntılarını Wikipedia’daki uzun yazıdan öğrenebilir. 2009’da kimliği meçhul ama Japon isimli biri tarafından başlatılmış. İngilizce adı “Bitcoin”. Acaba “Bitsikke” diyebilir miyiz?Fevkalade önemli bir özelliği var. Basım ve kullanımında bir devlete, merkez bankasına ya da benzer kuruma ihtiyaç yok. İnternette ademi merkeziyetçi bir sistem içinde üretiliyor ve denetleniyor. Diğer paralara göre fiyatı arz-talebe göre belirleniyor.Saçma sapan uçuk bir proje mi? Doğrusu bilemiyorum. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Gelişmiş ülke merkez bankaları ortalığa böyle para saçarken yeni neslin onların paralarına alternatifi internette üretmesi beni şaşırtmaz.
Derecelendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye’nin notunu yükselteceği rivayeti mali piyasaları heyecanlandırdı. İMKB rekor kırdı; TL diğer gelişen ülke paralarından ayrışıp değer kazandı; faiz düştü vs. Dereyi görmeden paçaları sıvamayın derim.IMF başkanı Lagarde, Tokyo’da ilginç bir çıkış yaptı. Büyümenin önemini vurguladı. Kemer sıkmakta aşırıya gidilmemesini önerdi. Almanya tepki gösterdi. Ekonomi yönetiminin tavrını merak ettim. OVP’den şikayetim var. Kamu dengesini geçen yılın tahminleri ile karşılaştırmak istedim. Ama tanımlar ve tablolar değişmiş. Mutlak verilerin yerini milli gelire oranlar almış. İşin içinden çıkamadım. Hesap verilebilirlik ilkesinin ihlalini protesto ediyorum. Ağustos ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Cari işlemler açığı 1.2 milyar dolarla beklenenin altında geldi. Enerji-dışı denge krizden bu yana ilk kez fazla verdi. Yıllık açık 59 milyar dolara geriledi. İyi haberdir.Büyüme ve mali istikrarSosyal ortamlarda giderek daha çok ekonomi konuşuluyor. İşler iyi giderken ekonomiden pek söz edilmez. Konu açılsa bile insanların dikkati çabuk dağılır. Şimdi ekonomi tartışması heyecan yaratıyor. Hayra alamet değildir. “Gaz-fren” muhabbeti yararlı olmuş. Doğrusu küçümsemiştim. Yanılmışım. Güncel yaşamdan bu tür benzetmeler aslında nüansları karartıyor. Ama vatandaşın esas politika tercihlerini algılamasını kolaylaştırıyor. Duruşunu belirlemesine olanak sağlıyor.Açmazı herkes kavrıyor. Türkiye’de mali istikrarla büyüme arasında uyumsuzluk oluştu. Nedenler ikincil; neticede gelinen noktada mali istikrarı sürdürebilmek için bir süre büyümeden fedakarlık gerekiyor. Ama iki soru var. Ne kadar? Ne süre ile?İki “tarz-ı iktisat” sohbete de damgasını vuruyor. Bazıları önceliği bütçe disiplinine ve kur istikrarına veriyor. “Sıcak paracıların” lobi gücü biliniyor. Diğerleri ihracatı, düşük faizi, canlı iç pazarı savunuyor. “Kurcuların” da artık seslerini duyurduğuna delildir.Seçimler ve ekonomiDoğal olarak, laf dönüyor dolaşıyor siyasete geliyor. Hükümet içinde iktisat politikası ayrışmasının keskinleştiği yönünde az çok fikir birliği oluşmuş. Ekonomi yönetimi “kurculara” daha yakın görülüyor. Ne kadar direnebilecekleri merak ediliyor.Geri planda, Türkiye’nin kritik bir seçim dönemine girmesi yatıyor. 2015 yazına kadar yerel, cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri yapılıyor. Önemli çünkü ekonomik durgunluk seçimde iktidarın oyunu olumsuz etkiliyor. Daha açık soralım. Seçime giden iktidar hangisini tercih eder? Mali piyasaları sevindiren istikrarı mı? Vatandaşı mutlu eden ekonomik canlılığı mı? Sanırım buna verilen cevabı tahmin ettiniz. Hükümetin yılbaşında palamarlara koyuvermesi bekleniyor. Popülist politikalar tek opsiyon mu? Sohbette tek profesyonel iktisatçı bendim. Az konuşmaya çalıştım. Konuşmanın sonunda ekonomi yönetiminin yazdığı farklı senaryoyu kısaca anlattım. Yerim bitti; bu ilginç konuyu bir başka yazıya bırakıyorum.
İki günde üç önemli iktisat politikası metni yayınlandı. Kötü rastlantı diyebiliriz. İşim zorlaştı. Öncelik sıralaması yaptım; Orta Vadeli Programla (OVP) başlıyorum.Geçen ay bir IMF heyeti 4’üncü madde görüşmeleri için Türkiye’ye geldi. Özet rapor IMF ve Hazine’nin sitelerine kondu. IMF’in analizlerini okumak daima ilginçtir. Satır aralarında yararlı bilgiler yer alır. Genelde olumlu bir hava var.IMF’in Dünya Ekonomik Görünüm raporu açıklandı. Temmuzdaki ara rapora göre 2012 ve 2013’te dünya büyüme tahminini aşağı çekti. Şimdi 2012 büyümesini yüzde 3,3 tahmin ediyor. Ama Türkiye tahminini yüzde 3’e yükseltti.Ağustos sanayi üretimi tahmininde fena yanıldık. Geçen yıla göre yüzde 1,5 düşüş çıktı. Başta uzun bayram tatili, geçici etkenlerden kaynaklandığı kanısındayım. Eylülde telafi eder. Zaman serilerinde böyle dalgalanmalar olağandır.OVP neden önemli?Her yıl bütçenin Meclis’e sunulmasında önce kamuoyuna açıklanan OVP hükümetin temel iktisat politikası metnidir. Okurken aklıma iki yıl öncesinin Mali Kural tartışmaları geldi. Maliye politikasında esneklik kalmayacağı için karşı çıktım. Sonunda kabul edilmedi. OVP’nin çok daha kullanışlı olduğu bugün daha iyi görülüyor.OVP’deki sayıların nitelik farkını iyi anlamalıyız. Biri hariç, hepsi tahmindir. Fiili gerçekleşmeyi iç ve dış koşulların seyri belirler. Büyüme, enflasyon, kur, istihdam, faiz, dış açık, bütçe dengesi vs. bu kategoridedir. Tutmaları şans eseridir. Buna karşılık sayılardan biri tahmin değildir; taahhüttür. Hangisi? Hükümetin doğrudan denetlediği kamu harcamaları. Maliye politikası duruşunu özetleyen kritik sayıdır. Tutturulması gerekir. Böylece hükümete hesap sorma fırsatını da verir. Diğer tahminleri küçümsemiyorum. Tersine, bunlar ekonomi yönetiminin hedef ve beklentilerini yansıtır. Yazılan konjonktür senaryosu hakkında bir fikir verir. Muhtemel politika tepkilerini öngörme olanağını sağlar. OVP’nin yararlı işlevleridir.Muhafazakâr duruşHatırlatırım. Son zamlardan sonra “tarz-ı iktisat” üçe çıktı dedim. “Kurcular” ve “sıcak paracılara” ekonomi yönetiminin “orta yolcularını” ekledim. Düzeltmeyi zamana yayma çabasının AKP’nin benimsediği “muhafazakar” sıfatına uygun düştüğünü söyledim. OVP’nin ekonomi politikası duruşu bu tanıma tam uyuyor. Haberlerde okudunuz. Maliye politikası biraz sıkılıyor. Büyüme biraz düşüyor. Döviz kuru biraz kıpırdıyor. Dış açık ve enflasyon biraz geriliyor. OVP’deki hedef ve tahminlerin içsel tutarlılığı var mı? İlk bakışta evet ama derinlemesine analize zamanım olmadı. Gerçekçi mi? Bence hedeflenen bütçe harcamaları tutturulur. Buna karşılık tahminlerde ciddi sapmalar bekliyorum. OVP’nin yararlarına yukarıda değindim; devam edeceğim.
Almanya Başbakanı Merkel bugün Atina’yı ziyaret ediyor. Çok hareketli ve heyecanlı geçeceği kesindir. Euro krizinde geleceğe kaçma olanakları bitiyor. Yunanistan’ın durumu yeni yıla kalmadan açığa kavuşur. “Mutlu son” olur mu? Düşük ihtimaldir.ABD’de seçim kampanyası kızışıyor. General Electric’i dünyanın en büyük şirketi yapan eski CEO Jack Welch hükümeti işsizlik oranını düşük göstermekle suçladı. Galiba ABD bize benzemeye başladı. Neyse ki ciddiye alan az. Kavga özellikle iktisat politikalarında yoğunlaşıyor. Keynes’çiler Obama’dan, Keynes karşıtları Romney’den yana tavır aldı. Türkiye’de bütçenin sıkılmasını beğenenlerin tercihini merak ediyorum. Tutarlılık Romney’ci olmalarını gerektirir. Değil mi?Merkez Bankası İstanbul’da zorunlu karşılıklar ve makro-ihtiyati politikalar üzerine bir toplantı düzenledi. Açılışı mesleğin ustalarından Charles Goodhart yaptı. Enflasyon hedeflemesinin mucididir. Yeni politikaları destekledi. Ağustos sanayi üretimi bugün açıklanıyor. Üçüncü çeyrek için önemli bir öncü göstergedir. Piyasa geçen yıla göre yüzde 2.2 artış öngörüyor. Bana düşük geldi. Son iki ay civarını (yüzde 3 ve artı) daha makul buluyorum.Mali kırılganlık azaldıSuriye ile çatışmaya mali piyasa tepkisinin sınırlı kalması insanları şaşırtmış. Çevremden gelen sorulardan anlıyorum. Doğal olarak öncelikle döviz kuru izleniyor. Malum, Türkiye’de kriz kurun tırmanması ile tanımlanır. 2003 Mart sonuna baktım. Türkiye Irak savaşına taraf değildi. Ona rağmen sepet kur derhal 1.70 TL’den 1.80 TL’ye yükselmiş (10 kuruş). Bu kez 2.05 TL’den ancak 2.07 TL’ye çıktı (2 kuruş).Nedeni açıktır. Arada geçen süre içinde Türkiye’nin mali kırılganlığı ciddi şekilde azalmıştır. Kamuoyu kabullenmekte zorlanıyor. Ama mali piyasa profesyonelleri bu gerçeği çoktan öğrendi. TL’yi “güvenli liman” görmeye bile başladı.İlk neden sağlıklı kamu maliyesidir. Büyük ülkeler arasında en düşük net borç oranı Türkiye’dedir. Artıyor denen bütçe açığı büyük ülke ortalamasının çok altındadır. Bu koşullarda ülke riskinin düşük olması doğaldır.Diğeri konjonktür politikalarıdır. Maliye politikası sıkıldı. Para politikası gevşek değil. Neticede dış açık daralıyor. Büyüme yavaşlıyor. Vatandaş için kötü haberdir. Ama mali piyasa bayılır. Aradaki çıkar zıtlığına dikkat çekerim.Reel ekonomi tekliyorDolayısı ile sorunlar reel ekonomide birikiyor. Eski ezberleri artık bırakalım. Bir ekonomi mali çalkantı olmadan pekâlâ yavaşlayabilir, işsizlik yükselebilir. Altını çiziyorum: Resesyonun tek nedeni mali istikrarsızlık değildir.Suriye ile gerginliğin reel ekonomiye olumsuz etkileri belirsizlik ortamından kaynaklanıyor. Güvensizlik iç talebi düşürüyor. Tüketim ve yatırım harcamaları kısılıyor. Zaten tekleyen ekonomi iyice yavaşlıyor.Benzer bir mekanizma dış talebi zorluyor. Çatışma uzayıp sertleştikçe hem ihracata hem turizme ciddi darbe vuracaktır. Savaş riski olan bir ülkeye mal almaya ya da tatil yapmaya kim gelir?Velhasıl mali piyasa sükunetine aldanmayın; reel ekonomiyi sıkıntılı günler bekliyor.
Yurt dışına gidince gündem zor izleniyor. Geçen Cumartesi İstanbul’da hayvan haklarını savunan bir gösteri yapıldı. Bildiğim ilk kez oluyor. Gelişmenin bir göstergesi de toplumsal duyarlılıkların çeşitlenmesidir. Sevindiricidir.Bir başka ilk, askeri vesayet rejiminin kuruluş ve devamında sivil kadroların rolünün TBMM tarafından soruşturulmasıdır. Bir: Meclis doğru adrestir; rejimi korumak asli görevidir. İki: Sürecin kendisi önemlidir; pratik sonuç vermesi gerekmez. Destekliyorum.Bir süredir yazmak istiyordum, denk düşmedi. THY bence müthiş bir başarı hikayesidir. Hem büyüdü hem kaliteyi arttırdı. Son reklamını çok beğendim. Zevkli ve yaratıcı buldum. Katkısı olan herkesi kutluyorum. Merkez Bankası, Eylül enflasyon raporunu yayınladı. Analizimiz örtüşüyor. Talep baskısı işareti görmüyor. Son zamların TÜFE’ye etkisini 1.2 puan hesaplıyor. Bu durumda yıl sonu tahminimi yüzde 7.3’e çekiyorum.Maliyetsiz savaş olmazKritik olay, Suriye’den atılan top mermilerinin Türkiye’ye düşmesi ve can kaybına yol açmasıdır. Hafızamı zorladım; benzerini bulamadım. Hemen misilleme yapıldı. Zaten Türkiye’nin sınır ötesinde askeri operasyonu boldur. Suriye ile bir askeri çatışmaya girilir mi? Sanmıyorum. Kamuoyu araştırmaları toplumda ciddi bir çoğunluğun bu savaşı istemediğini gösteriyor. Vatandaşın sağduyusunu yansıtıyor. Savaşın ağır bedelini kimin ödeyeceğini biliyorlar. İlginç şekilde piyasada bir çalkantı oluşmadı. Dolar kuru gün içinde sadece 2 kuruş yükseldi. Sonra tekrar geriledi. Faize etkisi de benzer seyretti. Türkiye ekonomisinin kırılganlığının ne kadar azaldığının en somut kanıtıdır.Mali piyasanın sükuneti bizi aldatmasın. Genel kanı savaş çıkmayacağı yönünde idi. Piyasalar onu satın aldı. Ciddi bir askeri çatışmanın ekonomik, insani, vs. yaratacağı hasar ise havsalamızın alamayacağı kadar büyüktür. Şunu iyi bilelim ki, maliyetsiz savaş olmaz. Böyle bir şey henüz keşfedilmedi. Süper güç ABD bile hep kendi toprağı dışında savaşmasına rağmen beceremedi. Dolayısı ile diğer sonuçları ne olursa olsun, “Savaşa hayır!” cephesinde yer alıyorum. Soğuğu bile perişan ederSürekli savaş tehdidinin bile bir toplumun dokusunu nasıl bozduğuna örnek çoktur. 1945-1990 arasında “soğuk savaş” dendi. Sovyetler Birliği ile ABD ölümcül bir askeri rekabete girdi. Sovyet ekonomisi daha zayıftı. Yükü kaldıramadı. Sonunda dağıldı.Aynı süreç İran’da yaşanıyor. İran yönetimi Batı’ya karşı bir başka soğuk savaşı sürdürebileceğini zannetti. Petrolüne güvendi. “Dış düşman” algısı bir süre toplumsal destek sağladı. Ama bozulan ekonomi vatandaşı zorladı. Ekonomik kriz daima siyasi krizin ebesidir. Özellikle hükümeti uyarıyorum. Türkiye’nin bir an önce her türlü savaş ortamından uzaklaştırılması gerekiyor. Suriye bir boyutudur. Daha önemlisi (ve acili) Kürt sorununa çözümdür. Barışa evet!
Son yazımda bir daktilo hatası canımı sıktı. Kore’ye kıyasla kişi başına geliri 2002’de ve 2011’de aynı (yüzde 49) yazmışım. Halbuki 2002’de yüzde 46 idi. Nitekim grafikte artış var, metinde öyle diyor. Nasıl atlamışım, bilemiyorum. Özür dilerim.The Economist dikkatimi çekti. Avrupa Merkez Bankası internet sitesine “Para Politikası Oyunu” koymuş. Göstergelere bakarak faizi saptıyorsunuz. Sonunda başarı puanı da veriyor. Çatpat İngilizce bile yeterli. Para politikası meraklılarına duyurulur.Merkez Bankası işçi hesaplarından kurtulmaya çalışıyor. Bir yıl ve üstü vadeli euro mevduatı faizini yüzde 0,5’e indirdi. O kadarını Alman bankaları bile veriyor. Kibarca paranızı çekin demeye getiriyor. Yararlıdır.İki zıt eğilimEylül enflasyon verileri dün TÜİK tarafından yayınlandı. Birbiri ardına gelen dolaylı vergi artışlarının ve fiyat ayarlamalarının bu aya etkisinin sınırlı olacağı biliniyordu. Bu kez piyasa tahmini tam tuttu.Kısaca özetleyelim. Hem tüketici hem üretici fiyatları aynı oranda arttı: Yüzde 1. Tesadüftür; bazen böyle denk gelir. Geçen yıl TÜFE artışı yüzde 0,8’di. Yıllık enflasyon ağustosa göre 0,3 puan artışla yüzde 9,2’ye yükseldi. Buna karşılık yıllık ÜFE 0,6 puan düşüşle yüzde 4’e geriledi.Tüketici fiyatları üzerinde iki zıt yönde baskı var. Dolaylı vergi artışları ve fiyat ayarlamaları enflasyonu yukarı itiyor. Yani “yaşam maliyeti” yükseliyor. Başka türlü olamazdı; zaten zamların amacı vatandaşın reel gelirini kısmaktı.İç talebin daralması ise enflasyonu aşağı itiyor. Taleple birlikte mal-hizmet satışları geriliyor. Pazarın küçülmesi rekabeti yoğunlaştırıyor. Üretici fiyat artışına gidemiyor. Kurun yatay seyretmesi de bu eğilim destekliyor.Toplamı ne olur? Kısa dönemde “yaşam maliyeti” etkisi güçlüdür. Girdi maliyeti artan sektörler de fiyat artışına gitmek zorunda kalır. Ancak uzun dönemde talep yetersizliği öne çıkar. Özellikle hizmet fiyatları gevşedikçe enflasyon başını aşağıya çevirir.Talep göstergeleriTalep baskısına dönelim. Merkez Bankası’nın önemsediği “çekirdek enflasyon” (ÖKTG-I) Eylül’de yüzde 0,1 çıktı. Mevsim etkisi arındırılınca yüzde 0,3 oluyor. Yıllık artış yüzde 6,7’ye geriledi. Hatırlatma: Kış aylarında yüzde 8’in üzerinde seyrediyordu.Benim “gerçek kira” kalemini sevdiğim biliniyor. Talep baskısını ve fiyatlama davranışlarını iyi yansıtıyor. Ağustosta kıpırdanma işareti vardı. Yıllık yüzde 5,2’ye yükseldi. Eylül devam etmedi. Yüzde 5,1’e indi.Bir süredir berber fiyatlarını ihmal ettim. Kadın ve erkek berber fiyatları ağırlıklı ortalamasını (kadın yüzde 70) izliyorum. Eylülde yıllık artış yüzde 8’e indi. Son on altı ayın en düşük berber enflasyonudur.“Yaşam maliyeti” artıyor ama fiyatlar üzerinde talep baskısı yok... Merkez Bankası nasıl tepki verir? Nasıl tepki vermeli? Önümüzdeki günlerde en çok tartışılacak iktisat politikası konusu budur. Katılacağımdan emin olabilirsiniz.
Üç günlüğüne yurt dışındayım. Pazar günü Başbakan’ın kongre konuşmasını televizyonda izleyemedim. Radyoda son bölümüne yetişebildim. AKP iktidarının ekonomik bilançosunu değerlendiriyordu. Çoğu bildiğim sayılardı. İlginç şekilde VATAN’ın ve hükümetin tarihi kesişiyor. Geçen hafta başı çıkan 10’uncu yıl ekinde genel bir değerlendirme yapmıştım. Maalesef uzun tutmuşum. Yazı işleri kısaltırken önemsediğim bazı grafik ve tabloları kesmek zorunda kaldı.AKP iktidarında Türkiye ne kadar zenginleşti? Üretim ve tüketim artışına bakıyoruz. Tek tek mal ve hizmetlerin fizik miktarları bir fikir verebilir. Ama en kapsamlı gösterge kişi başına milli gelirdir.Ancak ölçme sorunlarına dikkat etmek gerekir. Örneğin Başbakan cari kurdan dolarla kişi başına geliri seviyor. 2002’den 2011’e üç katına çıktı diyor (3.500’den 10.500 dolara). Bu hesap yanlıştır. Çünkü ABD enflasyonundan ve TL’nin değer kazanmasından etkileniyor. Ayrıca diğer ülkelerin büyümesini göz ardı ediyor,Satınalma gücü paritesiPerşembe yazımda Merkez Bankası’nın büyüme ve enflasyon analizini anlattım. Türkiye ve Kore’nin cari kurdan kişi başına gelirini ABD’nin yüzdesi olarak izliyor. Böylece ABD’ye ve Kore’ye göre nispi büyüme görülüyor.Daha gerçekçi yöntem, hesabı cari kur yerine sabit fiyatla satınalma gücü paritesi (SGP) ile yapmaktır. Bunu tercih ettiğimi söyledim. Çünkü reel kur değişmelerinin etkisini kısmen de olsa arındırıyor.Dünya Bankası 2011 verilerini yeni yayınladı. Ülkelerin SGP’ye göre kişi başına gelirini 2005 yılı uluslararası sabit dolar fiyatları ile ifade ediyor. Böylece ABD’ye, Euro bölgesine ve Kore’ye kıyasla Türkiye’de kişi başına gelirin değişimini kolayca buluyoruz.Seri 1980’e kadar geri gidiyor. Yani daha uzun dönemli karşılaştırmalar için de yararlanabiliyoruz. Bugün amacım sadece AKP’nin iktidar dönemine bakmaktı. Dolayısı ile 2002 ve 2011 ile sınırlıyorum.Başarılı büyüme performansıGrafikte ilk iki sütun Türkiye’nin kişi başına gelirini ABD’nin yüzdesi olarak gösteriyor. 2002’de yüzde 24 iken 2011’de yüzde 32’ye yükseliyor. Anlamı açık: Bu dönemde kişi başına gelir daha hızlı büyüyor. Neticede ABD ile aramızdaki fark kapanıyor.İkincisi karşılaştırmayı euro bölgesi ile yapıyor. Euro bölgesinde kişi başına gelir ABD’nin altında olduğu için Türkiye 2002’de daha yukarda başlıyor: Yüzde 34. Benzer bir artışla 2011’de daha yukarıda bitiriyor: Yüzde 45.Üçüncüsü Kore ile karşılaştırıyor. Kore’nin kişi başına geliri hem ABD hem euro bölgesinden küçük olduğu için iyice yukarıda başlıyor: Yüzde 49. Ama artış oranı da düşük kalıyor. 2011’de yüzde 49’a çıkıyor.Resim çok nettir. Son dokuz yılda Türkiye’de kişi başına gelir artışı üçünden de hızlıdır. Özellikle Kore ile gelir farkının az da olsa kapandığına dikkat çekerim. Dolayısı bu dinamizmin bundan sonra da korunması hayati önemdedir. Son politikalara eleştirilerim bu optiği yansıtıyor.
Bugün Ağustos dış ticaretine bakacaktım. Dış açık beklenenin çok altında geldi. Bu kez Birleşik Arap Emirlikleri”ne yüksek altın ihracatı hesabı karıştırdı. Sayılar dün medyada yer aldı. Analizi ödemeler dengesinin yayınlanmasından sonraya bırakıyorum. Onun yerine konjonktür politikaları ile araç kullanımı arasında kurulan benzetmelere dönüyorum. Cazip bir tarafı olduğunu kabul etmeliyim. Teknik iktisat politikası tartışmaları insanların ilgisini çekmiyor. Günlük yaşamla kurulan paraleller ilgiyi arttırıyor.Geçmişte ben de başvurdum. Aklıma hemen 1994 krizi öncesi geliyor. Kamu açığı ve dış açık beraber patlamıştı. Çiller gerekli tedbirleri almıyordu. Hikayenin kötü biteceği kesinleşmişti. Gidişatı dik yokuştan inerken şoförün fren yerine gaza basmasına benzettim.O dönemde anlamı vardı. Siyah-beyaz netliğinde bir konjonktürde kaba iktisat politikası hataları yapılıyordu. Ama Türkiye o günleri geride bıraktı. Artık tercihlerin grinin tonları arasında yapılması gerekiyor. Nüanslar önem kazanıyor. Fren hangisi, gaz hangisi?Tekrarlamak pahasına konjonktürün kısa bir analizi ile başlayalım. Türkiye küresel krizde ağır bir resesyon yaşadı. Buna karşılık kriz sonrasında etkileyici bir büyüme performansı gösterdi. “Teğet” polemiğinin hala sürmesini buna borçluyuz.Nedenleri bırakıp doğrudan iki sonucuna dönelim. Güçlü büyüme kamu açığını hızla daralttı. Krizde yükselen kamu borcu oranı rekor düzeylere geriledi. Fakat beraberinde sürdürülmesi olanaksız dış açıklar geldi.Araç benzetmesi böyle durumlarda anlamını kaybeder. Çünkü maliye politikasından bakınca araç düz yolda doğru hızda görünüyor. Buna karşılık dış açık yokuş aşağı hızlanma işareti veriyor. Hangisine göre fren-gaz kararını alacağız?Aslında sorun yeni değildir. Türkiye’nin ezberi son on yılda bozuldu. Önce kamu açığı kapandıkça dış açık büyüdü. Krizde dış açık daralırken kamu açığı genişledi. Hızlı toparlanma ile tekrar bir öncesine geri dönüldü.Olayın püf noktası para politikası, yani faizler ve döviz kurudur. Merkez Bankası faizleri bütçe disipline kıyasla yüksek tuttu. Bu da döviz kurunu rekabet gücünü azaltacak düzeye indirdi. Balataları yakan fren para politikası hatalarıdır. Krugman’ı sorunTürkiye’de Keynes-öncesi hurafeler kamuoyunda çok güçlü temsil edilir. Böylece gündemi mali piyasaların istikrar talepleri belirler. Buna karşılık büyüme ve işsizliğe duyarlı Keynescilerin etkinliği yoktur. Tek muhalif ses safkan popülistlerden gelir. Basit bir test öneriyorum. Vergi artışından yana çıkanlara, Bernanke’yi yeterince cesur olmamakla suçlayan, maliye politikasının daha da gevşetilmesini savunan Krugman’ı soralım. Hiç destek çıkmaz. İşin özü budur. Fren, gaz, balata, vs. son tartışmaları bu açıdan önemsiyorum. İlk kez büyüme dostu bir söylem kamuoyunda ses getirdi. Benzetmeler yetersiz kalsa bile, resmin netleşmesine katkı yapıyor. Yararlıdır.