Yüksek enflasyonun maliyeti

26 Eylül 2012

Son yazımda galiba derdimi anlatabilmişim. “Fazla teknik yazıyorsun, hem sıkılıyorum, hem anlamıyorum” diye söylenen bir dostumdan SMS geldi. Kısa ama öz: “yazını anladım ve beğendim”.Vergi artışlarını mali piyasaların ve “sıcak paracıların” desteklediğini söylemiştim. Dediğim çıktı. Hazine yüklü borçlanma gerçekleştirdi. Zamların enflasyona etkisine rağmen faiz yükselmedi. O arada döviz kuru sepeti de 2.05 TL’ye geriledi.Konjonktür analizine biraz ara veriyorum. Yarın ağustos dış ticareti açıklanıyor. Piyasa 11.9 milyar dolar ihracat, 19.8 milyar dolar ithalat, 7.9 milyar dolar dış açık öngörüyor. Pazar ona bakarım.Yalıda oturuyorum, viski severim, susmam yanlış olur. 1994’te şöyle demiştim: “(iktidarlar) arzulamadıkları eleştiriyi “Boğaz, yalı, viski, ahkâm kesmek” gibi sözcüklerin olağan bileşimleri ile cevaplandırıyor”. Türkiye’de siyasetin hayal gücü ne kadar kısıtlı! Kore ile karşılaştırmaMerkez Bankası araştırma bölümü çok güçlendi. Yararlı çalışmalarına fırsat buldukça değiniyorum. Çoğu sadece profesyonel iktisatçıları ilgilendiriyor. Ama bazıları Başkan’ın kamuoyuna sunumlarına da yansıyor.Bu ay iki önemli grafik eklendi. Kocaeli Sanayi Odası’nda yaptığı konuşmada yer alıyor (21/9/12). Türkiye’nin uzun dönemli büyüme performansına bakıyor. Kore ile karşılaştırıyor. Yüksek enflasyonun olumsuz etkisini hesaplıyor.1974’ten bugüne cari kurdan kişi başına gelirin ABD’ye oranı kullanılıyor. Ben satınalma gücü paritesini tercih ediyorum. Mutlak sayılar etkileniyor ama eğilim değişmiyor.1974’te Türkiye’de kişi başına gelir ABD’nin yüzde 20’sine yaklaşıyor. Kore ise yüzde 10’a bile ulaşmıyor. Türkiye 1980 sonrasında geriliyor. 2001’de yüzde 12 ile dibe vuruyor. Kore ise 1982’de Türkiye’yi yakalıyor. Sonra kopup gidiyor.Merkez Bankası 1974-2001 dönemine “kaybedilen 30 yıl” diyor. Açıklamak için enflasyona dönüyor. Kore enflasyon sorununu 1980’lerin başında çözüyor. Türkiye 20 yıl gecikiyor. Ancak 2000’li yıllarda düşürebiliyor.Merkez Bankası’nın hesabıBuraya kadarı kolay; benzer grafikleri daha önce yayınladım. Devamı ilginç; çünkü Merkez Bankası Türkiye’de enflasyonun tek hanede kalması hâlinde kişi başına gelirin şimdi nerede olacağını hesaplıyor. “Alternatif ekonomi tarihi” denebilir.Yöntemi 91 ülkeyi kapsayan 1995’te yayınlanmış bir araştırmadan alıyor. Referansı sunumda var. Araştırma enflasyonda yüzde 10 artışın ortalama büyüme hızını yüzde 0,25 düşürdüğünü saptıyor.Hâlen (2011’de) kişi başına gelir Türkiye’de yüzde 21,7; Kore’de yüzde 47,1 (ABD=100). Enflasyonun düşük seyretmesi hâlinde ise Türkiye yüzde 30,9’a yükseliyor. Fark 5 bin dolara yakındır. Birikimlisi dudak uçurtur.Bu sayılar “orta yolun” bütçe açığı ve enflasyon korkusunu anlaşılır kılıyor. Şu sıralar özdeyişlere merak saldım. İşte ikisi: “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer”; “korkunun ecele faydası yoktur”. Seçimi size bırakıyorum.

Devamını Oku

‘Tarz-ı iktisat’ üçlendi

24 Eylül 2012

Cumartesi yazımı gazeteye yolladığımda gece yarısı açıklanan vergi artışlarından haberim yoktu. İlginç bir tesadüf oldu. Benim köşemde maliye politikasını sıkmak hatadır yazıyordu. Manşetlere ise zamlı fiyatlar taşınmıştı. Aslında ekonomi yönetimi son günlerde bu yönde işaretler veriyordu. Geçmişi de var. Haziranda yaptığı istişare toplantısında Başbakan Yardımcısı Babacan’a ekonomide yavaşlama hâlinde maliye politikası tavrını sormuştum. Disipline devam demişti.Ona rağmen bu kadar çabuk vergi artışı beklemiyordum. Maliye politikasını sıkmadan sonbahar gidişatını görmeleri, yani zamları yeni yıla kaydırmaları daha gerçekçi duruyordu. Yanılmışım.‘Orta yolcular’Türkiye’de iktisat politikası tartışmalarını “iki tarz-ı iktisat” şeklinde özetlediğim biliniyor. “Sıcak paracılar” sıkı maliye politikası ve yüksek faizin dış kaynak getirmesini istiyor. “Kurcular” düşük değerli TL ile ihracata desteği tercih ediyor.Siyah-beyaz iki uç oluşuyor. Normaldir. Tartışma fiilen iktisat politikası sorumluluğu taşımayan akademisyen ve köşe yazarı iktisatçılar arasında geçiyor. Bilgisayarın başında “şunu yap, şöyle yap” diye ahkâm kesiliyor. “Bekâra karı boşamak kolay” denir.Halbuki ekonomiyi yönetenler için grinin tonları caziptir. Hak veriyorum. Neticede sırtta yumurta küfesi var. Adımları dikkatle atmak, sert hareketler yapmamak, yavaş yürümek gerekiyor. “Tavşana kaç, tazıya tut” üslubuna çok müsaittir. Zihniyet boyutu da önemli. İktidar kendisini “muhafazakâr” sıfatı ile tanımlıyor. Sözcük zaten tedbirli olmak, fazla risk almamak, hızlı dönüşleri sevmemek ve benzeri davranışları içeriyor.Böylece ekonomi yönetiminin üçüncü “tarz-ı iktisadı” oluşuyor: “Orta yolcular”. Döviz kuruna yaklaşımda somutlaşıyor. Çünkü yönetim TL’nin biraz değer kaybetmesinden yana ama düşük değerli de olmaması için çaba gösteriyor.İki cami arasında“Sıcak paracılar” faizi düşük tutarak TL’ye değer kaybettiren para politikasına bozuluyor. Kredi hacmini sınırlayan ve bankaların kârlarını düşüren tedbirleri çok yanlış buluyor. Ama maliye politikasının sıkılmasını destekliyor.“Kurcular” düşük faizi, TL’nin değer kaybını ve kredi artışını sınırlanmasını destekliyor. Para politikasını, kuru baskı altında tuttuğu için eleştiriyor. Maliye politikasının sıkılmasına ise bozuluyor. Benim bu cenahta yer aldığım biliniyor.Neticede iki cenah da yönetimin uyguladığı politikayı beğenmiyor. Sorunlu buluyor. Eleştiriler yöneltiyor. Eskiler “İki cami arasında kalmış beynamaz” der. Orta yolun hâlini özetliyor. “Orta yol” başarılı olur mu? Sanmıyorum. Kısa dönemde riski azaltacağı düşünülen politikalar çoğu kez uzun dönemde ciddi sorunlar yaratır. “Amaçlanmayan sonuçlar kanunu” ünlüdür.Aklıma hemen 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları geliyor. Son iki yazımda 2009 krizinde geciken politika tepkisinin maliyetini hatırlattım. Ama yerim bitti. Ayrıntılar bir başka yazıya kaldı.

Devamını Oku

Maliye politikasına bakıyoruz

22 Eylül 2012

Son yazımda Rezerv Opsiyon Katsayılarını (ROK) anlattım. Ama Para Politikası Kurulu (PPK) kararını değerlendirirken bir hata yapmışım. Bankacılık kesiminde uygulamayı yakından izleyen okuyucularım ikaz etti. ROK’un 0.2 puan yükselmesi 3.6 milyar dolar ek döviz rezervidir dedim. Doğrudur. Bankaların döviz likiditesi azalıyor. Ardından piyasaya 6.5 milyar TL ek likidite girer dedim. Yanlıştır. Ek TL likiditesini ROK değil dövizle rezerv oranı belirliyor. Değişmedi.Önemli çünkü para politikasına eleştirimi güçlendiriyor. Bu durumda PPK kararı likiditeyi arttırmıyor. Hatta sıkıyor. Dikkat: sadece son PPK kararı için geçerlidir. Yoksa günlük piyasa işlemlerinde faiz indi. Yani para politikası gevşedi. İspanyol Komünist Partisi lideri, “Avrokomünizm ve Devlet” yazarı Santiago Carillo’nun 97 yaşında öldüğünü Hadi Uluengin hatırlattı. Dün Murat Belge yazdı. Kitap 1970’lerin sonudur. Benim neslimin kritik dönemeçlerinden biridir. Toprağı bol olsun. Konjonktür ve bütçe dengesiEkonomide belirginleşen yavaşlamaya karşı iktisat politikası neler yapabilir? Para politikasını gözden geçirdik. Sıra maliye politikasına geldi. Hassas konudur. Geçmiş popülist politikalar toplumda derin izler bıraktı. Kamuoyu bütçe açığından çok korkar.Maliye politikası bütçe hazırlanırken oluşur. Saptanan vergi oranları ve harcama ilkeleridir. Bütçe harcamaları bağlayıcıdır. Gelirler konjonktür tahminini yansıtır. Dolayısı ile bütçe gerçekleşmesi büyüme, enflasyon, dış denge, vs. tarafından belirlenir. Ne demek? Maliye politikası, yani vergi oranları ve harcama ilkeleri değişmeden fiili denge hedeften sapabilir. Örneğin ekonomi yavaşlayınca bütçe geliri beklenin altına iner. Harcama ise devam eder. Böylece bütçe dengesi bozulur.. Çok önemlidir. Maliye politikası değişmedi. Ona rağmen ekonomi yavaşlayınca kaum iç talebe destek sağlıyor. Konjonktürü dengeleyen bu etkiye literatürde “kendiliğinden istikrar mekanizması” (automatic stabilizer) denir. Rahmetli babam ben nüansları kaçırınca “Her gördüğün sakallıyı baban zannetme” diye uyarırdı. Tam oturuyor. Bütçe açığının her artışı ille maliye politikasında gevşeme değildir. Hatta açık artarken politika sıkılaşabilir. Yunanistan’da yaşandı. Yangına benzin dökmekNitekim bu yıl iç talebin daralması bütçe gelirlerini olumsuz etkiliyor. İlk sekiz ayda faiz-dışı bütçe dengesinde 6 milyar TL bozulma var. Yıl sonuna kadar artar. Bütçe açığının milli gelire oranı da hedefin (yüzde 2) üzerine çıkar. Bu olaya üzülmek değil sevinmek gerekir. İç talep daralırken bütçe açığında sınırlı artış kamu maliyesinin konjonktürü dengeleme görevini yaptığı anlamına gelir. “Kendiliğinden istikrar mekanizmasının” çalıştığını gösterir. Sanırım lafı nereye getirdiğimi anladınız. Bu koşullarda maliye politikasını sıkmak yani bütçe açığını düşürmek ateşle oynamaktır. Özel kesim talebinde daralma yetmez, kamu talebini de düşürelim demektir. Velhasıl yangına benzin dökmektir. Küresel krizde bu filmi de gördük. Talep 2008 sonbaharında çöktü. Ama maliye politikası gerekli tepkiyi vermek için 2009 ilkbaharını bekledi. Gecikme resesyonu derinleştirdi. Faturası topluma çıktı. Benden söylemesi...

Devamını Oku

Para politikasına bakıyoruz

21 Eylül 2012

Sıra ekonomideki yavaşlamaya karşı alınabilecek tedbirlere geldi. İktisat politikası tartışmasına girmeden Para Politikası Kurulu’nun kararını görmek istedim. Maalesef dün bir karışıklık oldu, sıcağı sıcağına değerlendiremedim.Dört etken mali piyasaları para politikasının gevşemesi konusunda ikna etmişti. Hatırlatalım. Büyüme düşük çıktı. Dışarıda yeni bir para basma dalgası başladı. Siyasi ortam bozuluyor. Baz etkisi ile yıllık enflasyon aşağı inecek. Aslında gevşeme son aylarda fiilen gerçekleşti. Merkez Bankası ortalama fonlama faizini haziranda yüzde 10’dan toplantı öncesinde yüzde 6,2’ye indirdi. Ama bunu koridorun alt ve üst sınırlarını ve haftalık repo faizini değiştirmeden yaptı.Toplantıdan koridorun üst sınırında (fonlama faizi) 1 puan indirim bekleniyordu. Daha yüksek (1.5 puan) geldi. Gecelik fonlama faizi yüzde 10’a düştü. Haftalık repo faizi yüzde 5,75’te, gecelik borçlanma faizi yüzde 5’te sabit tutuldu. Rezerv Opsiyon Katsayıları Buna karşılık Rezerv Opsiyon Katsayıları (ROK) yükseltildi. Kısaca açıklamakta yarar görüyorum. Bankalar TL mevduatı için Merkez Bankası’nda karşılık tutuyor. Normali bunların TL olmasıdır. Fakat araçlarını zenginleştirmek için dolar ve altın da listeye dâhil edildi. Zamanla döviz payını yüzde 60’a, altını yüzde 30’a çıkardı. Bunlara artan oranlı katsayılar uyguladı. Örneğin yüzde 40’ın üzerinde 1.80 TL (1 dolar) rezerv için 2 dolar yatırmak gerekiyor. Neden “opsiyon”? Çünkü dolar ve altın zorunlu değil; banka karar veriyor. Tümüne yakın kullanıldığı anlaşılıyor. Dövizle rezerv 23 milyar dolara ulaşmıştı. Toplantıda katsayılar 0.2 puan arttı. Merkez Bankası 3.6 milyar dolar ek döviz öngörüyor. Piyasaya 6.5 milyar TL ek likidite verilmesi demektir. ROK’a neden gerek duyuldu? Birden fazla amaç var. İlkini söyledik: Piyasada TL likiditesinin artması gecelik faizi aşağı itiyor. Aynı anda bankaların döviz bozdurmadan TL likiditesi bulması TL üzerinde değerlenme baskısını azaltıyor. Nihayet Merkez Bankası’nın döviz rezervleri artışı bir mali çalkantıya karşı güvence oluşturuyor.Yeterli mi? Bu açıdan kararlar para politikasının dengelemeye çalıştığı üç temel hedefle uyumludur. Bir: İç talepte daralmayı durdurmak için faiz düşmeli. Büyümeye destektir. İki: Dış açığın küçülmesi için rekabetçi kur korunmalı. Düzeltmeye destektir. Üç: Mali istikrar için ani sermaye kaçışına hazırlıklı olunmalı. Fiyat istikrarına destektir. Geriye kritik bir soru kalıyor. Mevcut konjonktürde koridorun üst sınırında 1.5 puan indirim ve rezerv katsayılarında 0.2 puan artış bu hedeflere ulaşmak için yeterli midir? Daha açık soralım. Kredi faizlerine yansıması iç talebi canlandırır mı? Kura etkisi dış talebi güçlendirir mi? Rezerv artışı TL’ye saldırıya karşı kalkan oluşturur mu?Belli ki Merkez Bankası yönetimi dengeyi doğru tutturduğuna inanıyor. Katılmadığımı söylemeliyim. Bu hâli ile para politikasını aşırı temkinli ve gereksiz şekilde sıkı buluyorum. Büyümeye ve rekabetçi kura gerekli desteği vermiyor. Enflasyona ve mali istikrarsızlığa odaklanıyor. Böylece yumuşak inişi riske atıyor. Bu filmi daha önce görmüştük. 2008 sonbaharını hatırlatırım. Benzer tavırla o zaman da politikalar zamanında gevşetilmedi. Böylece resesyon derinleşti. Faturası topluma çıktı. Benden söylemesi...

Devamını Oku

Pruvadan esen sert rüzgârlar

17 Eylül 2012

Haziran hanehalkı iş gücü verileri TÜİK tarafından açıklandı. İşsizlik oranı yüzde 8’e, mevsim etkisi arındırılınca yüzde 8,9’a geriledi. Son yedi yılın en düşük oranlarıdır. Ekonomi yavaşlıyor ama işsizlik azalıyor. Nasıl oluyor? Ayrıntısına inmek gerekiyor.TÜİK ve Merkez Bankası tarafından hazırlanan tüketici güven endeksi ağustos sonuçları yayınlandı. Temmuzda küçük bir artıştan sonra nispeten sert düşüş var. Kötü haberdir. Tüketicinin harcamasına en çok bugün ihtiyaç var.Maliye Bakanlığı ağustos bütçe gerçekleşmesini açıkladı. Hazine nakit dengesinden genel resmi görmüştük. İlk sekiz ayda bütçe dengesi 10 milyar TL bozularak 8.5 milyar TL açık verdi. Faiz dışı fazla da 6 milyar TL azaldı. Konjonktürle uyumludur.2011 gelir dağılımı verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Eşitsizlik 0-1 arasında bir değer alan Gini katsayısı ile ölçülüyor. Sayı büyüdükçe gelir dağılımı bozuluyor. Yüksek büyüme hızına rağmen 2011’de katsayı binde 0,6 yükseliyor. İlginçtir.Evdeki hesap...Denizcilik terimlerine aşina olmayanlar için açıklayalım. Rüzgârın teknenin gitmek istediği yönden gelmesidir. Karşıdan sert rüzgâr yelkenliyi çok zorlar. Şu sıralarda küresel ekonomiden kaynaklanan olumsuz koşulları ifade etmek için kullanılıyor.Bugün ekonomideki yavaşlamayı engelleyebilecek iktisat politikalarına bakacaktım. Elbette döviz kuru ve faiz başta geliyor. Ancak Para Politikası Kurulu’nun toplantı gününe rastladı. Sonucu beklemeye karar verdim.İkinci çeyrek büyüme verileri ekonomide beklenenin ötesinde bir yavaşlamaya işaret etti. İç talebin daralmaya başlamasını özellikle vurguladık. Yumuşak inişi riske atabilir. Politika tepkisi o açıdan kritiktir.Dış koşulların Türkiye’nin düzeltme çabasını çok zorlaştırması diğer açmazdır. Geçen yıl uyarmıştım. Düzeltmeyi zamana yaymak ilk bakışta akılcı durur. Ama yaşam sürprizlerle doludur. Bir bakarsın evdeki hesap çarşıya uymuyor...Kısa bilançoEn olumsuz gelişme euro krizinin Türkiye’nin en büyük ihracat pazarında ciddi bir resesyonu tetiklemesidir. Bütün göstergeler AB’de talep ve üretimin daraldığına işaret ediyor. Nitekim AB’ye ihracatın azalması dış talebin büyümeye katkısını sınırlıyor.Onu bölgede siyasi istikrarsızlığın tehlikeli boyutlara ulaşması izliyor. Suriye’de kanlı iç savaş Türkiye’yi çok yönlü sarsıyor. Hem bölgeye ihracat olanaklarını kısıtlıyor. Hem yarattığı belirsizlik içeride güven ortamını zedeliyor. Harcamalar erteleniyor.Gelişmiş ülkelerin uyguladıkları “sonsuz likidite” (bedava para) politikası da farklı kanallardan düzeltmeye engeller dikiyor. Ham madde fiyatlarını tırmanması ticaret hadlerini bozuyor. Sermaye girişleri para politikasının etkinliğini azaltıyor.Listeyi uzatabiliriz. Sonuç değişmez. Yelkencilerin iyi bildiği bir gerçeği hatırlatalım. Sert pruva rüzgârda dümen tutmak çok zordur. En küçük hata bile ciddi sorun yaratır. Maalesef bu benzetme Türkiye ekonomisinin bugünkü durumunu iyi özetliyor.

Devamını Oku

Gökten dolar yağıyor

15 Eylül 2012

Konjonktür analizine devam edeceğimi söylemiştim. Bugün iktisat politikası opsiyonlarına girmek istiyordum. Ama Fed’in yeni parasal genişleme programı Başkan Ben Bernanke tarafından açıklandı. Bu topa girmeden duramadım. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Fed Başkanı’na kolay kolay “Helikopter Ben” lakabı verilmez. Geçmişte “Gereğinde helikopterlerden para atılmalı” demişti. Anlaşılan daha sıra ona gelmedi. Ama işler böyle giderse pekala gelebilir. Dikkatinizi çekerim. Geçen Pazar Draghi’nin Euro Bölgesi’ni kurtarmak için para basma kararını yazmıştım. “Para basmanın dayanılmaz cazibesi” dedim. Aradan sadece bir hafta geçti. Şimdi Fed’in para basma kararını konuşuyoruz. Tesadüf olmadığı açıktır. Gelişmiş ekonomiler küresel krizi sonrasında bir türlü toparlanamadı. Düzeltme zor ve sancılı geçiyor. Tezahürleri farklı ama sonuç değişmiyor. Sonunda şu yada bu şekilde daha da çok daha da çok para basılıyor.Politikanın çerçevesiPolitikanın ayrıntıları medyaya yansıdı. Fed’in yeni politikasının iki ayağı var. İlki bugünkü para politikasının süresini 2014’ten 2015’e uzatıyor. Böylece en az üç yıl faizleri sıfır düzeyinde tutacağını taahhüt ediyor. Bu politika doğrudan para basmayı içermiyor. Ama dolaylı olarak aynı anlama geliyor. Bu süre içinde gerektiğinde para basacağının garantisini oluşturuyor. Literatürde “beklenti yönetimi” deniyor.İkincisi Fed’in tahvil alım politikasıdır. Birini zaten uyguluyordu. Piyasadan kısa vadeli devlet tahvili alıp aynı miktarda uzun vadeli devlet tahvili satıyordu. Vadesi gelen tahviller yerine yenilerini alacağını açıkladı. Yani geçmişte bastığı parayı geri çekmiyor.Diğeri doğrudan para basımıdır. Bu amaçla yeni tahvil alıyor. Çok önemli bir yenilik var. Bu kez devlet tahvili almıyor. Özel kesimin ipotekli konut kredisi tahvillerini alıyor. Karşılığında para basıyor.Ne kadar? Özel kesim tahvilini ayda 40 milyar dolarla sınırlıyor. Ama zaman kısıtlaması getirmiyor. Üç yılda 1.5 trilyon dolar taze para eder. Fena değil! Kısa vadeli devlet tahvilleri ise ayda 85 milyar dolar tahmin ediliyor. Çözüm değil ama...Fed daha önce iki kez büyük miktarda para bastı. 1 ve 2 diye numaralandı. Şimdi 3’e ihtiyaç duyulması bu politikaya yönelen eleştirileri haklı çıkartıyor. Bernanke ise “Aksi halde durum çok daha kötü olurdu” diyerek para basmayı savunuyor.Nasreddin Hoca misali, aslında iki taraf da haklıdır. Ekonomiyi krize taşıyan reel dengesizlikler para basarak düzeltilemez. Zor dönüşümler gerektirir. Ancak, gereğinde para basmak bu sancılı sürecin zamana yayılmasına imkan verir. Kısa dönem maliyetini hafifletir. Bu olay Türkiye için yararlı bir derstir. Fed (ve AMB) ortodoks para politikasının asla izin vermediği yöntemlere yöneldi. Neden? Çünkü yeni koşullar eski dogmaları anlamsız kıldı. Merkez bankalarını bugünün sorunlarına pragmatik çözümler üretmek zorunda bıraktı. Bilmem, anlatabiliyor muyum?

Devamını Oku

Düzeltmenin neresindeyiz?

12 Eylül 2012

İlk yarıda büyümenin yüzde 3’e gerilemesi doğal olarak iktisat politikası tartışmalarını canlandırdı. Çekişmeye “iki tarz-ı iktisat” demiştim. Son veriler yeni bir boyut kazandırdı.Bir tarafta “sıcak paracılar” var. Türkiye’nin ancak dış kaynakla büyüyebileceği savunuluyor. Sürece aşinayız. TL değer kazanır. Kredi artışı hızlanır. Özel tüketim ve yatırım harcamaları ekonomiyi sürükler. Dış açık büyür. Enflasyon düşük seyreder.Karşısında “kurcular” yer alıyor. Sürdürülebilir büyüme için ekonomiyi dış talebin taşıması isteniyor. Politika aracı TL’nin değer kaybıdır. İhracat artışı ekonomiyi canlandırır. Dış açık küçülür. Enflasyon yükselir.Son bir yılı bu optikten değerlendirebiliriz. Ekonomi yönetimi “yumuşak iniş” istedi. Önce ikincisine yöneldi. Kur sıçradı. Paralelinde kredileri kısarak iç talebi baskıladı. Ama enflasyon yükselince korktu. TL’nin değer kazanmasını teşvik etti.Politika başarılı mı?Gelinen noktayı geçen yazıda gördük. İç talep büyümeye eksi 2 puan katkı yaptı. Yani özel tüketim ve yatırım daraldı. Dış talebin büyümeye katkısı ise 6 puana yaklaştı. Ama makul bir büyümeye yetmedi.Ekonomi yönetiminin “yumuşak iniş” çabası başarılı mı? Kullanılan kriterler önemlidir. Özellikle “bedava yemek” olmadığını bilmeliyiz. Ortada bir makro dengesizlik varsa, düzetilmesi için mutlaka bir bedel ödenir. Çaresi yoktur.Sürdürülebilir dış dengeye geçişte kullanılan politikalar kısa dönemde iki sorun yaratıyor. Bir: TL değer kaybediyor ve enflasyon kıpırdıyor. İki: İç talep daralıyor ve büyüme hızı düşüyor. İktisatta bu duruma ödünleşme (trade-off) deniyor.Tahmin edileceği gibi, bunlar arasında makul bir dengeyi tutturmak fevkalade zordur. Üstüne, son bir yılda dış koşullar da Türkiye’ye yardımcı olmadı. Likidite bolluğu, AB resesyonu, Suriye iç savaşı, petrol ve gıda fiyatları vs. sert “karşı rüzgârlar” esti.Lafı uzatmayalım. Uygulanan politikayı genelde destekledim. Kur, enflasyon, dış açık ve büyüme arasındaki ödünleşme nispeten iyi yönetildi. Nihai hedeften çok sapılmadı. Ancak, daha yolun başındayız. Başarılı demek için bence erkendir.Başarı ölçüsüResmi metinler “talebin dengelenmesi” diyor. Somut bir başarı ölçüsü aradım. İç ve dış talebin yıllık bazda büyümeye katkısında karar kıldım. Grafikte 2008 sonrası için sütunlar iç talebi çizgi dış talebi gösteriyor.Krizde “sert iniş” 2009’da izleniyor. Dış talep patlıyor; iç talep çöküyor. 2010-11 sürdürülemez büyüme dönemidir. İç talep patlıyor; dış talep çöküyor. 2012’nin farkı hemen görülüyor. Dış talebin katkısı artıya geçiyor. Ama iç talebin katkısı eksiye düşmüyor.Ekonomi şu anda yol ayrımındadır. İyimser senaryoda ikisi de yılı artıda bitirir. Yumuşak iniş başarılır. Dengeli büyümeye geçilir. Kötümserde geçmiş tekrarlanır. Sürdürülemez büyümeye ya da sert inişe dönülür. Sıfırdan başlanır.Hangisi gerçekleşir? Uygulanacak politikalara bağlıdır. Devam edeceğim.

Devamını Oku

Büyümenin hormonu kesilince

10 Eylül 2012

Geçen hafta Mahfi Eğilmez’le telefonda konuştuk. Başlıkların yavan dedi. Pazar başlığa biraz sos katmaya çalıştım. Bugün “İkinci çeyrekte büyüme” tatsız tuzsuz geldi. Görüldüğü gibi, renklendirmeye çalışıyorum. Kriz sonrası hızlı büyüme için “hormonlu” eleştirisi sık seslendirildi. Kastedilen ekonomik canlılığın tüketicinin borçlanarak yaptığı harcama ile sağlanmasıdır. İzdüşümü milli gelirin yüzde 10’una ulaşan rekor (ve sürdürülemez) dış açıklardır.2011 seçimleri sonrasında ekonomi yönetimi hedef değiştirdi. İç ve dış talep arasındaki dengesizliği düzeltecek politikalara yöneldi. TL değer kaybetti. Kredi artışı sınırlandı. “Yumuşak iniş” dendi. Bana “intizamlı düzeltme” daha anlamlı geliyor. Yakın geçmişte bu politikaları çok tartıştık. Başarı şansını değerlendirdik. Dün açıklanan ikinci çeyrek milli gelir verilerine bu perspektiften bakmak istiyorum.Büyüme hız kestiTÜİK ikinci çeyrekte milli gelirin geçen yıla göre yüzde 2,9 büyüdüğünü açıkladı. Piyasa tahmininin (3,3) biraz altındadır. Ben sanayi üretiminden hareketle daha yüksek öngörmüştüm (yüzde 4). Gene tutturamadım.Ekonomi yılın ilk çeyreğinde yüzde 3,3 büyümüştü. Dolayısı ile ilk yarı büyümesi yüzde 3,1’de kaldı. Yıllık büyüme ise yüzde 4,9’a geriledi. 2011 aynı döneminde çeyrek, ilk yarı ve yıllık büyüme hızları, sırası ile, yüzde 9,1; yüzde 10,5 ve yüzde 8,8 olmuştu. Düşüş çok belirgindir.Konjonktür analizi talebin bileşimine odaklanıyor. Çünkü büyümenin hız kesmesi arzdan kaynaklanmıyor. Yani talep olsa ekonominin daha çok üretim yapabileceği biliniyor. İç ve dış talebin, özel ve kamu talebinin seyrine bakılıyor.Olayın daha iyi anlaşılması için 2011 ve 2012’de ikinci çeyreği karşılaştıran bir tablo hazırladım. Tabloda her talep kaleminin dönem büyümesine yaptığı katkı veriliyor. Son sütuna iki dönem arasındaki farkı ekledim.Talep dengeleniyorÖzel kesim harcamaları ile başlayalım. Geçen yıl büyümeye 12.6 puan katkısı var. Bu yıl ise büyümeden 2.3 puan götürüyor. Hem tüketim hem yatırım eksi çıkıyor. Neticede özel kesim harcamasının azalması geçen yıla göre büyümeyi 14.9 puan düşürücü etki yapıyor.Bu yıl kamu kesiminin büyümeye katkısı da gerileyince iç talep resmen çöküyor. Geçen yılla fark 15.5 puana çıkıyor. Açalım: Sadece iç talebe kalsa, ekonomi bu yıl yüzde 2 küçülecekti.Neyse ki ekonominin imdadına dış talep yetişiyor. Olumsuz dış koşullara rağmen ihracat büyümeye 4.6 puan katkı yapıyor. İthalatın iç talepten hızlı düşmesi sayesinde iç üretime ek talep geliyor: 1.1 puan. Toplamı 5.7 puan ediyor. Geçen yıla göre dış talep büyümeyi 10.8 puan yükseltici etki yapıyor.Özetleyelim: İç talep büyümeyi eksiye çekiyor. Dış talep artıya çıkartıyor. Yani talep dengeleniyor. Ama artan dış talep iç talep düşüşünü tümü ile telafi edemiyor. Dolayısı ile büyüme hızı geriliyor. Devam edeceğim.

Devamını Oku