Para Politikası Kurulu olağan aylık toplantısı bu hafta yapılıyor. Öncesinde faiz indirimi tartışmaları alevlenir. Fırsattan yararlanıp reel faizlerin 2003’den bu yana seyrine bakmaya karar verdim.Hangi faiz? Para piyasasında faizler Merkez Bankası tarafından belirlenir. Kısa dönemli (gecelik, haftalık, aylık, vs.) borçlanma ve fonlama faizleri para politikası araçlarıdır. Tahvil faizleri ise piyasada arz ve talebe göre oluşur. Bu üçü önemlidir.Reel faiz hesabıFaiz daima nominaldir. Reel faizi hesaplamak için enflasyonu devreye sokuyoruz. Hangi enflasyon? O tarihte oniki ay sonrası için beklenen enflasyonu kullanıyorum. Merkez Bankası yayınlıyor.Önce yatay eksene yılları koydum. Karmaşık ve okuması zor bir grafik çıktı.Görüntüyü düzeltmeye çalışırken Merkez Bankası başkanlarına göre dönemlere böldüm. İçeriğinin de zenginleştiğini gördüm. Serdengeçti dönemi, Ocak 2003-Mart 2006 ortalamasıdır. Küresel kriz Yılmaz döneminde kopukluk yaratıyor. Yılmaz I: Nisan 2006-Ekim 2008, Yılmaz II: Kasım 2008- Mart 2011, Başçı Nisan 2011-Aralık 2013 ortalamasıdır. Nereden nereye...Aşağıdakine benzer bir grafiği daha önce (9 Şubat 2014) sadece borçlanma faizi için yayınlamıştım. Diğer ikisini ekleyince resmin daha iyi görüldüğünü fark ettim. Üç faizin beraber davrandığı çok net ortaya çıkıyor.Başkan Serdengeçti yönetiminde reel faiz rekor kırıyor. Gecelik TL riski alana yüzde 13 reel faiz ödeniyor. Geçmişte “Müstehcen” demiştim. Hoş, Başkan Yılmaz’ın ilk dönemi de aynı politikayı sürdürüyor. Reel faiz ancak 1-2 puan geriliyor. Neyse ki küresel kriz patlıyor. Reel faizler çöküyor. Ona rağmen borçlanma faizi ancak Başkan Başçı döneminde eksiye geçiyor. 28 Ocak’ta küçük bir artıya dönüyor. Elbette finans piyasalarını kesmiyor. Grafik nedenini çok güzel özetliyor.
Merkez Bankası genel kurulu bugün toplanıyor. Bir süredir hükümetin yönetimde değişiklik yapacağı rivayetleri dolaşıyor. Olabilir mi? Bilmiyorum. Para politikası açısından önemlidir. Sonucu merakla bekliyorum.İş gücü anketi ocak sonuçları açıklandı. Aralık-şubat dönemini kapsıyor. Aralıkta başlayan güçlü istihdam artışı sürüyor. İşsizlik oranı yüzde 10,1’e geriledi. Geçen ay şaşırdığımı yazmıştım. Bilmeceyi hâlâ çözemedim. Seçim etkisi Ocak-mart dönemi bütçe gerçekleşmesi Maliye Bakanlığı tarafından yayınlandı. İlke olarak çeyrek bazında bakıyorum. İçeride ve dışarıda dalgalanma hâlinde maliye politikası özel önem kazanıyor. Ekonominin temel çıpasına dönüşüyor.Seçim öncesinde bütçede disiplinin gevşemesi beklenir. Türkiye’ye özgü değildir. Yerel ya da genel olması da fazla etkilemez. Hükümet bir şekilde kamu harcamalarını artırır. En azından öne çeker. Öyle olmuşa benziyor. İlk çeyrekte geçen yıla göre vergiler yüzde 10, toplam gelir yüzde 10,8 yükseliyor. Reel artış (yüzde 2,6 ve 1,9) büyüme hızının altındadır. Halbuki faiz-dışı harcamalar yüzde 15 artıyor. Reel artış (yüzde 6,4) büyümenin üzerindedir.Faiz katkısıDevam edelim. Faiz-dışı harcama gelirden hızlı artınca, tanım gereği, faiz dışı fazla geriliyor. 2013’ün ilk çeyreğinde 14,2 milyar TL iken 2014’te 12.5 milyar TL’ye düşüyor. Fark 1.7 milyar TL’dir.Ancak bütçe açığı bu kadar yükselmiyor. 2013’te 0.9 milyar TL’den bu yıl 1.5 milyar TL’ye çıkıyor. Fark 0.6 milyar TL’dir. Faiz dışı fazladaki düşüşün üçte biridir. Gerisi nerede saklanıyor? Bütçe açığındaki artışı kısıtlayan, faiz harcamasının geçen yıla göre 1.1 milyar TL (yüzde 7,8) azalmasıdır. Yani hükümet seçim harcamasının üçte ikisini düşen faiz giderleri ile karşılıyor. Düşük faizin bütçeye katkısıdır.
Türkiye için reel kur hesabına ünlü yatırım bankası Goldman Sachs da başlamış. Yeni öğrendim. İlk çeyrekte kur denge değerine geliyor. Ama seçim sonrasında tekrar yüzde 5,5 aşırı değerli oluyor. Benim hesabımla uyumludur. 2013 mutluluk araştırması il sonuçları açıklandı. En mutlu il Sinop çıkıyor. Ancak umut düzeyinde ise 20’nci, AB üyeliğine destekte ise 71’inci sıraya geriliyor. Umut ve mutluluk düzeyi haritaları da var. İlginç buldum. Konutun iki fiyatıYakın geçmişe kadar konut fiyatları hakkında güvenilir bilgi adeta yoktu. Merkez Bankası geçen yıl 2010 bazlı fiyat endekslerini yayınlamaya başladı. Bölgesel ve yeni konut fiyatları da izleniyor. Önemli bir eksiklik giderildi.Konutu ilginç kılan özelliklerinden biri, iki fiyatı olmasıdır. Çünkü aynı anda hem varlık hem hizmet aracıdır. Satış fiyatı varlığı edinmenin, kirası ise hizmeti kullanmanın maliyetidir. Dolayısı ile kira/fiyat oranı uzun dönemde varlığın getirisini belirler. Ancak kısa dönem karışıktır. Konutta fiyat artışı beklentisi kira getirisini geri plana atabilir. O nedenle kira/fiyat oranının seyri konut piyasası hakkında yararlı bilgiler taşır.Kira getirisi düşüyorVerilere dönelim. Ocakta konut fiyatlarında ortalama yıllık artış yüzde 12,8’e ulaştı (geçen yıl yüzde 11,7). Artışın yumuşak ve sürekli olduğunu gözlüyoruz. Yeni konutlar da aynı eğilimi gösteriyor.Kiraları TÜFE’den izliyoruz. Ocakta yıllık ortalama kira artışı yüzde 6,2’ye yükseldi (geçen yıl yüzde 5,1). Artış gene yumuşak ve süreklidir. Zaten kirada dalgalanma yok denecek kadar azdır. Şu hâlde konut fiyatları kiraların iki katı hızla artıyor. Bu da konutun kira getirisini düşürüyor. Ne kadar? Örneğin Ocak 2010’da getiri yüzde 5 diyelim. Ocak 2014’te yüzde 4’e geriliyor. Konut yatırımcıları ve inşaat sektörü için tatsız haberdir.
Seçim öncesinde siyasi gerginliğe kredi kuruluşlarının tepkisi sorulmuştu. ‘Mutlaka olumsuz bakan olur ama piyasayı etkilemez’ dedim. Cuma sabahı Moody’s görünümü negatife çevirdi. Dolar 1 krş. yükseldi; faiz kıpırdamadı. Normaldir. IMF küresel tahminlerini açıkladı. Dünya Ekonomik Görünümü yılda iki kez yayınlanıyor. Türkiye’nin 2014 büyümesi yüzde 3.5’dan yüzde 2.3’e çekildi. Dünya Bankası da benzer şekilde yüzde 2.4’a indirdi. Yılbaşında ben de yüzde 2.5 öngördüm. Olumlu verilerTahminlerde ilk çeyrek kritik rol oynuyor. Siyasi gerginlik zirveye çıktı. TL sert değer kaybetti. Faiz artışı gerçekleşti. Ancak, bu hafta yayınlanan üç Şubat verisi reel ekonomide farklı bir dinamiğe işaret ediyor. Sanayi üretimi Şubat’ta geçen yıla göre yüzde 4.9 büyüdü. Piyasa yüzde 3.5 bekliyordu. Canlanan AB pazarı ve kurun ihracata olumlu etkisini yansıtıyor. Nitekim dış ticaret miktar endeksleri ihracatta yüzde 8.8 artarken ithalatta yüzde 2.2 azaldı. Cari işlemler açığı geçen yıla göre 2 milyar dolar azalarak 3.2 milyar dolara indi. Düzeltmenin yarısı altın ticaretinden kaynaklanıyor. Altın hariç yıllık açık 52 milyar doların altına geriledi. Yıllık net hata noksan fazlasının 10 milyar dolara ulaştığını da belirtelim. İlk çeyrekte büyümeBETAM’ın Ekonomi Görünüm ve Tahminler Raporu’na arada değiniyorum. Aylık öncü göstergelerden çeyrek büyüme hızı hesaplıyor. Örneğin Ocak’ta Ekim ve Kasım verileri ile son çeyrek büyümesini yüzde 4.8 tahmin etti. Yüzde 4.4 çıktı. Nisan’da Ocak ve Şubat verilerini kullanıyor. İlk çeyrek büyümesini yüzde 3.8 buluyor. Gerçekleşme yüzde 3’e yakın çıkabilir. Halbuki yıllık tahminler ilk çeyrekte duraklama (hatta daralma) varsayımına dayanıyordu. Ne oluyor? Rekabetçi kurun doğal sonucudur. İhracat ve sanayinin yeniden büyümenin motoru olmasına olanak tanıyor. Hem teori, hem Türkiye’nin geçmiş deneyimi ile uyumludur. Bugünkü reel kur düzeyini korumanın yararına yeterli kanıttır.
Zaman ne kadar çabuk geçiyor. 1994 krizinden bu yana 20 yıl geçmiş... Neyse ki Başkan Başçı hatırlattı. Profesyonel iktisatçı olarak ilk krizim sayılır. Bir öncekini (1978-79) tribünden seyrettim. İktisadi Analiz (Efil Yay. Ankara 2009) kitabını yazıyordum. 1994’te sahaya inmiştim. Sabah Gazetesi ekonomi köşe yazarlığına tam krizin göbeğinde (28 Şubat) başladım. En sıcak günlerinde TÜSİAD’ın Görüş dergisinde (sayı 15, Haziran-Temmuz 1994) uzun bir makalem çıktı.Krizin kronolojisi1994 göstere göstere gelen bir krizdir. Ekonominin duvara çarpacağını aklı başında herkes görüyordu. 1993 yazında bir söyleşimde tarih bile verdim. Bahar ayları dedim. Çiller etkisini küçümsemişim.Kur hareketi 27 Ocak’ta başladı. Dolar bir günde 15 bin 200 liradan 17 bin 200’e (yüzde 14) tırmandı. Sakinleşebilirdi. Çiller faktörü devreye girdi. 10 Mart’ta 20 bini, 5 Nisan’da 23 bini, 7 Nisan’da 40 bini gördü. IMF anlaşması ile 22 Nisan’da 29 bin 500’e geriledi. Dalganın şiddetini görmek için bugüne uygulayalım. 26 Ocak-7 Nisan arasında (dokuz hafta) dolar yüzde 163 yükseldi. 2.10 TL’den 5.50 TL’ye fırlaması demektir. 2001 krizi de yanında hafif kalıyor. Sekiz ayda dolar yüzde 130 artmıştı.Çiller’in katkısıAslında çok sıradan bir krizdir. Nedeni 1989 sonrasında devreye giren popülist iktisat politikalarıdır. “Popülist çevrim” deniyor. Devasa kamu açıkları dış borçlanma ile karşılanır. Üç-beş yıl gider. Krizle noktalanır. Makroya giriş dersinde anlatılır. Dolayısı ile krizi Çiller’e atfetmek yanlıştır. Engellemek için bütçede kemer sıkmak gerekiyordu. Ama siyasi ortam buna izin vermiyordu. Çiller’in para politikası hataları krizi sadece birkaç ay öne çekti. Belki biraz derinleştirdi. Hoş, o bile şüphelidir.Özetleyelim. 1994 krizinin nedeni sürdürülemez bütçe açığında ısrardır. Para politikasının zaten eli kolu bağlıdır. Bu açıdan Başkan Başçı’nın analojisini sevimsiz buldum. Bugünü 1994 başına benzetmek gerçekten kopuktur. Keşke yapmasaydı.
Küresel piyasalar tedirgin açıldı. Ama iç piyasada olumlu ayrışma sürüyor. Borsa yatay seyretti. Dolar 2.12 TL’de (sepet 2.52 TL). Gösterge faiz yüzde 10,3’e geriledi. Asayiş berkemal diyebiliriz. Şubat sanayi üretimi bugün açıklanıyor. Ocakta beklenenden güçlü gelmişti. Büyümenin öncü göstergesidir. CNBC-e anketi üretimde (takvim ve mevsim etkisi arındırılmamış) yüzde 3,5 artış öngörüyor. Biraz daha iyimserim.Kurda dalgalanmaTL’nin son on günde hızla değer kazanması para politikası tartışmasını yeniden canlandırdı. Açılışı Başbakan yaptı. Merkez Bankası’nın 28 Ocak’taki güçlü faiz artışına gönülsüz razı olduğu böylece kesinleşti.Başbakan’ın mantığını özetleyelim. Kur tırmanınca faizi yükseltmek için olağanüstü toplantı yapıldı. Şimdi kur aşağı gidiyor. Tutarlı olmak için gene olağanüstü toplantı ile faizlerin indirilmesi gerekir.Haklı mı? Kur dalgalarını karşılaştıralım. 28 Ocak öncesindeki on günde döviz sepeti 20 krş. (yüzde 8) değer kaybetti. Son on günde ise 15 krş. (yüzde 5,5) değer kazandı. Birebir tutmuyor. Ama bir gerçek payı olduğu hemen görülüyor.Tepki simetrik mi?Türkiye’de para politikasının yumuşak karnı döviz kurudur. İlk bakışta tartışma enflasyona, büyümeye, işsizliğe vs. odaklanır. Aslında bunlar bahanedir. Esas kavga nedeni döviz kurunun düzeyidir. “İki tarz-ı iktisat” dedim. “Sıcak paracılar” kuru baskılamak için yüksek faizden yanadır. “Kurcular” ihracatı destekleyecek rekabetçi kur için düşük faizi savunur. Tüm para politikası tartışmaları bu eksen etrafında şekillenir. Sonuç ne olur? Son on iki yılın para politikası ortadadır. Döviz tırmanınca daima faiz artışına gidildi. Ama döviz düşünce para politikası ya hiç tepki vermedi ya da çok gecikti. Bu asimetrik tavrın bugün de gücünü koruduğu kanısındayım. Olayın ekonomi politiği özellikle ilginçtir. Ayrıntısına girmek istiyorum.
Müjde, müjde! ABD ekonomisi Şubat’ta beklenenin altında istihdam yarattı. İşsizlik oranı yükseldi. Finans piyasaları ise kötü haberi coşku ile karşıladı. Mali kesim çıkarlarının reel kesime nasıl ters düşebildiğine çok açık örnektir. Öncesinde Başbakan’ın Merkez Bankası’ndan faiz indirimi talebi içeriyi germişti. Ama ABD kökenli iyimserlik galip geldi. Dolar 2.11 TL’ye (sepet 2.50 TL) geriledi. BIST endeksi 73 bine yaklaştı. Faiz tartışması ayrı yazı gerektiriyor.Yaşam maliyeti artıyorMart enflasyonu gene şaşırttı. Mart’ta piyasa TÜFE’nin yüzde 0.85 artmasını bekliyordu. Ben daha karamsar olduğumu yazdım. Gerçekleşme yüzde 1.1 oldu. Geçen yıl yüzde 0.7 idi. Böylece yıllık enflasyon yüzde 8.4’e yükseldi. Tüketici enflasyonu iki ayrı olayı ölçüyor: vatandaşın yaşam maliyeti ve ekonomide talep baskısı. Nisbi fiyatlar az oynayınca ikisi örtüşüyor. Sert fiyat dalgalanmaları halinde ayrışıyor. Son dönemde iki neden öne çıkıyor: Tarım ve döviz kuru.2014’ün ilk çeyreğinde yaşam maliyetinde gözle görülür bir artış yaşanıyor. TL’nin değer kaybı ithal malların TL fiyatlarına yansıyor. Halbuki gelirler TL ile kazanılıyor. Bu durumda satın alma gücü düşüyor. Dış açığın daralması için vatandaşın ödediği bedeldir. Talep baskısı yokYa talep baskısı? Diğer göstergeler iç talepte belirgin daralmaya işaret ediyor. En çok döviz kuruna duyarlı sektörlerde hissediliyor. Örneğin araç satışları Mart’ta yüzde 25, ilk çeyrekte yüzde 30 geriledi.Talep baskısını nasıl ölçeriz? Fiyatlama davranışlarını izlemek gerekiyor. İki hizmet fiyatını uzun süredir kullanıyorum: Kira ve berber fiyatları. İthal girdisi yok gibidir. Çıplak talep baskısını yansıtır.2013’de kira kıpırdandı. Aylık artış Kasım’da beş yılın zirvesine çıktı (yüzde 0.7). Sonra düşüşe geçti. Mart’ta yüzde 0.4’e indi. Berber fiyatları 2013’de aylık yüzde 0.6 civarında yatay seyrediyordu. Ocak’ta patladı (yüzde 4.8) ama Mart’ta yüzde 0.4’te kaldıNormaldir. Bu büyüme (ve bütçe) ile talep enflasyonu riski yoktur. Böyle biline...
Finans piyasalarının “manik-depresif” kişiliği ünlüdür. Yılbaşında sadece felaket senaryoları vardı. Sert iniş, hatta bir mali kriz kaçınılmazdı. Ne oldu? Merkez Bankası faizleri yükseltti. Yerel seçimleri AKP kazandı. Şimdi dövizin nereye ineceği konuşuluyor. Döviz sepeti 27 Ocak’ta 2.78 TL’yi gördü. Dün 2.52 TL’ye yaklaştı. Yani TL yüzde 9 değer kazandı. Benzer süreç gösterge tahvil faizinde yaşandı. Bir ara yüzde 11,8’e tırmanmıştı. Yüzde 10,6’ya düştü. Bu sabah mart enflasyonu açıklanıyor. Piyasa (CNCB-e anketi) tüketici enflasyonunu yüzde 0,85 öngörüyor. Yıllığı yüzde 8,1’e yükseliyor. Yıl sonunda ise yüzde 8 bekleniyor. Ben şubatta daha kötümser, yıl sonunda daha iyimserim.AB tanımlı borçHazine 2013 sonu borç stoku verilerini yayınladı. Sürpriz beklenmiyordu. Kamu borcunun belirlenmesinde bütçe dengesi kritiktir. 2013’te sıkı maliye politikası devam etti. Açığın milli gelire oranı yüzde 1,2’de kaldı.Önce AB tanımlı borç stokuna bakalım. Hazine’nin brüt borcudur. Merkezi yönetim borç stokunun biraz altındadır. 2013’te yüzde 10,6 artışla 606 milyar TL çıktı. Nominal milli gelir ise yüzde 10,2 büyümüştü. Borç oranı 0.1 puan arttı. Yüzde 36,3’e yükseldi. Düşük bütçe açığına rağmen borç oranı nasıl artıyor? TL yüzde 20 değer kaybetti. Dış borcun TL tutarı arttı. Kur etkisi 30 milyar TL çıktı. Milli gelirin yüzde 1,9’udur. Yani 2012 sonu kuru ile AB tanımlı borç oranı yüzde 34,4’e düşüyor.Halkın elindeki borçNet kamu borcuna dönelim. Diğer kamu kesimi borcu ekleniyor. TCMB dâhil kamu menkul varlıkları düşülüyor. Ama TCMB varlıkları patlayınca anlamsızlaştı. Nitekim 2013’te net kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 12,7 (!) oldu.IMF’nin yeni tanımı TCMB varlıklarını net borca dâhil ediyor. Halkın elindeki (held by the public) borç oranı daha gerçekçidir. Bu tanımla net kamu borcu 2013’te yüzde 9,1 artışla 469 milyar TL’ye yükseldi. Milli gelir daha hızlı büyüdüğü için oranı 0.3 puan düştü. Yüzde 30,1’e geriledi. Brüt borç oranı artarken net borç oranı nasıl düşüyor? Çünkü Hazine’nin döviz varlıkları var. Böylece kur artışının olumsuz etkisi sınırlanıyor. Bilginize...