Hafta sonu Amerika’nın merkez bankası konumundaki Fed’in ev sahipliğinde Jackson Hole’da yapılan toplantılardan yine elle tutulur, geleceğe yönelik somut haberler gelmedi. Evet bu toplantıların daha çok “teorik” ve “akademik” toplantılar olduğu yazılıp, çizildi. O zaman neden, ABD piyasaları niye bu toplantıyı ciddiye alıpta dipten dönüp yükseldi? Sebep çok da karmaşık değildi aslında. Bernanke’nin “Şu anda ihtiyaç yok ama işler sarpa sararsa geleneksel olmayan önlemler de almaktan çekinmeyeceğiz” sözünü; yine “Bize istediğimiz zaman istediğimiz kadar para verilecek” diye algılayan borsalar yüzde 1.7 civarında yükseldi. Dün ise hareket dar bir bant aralığında kaldı. Goldman Sachs’ın baş ekonomisti Jan Hatzius; Fed’in ev sahibi olduğu Jackson Hole toplantılarına bu kez davet almadığından mı nedir bilinmez; gelen verilerin, ABD’nin potansiyel büyüme hızının altına geldiğini ve ekonominin daha da kötüleşme olasılığının arttığını yazmış. Fed piyasaların yüreğini yatıştırmaya yönelik “sözel müdahalelerini” sürdürürken aynı toplantıda “akademik çevrelerden” Carmen M. Reinhart ve Vincent Reinhart’ın “After the Fall Çöküşten Sonra” başlıklı çalışması krizlerin ‘müdahalelerle’ çözülmesinin zorluğunu ortaya koymuş. Karı-koca Reinhart’lar; 1929 “Büyük Buhran”, 1973 “Petrol Şoku” ve 2007 “Eşikaltı Krizi” ile birlikte 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanmış 15 finansal krizi incelemişler. Kıyaslamalar krizler öncesindeki ve sonrasındaki 10 yıl olarak yapılmış. İlginç sonuçlar ortaya çıkarmışlar:1- Finansal krizler sonrasındaki 10 yılda işsizlik, krizden önceki on yıla oranla gözle görülür şekilde yükselmiş. 15 krizin 10’unda ise işsizlik kriz sonrasındaki 10 yılda, kriz öncesindeki seviyelere asla düşmemiş.2- Konut verilerinin tam olarak edinilebilen 10 ülkenin yüzde 90’ında “reel” ev fiyatları kriz yılı ve sonrasındaki 10 yıl boyunca, kriz öncesinin altında kalmış. Ortalama fiyatlar yüzde 15-20 gerilemiş. 3- Kriz sonrasındaki 10 yıldaki reel büyüme oranları, kriz öncesine kıyasla önemli oranda düşüş kaydediyormuş. Bu gerilemenin gelişmiş ülkeleredeki ortalaması yüzde 1’e ulaşıyormuş.4- Kriz öncesinde özel sektörün borçlanma/GSMH oranı kriz öncesindeki 10 yılda yüzde 38 gibi bir oranda artarken, kriz sonrasında da aynı oranda, ancak 7 yıl gibi bir sürede geriliyormuş!Reinhart’ların çalışması, krizlerin “boyacı küpü” gibi daldır-çıkar tarzı kolay çözümleri olmadığını, alınan popülist önlemlerin kısa vadede işe yarar görünse de 5-10 yıllık vadelerde çok da işe yaramadıklarını ortaya koyuyor.Peki hiç mi bir şey yapılmamalı?Tabii ki hayır! En azından bireylerin ve de şirketlerin; hepsi değil ama sağlıklı olanlarıyla yola devam edilmesi sağlanmalı. Kısa vadeli çözümlere konsantre olmaktansa, 10 yıllık toparlanma sürecini kısaltacak orta-uzun vade için çözümlere öncelik verilmeli! Peki bunlar yapılıyor mu? Korkarım cevap yine hayır! ‘Sağlıklı-hasta-iflah olmaz’ ayrımı yapılmadan herkes kurtarılmaya çalışılıyor. Diğer yandan uzun vadeye yönelik doğru dürüst adım atılmıyor. Piyasa katılımcıları, kısa vadeli düşünür ve kısa vadeli çıkarlarına odaklanırlar. Kural koyucular, ekonomi yönetimleri ve de merkez bankaları daha uzun vadeli planları/stratejileri oluşturmakla ve de hayata geçirmekle yükümlüler. Buna yönelik çalışmaların yapılacağı ortamlardan biri de geçtiğimiz hafta yapılan Jackson Hole gibi toplantılardır. Siz uzun vadeye dair birşey duydunuz mu bilmem ama benim adıma sadece havanda su dövülmüştür.
TL’nin yabancı para birimleri karşısındaki değeri, yani kurlar için son günlerde çokca tartıştık. TL’nin değerinin artmasının ihracatı olumsuz etkilediği, buna karşın ithalatı artırdığı konuşuldu durdu. Hem dolar hem de euro bölgelerindeki ekonomik sorunlar, gelişmekte olan ülke piyasalarına girişi artırırken, yerel paraları da değerli hale getirdi. Aslında bu sorun sadece gelişmekte olan ülke paralarının sorunu değil. Bir başka para birimi daha bu konudan muzdarip: Japon Yeni. Önceki gün 83.59 ile 1995 yılı Nisan ayında görülen 79.75 seviyesinden bu yana en düşük seviyeye gerilemiş (değer kazanmış) durumda. Japonya’da da kurlara müdahale konuşulmaya başlandı. Japon Başbakanı’nın, Japon Merkez Bankası Başkanı ile olağanüstü görüşeceği konuşulur oldu. Müdahale konusunda “deneyimli” olan Japon Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası bunun çok da işe yaramayacağını öğrenmiş olsa gerek. Yine de hem reel ekonomi tarafından hem de politikacılar cephesinden “kura müdahale edilecek” beklentisi oluşmuş durumda.TL cephesinde de benzer tartışmalar, beklentiler var. Neyse ki tartışma Japonya’da Türkiye’den daha önce yapılıyor. Şimdi; tıpkı denizcilerin rotalarını ya da denizdeki sığlık veya yükseltileri belirleyebilmek için kullandıkları işaretler yani kerterizler gibi bizde Japon yenini izleyeceğiz. Bayramdan sonra ihracatçılarla bir araya gelecek Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da Japonya’da yaşanacakları yakından izleyeceğinden eminim.Aslında Japonya’nın durumu tam bir “vaka”. Zira ders kitaplarında 20 yıldan bu yana resesyonla mücadele eden, kamu borcunun gayrisafi milli hazılasına oranı yüzde 200’lerde dolaşan, faiz oranları “pratikte sıfır” olan bir ülkenin para biriminin nasıl olup da değerlenebildiğine dair herhangi bir “paragraf” yer almıyor. Yani durum “teoriye uymuyor”. Sırf bu nedenle bile yen sadece bizim için değil Amerika başta olmak üzere hemen herkes için iyi bir “kerteriz”.Japonya’da kurlara müdahalenin (olur ise) yönteminin, miktarının ve hızının yakından izlenmesinde fayda var. Zira bu tarz müdahalelerin yeni pozisyon almak ya da eldeki pozisyonu iyi fiyatlardan boşaltmaktan başka bir işe yaramadığına inanan birisi olarak yendeki hareketler bizim için ipucu sağlayacaktır. Müdahale gelmediği takdirde yenin tarihi zirvesi olan 79.75’e kadar yükselmesi söz konusu. Benim tahminim bu seviyeye kadar müdahale gelmeyebilir. Ancak bu seviyenin altına inilmesi müdahale taraftarlarının sayısını artıracaktır. Yenin değer kazanmasının ardından belki de tek makul açıklama artan “çift dip” endişeleriyle kapatılan pozisyonlar. “Carry trade” için kullanılan yenler, menşeilerine iade ediliyor. TL için MB’nin tavrı bayramdan sonra netlik kazanacak. Görünen o ki Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, herhangi bir döviz müdalesinden yana değil. Daha çok ihracatçıların; dolaylı maliyetlerin düşürülmesi, enerji girdi maliyetlerinin azaltılması, KOSGEB ya da Eximbank aracılığıyla ucuz (ve kolay) kredi sağlanması gibi “sair” yöntemlerle desteklenmesi gerektiğini söyleyecektir. Kur konusunda halen daha Hükümet’in yapabileceği pek çok şey var.
İthalatla uğraşanlar ya da dövizle borçlanmış olanlar ne düşünür bu durumda bilemem ama ihracatçıların talebi bu yönde. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi kurdaki beklentilerine dair bir rakamı dile getirdi. Sayın Büyükekşi, “1 dolar+1 eurodan oluşan sepetin” 3.87 olmasını istediklerini söyledi.Bahse konu olan sepet rakamı en son 3.8685 ile 27 Kasım 2009’da görülmüş. Aslında bu seviye Nisan 2009’dan bu yana görülen en yüksek seviye, yani zirve. O tarihte dolar/TL kuru 1.5550, euro/TL kuru ise 2.3135 imiş. Aynı gün euro/dolar peritesinde de 1.5018 görülmüş. İhracatçıların talebi, sepetin yeniden “zirveye getirilmesi”. Bir başka deyişle; dün görülen 3.47’li seviyelere göre sepetin yüzde 11.50 “devalüe edilmesi” gerekiyor. TİM’in hedefine ulaşabilmek için (euro/dolar paritesinin 1.27 olduğu varsayımıyla) dolar/TL’nin 1.7050’ye “çıkartılması” böylelikle de euro/dolar kurunun da 2.1650’ye gelmesi gerekiyor.Diyelim ki Merkez Bankası eliyle kısa zamanda kurlar “yükseltilmeye” başlandı. Merak ediyorum; elinde dolar tutanların ya da ihracat bedellerini kurlar yükselsin diye bekletmiş olanların ne kadarı dövizlerini bozduracak? En çok merak ettiğim ise ileride gelecek ihracat bedellerinin ne kadarı vadeli işlemler aracılığıyla bozdurulacak? İnanıyorum ki ihracatçıların önemli bir kısmı ‘kurlar daha da gidecek’ diye; dövizlerini (elindeki ya da gelecek farketmez) bozdurmayacak, önemli bir fırsatı kaçıracaklardır. Sonra da dönüp, cesur davranıp müdahale anlarında pozisyon açıp fırsatı iyi değerlendiren “yabancılara” sitem edip, ‘yabancılar Türkiye’yi sömürmeye devam ediyorlar’ masalını söylemeye ve dinlemeye devam edeceklerdir. Merak ediyorum; daha önceki devalüasyonlar sırasında/sonrasında ihracatçılar, kur avantajlarının ne kadarını kendilerinden mal alanlarla paylaştılar ya da paylaşmak zorunda kaldılar?Bir başka takıldığım nokta da hem ihracatçıların hem de politikacıların “öngörülebilir kur” talepleri. Konuştuğum hemen herkese bugünkü kuru birkaç yıl boyunca garanti edilebileceğini, bankacılık sisteminin de bunu yapabilme kabiliyetine sahip olduğunu söylüyorum. Hatta ileri tarihli kurların; TL’nin pozitif fazi farkından dolayı; bugünkünden bile daha iyi olacağını da ekliyorum. ‘Kurlarınızı hedge etmek istemez misiniz?’ diye sorulduğunda ilk gelen cevap her zaman “Ya kurlar daha da yukarı çıkarsa” oluyor. Merak ediyorum: İhracatçılar “öngörülebilir kur” mu istiyor? Yoksa “hep kazanacakları bir kur spekülasyonu” mu? Tabii ki bu arada onların kazançlarının faturasının kimlere çıktığı hikayesi de ayrı bir tartışma konusu.Bir konuda ihracatçılara hak vermemek mümkün değil. Dolar/TL kurları 1.15’lere, sepet değeri de 2.87’lere düştüğü 2008 yılının ilk yarısında kur konusunda bana göre de ciddi hatalar yapıldı. Enflasyonla mücadele adı altında faizler olması gerekenin çok üzerinde yüksek tutuldu. Bu durum TL’yi aşırı değerlendirdi ve ihracatçıların belini büktü. Türkiye’nin üretim damarlarında ciddi “kurumalar” oldu. O günlere yeniden dönülmemesi gerekir. Artık Merkez Bankası’nın da bu konuda hassas olacağına inanmak istiyorum. Merak ettiğim son şey: İhracatçıların o günlerde kurlara itiraz ettiğini hiç hatırlamıyorum.Bu arada müdahalenin MB ayağını hiç kimse hesaba katmıyor. Alınan dolarlar için piyasaya verilecek TL ve bunun enflasyon üzerindeki baskılarını hiç kimse konuşmuyor. Kimsenin konuşmadığı bir başka şey de müdahale sonrasında yabancıların MB’ye “yıkacağı” büyük pozisyonlar sonrasında kurların başladığı yere geri döneceği, hatta daha da altına ineceği...O zaman ne yapacağız?
HAFTA başında Dow Jones’ta 10.300-325 bandına doğru toparlanmalar görülse de haftanın sonuna doğru benim beklentim 10.125 seviyesinin de aşağı geçilmesi ve yeniden 10 bin seviyesinin altına inilmesi. ABD piyasaları güç kaybederken, başta İMKB ve bono piyasası olmak üzere Türk piyasaları dirayetli davranıyor. Görünen o ki piyasalar, bir anlamda güven oyuna dönen Anayasa oylamasından ‘evet’ çıkacağını ve tek parti iktidarının devam edeceğini tahmin ediyor. Amerikan Dow Jones Endeksi Cuma günü 10.213’ten kapanırken, S&P 500 1.071’den kapandı. Önümüzdeki hafta ABD’deki yeni ve ikinci el satışlarıyla ikinci çeyrek ekonomik büyüme verileri açıklanacak.İMKB ise haftayı; haftalık bazda; 239 puanlık bir “yükselişle” kapattı. Yine haftalık bazda bakıldığında Dow Jones, 267 puanlık “kayıpla” haftayı kapatmış durumda. Dow’da haftalık kapanışın 50 haftalık hareketli ortalamanın altında gerçekleşmesi de önemliydi. Zira bu, Dow Jones’ta aşağı yönlü hareketin devam edeceğine işaret ediyor! Önceki “kırılmalara” bakıldığında bu harekete çok fazla önem atfenin hatalı çıkma ihtimali yüksek gibi görünüyor.Yine de; geçtiğimiz hafta Philadelphia Fed’in açıkladığı ve beklentilerden kötü gelen bölgesel veriler, 2010’un en yüksek işsizlik başvuruları, derken art arda gelen olumsuz veriler ve özellikle bu haftaki konut verilerinden algılanacak olumsuz sinyaller işlerin biraz daha bozulmasına sebep olabilir.Hafta başında Dow Jones’ta 10.300-325 bandına doğru toparlanmalar görülse de haftanın sonuna doğru benim beklentim 10.125 seviyesinin de aşağı geçilmesi ve yeniden 10 bin seviyesinin altına inilmesi. Hareketin yönü ve hızı konusunda S&P 500’ü de yakından izlemekte fayda var. Ola ki 1.038 seviyesinin altına sarkılacak olur, hele ki kapanışlar bu seviyenin altında kalacak olur ise ABD borsalarının işi hayli zorlaşacak, Temmuz başında görülen dipler sorgulanır olacaktır! Bu hafta konut verileri; ki vergi teşviklerinin sonlanması sonrasındaki üçüncü aya ait veriler gelecek; bu hareketleri hızlandırabilir. Tüm bunlar olurken yeniden Fed’in alması gereken önlemler tartışılması çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Fed birşeyler yapabilir mi? Bence alınacak önlemlerin marjinal katkısı olabilir. Ancak radikal katkı beklemek yanlış olacaktır. Zira Fed; bugünlerin gelebileceğini de öngörüp, önemli silahlarının bir kısmını saklamalıydı. Böyle yapmayıp, krizin ilk anlarında elindeki tüm silahları devreye sokunca, bugünlerde kullanılabilecek etkili silahları neredeyse kalmadı. İş yine zamanın iyileştirici etkisine kalmışa benziyor.ABD piyasaları yalpalarken, başta İMKB ve bono piyasası olmak üzere Türk piyasaları dirayetli davranıyor. Görünen o ki piyasalar bir anlamda güven oyuna dönen Anayasa oylamasından ‘evet’ çıkacak ve bunun da seçimlere yansıyacağını hesaplıyor, tek parti iktidarının devam edeceğini tahmin ediyor. Aksi takdirde İMKB’nin direncini, gösterge bonolarda gelinen yüzde 8.01 bileşik seviyesini açıklamak pek de mümkün değil. Bu hafta içinde ABD piyasaları için yukarıda belirtmiş olduğum tahminler hayata geçecek, buna karşın İMKB direncini sürdürecek olur ise, piyasaların ‘evet’i satın almakta olduğu savı güçlenecektir. İMKB endeksindeki “üçgen” yapı, güçlenerek devam ediyor. Bu yapı önümüzdeki hafta içinde bir yöne kırılacak görünüyor. Üçgeni oluşturan trendlere bakıldığında; yukarı yönde 59.715 (günlük olarak 75 puanlık azalışlarla) önemli bir eşik olurken, aşağıda da 57.435 (günlük 100 puanlık artışlarla) önemli bir “destek” noktası olacaktır.Ancak bu hafta için belki de en önemli nokta 58.000 seviyesindeki 50 günlük hareketli ortalama. Düşüşlerde bu seviye korunacaktır, ancak önümüzdeki hafta Cuma günü 50 günlük HO’nın (hareketli ortalama) altında bir kapanış olur ise, İMKB’nin de işi hayli zorlaşacaktır. Bu hafta euro/dolar paritesine dikkat!İki hafta önce 1.35’e çıkar, ancak hemen ardından da ciddi bir düzeltme gelir diye beklediğim euro/dolar paritesi 1.33’ün çok az üzerinden döndü. Hatta geçtiğimiz Cuma günü 1.2664’e kadar geriledi.Haftanın ilk günlerinde son düşüş hareketinin bir düzeltmesi olarak 1.2920 seviyelerinin görülmesi olası. Ancak Cuma günkü kapanışın 50 günlük HO’nın altında olması, 1.2605 seviyesine kadar bir düşüşün habercisi. Sonrasında mı?Yaşanacak hareketlerin sırasına ve hızına baktıktan sonra hafta içinde değerlendirmek daha doğru olacak.
Küresel krizin önde gelen Amerikan yatırım bankası Goldman Sachs; geçen hafta S&P 500 Endeksi’nin yılsonu tahminini 1.250’den 1.200’e “revize” etmiş. Dün 1.069’a kadar gerileyen S&P 500’ün yılsonuna doğru yükseleceğini “tahmin” ediyorlar. Ben ise S&P 500’de 1.200’lerin görülmesinden önce; 1.000’in altına inilip, 950 seviyelerinin görüleceğini tahmin ediyorum. Hatta bu seviyelerin yılsonuna kadar, olmadı 2011’in ilk çeyreğinde hayata geçmesi kuvvetle muhtemel diye düşünüyorum. Diğer bir deyişle 1.075 seviyesine göre; GS 125 puanluk bir artıştan, ben ise 125 puanlık bir düşüşten bahsediyorum. Halen daha merkez bankaları bu denli bol kepçeden etrafa para saçarken böylesi bir iddiaya girmek ne kadar akılcı bilemedim. Üstelik ortada bir ödül de yok! Aslında bu iddia ile benim derdim boğaların kulağına kar suyu kaçırabilmek. Heni herkes aynı yöne bakarken, tahterevallinin diğer yanının da olduğunu gösterebilmek. Aslında Goldman Sachs’ın geçmiş performansını göz önüne aldığımda bu iddiayı kazanma ihtimalim hayli düşük. Goldman Sachs; * Kriz sırasında tüm ABD yönetimini neredeyse parmağında oynatmış,* Mart 2009 sonrasındaki yükselişteki borsa işlem hacminin yüzde 60’ını tek başına yapmış, * CEO’su “Tanrının işinin yaptıklarını” söyleyecek denli “karizmatik” birisi olan, * Bir anlamda piyasaları “kurgulayabilen”, * Piyasaları bir uçtan diğerine sallandırabilecek denli “kudretli”bir yatırım bankası. Böylesi bir kurum ile iddialaşmak ne denli akılcı bilemedim.Gelişmelere, son gelen verilere bakınca dayanamadım. İddiamı güçlendirecek ne var derseniz... Desteklerin birisi teknik analizden geliyor. Geçen hafta iddiaya konu olan endekste hem 200 günlük hem de 50 günlük hareketli ortalamalar aşağı yönde kırıldı. Hatta kapanışların diplere yakın olması bu hafta da piyasaları “yoruyor”. Konut ve istihdam tarafındaki veriler çok da umut vaad etmiyor. Dün açıklanan Philadelphia iş dünyası aktivite endeksi +7 beklenirken (bir önceki +5.1) Temmuz ayında -7 çıkmış. İstihdam endeksi 2.7 gerilemiş. Keza yeni siparişler endeksi de 7.1 gerilemiş. İşsizlik sigortası başvuruları da beklentilerden kötü geldiği de dünkü açıklanan veriler arasındaydı. Veriler ABD’de “ikinci dip” bekleyenlerin elini güçlendirdi mi bilemiyorum, ancak önümüzdeki hafta açıklanacak ikinci el ev satış rakamları işlerin daha da kötüleştiğini gösterebilir. Zira son iki veri; özellikle krizi sırasında 8.000 dolara kadar ulaşan vergi teşviklerinin kalkmasından sonra konut satışlarının iyi gitmediğini gösteriyordu. Yeni açıklanacak verinin de bunu teyit etmesi Amerikan piyasalarında işlerin kötüleştiğini teyit edecek.Bir başka deyişle Goldman ile olan “beyhude” iddiamda benim elimi güçlendirecek umudundayım.Not: Aynı iddiaya dair daha geniş bir yazım, hafta başında www.finansonline.com sitesinde de yayınlandı.
Kapanışların haftanın diplerine yakın gerçekleşmesi düşüş hareketinin en azından haftanın ilk yarısında devam edeceği tahminini güçlendiriyor. Uzun sürecek bir hareketin arifesindeyiz! Tahvil getirileri toparlanmadıkça; ki bu durum ABD’de deflasyondan, enflasyona geçildiği izlenimini güçlendirecektir; borsalarda uzun vadeli, kalıcı yükselişlerin sağlanabilmesi hayli güç olacaktır.Geçtiğimiz haftanın başında ABD hazine bonolarının getirilerinin gerilemesinin piyasalar için aslında iyi bir haber olmadığına değinmiş ve “Bence hareketlere bakıldığında tahvil tarafı, ABD borsalarında sıkı bir düşüşe hazırlık yapıyor gibi!” diye yazmıştım.ABD borsalarındaki hareket bu tahmini haklı çıkarmışa benziyor. Özellikle ABD 10 ve 30 yıllık tahvillerinin getirilerindeki düşüş geçen hafta da devam etti. (Bu arada 2 yıllıklar yüzde 0.49 ile yeni bir tarihi rekor daha kırdı) Ha keza hisse senetlerindeki kayıp da devam etti. S&P 500 Endeksi’nin geçen haftaki hareketleri teknik açıdan önemli ve dikkat çekiciydi. Zira hem 200 günlük, hem de 50 günlük hareketli ortalamalar aşağı yönde (ve de kapanış bazında da) kırıldı. (Dow Jones’ta 200 günlükte aşağı kırıldı, ancak 50 günlük aşağı geçilmedi, bu hafta o da geçilecektir.) Kapanışların haftanın diplerine yakın gerçekleşmesi düşüş hareketinin en azından haftanın ilk yarısında devam edeceği tahminin güçlendiriyor! Uzun sürecek bir hareketin arifesindeyiz! Tahvil getirileri toparlanmadıkça; ki bu durum ABD’de deflasyondan, enflasyona geçildiği izlenimini güçlendirecektir; borsalarda uzun vadeli, kalıcı yükselişlerin sağlanabilmesi hayli güç olacaktır. Yakın vadedeki ilk hedef 1.056 seviyesi. Bu seviyenin görülmesi sonrasında son 8-9 günün bir “toparlanması” gelir, ardından da ilk ana hedef olan 1.000 (düz) seviyesine kadar yeniden bir düşüş yaşanır diye tahmin ediyorum.Zira ne veriler ne Fed ilerisi için elle tutulur, umutları güçlendirecek bir şeylere söyleyebiliyor. Borsada işlem yapanlar ve “güçlü” yatırımcılar dönem dönem düşüşü durdurabilecek argümanlar ileri sürüp düşüşlere mola verdirseler de, nihayetinde bu seviyelere gidilecektir diye düşünüyorum. S&P’de 1.000 seviyesine inilirken diğer borsaların bunu takip etmesi kaçınılmaz! Alman Dax’ta önce 5.950 ardından da 5.700’ler görülebilecek. İMKB 100 Endeksi’nin de takip etmesi durumunda (ki mecburen (!) edecektir) önce düşük 57 binler ardından da 54.500 seviyeleri resmin içine girecektir. Bu senaryonun hayata geçmesi durumunda önümüzdeki günlerde daha hassas seviyeleri sizlerle paylaşıyor olacağım.Euro/dolar 1.35’i göremedi!Geçen haftaki tahminlerde 1.3275’in üzerindeki “haftalık kapanışın” euro/dolar paritesini 1.35’lere taşıyabileceğini, ancak bu seviyenin de “zirve” olacağını yazmıştım. Ne yazık ki bu seviyeye çıkıl(a)madı! Bir önceki hafta görülen 1.3334 seviyesi “zirve” olarak kaldı ve euro hızla değer kaybederek haftayı en düşük seviyesi olan 1.2754’ten (dip 1.2751) kapattı.Nasıl oluyor da hisse senedi piyasaları ve ABD tahvil getirileri bu denli düşerken dolar değer kazanabiliyor?Aslında cevabı basit: Dolar da artık bir “carry trade” parası. Yani düşük faizi nedeniyle dolar da tıpkı yen gibi “fonlama parası” olarak kullanılıyor. Üstelik de herkesin en iyi bildiği, tanıdığı bir para birimi. İşler sarpa sarıp, “bedava para” ile spekülasyon yapılan piyasalar düşmeye başlayınca derhal pozisyonlar kapatılmaya başlanıyor. Dolar kullanılarak diğer para birimlerinde açılmış olan pozisyonlar kapatılınca dolara olan “talep” artıyor. Bu da doların değerini arttıran en önemli sebep oluyor. Başka bir deyişle euro son günlerde biraz da haksız olarak kazandığı değerin bir kısmını geri veriyor. Bundan sonra ne olacak derseniz... 1.2715’ten başlayan ve hergün 15 pip yükselen bir trend var. Bu trendin kırılması durumunda kısa vadeli yükseliş sona ermiş, 1.35’in görülmesi bir başka bahara kalmış demektir. İlk hedef 1.2660 seviyesi. Sonrasında 1.2435 geliyor ve aşağı doğru devam ediyor. Kuzey yarım kürede tatil aylarının yavaş yavaş sonuna geliniyor. Dikkat edin “tatil ayları” dedim. Yunanistan, Portekiz, İspanya da tatildeydi. Kamu maliyelerini düzeltmek için ne kadar çabalamışlardır sizce?Tatilden dönüldüğünde hemen herşeyin bıraktıkları gibi olduğunu gördüklerinde, piyasaların tepkisi sizce ne olur?Ben euroya çok da fazla şans ver(e)miyorum!
Haziran’da yasalaşacağı daha önceden Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan tarafından açıklanmış olan Mali Kural (MK) Meclis Genel Kurulu’na geldiği halde önce Ekim’e ertelendi. Ardından Maliye Bakanı Sayın Şimşek, Ekim’de bile görüşülmeyebileceğini söyledi. Son olarak da Sanayi Bakanı Sayın Ergün, MK’nın yasalaşmamasının “gerçek” sebebinin “yatırımcı bakanların itirazından” dolayı olduğunu açıkladı. Devamında “Haziran’da çıkmayacağı belliydi, Haziran isteği bir anda ortaya çıktı” diyerek olaya “açıklık getirdi”. Hükümet cephesinde anlamadığım bir konu var. Kur meselesinde olduğu gibi MK konusunda da kabinedeki her kafadan bir ses çıkıyor, değişik bakanların olaya dahil oluyorlar. Bu konuların sorumlularının belli olması gerekmez mi?Anlamadığım bir başka nokta daha var: MK kanunu Meclis’e “yatırımcı bakanların” imzası olmadan mı geldi? Bu kanunun kendi bakanlıkları için ne getirip ne götürdüğünü irdelemeden mi imzaladılar? Yoksa MK meselesi kabine üyeleri arasında hiç mi tartışılmadı? Ya da tartışıldı da sonradan bir “içselleştirme” problemi mi ortaya çıktı? Hepsinden öte hükümet IMF anlaşması yerine MK’yı kendisi gündeme getirmedi mi? Orta Vadeli Program hedefleri kolay ulaşılabilir hedeflerdi (aslında onlar da Haziran’da revize edilecekti, edilmedi!). MK daha fazla mali disiplin gerektirecek bir kriterdi. Ancak seçim sathı mahalline girilince “yatırımcı bakanlıklar” yan çiziverdiler.Mesele MK’dan da öte bir mesele. Tıpkı IMF anlaşmasında olduğu gibi bu konudaki gel-git’ler kredibilite sorunu yaratıyor. Bakan Ergün’ün açıklamasından hemen sonra Moody’s “[MK’daki] gecikme Türkiye’yi önemli bir çıpadan yoksun bırakıyor” demiş. Fitch geri kalır mı? Onlar da “Erteleme 2011’de daha büyük bütçe açığı planlandığının bir göstergesi” diyerek güven kaybını ortaya koymuşlar. Eh S&P’yi de unutmayalım: “Hükümetin harcama kısmadaki isteksizliğinden endişeliyiz”. TÜSİAD da “Kural tabanlı politika anlayışından önemli bir sapma” olarak nitelemiş. MK’da önemli olan Türkiye’ye katacağı kredibilite idi. Eğer “yatırımcı bakanlar” yüzde 1 açığa sığamıyorlarsa, MK oluştururken itiraz etselerdi, açık da yüzde 1 yerine yüzde 2.5 ya da 3.2 olarak belirlenseydi. Bu da yapılmayıp sonradan pişmiş aşa su katılınca bu konu ciddi kredibilite kaybına sebep oluyor. Hele bir de Mali Kural’ın sahibinin kim olduğu belli olmayınca...
ABD’nin Merkez Bankası Fed’in toplantısının sonuçları siz bu yazıyı okuduğunuzda açıklanmış olacak. Faizlerde herhangi bir değişiklik beklenmiyordu, büyük olasılıkla da Fed faizleri sabit tutmuştur.Beni asıl ilgilendiren bir önceki Fed toplantısında olduğu gibi dünkü toplantı öncesinde de ABD borsalarının vadeli kontratlarında sert düşüşler yaşandı. Adeta piyasa “sert bir düşüşle” toplantı öncesi Fed’e mesaj gönderiyor. ‘Aman ha, bak piyasalar çok kırılgan; faizleri yükselteyim deme yoksa işler iyiden iyiye sarpa sarar’ diyerek adeta şantaj yapıyor.Bu sefer ki toplantı öncesinde gündeme (ya da şantaja) yeni sayılabilecek bazı konular geldi. Fed’in kriz sırasında “satın aldığı” ev kredilerine dayalı menkul kıymetlerden vadeleri gelenlerin yerine yenilerini alması bunlardan biriydi. Bir diğeri de bankaların Fed nezdinde tuttuğu munzam karşılıklara faiz verilmesine son versin ki bu paralar piyasaya dönsün, yeni kredi verilebilsin.Madem işler yolundaydı, ekonomi toparlıyordu neden piyasalar (özellikle finansal olanları) yeniden Fed’e muhtaç hale geldi? Belli ki toparlanma umulduğu kadar olmadı, olamadı. Son haftalarda gelen konut satışları (teşviklerin sona erdiği Mayıs ayı sonrasında ciddi gerilemeler oldu), keza istihdam verileri ve hepsinden öte tüketici beklentileri olumsuz sinyaller vermeye başlamıştı. Gelinen noktada yine avuçlar Fed’e açılmış durumda. Fed 1 trilyon dolar daha likidite versin, ekonomi toparlansın. Olmadı, Bush dönemindeki gibi yine vergi iadeleri ya da vergi indirimlerine gidilsin.Ne zaman anlayacak Amerikan piyasaları artık bu işin sadece para vermekle çözülemeyeceğini? Para vermekle yapılan tek şey, (patlak) balonun yeniden şişirilmeye çalışması. Patlak balonun ilk haline kadar şişirilmesi (yani herşeyi eski haline getirmek) mümkün mü? Bence değil ama balona uzaktan bakan herkes Fed’in pompasıyla bu işin yapılmasını istiyor. Merak ediyorum Fed şantajlara “yine” pabuç bırakacak mı? Her ne kadar Bernanke, senatodaki konuşmasında ekonomik toparlanmanın sekteye uğraması durumunda elinden geleni yapacağını söylese de müdahaleler bu kadar çabuk gelecek mi? Konut teşvikleri biteli henüz üç ay olmuştu. Fed bu kadar erken mi pes edecek? (Yoksa etti mi?)Merak ettiğim piyasa katılımcıları nasıl olup da halen daha piyasalara likidite verilmesinin “tek ilaç olduğuna inanıyorlar?Önceki kür işe yaradı mı ki, bu yarasın?