Son zamanların en sık sorulan sorusu bu. Zira pek de beklenmedik bir ralli yaşanıyor. Aslında rallinin “ateşleyici” Fed’in “2. bedava para paketini” açacağı beklentisiydi. Ralli var da ortada Fed’in verdiği bir para falan yok. Sadece Goldman Sachs’ın tahminlere/duyumlara dayanan bir raporu var. Bir de Fed’in “Gerekirse ek kolaylaştırıcı önlem” almaktan çekimeyiz söylemi var. Her ne kadar bu söylem yeni olmasa da özellikle ABD piyasalarındaki “çift dip” endişelerinin hafiflemesini hatta bir süreliğine de olsa unutulmasını sağladı.Adeta bedava para “müptelası” haline gelmiş olan piyasalara “ek doz” verildi. Veriler; “1. bedava para paketi” sonrasında işlerin istendiği kadar iyi gitmediğini, ABD ekonomisinin ve özellikle de konut piyasasının birtürlü kendine gelemediğini ortaya koyuyor. Böyle bir zamanda ortaya çıkarılan “2. bedava para paketi” söylemi piyasaları “çift dipten” aldı! Yarın ABD’de açıklanacak Case/Schiller verileri rallinin sürüp, sürmeyeceği, sürmesi durumunda nerelere kadar çıkılabileceği ile ilgili önemli ipuçları verecek. Zira gelecek veriler; Nisan ayında sona eren teşviklerden sonra ABD’deki konut piyasasına dair önemli ipuçları verecek. Eğer veri ‘Konut sektörü teşvik olmadan da ayakta durabilecek hale geldi’ şeklinde yorumlanacak bir veri gelecek olur ise Dow Jones endeksi haftanın ortalarında 11.000 (düz) seviyelerine kadar çıkabilir. Bu seviye hem teknik hem de piyasa psikolojisi açısından önemli. Yok eğer veri beklentilerden kötü gelirse, bu sefer de ‘Fed Kasım’da mutlaka 2. paketi açmak zorunda kalacaktır’ diyerek piyasalar içinde bulundukları ralliyi sürdürmeye çalışacaktır. Ancak bu kez 11 bin endekse ulaşılsa bile üzerine geçmekte zorlanacaklardır.Benzer durum Perşembe günü açıklanacak işsizlik verileri için de söz konusu. Velhasıl piyasaların içinde bulundukları ruh hali yükselişi sürdürmekten yana. Ancak rallide de kritik seviyelere gelindi. Belki teknik seviyelere bakıldığında gidilecek yer var görünüyor. Ama bu ralliyi başlatan ve de sürdüren “para” ortada yok. Olmayan, gelmeyen parayla bu saadet ne kadar süre, sürebilir kestirmek gittikçe zorlaşmaya başladı. Bu arada bu hafta Eylül ayının, yani yılın 3. çeyreğinin son haftası. Fon yöneticileri Eylül boyunca elde ettikleri kazanımları ay sonunda korumak isteyeceklerdir. Bu nedenle verilerde çok ciddi bir sorun yaşanmazsa, olası bir düzeltmenin haftanın son gününe ya da önümüzdeki haftaya kalabileceğini hatırlamakta fayda var. İMKB’ye gelince... İMKB 100 Endeksi dolar bazında 4.35 cent seviyesindeki teknik seviyesini henüz daha kararlı bir şekilde yukarı kırabilmiş değil. Geçtiğimiz haftanın geneline bakıldığındaysa, referandum öncesinden başlayarak dünya borsalarının bir çoğundan “pozitif olarak ayrışmış” olan İMKB’de bazı “yorgunluk” emareleri görülmeye başladı.Hızlı koşup, bir parça soluklanma ihtiyacı söz konusu. ABD verilerini beklerken çok sert yükselişler olmayabilir. Eylül sonu olması hasebiyle cari seviyeleri koruma çabası bizim için de geçerli olacaktır.
Merkez Bankası “Kriz bitti” dedi. Şimdi de bu söyleminin arkasında durup, gereklerini yapıyor. Geçtiğimiz hafta gecelik faiz oranlarını yüzde 0.25 (25 baz puan) indirdi. Bankalar arası para piyasasında işlem yapanların dışında hemen hiç kimseyi ilgilendirmeyen bu indirimle MB bankaların kendi aralarında işlem yapmalarını teşvik ediyor. Bu “teknik faiz indirimi” ihracatçıların talep ettiği politika faiz indirimi değildi. Dün MB; ihracatçıların talep ettiği önlemler için adım attı ve zorunlu karşılıkları arttırdı. TL mevduatlarında yüzde 5’ten 5.5’e, döviz mevduatlarında ise 10’dan 11’e yükseltildi. Bu artışlar piyasadaki TL likiditesi 2.1 milyar, döviz likiditesi ise 1.5 milyar dolar azalacak. Bir önemli değişiklik de TL zorunlu karşılıklara faiz ödenmesine son verilmesiydi. Bu kararların piyasalara etkisi son derece sınırlı oldu. Kurlarda; parite etkisi dışında; herhangi bir değişiklik olmazken , yegane değişiklik gösterge bono bileşiklerindeki 7 baz puanlık (yüzde 0.07) yükseliş idi.İhracatçılar, zorunlu karşılıkların arttırılmasıyla satılabilir dövizin azalacağını bunun da kurlardaki düşüşü hafifletebileceğini varsaymışlardı. Ancak dünkü tepki, bunun kurlar üzerinde herhangi bir etki yapmadığını gösterdi. (Bot: Bu taelbin bankaların fonlama maliyetlerini arttıracağı, bunun da dönüp dolaşıp kredi maliyetlerini vuracağı atlanıyor!) Şimdi de sırada rezervlerin arttırılması “talebi” var. Başbakan Erdoğan da bu konuda ihracatçılara “el vermişken” MB rezervlerinin 100 milyar dolara yükseltilmesi söz konusu. Her ne kadar MB Başkanı Yılmaz, döviz rezervlerini arttırmak için yapılacak alımların, kurları “arzulanan” seviyelere çıkartmaya yetmeyebileceğini söylese de bu söylemi pek dikkate alan yok. Bu arada kimse şu soruyu sormuyor: Günümüz koşullarında gerçekten rezervlerimizi arttırmaya gerçekten ihtiyaç var mı?Bir ülkenin döviz rezerv miktarı ne olmalıdır diye “uluslararası bir reçete” söz konusu değil. Yine de bir ülkenin üç aylık kısa vadeli yabancı para cinsinden anapara geri ödemeleri, cari faiz ödemeleri ve acil ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir tutar “makul” kabul ediliyor. Bunların dışında oluşturulacak rezerv; yabancı yatırımcıların ülkeden çıkmak istediklerinde satın almak isteyebilecekleri rakamın hazırda tutulmasından başka bir şey değil!Şu anda MB nezdinde 76.8 milyar dolar rezervimiz var. Yabancıların talepleri hariç bize şimdilik “yeter” görünüyor. Piyasa değeri 420 milyar doları aşmış İMKB’nin yüzde 67’sine, son açıklanan 333 milyar TL’lik iç borcun bir kısmının sahibi, diğer bir kısmının da “fonlayıcısı” olan yabancı banka ve yatırımcıların tüm “olası taleplerine” karşın rezerv bulundurmaya kalksak; değil 100 milyar dolar, bir kaç yüz milyar dolarlık rezervler bulundurmak zorundayız. Diyelim ki bulundurduk. Peki işe yarar mı? İlk bir kaç milyar dolarlık yabancı alımından sonra kurlar öylesi seviyelere gelir (ve kalır ki) o zamana kadar al(a)mamış olanlar zaten alamazlar. Elde tutulan onca rezerv de stokta durmaya devam eder !Ayrıca dünya üzerinde faiz “pratikte sıfırlanmışken (!)” ve bu rezervlerin fonlaması da bize bu kadar pahallıya patlıyorken neden rezerv arttıracağız? Rezervin maliyeti olur mu demeyin. Tabii ki olur. Varsayalım ki TCMB rezerv oluşturmak için piyasadan döviz alımı yaptı. Kurlar yükseldi (ya da yükselmedi, farketmez!). Karşılığında TL verdi. Daha sonra da bu TL’yi çekebilmek için APİ devreye girer ve bugünkü koşullarda yüzde 6.25 maliyetle piyasadan para toplanır. Bu arada alınan dolar ne yapılıyor. İyimser ihtimalle yüzde 0.50 faizle, iki yıllık ABD devlet tahvillerine yatırılıyor. Kur seviyesi “sabit kaldığı” varsayımıyla alınan ek rezervin yıllık fonlama maliyeti yüzde 5.75’e yaklaşıyor. Varsayalım ki iyi bir yönetimle aradaki fark, yüzde 5’e indirildi ve bu arada ekstra alınan rezerv rakamı da 25 milyar dolar. Sadece bu rezervi 1 yıl taşımanın maliyeti bile 1.25 milyar dolara denk geliyor. Toplam 100 milyar dolarlık bir rezervin bugünkü koşullarda “fonlama maliyeti” 5 milyar doları bile bulabiliyor.Dünyada bu kadar likidite bol ve faizler bu denli düşükken ve “komşularla sıfır sorun politikası” her geçen gün “savaş” ihtimalini azaltırken, neden biz rezerv arttırmak yerine rezerv azaltmayı tartışmıyoruz? Amaç illâ ki ihracatçıları memnun etmekse, ek rezervin 1,25 milyar dolarlık “fonlama” maliyetinin bir kısmını ihracatçılara destek kredi olarak kullandırsak daha akılcı olmaz mı?
Piyasalar; Salı günkü toplantıdan; Fed’in bilançosunu büyütmesi yönünde tahvil alarak “taze likididite” sağlamasını bekliyordu. Daha doğrusu bunu istiyordu. Hatta bunun için borsalar yükselmiş, altın ve pamukta yeni rekorlar kırılarak bir anlamda buna “hazırlık” da yapılmıştı. Ancak Fed, ne yardan, ne serden geçmedi. Bir yandan “sadece itfası gelenleri yatırmaya devam edeceğim” derken, diğer yandan da ekonomik toparlanmanın temini için “gerektiğinde” ek önlemler almaktan çekinmeyeceğini söyledi.Dünkü açıklamanın bence en çarpıcı kısmı enflasyona dair olan kısmıydı. Yapılan açıklamada Fed “enflasyon hedeflerine geri dönene kadar piyasalara destek vermeye hazır” olduğunu söyledi. Anlaşılan o ki enflasyon henüz daha istenen (!) seviyede değil, o seviye her ne ise oraya yükselmesi bekleniyor.Bir başka deyişle Fed deflasyondan endişe duyduğu kadar enflasyondan endişe duymuyor. Kamuoyu ile paylaşılmamış ancak “mutabık kalındığı” anlaşılan enflasyon seviyesinin (ekonominin tam olarak toparlan(a)mamış olmasından dolayı) gerisinde kalındığını düşünen Fed gerekirse “destek” olurum deyince piyasalar piyasalar gerçekte kötü olan açıklamaya rağmen keyiflendiler! Fed diyor ki; “Benim verdiğim onca paraya rağmen ekonomi bir türlü toparlanamadı, arzulanan kadar bir enflasyon bile yaratamadı.” Piyasalar coşuyor. Neden mi?Onların varsayımı, “Bu sefer olmadı, bir daha ki sefere olur. Onun için de biz şimdiden alalım!” psikolojisi piyasalarda etkin olmuşa benziyor! Haksız da sayılmazlar hani... Şimdiye kadar ne istediler de alamadılar Fed’den ve merkez bankalarından?Günün sonunda piyasalar bugün olmasa da ileride kullanmak üzere yeni bir likidite imkânını ceplerine koymuş durumdalar. Ne zaman kullanacaklar, hep beraber göreceğiz. Korkarım yılsonuna kalmadan “Fed’in kapısını aşındırmaya devam edeceklerdir. İhracatçılar için fırsat!Özellikle de euro cinsinden ihracat yapanlara... Fed’in kararı sonrasında (eninde sonunda (?) piyasalara ek dolar gireceğinden) euro, dolar karşısında 1.3440’a kadar değer kazandı. 1.3250’nin üzerindeki sert hareketin 1.3510’a kadar sürmesi ihtimali var.Daha önceleri yapmış oldukları ihtacatı olanlar, ijracat bedelleri bu aralar gelenler, ya da önümüzdeki bir kaç ayda gelecek olanlar eurodaki bu hızlı çıkıştan faydalanarak euro’larını TL’ye geçirmeyi düşünebilirler. TL’ye dönmek istemeyenler en azından 1.35 seviyelerinden kur risklerini euro ve dolar arasında paylaştırabilirler.Fed kararı sonrasındaki hızlı artış, kur konusunda canı sıkılan ihracatçılara beklenmedik bir fırsat yaratmış gibi görünüyor!
BORSA asıl hedefini 5 cent’in görülmesi olarak koymuş gibi. Ancak buna ulaşmak ne denli kolay olacak. Zira dolar/TL kurlarında 1.50 korunacak diye varsayarsak, bu İMKB’nin 75.000’e çıkması demek. Yok eğer 65.00 seviyesi korunacaksa bu kez kurların 1.30’a gerilemesi gerekecek.Geçtiğimiz hafta; yani referandum sonrasında İMKB ciddi bir yükseliş performansı ortaya koydu. Cuma günü, 64.447 ile tarihi rekorunu bu hafta içinde 5’inci kez kırdı. Haftanın açılışıyla kapanış bazındaki yükseliş yüzde 3.16 olurken; haftanın en düşük-en yüksek seviyeleri arasındaki fark yüzde 4.90’a kadar ulaşmış durumda. Merkez Bankası’nın, bankaların hazinelerindeki Türk Lirası alım/satımı ile uğraşan dealerlar hariç, hemen hemen hiç kimseye pek bir şey ifade etmeyen “teknik faiz indirimi” yine de borsayı “ateşlemeye” yetti. Bu indirimden bono faizleri neredeyse hiç etkilenmezken, İMKB’nin her haberin pozitif tarafına bakarak başardığı yükselişin nereye kadar devam edeceği ciddi bir merak konusu oldu. Hem referandum öncesi hem de hemen sonrasında ‘alınmış pozisyonlarda bir kâr realizasyonu olur mu?’ sorusu sorulmuştu geçen hafta başında. Ancak ABD Merkez Bankası konumunda olan Fed’in 1 trilyon dolarlık yeni bir “paket” hazırlığında olduğu haberi tüm dünya borsalarına yaradığı gibi İMKB’ye daha da fazla “katkısı” oldu. Şimdi, Fed’in yarın yapacağı toplantısından nasıl bir karar çıkacağı önem kazanmış durumda. Geçtiğimiz hafta boyunca borsaların ve özellikle de altın olmak üzere emtiaların yukarı çıkmasındaki “katalizör” olan 1 trilyon dolarlık yeni “tahvil alım programının” hayata geçirilip geçirilmediği bu haftanın seyrinde etkili olacak. Eğer Fed’in böylesi bir “planı” var ve onu bu toplantı sonrasında açıklarsa piyasalar “haklı çıkmanın” keyfini kısa bir süre sürüp, ardından kâr realizasyonlarına başlayacaklardır. Kâr realizasyonu için de mazeret hazır aslında. ‘Madem ekonomi halen daha yeni bir pakete ihtiyaç duyacak kadar zayıfmış, o zaman satalım’ savı öne çıkacaktır. Fed’in ‘Yeni pakete ihtiyaç yok ’ demesi aslında piyasalar için hem iyi hem de kötü bir haber. Kötü; çünkü “bedava” para gelmeyecek o nedenle de cari oyunun sürdürülmesi zorlaşacak ve piyasaya satış gelecektir. En azından göstermelik de olsa, ardından haberin iyi tarafı öne çıkacak. Bu sefer olmadı mı, piyasalar bunu en azından bir kaç kez daha yükseliş mazereti olarak kullanabilirler. Tıpkı bizdeki IMF programı rallilerinde olduğu gibi... Her halükârda Çarşamba gününden itibaren piyasalardaki hareketlilik artacaktır. Ancak o zamana kadar bizim piyasalarımızda yaşanan rallinin son demlerini görebiliriz. İMKB cephesinde dolar bazında teknik açıdan önemli bir seviyeye yaklaşıldı. 15 Ekim 2007’de 4.98 cent (6 sıfır atılmasından sonra dolarla ifade etmek daha doğru ama yeknesaklık adına cent’te devam etmekte fayda var!) seviyesine kadar çıkan İMKB 100 Endeksi 9 Mart 2009’da 1.26 seviyesine kadar geriledi. Cuma günü 4.30 ile ulaşılan en yüksek seviyenin 4.32-35 bandına kadar yükselmesi söz konusu. Endeks bazında bakıldığında da 64.750-65.100 bandına kadar bir yükseliş söz konusu. Ancak sonrasında son yükselişlerin bir düzeltmesi, bir sonraki yükselişin zemini için hazırlık dönemi gelecektir. İMKB asıl hedefini yeniden 5 cent’in görülmesi olarak koymuş gibi. Ancak buna ulaşmak ne denli kolay olacak onu kestirmek hayli zor. Zira dolar/TL kurlarında 1.50 korunacak diye varsayarsak, bu İMKB 100’ün 75.000’e yükselmesi anlamına gelecektir. Yok eğer 65.000 seviyesi korunacak olur ise bu kez dolar/TL kurlarının 1.30’a gerilemesi “gerekecek”. Piyasaların daha da yükseleceğine inananlar bu iki varsayımdan birini tercih edebilirler. Ya da ortada biryerde buluşabilirler. Mesela 70 bin endeks ve 1.40 kur gibi... Bir tecrübemi de burada hatırlamakta fayda görüyorum. Ne zaman ki coşkulu bir yükselişin ya da korkulu bir düşüşün nereye kadar devam edeceğini anlamak için günlüklerden; haftalığa ya da aylığa da bakma ihtiyacı hasıl olursa; bu, içinde bulunulan trendin sonlarına yaklaşılmakta olduğunun bir göstergesidir. Benzer bir durum TL bazından, dolar bazında ya da diğer para birimlerine geçme durumunda da söz konusu.TL bazındaki endeksin yanı sıra dolar bazındaki endekslere de bakmaya başlamışsak “kâr cebe yakışır” diyenlere de kulak vermekte fayda olabilir. Çarşamba’nın gelişi Pazartesi’den belli olacak. Bugün ABD piyasalarının ve özellikle de altın ve gümüşün seyri haftanın kalanı için fikir verecektir. Yükselişler sürmüşse dert etmeyin. Ancak yön aşağı dönmüşse Fed’in 1 trilyon dolarlık paketi “balon” olup, uçabilir...
Hiç beklenen müdahale, müdahale olur mu? Olurmuş gibi görünse de nihayetinde işe yaramadığı ortaya çıkar. Dün Japon Merkez Bankası (Bank of Japan BoJ) dolar/yen kuru 83’ün altına inince piyasalara müdahale etti. 6 yıldan sonra gelen bu müdahale piyasalarca çok da beklenmedik değildi! Geçtiğimiz 3-4 hafta içinde Japon Başbakanı’nın, BoJ Başkanı ile ha bugün, ha yarın görüştü deniyordu. Piyasalar bu görüşmeler sonrasında bir müdahale geleceği beklentisindeydi. Böylesi bir görüşme olduğuna dair net bir haber çıkmadı ancak dün Japonya Maliye Bakanlığı ve BoJ, yen satıp, dolar alarak yen’e müdahale etti. 6 yıl aradan sonra gelen müdahale için ilk açıklanan müdahele rakamı 100 milyar yen. Yaklaşık 1.2 milyar dolar. 2003-2004 yılları arasındaki müdahale sırasında 35 trilyon yen’e göre (o zamanki ortalama 115 pariteye göre 304 milyar dolar) miktar çok düşük kalmış durumda.Yen, dolar karşısında en düşük seviyelerini 1995 yılında 79’lara gerilediğinde görmüş. O günden görülen en düşük seviye olan 82.88, dünkü müdahaleden az önce görülmüş. Bank of Japan bu müdahale ile 83 seviyesini bir anlamda “destek/eşik” yapmış durumda. Müdahaleyi “aportta” bekleyen piyasa müdahaleyi şimdilik “göğüslemiş” durumda. Maliye Bakanı Noda’nın “Gerekirse müdahaleye Avrupa ve ABD piyasalarında devam ederiz” şeklindeki “sözel müdahalesi” de işe yaradı ve günün sonunda yen, dolar karşısında 85.70’lere kadar değer kaybetti.Peki bu müdahale işe yarar mı?Korkarım diğerlerinde olduğu gibi bunun da işe yaraması zor. Piyasa mutlaka BoJ’un gerçek müdahale seviyelerinden emin olmak için yeniden 83’leri test edecektir. Eğer MB yine müdahale edecek olur ise bu seviyenin kritik olduğunu anlaşılacak ve aşağı geçilmesi için “önemli” bir olayın ortaya çıkması gerektiğini anlayacaktır. BoJ’un aynı seviyeleri “müdafaa” edecek olması piyasaları ikna edebilirse ne ala. Yok eğer ikna edemezse, parite daha aşağılara inecek, piyasa daha aşağısını zorlayacak, sürekli BoJ’u test edecek, müdahaleye zorlayacaktır. 2003-2004’teki 300 milyar dolar nasıl harcandı sanıyorsunuz? 135’lerden başlayan değerlenmeyi onca para durduramamışken şimdi nasıl olacak da başarılı olacak.Denebilir ki rezervleri şimdi daha büyük. Bu iş modern dünyada rezerv meselesi olmaktan çıkmış durumda. İşin kötüsü o yıllarda diğer Merkez Bankaları da “yardımcı oluyorlardı” BoJ’a. Şimdi her koyun kendi bacağından asılıyor. Dünkü müdahalesinde BoJ yanlız başınaydı. Korkarım bundan sonra da yanlız olacak.Müdahale başarılı ol(a)mazsa?Dolar/yen paritesinde 79-80 seviyesi ilk aşamada gündeme gelecektir. Ben bu seviyenin korunacağını düşünüyorum. Sonrasında ise 70 seviyesi resmin içine giriyor ki bu durum dünya üzerineki dengeleri ciddi şekilde değiştirecektir. Yen’e müdahalenin başarılı olup olmayacağı bizi aslında yakından ilgilndiriyor. Özellikle de bu müdahalenin yarın Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ile ihracatçı birliklerinin toplantısı öncesinde gerçekleşmesi kafaları karıştıracaktır. Birliklerin, Yılmaz’a “Sen de müdahale et” tarzı baskılarının olması mümkün. Ancak böylesi bir müdahalenin de tıpkı ‘yen’de olacağı gibi ancak kısa süreli bir faydası olacaktır. Sonrasında hayat yine eski seyrine dönecektir. Hatta daha kötü olma olasılığı da yok değil. Daha önceki örneklerde görüldüğü üzere...Başkan Yılmaz; müdahale edecekse bile BoJ’un yaptıklarının işe yarayıp yaramadığını gördükten sonra müdahale etmesi yerinde olacaktır. Bunun da yarınki toplantıda ihcatçılara uygun bir dille anlatılmasında fayda var!
Piyasalar; Ağustos ayının ikinci yarısından itibaren referandumdan yüzde 54-55 “evet” sonucunun çıkacağını fiyatlamaya başlamıştı. Bu seviyeye yakın ya da altında geleceği varsayımıyla “alınan pozisyonların” bir kısmı tatil öncesinde azaltıldı. Dünyadan daha önceleri “pozitif” ayrışmış olan Türk piyasaları, bu sonuçla tatil öncesindeki kısmi negatif havasından sıyrılıp bir kaç günlük bir “ralli” yaşayacaktır. Bu referandum sonucu; Haziran ya da Temmuz ayında yapılacak bir seçimden de tek parti iktidarı “çıkacağı” beklentisini güçlendirecektir. Her ne kadar Güneydoğu’nun oyları genel seçimlerde farklı sonuçlara yol açabilecek olsa da şimdilik bu “fiyatlanmayacaktır”. Tüm bunlar ilk aşamada “aşırı pozitif” olarak değerlendirecektir. Piyasa beklentilerinin de üzerinde gelen “evet” ile İMKB 100 Endeksi’nde 62.800 ile 63.400 seviyelerine kadar yeni rekorlara kadar yükselmesi söz konusu. Her ne kadar böylesi bir sonuç çıkması durumunda dolar/TL kurlarının 1.40’a kadar inebileceği konuşulsa da 1.4750’nin altına inilmesi; en azından bir kaç haftalık bir süreçte; hayli zor görünüyor. Bu hafta ve önümüzdeki hafta doların, euro karşısında 1.24’lü seviyelere kadar değer kazanması söz konusu. Böylesi bir hareket dolar/TL kurlarında hızlı bir düşüşü sınırlayacaktır.
Son iki haftaya bakıldığında “evet”i satın alan finansal piyasalar; son iki günde bayram ve referandum arifesinde beklemeye geçmiş gibi. Gerçi dün Amerika, “İşçi günü” sebebiyle tatildi. Doğal olarak işlem hacmi düşük, yön belirsizdi. Belki de IMKB; Bakan Ali Babacan’ın “Referandumdan hayır çıkması halinde Türkiye için travmatik sonuç olur. Belki yeni bir kriz olmaz ama ağır bedel ödenir” söylemini dikkate aldı. Sayın Babacan devamında işveren örgütlerinin oy açıklamaması meselesiyle ilgili olarak da “Ekonomi açısından olumlu sonuç verecek bir şeye “Havet” demek tutarlı olmuyor” demiş. Bir yandan hükümet olarak; bütün dünyanın nerdeyse yerle yeksan olduğu bir krizin Türkiye’yi “teğet geçtiğini” iddia edeceksiniz, diğer yandan da referandumdan hayır çıkmasının “travmatik sonuçları” olacağını söyleyeceksiniz. Okyanusları geçip de derede boğulma gibi bir durum bu. Böylesi bir söylemin hele ki ekonomiden sorumlu devlet bakanının ağzından çıkmış olması olayın bir başka boyutu. Sırf referandum sürecinde propagandaya “katkı” ba’abından sarfedilen bu sözlerin, ileride havanın bozduğu günlerde yeniden hatırlanması ihtimali hiç de az değil.Borsanın dünkü tepkisinde bu söylemin az da olsa payı söz konusu olabilir. Diğer yandan Adil Gür’ün seçim anketlerinden Evet’in yüzde 51, Hayır’ın da yüzde 49 gibi yakın olması da “Evet’i satın almış” olanların bekle-gör havasına girmelerine sebep olmuş olabilir. Aradaki farkın daralması taraflardan herhangi birinin burun farkı ile “kazanması” borsa için ileriye dönük risklerin artması anlamına geleceğinden coşku yerini borsada da “Havet”e yani kararsızlığa bırakmışa benziyor. ,Diğer yandan Hak-İş’in TÜSİAD’a yönelik “sivil toplum konsomatrisleri” söylemine, TÜSİAD’ın “...Uslu unutmasın ki, çağdaş demokraside konsomatrisle kendisinin oyu birdir” cevabı çalışma barışını ve de demokratik referandum sürecini ve de piyasaları bir parça germişe benziyor. Piyasalar açısından bakıldığında referandum sonucuna bir buçuk işgünü kaldı. Yarın öğleden sonra başlayacak tatil, referandum sonucuna kadar devam edecek. Bugün ve yarınki yarım gün; “Evet’i satın almış” ya da birilerinin “evet”i satın alınacağını düşünerek önceden hızlı davranıp pozisyon almış olanların kâr realizasyonları için son fırsat olabilir. Sonuç ne çıkarsa çıksın halühazırda para kazanmış olanlar referandum öncesi pozisyonlarına veda edebilirler. Diğer yandan referandum sonucunun “Evet” olacağını ve sonrasında da borsalarını “ralli” yapacağını düşünenler için de yeni pozisyon almak için son fırsatlar. Piyasalarda önceki günlerde yaratılan hava, açık ara “Evet” çıkacak ve bunun da tek parti iktidarının ve istikrarın devam edeceği, bu beklentinin de borsayı yukarı, kuru ve faizi aşağı indireceği yönündeydi. Son iki-üç güne bakıldığında bu inancın bir parça güç kaybettiğini söylemek mümkün. Beklentiler her ne olursa olsun bugün ve yarın; uzun tatil öncesinde, tatil/referandum riskini almak istemeyip pozisyonlarını azaltıp kârlarını realize edenlerle, referandum riskini almak isteyenlerin mücadelesine şahit olacağız.Yeni pozisyon alacak olanlara küçük bir tahmin: Evet’lerin, Hayır’lara önemli oranda fark attığı bir durumda bile, 13 Eylül’deki yükseliş hareketi bir kaç saat gibi kısa ömürlü olabilir.
Değildir! Peki nedir? Anlatacağım. Ama önce son iki gündeki gelişmeleri hatırlatmakta fayda var. Perşembe günkü gazetelerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in “gündemde prim affı yok” şeklinde bir açıklama yaptığı yer aldı. Aynı açıklamada borcunu düzenli ödeyen yüzde 85’lik kesime haksızlık yapılmasını istemediklerini ve daha önceki “afların” da istenen sonuçlara ulaşmadığını eklemiş. Çok değil aynı günün akşamında Başbakan Tayyip Erdoğan; Çalışma Bakanı’nın söylediklerinin tam tersi bir açıklama yaparak SGK primlerinde “yeniden yapılandırmaya” gidileceğini açıkladı. Hatta daha da ileri giderek vergilerin de bu uygulamaya dahil edileceğini söyledi. Kısacası zamanında ödenmeyen SGK primleriyle, vergilerin “zaman yayılması” söz konusu. Borçlar “affedilmeyecek” yani silinmeyecek ama taksitlendirilecek. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e göre de bu bir “af değil”, sadece “düşen faizlerin devlete olan borçlara yansıtılmasından” başka bir şey değil! Evet bu bir af değil! Ödenmesi gereken rakam azaltılmıyor. Söylemlerden çıkan; şimdiye kadar ödenmemiş olan süre için işletilmiş olan cezai faizlerin düşürülmesi ve yeni bakiyelerin zamana yayılması. Peki bu aslında af değil de nedir?Ya da tersten bakalım. Bakan Dinçer’in de dediği gibi devlete olan yükümlülüklerini zamanında yerine getiren “yüzde 85’lik sorumlu çoğunluğun” suçu ne? Belki onların önemli bir kısmı sırf bu ödemelerini yapabilmek için kredi kullandılar ve yüksek faizlere maruz kaldılar. Ya da borçlarını erteleyip daha fazla kazanbilecekleri yatırımları yapamadılar... Sayılarını hatırlamadığım aflara bir yenisi daha eklendi. Tam da referandum öncesinde... Tıpkı diğer vergi ve SGK aflarında olduğu gibi... Her ne hikmetse bu “aflar” hep seçimler öncesine denk geliyor. Ve her seferinde bu “af (pardon son 8-10 yılda bunun adı “yeniden yapılandırma” oldu) bir milattır ve bundan sonra kesinlikle yeni bir “af” gelmeyecektir” deniyr. Taa ki bir sonraki seçime ya da referanduma kadar...Yüzde 85’lik “Sorumlu” çoğunluğa sorarım... Madem 2-3 yılda bir af gelecek, neden siz de zamanında ödüyorsunuz? Siz de ödemeyin. Paranızı ya yeni bir yatırımda ya da faizde değerlendirin. Ya da hiçbirini yapmayın gidin yat, kat alın keyfini sürün. Af gelince normalde ödeyeceğinizde “reel olarak” daha az ödersiniz. Sık sık “yapılan afların” ahlaki erozyondan başka ne işe yaradığını gerçekten merak ediyorum. İşin bir de vergi adaleti kısmı var ki buna hiç girmeyelim...