Şampiy10
Magazin
Gündem

Namaz ruhsal bir arınmadır

SORU: Kasten namaz kılmayanın, oruç tutmayanın sadece kültür Müslümanı olup eylemli Müslüman olmadığını, bu kimsenin sonradan dini vecibelerini yerine getirmeye başlaması durumunda yapmadıkları geçmiş ibadetlerini kaza etmesi gerekmediğini bu köşeden belirtmiştiniz. Acaba bu hüküm hangi kıstasa uyuyor?

CEVAP: Verdiğim hüküm, Kur’ân kıstasına uygundur. Ben yazılarımda kolaylaştırmayı amaçlıyorum. Çünkü bu, Peygamberimizin buyruğudur: “Müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz, kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz.” Namazların kazası sorunu da öyledir. Kişi 50 yaşından sonra namaza başlamış. Eskileri nasıl kaza edeceğim diye uğraşıp dururlar. Ben de onlara Peygamber zamanında böyle bir uygulama olmadığını anlatıyorum. Bu sadece benim görüşüm değil, İmam Şafii’nin de Şevkani’nin de görüşüdür. 40-50 yıl namaz kılmayan insanın Kur’ân’a göre nüfus kâğıdı Müslümanıdır. Eylemli Müslüman inandığını yapan, dinin emirlerini yerine getiren insandır. Kur’ân, Müslümanın vasıflarını şöyle anlatıyor:

“9- Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (bunu kabul etmeyen) kör gibi olur mu? Ancak sağduyu sahipleri öğüt alır.

20- Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar. 21- Ve onlar Allah’ın, bitiştirilmesini istediği şeyi bitiştirirler. Rablerine karşı saygılı olur ve en kötü hesaptan korkarlar. 22- Ve onlar Rablerinin yüzünü (rızasını) arzu ederek (nefsin gücüne giden şeylere) sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak (hayır yoluna) harcarlar ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte şu yurdun sonucu onlarındır: 23- (Onlar) Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlar da kendileriyle beraber olur” (Rad: 19-23).

“1- Felaha ulaştı o müminler. 2- Ki onlar, namazlarında saygılıdırlar. 3- Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. 4- Onlar zekâtı verirler. 5- Ve onlar ırzlarını korurlar. 6- Ancak eşleri yahut ellerinin sahip olduğu (cariyeler) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı da) Onlar kınanmazlar. 7- Ama bunun ötesine gitmek isteyen olursa işte onlar haddi aşanlardır. 8- Ve o(mümin)ler emanetlerine ve ahidlerine özen gösterirler. 9- Onlar namazlarını (vakitlerinde kılarak) korurlar. 10- İşte varis olacaklar onlardır. 11- Onlar (cennetin en yüksek katı olan) Firdevs’e varis olacak-lar, orada ebedi kalacaklardır” (Müminun: 1-11).

Yıllarca namaz kılmamış insanlara diyorum ki: “Eskiyle uğraşmayın. Kendinizi zora sokmayın. Bundan böyle namazınızı kılın. Siz eylemli Müslümanlığa geçmekle eski günahlarınız silinmiş olur. Çünkü İslâm, önceki günahları siler.”


Yazının devamı...

Ruh, Yüce Allah’ın latif bir yaratığıdır (3)

* DÜNDEN DEVAM

Yüce Allah, madde âlemini yarattığı zaman ilk hücreye can vermiştir. O canın şekli, içinde bulunduğu tek hücrenin şeklidir. O ruh, hücrelerin içinde şekilden şekle girip gelişe gelişe bitkiden, maddi varlıkların doruğundaki insana kadar gelmiştir. Her varlıkta görünen odur. Ruhun şekil alması, yaratılmasıdır. Çeşitli canlılar âleminde görünen ruh, madde içinde tohum halinde maddenin her zerresinde vardır. Canlılar dünyasının temelini oluşturan spermler ve yumurtacıklar canlıdır. Mikroplarda da can vardır. Canlılar âleminin en küçük hücreleri de ruh taşır. Esasen ruhun olmadığı bir varlık da yoktur. Ancak bazı yaratıklarda ruh, bizim anladığımız manada can verecek (devinim sağlayacak) oranda değildir. Fakat inorganik maddelerde de hareket vardır. Onların da atomları hareket halindedir. Hareketi yaratan ruhtur.

Ruh, madde içinde çeşitli varlıklarda şekillenerek gelişe gelişe olgunlaşır, yükselir. Madde içindeki en yüksek olgunluğunu insan mertebesinde bulur. Herhangi bir hayvan mertebesinde bedene girmiş ruh, artık bir süre sonra bedene ihtiyacı kalmadığı için bedenden ayrılır. Ruh tekamülünü insanlık mertebesinde bulduğu için insan bedeninden ayrıldıktan sonra şeklini korur, geriye dönüp bir hayvan bedenine girmez. Çünkü bu, evrime aykırı olur. Ancak onun manevi olgunlaşması sürebilir. Belki de insan ruhu olgunlaşa olgunlaşa meleklik düzeyine çıkar. Orasını Allah bilir. Ancak bedenden ayrılmış ruhun Allah’a götürülmesinden bu mana sezilmektedir.

Yeminden dönülür mü?

SORU: Oto alım satım işiyle uğraşıyorum. Mayıs ayına kadar vadeli satışlarımız vardı. Benim de vadeli para aldığım, borçlu olduğum vadeci esnaf vardı. Durumumu ona anlattım. Servetimizin büyük bölümünü kendi rızamla ona verdim. Kalan miktar için beni ve kardeşimi camiye götürüp Kur’ân-ı Kerîm’e el basıp yemin ettirdi. Sorum şu: Ödeyecek durumum yok. İleride de yemin ettiğimiz miktarı ödemek istemiyorum. Ne yapmam gerekiyor?

CEVAP: Manevi baskıyla yemin ettiyseniz ve dönmek istiyorsanız bunun kefareti vardır. Ya 10 fakiri giydirirsiniz veya onların bir günlük yiyeceğini sağlarsınız. Bunları yapamazsanız 3 gün oruç tutarsınız. Ancak karşınızdaki kişinin sizin üzerinizdeki hakkını ödemek zorundasınız. Ama o sizden, hakkından fazlasını istemiş ve bunun için yemin ettirmişse bu yeminden dönmenin kefareti yazdığım gibidir.

Yazının devamı...

Ruh, Yüce Allah’ın latif bir yaratığıdır (2)

* DÜNDEN DEVAM

Mutasavvıflara göre ruhlar, latif cevherlerdir. Uyumaz, lezzet almaz, ölmezler. Bütün peygamberler, ruhların yaratılmış olduğunu söylemişlerdir. İbn Kayyim el-Cevziyye’ye göre insan ruhlarının yaratılmış olduğu hususunda Müslümanlar arasında oybirliği vardır. Yüce Allah, her şeyin yaratıcısıdır. İlk mutasavvıflar, ruhun yaratıldığı hususunda oybirliği içindeydiler. Fakat sonradan ruhun öncesizliğini iddia edenler olmuştur. Vahdet-i vücutcu görüş, ruhu ikiye ayırmıştır: 1- Allah’ın ruhu 2- Adem’in ruhu. Allah’ın ruhu kadimdir. Fakat bu ruh, Allah’tan Adem’e üflenince yara-tılmış olur. Bu görüşe göre ruh aslında Allah’ındır, O’ndan taşarak Adem’e geçmiştir. Bu feyiz (taşma) dolayısıyla Adem’in ruhu yaratılmış ise de aslı itibariyle ruh yaratılmış değildir (Abdul-Kerim Cili, el-İnsanul-Kamil: 2/13-14).

Ruhun yaratılmış olduğu, ilk büyük mutasavvıfların görüşü ise de ruhun bedenle beraber öldüğü öyle değildir. Ruhun ölmesi, dini verilere ve modern ilme aykırı düşmektedir. Ruhun ölmediği ilmen de ispat edilmektedir. Hz. Peygamber’in, “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur” (Tirmizi, Kıyamet: 21) hadisi de ruhun ölmediğini gösterir. İnsan, kabrinde böyle bir cennet veya cehennem hayatı yaşayacağına göre herhalde bedeniyle yaşamayacaktır. Beden ölmüştür, hatta dağılmış, aslı olan toprağa dönüşmüştür. Kıyamete kadar layık olduğu hayatı yaşayacak olan ruhtur. O halde ruhun ezeli olduğu kabul edilemeyeceği gibi bedenle beraber öleceği görüşü de kabul edilemez.

Vakıa Suresi’nin 83-95’inci ayetlerinden, ölen kişinin canının Allah’a gideceği, iyi ruhun cennete, kötü ruhun cehenneme gireceği anlaşılmaktadır. En doğrusu Vasıti’nin dediği gibidir: “Ruh, Allah’ın latif bir yaratığıdır. Bedenden sonra yaşar, kıyamette cesetlere girerek haşrolunur.” Ehl-i sünnet âlimlerine göre melekler, cinler ve insan ruhları yaratılmıştır. Yalnız Allah ezeli ve şekilden münezzehtir. Melekler ve cinler gerçi ruhturlar ama cisimlenmiş ruhturlar. Allah, kâinatın ruhudur, hayatın kaynağı, özü, şekilsiz ruhtur. Her şeye şekil verir, şekle girer, görünür ama zatı şekilden yücedir, uzaktır. Şekli O yaratır. Melekler ve diğer yaratıklar o külli (bütünsel) ruhun şekle girmesiyle var olur. Demek ki biçimsel ruhların hepsi yaratılmıştır. Latif cisimler olan melekler yaratılmış olduğuna göre bütün şekle girmiş ruhlar, bu arada insan ruhları da yaratılmıştır.

* DEVAM EDECEK


Yazının devamı...

Ruh, Yüce Allah’ın latif bir yaratığıdır (1)

SORU: Bakara Suresi 156’ncı ayetin Elmalılı tefsirini okurken kafamı karıştıran bir açıklamayla karşılaştım: “Allah’a dönüş meselesinde ruhun ebediliğinden başka bir mana vardır. Bunda, bir zaman olup ruhun da faniliğe gideceğine dair bir itiraf yok değildir. Bedenimizin yok oluşundan sonra uzun zaman ruhumuzla kalabileceğimiz kabul edilmiş olmakla beraber büyük kıyamet gibi bir gün gelip ruhlarımızın da yok olacağı, ‘Allah’ın zatından başka her şey yok olacaktır’ (Kasas, 28/88) ayeti gereğince zatımızın yok oluşu her yönüyle gerçekleşecektir. Ancak Allah katında bilinen gerçek varlığımız hiçbir şekilde kaybolmayıp işin aslında her türlü hükme tabi olabileceğimiz ve sonunda ebedi bir varlığa kavuşmayla Allah’ın cemalini görebileceğimiz de anlaşılıyor.” Dönüş bu şekilde anlaşıldığına göre cehennemliklerin durumu ne olacak? Onlar da Allah’ın varlığında olmaya devam mı edecekler? Cennet ve cehennem ebedi değil mi? Ruh da mı ebedi değil? Aslında ruhun sonsuzluğu denirken Eflatun’un ideası (düşüncesi) mi kastediliyor? (Mustafa Fotumacı)

Nefsin ana elemanıdır

CEVAP: Ruhlar da yaratılmıştır ama ebedilik üzere yaratılmıştır. Ruhun öncesi vardır, sonu yoktur. Ruh şekil değiştirip olgunlaşır, yok olmaz. Bu konuda Sokrates’in görüşlerini bu köşemde 10 gün boyunca yazdım. Şimdi de Kur’ân Ansiklopedisi’nde yazdıklarımın bir kısmını buraya aktarayım: Ruh basit (yalın) bir cevherdir. “Ol” emriyle yaratılmıştır. Suyun, ağacın zerrelerine geçtiği gibi bedene geçip ona hayat veren, hava gibi latif bir varlıktır. Aynı kökten gelen rih de yel, rüzgar demektir. Fizik beden içinde nefes almayı sağlayan ruh olduğundan hayat soluğu anlamındaki ruh, nefsin ana elemanıdır. Ruhun bedenle birleşip medh veya zemm (övülüp yerilme) ile nitelenmesi haline nefs denilir. Ruh bir bakımdan nefs ise de bir bakımdan değildir (Mefatihul-gayb: 21/38; İbn Kesir, Tefsir: 3/62). Şimdiye kadar ruhun ne olduğu anlaşılmamıştır. Ancak ruhun kendisi değil, eserleri (yaptığı işler) üzerinde ciddi araştırmalar yapılmaktadır.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İlk Kur’ân nerede?

SORU: Hz. Ebubekir tarafından toplatılıp kitap haline getirilen ilk Kur’ân-ı Kerim şimdi nerde bulunuyor? (Semiha Türkoğlu)

CEVAP: Hz. Ebubekir tarafından derlenen ilk Mushaf, onun vefatından sonra halife olan Hz. Ömer’e geçti. Ömer’in vefatı üzerine kızı, Peygamberimizin de zevcesi olan Hz. Hafsa’ya intikal etti. Hz. Osman zamanında bu nüsha esas alınarak Kur’ân yeniden derlendi ve yazımı mükemmelleştirildi. Çoğunluğun rivayetine göre 4, diğer bir rivayete göre de 7 nüsha yazılan Mushaflardan biri Irak’a, biri Şam’a, biri Mısır’a gönderildi. 4 nüsha yazılmış olması Kurtubi’nin görüşüdür. El-Fethur-Rabbani yazarına göre Mushaf 6 nüsha yazılıp Mekke’ye, Basra’ya, Kufe’ye, Şam’a, Yemen’e gönderilmiş, biri de Medine’de bırakılmıştır. Yazım işi bittikten sonra Osman, Hafsa’dan aldığı ana Mushaf’ı kendisine iade etti.

Hafsa, bu Mushaf’ı sandığında saklıyordu. Ölümünden sonra Emevi hükümdarı Mervan ibn Hakem, bu ana nüshayı sandıktan aldırtıp şu gerekçeyle yaktırmıştır: “Bunu yaptım çünkü onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf’a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler” (Bkz. Dr. Subhi es-Salih, Mebahis fi Ulumil-Kur’ân, s.83. Dayandığı kaynak: İbn Ebi Davud, Kitabul-Mesahif, s.24).

Ebubekir nüshasıyla Osman nüshası arasında içerik bakımından değil ama surelerin dizilişi bakımından farklar vardı. Bu da ileride gittikçe büyüyen ayrılıklara neden olabilirdi. Ebubekir zamanında Mushaf yazısı, Osman zamanına göre az gelişmişti. Yazının az gelişmişliği yüzünden bu Mushaf, okuma ayrılıklarına neden olabilirdi. İşte Mervan bu tehlikeyi önlemek için o Mushaf’ı da imha etmiştir.

“Dini hizmet sadece Allah rızası için yapılmaz mı?”

SORU: Camilerde kıldırılan namazlar, imamın ücret almasından dolayı geçerliliğini yitiriyor mu? Dini hizmet sadece Allah rızası için yapılmaz mı? (Mehmet Faik Otumacı)

CEVAP: İmam namaz kıldırmasından dolayı değil, vaktini bu işe harcadığı için maaş alıyor. Bu, Hz. Ömer zamanından beri uygulanıyor. O zamanlar namazı büyük imam yani devlet başkanı ya da valiler kıldırırdı. Vali bedava mı çalışıyordu? Maaşı yoksa nasıl geçiniyordu? Hem onların maaşı bugünküyle kıyas kabul edilemeyecek derecede fazlaydı. Böyle düşüncelerin kimseye yararı olmaz.

Yazının devamı...

Kur’ân’daki ‘selam’ formu

SORU: Arkadaşlarımın yanına geldiğimde onlara “Selam” diye hitap ediyorum. İçlerinden biri, “Bir daha öyle deme. Selam şeytana söylenir, şeytanla ilgilidir. Selamünaleyküm diye söyle” dedi. Bu doğru mu?

CEVAP: Arkadaşınızın Kur’ân’daki selam formunu bilmediği anlaşılmaktadır. Söylenen söz, içteki niyete göre değer kazanır. Kur’ân’da “selamünaleyküm” formu da var ama daha çok yalın halde “selam” geçmektedir. Selam sözünün şeytanla bir ilgisi olamaz. Bu ne kadar yanlış bir değerlendirme. İşte Kur’ân’da yalın halde geçen “selam” formları: “Onların orada duası ’Allahım sen her türlü eksiklikten uzaksın’, birbirlerine sağlık dilekleri ’Selam’, dualarının sonu da ’Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun’sözleridir” (Yunus: 10). “Elçilerimiz, İbrahim’e müjde getirip ’selam’demişlerdi. O da ’selam’dedi. Çok durmadan hemen (elçilere) kızarmış bir buzağı getirdi” (Hud: 69). “Onun yanına girmişler ’Selam’demişlerdi. O da ’Biz sizden korkuyoruz’dedi” (Hicr: 52). “Bir zaman onun yanına girmişler ’Selam’demişlerdi. ’Selam’dedi, (siz) tanınmamış bir topluluk(sunuz)” (Zariyat: 25). “İnanıp iyi işler yapanlar da Rablerinin izniyle sürekli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokuldular. Onların orada dirlik temennîleri ’selam’dır” (İbrahim: 23), “Rahman’ın kulları öyle kimseler-dir ki, yeryüzünde mütevazı olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa ’Selam’derler. İşte onlar, sabretmelerine karşılık saraylarda ödüllendirilecekler ve orada bir sağlık dileği ve selamla karşılanacaklardır” (Furkan: 63, 75), “Kendisine kavuştukları gün, selamla karşılanırlar. (Allah) Onlara güzel bir mükâfat hazırlamıştır” (Ahzab: 44), “Çok esirgeyen Rabden (onlara) sözle ’selam’(vardır)” (Yasin: 58), “Duydukları söz, yalnız ’Selam selam’dır” (Vakıa: 26, 91).


Uzmanların tasnifi

SORU: Sünnet namazlarını farzlardan evvel kılmak bir gelenek midir? Farzı önce kılmanın bir sakıncası var mı? (Göker Önen)

CEVAP: Sünnet nafile namazdır. Peygamberimizin farzdan önce de sonra da kıldığı sünnetler vardır. Peygamberimizin cemaatle kıldığı namazlara farz, yalnız başına kıldığı namazlara sünnet denmiştir. Ama bu Peygamberimizin kendi tasnifi değildir, daha sonraki din uzmanlarının tasnifidir. Sünneti farzdan önce de sonra da kılabilirsin. İstediğin kadar kılabilirsin veya hiç kılmazsın. Kılan sevap alır, kılmayan günahkâr olmaz.

Yazının devamı...

Merhamet adaletin önüne geçmemeli

SORU: Münevver Karabulut cinayetinin sanığı Cem Garipoğlu, yas tutmak maksadıyla sakal bırakmış. Bu, dinimizde var mı? (Ö. Y.)

CEVAP: Dinimizde yas için sakal bırakma diye bir şey yoktur. Cem Garipoğlu’nun sakal bırakmasının ardında yas mı var, vicdan azabı mı var? Yoksa bu bir planın parçası mı? Bana göre son şık daha güçlü. Hem vahşice öldürecek hem de yas tutacak. Sakalını ister uzatsın ister uzatmasın, gencecik kızı insafsızca öldürdü, üstelik testereyle kesti, belki de bunu canlı canlı yaptı. Böyle hunharlığı hiçbir canavar yapmaz. İslâm’a göre böyle cinayetlerin ağır biçimde ve hemen cezalandırılması gerekir. Ateş düşmüş yürekler ancak böyle soğuyabilir. Yoksa bu gibi canavarların sayısı artar. Böyle söyleyince bazı kimseler, bunu geriye dönme, merhametsizlik gibi algılayabilirler. İyi ama merhamet adaleti geçmemeli ve engellememeli. Merhamet canavarca cinayetleri cesaretlendirmemeli. Merhamet diye diye böyle cinayetler katlanıp gidiyor. Cem Garipoğlu 17 yaşında gösteriliyor. Belli ki 17 yaşından büyük. Zaten cinayet mahallinde ele geçen kimlikte yaşının 18’in üzerinde olduğu gayet açık. Ama hep hile, hep tuzak.

Cezai ehliyete sahiptir

17 yaşında bile olsa İslâm’a göre çocuk değil, mükelleftir, reşiddir. Cezai ehliyete sahiptir. 15 yaşından itibaren akıllı herkes tam sorumludur. Ona büyük muamelesi yapılır. Kanaatime göre bu olay, bir kişinin yaptığı iş değil, yardım alınarak yapılmış planlı bir cinayettir. Belli ki çocuk denilen o kişinin kanında cinayet güdüsü var. Ne hakkı var kendisine güvenen gencecik bir kızı kesip doğramaya? Bu nasıl bir intikam duygusu, nasıl bir vahşet. Şayet oyunlar oynanmaz, adalet saptırılmazsa inşallah mahkeme safahatında gerçekler gün yüzüne çıkar.

Elbette bu tür olayların artmasında eğitim ve terbiye eksikliğinin payı büyüktür. Ailelerin çocuklarına sahip çıkması, onları eğitmesi gerekir. Özellikle kız çocuklarına daha çok özen göstermek Peygamberimizin vurgulu buyruğudur. İslâm’da sadece kadın, ölen kocası için yas tutmak zorundadır ki bu süre Bakara 234’üncü ayete göre 4 ay 10 gündür. Kimine göre bu süre yas tutma süresi değildir. Yas süresi 3 gündür. Ayette belirlenen 4 ay 10 günlük süre, yeniden evlenmek için beklenmesi gereken iddet süresidir. Hamile ise doğuruncaya kadar beklemek zorundadır.

Yazının devamı...

Ayetlerde geçen kalbin Türkçe’deki karşılığı gönüldür

SORU: Acaba Allah, kullarına bir şeyler iletmek istediğinde niçin doğrudan onların beyniyle iletişime geçmek yerine peygamberlik sistemini getirmiştir? Ayet ve hadislerde “Allah kalbinizden geçenleri bilir” ifadesi çok geçiyor. Düşünme ve akıl merkezi beyinde olduğu halde niçin bu ifade “Allah aklınızdan geçenleri bilir” şeklinde değildir? (Mehmet Ali Kılınç)

CEVAP: Bu sorduklarınız size çok felsefi gibi gelse de harc-ı âlem şeylerdir. Sizin dediğiniz gibi olsa insanlar melekleşir. Melekler hata yapmadıkları için sorumlu olmazlar. Ama Allah sorumlu bir toplum yaratmak istemiştir. Hata da doğru da yapılacak. Hatayla doğru yarışacak ve böylece toplum ilerleyecek, teknoloji gelişecek. O zaman liderlere ne gerek var? Her insan bir lider, her insan bir peygamber öyle mi? İmam-ı Gazali’nin dediği gibi: “Evrende var olandan daha mükemmeli olamaz.” Kur’ân’da kullanılan kalp, vücuda kan pompalayan et parçası değil, düşünce merkezi olan, beyni yöneten ruhun üst kademesidir. Ayetlerde geçen kalbin Türkçe’deki karşılığı gönüldür. Herhalde ruhun yönetim kademesi göğüs bölgesinde bulunduğu için göğüs anlamındaki “sadr” gönül anlamına da gelir. Onun için birçok ayetin sonunda Allah’ın, göğüslerde olanı bildiği vurgulanır.

Yüce Allah her kavme bir uyarıcı göndermiştir

SORU: Altay Türkleri’ndeki yaratılış destanında anlatılanlar, Türklerin Gök Tanrı dinindeki inanışları, Taoizm’deki ilkeler, Mu uygarlığındaki inançlar tamamen olmasa da İslâm ilkeleriyle benzeşiyor. “Her kavme bir uyarıcı gönderdik” ve “Uyarmadıkça azap etmeyiz” mealindeki ayetleri göz önüne alırsak bugün bildiğimiz ilahi dinlerden önce Yüce Allah’ın toplumlara başka uyarıcılar göndermiş olabileceğini varsayamaz mıyız? (R. Dündar Tanrıverdi)

CEVAP: Allah her kavme bir uyarıcı göndermiştir (Fatır Suresi). Allah, elçi göndermedikçe hiçbir ulusu sorumlu tutmaz ve cezalandırmaz (İsra Suresi). Bundan dolayı her kavme uyarıcı gönderilmiştir. Bu uyarıcılara gönderilen mesaj aynı kaynaktan verildiğinden her ulusta görülen yaratılış hikâyesi ve genel din prensipleri birbirine benzer. Ancak çok eski mesajlar, olduğu gibi yazıya geçirilemediğinden Tanrısal mesajlara efsane de karışmıştır. Ama bu hikâyelerin benzerliği, her ulusa peygamber gönderildiğinin kanıtlarındandır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.