Şampiy10
Magazin
Gündem

Dine sızmış olan şirk kalıntılarını temizlemeliyiz

SORU: Bir yazınızda namazlardan sonra edilen duaların şirk namazı olduğunu söylüyorsunuz. Peki namazı kıldıktan sonra “Kılmış olduğum namazın, okumuş olduğum sure-i celilelerden ayet-i kelimelerden ve etmiş olduğum dualardan hasıl olan sevabı başta Hz. Muhammed olmak üzere tüm ölmüşlerin, ölmüşlerimizin ve peygamberler silsile-i aliyyesinin, Allah dostlarının, velilerin, muttakilerin, şehitlerimizin ve atalarımızın ruhlarına hediye eyledim, sen kabul, vasıl ve haberdar eyle ya Rabbi” diye son dua okumak da şirk namazına girer mi? (Ahmet Gürler)

CEVAP: Ben namazın Allah için kılındığını, kulun Allah’a kulluğunu arz edişi olduğunu öğrendim. Namazın ardından sure okuyup ölmüşlerin ruhuna bağışlanacağı hakkında bir bilgim yok. Hangi ilmihal veya fıkıh kitabında bunlar yazılı ise bildirin de ben de bilgimi değiştireyim. Namazın ardından yapılan duayı Fatiha ile kapatmak da bidattır. Peygamberimiz böyle bir şey yapmamıştır. İşte ben Peygamber’in kıldığı namaz biçiminden ayrı namazları, bidatları kabul etmiyorum. Bu eklemeler namazın safiyetini, sadeliğini bozuyor. Bunlar neye benzer? Zamanla bir adam bir şey yapmış, bir deli kuyuya bir taş atmış, onu görenler de atmaya başlamışlar. Böylece kuyuya taş atmak din haline getirilmiş. Benim görevim dine sızmış olan ve dinin sadeliğini bozan bidatları, bulaşıkları, şirk kalıntılarını temizlemektir. Aslında her müminin de böyle yapması gerekir.

Hz. Yusuf ile Hz. Züleyha

SORU: Ramazan boyunca özel bir kanalda Hz. Yusuf’un hayatın dizi halinde verdiler. Güzel ve etkileyiciydi. Diziyi annemle birlikte hergün izledik. Ancak ikimizin de kafasına bir soru takıldı. Annem bunu size sormamı istedi. Sorum şu: Hz. Yusuf dizinin sonlarına doğru Hz. Züleyha’nın yüzüne bir örtü örtüyor ve Züleyha gençleşiyor. Sonra dua ediyor. Gözlerindeki ak gidiyor. Allah’tan vahiy geliyor. Yusuf, Hz. Züleyha ile evleniyor. Bu dizi sahih midir? Kur’ân’da bu kadar ayrıntı yok. Sadece Hz. Yusufun gördüğü rüya anlatılıyor. Beni aydınlatır mısınız? (Dilan Karakoyun)

CEVAP: Bunlar Kur’ân’da olmayan, Kur’ân’a aykırı, dramatize edilmiş öykülerdir. Hz. Züleyha ihtiyar değildi ki gençleşsin, kör değildi ki gözleri açılsın...

Yazının devamı...

“Ben size Allah’ın kitabını bırakıyorum”

SORU: Kur’ân insanı akla yöneltiyor. Zaten Yüce Allah bir ayetinde “Kur’ân’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku” buyuruyor. Yani Kur’ân hakkında çok düşünmemizi istiyor ve bu da Kur’ân’ın anlaşılması için indiğini gösterir. Ancak insanlarımızın bir bölümü genelde Kur’ân’ı değil de hadislerin, rivayetlerin, hikâyelerin peşinde koşuyor. Onlara daha çok itibar ediyorlar. Kur’ân’ın mealini okurken birçok rivayetlerin, hadislerin sağlam olmadığını görüyorum. Bir ayette diyor ki: “Kur’ân’dan hesaba çekileceksiniz.” Belki bu ayet yoruma açık olabilir bilmiyorum ama benim kanaatime göre gayet açık ve net. Bu ayete göre insanlar sadece ve sadece Kur’ân’dan sorumlu olacaktır. Allah, Kur’ân’a göre yaşamamızı istiyor. Evet Kur’ân’dan sorumlu olacağız ama Kur’ân’ı okuyan, anlayan ve Kur’ân’dan ibret alan kim? İnsanların daha çok rivayetler peşinde olduğuna göre ibret alan çok azdır. Acaba bu düşüncemde haklı olabilir miyim? (Ali Can)

CEVAP: Evet, insanı kesin bağlayan sadece Kur’ân’dır. Zaten Peygamber’in sahabileri sadece Kur’ân’ı bağlayıcı görürlerdi. Onların zamanında bugünkü hadis kitapları yoktu. Birinin duyduğu bir sözü ötekiler bilmezdi. Dört Halife döneminde hadis rivayetlerine müsade edilmezdi. Hz. Ömer, “Peygamber şöyle dedi, böyle dedi” diyenleri engellemiş hatta bunların baş uygulayıcısı Ebuhüreyre’yi dövmüştür. O sadece Allah’ın kitabı Kur’ân’ı bağlayıcı görmüştür. Zaten Peygamberimiz de Veda Hutbesi’nde, “Ben size Allah’ın kitabını bırakıyorum, ona sarıldığınız sürece sapmazsınız” buyurmuştur.

Ancak rivayetçiler bu Peygamber sözünün içine sızarak ekleme yapmışlar ehl-i sünnet dediğimiz grup “Allah’ın kitabı” söylemine “Benim sünnetim” tabirini de eklemiş, böylece sünnet denilen hadis rivayetlerini Allah’ın kitabına eş hale getirmişlerdir. Şii grubu da Peygamber’in sözüne “Ehl-i Beytim” sözünü eklemiş, böylece Ehl-i Beyt’i Kur’ân’ın yanında ikinci kaynak yapmışlardır. Her iki ekleme de Peygamber’e iftiradır. Ama ne yazık ki halk hurafeye bayılıyor. Hurafe anlatan rivayetçiler itibar görüyor, baş tacı ediliyor. Niçin? Kur’ân dini anlaşılmasın, rivayetçilik, akıl mantık dışılığı devam etsin, halk Kur’ân’ı düşünmesin, masallarla avunup dursun diye...

Yazının devamı...

Cami cemaatini daraltmamak gerekir

SORU: Gittiğim camide cuma vaazı en az 20 dakika sürüyor. Bu camiye gelenlerin yaş ortalaması 70. Abdestini tutamayanlar var. Ramazanda teravih namazını yarım bırakıp gidenler oldu. Kadir Gecesi ezandan 27 dakika sonra namaz başladı. Yine namaz başlamadan gidenler oldu. Bu sohbetler namazdan sonra yapılsa olmaz mı? İmam farz namazlarını kıldırırken imama uyuyoruz. O duaları okuyor ancak cemaatten bazıları da yüksek sesle okuyor. Bu kişiler içinde okusa daha iyi olmaz mı? Bazıları imamla bazıları ise imamdan sonra selam veriyor. Bu durumun düzeltilmesi mümkün değil mi? (Muzaffer Aydın)

CEVAP: Elbette cami görevlilerinin, cemaatin durumunu nazarı dikkate almaları gerekir. Vakit gelince derhal sözü kesip namaza başlamalıdırlar. Çünkü gerçekten yaşlı, hasta, işi acele olanlar vardır. Onları daraltmanın anlamı yok. Hele sağlık durumları veya işleri dolayısıyla namazı kılmadan çıkıp gidenlerin vebali namazı geciktirenlerin boynuna biner. Farz namazların ardından toplu dua sünnet değildir. Herkes içinden geldiği biçimde tespih çeker, dua eder.

Dileyen çıkıp gider. Selam vermekle namaz tamamlanmış olur. Sünnet olan, namazdan sonra herkesin kendi kendine dua etmesidir. Cuma namazı aslında 2 rekâttır. Hutbeden önce 2 rekât sünnet kılınır. Hutbenin ardından farz kılınır. Sonra da 2 rekât sünnet kılınır. Dileyen dilediği kadar sünnet yani nafile namaz kılabilir. Ama insanlar gördükleri şeyi bırakıp da sünnete (Peygamber’in uygulamasına) göre yaşamak istemiyorlar. Çünkü her gördüklerini doğru sanıyorlar.

Teyemmüm edin

SORU: Kalça kemiğimden ameliyat oldum. Ayaklarımı yıkıyamıyor, abdest alamıyorum. Ne yapmalıyım?(Hüseyin Sarı)

CEVAP: Bu durumda sizin ayaklarınızı yıkamanıza gerek yok. Elinizi yüzünüzü yıkayabiliyorsanız yeter. Eğer onu da yapamıyorsanız temiz bir yere el sürüp önce yüzünüze, sonra bir daha sürüp sağ ve sol kolunuza mesh edin. Buna teyemmüm denir. Oturduğunuz yerde de namazınızı kılarsınız. Zorluk ve güçlük yok. Namazın temeli Allah’ı gönülden anmak O’nu hatırlamaktır.


Yazının devamı...

Hac sadece senenin bir gününde olur

SORU: Bir okurunuzun “Hac senenin her ayında yapılır mı?” sorusuna Bakara Suresi’nin “Sayılı günlerde Allah’ı anın” ayetiyle cevap vermiştiniz. Ayrıca haccın sadece Kurban Bayramı günlerinde yapılabileceğini bazı kitaplarınızda belirtiyorsunuz. Bakara Suresi 197’nci ayette, “Hac bilinen aylardadır” deniyor. Burada kastedilen aylar herhalde haram aylardır ve Kur’ân ayları çoğul olarak kullanmıştır. Şayet hac sadece Kurban Bayramı’nda olsaydı “bilinen günlerde” demesi gerekmez miydi? Suudi Arabistan, İslâm ülkelerinin nüfusunun binde biri kadarına hac için kontenjan veriyor. Türkiye’nin nüfusu 70 milyon olduğu için bize verilen kontenjan 70 bin. Bu rakam ilave kontenjanlarla 100 bine çıkıyor. Halbuki sadece bu sene hac için yapılan başvuru sayısı 700 binden fazlaydı. Kontenjan sabit olmasına karşın başvuru sayısı artarak devam ediyor. Bu yıl herhalde 1 milyonu aşacaktır. Ama hacca sadece 100 bin kişi gidecek. Ben 67 yaşındayım. 2 yıldır hacca yazılıyorum. Ama çıkmıyor. Bu gidişle Müslümanların çoğu istese de hacca gidemeden gözlerini kapatacak. Yoksa hâşâ Allah bilmiyor muydu bir gün gelecek, benim kullarım istese de hacca gidemeyecektir. O zaman hac farzının şartı değişmez miydi? “Hac, sırası gelene farzdır” denmez miydi? Hayır denmezdi. Çünkü bana göre Kur’ân çaresini söylemiş, “Bilinen aylardadır” demiş. (İlhami Aydın)

CEVAP: Hac herkese farz değil, yola gitme imkânı olanlara farzdır. Hac için yol izni alamayan, kendisine sıra gelmeyen insan hacla yükümlü değildir. O “üç ay, hac ayları” gibi sözlerin ve itirazların bir önemi yok. Madem senenin her ayında hac oluyormuş, o zaman buyurun gidin. Ona hac denmez, umre denir. Size göre hac oluyorsa yapın. Kimse engel olmaz ama kimse onu hac saymaz. Siz içinizden hac sayarsanız ona kimsenin bir diyeceği olmaz. Kabul olmayacak duaya benim amin dememi beklemeyin. Daha önce de söylediğim üzere kontenjan yetersizliği hastalık veya herhangi bir sebeple hacca gidemeyen kimse öldüğü takdirde sorumlu olmaz. İmkân bulamadığı için sorumluluk altına girmez. Eğer oraları çok görmek istiyorsa umreye gidebilir. Umrede şimdilik kontenjan yok. Ama hac sadece senenin bir gününde olur: Zilhiccenin 9. günü. Yani Arafat’ta durma günü. İşte hac odur. Peygamberimiz “Hac, Arefe’dir” buyurmuştur.

Yazının devamı...

Dua sözcüğü geçmeyen hadis

SORU: Bir cuma namazından önce müftü merkezden yapılan yayınla vaaz veriyor ve öğretmenlerin ve âlimlerin görevlerinin kutsiyetini ayet ve hadislerle anlatıyordu. Konuşmasını şöyle bir hadisle tamamladı: “Allah, melekleri, denizdeki canlılar, karadaki canlı ve cansız varlıkların tamamı âlimlere dua ederler.” Bu cümleyi iki defa tekrarladı. Dua sözlükte çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek anlamındadır. Din literatüründe insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelmesi, maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Şimdi bu durumda Allah dua eder mi? Hâşâ Allah kimden ne ister ki? Allah bir kulunu en yüce makama yükseltmek isterse yükseltir. Kimden ve niye yardım istesin? (İlhami Münevver)

CEVAP: Müftü efendi hadisi yanlış manalandırmış. Dua sözcüğü geçmeyen hadis şöyledir: “Bilgi öğrenmek üzere bir yola giren kimse, cennet yoluna girmiş olur. İlim öğrencisinden melekler o kadar hoşlanırlar, onu öylesine severler ki yere değil de kanatlarına basması için kanatlarını onun ayaklarının altına sererler. Göklerde, yerde bulunanlar, hatta sudaki balıklar dahi âlim (bilgin) kul için istiğfar eder, onun bağışlanmasını dilerler. Bilgin kulun çok ibadet eden kula üstünlüğü, ayın öteki yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler dinar ve dirhem (para pul) miras bırakmamışlar ancak ilim miras bırakmışlardır. İlim öğrenen kimse gerçekten kısmetli, şanslı insandır.”

Ahzab Suresi 56’ncı ayet

Görüldüğü gibi hadiste Allah kelimesi geçmediği gibi dua sözü de geçmez, istiğfar geçer. Yani melekler, tüm yaratıklar bilgin kulun hatalarının bağışlanmasını dilerler. Ahzab Suresi’nin 56’ncı ayetinde Allah’ın ve meleklerin Peygamber’e salat ettikleri vurgulanır. Allah tarafından salat; rahmet ve kulunun şanını yüceltmek anlamına gelir. Meleklerin salatı da burada yine Peygamber’i esirgemek, onun şanını yüceltmek demektir. Ayrıca meleklerin müminlere salat etmesi, onların bağışlanmalarını dilemeleridir: “Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler. O’na inanırlar ve müminler için (şöyle) mağfiret dilerler: Rabbimiz, sen rahmet ve bilgi bakımından her şeyi kapladın. Tövbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru” (Mümin: 7). Müminlerin salatı ise dua, acıma anlamınadır. Yüce Allah, bütün müminlere, Peygamber’e salat ve selam getirmelerini emretmektedir. Yani onun için rahmet ve esenlik dilemelerini, böylece ona saygı göstermelerini istemektedir.

Yazının devamı...

Vicdanınızın sesine göre hareket edin

Almanya’dan yazan bir okurum, kayınvalidesinin Alzheimer hastası olduğunu, yatırdıkları hastanede ellerini ve ayaklarını zincirle bağladıklarını belirtiyor. Bu durumu görünce, kendisi ve eltisi dönüşümlü olarak hastaya bakmaya karar veriyorlar. Sonunda eltisi pes ediyor. Kendisi de dayanamayacak hale geliyor. Ancak Allah katında hesap veremeyeceğinden korktuğunu ifade ediyor. Türkiye’de bulunan kızları da annelerine bakmak istemiyor. Hasta da sürekli olarak “beni atmayın” diye ağlıyor. Hastanın kocası da ilgilenmiyor. Aslında bu duruma düşmüş olan kayınvalide, vaktiyle büyük gelinine çok kötülük yapmış. Okurum, “Kendisini akıl hastanesine yatırmak zorunda kalırsak bunun vebalinden kurtulabilir miyiz” diye soruyor.

Cevabım şudur: Hanımefendi elbette sizin durumunuz güç. Ama elinizden geldiğince hastaya yardım ederseniz Allah da hem bu dünyada hem öbür dünyada sizi ödüllendirir. Vicdanınıza danışın, ona göre hareket edin. Kocanız annesine bakmak zorundadır ama sizin öyle bir mecburiyetiniz yok. Bakarsanız elbette büyük sevap var. Ama kocanız bakmazsa günah işlemiş olur. Herhalde en uygun olan, kayınvalidenizi iyi muamele göreceği, bakımının güzel yapılacağı bir bakımevine yerleştirmektir. Almanya’da böyle bakımevleri var. Araştırın, güzel bir bakımevine yerleştirin. Yoksa bu şekilde devam ettirmeniz güç. Aile düzeninin bozulmaması da elbette çok önemlidir. Allah size sabır versin.

Gerekli bir açıklama

Birkaç gün önce bir okurumun, iki secde arasında yaptığı dua hakkındaki sorusu üzerine, o duadaki kelimenin “vecburni” değil “ve ecurni” olabileceği belirtmiştim. Hadisin kaynağına bakınca sorulan kelimenin doğru olduğunu anladım. Kaynaklarda Peygamberimizin iki secde arasında, “Allahummagfir li varhamni vacburni vehdini varzukni” şeklinde dua ettiği belirtiliyor. Duanın anlamı: “Allahım beni bağışla, bana acı, beni düzelt, ıslah eyle, beni doğru yola ilet ve beni (lütfunla) rızklandır.”

Hadis metninde geçen “ucburni” kelimesinin kökeni olan cebr, düzeltmek, ıslah etmek, onarmak, teselli etmek ve zorlamak anlamlarına gelir. Bu kökten yapılmış sıfat kipi olan cebbar, Allah’ın güzel isim sıfatlarındandır. İstediğini zorla yaptıran anlamı yanında ıslah eden, düzelten, umut veren anlamı da vardır. Eski dilimizde kullanılan cebire, kırık ve çıkık organ üzerine sarılan tahtalar (modern deyimiyle alçı) demektir. Sorusuyla bu açıklamayı yapmama neden olan Ebu Naim Halil’e teşekkür ederim.

Yazının devamı...

“Kur’ân’a göre iftira atmanın hükmü nedir?”

SORU: Dürüstlüğüm yüzünden yıllardır çalıştığım kuruluşta çok sıkıntı çekmiş biriyim. Bunların bir sınav olduğunu biliyorum ama o kadar kötü kişilerle mücadele ediyorum ki, bazen ne yapacağımı şaşırıyorum. Attıkları iftiralarla beni toplum içinde küçük düşürmek istiyorlar. Eskiden müdürlüğümü yapmış olan kişinin, “Bu bayan ateisttir. Dini inancı yoktur” dediğini, beni tanımayan insanların “Acaba olabilir mi?” diye kuşkuya düştüklerini duydum. İnanılmaz derecede üzüldüm. Dini bütün bir Müslüman’a ateist diye iftira atmanın günahı nedir?

Kötü düşünmekten kaçının

CEVAP: Hucurat Suresi’nde kötü zandan, insanlar hakkında kötü düşünmekten, insanlara kötü sıfatlar takmaktan kaçınılması emredilmektedir. Bir Müslüman’a ateist (Tanrı karşıtı) demek, Kur’ân tabiriyle “Fasık (doğru yoldan çıkmış)” demektir. Kur’ân şöyle diyor: “Ey inananlar, bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler), kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki onlar, kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İnandıktan sonra fısk adı (inanmış bir insana dinsiz demek), ne kötü bir şeydir. Kim tövbe etmezse, işte onlar zalimdirler.”

Müslüman dürüst insandır

Ayrıca Kur’ân’a göre namuslu bir kadını fuhuşla suçlamak, onda olmayan şeyi ona yakıştırmak büyük günahtır. Kur’ân’a göre o kişi artık tanıklık yetkisini kaybeder. Mahkemelerde onun tanıklığı kabul edilmez. Peygamberimiz de insanlar aleyhinde konuşan, insanın gizli bir kusurunu âleme yayıp onun hakkında kötü imaj oluşmasına neden olan kimseyi Allah’ın, ahirette kepaze edeceğini buyurmuştur. Siz üzülmeyin, eninde sonunda size iftira eden kimse yaptığının cezasını çeker. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz, er geç çıkar. Müslümanlık dedikodu yapmak, şunu bunu çekiştirmek, hak hukuk çiğnemek değildir. Kendisine yapılmasından hoşlanmadığı şeyi başkasına yapan kimse gerçek Müslüman değildir. Müslüman empati yapmasını bilen, bencil olmayan, düzgün ve dürüst insandır.

Yazının devamı...

“Bilmiyorsanız bilenlere sorunuz”

SORU: “Çok soru soran bizden değildir” hadisi doğru mu? (Erdoğan Özsarı)

CEVAP: “Çok soru soran bizden değildir” şeklinde bir hadis olamaz. Yüz binlerce hadis rivayeti var. Bunlar içinde Kur’ân düşüncesine uygun, senedi sağlam olanlar hadistir, olmayanlar değildir. Gayet tabii kötü niyetle, dini zorlaştırmak, ayrıntıya boğmak için soru soranlar yanlış hareket ederler. Çünkü Kur’ân, “Ey inananlar, açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur’ân indirilirken onları sorarsanız, size açıklanır. Halbuki Allah onlardan geçmiştir. Allah bağışlayandır, halimdir” (Maide: 101) buyurmaktadır. Hac ayeti indiği zaman Süraka ibn Malik, Hz. Peygamber’e, “Her sene mi hac yapacağız ey Allah’ın Elçisi?” diye sordu. Hz. Peygamber cevap vermedi. Süraka sorusunu üç kez yineledi. Hz. Peygamber, “Hayır! Evet deseydim, hac her sene farz olurdu. (Her sene) Farz olsaydı bunu yapamazdınız. Benim sizi (serbest) bıraktığım şeylerde siz de beni (serbest) bırakınız” dedi. İşte ayetin, bu olay üzerine indiği söylenir. Fakat öğrenmek için soru sormak Kur’ân’ın da emridir. Çünkü Kur’ân, “Bilmiyorsanız bilenlere sorunuz” (Nahl: 43) buyurmaktadır. O halde öğrenmek amacıyla soru soran insan niçin Müslümanlardan olmasın? Peygamber böyle bir şey söyleyebilir mi? Bunu kim uydurdu? Soru karşısında bunalan, cevap vermekten aciz kalan kimi kişiler üretmiş olabilirler. Böylece her söylediklerinin itirazsız kabul edilmesini sağlamak istemişlerdir.





Bir okurdan anekdot

DİŞ dolgusu konusunu bir kanaldan izledim. Sizi okudukça ve izledikçe bilgileniyorken bu tip kişileri dinledikçe dehşete kapılıyorum. Üç kuruşa İslâm’ı satıyorlar. Size bir anekdot aktarayım: Londra’daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş. Bir gün bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş. İmam oturup parasını sayınca yanlışlığı fark etmiş.

Düşünmüş: “20 kuruşu geri versem mi şoföre?” Ama içinden bir ses diyormuş ki: “Çok küçük bir para. Şoförün zaten umurunda değil. Bu parayı Allah’tan gelen bir hediye gibi düşünebilirim.” İneceği durağa gelince imam fikrini değiştirmiş, 20 kuruşu geri vermiş. Şoför gülümseyerek, “Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında İslâm’ı öğrenmek için sizi ziyaret etmek istiyordum. Size bilerek fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim” demiş. İmam inerken neredeyse bacaklarını hissetmiyormuş. Kendine gelmeye çalışmış. Gökyüzüne bakmış ve “Allahım az daha İslâm’ı 20 kuruşa satıyordum” demiş. (Gürsoy Duraplı)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.